“Davada, dava delillerinin kimin tarafından temin edileceği ve
yargılama faaliyetine sunulacağı medeni yargılama hukukunda 18. yüzyıldan
itibaren temel sorun olarak ele alınmıştır. Yapılan çalışmalar ve yargılamada
ulaşılan durumlar sebebiyle ortaya çıkan en önemli ilkelerden birisi taraflarca
hazırlama ilkesi, diğeri ise tasarruf ilkesidir. Bu kapsamda vakıa ve dayanağı
delillerin taraflarca getirilmesi gerekmektedir.
Tasarruf ilkesi ve taraflarca getirilme ilkesi birbirinden
bağımsız birer ilke olsa da aynı zamanda aralarında sıkı bir bağlantı vardır.
Tasarruf ilkesi davanın konusu, başlaması ve sona ermesi ile ilgili iken,
taraflarca getirilme ilkesi dava malzemesinin getirilmesi ile ilgilidir.
Tasarruf ilkesi gereğince taraflar dava açıp açmamakta, dava
konusunu belirlemekte, uyuşmazlığı sürdürüp sürdürmemekte serbesttir.
HMK.m.24’e göre "Hakim, iki taraftan birinin talebi olmaksızın,
kendiliğinden bir davayı inceleyemez ve karara bağlayamaz. Ayrıca kanunda
açıkça belirtilmedikçe, hiç kimse kendi lehine olan davayı açmaya veya hakkını
talep etmeye zorlanamaz." hükmü amirdir. Bu maddeye göre dava açmak, vakıa
ve dayanağı delilleri getirmek yargılamanın taraflarına aittir. Ancak yargılamanın
sevk ve idaresini sağlamak hakimin görevidir. Ancak burada üzerinde durulması
gereken ve en önemli husus taraflarca getirilme ilkesinin kapsamının neler
olduğudur. Uygulamada taraflarca getirilme ilkesi her ne kadar usul kuralları
açısından da uygulansa da usulün uygulanmasında bu kural geçerli değildir. Usul
kuralları kamu düzenindendir ve mahkemece re'sen uygulanır. Bu anlamda hakim,
yargılamanın sevk ve idaresi re'sen yerine getirilmelidir. Mahkemeler usul
kurallarını uygularken talep bekleyen pasif obje konumunda olmamalı, yön
belirleyen, sevk ve idare eden aktif subjeler olmalıdır.
İşlerin yoğuluğu veya geçmiş dönemlerde personel eksikliği
nedeniyle geçmişten bu yana re'sen yapılması gereken usul işlemleri taraflarca
veya vekillerince talep dilekçeleri gönderilmek suretiyle sürekli hatırlatılmış
ve bu durum süreklilik kazanınca bu defa yapılacak usul işlemleri için
"talep gerekli" söylemi yerleşmiş ve usul işlemleri talep üzerine
ilerlemeye başlamıştır. Kanun koyucu da bu durumu teorikleştirerek yasallaştırmıştır.
Yargısal makamlar usul kurallarını re'sen uygular. Bunun taraflarca getirilme
ilkesi ile yakından uzaktan alakası yoktur. Taraflarca getirilme ilkesi
tarafların talebi ve delilleriyle bağlılıktır. Özel hukukun en temel ilkesi
olan bu ilke yargı makamlarına tarafların getirdiği delillere göre karar
vermeyi, taraflarca sunulmayan veya talep edilmeyen bir delili o tarafın lehine
veya aleyhine değerlendirilemeyeceği anlamı taşımaktadır. Usul kurallarını
uygulamak yargısal makamların re'sen yapması gerekendir ve kamu düzenindendir.
Bir usul işlemini yerine getirmek için tarafların veye vekillerin talebini
istemek, yargısal makamları harekete geçirmek için talepler göndermeye mahkum
etmek gereksiz sorumluluk, gereksiz evrak ve iş gücü kaybından başka bişey
değildir.
Kanunlar bir anlamda genel uygulamanın yazıya dökülmüş halidir.
Toplumda yerleşik hale gelen uygulamalar hatalı da olsa genel kabul gördüğünde
bazen kanunlaşabilmektedir. Bunun gibi bazen yasadan olmasa da uygulama haline
geldiği de olmaktadır.
