“Kıdem tazminatının belli bir tavan ile sınırlanması Anayasaya
aykırıdır. Zira Anayasada eşitlik, mülkiyet, sözleşme özgürlüğü, ücrette adalet
sağlanmasına yönelik hükümler bu şekilde bir uygulamaya izin vermemektedir. Bu
uygulama şekli ile otuz günlük ücreti tavanı aşmayan işçiler ile otuz günlük
ücreti tavanı aşan işçiler açısından farklı uygulamanın hukuki bir izahı
yoktur. Vasıflı, nitelikli ve yüksek ücret ile çalışan işçiler ile diğer
işçiler arasında maddi haklar yönünden bir dengesizlik mevcuttur. Bugün özel
sektörde istihdam edilen bir kısım işçiler yüksek yevmiyeler almalarına rağmen
kıdem tazminatı ödemesinde bu husus yok sayılmaktadır.
İlgili düzenleme Anayasanın 10. maddesinde ifadesini bulan
eşitlik ilkesine de aykırıdır. Tavan sınırlamasının üzerinde ücret alan
işçilerin kıdem tazminatı uygulamasında bir sınıra tabi tutulması; yasal 30
günlük ücretin ve sözleşme özgürlüğünün tavan miktarının altında ücret alan
işçiler için tanınmasına rağmen, tavan miktarının üzerinde ücret alanlar için
sözleşme özgürlüğünün yok sayılması ve yasal sürenin altında tazminat
almalarına sebebiyet vermesi bakımından eşitlik ilesine aykırı olduğu açıktır.
Kaldı ki devlet memurları ikramiyelerinin tek yükümlüsü devlet
olmasına rağmen kıdem tazminatının yükümlüsü sadece kamu kurumları veya devlet
değildir. Kamuda çalışan işçilerin toplam işçi sayısına oranı gittikçe düşmüş
ve halihazırda yüzde 15 seviyesindedir. Aynı şekilde pek çok kamu hizmeti alt işverenlere
ihale edilmek suretiyle yerine getirilmektedir. Bu durumda işçi kıdem
tazminatının memur ikramiyesine bağlanması yerinde değildir. Ayrıca aldıkları
maaşlar göz önünde bulundurulduğunda kıdem tazminatı tavanını geçen işçi sayısı
oransal olarak çok düşük kalmıştır. Buradaki amaç tüm işçiler arasında alınan
maaşa göre adaleti sağlamaktır. Kanunun mevcut hali ile mutlak eşitlik
sağlanması amaçlanmaktadır. Ancak aslolan nisbi eşitlik yani eşitlerin
eşitliğidir.
Avrupanın ve dünyanın çoğu gelişmiş ülkesinde kıdem tazminatı
uygulaması ya yoktur ya da verilen taznimat yok denecek kadar azdır. Mesela
ABD, Avusturalya, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Finlandiya, İrlanda, Yeni
Zelanda, Norveç, Polonya ve İsveç ülkelerinde kıdem tazminatı uygulaması
yoktur. Burada örnek verilen ülkeler çalışanına çalıştığı süre boyunca hayatını
ve ileriki yaşamını idame ettirecek kadar ücret verdiğinden veya başkaca sosyal
haklar tanındığından kıdem tazminatına ihtiyaç duyulmamaktadır. Ülkemiz asgari
ücret sıralamasında dünya ülkelerinin oldukça gerisindedir. Bir ülkede asgari
ücret dışında çalışanlar ile asgari ücretle çalışanların aldıkları ücretlerin
paralellik gösterdiği düşünüldüğünde ülkemizde asgari ücret dışında ücret alan
işçilerin de aldıkları ücretlerin düşük olduğu yani asgari ücreti çok üstünde
olmadığı anlaşılacaktır. Netice itibariyle çalıştığı dönem boyunca avrupa
ülkelerine kıyasen düşük ücret alan işçilerin avrupadaki uygulamadan farklı
olarak kıdem tazminatı almaları zaruridir. Ve bu tazminatın her yıl belirlenen
bir tavana takılması suretiyle işçinin emeğinin karşılığını alamamasının adil
olmadığı, giydirilmiş ücreti, tavanı geçen işçilerin de geçmeyen işçiler gibi
en fazla aynı tavandan alması eşitsizliğe neden olduğu gözetildiğinde
düzenlemenin hukukun temel ilkelerine aykırı olduğu açıktır. Bu itiraz
davasının pratikte az sayıda kişiyi kapsadığı gözetildiğinde işverenlerin az
bir miktar aleyhine olacaktır. TÜİK verilerine göre ücretli çalışan sayısının
2024 yılı Ocak ayında 15 milyon 22 bin 900 kişi olduğu, 6 milyon 390 bin
kişinin asgari ücret aldığı, asgari ücret ve asgari ücretin iki katı arasında
ücret alan çalışan sayısının toplam 13 milyon olduğu göz önünde
bulundurulduğunda kıdem tazminatı tavanına yaklaşan çalışan sayısının bu
haliyle dahi 2 buçuk milyon olduğu, kıdem tazminatı tavanının 01/07/2024 tarihi
itibariyle 41.828,42 TL olduğu da gözetildiğinde bu miktarı geçen kişi
sayısının oldukça az olduğu anlaşılacaktır. Bu rakamlar da bir yana teoride
yargısal makamlar, sıfatına bakmaksızın, herkesin hakkını korumak zorundadır.
