ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas
Sayısı : 2015/102
Karar
Sayısı : 2016/151
Karar
Tarihi : 7.9.2016
R.G.
Tarih-Sayısı : 18.10.2016-29861
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Bodrum 2. Sulh Hukuk Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU: 1- 11.1.2011
tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 347. maddesinin birinci
fıkrasının üçüncü cümlesinin ve ikinci fıkrasının,
2- 12.1.2011 tarihli ve 6101 sayılı Türk Borçlar Kanununun
Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 1. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “…sona erme ve tasfiye, Türk Borçlar
Kanunu hükümlerine tabidir.” ibaresinin ve geçici 2. maddesinin,
Anayasa’nın 2., 6., 13., 35., 48. ve 173.
maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptallerine karar verilmesi
talebidir.
OLAY: Belirli
süreli kira sözleşmesinde on yıllık uzama süresinin sonunda, kiralayan
tarafından sözleşmeye son verilmesine rağmen taşınmazın tahliye edilmemesi
nedeniyle açılan davada, itiraz konusu kuralların Anayasa’ya aykırılık
iddialarını ciddi bulan Mahkeme, iptalleri için başvurmuştur.
I- İPTALİ İSTENİLEN KANUN HÜKÜMLERİ
1- 6098 sayılı Kanun’un itiraz konusu kuralları da içeren 347.
maddesi şöyledir:
“MADDE 347- Konut ve çatılı işyeri
kiralarında kiracı, belirli süreli sözleşmelerin süresinin bitiminden en az
onbeş gün önce bildirimde bulunmadıkça, sözleşme aynı koşullarla bir yıl için
uzatılmış sayılır. Kiraya veren, sözleşme süresinin bitimine dayanarak sözleşmeyi
sona erdiremez. Ancak, on yıllık uzama süresi sonunda kiraya veren, bu
süreyi izleyen her uzama yılının bitiminden en az üç ay önce bildirimde
bulunmak koşuluyla, herhangi bir sebep göstermeksizin sözleşmeye son verebilir.
Belirsiz süreli kira sözleşmelerinde, kiracı her zaman, kiraya
veren ise kiranın başlangıcından on yıl geçtikten sonra, genel hükümlere göre
fesih bildirimiyle sözleşmeyi sona erdirebilirler.
Genel hükümlere göre fesih hakkının kullanılabileceği durumlarda,
kiraya veren veya kiracı sözleşmeyi sona erdirebilir.”
2- 6101 sayılı Kanun’un itiraz konusu kuralları da içeren
1. maddesi ile geçici 2. maddesi şöyledir:
“MADDE 1- (1) Türk Borçlar
Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önceki fiil ve işlemlere, bunların hukuken
bağlayıcı olup olmadıklarına ve sonuçlarına, bu fiil ve işlemler hangi kanun
yürürlükte iken gerçekleşmişse, kural olarak o kanun hükümleri uygulanır.
Ancak, Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girmesinden sonra bu fiil ve işlemlere
ilişkin olarak gerçekleşecek temerrüt, sona erme ve
tasfiye, Türk Borçlar Kanunu hükümlerine tabidir.”
“GEÇİCİ MADDE 2- Bu
Kanunun 1 inci maddesinin son cümlesi hükmü bir defaya mahsus olmak üzere, bu
Kanunun yürürlüğe girmesinden önce Türk Borçlar Kanununun 347 nci maddesinin
birinci fıkrasının son cümlesinde öngörülen kira sözleşmelerinden on
yıllık uzama süresi dolmamış olmakla birlikte geri kalan süre beş yıldan daha
kısa olanlar hakkında, yürürlüğe girdiği tarihten itibaren beş yıl; on yıllık
uzama süresi dolmuş olanlar hakkında da yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki
yıl sonra uygulanır.”
II- İLK İNCELEME
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Zühtü ARSLAN,
Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Serdar ÖZGÜLDÜR, Serruh KALELİ, Osman Alifeyyaz
PAKSÜT, Recep KÖMÜRCÜ, Alparslan ALTAN, Nuri NECİPOĞLU, Celal Mümtaz AKINCI,
Erdal TERCAN, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA ve
Rıdvan GÜLEÇ’in katılımlarıyla 3.12.2015 tarihinde yapılan ilk inceleme
toplantısında, öncelikle uygulanacak kural ve sınırlama sorunları
görüşülmüştür.
2. Anayasa’nın 152. ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu
ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 40. maddelerine göre, mahkemeler,
bakmakta oldukları davalarda uygulayacakları kanun ya da kanun hükmünde
kararname kurallarını Anayasa’ya aykırı görürler veya taraflardan birinin ileri
sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırlarsa, o hükmün iptali
için Anayasa Mahkemesine başvurmaya yetkilidirler. Ancak, bu kurallar uyarınca
bir mahkemenin Anayasa Mahkemesine başvurabilmesi için elinde yöntemince
açılmış ve mahkemenin görevine giren bir davanın bulunması ve iptali istenen
kuralların da o davada uygulanacak olması gerekmektedir. Uygulanacak yasa
kuralları, davanın değişik evrelerinde ortaya çıkan sorunların çözümünde veya
davayı sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde etki yapacak nitelikte
bulunan kurallardır.