Bu maddenin ilgili kısımlarının iptalindeki amaç görevsizlik ve
yetkisizlik kararı verilmesi halinde dosyanın yetkili ve görevli mahkemeye
gönderilmesi için bir talebe gerek duyulmamasıdır. Muhtemeldir ki geçmişten bu
yana ağır ilerleyen mahkemeler, taraf veya vekillerce sürekli hatırlatma ve
taleplerle ilerletilmeye çalışılmıştır ki artık bu durum usul kurallarının
uygulanması açısından genel uygulama haline gelmiştir. O denli bir hal almıştır
ki basit yargılamada gerekçeli kararın tebliğe çıkarılması veya kesinleştirme
işlemleri yapılması için dahi talep üzerine ilerleme sağlanmaktadır. Kanun
koyucu bu maddeyi ihdas ederken muhtemeldir ki bunu uygulamadaki şekli ile
kanunlaştırmıştır. Yani süregelen yanlış bir uygulama kimsenin itiraz etmemesi
ve alışkanlık haline gelerek genel kabul görmesi sonrasında yasalaşmıştır.
Taraflarca getirilme ilkesi usul kurallarının işletilmesini
tarafların talebine bağlı kılmak değildir. Uygulamada bu ilke bu denli geniş
kapsamlı yorumlanarak hata edilmektedir. Taraflarca getirilme ilkesi, dava ve
dayanaklarının taraflarca ortaya konulması demektir. Usul kurallarının
uygulanmasını talep etmek ve yargılamayı tetikleyip harekete geçirmek
taraflarca getirilme ilkesi kapsamında değerlendirilemez.
Taraflarca getirilme ilkesinin tam aksi ise re'sen araştırma ve
re'sen harekete geçme ilkesidir. Bu ilke genel olarak basit yargılamada
uygulama alanı bulmaktadır. Kendiliğinden harekete geçme ilkesi esasen ceza
yargılamasında ve medeni yargıda da çekişmesiz yargı alanında geçerlidir. Bu
ilkenin uygulandığı davalarda hakim, tarafların talepleriyle kural olarak bağlı
değildir. Delilleri re'sen toplar. Ancak usul kurallarının uygulanması
açısından taraflarca getirilme ilkesi ile re'sen araştırma ilkesi açısından bir
fark bulunmamaktadır, hakim usul kurallarını her daim re'sen uygulamaktadır.
Yasadaki düzenleme, mahkemenin görevsizlik veya yetkisizlik
kararı vermesi hâlinde Kanun’un 20. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci
cümlesinde öngörülen süreler içinde taraflardan birinin talep etmesi hâlinde
dava dosyası görevli veya yetkili mahkemeye gönderilecektir. Bu durumda davaya
görevli veya yetkili mahkemede devam edilecek ve Kanun’un 331. maddesinin (2)
numaralı fıkrasının birinci cümlesi uyarınca yargılama giderlerine bu mahkeme hükmedecektir,
şeklindedir. İtiraza konu kısımların iptali ile yetkisizlik kararı verilmesi
halinde bir iç işleyiş sorunu olan gönderme işlemini mahkemeler re'sen yerine
getirecektir.
Netice itibariyle mahkemelerce görevsizlik veya yetkisizlik
kararı verilmesi halinde tarafların talebine bağlı kalınmaksızın mahkemelerce
re'sen dosyanın yetkili veya görevli mahkemeye gönderilmesi gerekmektedir. Usul
kuralları kamu düzenindendir. Mahkemelerce re'sen uygulanır. Buna rağmen tüm
işlemleri tarafların talebine bağlayan günümüz hantal yargı uygulamalarında bu
pasif durum terk edilerek aktif görev yüklemek gerekmektedir. Zira bu madde
kapsamında talep olmadığı için dosyanın gönderilmemesi hem zaman kaybına ve
açılmamış sayılmasına karar verilmesi de tarafların mağduriyetine sebebiyet
vermektedir. Usul işlemlerini ilerletmek devletin pozitif yükümlülüğüdür. Bunu
tarafların veya vekillerin omuzlarına yüklemek hukuki değildir.
İPTALİ İSTENEN KANUN MADDESİNİN ANAYASA'ya ve AİHS'ye
AYKIRILIĞI VE HUKUKİ GEREKÇESİ :
Anayasa'nın 2. maddesi (Cumhuriyetin nitelikleri-Hukuk devleti)
uyarınca yapılan değerlendirmede;
Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti eylem ve
işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren,
hukuki güvenliği sağlayan, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan,
hukuk kurallarıyla kendini bağlı sayan ve yargı denetimine açık olan devlettir.
