“Malvarlığına ilişkin davalarda genelde nisbi harç alınmaktadır.
Bu harç, kabul edilen dava değerinin %6,831 (binde 68,31)'dir. Mahkemelerce
verilen kabul kararlarında, dava değeri üzerinden alınan, hazineye irat
kaydedilen harç bu harçtır. Bu harç için yargılamanın safahatine göre
aşamalarda alınan ve neredeyse dosyanın esası kadar emek ve mesai kaybına sebep
olan, yargılamayı uzatan bir sistemle tahsil edilmektedir. Şöyle ki;
Dava açılırken davanın değeri ne kadar olursa olsun kısmi veya
belirsiz alacak davası olarak 10-20 TL veya 100-200 TL veya 1.000-2.000 TL gibi
cüzi miktarlar üzerinden dava açılmaktadır. Bu gösterilen dava değeri üzerinden
hesaplanan binde 68,31 oranındaki harcın 1/4'ü (maktu başvuru harcından az
olmamak üzere) alınmaktadır.
Yargılama devam ederken, alınan bilirkişi raporu veya dava
değerinin başka bir şekilde belirli hale gelmesi durumunda ise bu kez aradaki
farkın binde 68,31'in 1/4'üne (cismani 1/20) karşılık gelen kısmı, ıslah veya
bedel artırım yoluyla ikmal edilmektedir. Bu da genelde son celseye tekabül
etmektedir.
Bu aşamadan sonra iki ihtimal vardır. Ya dava reddolunarak tüm
bu harçlar iade olunacaktır ya da dava kabul olunarak bu kez kabul edilen
miktar üzerinden eksik kalan 3/4'lük bakiye karar harcı tahsil edilecektir.
Görüldüğü üzere yargı makamlarının asıl işlevi adaletin tesisi
olmasına rağmen aşamalarda ve süreklilik arz edecek şekilde harç ikmali
yapmaktadır. Bu durum yargılamayı sekteye uğratmaktadır. Aslolan yargılamanın
kesintisiz ilerlemesidir. Harç ikmali için verilen süreler, harçların ikmal
edilmemesi durumunda dosyaların işlemden kaldırılması ve devamında 3 ay içinde
ödenmesi halinde tekrar işleme konulması, ödenmemesi halinde de açılmamış
sayılmasına karar verilmesi yargılama safahatını olumsuz etkileyen ve sekteye
uğratan usullerdir. İptalini talep ettiğimiz husus bu aşamaların sayısını
düşürmeye yöneliktir.
Ayrıca 11 numaralı itiraza konu ettiğimiz davanın kabulü ile
birlikte bu maddenin işlevi azalacaktır. Şöyle ki; davacı davasını yaklaşık
değerden (11 nolu iptal doğrultusunda yapılacak kanuni düzenlemeye göre)
açacaktır. Yaklaşık değer üzerinden dava açılması halinde yargılama sonunda
netleşen asıl alacağın miktarı ile yaklaşık değer arasında fazlaca fark
olmayacağından devletin yoksun kaldığı peşin harç oldukça cüzi bir miktara
düşecektir. Buna dayanarak harç tamamlama yoluna gidilmeksizin duruşmada sözlü
olarak talep arttırılarak dosya karara bağlanacaktır. Böylece hem devletin
peşin alacağı harç bir an önce ve tek seferde alınacak hem de bu maddenin
iptali ile ıslah ve bedel arttırım için süre verilmesi prosedürü ortadan
kalkmış olacaktır. Davacı duruşmada bedel arttırım beyanında bulunması ile
birlikte harç ikmal etmek için bir celse daha tehir etmeye lüzum kalmaksızın
hüküm kurulacaktır. Bu da yargılamada 1 celse erken nihayete erdirmektir ki
diğer itiraz konularıyla birlikte değerlendirdiğimizde tüm yargılama safahatı
önemli derecede kısalacaktır. Kaldı ki karar aşamasına gelen dosya sırf harç
ikmali için bir kez daha ele alınmayacak ve mahkemelerin iş yükü azalacaktır.