3. İtiraz yoluna başvuran Mahkeme, 6098 sayılı Kanun’un 347.
maddesinin birinci fıkrasının üçüncü cümlesi ve ikinci fıkrası ile 6101 sayılı
Kanun’un 1. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “…sona
erme ve tasfiye, Türk Borçlar Kanunu hükümlerine tabidir.” ibaresinin ve
geçici 2. maddesinin iptallerini talep etmiştir.
4. İtiraz yoluna başvuran mahkemede bakılmakta olan dava, belirli
süreli kira sözleşmesinde on yıllık uzama süresinin bitiminde, kiralayan
tarafından sözleşmeye son verilmesine rağmen taşınmazın tahliye edilmemesi
nedeniyle açılmıştır. Bu nedenle, 6098 sayılı Kanun’un belirsiz süreli kira
sözleşmelerinin sona ermesine ilişkin 347. maddesinin ikinci
fıkrası bakılmakta olan davada uygulanacak kural değildir.
5. İtiraz yoluna başvuran mahkemede bakılmakta olan davanın
konusu, tasfiye olmayıp belirli süreli kira sözleşmesinde on yıllık uzama
süresinin bitiminde kiraya veren tarafından sözleşmeye son verilmesidir. İtiraz
konusu ibareyle Türk Borçlar Kanunu hükümlerine tâbi olduğu belirtilen
haller, sona erme, temerrüt ve tasfiye halleridir. Bir başka deyişle itiraz
konusu kural sona erme, tasfiye ve temerrüt hallerinin tamamı bakımından
geçerli ortak hüküm niteliği taşımaktadır. Bu nedenle, 6101 sayılı
Kanun’un 1. maddesinde yer alan itiraz konusu “…sona erme ve tasfiye, Türk
Borçlar Kanunu hükümlerine tabidir.” ibaresinin, bakılmakta olan davanın
konusunu oluşturan sona erme haliyle ve buna bağlı olarak kuralda yer alan “…sona
erme…” kelimesiyle sınırlı olarak incelenmesi gerekmektedir.
6. Ayrıca, itiraz yoluna başvuran mahkemede bakılmakta olan
davanın konusunu oluşturan kira sözleşmesinde on yıllık uzama süresi
dolduğundan, 6101 sayılı Kanun’un geçici 2. maddesinde yer alan “…on yıllık
uzama süresi dolmamış olmakla birlikte geri kalan süre beş yıldan daha kısa
olanlar hakkında, yürürlüğe girdiği tarihten itibaren beş yıl…” bölümü
bakılmakta olan davada uygulanacak kural değildir.
7. Bu hususların yanında, geçici 2. maddenin “Bu Kanunun 1
inci maddesinin son cümlesi hükmü bir defaya mahsus olmak üzere, bu Kanunun
yürürlüğe girmesinden önce Türk Borçlar Kanununun 347 nci maddesinin birinci
fıkrasının son cümlesinde öngörülen kira sözleşmelerinden… sonra
uygulanır.” bölümü de ortak kural niteliğini taşıdığından esasa
ilişkin incelemenin “…on yıllık uzama süresi dolmuş olanlar hakkında da
yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki yıl…” bölümü ile sınırlı
olarak yapılması gerekir.