(AYM, E.2023/161, K.2024/53, 22/02/2024, § …), (AYM, E.2017/48, K.2017/129,
26/07/2017, § …)
Diğer yandan kanun koyucu, takdir yetkisi kapsamındaki
düzenlemeleri yaparken hukuk devleti ilkesinin de bir gereği olan ölçülülük
ilkesiyle bağlıdır. Söz konusu ilke, kuralda öngörülen düzenleme ile ulaşılmak
istenen amaç arasında makul bir dengenin bulunmasını gerektirmektedir (AYM,
E.2020/95, K.2022/3, 26/1/2022, § 17; E.2019/88, K.2022/159, 13/12/2022, § 28).
(AYM, E.2023/161, K.2024/53, 22/02/2024, § …)
Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön
koşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki
güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem
ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde
bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.
Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden
herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır
ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına
karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir. Bu bakımdan kanunun metni,
bireylerin gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle hangi somut eylem ve
olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını belli bir açıklık ve
kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek düzeyde kaleme alınmış olmalıdır.
Dolayısıyla kanunun uygulanması öncesinde muhtemel etki ve sonuçlarının yeterli
derecede öngörülebilir olması gereklidir (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013;
Karlis A.Ş., § 34). Belirlilik ilkesi hukuksal güvenlikle bağlantılı olup
birey, belirli bir kesinlik içinde hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal
yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini
doğurduğunu kanundan öğrenebilme imkânına sahip olmalıdır. Birey, ancak bu
durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörüp davranışlarını düzenleyebilir
(Karlis A.Ş., § 34).
Usuli bir eksikliğin mahkemelerce giderilmesi görevini talebe
bağlamak, bunun unutulması halinde de açılmamış sayılmasına karar vermek hukuki
güvenlik ilkesine aykırıdır. Bu görevin davanın taraflarına yüklenmesi ve
yerine getirilmemesi halinde davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi
ölçülük ilkesine aykırıdır.
Anayasa'nın 5. (Devletin Temel Amaç Ve Görevleri-kişinin temel
hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak
surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak) uyarınca
yapılan değerlendirmede;
Anayasa'nın 5. maddesinde "Devletin temel amaç ve
görevleri, Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin
bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun
refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini,
sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan
siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî
varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."
denilmektedir. Buna göre kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu
sağlamak devletin temel amaç ve görevlerindendir.
Anayasa'nın 5. maddesinde; kişinin temel hak ve hürriyetlerini,
sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan
siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak, insanın maddi ve manevi
varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak devletin temel
amaç ve görevleri arasında sayılmıştır. Buna göre bireylerin yaşam şartlarının
iyileştirilmesi ve hak ve özgürlüklere ulaşmalarının önündeki her türlü engelin
kaldırılması devletin anayasal bir ödevidir. (Tuğçe Akgül Maraş, B. No:
2019/6744, 1/11/2023, § …)
Bu kapsamda yapılan değerlendirmede vatandaşın hak arama yolunda
yanlış mahkemeye dava açması sonrası yetkisizlik veya görevsizlik kararı
verilmesi halinde yetkili veya görevli mahkemeye gönderilmesi işleminin talebe
bağlanması ve bunun yerine getirilmemesi halinde açılmamış sayılmasına karar
verilmesi, hak arama hürriyeti kapsamında adil yargılanma hakkına, devletin,
vatandaşın temel hak ve hürriyetlerini koruma yükümlülüğüne aykırıdır.
Anayasa'nın 13. maddesi (Temel hak ve hürriyetlerin
sınırlanması) uyarınca yapılan değerlendirmede;
Anayasa’nın 13. maddesinde “Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” denilmektedir. Buna göre mahkemeye erişim
hakkına sınırlama getiren düzenlemelerin kanunla yapılması, ayrıca Anayasa’da
öngörülen sınırlama sebebine uygun ve ölçülü olması gerekir.
Anayasa’nın 13. maddesinde güvence altına alınan ölçülülük
ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden
oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen sınırlamanın amaca ulaşmaya elverişli
olmasını, gereklilik amaç bakımından sınırlamanın zorunlu olmasını, diğer bir
ifadeyle aynı amaca daha hafif bir sınırlama ile ulaşılmasının mümkün
olmamasını, orantılılık ise hakka getirilen sınırlama ile amaç arasında makul
bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir. Kuralla mahkemeye
erişim hakkına getirilen sınırlamanın elverişlilik, gereklilik ve orantılılık
alt ilkelerine uygun olması gerekir.
