Esas Sayısı : 2017/120
Karar Sayısı : 2018/33
“1-
İtirazın Konusu : A) Mahkememizin 2016/187 esas sayılı dosyasında davacı
vekilinin; müvekkilinin davalı … ile müteveffa …’in çocukları gibi göründüğünü,
adı geçenlerin kendi çocukları olmadığı halde müvekkilinin anne babasıymış gibi
nüfusa tescil ettirdiklerini, ancak 1984 doğumlu müvekkilinin asıl anne ve
babasının müteveffa … ve … olduğunu, asıl anne ve babasından …, …, … ve …
isimli 4 öz kardeşi bulunduğunu belirterek müvekkilinin kaydının düzeltilmesini
talep ettiği,
-
Davalıların; davacının gerçek anne ve babasının … ve … olduğunu, davacı ile öz
kardeş olduklarını, ancak bugüne kadar davacının kendilerine hiç yaklaşmadığını,
görüşmediğini, bu nedenle kendisini kabul etmediklerini beyan ettikleri,
-
Davacı tanığı … (…’ın kardeşi) ve … (… komşusu) davacının anne ve babası olarak
görünen … ve …’in evlilikleri boyunca çocukları olmadığını, bu sebeple davacıyı
10 günlükken evlat edindiklerini, ancak davacının gerçek anne ve babasının
kimler olduğunu bilmediklerini beyan ettikleri, davalı …’ın; davacının kendisi
ile müteveffa eşi …’nin müşterek çocuğu olduğunu, kendisi doğduktan 45 gün
sonra annesinin vefat etmesi üzerine bakamayarak … ve …’e evlatlık verdiğini
beyan ettiği, yapılan yargılama sonunda verilen 29/09/2016 tarihli, 2016/461
sayılı karar ile davalıların ikrarı da dikkate alınarak davacının davasının
kabulüne karar verildiği,
-
Davalı … vekilinin istinaf talebi üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2.
Hukuk Dairesinin 03/01/2017 tarihli, 2016/57-2017/6 sayılı kararında; “Dava,
nüfus kaydının düzeltilmesi istemine ilişkindir. Gerçek annenin tespitine
ilişkin davaların, diğer kayıt düzeltme davaları gibi kamu düzeni ile yakından
ilgili bulunduğundan, hakim istekle bağlı kalmayarak kendiliğinden de yapacağı
araştırma ile elde edeceği bulgulara göre ve öteki kayıtlarla çelişki meydana
getirmeyecek şekilde karar vermek zorunda olduğundan, istinaf sebepleri ile
bağlı kalınmayarak re’sen araştırma ilkesi gereğince inceleme yapılmıştır.
Yerel mahkemece nüfus kayıtları, … doğum tutanağı, tanık beyanları ve davalı ve
dahili davalıların ikrarlı beyanları hükme esas alınmıştır. Somut olayda
mahkemece sadece taraf ve tanık beyanları ile yetinilmeyip iddia ile ilgili
olarak yaptırılacak DNA testi sonucu alınacak rapor da dikkate alınarak bir
karar verilmesi gerekirken, yetersiz araştırma, eksik inceleme ve yerinde
olmayan gerekçe ile davanın kabulü doğru görülmemiştir. Hâl böyle olunca
mahkemece yapılması gereken iş yukarıda değinilen ilke ve usul çerçevesinde DNA
incelemesi yapılarak diğer deliller ile birlikte değerlendirilmek suretiyle bir
karar verilmesi gerekir. DNA incelemesi bu tür bir davada uyuşmazlığın esasının
çözümü için en temel delildir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun
353/1-a-6 maddesi hükmüne göre, tarafların davanın esasıyla ilgili
gösterdikleri delillerin hiç değerlendirilmeden karar verilmiş olması durumunda
bölge adliye mahkemesi esası incelemeden kararın kaldırılmasına ve davanın
yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren mahkemeye gönderilmesine duruşma
yapmadan kesin olarak karar verir. Davacı taraf, DNA incelemesi deliline
dayandığı halde mahkemece bu delil hiç incelenmemiştir. 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanununun 353/1-a-6 maddesi gereğince kararın kaldırılmasına ve
davanın yeniden görülmesi için dosyanın karan veren mahkemeye gönderilmesine
duruşma yapmadan kesin olarak karar verilmiştir.” gerekçesi ile hükmün
kaldırılmasına kesin karar verildiği,
-Kaldırma
kararının kesin olması nedeniyle dosyanın esasa kaydının yapıldığı, 2017/17
esasını aldığı, 01/03/2017 tarihli oturumda; HMK 353/1-a maddesinin “aşağıdaki
durumlarda Bölge Adliye Mahkemesi esası incelemeden kararın kaldırılmasına ve
davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren Mahkemeye… gönderilmesine,
duruşma yapmadan kesin olarak karar verir” hükmüyle 6 ncı bendinde “Mahkemece
tarafların davanın esası ile ilgili olarak gösterdikleri delillerin hiçbiri
toplanmadan veya gösterilen deliller hiç değerlendirilmeden karar verilmiş
olması.” kararın kaldırılması gerekçesi olarak belirtilmiş ise de, İstanbul
Bölge Adliye Mahkemesi 2 nci Hukuk Dairesi davalıların tümünün davayı mahiyet
itibarı ile kabul etmelerine rağmen, davanın mahiyeti itibarı ile davacı
tarafın delil listesinde göstermiş olduğu DNA testi yapılmadan toplanan diğer
tüm delilleri nazara almadan kararın kaldırılmasına karar verilmiş olması ve bu
kararın da itiraz veya temyiz denetimi dışında bırakan HMK 353/1-a maddesi ile
kesin olarak belirtilmiş olması, Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile
teminat altına alınan adil yargılanma, hukuka uygun temyiz incelemesi ve doğal
Hakimlik ilkesine aykırı olması nedeniyle, HMK.nun 353/1-a maddesindeki “…kesin
olarak karar verir” hükmünün iptali için Anayasa Mahkemesine gidilmesi, bu
hususun bekletici mesele yapılmasına karar verildiği görülmüş, işbu ara karar,
oturum sonrasında tanzim edilmiştir.
-Mahkememizce
eldeki davada yapılan yargılama sırasında davalıların davacının davasında haklı
olduğu yönünde ikrarları bulunduğu, davaların süresinin kısaltılması ve usul
ekonomisi yönünden, husumetin çözümü için yeterli kanaat oluştuğundan davanın
kabulüne karar verildiği, kaldırma kararında belirtildiği gibi tarafların
ikrarı bulunmasına rağmen DNA incelemesi yapılmasının hem yargılama süresinin
uzamasına, hem de usul ekonomisi yönünden davacının maddi külfet altına
sokulmasına sebep olacağı, mahkememizce bu nedenle DNA delilinin toplanmasına
gerek duyulmadan davanın nihayete erdirildiği, yargılama sırasında tarafların davalarını
ispat etmek üzere delil bildiriminde bulunduğu, mahkemelerce, sunulan bu
deliller değerlendirilerek husumetin çözüm yoluna gidildiği, dosyada davalı
ikrarı ve tanık beyanının davanın çözümü için yeterli bulunduğu, bunun yanında
taşrada bulunan Adli Tıp Kurumlarında DNA incelemesi yapılmadığı, DNA
incelemesi yapılabilmesi için alınan kan örneklerinin mikro karta alınarak aynı
gün içerisinde hiçbir gecikme olmaksızın İstanbul Adli Tıp Kurumuna
gönderilmesi gerektiği, eğer kan örnekleri yeterli süre içerisinde
gönderilmezse DNA incelemesi için elverişli olmadığından, yeniden ilgilisinden
materyal alınması gerektiği, yapılan her işlemin davacıya maddi bir külfet
olduğu, bunun yanında İstanbul Adli Tıp Kurumunca yapılan DNA incelemelerinin
de bedelinin oldukça yüksek olduğu, raporun gönderilme süresinin de uzun
olduğu, davanın çözümü için katlanılması kaçınılmaz olan bir masraf ise, davacının
davasını ispat etmek üzere buna katlanması gerektiği, ancak somut olayda davalı
ikrarı ve tanık anlatımının yeterli bulunduğu, bu nedenle mahkememizce karar
vermek üzere DNA incelemesi deliline gerek duyulmadığı, yapılan bu açıklamalar
ışığında dosyada davanın çözümünde yeterli bulgular mevcut olduğu halde, DNA
incelemesi yapılmadığından kararın kaldırılması, kaldırma kararının kesin
olması, üstelik DNA deliline dayanılmama gerekçelerinin belirtilmesi yönünde
kanun yolunun kapalı olması, bu gerekçelerle önceki kararda direnme imkanı
bulunmaması nedeniyle yukarıda anılan maddenin kaldırılmasına ilişkin olarak
Anayasa Mahkemesine başvurma gereği doğurmuştur.