8. Açıklanan nedenlerle;
A- 11.1.2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun
347. maddesinin;
1- İkinci fıkrasının, itiraz başvurusunda bulunan Mahkemenin
bakmakta olduğu davada uygulanma olanağı bulunmadığından, bu fıkraya ilişkin
başvurunun Mahkemenin yetkisizliği nedeniyle REDDİNE,
2- Birinci fıkrasının üçüncü cümlesinin ESASININ İNCELENMESİNE,
B- 12.1.2011 tarihli ve 6101 sayılı Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü
ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un;
1- 1. maddesinin ikinci cümlesinde yer alan “…sona erme ve
tasfiye, Türk Borçlar Kanunu hükümlerine tabidir.” ibaresinin esasının
incelenmesine, esasa ilişkin incelemenin “…sona erme…” ibaresi ile
sınırlı olarak yapılmasına,
2- Geçici 2. maddesinin;
a- “…on yıllık uzama süresi dolmamış olmakla birlikte geri kalan
süre beş yıldan daha kısa olanlar hakkında, yürürlüğe girdiği tarihten itibaren
beş yıl;…” bölümünün, itiraz başvurusunda bulunan Mahkemenin bakmakta
olduğu davada uygulanma olanağı bulunmadığından, bu bölüme ilişkin başvurunun
Mahkemenin yetkisizliği nedeniyle REDDİNE,
b- Kalan bölümünün esasının incelenmesine, esasa ilişkin
incelemenin “…on yıllık uzama süresi dolmuş olanlar hakkında da
yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki yıl…” bölümü ile sınırlı
olarak yapılmasına,
OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
III- ESASIN İNCELENMESİ
9. Başvuru kararı ve ekleri, Raportör Cengiz
ERTEN tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu kanun
hükümleri, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama
belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A- 6098 sayılı Kanun’un 347. Maddesinin Birinci Fıkrasının Üçüncü
Cümlesinin İncelenmesi
1- Anlam ve Kapsam
10. Kanun’un 299. maddesi “Kira sözleşmesi, kiraya verenin bir
şeyin kullanılmasını veya kullanmayla birlikte ondan yararlanılmasını kiracıya
bırakmayı, kiracının da buna karşılık kararlaştırılan kira bedelini ödemeyi
üstlendiği sözleşmedir.” şeklindedir. Bu nedenle kira sözleşmesi, ayni
değil rızai bir sözleşme niteliğindedir ve kiracının “kiralananı kullanma
hakkı” kişisel nitelikte bir haktır.
11. Kanun’un 347. maddesinin birinci fıkrasının birinci ve ikinci
cümlelerinde, konut ve çatılı işyerlerinde belirli süreli kira sözleşmelerinde
sürenin bitiminde, kural olarak, sözleşmeyi fesih hakkının kiracıda olduğu ve
kiraya verenin, sürenin bitimine dayanarak sözleşmeyi sona erdiremeyeceği
belirtilmektedir. Kiracı, sürenin bitiminden onbeş gün önce bildirimde
bulunmadığı takdirde ise sözleşmenin bir yıl daha uzaması öngörülmektedir.
12. İtiraz konusu kural, konut veya çatılı işyerine dair kira
sözleşmesinin belirli süreli olması, bu sürenin bitmesinden sonra kiracı
tarafından feshedilmeyerek on yıllık uzama süresinin dolması, on yıllık süreyi
izleyen uzama yılının bitiminden en az üç ay önce yazılı bildirimde bulunulması
koşullarının gerçekleşmesi halinde kiraya verene herhangi bir sebep
göstermeksizin ve tazminat ödemeksizin sözleşmeyi sona erdirme hakkı
vermektedir.
13. Kanun gerekçesinde, uzun süre devam eden kira sözleşmelerinde
kiraya verenin, kiralananın dolaysız zilyedi olmamasının toplumda yarattığı huzursuzluk
dikkate alınarak, herhangi bir sebep ileri sürmeksizin fesih hakkı
tanındığı belirtilmiştir.
2- İtiraz Gerekçesi
14. Başvuru kararında özetle, Kanun’un 347. maddesindeki
düzenlemenin, özellikle kiralananı işyeri olarak kullanan kiracılar bakımından
olumsuz sonuçlar doğurarak onları maddi ve manevi zarara uğratacağı, Türkiye’de
konutların kiralanma oranları dikkate alındığında madde gerekçesinde ifade
edilen kamu yararının bulunmadığı, Kanun’da kiraya verenin mülkiyet hakkının
korunmasına yönelik çeşitli hükümlerin yer aldığı, düzenlemenin meşru amaç,
hukukilik, demokratik toplum düzeninin gerekleri ve ölçülülük ilkelerine
aykırılık teşkil ettiği, kiraya verenin sözleşmeye son vermesiyle esnaf veya
tacir olan kiracının kiralanana yaptığı ya da yapmakta olduğu yatırımların
karşılıksız kalacağı, söz konusu kişilerin işlerini başka yerde yeniden kurmak
ve tanıtmak durumuyla karşılaşabilecekleri, bu ve benzeri ağır durumların
sözleşme hürriyetine ölçüsüz bir müdahale oluşturacağı belirtilerek
kuralın, Anayasa'nın 2., 6., 13., 35., 48. ve 173. maddelerine
aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
3- Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
15. Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, insan
haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve
işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu
geliştirerek sürdüren, hukuki güvenliği sağlayan, Anayasa'ya aykırı durum ve
tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve
kanunlarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir. Kanun
koyucunun, Anayasa'ya ve hukukun genel ilkelerine aykırı olmamak kaydıyla her
türlü düzenlemeyi yapma konusunda takdir yetkisi bulunmaktadır.
16. Anayasa'nın 2. maddesindeki “hukuk devleti” ilkesi
gereğince, yasama işlemlerinin kişisel yararları değil, kamu yararını
gerçekleştirmek amacıyla yapılması zorunludur. Bir kuralın Anayasa'ya aykırılık
sorunu çözümlenirken “kamu yararı” konusunda Anayasa Mahkemesinin
yapacağı inceleme, yalnızca kanunun kamu yararı amacıyla yapılıp yapılmadığı
ile sınırlıdır. Kanun ile kamu yararının gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini
denetlemenin, anayasa yargısıyla bağdaşmayacağı açıktır.