Esasen temel hakları sınırlayan kanunun bu niteliklere sahip
olması Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye alınan hukuk devleti ilkesinin de
bir gereğidir. Hukuk devletinde, kanuni düzenlemelerin hem kişiler hem de idare
yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net,
anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî
uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir. Kanunda bulunması gereken
bu nitelikler hukuki güvenliğin sağlanması bakımından da zorunludur. Zira bu
ilke hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve
işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu
güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (AYM,
E.2015/41, K.2017/98, 4/5/2017, §§ 153, 154). Dolayısıyla Anayasa’nın 13. maddesinde
sınırlama ölçütü olarak belirtilen kanunilik, Anayasa’nın 2. maddesinde
güvenceye bağlanan hukuk devleti ilkesi ışığında yorumlanmalıdır.
Kanun’un 20. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci
cümlesinde ise tarafların görevsizlik ve yetkisizlik kararından sonra dava
dosyasının görevli mahkemeye gönderilmesi için talepte bulunabilecekleri
süreler belirlenmiştir. Kural, bu süreler içinde talepte bulunulmaması hâlinde
davanın açılmamış sayılacağını ve görevsiz veya yetkisiz mahkemenin bu hususu
resen karara bağlayacağını öngörmektedir. Dolayısıyla davanın açılmamış
sayılmasını gerektiren şartlar yönünden orantılılık ve elverişlilik ölçütlerini
sağlamadığı aşikardır. Bu kapsamda mahkemeye erişim hakkını sınırlamaya yönelik
bir kanuni düzenlemenin şeklen var olması yeterli olmayıp kuralların keyfîliğe
izin vermeyecek şekilde belirli ve öngörülebilir nitelikte olması gerekir. Bu
hali ile meşru bir amacının olduğu da söylenemez.
Mahkemece usuli bir karar olan görevsizlik veya yetkisizlik kararı
verilmesi halinde bunun yetkili veya görevli mahkemeye gönderilmesi talebe
bağlı kılma ve talep olmaması halinde ise açılmamış sayılmasına karar verilmesi
Anayasa’nın 13. maddesinde güvence altına alınan kıstaslardan, öngörülen
sınırlamanın amaca ulaşmaya uygun olmaması nedeniyle elverişlilik, amaç
bakımından sınırlamanın zorunlu olmaması nedeniyle gereklilik, hakka getirilen
sınırlama ile amaç arasında makul bir dengenin gözetilmemesi nedeniyle
orantılılık kıstaslarına uygun olmadığı sabittir.
Anayasa'nın 36. maddesi (Hak Arama Hürriyeti-adil yargılanma
hakkı) uyarınca yapılan değerlendirmede;
Anayasa’nın 36. maddesinde “Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir./Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi
içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.” denilmektedir. Anılan maddeyle güvence
altına alınan dava yoluyla hak arama özgürlüğü, bir temel hak niteliği
taşımasının ötesinde diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde
yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden
birini oluşturmaktadır. Kişinin bir haksızlığa uğradığını iddia edebilmesinin
ya da maruz kaldığı haksız bir uygulama veya işleme karşı haklılığını ileri sürüp
kanıtlayabilmesinin, uğradığı zararı giderebilmesinin en etkili ve güvenceli
yolu yargı mercileri önünde dava hakkını kullanabilmesidir (AYM, E.2017/178,
K.2018/82, 11/7/2018, § 11).
Mahkemeye erişim hakkı bir uyuşmazlığı mahkeme önüne
taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, §
52).
Sözleşme’de açıkça yer almasa da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
(AİHM) mahkemeye erişim hakkını adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından
biri olarak nitelendirmektedir (Roche/Birleşik Krallık [BD], B. No: 32555/96,
19/10/2005, § 117; Stanev/Bulgaristan [BD], B. No: 36760/06, 17/1/2012, § 229).
AİHM, mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren
uygulamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal edebileceğini vurgulamaktadır
(Golder/Birleşik Krallık [GK], B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36).
İtiraz konusu kural talep olmaması halinde davanın açılmamış
sayılmasına karar verilmesi suretiyle mahkemeye erişim hakkına sınırlama
getirmektedir.