Dolayısıyla bu koruma işçiler arasında eşitsizliğe neden olacak bir şekilde
olmamalıdır. Ülkenin ekonomik koşulları maliyetleri arttırıp işverenlerin
durumunu zorlaştırsa da işçinin emeğinden büyük karlar elde eden işverenlerin,
kar marjlarından bir nebze feragat ederek işçinin emeğinin karşılığını ödeyecek
erdemi göstermeleri, kendilerinden beklenendir. Kaldı ki ülkemizde işçi
sınıfında çalışanların oransal olarak az bir miktarı bu tavanın üstünde ücret
almaktadır. Yani bu iptal işverenlerin aşırı derecede aleyhine olacak bir durum
oluşturmayacaktır. Bunun yanı sıra kıdem tazminatı hak etmeden işten ayrılanlar
da göz önünde bulundurulduğunda kıdem tazminatı tavanını aşan sayı gittikçe
azaldığı, bu haliyle 12/9/1980 yürürlük tarihli kanunun madde gerekçesinde
belirtilen iş barışını olumsuz etkileme, ekonominin içinde buluduğu şartlara
tamamen ters düşen ve sosyal dengesizliklere neden olduğu gerekçelerinde
belirtildiği gibi ciddi bir boyutta olmadığı anlaşılacaktır.
Ekte sunduğumuz belgelerden de anlaşılacağı üzere ülkemizde ve
avrupada asgari ücretin euro bazında dağılımından ve yine ekte yer alan diğer
belgelerden de anlaşılacağı üzere asgari ücret sıralamasında çok gerilerde olan
ülkemizde kıt kanaat maaş ile tüm hayatını çalışarak geçiren işçinin yıllarca
emek verdiği işyerinden emekli olduğunda hayatının geri kalan kısacak zamanını
idame ettirecek kadar tazminat alamaması ve bunun kıdem tazminatı tavanı gibi
yasa maddeleri ile sınırlandırması toplum vicdanını yaralayan ve hukukun temel
ilkelerine aykırı bir husus olduğu ve hukuken korunmaya değer bir yapıda
olmadığı anlaşılacaktır.
İşçi tarafından bakıldığında kendisine iş güvencesi sağlanması,
işyerine kattığı değer nedeniyle telif hakkına sahip olunması, nihayetinde de
uzun yılların bir birikimi ve bir ödülü olarak kıdem tazminatının bir hak
olarak değerlendirilmesi mümkündür. Bu kapsamda kıdem tazminatından
vazgeçilmesi düşünülemeyeceği gibi, alınmasını zorlaştıran yapının
kolaylaştırıcı hale getirilmesi gerekmektedir. İşçiler açısından sorun, kıdem
tazminatının alınamamasına neden olanların giderilmemesi sorunudur(Uğur,2009).
İPTALİ İSTENEN KANUN MADDESİNİN ANAYASA'ya ve AİHS'ye AYKIRILIĞI
VE HUKUKİ GEREKÇESİ :
Anayasa'nın 2. maddesi (Cumhuriyetin nitelikleri-Hukuk devleti)
uyarınca yapılan değerlendirmede;
Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti eylem ve
işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren,
hukuki güvenliği sağlayan, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan,
hukuk kurallarıyla kendini bağlı sayan ve yargı denetimine açık olan devlettir.