17. Kuralın, önceki Kanun döneminde, kiraya verenin, belirli
kira sözleşmesinde tespit edilen sürenin bitiminden itibaren uzama süreleri de
göz önünde bulundurulduğunda uzun süre kiralanana dolaysız zilyet olamamasının
toplumdaki olumsuz yansımaları dikkate alınarak, başka bir deyişle kamu yararı
gözetilerek çıkartıldığı Kanun gerekçesinde açıklanmıştır.
18. Anayasa'nın “Çalışma ve sözleşme hürriyeti” başlıklı
48. maddesinin birinci fıkrasında “Herkes, dilediği alanda çalışma ve
sözleşme hürriyetlerine sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir.” denilmek
suretiyle sözleşme özgürlüğü güvenceye bağlanmıştır.
19. Sözleşme özgürlüğü, Devletin, kişilerin istedikleri
hukuki sonuçlara ulaşmalarını sağlaması ve bu bağlamda kişilerin belli hukuki
sonuçlara yönelen iradelerini geçerli olarak tanıması, onların iradelerinin
yöneldiği hukukî sonuçların doğacağını ilke olarak benimsemesi ve koruması
anlamına gelmektedir. Sözleşme özgürlüğü uyarınca kişiler, hukuksal
ilişkilerini özgür iradeleriyle ve sözleşmelerle düzenlemekte serbestlerdir.
Anayasa’nın 48. maddesinde koruma altına alınan sözleşme özgürlüğü, sözleşme
yapma serbestisinin yanı sıra yapılan sözleşmelere dışarıdan müdahale yasağını
da içerir.
20. Anayasa’nın 48. maddesinde, sözleşme hürriyeti için
herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiştir. Bununla birlikte Anayasa’nın
ilgili maddesinde özel bir sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın
doğasından kaynaklanan bazı sınırlarının bulunduğu kabul edilmektedir. Öte
yandan düzenlendiği maddede hiçbir sınırlama nedenine yer verilmeyen hakların
diğer anayasal hükümler nedeniyle sınırlandırılması da mümkün bulunmaktadır.
21. Anayasa'nın 13. maddesinde hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasının ölçütü gösterilmiştir. “Temel hak ve hürriyetlerin
sınırlanması” başlıklı bu maddede, “Temel hak ve hürriyetler,
özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen
sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar,
Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin
gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” denilmektedir.
22. Ölçülülük ilkesi, yasal önlemin öngörülen amaç için
zorunlu ve amaca ulaşmaya elverişli olmasını, ayrıca amaç ve araç arasında
hakkaniyete uygun bir dengenin bulunması gereğini ifade eder. Sözleşme
özgürlüğü, tarafların serbest iradeleriyle belirledikleri koşullar çerçevesinde
sözleşmenin sona erdirilmesi yetkisini de kapsamaktadır. Bu nedenle, tarafların
sözleşmeyi sona erdirme yetkisini kısıtlayan hükümlerin, sözleşme özgürlüğüne
müdahale teşkil etmemesi için Anayasa’nın 13. maddesi uyarınca ölçülü
olması gerekmektedir.
23. Belirli süreli kira sözleşmesi, kiraya veren ile kiracı
arasında kira konusu konut veya çatılı işyerinin belli bir ücret karşılığında
kiracı tarafından kullanılması ve kiraya verenin de bu taşınmazı kiracının
kullanmasına elverişli biçimde teslimine dayalı tarafların tespit ettikleri
süre içinde geçerli rızai nitelikte bir sözleşmedir. Kira sözleşmelerinde,
karşılıklı borç doğmakta ve bir ayni hakkın kazanılması söz konusu
olmamaktadır. Malik olan kiraya veren, mülkiyet hakkına bir sınırlandırma
getirilmeksizin, kullanımı karşılığında belli bir ücret almak suretiyle,
taşınmaz üzerinde tasarruf hakkını kullanmaktadır.
24. Kanun’un 26. maddesinde, “Taraflar, bir sözleşmenin
içeriğini kanunda öngörülen sınırlar içinde özgürce belirleyebilirler” hükmü
yer almaktadır. Belirli süreli kira sözleşmelerinde de kiralananın kullanılma
koşulları, bedeli, bedelin ödenme zamanı ve yöntemi gibi hususların yanı sıra
kira süresi, hukuk kurallarına dayanılarak ve kuralların çizdiği sınırlar
içinde taraflarca saptanır.Taraflarca sözleşme özgürlüğüne dayanılarak yapılmış
olan kira sözleşmeleri, kiraya verene ve kiracıya belirli haklar tanıyan ve
borçlar yükleyen içerikleriyle tarafların belirledikleri süre içerisinde
Devletin ve kanunların koruması altında, hukuksal geçerliliklerini
sürdürmektedirler.