Yine davaların reddolunma ihtimalinde de son celse tamamlattığımız harç, davayı
reddettiğimizde talep üzerine iade edilmektedir. Yani son celse öncesinde, daha
ne karar verileceği dahi bilinmeden, harç alıp davayı reddettiğimizde harcı
iade etmenin de pratikte sisteme hiçbir faydası yoktur.
Yine bu hükmün iptali ile yargılama giderlerinden olan harçların
hesaplanmasındaki karışıklık da ortadan kalkmış olacaktır. Mevcut hali ile
eksik kalan karar ve ilam harcı şu şekilde hesaplanmaktadır; öncelikle kabul
edilen dava değeri üzerinden binde 68,31 oranında harç hesaplanmakta sonra bu
harçtan ıslah-tamamlama harcı mahsup edilmekte, sonra bu miktardan da
başlangıçta yatırılan peşin harç mahsup edilmekte, bakiye ise gerekçeli karara
yazılmaktadır. Yukarıda bahsettiğimiz kısımların iptali ile yaklaşık değer
üzerinden alınan harç dava reddolununca iade olunacak, kabul olunca da bakiye
için küçük bir hesaplama yapılarak davalıdan (davanın kabulünde) tahsil
edilecektir.
İPTALİ İSTENEN KANUN MADDESİNİN ANAYASA'ya ve AİHS'ye AYKIRILIĞI
VE HUKUKİ GEREKÇESİ :
Anayasa'nın 2. maddesi (Cumhuriyetin nitelikleri-Hukuk devleti)
uyarınca yapılan değerlendirmede;
Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti eylem ve
işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren,
hukuki güvenliği sağlayan, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan,
hukuk kurallarıyla kendini bağlı sayan ve yargı denetimine açık olan devlettir.
(AYM, E.2023/161, K.2024/53, 22/02/2024, § …) (AYM, E.2017/48, K.2017/129,
26/07/2017, § …)
Anayasa’nın anılan maddesinde güvence altına alınan hukuk
devleti ilkesi gereği kanunlar kamu yararı amacıyla çıkarılır. Anayasa
Mahkemesinin kararlarına göre kamu yararı genel bir ifadeyle bireysel, özel
çıkarlardan ayrı ve bunlara üstün olan toplumsal yararı ifade etmektedir.
Kanunun amaç ögesi bakımından Anayasa’ya uygun sayılabilmesi için
çıkarılmasında kamu yararı dışında bir amacın gözetilmemiş olması gerekir.
Kanunun kamu yararı dışında bir amaçla yalnız özel çıkarlar için veya yalnızca
belirli kişilerin yararına olarak çıkarılmış olduğu açıkça anlaşılabiliyorsa
amaç unsuru bakımından Anayasa’ya aykırılık söz konusudur. (AYM, E.2023/161,
K.2024/53, 22/02/2024, § …)
Diğer yandan kanun koyucu, takdir yetkisi kapsamındaki
düzenlemeleri yaparken hukuk devleti ilkesinin de bir gereği olan ölçülülük
ilkesiyle bağlıdır. Söz konusu ilke, kuralda öngörülen düzenleme ile ulaşılmak
istenen amaç arasında makul bir dengenin bulunmasını gerektirmektedir (AYM,
E.2020/95, K.2022/3, 26/1/2022, § 17; E.2019/88, K.2022/159, 13/12/2022, § 28).
(AYM, E.2023/161, K.2024/53, 22/02/2024, § …)
Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön
koşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki
güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem
ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde
bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.
Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden
herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır
ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına
karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir. Bu bakımdan kanunun metni,
bireylerin gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle hangi somut eylem ve
olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını belli bir açıklık ve
kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek düzeyde kaleme alınmış olmalıdır.