Adil yargılanma hakkı, niteliği gereği devletin düzenleme
yapmasını gerektiren bir haktır. Zira bu hakkın Anayasa'da zikredilmiş olması
kendi başına bir anlam ifade etmemekte, bireylerin bu haktan yararlanabilmesi
için devletin en azından yargı teşkilatını kurması ve yargılama usullerini
belirlemesi gerekmektedir. Devletin düzenleme yetkisini haiz olduğu alanlarda
belli ölçüde takdir yetkisine sahip olduğunun kabulü gerekir. Bu sebeple adil
yargılanma hakkına yönelik sınırlamalar getirilirken kanun koyucuyu bağlayan
belli bir meşru amaçlar listesi bulunmamaktadır. Ancak kanun koyucunun bu
takdir yetkisinin Anayasa Mahkemesinin denetimine tabi olduğu açıktır (İsmail
Avcı, B. No: 2019/12190, 22/2/2022, § 55).
Kanun’un 20. maddesinin (1) numaralı fıkrasının itiraz konusu
ikinci cümlesi uyarınca dava dosyasının yasal süresi içinde görevli mahkemeye
gönderilmesinin talep edilmemesi hâlinde dava açılmamış sayılacaktır. Mahkemeye
erişim hakkının hukuki bir uyuşmazlığın bu konuda karar verme yetkisine sahip
bir mahkeme önüne götürülmesi hakkını da kapsadığı dikkate alındığında kuralla
mahkemeye erişim hakkına sınırlama getirildiği sonucuna ulaşılmıştır (aynı
yöndeki değerlendirilme için bkz. Rıdvan Gökgöz, B. No:2016/76548, 10/6/2020, §
33).
Kuralla görevsizlik veya yetkisizlik kararından sonra dava
dosyasının yasal süresi içinde görevli veya yetkili mahkemeye gönderilmesinin
talep edilmemesi durumunda davanın açılmamış sayılacağı öngörülmek suretiyle
davanın sürüncemede kalmasının önüne geçilmesi amaçlanmaktadır. Ancak burada
mahkemenin re'sen göndermesi daha pratiktir. Bu itibarla kuralın yargılamanın
makul bir sürede tamamlanması şeklinde meşru bir amaca yönelik olmadığı,
sonucuna ulaşılmıştır. Bununla birlikte kuralın meşru bir amacının bulunması
yanında ölçülü de olması gerekir. Burada meşru gaye de bulunmamaktadır. Tek
meşru gaye en kısa sürede ve esasa ilişkin hukuka uygun bir karar vermektir.
AİHM; adil yargılanmanın bir unsurunu teşkil eden mahkemeye
erişim hakkının mutlak olmadığını, doğası gereği devletin düzenleme yapmasını
gerektiren bu hakkın belli ölçüde sınırlanabileceğini kabul etmektedir. Ancak
AİHM; bu sınırlamaların kişinin mahkemeye erişimini hakkın özünü zedeleyecek
şekilde ve genişlikte kısıtlamaması, zayıflatmaması gerektiğini ifade
etmektedir. AİHM'e göre meşru bir amaç taşımayan ya da uygulanan araç ile
ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi kurmayan
sınırlamalar Sözleşme'nin 6. maddenin birinci fıkrasıyla uyumlu olmaz (Sefer
Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye, B. No: 611/12, 17/11/2015, § 59; Eşim/Türkiye,
B. No: 59601/09, 17/9/2013, § 19; Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B.
No: 28028/95, 19/2/1998, § 34).
AİHM, bu ilkeler uyarınca mahkemelerin dava açılabilmesi için
öngörülen yasal yükümlülükleri uygularken hem yargılama adaletinin
zayıflamasına yol açacak düzeyde aşırı şekilcilikten hem de kanunlarda
öngörülen usule ilişkin gereklilikleri abes hâle getirecek seviyede aşırı
esneklikten kaçınması gerektiğini belirtmektedir. AİHM, kuralların belirliliği
ve iyi adalet yönetimini sağlama amacına hizmet etme işlevlerini yitirmesi
hâlinde ve davaların esasının yetkili mahkeme tarafından karara bağlanmasını
önleyecek birtakım bariyerler oluşturma fonksiyonu görmeleri durumunda
mahkemeye erişim hakkının zedeleneceğini ifade etmektedir (Eşim/Türkiye, § 21)
Bu kapsamda ilgili düzenleme dosyanın yetkili ve görevli
mahkemece karara bağlanmasının engelleyici bir düzenlemedir. Bu sınırlama
hakkın özüne zarar vermektedir. Uygulanan araç ile ulaşılmak istenen amaç
arasında orantısızlık mevcuttur.