(AYM, E.2023/161, K.2024/53, 22/02/2024, § …), (AYM, E.2017/48, K.2017/129,
26/07/2017, § …)
Anayasa’nın anılan maddesinde güvence altına alınan hukuk
devleti ilkesi gereği kanunlar kamu yararı amacıyla çıkarılır. Anayasa
Mahkemesinin kararlarına göre kamu yararı genel bir ifadeyle bireysel, özel
çıkarlardan ayrı ve bunlara üstün olan toplumsal yararı ifade etmektedir.
Kanunun amaç ögesi bakımından Anayasa’ya uygun sayılabilmesi için
çıkarılmasında kamu yararı dışında bir amacın gözetilmemiş olması gerekir.
Kanunun kamu yararı dışında bir amaçla yalnız özel çıkarlar için veya yalnızca
belirli kişilerin yararına olarak çıkarılmış olduğu açıkça anlaşılabiliyorsa
amaç unsuru bakımından Anayasa’ya aykırılık söz konusudur. (AYM, E.2023/161,
K.2024/53, 22/02/2024, § …)
Bu haliyle kıdem tazminatı tavanı kamu yararı amacı
taşımamaktadır. Tüm işçileri için getirilen bu sınırlama hak talep eden
işçilerin haklarını korumaktan uzaktır.
Diğer yandan kanun koyucu, takdir yetkisi kapsamındaki
düzenlemeleri yaparken hukuk devleti ilkesinin de bir gereği olan ölçülülük
ilkesiyle bağlıdır. Söz konusu ilke, kuralda öngörülen düzenleme ile ulaşılmak
istenen amaç arasında makul bir dengenin bulunmasını gerektirmektedir (AYM,
E.2020/95, K.2022/3, 26/1/2022, § 17; E.2019/88, K.2022/159, 13/12/2022, § 28).
(AYM, E.2023/161, K.2024/53, 22/02/2024, § …)
Bu bağlamda çalıştığı işin karşılığı yüksek ücret alan işçinin
de düşük ücret alan işçi ile aynı statüde değerlendirilmesi hukuk devleti
ilkesine aykırıdır. Bu kural işçiler arasında makul dengeyi sağlamadığından bu
kuralın ölçülü olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Hukuk devletinin temel unsurlarından biri de belirlilik
ilkesidir. Bu ilkeye göre yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare
yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net,
anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî
uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir. Belirlilik ilkesi,
hukuksal güvenlikle bağlantılı olup kişinin kanundan belirli bir kesinlik
içinde hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun
bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini verdiğini bilmesini
zorunlu kılmaktadır. Kişi ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri
öngörebilir ve davranışlarını ayarlayabilir. Hukuki güvenlik ilkesi bireylerin
tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal
düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli
kılar (AYM, E.2020/80, K.2021/34, 29/4/2021, § 25; E.2022/9, K.2022/80,
21/6/2022, § 11).
Bu kapsamda yapılan değerlendirmede kıdem tazminatı tavanı,
işçinin haklarının tam olarak korunmamasına neden olduğu, bireylerin haklarının
sağlanmasında adaletin tam olarak sağlanamadığı bir duruma yol açtığı
anlaşılmakla tüm bireylerin haklarını güvence altına almayı ve bu hakların
korunması için adil bir sistemin işletilmesini gerektiren hukuk devleti
ilkesine aykırıdır.
Anayasa'nın 5. (Devletin Temel Amaç Ve Görevleri-kişinin temel
hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak
surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak) uyarınca
yapılan değerlendirmede;
54. Anayasa'nın 5. maddesinde "Devletin temel amaç ve
görevleri, Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin
bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun
refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini,
sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan
siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî
varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."
denilmektedir. Buna göre kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu
sağlamak devletin temel amaç ve görevlerindendir.
Anayasa'nın 5. maddesinde; kişinin temel hak ve hürriyetlerini,
sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan
siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak, insanın maddi ve manevi
varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak devletin temel
amaç ve görevleri arasında sayılmıştır. Buna göre bireylerin yaşam şartlarının
iyileştirilmesi ve hak ve özgürlüklere ulaşmalarının önündeki her türlü engelin
kaldırılması devletin anayasal bir ödevidir. (Tuğçe Akgül Maraş, B. No:
2019/6744, 1/11/2023, § …)
Kanun koyucu bu sınırlama ile çalışanlar arasında ekonomik
dengesizliğe sebep olmuştur. İşçinin son giydirilmiş brüt ücreti üzerinden
kıdem tazminatı hesaplaması gerekirken buna ekonomik sınırlama getirilmiştir.