Dolayısıyla kanunun uygulanması öncesinde muhtemel etki ve sonuçlarının yeterli
derecede öngörülebilir olması gereklidir (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013;
Karlis A.Ş., § 34). Belirlilik ilkesi hukuksal güvenlikle bağlantılı olup
birey, belirli bir kesinlik içinde hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal
yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini
doğurduğunu kanundan öğrenebilme imkânına sahip olmalıdır. Birey, ancak bu
durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörüp davranışlarını düzenleyebilir
(Karlis A.Ş., § 34).
Dava sonucu ne yönde karar verileceği belli olmamasına rağmen
kabul gibi düşünülerek harcın ikmal edilmesi hukuki belirlilik ilkesine
aykırıdır. Bu durum aynı zamanda hukuki güvenlik ve belirliliğin ve hukuki
istikranın tesis edilmesine aykırıdır.
Anayasa'nın 5. (Devletin Temel Amaç Ve Görevleri-kişinin temel
hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak
surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak) uyarınca
yapılan değerlendirmede;
Anayasa'nın 5. maddesinde "Devletin temel amaç ve
görevleri, Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin
bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun
refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini,
sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan
siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî
varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."
denilmektedir. Buna göre kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu
sağlamak devletin temel amaç ve görevlerindendir.
Anayasa'nın 5. maddesinde; kişinin temel hak ve hürriyetlerini,
sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan
siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak, insanın maddi ve manevi
varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak devletin temel
amaç ve görevleri arasında sayılmıştır. Buna göre bireylerin yaşam şartlarının
iyileştirilmesi ve hak ve özgürlüklere ulaşmalarının önündeki her türlü engelin
kaldırılması devletin anayasal bir ödevidir. (Tuğçe Akgül Maraş, B. No:
2019/6744, 1/11/2023, § …)
Bu kapsamda yapılan değerlendirmede tamamlama harcı veya ıslah
harcı yatırılmaması halinde dosyanın işlemden kaldırılacağı hususu vatandaşın
adalete erişme hakkına orantısız bir sınırlama getirmiş olmakla hukuk devleti
ilkesine aykırıdır. Ayrıca davanın kazanılıp kazanılmayacağı da henüz belirli
değilken bu harcın alınması belirlilik ilkesine de aykırıdır.
Anayasa'nın 13. maddesi (Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması)
uyarınca yapılan değerlendirmede;
Anayasa’nın 13. maddesinde “Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” denilmektedir. Buna göre mahkemeye erişim
hakkına sınırlama getiren düzenlemelerin kanunla yapılması, ayrıca Anayasa’da
öngörülen sınırlama sebebine uygun ve ölçülü olması gerekir.
Esasen temel hakları sınırlayan kanunun bu niteliklere sahip
olması Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye alınan hukuk devleti ilkesinin de
bir gereğidir. Hukuk devletinde, kanuni düzenlemelerin hem kişiler hem de idare
yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net,
anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî
uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir. Kanunda bulunması gereken
bu nitelikler hukuki güvenliğin sağlanması bakımından da zorunludur. Zira bu
ilke hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve
işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu
güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (AYM,
E.2015/41, K.2017/98, 4/5/2017, §§ 153, 154). Dolayısıyla Anayasa’nın 13. maddesinde
sınırlama ölçütü olarak belirtilen kanunilik, Anayasa’nın 2. maddesinde
güvenceye bağlanan hukuk devleti ilkesi ışığında yorumlanmalıdır.
Anayasa’nın 13. maddesinde güvence altına alınan ölçülülük
ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden
oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen sınırlamanın amaca ulaşmaya elverişli
olmasını, gereklilik amaç bakımından sınırlamanın zorunlu olmasını, diğer bir
ifadeyle aynı amaca daha hafif bir sınırlama ile ulaşılmasının mümkün
olmamasını, orantılılık ise hakka getirilen sınırlama ile amaç arasında makul
bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir. Kuralla mahkemeye erişim
hakkına getirilen sınırlamanın elverişlilik, gereklilik ve orantılılık alt
ilkelerine uygun olması gerekir.