Anayasa'nın 40. maddesi (Temel Hak Ve Hirriyetlerin Korunması)
uyarınca yapılan değerlendirmede;
Anayasa’nın 40. maddesinin birinci fıkrasında “Anayasa ile
tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkes, yetkili makama
geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.”
denilmiştir. Anılan hükme göre kişilerin yargı makamları ile idari makamlar
önünde haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanması anayasal bir
zorunluluktur. Bu zorunluluk, temel hak ve özgürlüğü ihlal edilen ya da ihlal
edildiğini iddia eden kişilerin ilgili yargı veya idari merciler nezdinde
şikâyetlerini dile getirmesi hususunda devlete gerekli ve yeterli mekanizmaları
oluşturarak uygun koşulları sağlama yükümlülüğü getirmektedir (AYM, E.2019/102,
K.2019/99, 25/12/2019, § 16).
Bu çerçevede Anayasa’nın anılan maddesinde güvence altına alınan
etkili başvuru hakkı; anayasal bir hakkının ihlal edildiğini ileri süren
herkese hakkın niteliğine uygun olarak iddialarını inceletebileceği makul,
erişilebilir, etkili, ihlalin gerçekleşmesini veya sürmesini engellemeye ya da
sonuçlarını ortadan kaldırmaya elverişli idari ve yargısal yollara başvuruda
bulunabilme imkânının sağlanmasını teminat altına almaktadır (AYM, E.2019/102,
K.2019/99, 25/12/2019, § 17).
İtiraz konusu kuralla davanın yetkili veye görevli mahkemeye
gönderilmesi hususunun re'sen gözetilmesi gereken bir durum olması gerektiği,
bunun talebe bağlanmasının ve talep olmaması halinde davanın açılmamış
sayılmasına karar verilmesinin adil yargılanma hakkının ve dolayısıyla
Anayasa'da teminat altına alınan diğer haklarını yargı mercileri önünde ileri
sürebilmesi için uygun şartların sağlanması bağlamında etkili başvuru hakkının
bir gereğidir.
Anayasa'nın 141. maddesi (Duruşmaların Acık Ve Kararların
Gerekçeli Olması-Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle
sonuçlandırılması) uyarınca yapılan değerlendirmede;
Anayasa’nın 141. maddesinin dördüncü fıkrasında "Davaların
en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının
görevidir." denilmek suretiyle davaların makul süre içinde bitirilmesi
gerekliliği ifade edilmiştir. Bu ilke gereğince devlet, yargılamaların gereksiz
yere uzamasını engelleyecek etkin önlemler almak zorundadır. Ancak bu amaçla
alınacak kanuni tedbirlerin ve öngörülen çarelerin, yargılama sonucunda işin
esasına yönelik adil ve hakkaniyete uygun bir karar verilmesine engel
oluşturmaması gerektiği de tartışmasızdır. (Bekir Sözen [GK], B. No:
2016/14586, 10/11/2022, § …)
Yargılamada taraflara belirli usule ilişkin güvenceler sağlayan
adil yargılanma hakkının önemli unsurlarından biri de makul sürede yargılanma
hakkıdır. Anayasa'nın 141. maddesinde "Davaların en az giderle ve mümkün
olan süratle sonuçlandırılması yargının görevidir" denilmek suretiyle
davaların makul bir süre içinde bitirilmesi gerekliliği açıkça ifade
edilmiştir. Bu ilke gereğince devlet, yargılamaların gereksiz yere uzamasını
engelleyecek etkin çareler oluşturmak zorundadır. Bu bağlamda hukuk sisteminin
ve özellikle yargılama usulünün yargılamaların makul süre içinde bitirilmesini
mümkün kılacak şekilde düzenlenmesi ve davaların nedensiz olarak uzamasına yol
açacak usul kurallarına yer verilmemesi, mahkemelerin nicelik ve nitelik
bakımından yeterli miktarda insan kaynağı, araç ve gereçlerle donatılması makul
sürede yargılanma ilkesinin bir gereğidir (AYM, E.2013/4, K.2013/35,
28/2/2013). Dolayısıyla yargılamaların makul sürede tamamlanması amacıyla
mahkemeye erişim hakkına müdahalede bulunulması mümkündür.
Bu kapsamda yapılan değerlendirmede; dosyanın görevli veya
yetkili mahkemeye gönderilmesinin talep üzerine olması, bunun yerine
getirilmemesi halinde davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi doğrudan
hakka ulaşması zorlaşmakta, bu maddenin usul hukuku açısından etkin bir hak
arama yolu olmadığı anlaşılmakla Anayasa'nın 141. maddesine aykırı olduğu
sonucuna varılmıştır.