Kaldırma kararının
kesin olmasına yönelik eleştirilerimizin sebebinin yalnızca ara karara konu dosya
olmayıp, mahkememizce verilen ve aşağıda örnek olarak yer verilecek gerekçeli
kararlara ilişkin kaldırma kararlarında da aynı görüşe ulaşılmıştır.
B)
Mahkememizin 2015/366 esas sayılı dosyasında davacı vekilinin; müvekkillerinin
davalı müteahhitin yaptığı binaya 2012 yılında yerleştiklerini, binaların tüm
bakım ve tadilatlarının site yönetimi tarafından yapıldığını, 01/02/2015
tarihinde çıkan rüzgarda sitedeki 4 bloktan bir tanesinin çatısının tamamen
uçtuğunu, diğer bloklarda da çok ciddi zararlar oluştuğunu, Bursa 3. Sulh Hukuk
Mahkemesinin 2015/15 diş sayılı dosyasında yapılan tespitte bilirkişinin C
blokta çatıda bulunması muhtemel bir açıklıktan giren rüzgarın çatının
tamamının yerinden sökülmesine sebep olduğunu, diğer bloklarda da 90-100’ er m2
alanın hasar gördüğünü, özensiz işçilik ve kalitesiz malzeme kullanımı olduğunu
tespit ettiğini, davalıya oluşan bu hasarların giderilmesi hususunda sözlü
müracaat ettiklerini, ancak olumsuz yanıt aldıklarını, kış mevsimi geldiğinden
yönetim tarafından çatılar için uygun fiyatlı bir yer ile anlaşılarak onarımın
yaptırıldığını, noter ihtarı ile yapılan ödemenin davalıdan istendiğini, ancak
ödeme yapmadığını, rüzgar sebebiyle hasar oluşmasının sebebinin davalı hatalı
imalatları olduğunu, kusurun davalıya ait olduğunu belirterek, 48.256,10 TL
çatı tamiri masrafları ve 652,90 TL tespit masrafı olmak üzere 48.909,00 TL’nin
dava tarihinden işleyecek bankalarda uygulanan en yüksek mevduat faiziyle
birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ettiği,
-Davalı
vekilinin; davacı site yönetiminin dava ehliyeti bulunmadığını, davanın kat
malikleri tarafından açılması gerektiğini, kabul anlamına gelmemekle davanın
zaman aşımına uğradığını, tespit dosyasına sunulan bilirkişi raporunda “C
blokta muhtemel bir açıklıktan giren rüzgarın etkisiyle hasarın meydana
geldiği, diğer bloklarda 90-100’ er m2 alanın hasar gördüğü, özensiz işçilik ve
kalitesiz malzeme kullanıldığına dair tahmine dayalı tespitlerinin hükme esas
alınamayacağını, aynı malzeme ve işçilikle yapılan ve hasar oluşmayan binalar
İncelendiğinde olayın aydınlanacağını, yine kabul anlamına gelmemekle birlikte
çatı için talep edilen miktarın fahiş olduğunu, belirtilen tarihlerde lodos
uyarılarının ve hızının saatte 100 km/h’ ye ulaşacağı hususun haberlerde yer
aldığını, mücbir sebep söz konusu olduğunu, müvekkilinin yapıları yasal ve fiili
kurallar çerçevesinde inşa ettiğini, davacının çevredeki başka binalarda hasar
oluşmadığı İddiasının soyut bir iddia olduğu belirterek, davanın reddini
istediği,
-Yapılan
yargılama, toplanan deliller ve yapılan keşif sonunda; davalı vekilince lodosun
mücbir sebep olduğu, müvekkilince binaların yasal ve fiili kurallara uygun
yapıldığı, müvekkilinin kusurunun bulunmadığı savunulmuş ise de, alman her iki
bilirkişi raporunda da kusurun davalı yüklenicide olduğunun tespit edildiği,
binalar olması gerektiği şekilde imal edilse idi bu hasarın meydana
gelmeyeceğinin açık olduğu, lodosun ilimizde büyük hasarlara sebebiyet verdiği özellikle
lodostan daha fazla etkilenen bölgelerde yapılacak olan binalarda imalatlara ve
kullanılan malzemelere daha fazla özen gösterilmesi gerektiği, davalı yüklenici
tarafından gerekli özenin gösterilmediği, aynı bölgede olup lodosu hasarsız
atlatan yapıların da bulunduğu, bu nedenle davalının davacı yönetimin zararının
tamamından sorumlu tutulması gerektiği kanaatine varıldığı, davacı tarafça
çatının ve meydana gelen diğer zararların tadilatı sebebiyle davalıdan
48.256,10 TL tazmin edilmek istendiği, mahkememiz dosyasına sunulan raporda
bilirkişilerce; meydana gelen hasarların, yapıların kullanılmakta olunduğu da
dikkate alınarak ivedilikle giderilmesi gerektiği, yönetim tarafından gerekli
prosedürler yerine getirilerek araştırma yapıldığı ve firmalardan teklifler
alındığı, hasarların giderilmesi için en uygun fiyatların araştırıldığı ve
toplam 48.256,10 TL ödenerek usulüne uygun olarak tadilatların yaptırıldığı,
oluşan hasar, yapılan tadilat ve ödenen miktarların örtüştüğü tespit edilmekle,
05/10/2016 tarihinde, 2016/483 sayı ile davanın kabulüne karar verildiği,
-Davalı
vekilinin istinaf yoluna başvuru talebi üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi
15. Hukuk Dairesinin 02/12/2016 tarihli, 2016/20-20 sayımı ilamında “Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu’nun 13.04.2016 tarih ve 2014/11-638 esas, 2016/501 karar
sayılı kararında”... 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK’nın
297/1-c. maddesi bir mahkeme hükmünün kapsamının ne şekilde olması gerektiğini
açıklamıştır. 6100 sayılı HMK’nın “Hükmün Kapsamı” başlıklı 297/1.
maddesinin(c) bendinde; “Tarafların iddia ve savunmalarının özetini,
anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan
delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen
vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri” ile aynı maddenin 2.
fıkrasında “Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar
edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen
borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt
uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.” düzenlemesi yer almaktadır.
Buna göre bir mahkeme hükmünde, tarafların iddia ve savunmalarının özetinin,
anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların, çekişmeli vakıalar hakkında
toplanan delillerin, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesinin, sabit
görülen vakıalarla, bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebeplerin birer birer,
şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde hükümde gösterilmesi gereklidir. Bu
kısım, hükmün gerekçe bölümüdür. Gerekçe, hakimin (mahkemenin) tespit etmiş
olduğu maddi vakıalar ile hüküm fıkrası arasında bir köprü görevi yapar.