Bu kapsamda mahkemeye erişim hakkını sınırlamaya yönelik bir
kanuni düzenlemenin şeklen var olması yeterli olmayıp kuralların keyfîliğe izin
vermeyecek şekilde belirli ve öngörülebilir nitelikte olması gerekir.
Nispi karar ve ilam harcının yalnızca dörtte birinin peşin, geri
kalanının ise kararın tebliğinden itibaren bir ay içinde ödeneceğini, ayrıca
yargılama giderleri bağlamında karar ve ilam harcının aleyhine hüküm verilen
taraftan alınmasına karar verileceğini öngören kanun koyucunun, bu yöndeki
iradesine rağmen karar celsesinde harcı tamamlamak üzere duruşmanın talikine
karar verilmesi adil yargılanma, davanın en az giderle ve mümkün olan süratle
sonuçlandırılması ilkesine aykırıdır.
Bu kapsamda yapılan değerlendirmede ilgili madde, sınırlamanın
belirtilen gerekçelerle amaca ulaşmaya elverişli olmadığı, çünkü harcın
yaklaşık değer üzerinden ve yargılamanın en başında alınmayıp sonradan yargılamanın
uzamasına sebebiyet verecek şekilde harç alınmasının yargılamayı uzattığı,
davanın reddedilme ihtimalinde bu harçların tamamen iade edildiği de
gözetildiğinde düzenlemenin elverişsiz bir sınırlama öngördüğü, amaç bakımından
sınırlamanın zorunlu olmaması nedeniyle gereklilik ölçütüne aykırı olduğu çünkü
bu sınırlamayı zorunlu kılacak bir durumun söz konusu olmadığı, harcın eksik
kalanının bir celse sonra alınmasının sınırlamayı zorunlu kılacak bir sebep
olarak öngörülemeyeceği, diğer bir ifadeyle aynı amaca daha hafif bir sınırlama
ile ulaşılmasının mümkün olduğu, hakka getirilen sınırlama ile amaç arasında
makul bir dengenin gözetilmemesi nedeniyle orantılılık ölçütüne aykırı olduğu,
amaç ve hukuki yarar unsurlarında sakatlık olduğundan yani hukuki yarar
olmadığından ve pozitif bir gayesi olmadığından kısıtlamanın keyfi olduğu
sonucuna varılmıştır.
Anayasa'nın 35. maddesi (Mülkiyet Hakkı) uyarınca yapılan
değerlendirmede;
Anayasa’nın 35. maddesinde “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir./Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir./
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.” denilmektedir.
Anayasa’nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer
ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını
kapsamaktadır (AYM, E.2018/106, K.2019/80, 16/10/2019, § 14). Bu bağlamda, mülk
olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul
mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikrî hakların
yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına
dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).
Bu bağlamda mülkiyet hakkı, maddi varlığı bulunan taşınır ve
taşınmaz mal varlığını kapsadığı gibi maddi bir varlığı bulunmayan hak ve
alacakları da içermektedir. Tamamlama veya ıslah harcının maddi varlığa ilişkin
olduğu ve mülk teşkil ettiği açıktır.
Nisbi harca tabi davalarda davanın reddine karar verilmesi
durumunda davacı ödediği nispi karar ve ilam harcının tamamını geri
alabilmektedir. Bununla birlikte dava sonuçlanana kadar geçecek süre içinde
davacının nispi karar ve ilam harcı olarak ödediği tutarın değer kaybına
uğrayabileceği açıktır.
İtiraz konusu kurallarla nispi karar ve ilam harcının dörtte
birinin peşin, geri kalanının kararın tebliğinden itibaren bir ay içinde
ödeneceği ve yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip
işlemlerin yapılamayacağı öngörülmüştür.