25. Belirli süreli kira sözleşmelerinde kural, sürenin
dolması halinde kiracının sözleşmeyi sona erdirebilmesidir. Buna karşılık,
kanun koyucu kiraya verenin, kira süresinin bitimine dayanarak sözleşmeyi
sonlandırabilmesine imkân tanımamıştır. Amaç, kiracının korunması ve bu suretle
kamu yararının sağlanmasıdır. Bununla birlikte itiraz konusu kuralla, kiraya
verene, sözleşme özgürlüğü gözetilerek, sözleşme süresi ve on yıllık uzama
süresi dikkate alındığında uzun bir süre için kiralanan şeye dolaysız zilyet olamaması
nedeniyle belirli koşulların gerçekleşmesi halinde sözleşmeyi sona erdirme
hakkı tanınmaktadır. Kuralla, kiracının korunmasındaki kamu yararı amacı ile
kiraya verenin sözleşme özgürlüğü arasındaki makul denge, kiraya verene
herhangi bir sebebe dayanmaksızın sözleşmeyi sona erdirme hakkının, sözleşmenin
bitiminden itibaren on yıllık uzama süresi sonunda sağlanmasıyla kurulmaya
çalışılmıştır. Dolayısıyla sözleşme özgürlüğüne yapılan müdahale ölçüsüz
değildir.
26. İtiraz konusu kural, kiraya verenin kira sözleşmesini
sona erdirme yetkisine ilişkin olup, kiracının kullanım yetkisine herhangi bir
müdahalede bulunulmamıştır. Kiracının kullanım yetkisi, kira
sözleşmesinden doğan bir haktır ve itiraz konusu kural kullanım yetkisine
ilişkin doğrudan bir hüküm içermemektedir. Dolayısıyla kuralın Anayasa’nın 35.
maddesinde güvenceye bağlanan mülkiyet hakkıyla bir ilgisi görülmemiştir.
27. Öte yandan, Anayasa’nın 173. maddesi “Devlet, esnaf ve
sanatkârı koruyucu ve destekleyici tedbirleri alır.” hükmünü
öngörmektedir. İtiraz konusu kural ise kiracı ile kiraya veren arasında
yapılan kira sözleşmesinin kiraya veren tarafından son verilmesine ilişkin
şartları belirlemektedir. Bu nedenle, kuralda söz konusu işlemin muhatabı tüm
kiraya verenler ile kiracılar olup, esnaf ve sanatkârlara özgü bir düzenleme
bulunmamaktadır.
28. Açıklanan nedenle kural, Anayasa’nın 2., 13. ve 48. ve
maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
29. Kuralın Anayasa’nın 6., 35. ve 173. maddeleriyle bir ilgisi
görülmemiştir.
B- 6101 sayılı Kanun’un 1. Maddesinin İkinci Cümlesinde Yer
Alan “…sona erme…” İbaresi ile Geçici 2. Maddesinin “…on yıllık
uzama süresi dolmuş olanlar hakkında da yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki
yıl…” Bölümünün İncelenmesi
1-Anlam ve Kapsam
30. Kanun’un 1. maddesinin birinci cümlesinde kural olarak 6098
sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun yürürlüğe girdiği tarihten önceki fiil ve
işlemlere, bunların hukuken bağlayıcı olup olmadıklarına ve sonuçlarına, hangi
kanun yürürlükte iken gerçekleşmişse o kanun hükümlerinin uygulanacağı
öngörülmektedir. İtiraz konusu “sona erme” ibaresinin bulunduğu ikinci
cümlesinde ise Türk Borçlar Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden sonra bu fiil ve
işlemlere ilişkin olarak gerçekleşecek temerrüt, sona erme ve tasfiyenin Türk
Borçlar Kanunu hükümlerine tâbi olduğu belirtilmektedir.
31. Bir sözleşmenin uygulanmasından doğan uyuşmazlıklarda o
sözleşmenin tesis edildiği tarihte yürürlükte bulunan kuralların esas alınması
genel kural iken kanun koyucu sona erme durumunda 6098 sayılı Türk Borçlar
Kanunu hükümlerinin geçerli olduğunu kabul ederek özel bir düzenleme
getirmiştir.
32. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 347. maddesinin
birinci fıkrasının üçüncü cümlesi sözleşmenin sona ermesine ilişkin olduğundan,
belirli süreli kira sözleşmelerinde kiraya verenler açısından on yıllık uzama
süresi dolduğunda sözleşmenin feshi için 6101 sayılı Kanun’un 1. maddesine göre
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun geçerli olması gerekmektedir. Ancak 6101
sayılı Kanun’un geçici 2. maddesi, bir defaya mahsus olmak üzere, bir geçiş
hükmü getirmiştir. Buna göre 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun yürürlüğe
girmesinden önce kurulmuş belirli süreli kira sözleşmelerinden on yıllık uzama
süresi yürürlük tarihinde dolmuş olanlar için itiraz konusu kuralla iki yıl
daha uzama süresi verilmektedir.
33. Kanun’un 1.7.2012 tarihinde yürürlüğe girdiği dikkate
alındığında kiracı lehine 1.7.2014 tarihine kadar tanınan iki yıllık uzama
süresinin, 6098 sayılı Kanun’un 347. maddesinin birinci fıkrasının üçüncü
cümlesinin derhal uygulanmasıyla kiracıların karşılaşabilecekleri zarar ve
mağduriyetler ile doğması olası sorunların önlenmesine yönelik olduğu, bu
maddenin Kanun’a eklenmesi için verilen önergenin gerekçesinde açıklanmıştır.
2- İtiraz Gerekçesi
34. Başvuru kararında özetle, itiraz konusu kuralların
uygulanmasının kiracıların haklarına ve sözleşme özgürlüğüne müdahale
oluşturduğu, böylece hukuk devleti ilkesinin yanı sıra meşru amaç, hukukilik,
demokratik toplum düzeninin gerekleri ile ölçülülük ve hukuki
güvenlik ilkesinin zedelendiği belirtilerek kuralların, Anayasa’nın 2., 13. ve
48. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
3- Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
35. Anayasa’nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti
ilkesinin önkoşullarından biri kişilerin hukuki güvenliğinin sağlanmasıdır.
Hukuk devletinin sağlamakla yükümlü olduğu hukuki güvenlik ilkesi, hukuk
normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde
devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven
duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.
36. Kanun koyucu, önceki kanun döneminde kurulmuş ve etkilerini
yeni kanun döneminde devam ettiren kira sözleşmelerinde tarafların iradelerine
saygı gösterilmesi ve hukuki güvenliğin sağlanması amacıyla “geçmişe etkili
olmama kuralı”nı benimsemiş başka bir deyişle “eski kanunun uygulanması”
ilkesini prensip olarak kabul etmiştir. “Sona erme”
ibaresiyle sınırlı olarak esas incelemesi yapılan “…sona erme ve
tasfiye, Türk Borçlar Kanunu hükümlerine tabidir.” hükmü, eski Kanun
döneminde kurulmuş bir sözleşmeyi geçersiz kılmamakta veya sona ermiş bir
sözleşmeye müdahale etmemekte, hukuki sonuçlarını doğurmaya devam ettiren bir
sözleşmenin sona ermesi yönünden yeni kanun hükümlerinin geçerli olmasını
öngörmektedir. Kanun koyucu, sözleşmenin hukuk düzeninde etkilerini devam
ettirdiği aşamalardan birini teşkil eden ve kuralda sınırlı olarak incelemesi
yapılan “sona erme” ibaresi yönünden, temerrüt ve tasfiyedeki gibi
istisnai bir durum için yeni kanun hükümlerinin uygulanmasını benimsemiştir.
818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nda bulunmayan, 6098 sayılı Kanun’da yeni
düzenlemeler içeren temerrüt, sona erme ve tasfiye için sözleşmenin önceki
kanun döneminde yapılmış olması halinde de 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu hükümlerinin
uygulanmasının öngörülmesi, kanun koyucunun takdir yetkisinin kapsamındadır.
37. Hukukî güvenlik ilkesi,
değişen bir kuralın kişilere uygulanamamasını değil, mevcut kurallara güvenerek
hareket eden kişinin bu nedenle öngöremediği, olumsuz sonuçlarla karşı karşıya
kalmasını önlemeyi amaçlamaktadır. Kanun’un itiraz konusu kuralı oluşturan “…on
yıllık uzama süresi dolmuş olanlar hakkında da yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren iki yıl…” bölümünün de yer aldığı geçici 2. maddesi, konuya
ilişkin yeni kuralın derhal uygulanması halinde kiracıların
karşılaşabilecekleri olası sorunların önlenmesi, zarara uğramamaları ve mağdur
edilmemeleri için bir defaya mahsus olmak üzere 6098 sayılı Kanun’un 347.
maddesinin birinci fıkrasının üçüncü cümlesinin yürürlüğe girmesini iki yıl
süreyle erteleyerek kiracıları koruma altına almaktadır. Böylece kira
sözleşmelerinde kiracıların lehine bir düzenleme yapılmış ve kira
sözleşmelerinde on yıllık uzama süresinin bu Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihte
dolmuş olması halinde kiraya verene tanınan sözleşmeyi sona erdirme hakkının
kullanılmasının belli bir süre ertelenmesiyle kiracı ile kiraya verenin hakları
arasında makul bir denge sağlanmaya çalışılmıştır.