Gerekçe bölümünde hükmün dayandığı hukuki esaslar açıklanır. Hakim, tarafların
kendisine sundukları maddi vakıaların hukuki niteliğini (hukuki sebepleri)
kendiliğinden (re’sen) araştırıp bularak hükmünü dayandırdığı hukuk kurallarını
ve bunun nedenlerini gerekçede açıklar. Hakim, gerekçe sayesinde verdiği hükmün
doğru olup olmadığını, yani kendini denetler. Üst mahkeme de, bir hükmün hukuka
uygun olup olmadığını ancak gerekçe sayesinde denetleyebilir. Taraflar da ancak
gerekçe sayesinde haklı olup olmadıklarını daha iyi anlayabilirler. Bir hüküm,
ne kadar haklı olursa olsun, gerekçesiz ise tarafları doyurmaz (Kuru, Baki/
Arslan, Ramazan/ Yılmaz, Ejder; Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, 22. Baskı,
Ankara 2011, s. 472). Anayasa’nın 141. maddesi gereğince bütün mahkemelerin her
türlü kararlarının gerekçeli olması gereklidir. Gerekçenin önemi Anayasal
olarak hükme bağlanmakla gösterilmiş olup gerekçe ve hüküm birbirine sıkı
sıkıya bağlıdır. Yasanın aradığı anlamda oluşturulacak kararların hüküm
fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği
kadar; kararın gerekçesinin de, sonucu ile tam bir uyum içinde, o davaya konu
maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi
nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak; kısaca,
maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte
olması gerekir. Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle
haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın
hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için, ortada, usulüne uygun şekilde
oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini
ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek
açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması
zorunludur. Nitekim, 07.06.1976 gün ve 3/4-3 sayılı Yargıtay İçtihadı
Birleştirme Kararının gerekçesinde yer alan “Gerekçenin ilgili bilgi ve
belgelerin isabetle takdir edildiğini gösterir biçimde geçerli ve yasal olması
aranmalıdır. Gerekçenin bu niteliği yasa koyucunun amacına uygun olduğu gibi,
kararı aydınlatmak, keyfiliği önlemek ve tarafları tatmin etmek niteliği de
tartışma götürmez bir gerçektir.” şeklindeki açıklama ile de aynı ilkeye vurgu
yapılmıştır. Bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak
yazılması gerektiğini öngören Anayasanın 141/3. maddesi ve ona koşut bir düzenleme
içeren 6100 sayılı HMK’nun 297. (Mülga HUMK’nun 388.) maddesi iste bu amacı
gerçekleştirmeye yöneliktir. Öte yandan, mahkeme kararlarının taraflar, bazen
de ilgili olabilecekler başka hukuki ihtilaflar yönünden etkili
ve bağlayıcı kabul edilebilmeleri, başka bir dava yönünden kesin hüküm, kesin
veya güçlü delil oluşturup oluşturamayacağı gibi hukuksal değerlendirmeler de
bu kararların yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle mümkündür.”
denilmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararındaki bu genel açıklamalar ve
ilkeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı vekili tarafından dava
dilekçesinde TBK’nın 470 vd maddelerinde belirtilen eser sözleşmesine
dayanılmış, talep ve yasal sonuçlar bu çerçevede ifade edilmiş, ancak davanın
tarafları arasında bir sözleşme ilişkisi bulunup bulunmadığı açıklanmadığı
gibi, buna ilişkin bir sözleşme örneği de dosyaya sunulmamıştır. Yerel mahkeme
ise 05.10.2016 tarihli kararında davanın kabulüne karar vermiş, kararın gerekçe
kısmında ise site yönetiminin dava ehliyetinin bulunduğu, bilirkişi raporlarına
göre de davalı yüklenicinin davacı yönetimin zararından sorumlu tutulması
gerektiği, sunulan faturaların uygun olduğunu belirtmiştir. Borçlar Hukuku
sisteminde borçlar; sözleşme, haksız fiil, sebepsiz zenginleşme ve kanundan
kaynaklanmaktadır. Sözleşme, tek taraflı hukuki işlemden farklı olarak, en az
iki irade beyanını içerir, bu irade beyanlarının birbirine uygun ve karşılıklı
olması gerekir. Davacı taraf dava dilekçesinde TBK’nın 470 vd maddelerini
göstermek suretiyle eser sözleşmesine dayandığım bildirmiştir. Yerel mahkeme
ise, kararın gerekçe kısmında taraflar arasındaki hukuki ilişkinin kaynağını
belirtmediği gibi, kaynağın sözleşme olması halinde de Borçlar Kanunu veya özel
kanunlarda düzenlenen sözleşmelerden hangisi olduğu hususunda herhangi bir
gerekçe sunmamıştır. Oysa Anayasa’nın 141/3 ve 6100 sayılı HMK’nın 297 vd
maddeleri gereğince mahkeme kararlarının gerekçeli olması zorunludur. Az
yukarıda açıklandığı üzere, gerekçenin davaya konu maddi olguların mahkemece
nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal
düzenlemelere dayandırıldığım ortaya koyacak; kısaca, maddi olgular ile hüküm
arasındaki yasal ve mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerekir.
Bu kapsamda, mahkeme kararındaki gerekçenin taraflar arasındaki hukuki
ilişkinin yasal dayanağını göstermesi, hukuki sonuç ile davalı arasındaki bağın
ne şekilde kurulduğunu açıklaması gerekir. Hukuki ilişkinin yasal dayanağı
yerel mahkemenin görevini belirleyebileceği gibi, istinaf incelemesi yapan
istinaf dairesinin görevinin belirlenmesinde de Önemli rol oynayacaktır. Yine
tarafların dava ehliyeti, taraf sıfatı vb. hususların belirlenmesi yasal
dayanağa göre mümkün olacaktır. Somut olayda, mahkeme davacıya talebinin hukuki
dayanağını açıklatmadığı gibi, bu dayanağa ilişkin delillerinin ve varsa
sözleşme örneğinin dosyaya sunulmasını sağlamamış, kararda bu hususları
irdelememiştir. Mahkemece taraflar arasındaki sözleşme ilişkisinin araştırılıp,
varsa davacı tarafça dayanılan yazılı sözleşmenin dosyaya kazandırılması ve
aralarındaki hukuki ilişkinin net olarak belirlenmesi; hem somut olaya
uygulanacak kanun hükümlerini mahkemenin görevini, re’sen araştırılması gereken
taraf sıfatı, husumet ehliyeti, taraf ehliyeti, davanın ispat ve kabul
kurallarını vb. hususları doğrudan etkileyeceği gibi, ayrıca somut olaya
uygulanacak ayıp, ayıp ihbarı, zamanaşımı gibi hukuki müesseselere hangi kanun
hükümlerinin uygulanacağını da etkileyip değiştirebilecektir. Bu hususlar
gözetilmediğinden mahkeme kararında gerekçenin yeterliliği ve hatta yasada
vurgulandığı şekli ile bir gerekçenin varlığından söz edilemez. Zira hukuki
ilişkinin yasal dayanağını içinde barındırmayan, hukuki sonuç ile davalı
arasındaki bağı göstermeyen, bu kapsamda delilleri değerlendirmeyen ifadelerin