Başlangıçta alınmayan harcın yargılama devam ederken ikmal
edilmesi, yargılamanın uzamasına sebebiyet verdiği, alacaklının alacağına
kavuşamadığı gözetildiğinde kuralların mülkiyet hakkını ihlal ettiği sonucuna
ulaşılmıştır.
Anayasa'nın 36. maddesi (Hak Arama Hürriyeti-adil yargılanma
hakkı) uyarınca yapılan değerlendirmede;
Anayasa’nın 36. maddesinde “Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir./Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi
içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.” denilmektedir. Anılan maddeyle güvence
altına alınan dava yoluyla hak arama özgürlüğü, bir temel hak niteliği
taşımasının ötesinde diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde
yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden
birini oluşturmaktadır. Kişinin bir haksızlığa uğradığını iddia edebilmesinin
ya da maruz kaldığı haksız bir uygulama veya işleme karşı haklılığını ileri
sürüp kanıtlayabilmesinin, uğradığı zararı giderebilmesinin en etkili ve
güvenceli yolu yargı mercileri önünde dava hakkını kullanabilmesidir (AYM,
E.2017/178, K.2018/82, 11/7/2018, § 11).
Sözleşme’de açıkça yer almasa da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
(AİHM) mahkemeye erişim hakkını adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından
biri olarak nitelendirmektedir (Roche/Birleşik Krallık [BD], B. No: 32555/96,
19/10/2005, § 117; Stanev/Bulgaristan [BD], B. No: 36760/06, 17/1/2012, § 229).
AİHM, mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren
uygulamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal edebileceğini vurgulamaktadır
(Golder/Birleşik Krallık [GK], B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36).
Hak arama özgürlüğünün temel unsurlarından biri mahkemeye erişim
hakkıdır. Mahkemeye erişim hakkı, hukuki bir uyuşmazlığın bu konuda karar verme
yetkisine sahip bir mahkeme önüne götürülmesi hakkını da kapsar. Kişinin
uğradığı bir haksızlığa veya zarara karşı kendisini savunabilmesinin ya da
maruz kaldığı haksız bir uygulama veya işleme karşı haklılığını ileri sürüp
kanıtlayabilmesinin, zararını giderebilmesinin en etkili ve güvenceli yolu
yargı mercileri önünde dava hakkını kullanabilmesidir (AYM, E.2021/20,
K.2022/84, 30/6/2022, § 10).
İtiraz konusu kural ıslah veya tamamlama harcı ödenmek suretiyle
davaya devam olunacağı şartını öngörmek suretiyle mahkemeye erişim hakkına
sınırlama getirmektedir.
Adil yargılanma hakkı, niteliği gereği devletin düzenleme
yapmasını gerektiren bir haktır. Zira bu hakkın Anayasa'da zikredilmiş olması
kendi başına bir anlam ifade etmemekte, bireylerin bu haktan yararlanabilmesi
için devletin en azından yargı teşkilatını kurması ve yargılama usullerini
belirlemesi gerekmektedir. Devletin düzenleme yetkisini haiz olduğu alanlarda
belli ölçüde takdir yetkisine sahip olduğunun kabulü gerekir. Bu sebeple adil
yargılanma hakkına yönelik sınırlamalar getirilirken kanun koyucuyu bağlayan
belli bir meşru amaçlar listesi bulunmamaktadır. Ancak kanun koyucunun bu
takdir yetkisinin Anayasa Mahkemesinin denetimine tabi olduğu açıktır (İsmail
Avcı, B. No: 2019/12190, 22/2/2022, § 55).