38. 6098 sayılı Türk Borçlar
Kanunu’nun 347. maddesinin birinci fıkrasının üçüncü cümlesinde kiraya
verene tanınan sözleşmeyi sona erdirme yetkisinin, Kanun’un yürürlüğe girdiği
tarihte uygulanmasının mümkün olmaması ve bu konuda iki yıllık geçiş sürecinin
öngörülmüş olması gözetildiğinde kuraldaki “sona erme” ibaresi yönünden
“geçmişe etkili olmama kuralı” uygulanmayarak yeni kanunun yürürlüğünün
kabul edilmesi hukuki güvenliği ve sözleşme özgürlüğünü zedelememektedir.
39. Açıklanan nedenle kurallar, Anayasa’nın 2., 13. ve 48.
maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
40. Serdar ÖZGÜLDÜR, Kanun’un geçici 2. maddesinin “…on yıllık
uzama süresi dolmuş olanlar hakkında da yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki
yıl…” bölümü yönünden bu görüşe katılmamıştır.
IV- HÜKÜM
A- 11.1.2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 347.
maddesinin birinci fıkrasının üçüncü cümlesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve
itirazın REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
B- 12.1.2011 tarihli ve 6101 sayılı Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü
ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un;
1- 1. maddesinin ikinci cümlesinde yer
alan “…sona erme…” ibaresinin Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve itirazın REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
2- Geçici 2. maddesinin “…on yıllık
uzama süresi dolmuş olanlar hakkında da yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki
yıl…” bölümünün Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE,
Serdar ÖZGÜLDÜR’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
7.9.2016 tarihinde karar verildi.
Başkan
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
Burhan ÜSTÜN
|
Başkanvekili
Engin YILDIRIM
|
Üye
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Serruh KALELİ
|
Üye
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|
Üye
Recep
KÖMÜRCÜ
|
Üye
Nuri NECİPOĞLU
|
Üye
Hicabi DURSUN
|
Üye
Celal Mümtaz
AKINCI
|
Üye
Muammer TOPAL
|
Üye
M. Emin KUZ
|
Üye
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
Üye
Kadir ÖZKAYA
|
Üye
Rıdvan GÜLEÇ
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
“Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun
Tasarısı” Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Adalet Komisyonunda görüşülüp
TBMM Genel Kuruluna gönderilmiş ve TBMM’ce de 12.1.2011 tarih ve 6101
sayılı Kanun olarak kabul edilerek 4.2.2011 tarih ve 27836 sayılı Resmî
Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Bu Kanun’un iptal istemine konu Geçici Madde 2’nin ne Kanun
Tasarısı’nda ne de TBMM Adalet Komisyonu’nca kabul edilen metinde yer
almadığı, bu düzenlemenin TBMM Genel Kurulu’nda yapılan görüşme esnasında
verilen bir “önerge” ile metne eklendiği anlaşılmaktadır.
Anayasa’nın 88. maddesinde “Kanun teklif etmeye Bakanlar Kurulu ve
milletvekilleri yetkilidir.
Kanun tasarı ve tekliflerinin Türkiye Büyük Millet Meclisinde
görüşülme usul ve esasları İçtüzükle düzenlenir.” denilmektedir. Anayasa’nın
88. maddesinin birinci fıkrasının ihlâli sonucu bir yasalaştırma söz konusuysa,
bu konudaki ihlâl Anayasa’nın 148. maddesi anlamında bir “şekil sakatlığı”na
değil, doğrudan 88. maddesine aykırı düşer ve yapılacak anayasal denetimin,
“şekil bakımından” değil, “esas bakımından” söz konusu olması gerekir. 88.
maddenin ikinci fıkrasındaki “Kanun tasarı ve tekliflerinin Türkiye Büyük
Millet Meclisinde görüşülme usul ve esasları İçtüzükle düzenlenir” hükmünün de,
bu açıklama çerçevesinde yorumlanması ve bu düzenlemenin aynı maddenin birinci
fıkrasındaki anayasal hüküm doğrultusunda anlaşılması ve hüküm ifade etmesi
gerekir. Yani, birinci fıkraya aykırı bir durum söz konusu ise artık ortada
doğrudan bir Anayasa ihlâli söz konusu olacak ve Anayasa’nın bu hükmünün bir
tekrarından ibaret olan TBMM İçzüğü’nün 35. maddesinin ihlâli nedeniyle,
Anayasa’nın 148. maddesinde belirtilen (ve son oylamaya ilişkin olmadığından
kanunun iptalini gerektirmeyen) bir şekil sakatlığından ve şekil denetiminden
değil; 88. maddenin birinci fıkrasının ihlâli sonucu esası ilgilendiren bir
sakatlıktan ve esas denetimden söz edilebilecektir.