gerekçe olarak kabulü ve bu haliyle kararın istinaf incelemesinin yapılması mümkün
değildir. Tüm bu nedenlerle, davalı vekilinin istinaf talebinin bu aşamada
diğer istinaf sebepleri incelenmeksizin kabulü ile, istinaf incelemesinin
yapılabilmesi İçin gerekli olan kanuna uygun gerekçeyi taşıyan bir karar
bulunmadığından yasal gerekçeyi taşıyan bir karar verilmek üzere yerel mahkeme
kararının kaldırılmasına” gerekçeleri ile mahkememiz kararının kaldırılmasına
karar verildiği,
- Dosyanın
mahkememizin 2016/731 esasını aldığı, kaldırma kararı incelenerek verilen
27/12/2016 tarihli, 2016/724 sayılı kararda; “HMK’nın ilgili maddeleri
gereğince öncelikle dava dosyalarına ön inceleme kontrol formlarının
düzenlendiği, ilk tebligat ve yazışmalardan sonra ön inceleme tutanağı
hazırlandığı, tüm cevap ve deliller toplandıktan sonra yargılama aşamasına
geçilerek duruşma günü verildiği, kaldırma kararında yer verilmediği belirtilen
anılan hususların bahsi geçen ön inceleme kontrol formunda incelenerek, taraf
ehliyeti, zamanaşımı, görevsizlik, husumet vs gibi konularda kanuna aykırı bir
hal bulunmadığından işin esasa girildiği. mahkememizce gerekçeli kusurunun
bulunmadığı savunulmuş ise de, alman her iki bilirkişi raporunda da kusurun
davalı yüklenicide olduğunun tespit edildiği, binalar olması gerektiği şekilde
imal edilse idi, bu hasarın meydana gelmeyeceğinin açık olduğu, lodosun
ilimizde büyük hasarlara sebebiyet verdiği, özellikle lodostan daha fazla
etkilenen bölgelerde yapılacak olan binalarda imalatlara ve kullanılan malzemelere
daha fazla özen gösterilmesi gerektiği, davalı yüklenici tarafından gerekli
özenin gösterilmediği, aynı bölgede olup lodosu hasarsız atlatan yapıların da
bulunduğu, bu nedenle davalının davacı yönetimin zararının tamamından sorumlu
tutulması gerektiği kanaatine varılmıştır.” açıklamaları ile mahkememizce
davanın kabulüne karar verilme nedenlerinin ayrıntılı, açık, şüpheye yer
verilmeyecek şekilde açıklandığı, yapılan keşif sırasında hakim tarafından da,
hüküm kurmak üzere kanaat oluşturması için bizzat müşahadeler yapıldığı,
bilirkişilerle görüş alışverişinde bulunulduğu, uzmanlık alanına ilişkin olarak
bilirkişilerden görüş alındığı, sonuç olarak toplanan tüm deliller ve olaya
uygulanacak olan kanun maddeleri birlikte değerlendirilerek karar verildiği,
somut olayda, taraflar arasındaki sözleşmenin eser sözleşmesi olup olmadığına
ilişkin herhangi bir husumet bulunmadığı, gerekçeli karar başlığında da davanın
eser sözleşmesinden kaynaklı olduğunun belirtilmiş olduğu, davalı tarafından
üstlenilen işin bir eser sözleşmesi olduğu, usulüne göre imal edilmeyen
inşaatta meydana gelen zararın giderilmesinin istendiğinin açık olduğu,
mahkememizce usul ekonomisine uygun olarak yapılan yargılama sonunda, yine
açık, anlaşılır bir karar verilmiş olduğu, davalının imalatlarının kusurlu
olduğu, davacı yanın zararını gidermesi gerektiğine dair herhangi bir şüphe
bulunmadığı, Türk Medeni Kanununun “Hakimin Yetkisi” başlıklı 4. maddesi, “kanunun
takdir yetkisi tanıdığı veya durumun gereklerini ya da haklı sebepleri göz
önünde tutmayı emrettiği konularda hâkim, hukuka ve hakkaniyete göre karar verir.”
hükmü gereği, kanunun vermiş olduğu yetki kullanılarak hükmün kurulduğu, olaya
uygulanan kanun maddesinin gerekçeli kararda belirtilmediği yönündeki eleştiri
bakımından; hakim tarafından kanunla kendisine verilen takdir yetkisi
kullanılırken, olaya uygulanacak olan kanun ve kanun maddelerinden
yararlanıldığı, somut olayda TBK’nun sözleşme şekil ve geçerlilik şartlan İle
eser sözleşmesi, sözleşmeye aykırı imalat ve sorumluluklarına ilişkin
maddelerinin uygulandığı, husumetin bu şekilde çözümlendiği, sonuç olarak mahkememiz
hakimince yapılan yargılama sonunda verilen kararın kanuna, tarafların iddia ve
savunmalarına, toplanan delillere ve hakkaniyete uygun olduğu, davanın kabulüne
karar verildiği görülmüştür.
- Yukarıda ara karar kurularak Anayasa Mahkemesi
başvurusu bekletici mesele yapılan mahkememiz dosyasında olduğu gibi, B
bendinde örnek olarak sunulan dosyamızda da, kaldırma kararında, gerekçeli
kararda eksikliğine dikkat çekilen taraf ehliyeti, zamanaşımı, görevsizlik,
husumet vs gibi konularda kanuna aykırı bir hal bulunmadığından işin esasa girildiği,
yapılan incelemelerin dosya içerisinde bulunan ön inceleme kontrol formunda da gösterildiği,
gerekçeli kararda ayrıca bu hususlara yer verilmesine gerek bulunmadığı, mahkememizce
gerekçeli kararlar hazırlanırken böyle bir usul kullanılmadığı gibi böyle bir zorunluluk
da bulunmadığı, kaldı ki tarafların dava ehliyeti bulunmadığı, görev ve
yetkisiz mahkemede dava açıldığı tespit edildiği taktirde işin esasına
girilmeyeceğinin, bu hususlara yönelik bir karar verileceğinin de açık olduğu,
aksinin mümkün olmadığı, taraflar arasında sözleşmenin içeriğine ilişkin
herhangi bir itiraz olmadığı halde eser sözleşmesinin irdelenmesi ve hangi
kanunun, hangi maddesine dayanıldığının gerekçeli kararda açıklanmasının
istendiği, ancak hukuk mahkemesince yapılan yargılamalarda, dosya muhteviyatı
ile olayın düzenlendiği kanun hükümleri dikkate alınarak hakimin takdiri ile
davaların karara bağlandığı, hayatın olağan akışı içerisinde insanların
karşılaşacağı her olay, her husumet, her çatışmanın kanunlarla düzenlenmesinin
mümkün olmadığı, mahkeme hakimi tarafından kanunun verdiği takdir yetkisi
kullanılarak, mevzuat ve dosya muhteviyatı çerçevesinde karar verildiği, gerekçeli
kararlara tek tip şablon uygulanmasının mümkün olmadığı, hukuk mahkemelerinde karşılaşılan
dava türlerinin, çözümlenmesi gereken husumetlerin bir sınırının ya da
düzeninin bulunmadığı, hayatın her alanında her türlü dava ile
karşılaşılabildiği, işte bu noktada mahkeme hakimince gerekli olan tüm unsurlar
dikkate alınarak husumetlerin çözümlendiği bilinmektedir.
-Mahkememizce verilen hükmün
kaldırılmasın yönünde verilen kararın da kesin karar olduğu, mahkemece, kanaat
oluşmuş, husumet çözülmüş, tekemmül etmiş dosyalar üzerinde ısrarla yeniden yargılama
yapılmasının istendiği, bu tutumun hakimin takdir yetkisini hiçe saydığı ve
yargılama surelerinin uzamasına, usul ekonomisine aykırı bir yargılama usulünün
yerleşmesine sebebiyet vereceği düşünülmektedir.