AİHM; adil yargılanmanın bir unsurunu teşkil eden mahkemeye
erişim hakkının mutlak olmadığını, doğası gereği devletin düzenleme yapmasını
gerektiren bu hakkın belli ölçüde sınırlanabileceğini kabul etmektedir. Ancak
AİHM; bu sınırlamaların kişinin mahkemeye erişimini hakkın özünü zedeleyecek
şekilde ve genişlikte kısıtlamaması, zayıflatmaması gerektiğini ifade
etmektedir. AİHM'e göre meşru bir amaç taşımayan ya da uygulanan araç ile
ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi kurmayan sınırlamalar
Sözleşme'nin 6. maddenin birinci fıkrasıyla uyumlu olmaz (Sefer Yılmaz ve
Meryem Yılmaz/Türkiye, B. No: 611/12, 17/11/2015, § 59; Eşim/Türkiye, B. No:
59601/09, 17/9/2013, § 19; Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No:
28028/95, 19/2/1998, § 34).
AİHM, bu ilkeler uyarınca mahkemelerin dava açılabilmesi için
öngörülen yasal yükümlülükleri uygularken hem yargılama adaletinin
zayıflamasına yol açacak düzeyde aşırı şekilcilikten hem de kanunlarda
öngörülen usule ilişkin gereklilikleri abes hâle getirecek seviyede aşırı
esneklikten kaçınması gerektiğini belirtmektedir. AİHM, kuralların belirliliği
ve iyi adalet yönetimini sağlama amacına hizmet etme işlevlerini yitirmesi
hâlinde ve davaların esasının yetkili mahkeme tarafından karara bağlanmasını önleyecek
birtakım bariyerler oluşturma fonksiyonu görmeleri durumunda mahkemeye erişim
hakkının zedeleneceğini ifade etmektedir (Eşim/Türkiye, § 21)
Yargılama sürecinin uzamasında yetkili makamlara atfedilecek
gecikmeler, yargılamanın süratle sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin
gösterilmemesinden kaynaklanabileceği gibi yapısal sorunlardan ve organizasyon
eksikliğinden de ileri gelebilir. Anayasa’nın 36. ve 141. maddeleri devlete,
hukuk sisteminin -yargılama makamlarının davaları makul bir süre içinde karara
bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere- adil yargılanma hakkının
güvencelerini yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu
yüklemektedir. Devlet, yargılama sisteminde çözüm bekleyen uyuşmazlıkların ve
davaların makul sürede sonuçlandırılması için gerekli tüm tedbirleri almakla
yükümlüdür. Bu yükümlülük, hukuk sisteminin adil yargılanma hakkının temel
güvencelerini yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunun bir
görünümüdür.
Yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliklerinin yol açtığı
gecikmeler nedeniyle yargılama sisteminde çözüm bekleyen uyuşmazlıkların uzun
bir süre içinde artması ve birikmesi sonucu yargılamalarda makul sürenin
aşılması Anayasa'nın 36. maddesinin ihlaline yol açmaktadır. Anayasa’nın 36.
maddesi gereğince, yargılama sisteminin mahkemelerin davaları makul bir süre
içinde karara bağlama yükümlülüğünü yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi
zorunludur. Hukuk sisteminde var olan yapısal ve organizasyona ilişkin
eksikliklerin yargılama faaliyetinin makul sürede sonuçlandırılmamasını izah
edemeyeceği açıktır.
Bu kapsamda Anayasa'nın 36. maddesinde koruma altına alınan
makul sürede yargılanma hakkının korunmasının sağlanabilmesi, kamu makamlarının
kişilerin bu haklarını ihlal etmelerinin önüne geçilebilmesi için makul sürede
yargılanma hakkının ihlali iddialarına yönelik başvuruda bulunulabilecek etkili
hukuk yollarının bulunması gerektiği açıktır. Bu yolun şikâyet konusu
yargılamanın veya davanın uzun sürmesi nedeniyle ortaya çıkacak zararları
giderecek çözümler sunabilmesi gerekir.