Mahkemece yetkisizlik kararının verildiği tarihten itibaren iki
haftalık süre içinde dosyanın yetkili mahkemeye gönderilmesi için taraflarca
talepte bulunulmadığı belirtilerek davanın açılmamış sayılmasına karar
verilmesi, bu durumun süreye bağlanması, bu şekilde mahkemenin yükümlülüğünde
olan usul işlemlerinin taraflarca yerine getirilmesi şeklinde tarafları davayı
takip etmeye zorlamak aynı zamanda yargılamanın gereksiz prosedürler sebebiyle
sürüncemede kalmasına sebep olmaktadır. Davanın açılmamış sayılmasına ilişkin
bu düzenlemenin ise hakkın özüne dokunacak şekilde bir sınırlama olduğu
aşikardır. Dolayısıyla somut olaydaki müdahalenin meşru bir amaca dayanmadığı
anlaşılmaktadır.
Anayasa, Sözleşme'nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak
ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, 18) Sözleşme metni
ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut
görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa'nın 36. maddesinde yer
verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de
Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili
hükmü Sözleşme'nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle
Sözleşme'nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma
hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında
yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma
hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının
kapsamına dâhil olup ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle
sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa'nın 141.
maddesinin de -Anayasa'nın bütünselliği ilkesi gereği- makul sürede yargılanma
hakkının değerlendirilmesinde dikkate alınması gerektiği açıktır (Güher Ergun
ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).
Makul Sürede Yargılanma Hakkı ile Bağlantılı Olarak Etkili Bir
Başvuru Yolu Oluşturmanın Gerekliliği
Anayasa’nın 40. maddesinde, Anayasa'da güvence altına alınmış
hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkesin yetkili makama geciktirilmeden
başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkı (etkili başvuru hakkı) güvence
altına alınmıştır. Etkili başvuru hakkı, kamusal görev ve yetkilerin
kullanımında temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilip edilmediğinin
denetlenmesinin bir yolu olarak düzenlenmiştir.
Etkili başvuru hakkı anayasal bir hakkının ihlal edildiğini
ileri süren herkese hakkın niteliğine uygun olarak iddialarını inceletebileceği
makul, erişilebilir, ihlalin gerçekleşmesini veya sürmesini engellemeye ya da
sonuçlarını ortadan kaldırmaya (yeterli giderim sağlama) elverişli idari ve
yargısal yollara başvuruda bulunabilme imkânı sağlanması olarak tanımlanabilir
(Y.T. [GK], B. No: 2016/22418, 30/5/2019, § 47; Murat Haliç, B. No: 2017/24356,
8/7/2020, § 44).
Kişilerin etkili başvuru hakkı açısından sahip oldukları güvencenin
kapsamı ihlal iddiasına konu edilen hakkın niteliğine göre değişmektedir. Fakat
genel olarak ifade edilmelidir ki Anayasa’nın 40. maddesi uyarınca sağlanması
gereken başvuru yolunun hem teoride hem de uygulamada ileri sürülen ihlali
önlemesi, ihlal devam etmekte ise sonlandırması, gerçekleşip sona ermiş
ihlallere yönelik olarak ise makul bir tazmin imkânı sunması gerekmektedir
(K.A. [GK], B. No: 2014/13044, 11/11/2015, § 71).
Yargılama sürecinin uzamasında yetkili makamlara atfedilecek
gecikmeler, yargılamanın süratle sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin
gösterilmemesinden kaynaklanabileceği gibi yapısal sorunlardan ve organizasyon
eksikliğinden de ileri gelebilir. Anayasa’nın 36. ve 141. maddeleri devlete,
hukuk sisteminin -yargılama makamlarının davaları makul bir süre içinde karara
bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere- adil yargılanma hakkının
güvencelerini yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu
yüklemektedir. Devlet, yargılama sisteminde çözüm bekleyen uyuşmazlıkların ve davaların
makul sürede sonuçlandırılması için gerekli tüm tedbirleri almakla yükümlüdür.
Bu yükümlülük, hukuk sisteminin adil yargılanma hakkının temel güvencelerini
yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunun bir görünümüdür.
Yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliklerinin yol açtığı
gecikmeler nedeniyle yargılama sisteminde çözüm bekleyen uyuşmazlıkların uzun
bir süre içinde artması ve birikmesi sonucu yargılamalarda makul sürenin
aşılması Anayasa'nın 36. maddesinin ihlaline yol açmaktadır. Anayasa’nın 36.
maddesi gereğince, yargılama sisteminin mahkemelerin davaları makul bir süre
içinde karara bağlama yükümlülüğünü yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi
zorunludur. Hukuk sisteminde var olan yapısal ve organizasyona ilişkin
eksikliklerin yargılama faaliyetinin makul sürede sonuçlandırılmamasını izah
edemeyeceği açıktır.