C) Mahkememizin
2016/62 esas sayılı dosyasında davacı vekilinin; taraflar arasındaki sözleşme
gereği müvekkili tarafından davalı sigortalılarına sağlık hizmeti verildiğini,
müvekkilinin vermiş olduğu hizmet bedellerini sözleşme gereği davalı kuruma
faturalandırdığını, davalının SUT’a uygun olan hak edişleri müvekkiline
ödendiğini, 28/01/2016 tarihinde müvekkil ince düzenlenen Nisan 2015 dönemine
ait 12/05/2015 tarihli fatura bedelinden 36.246,09 TL, Ağustos 2015 dönemine ait
12/09/2015 tarihli fatura bedelinden 46.166,76 TL, Ekim 2015 dönemine ait
11/11/2015 tarihli fatura bedelinden 29.253,89 TL olmak üzere 111.666,74 TL’nin
28/01/2016 karar tarihini takip eden ilk hak ediş ödeme tarihi olan 15/02/2015
tarihindeki müvekkilinin hak edişlerinden kesmek üzere işlemlere başlandığını,
yapılan kesintilerin haksız ve hukuka aykırı olduğunu, dava sonuna kadar kesintinin
yapılmasının tedbiren durdurulması gerektiğini, yapılan kesintilere ilişkin
olarak; A) Nisan 2015 döneminde; hasta …’e ilişkin yapılan 1. kesinti nedeninin
Meduladaki fatura tarihi hanesine yanlışlıkla ameliyat tarihi girilmesi
olduğunu, yapılan bu basit hatanın giderilmesi için cezaya itiraz dilekçesi
ekinde itiraz dilekçesi sunulduğunu, ikinci kesinti nedeninin ise yapılan operasyon
sırasında kullanılan passing pin adı verilen büyük çuvaldız şeklindeki
malzemenin sterilize ederek tekrar tekrar kullanılan/ ruasable malzeme
olduğunu, SUT ta ameliyatlarda kullanılan malzemelerin tümünün sisteme
girilmesi gerektiğinin belirtildiğini, ancak ruasable malzemenin tekrar tekrar
başka hastalar için de kullanıldığından sisteme girilip girilmeyeceğinin
açıklanmadığım, bu konu hakkında SGK’ nın da dahil olduğu eğitim toplantılarında
da defalarca sorulmasına rağmen cevap alınamadığını, SGK. İl Müdürlüğünün
görüşünün aksine Genel Müdürlüğün görüşünün
müvekkili ile
aynı yönde olup ameliyatlarda kullanılan tek kullanımlık malzemelerin Medula’ya
girileceğini, ruasable malzemelerin ise girilmeyeceği şeklinde olduğu, söz
konusu kesintinin nedeninin müvekkilince bu malzemenin başka hastalarda da kullanılacak
olmasına rağmen sisteme girilmeyişi, girilse de girilmese de aynı fiyatı
ödeyecek olan SGK’ ya herhangi bir yararı ya da zararı olmayacak bir işlem için
müvekkiline ceza kesildiğini, hasta Bayram Burak Tuna ile ilgili her iki kesintinin
de Resul Gönenç ile aynı konuda yapıldığını; Nisan 2015 dönemine ait yapılan
kesintilerin tümünün aynı şekilde haksız olduğunu, toplam kesinti tutarının
36.246,09 TL olduğunu, B) Ağustos 2015 döneminde; hasta Behçet Kavga’ ya
ilişkin birinci kesinti nedeninin shaver barkodu olmadığı, faturada UBB nosu
bulunmadığına ilişkin olduğunu, ancak itiraz komisyonuna sunulan faturada barkod
ve faturanın ibraz edildiğini, fatura üzerinde UBB numarası yazılı olmamasının
nedeninin malzemenin alındığı tarihte faturalara UBB numaralarının yazılması
şeklinde bir uygulama bulunmaması olduğunu, bunun malzemenin barkodu olmadığını
göstermeyeceğini, ikinci kesinti nedeninin passin pin’ in Medulaya set alt
komponenti olarak girilmediğini ilişkin olduğunu, ikinci kesintinin haksız olduğuna
ilişkin açıklamanın hasta Resul Gönenç ile aynı olduğunu, hasta Hasta …’ in
birinci kesinti nedeninin pin çıkarma işleminde yerin bilinmediği, bölge farkı
olup olmadığına ilişkin olduğunu, itiraz komisyonunda hastaya ilişkin ameliyat
öncesi ve sonrası çekilen röntgenlerin sunulduğunu, komisyonca faturanın
ödeneceğine karar verildiğini, ikinci kesinti nedeninin taraflar arasındaki
sözleşmenin ‘aynı seansta birden fazla kesi ile birden fazla işlem yapılması
halinde işlem puanı yüksek olan tanıya dayalı işlem bedelini tamamı ile diğer
işlem bedellerinin %50’ si fatura edilir’ maddesi gereğince usulüne uygun
yapılan faturalandırma işleminin kabul edilmediğini, büyük kemik implant
çıkarma işleminin bedelinin ödenmediğini, ancak hastanın çekilen röntgenlerinde
yapılan işlemlerin açıkça görüldüğünü, kesintinin haksız olduğunu; hasta …
hakkındaki işlem ve itirazın, hasta …’e ilişkin yapılan İkinci kesinti nedeni
ve kesintinin haksız olduğuna ilişkin yapılan açıklama ile aynı olduğunu, bu
döneme ilişkin toplam 46.151,10 TL tutarında kesinti yapıldığını, C) Ekim 2015
döneminde; hasta …hakkındaki işlem ve itirazın, hasta …’e ilişkin yapılan
ikinci kesinti nedeni ve kesintinin haksız olduğuna ilişkin yapılan açıklama
ile aynı olduğunu; hasta … ile ilgili kesinti nedeninin ‘4 metetarsta parçalı
kırık yok’ açıklaması olduğunu kesinti gerekçesinin “611430 yüzeyel
anlaşıldı” olduğunu, itiraz komisyonunda kesintinin nedeninin yabancı cisim
görünümü olmadığının gösterildiğini, ancak operasyon öncesi ve sonrası sunulan
görüntü kayıtlarından yabancı cisim olduğunun anlaşılabileceğini, kesintinin
haksız olduğunu, bu döneme ilişkin olarak yapılan toplam kesintinin 29.253,89
TL olduğunu, belirterek, öncelikle dava sonuna kadar kesintilerin tedbiren
durdurulmasına, yasaya aykırı olarak yapılan kesintilerin iptali ile yargılama
gideri ve vekalet ücretinin davalı tarafa yükletilmesine karar verilmesini
talep ettiği,
-Davalı
vekilinin; davacının yapılan kesintilere itirazının yerinde olmadığını,
kesintilerin Genel Sağlık Sigortası Genel Müdürlüğünün 07/12/2015 tarih 6197299
sayılı yazısına istinaden oy çokluğu ile ödenmediğini, kesintiye konu
dönemlerde adı geçen hastaların ameliyatlarında kullanılan malzemelerin
tamamının Medula sistemine girilmediğini, ayrıca malzeme faturalarında ve
Medula sistemindeki tarihlerde uyumsuzluk bulunduğunu, ürünlerin barkotlarında
UBB numaralarının bulunmadığını, parçalı kırık ve yabancı cisim tanılarının
hastalara ilişkin görüntü kayıtları ile örtüşmediğini, yapılan kesintilerin
taraflar arasında imzalanan SUT’ a uygun olduğunu belirterek, davanın reddini
istediği,
-Yapılan
yargılama sonunda verilen 12/140/2016 tarihli, 2016/500 sayılı karar ile davalı
kurum ile yapılan sözleşmelere istinaden davacı gibi özel sağlık kuruluşlarının
davalı sigortalılarına sağlık hizmeti sundukları, davalı yanca verilen sağlık
hizmeti bedellerinin hizmet sağlayıcıları tarafından düzenlenen faturalara
istinaden hak ediş olarak ödendiği, faturalar ödenirken yapılan inceleme ve
denetimler sonrasında sözleşme kapsamında olmayan sağlık hizmetleri ile
sözleşmeye aykırı olarak yapılan işlemlere ilişkin tahakkuk edilen faturaların
hak edişlerinde kesintilere gidildiği, hatta cezai işlem uygulandığı, somut
olayda davalı tarafından davacının hak edişlerinden yapılan işbu kesintinin
iptalinin talep edildiği, konusunda uzman bilirkişilerin de raporlarında