Bu minvalde yapılan değerlendirmede ıslah veya tamamlama harcı
verilen tüm duruşmalar istisnasız olarak tehir edilmektedir. Bu durum davaların
esasının yetkili mahkeme tarafından karara bağlanmasını önleyecek birtakım
bariyerler oluşturmakla mahkemeye erişim hakkını zedeleneceği sonucuna
varılmıştır. Ayrıca celselerin artmasına sebebiyet verdiğinden bu düzenleme
makul sürede yargılanma hakkını da ihlal etmektedir.
Anayasa'nın 40. maddesi (Temel Hak Ve Hürriyetlerin Korunması)
uyarınca yapılan değerlendirmede;
Anayasa’nın 40. maddesinin birinci fıkrasında “Anayasa ile
tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkes, yetkili makama
geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.”
denilmiştir. Anılan hükme göre kişilerin yargı makamları ile idari makamlar
önünde haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanması anayasal bir
zorunluluktur. Bu zorunluluk, temel hak ve özgürlüğü ihlal edilen ya da ihlal
edildiğini iddia eden kişilerin ilgili yargı veya idari merciler nezdinde
şikâyetlerini dile getirmesi hususunda devlete gerekli ve yeterli mekanizmaları
oluşturarak uygun koşulları sağlama yükümlülüğü getirmektedir (AYM, E.2019/102,
K.2019/99, 25/12/2019, § 16).
Bu çerçevede Anayasa’nın anılan maddesinde güvence altına alınan
etkili başvuru hakkı; anayasal bir hakkının ihlal edildiğini ileri süren
herkese hakkın niteliğine uygun olarak iddialarını inceletebileceği makul,
erişilebilir, etkili, ihlalin gerçekleşmesini veya sürmesini engellemeye ya da
sonuçlarını ortadan kaldırmaya elverişli idari ve yargısal yollara başvuruda
bulunabilme imkânının sağlanmasını teminat altına almaktadır (AYM, E.2019/102,
K.2019/99, 25/12/2019, § 17).
Davanın ıslah veya bedel arttırım yoluyla harç ikmal edildikten
sonra yargılamaya devam edilmesi sonucu yargılamaların uzaması, adalete
erişimde makul ve etkili bir yol değildir. Devletin bu kapsamda uygun koşulları
sağlama yükümlülüğüne aykırıdır.
Anayasa'nın 141. maddesi (Duruşmaların Acık ve Kararların
Gerekçeli Olması-Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle
sonuçlandırılması) uyarınca yapılan değerlendirmede;
Yargılamada taraflara belirli usule ilişkin güvenceler sağlayan
adil yargılanma hakkının önemli unsurlarından biri de makul sürede yargılanma
hakkıdır. Anayasa'nın 141. maddesinde "Davaların en az giderle ve mümkün
olan süratle sonuçlandırılması yargının görevidir" denilmek suretiyle
davaların makul bir süre içinde bitirilmesi gerekliliği açıkça ifade
edilmiştir. Bu ilke gereğince devlet, yargılamaların gereksiz yere uzamasını
engelleyecek etkin çareler oluşturmak zorundadır. Bu bağlamda hukuk sisteminin
ve özellikle yargılama usulünün yargılamaların makul süre içinde bitirilmesini
mümkün kılacak şekilde düzenlenmesi ve davaların nedensiz olarak uzamasına yol
açacak usul kurallarına yer verilmemesi, mahkemelerin nicelik ve nitelik
bakımından yeterli miktarda insan kaynağı, araç ve gereçlerle donatılması makul
sürede yargılanma ilkesinin bir gereğidir (AYM, E.2013/4, K.2013/35,
28/2/2013). Dolayısıyla yargılamaların makul sürede tamamlanması amacıyla
mahkemeye erişim hakkına müdahalede bulunulması mümkündür.