Davanın somutu ile ilgili olarak düzenleme öngören TBMM
İçtüzüğü’nün “Komisyonların yetkisi, toplantı yeri ve zamanı” başlıklı 35.
maddesinin ilgili bölümleri şöyledir: “Komisyonlar, kendilerine havale edilen
kanun tasarı ve/veya tekliflerini aynen veya değiştirerek kabul veya reddedebilirler;
birbirleriyle ilgili gördüklerini birleştirerek görüşebilirler ve Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığınca kendilerine ayrılan salonlarda toplanırlar.
Ancak, komisyonlar, 92 nci maddedeki özel durum dışında kanun
teklif edemezler, kendilerine havale edilenler dışında kalan işlerle
uğraşamazlar. Başkanlık Divanının kararı olmaksızın Genel Kurulun toplantı
saatlerinde görüşme yapamazlar ve kanun tasarı ve tekliflerini bölerek ayrı
ayrı metinler halinde Genel Kurula sunamazlar…”
Anayasa’nın 88. maddesinin birinci fıkrasının açık amir hükmü
karşısında, TBMM İçtüzüğü’nün 87. maddesi gerekçe gösterilerek, görüşülmekte
olan bir tasarı veya teklifin konusu olmayan “başka” kanunlarda ek ve
değişiklik getiren “yeni bir kanun teklifi mahiyetindeki” değişikliklerin
“Genel Kurul” tarafından da yapılamayacağı açıktır.
İçtüzüğün 35. maddesinin yukarıdaki açık metninden de açıkça
anlaşılacağı üzere, komisyonların kendilerine havale edilen kanun tasarı ve
tekliflerini görüşme yetkileri sınırlandırılmış olup, komisyonların İçtüzüğün
92 nci maddesindeki özel durum dışında (genel veya özel af ilanını içeren kanun
tasarı ve teklifleri) kanun teklif etme yetkileri yoktur. Keza Genel Kurulu’nda
bu yönde bir yetkisi bulunmamaktadır.
Yukarıda belirtilen ve iptali istenen kurallar
“Tasarı” metninde yer almadığı halde, TBMM Genel Kurulu’nda verilen bir
önergenin benimsenmesi suretiyle kanunlaştırıldığından; bu durum
Anayasa’nın 88. maddesinin birinci fıkrasına (dolayısıyla da bu
hükmün açıklanması mahiyetinde bulunan TBMM İçtüzüğü’nün 35. maddesine) açıkça
aykırı düşmektedir.
Anayasa’nın 148. maddesindeki “Kanunların şekil bakımından
denetlenmesi, son oylamanın, öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı…
hususları ile sınırlıdır…” hükmünün de bu belirlemeye etkisinin olamayacağı
kuşkusuzdur. Gerçekten, 88 nci maddenin birinci fıkrasına açıkça aykırı bir
yasama faaliyeti sözkonusu olduğundan, Genel Kurulca öngörülen çoğunlukla
yapılacak bir “son oylama”nın belirtilen Anayasa’ya aykırılığı düzelteceği
kabul edilemez. Ancak 88 inci maddenin birinci fıkrasına uygun bir yasama
faaliyeti içerisinde 148 inci maddedeki “şekil denetimi” kuralı işletilebilir.
Davanın somutunda ise yukarıda açıklandığı üzere, aksi yönde bir yasama
faaliyeti bulunduğu görüldüğünden; 148 inci maddenin bu davanın somutunda
uygulama kabiliyeti bulunmamaktadır. (Bu konudaki bir inceleme için bkz.: Torba
Yasalar ve Yasama sürecindeki İçtüzük Hükümlerinin Şekil Denetimi Sorunu, Hıfzı
DEVECİ, TBB Dergisi, 2015 (117) s. 55-90)
Esasen Anayasa Mahkemesinin 25.12.2008 tarih ve E.2008/71,
K.2008/183 sayılı kararına (RG 9.4.2009, Sayı:27195) konu iptal davası
başvurusunun içeriğinden de, bu şekildeki bir uygulamanın TBMM İçtüzüğü’nün 35.
maddesine aykırı düştüğünün TBMM Başkanlığınca saptandığı ve ilgili komisyona
kabul edilen tasarı metninin iade edilmesine karşılık, ilgili komisyonca iade
edilen tasarı metninin yeniden bir üst yazı ile Genel Kurulun onayına sunulmak
üzere TBMM Başkanlığına geri gönderildiği ve akabinde yasalaştığı anlaşılmaktadır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle, 12.1.2011 tarih ve 6101 sayılı
Kanun’un Geçici 2. maddesinin iptal istemine konu “…on yıllık uzama süresi
dolmuş olanlar hakkında da yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki yıl…”
bölümünün iptali gerektiği kanaatine vardığımdan; aksi yöndeki çoğunluk
kararına katılmıyorum.