ayrıntılı ve gerekçeli olarak izah ettikleri gibi davalı kurum tarafından
kesinti gerekçesi olarak gösterilen hususların hiçbirinin yasal mevzuata uygun
olmadığı, hizmet sağlayıcı özel sağlık kuruluşları tarafından hizmet verilirken
ve hizmet bedelleri fatura edilirken gerekli Özen ve dikkatin gösterilmesi,
devletin zarara uğratılmaması gerektiği gibi, davalı kurum tarafından da hak
ediş bedelleri ödenirken aynı şekilde azami özenin gösterilmesi, hizmet
sağlayıcılarının mağdur edilmemesi, dava açılmasına sebebiyet verilerek
devletin yargılama gideri ve vekalet ücreti külfeti altına sokulmaması
gerektiği, aynı zamanda böyle yüklü miktarlarda yapılan kesintilerin özel sağlık
kuruluşlarını zor durumda bırakabileceği, işletmede büyük zararlar oluşmasına
neden olabileceği, mahkememizce tüm dosyanın ve bilirkişi raporunun
incelenmesinde yapılan davaya konu tüm kesintilerin mevzuata aykırı olduğunun
anlaşıldığı, Genel Müdürlük görüşü dahi alındıktan sonra davalı kurum
tarafından tekrar kullanılabilen malzemelerin sisteme girilmemesi sebebiyle
uygulanan cezai kesinti işleminde ısrar edilmesinin mantığının anlaşılamadığı,
davacının davasında haklı olduğu gerekçesi ile davanın kabulüne karar
verildiği,
-Davalı
vekilinin istinaf yoluna başvuru talebi üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi
18. Hukuk Dairesinin 11/01/2017 tarihli, 2017/17-17 sayımı ilamında “Bu durumda
mahkemece yapılması gereken, davacının tanzim etmiş olduğu faturaların 5502
sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu ek m.l hükmüne uygun olarak SGK’ca
incelenip incelenmediği, faturaların 26/03/2016 tarihli ve 29665 sayılı Resmi
Gazete’de yayımlanan Sağlık Hizmeti Satın Alım Sözleşmesinin/Protokollerinin
Hazırlanması ve Akdedilmesine İlişkin Yönetmelik ile bu yönetmelikte
belirtildiği üzere davalı kurum tarafından yayımlanan sağlık hizmeti genel
tebliği hükümleriyle, hizmet satın alım sözleşmesine uygun olarak düzenlenip
düzenlenmediğinin tespit edilip, sonucuna göre karar verilmesinden ibarettir.
Bu tespitin yapılması için HMK. m.31 ve m. 220 hükümleri uyarınca, taraflar
arasında yapılan hizmet alım sözleşmesinin, faturalarının düzenlenip kuruma
tevdi edilmesinden sonra kurum tarafından yapılan inceleme ve buna ilişkin
tutanağın bulunduğu işlem dosyasının tamamı, ihtilaf konusu faturalar,
faturaların dayanakları olan hasta muayene ve müşahade evrakları, çekilen
röntgen filmleri, grafiler yani hastaların tedavisi için yapılan tüm işlemleri
gösterir belge ve bilgilerin ibrazı için taraflara süre verilip, tüm deliller
toplandıktan sonra fatura içeriklerinin doğruluğunu da denetleyecek şekilde içeriklerin
yapılan işleme uygun olup olmadığı, bu faturaların belirtilen düzenlemelere de
uygun tanzim edilip edilmediği, faturaların imaların da anlaşmaya uygun olup
olmadığı (zira kırığın parçalı kırık olup olmadığı hususunda uyuşmazlık vardır)
hususlarının denetime elverişli şekilde bağımsız, yeminli, ya da mali müşavir
akademisyen bir ortopedi uzmanı ve akademisyen radyologdan oluşan bilirkişi
heyetinden rapor alınıp, sonucuna göre karar verilmesi gerekmektedir. Hal böyle
olmasına rağmen, anılan esasa ilişkin deliller toplanmadan ve
değerlendirilmeden dosya üzerinden bilirkişi incelemesi yapılması doğru
görülmemiştir. Tüm bu nedenlerle HMK. M. 353/1 -a-6 hükmü uyarınca ...”
gerekçesi ile hükmün kaldırılmasına karar verildiği,
-Dosyanın 2017/88
esasını aldığı, duruşma günü verildiği, henüz kaldırma kararı sonrası
yargılamaya başlanmadığı, ancak kaldırma kararı gerekçesinde bahsedilen
hususlara ilişkin gerekli tüm bilgi ve belgelerin bozma öncesi mahkememizce
toplandığı, delillerin toplanması hususunda kaldırma öncesi herhangi bir
eksiklik bulunmadığı, ancak kaldırma sonrası henüz yargılama tamamlanmadığından
kanaatin açıklanmaması adına, bu dosyaya özgü olarak, bu aşamada fazla bir
açıklama yapılamayacağı anlaşılmış, bu dosyaya ilişkin verilen kaldırma kararı
da Anayasa Mahkemesine başvurma zorunluluğu doğuran kararlardan olduğundan
emsal olarak yer verilmiştir.
HMK’nın 353/1-4
kaldırma kararının kesin olduğu, 6. Bendinde ise tarafların davanın esası ile
ilgili olarak gösterdikleri delillerin hiçbiri toplanmadan veya gösterilen
deliller hiç değerlendirilmeden karar verilmiş olması gerektiğinin
belirtildiği, yukarıda yer verilen ilamların hiçbirinde kanunda kaldırma
gerekçesi olarak aranılan şartlar bulunmadığı halde İstinaf Mahkemesince
kaldırma kararı verildiği, verilen kaldırma kararlarının Anayasa ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi ile teminat altına alman adil yargılanma, hukuka uygun
temyiz incelemesi ve doğal Hakimlik ilkesine aykırı olduğu, Yüksek Yargıtay
kararlarına dahi mahkeme hakimleri tarafından direnme, taraflarca karar
düzeltme yoluna başvuru hakkı mevcut iken, hakimin takdirini ortadan kaldırmaya
yönelik verilen İstinaf kararların kesin olduğuna ilişkin maddenin iptali
gerekmektedir.
SONUÇ VE İSTEM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı
üzere;
HMK.nun 353/1-a
maddesindeki “…kesin olarak karar verir” hükmünün, Anayasa ve Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi ile teminat altına alman adil yargılanma, hukuka uygun
temyiz incelemesi ve doğal Hakimlik ilkesine aykırı olması nedeniyle iptaline
karar verilmesi, Türk Milleti adına karar vermeye yetkili Bursa 1. Asliye Hukuk
Mahkemesi olarak arz ve talep olunur.”
Esas Sayısı : 2018/13
Karar Sayısı : 2018/14
“Mahkememize davacı
şahsen ve borçlu şirket yetkilisi … kendisine asaleten şirket yetkilisi olarak
açmış olduğu ihalenin feshi davasında davacının açtığı davanın açılışı
sırasında davacı tarafın dava şartı olan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu
114. maddesindeki avansın yatırılmadığı aynı zamanda dava açma şartı olan
başvurma ve peşin harç-karar harcının yatırılmaması nedeniyle mahkememizce
28.03.2017 tarih ve 233-204 sayılı kararla harç yokluğundan davanın açılmamış
sayılmasına karar verildiği bu karardan haberdar olan davacının istinaf yoluna
başvurarak Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 18.HD. ne başvurmuş adı geçen daire
16.11.2017 tarih ve 1142-1383 sayı ile mahkememiz kararının istinaf edilirken
yatırılan avanstan dolayı mahkememiz kararını HMK 351 maddesi gereğince “...HMK.'nın
115/2. maddesine göre, gider avansı eksikliği tamamlanabilecek dava şartı
eksikliklerinden olup mahkemece şikayetçiye gider avansı eksikliğinin
giderilmesi için kesin süre verilmeden davanın açılmamış sayılmasına karar
verilmesi isabetsizdir.