Bu kapsamda Anayasa'nın 36. maddesinde koruma altına alınan
makul sürede yargılanma hakkının korunmasının sağlanabilmesi, kamu makamlarının
kişilerin bu haklarını ihlal etmelerinin önüne geçilebilmesi için makul sürede
yargılanma hakkının ihlali ihtimaline karşı etkili hukuk yollarının bulunması
gerektiği açıktır.
Netice itibariyle mahkemelerce görevsizlik veya yetkisizlik
kararı verildikten sonra dosyanın görevli veya yetkili mahkemeye gönderilmesi
için taraflardan birinin talepte bulunması şartının Anayasa'nın Hukuk devleti,
Devletin kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet
ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri
kaldırmak, Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması
, Hak Arama Hürriyeti, Temel Hak ve Hirriyetlerin Korunması ve
Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması maddelerine
aykırılık teşkil ettiği anlaşılmakla iptaline karar verilmesi gerekmektedir.
6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanunun 43. maddesinin 3. fıkrası uyarınca Mahkemenizce re'sen
gözetilecek diğer gerekçeler de göz önünde bulundurularak iptal kararı
verilmesi talep olunur.
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Yukarıda açıklanan gerekçelerle;
1- Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasının 152/1 maddesi uyarınca,
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun;
"Görevsizlik veya yetkisizlik kararı üzerine yapılacak
işlemler" madde başlığıyla düzenlenen 20. maddesinde 1. fıkrasında yer
alan;
"...taraflardan birinin,..."
"...kararı veren mahkemeye başvurarak,.."
"...talep etmesi..."
"...Aksi takdirde dava açılmamış sayılır ve görevsizlik
veya yetkisizlik kararı veren mahkemece bu konuda resen karar verilir..."
ibarelerinin,
"Esastan sonuçlanmayan davada yargılama gideri" madde
başlığıyla düzenlenen 331. maddesinin 2. fıkrasında yer alan:
"...Görevsizlik veya yetkisizlik kararından sonra davaya
bir başka mahkemede devam edilmemiş ise talep üzerine davanın açıldığı mahkeme
dosya üzerinden bu durumu tespit ile davacıyı yargılama giderlerini ödemeye
mahkûm eder."
ibarelerinin,
Anayasanın 2., 5., 13., 36., 40. ve 141. maddelerine aykırı
olması nedeniyle re'sen Anayasa Mahkemesine itiraz yoluna başvurulmasına ve
hükmün bu ibarelerinin İPTALİNİN istenilmesine,
2- 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanunun 40. maddesi uyarınca;
a- Başvuru kararının aslı ile tutanağın ve dava dosyasında yer
alan evrakın onaylı birer örneğinin oluşturulacak dizi listesine bağlanılarak
bir dosya halinde Anayasa Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
b- Başvuru dosyasının Anayasa Mahkemesine gönderilmesinden
itibaren 5 ay BEKLENİLMESİNE, bu süre içinde karar verilmezse davanın
yürürlükteki hükümlere göre (Anayasa Mahkemesinin kararı esas hakkında karar
kesinleşinceye kadar gelmesi halinde Anayasa Mahkemesi hükmüne uyulması
koşuluyla) SONUÇLANDIRILMASINA,
3- Sayın Mahkemenin iptal yönünde tam bir kanaate ulaşmaması ve
gerek görmesi halinde 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanunun 43/1. maddesi uyarınca, bilgilendirilmemiz halinde,
hazır BULUNULACAĞINA,
4- 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanunun 41/2; "İtiraz yoluna başvuran mahkemede itiraz
konusu kuralın uygulanacağı başka dava dosyalarının bulunması hâlinde, yapılmış
olan itiraz başvurusu bu dosyalar için de bekletici mesele sayılır."
maddesi uyarınca mahkememizde birçok davanın bekletici mesele yapılacağı, bu
minvalde tüm dosyalardaki yargılamaların uzayacağı anlaşılmakla hak kayıpların
mahal vermemek adına sayın Anayasa Mahkemesince uygun görülmesi halinde
itirazların İVEDİ OLARAK değerlendirilmesinin istenilmesine,
5- Kararın bir nüshasının bilgi amaçlı olarak taraflara
tebliğine,”