Bu kapsamda yapılan değerlendirmede; davacı işçinin, ıslah veya
bedel arttırım ile harç tamamlanması nedeniyle 1 celse duruşma tehir olunması
nedeniyle doğrudan hakka ulaşması zorlaşmakta, bu durumun yargılamayı uzattığı,
bu maddenin usul hukuku açısından etkin bir hak arama yolu olmadığı
anlaşılmakla Anayasa'nın 141. maddesine aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.
Netice itibariyle yargılamanın son safhasına gelindiğinde harç tamamla
için de bir celse tehir edilmesinin yargılamayı uzattığı, harç eksikliğinin
zaten bir sonraki celse olan karar aşaması ile giderileceği ayrıca 11 numaralı
itiraz konusunun kabulü ile davalar yaklaşık değer üzerinden açılacağından harç
tamamlamaya da büyük oranda lüzum kalmayacağı gözetildiğinde itiraz konusu harç
tamamlamaya ilişkin hükmün Anayasa'nın, Hukuk devleti, Devletin kişinin temel
hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak
surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırma
yükümlülüğüne, Kanun Önünde Eşitlik, Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması,
Mülkiyet Hakkı, Hak Arama Hürriyeti, Temel Hak Ve Hürriyetlerin Korunması ve
davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması maddelerine
aykırılık teşkil ettiği anlaşılmakla iptaline karar verilmesi gerekmektedir.
6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanunun 43. maddesinin 3. fıkrası uyarınca Mahkemenizce re'sen
gözetilecek diğer gerekçeler de göz önünde bulundurularak iptal kararı
verilmesi talep olunur.
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Yukarıda açıklanan gerekçelerle;
1- Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasının 152/1 maddesi uyarınca,
492 sayılı Harçlar Kanunu'nun;
"Noksan tesbit edilen değer üzerinden harcın ödenmesi"
madde başlığıyla düzenlenen 30. maddesinde 1. fıkrasının
"Muhakeme sırasında...
...yalnız o celse için muhakemeye devam olunur, takip eden
celseye kadar...
ibarelerinin
Anayasanın 2., 5., 13., 35., 36., 40. ve 141. maddelerine aykırı
olması nedeniyle re'sen Anayasa Mahkemesine itiraz yoluna başvurulmasına ve
hükmün bu ibaresinin İPTALİNİN istenilmesine,
2- 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanunun 40. maddesi uyarınca;
a- Başvuru kararının aslı ile tutanağın ve dava dosyasında yer
alan evrakın onaylı birer örneğinin oluşturulacak dizi listesine bağlanılarak
bir dosya halinde Anayasa Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
b- Başvuru dosyasının Anayasa Mahkemesine gönderilmesinden
itibaren 5 ay BEKLENİLMESİNE, bu süre içinde karar verilmezse davanın
yürürlükteki hükümlere göre (Anayasa Mahkemesinin kararı esas hakkında karar
kesinleşinceye kadar gelmesi halinde Anayasa Mahkemesi hükmüne uyulması
koşuluyla) SONUÇLANDIRILMASINA,
3- Sayın Mahkemenin iptal yönünde tam bir kanaate ulaşmaması ve
gerek görmesi halinde 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanunun 43/1. maddesi uyarınca, bilgilendirilmemiz halinde,
hazır BULUNULACAĞINA,
4- 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanunun 41/2; "İtiraz yoluna başvuran mahkemede itiraz
konusu kuralın uygulanacağı başka dava dosyalarının bulunması hâlinde, yapılmış
olan itiraz başvurusu bu dosyalar için de bekletici mesele sayılır."
maddesi uyarınca mahkememizde birçok davanın bekletici mesele yapılacağı, bu
minvalde tüm dosyalardaki yargılamaların uzayacağı anlaşılmakla hak kayıpların
mahal vermemek adına sayın Anayasa Mahkemesince uygun görülmesi halinde
itirazların İVEDİ OLARAK değerlendirilmesinin istenilmesine,
5- Kararın bir nüshasının bilgi amaçlı olarak taraflara
tebliğine,”