Şikayetçi borçlu
tarafından istinaf dilekçesi ekinde 100,00 TL gider avansı eksikliğinin
tamamladığını gösteren 04.04.2017 tarihli tahsilat makbuzu da sunulmuştur.
HMK.'nın 353/1-a-6
maddesinde; istinaf incelemesi sonucu ilk derece mahkemesince, tarafların
davanın esası ile ilgili olarak gösterdikleri delillerin hiçbiri toplanmadan
veya gösterilen deliller hiç değerlendirilmeden karar verilmiş olması halinde,
Bölge Adliye Mahkemesi tarafından, esası incelemeden ilk derece mahkemesi
kararının kaldırılmasına ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın karar veren
mahkemeye gönderilmesine duruşma yapmaksızın karar verileceği hususu
düzenlenmiştir.
Dairemizce yapılan
değerlendirmelere göre; mahkemece şikayetçi borçlunun gider avansını
tamamlaması bakımından yukarıda açıklanan şekilde işlem yapılması, gider avansının
tamamlanması halinde borçlunun ihalenin feshine yönelik şikayet nedenlerinin incelenmesi,
bu konuda gerekli delillerin toplanması ve sonrasında oluşacak sonuca göre bir karar
verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesinin usul ve yasaya uygun bulunmadığı,
delillerin hiç toplanmaması veya değerlendirilmemesi derecesinde yargılama işlemlerinin
eksik bırakıldığı anlaşıldığından şikayetçi borçlunun istinaf başvurusunun kabulüne...Dair,
dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda HMK 353/1-a-6 maddesi uyarınca oy
birliği ile 16.11.2017 tarihinde KESİN olmak üzere karar verildi...”
gerekçesiyle kesin kaldırmış davanın yeniden görülebilmesi amacıyla dosyayı
mahkememize göndermiştir.
Davacı istinaf
kararına uyulmasını, hazır olan davalılar da istinaf kararına uyulmasını talep
etmişlerse de istinaf kararının HMK 351. maddesi gereği istinaf kararının kesin
olması nedeniyle Yargıtay kararma karşı direnme hakkının olmasına rağmen
denetim yetkisinin yanında yargılama yetkisinin bulunan bölge adliye mahkemesi
kararma karşı direnenine hakkının bulunmaması nedeniyle kararın kesin olmasına
ilişkin olarak anayasanın 10, 11, 48, 58, 59, 138. maddelerine aykırı anayasa
mahkemesine itiraz davası açılması yoluna gidilmiştir.
Ankara Bölge Adliye
Mahkemesi 18. Dairesi bozma kararında HMK 351. maddesine dayanarak kesin olarak
ve yukarıda yazılı gerekçeyle bozmuş ancak mahkememizin kararma gerekçe yaptığı
harcın (peşin ve başvurma) yatırılmadığını nazara almadan karar vermiştir. Daha
yüksek bir mahkeme olan Yargıtay tarafından kararın bozulması halinde mahkememizin
direnme hakkının bulunmasına rağmen Bölge Adliye Mahkemesi kararma karşı böyle
bir direnme hakkı bulunmamaktadır. Kanaatimize göre istinaf mahkemesi kendisi
de karar mahkemesi olmasına rağmen kararımızı kaldırarak inanmadığımız bir
karar vermeye mahkemeyi zorlaması aşağıda yapacağımız açıklamalarla
belirttiğimiz anayasa maddelerine aykırı olduğu düşüncesini oluşturmuştur.
KONU İLE İLGİLİ
DÜZENLEMELER
Dava icra
müdürlüğünce borçluya ait taşınmazın satılmasına ilişkin yapılan
yapılan-ihalenin borçlu tarafından İİK’nun 134. maddesi gereğince açtığı davada
harç ve avansın yatırılmaması nedeniyle davanın açılmamış sayılmasına karar
verilmesine rağmen Bölge Adliye Mahkemesi tarafından sadece avans yönünden
karar kaldırılmıştır.
Bölge Adliye
Mahkemesi kararma esas HMK 353. maddesi aynen “Madde 353. (1) Ön inceleme
sonunda dosyada eksiklik bulunmadığı anlaşılırsa;
a) Aşağıdaki
durumlarda bölge adliye mahkemesi, esası incelemeden kararın kaldırılmasına ve
davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren mahkemeye veya kendi yargı
çevresinde uygun göreceği başka bir yer mahkemesine ya da görevli ve yetkili mahkemeye
gönderilmesine duruşma yapmadan kesin olarak karar verir:
1) Davaya bakması
yasak olan hâkimin karar vermiş olması.
2) İleri sürülen
haklı ret talebine rağmen reddedilen hâkimin davaya bakmış olması.
3) Mahkemenin
görevli ve yetkili olmasına rağmen görevsizlik veya yetkisizlik kararı vermiş
olması veya mahkemenin görevli ya da yetkili olmamasına rağmen davaya bakmış bulunması
4) Diğer dava
şartlarına aykırılık bulunması.
5) Mahkemece
usule aykırı olarak davanın veya karşı davanın açılmamış sayılmasına, davaların
birleştirilmesine veya ayrılmasına, karar verilmiş olması.
6) Mahkemece,
tarafların davanın esasıyla ilgili olarak gösterdikleri delillerin hiçbiri toplanmadan
veya gösterilen deliller hiç değerlendirilmeden karar verilmiş olması.
b) Aşağıdaki
durumlarda davanın esasıyla ilgili olarak;
1) İncelenen
mahkeme kararının usul veya esas yönünden hukuka uygun olduğu anlaşıldığı
takdirde başvurunun esastan reddine,
2) Yargılamada
eksiklik bulunmamakla beraber, kanunun olaya uygulanmasında hata edilip de
yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmadığı takdirde veya kararın gerekçesinde
hata edilmiş ise düzelterek yeniden esas hakkında,
3) Yargılamada
bulunan eksiklikler duruşma yapılmaksızın tamamlanacak nitelikte ise bunların
tamamlanmasından sonra yeniden esas hakkında, duruşma yapılmadan karar verilir,
“ demektedir.
Anayasa mahkemesinin
kuruluş ve yargılama usulleri hakkında 6216 sayılı Kanunun 40. maddesi,
“Anayasaya
aykırılığın mahkemelerce ileri sürülmesi
MADDE 40- (1) Bir
davaya bakmakta olan mahkeme, bu davada uygulanacak bir kanun veya kanun hükmünde
kararnamenin hükümlerini Anayasaya aykırı görürse veya taraflardan birinin
ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa;
a) İptali istenen
kuralların Anayasanın hangi maddelerine aykırı olduklarını açıklayan gerekçeli
başvuru kararının aslını,
b) Başvuru kararına
ilişkin tutanağın onaylı örneğini,
c) Dava dilekçesi,
iddianame veya davayı açan belgeler ile dosyanın ilgili bölümlerinin onaylı
örneklerini,
dizi listesine
bağlayarak Anayasa Mahkemesine gönderir.
(2) Taraflarca ileri
sürülen Anayasaya aykırılık iddiası davaya bakan mahkemece ciddi görülmezse bu
konudaki talep, gerekçeleri de gösterilmek suretiyle reddedilir. Bu husus esas
hükümle birlikte temyiz konusu yapılabilir.
(3) Genel
Sekreterlik gelen evrakı kaleme havale eder ve keyfiyeti başvuran mahkemeye bir
yazı ile bildirir.
(4) Evrakın kayda
girişinden itibaren on gün içinde başvurunun yöntemine uygun olup olmadığı
incelenir. Açık bir şekilde dayanaktan yoksun veya yöntemine uygun olmayan
itiraz başvuruları, Mahkeme tarafından esas incelemeye geçilmeksizin
gerekçeleriyle reddedilir.
(5) Anayasa
Mahkemesi, işin kendisine noksansız olarak gelişinden başlamak üzere beş ay
içinde kararını verir ve açıklar. Bu süre içinde karar verilmezse ilgili
mahkeme davayı yürürlükteki hükümlere göre sonuçlandırır. Ancak, Anayasa
Mahkemesinin kararı, esas hakkındaki karar kesinleşinceye kadar gelirse mahkeme
buna uymak zorundadır.” şeklinde düzenlenmiştir.
Davacı taraf
alacağını alabilmek amacıyla haciz talep edince reddedilmesi nedeniyle yasal
düzenlemenin iptalini isteyerek itiraz davasının açılmasını talep etmiştir.
İPTALİ İSTENEN YASA
MADDESİ
İptali istenen yasa
maddesi yukarıda tam metni yazılı olduğu şekilde HMK’nun 353-1-a madde/fıkrası
gereğince Bölge Adliye Mahkemesinin kesin karar vereceğini belirtmiştir.
Diğer kısımlarında
yapılan düzenlemeler değil ise de maddenin son cümlesi mahkemece 2709 sayılı Kanunla
kabul edilen Anayasamızın 11, 36, 138. maddelerine aykırı bulunmuş talep üzerine
anayasa mahkemesine 6126 sayılı Kanunun 40 maddesi gereği itiraz davası
açılması gerektiği kanaati oluşmuştur.
DAYANILAN ANAYASA
MADDELERİ
XI. ANAYASANIN
BAĞLAYICILIĞI VE ÜSTÜNLÜĞÜ
MADDE 11- Anayasa
hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer
kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.
Kanunlar Anayasaya
aykırı olamaz.
HAK ARAMA HÜRRİYETİ
MADDE 36 - Herkes,
meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı
veya davalı olarak iddia ve savunma (Ek ibare: 4709 - 3.10.2001 / m. 141 “ile adil
yargılanma” hakkına sahiptir.
Hiçbir mahkeme,
görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.
KANUNİ HAKİM
GÜVENCESİ
MADDE 37- Hiç kimse
kanunen tâbi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz.
Bir kimseyi kanunen
tâbi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı
yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz.
MADDE 138 Hâkimler,
görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî
kanaatlerine göre hüküm verirler.
Hiçbir organ, makam,
merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir
ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.
Görülmekte olan bir
dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru
sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz.
Yasama ve yürütme
organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve
idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini
geciktiremez.
MADDE 152 Bir davaya
bakmakta olan mahkeme, uygulanacak bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin
hükümlerini Anayasaya aykırı görürse veya taraflardan birinin ileri sürdüğü
aykırılık iddiasının ciddî olduğu kanısına varırsa, Anayasa Mahkemesinin bu
konuda vereceği karara kadar davayı geri bırakır.
Mahkeme, Anayasaya
aykırılık iddiasını ciddî görmezse bu iddia temyiz merciince esas hükümle
birlikte karara bağlanır.
Anayasa Mahkemesi,
işin kendisine gelişinden başlamak üzere beş ay içinde kararını verir ve
açıklar. Bu süre içinde karar verilmezse mahkeme davayı yürürlükteki kanun
hükümlerine göre sonuçlandırır. Ancak, Anayasa Mahkemesinin kararı, esas
hakkındaki karar kesinleşinceye kadar gelirse, mahkeme buna uymak zorundadır.
Anayasa Mahkemesinin
işin esasına girerek verdiği red kararının Resmî Gazetede yayımlanmasından
sonra on yıl geçmedikçe aynı kanun hükmünün Anayasaya aykırılığı iddiasıyla
tekrar başvuruda bulunulamaz.
ANAYASAYA AYKIRILIK
SORUNU
Anayasamızın 11. maddesine
göre kanunlar anayasaya aykırı olamaz.
Mahkememiz HMK’nun
353. maddesinin Anayasanın 11. maddesi delaletiyle 138. maddesine aykırı olduğu
kanaatine varmış 152. maddesi gereğince de maddedeki kesin ibaresinin iptali
için yüksek mahkemeye başvurma kararı vermiştir.
Davada uygulanacak
ve iptali istenen madde ile anayasa maddelerinin ilişkisi;
Anayasanın 138. maddesi
ile ilişkisi:
Hâkimler,
görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî
kanaatlerine göre hüküm verirler.
Hiçbir organ, makam,
merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir
ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.
Dediğinden maddede
ise Bölge Adliye Mahkemesi kararının vermiş olduğu ilk kararın kesin olması
mahkememizce somut olayda olduğu gibi hiç harç alınmamasından dolayı ortada
geçerli bir dava olmamasından dolayı verilen açılmamış sayılma kararının karar
gerekçe yapıldığı halde hükme esas alınmayan bir nedenden dolayı bozulmasının ve
bu kararında kesin olmasının yargı denetiminden geçmeyen kararın görülmekte
olan bir davada hakimin inanmadığı bir karar vermesini gerektireceği bunun da
anayasanın 138.maddesinin hem lafzına hem de ruhuna aykırı olacağı tabiidir.
Anayasanın 36. ve
37. maddesi ile ilişkisi:
Anayasanın 36. maddesi
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde
davacı veya davalı olarak iddia ve savunma “ile adil yargılanma” hakkına
sahiptir. Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.
“dediği bunun mahkemenin yasa hükümleri ile bağlı kalınmak suretiyle inandığı
kararı verme hak ve yükümlülüğünü getirdiği kesin olarak derecattan geçmemiş
bir karara uymak zorunda olmanın bu kuralı ihlal ettiği, bununda tabii hakim
ilkesini ihlal ettiği düşünülmektedir.
HÜKÜM: Gerekçesi
Yukarıda Açıklandığı Şekilde;
Delillerin takdiri
yüksek mahkemeye ait olmak ve re'sen görülecek nedenlerle;
HMK nun Madde
353.(1) Ön inceleme sonunda dosyada eksiklik bulunmadığı
ANAYASAYA
AYKIRILIĞIN DİĞER MAHKEMELERDE İLERİ SÜRÜLMESİ
anlaşılırsa;
a) Aşağıdaki
durumlarda bölge adliye mahkemesi, esası incelemeden kararın kaldırılmasına ve
davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren mahkemeye veya kendi yargı
çevresinde uygun göreceği başka bir yer mahkemesine ya da görevli ve yetkili
mahkemeye gönderilmesine duruşma yapmadan kesin olarak karar verir:
cümlesindeki kesin
ibaresinin anayasaya aykırı olup Anayasa Mahkemesine itiraz davası açılmasına,
2- Dosyanın bir
suretinin çıkarılarak anayasa mahkemesi genel sekreterliğine kararla birlikte
gönderilmesine,
3- Anayasanın 152. maddesi
gereği anayasa mahkemesi bir karar verinceye kadar, en az altı ay müddetle
mahkeme kararının beklenilmesine,
Dava şirket
yetkilisinin (kendisine asaleten şirketi temsilen) ve ihale alıcıları … ve TRN
Yapı Emlak Tic. Ltd. Şti temsilcisinin yüzlerine karşı karar verildi.”