Bu sınırlama karşılığında sınırlamayı meşru kılacak bir amaç olmadığından
ölçüsüzdür. Bu devletin ekonomik sınırlamaları kaldırması gerekirken bu yönde
sınırlama ihdas etmesi ekonomik sınırlamaların kaldırması devletin görevidir.
Bu sınırlama devletin temel amaç ve görevine aykırıdır.
Anayasa'nın 10. maddesi (Kanun Önünde Eşitlik) uyarınca yapılan
değerlendirmede;
Anayasa’nın 10. maddesinde “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet,
siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım
gözetilmeksizin kanun önünde eşittir./ Kadınlar ve erkekler eşit haklara
sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu
maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz./
Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile
malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz./
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz./ Devlet organları
ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun
olarak hareket etmek zorundadırlar.” denilmek suretiyle kanun önünde eşitlik
ilkesine yer verilmiştir.
Anayasa’nın anılan maddesinde belirtilen kanun önünde eşitlik
ilkesi hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli
değil hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı aynı durumda
bulunan kişilerin kanunlar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak,
kişiler arasında ayrım yapılmasını ve kişilere ayrıcalık tanınmasını
önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı
kurallar uygulanarak kanun karşısında eşitliğin çiğnenmesi yasaklanmıştır.
Kanun önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı
anlamına gelmez. Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için
değişik kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı,
farklı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’da öngörülen
eşitlik ilkesi zedelenmez.
Kıdem tazminatı tavanı uygulaması, farklı çalışma koşullarına
sahip, farklı ücret alan tüm çalışanlara aynı ödemenin yapılması nedeniyle
eşitlik ilkesine aykırıdır. Burada nispi eşitlik ve mutlak eşitlik ilkelerini
tartışmakta da fayda vardır. Hangi konum, statü veya şartta olursa olsun
herkese aynı imkanların tanınması mutlak eşitliktir. Ancak eşitlerin eşitliği
olan nispi eşitlikte ise konum statü veya şartlara göre farklı uygulamalar söz konusu
olabilmektedir. Doğru olan da budur. Yoksa eşitlik değildir ki her ne olursa
olsun kat'i suretle eşit uygulamalar gözetilsin. İşçi her nasılsa ürettiği işe,
işin ehemmiyetine ve diğer kıstaslara göre farklı ücret alabilmekteyse de aynı
uygulama kıdem tazminatında da uygulanmalıdır. Bunun bir üst limit ile
sınırlandırılması bu limiti aşmayan kişilerle aynı uygulamaya tabi tutulmasına
sebebiyet verdiğinden eşitlik ilkesine açıkça aykırıdır.
Anayasa'nın 13. maddesi (Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması)
uyarınca yapılan değerlendirmede;
Anayasa’nın 13. maddesinde “Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” denilmektedir. Buna göre mahkemeye erişim
hakkına sınırlama getiren düzenlemelerin kanunla yapılması, ayrıca Anayasa’da
öngörülen sınırlama sebebine uygun ve ölçülü olması gerekir.
Esasen temel hakları sınırlayan kanunun bu niteliklere sahip
olması Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye alınan hukuk devleti ilkesinin de
bir gereğidir. Hukuk devletinde, kanuni düzenlemelerin hem kişiler hem de idare
yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net,
anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî
uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir. Kanunda bulunması gereken
bu nitelikler hukuki güvenliğin sağlanması bakımından da zorunludur. Zira bu
ilke hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve
işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu
güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (AYM,
E.2015/41, K.2017/98, 4/5/2017, §§ 153, 154). Dolayısıyla Anayasa’nın 13. maddesinde
sınırlama ölçütü olarak belirtilen kanunilik, Anayasa’nın 2. maddesinde
güvenceye bağlanan hukuk devleti ilkesi ışığında yorumlanmalıdır.
Anayasa’nın 13. maddesinde güvence altına alınan ölçülülük
ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden
oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen sınırlamanın amaca ulaşmaya elverişli
olmasını, gereklilik amaç bakımından sınırlamanın zorunlu olmasını, diğer bir
ifadeyle aynı amaca daha hafif bir sınırlama ile ulaşılmasının mümkün
olmamasını, orantılılık ise hakka getirilen sınırlama ile amaç arasında makul
bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir. Kuralla mahkemeye
erişim hakkına getirilen sınırlamanın elverişlilik, gereklilik ve orantılılık
alt ilkelerine uygun olması gerekir.
Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk
devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki, ancak durumun
gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir.
Bireylerin hak ve özgürlüklerinin somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla
sınırlandırılması kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına
geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176,
13/11/2014).
Bu kapsamda yapılan değerlendirmede ilgili madde, sınırlamanın
belirtilen gerekçelerle amaca ulaşmaya elverişli olmaması nedeniyle gereklilik
ilkesine uygun olmadığı, amaç bakımından sınırlamanın zorunlu olmaması
nedeniyle elverişlilik ölçütüne aykırı olduğu, diğer bir ifadeyle aynı amaca
daha hafif bir sınırlama ile ulaşılmasının mümkün olduğu, hakka getirilen
sınırlama ile amaç arasında makul bir dengenin gözetilmemesi nedeniyle
orantılılık ölçütüne aykırı olduğu sonucuna varılmıştır. Kuralla kıdem
tazminatı tavanından yüksek ücret alan işçilerin bu sınırlamaya takılmaları
hususu gözetildiğinde kuralın anılan meşru amaca ulaşılması bakımından
elverişli olmadığı açıktır. Bu madde, temel hakların sınırlanmasında,
sınırlamanın gerekliliği, ölçülülüğü ve Anayasa'ya uygunluğu gibi ilkelere
dayalı bir çerçeve getirir. Kıdem tazminatı tavanı, işçilerin temel haklarını
sınırlamakta ve bu sınırlamanın gerekçelendirilmesi, ölçülülük ilkesine
aykırıdır. İşçilerin kıdem tazminatı hakkı, bir emek hakkı olarak, orantılı bir
sınırlamaya tabi olmaması gerektiğinden Anayasa'nın eşitlik ilkesine aykırıdır.
Anayasa'nın 18. maddesi (Zorla Çalıştırma Yasağı-angarya)
uyarınca yapılan değerlendirmede;
Anayasa'nın 18. maddesinde, Sözleşme'nin 4. maddesi ile 29 No.lu
Sözleşme'nin 2. maddesinden farklı olarak zorla (cebri) çalıştırma ve zorunlu
çalışma yerine zorla çalıştırma ve angarya kavramlarına yer verilmiştir.
Maddenin gerekçesinde angarya, kişinin emeğinin karşılığını almadan zorla
çalıştırılması olarak tanımlanmıştır. Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında
da angarya, bir maldan ya da bir kişinin çalışmasından karşılıksız yararlanma
biçiminde tarif edilmiştir. Anayasa Mahkemesince yapılan bu tanım, angaryanın
geleneksel konseptiyle uyarlıdır. Zira angarya tarihsel süreç içinde bir
kimsenin emeğinden karşılıksız yararlanmanın yanında başkasına ait bir taşınır
veya taşınmaz malın -özellikle cezalandırma aracı olarak- bedelsiz bir şekilde
kullanılması ve bunların her türlü semerelerinden yararlanılması durumunu da
kapsayacak şekilde anlamlandırılmıştır. Ancak anayasal sistemimiz içinde mal
varlığı hakları mülkiyet hakkı kapsamında ayrıca ve özel olarak koruma
gördüğünden mallardan karşılıksız yararlanma olgusunun angarya yasağı
kapsamında değerlendirilmesine gerek bulunmamaktadır. Dolayısıyla Anayasa'nın
18. maddesinde sözü edilen angarya kavramının sadece emekten karşılıksız
yararlanma durumunu kapsadığının kabulü gerekir (Yasemin Balcı, § 68). (Ali
Şanlı, B. No: 2019/18003, 31/3/2022, § …)
Angaryada da zorla çalıştırmada olduğu gibi kişinin ceza tehdidi
altında ve iradesi dışında çalıştırılması söz konusudur. Ancak angaryada zorla
çalıştırmadan farklı olarak çalıştırılana ücret de ödenmemekte veya bariz bir
şekilde düşük ücret ödenmektedir. Buna göre zorla çalıştırma ile angarya
arasındaki fark, yaptırım tehdidiyle desteklenen irade dışı çalıştırma
karşılığında ücret ödenip ödenmeyeceği hususundadır. İrade dışı çalıştırmada
ücret ödeniyorsa zorla çalıştırmadan, ücret ödenmiyor veya ödenen ücret bariz
bir şekilde düşük ise angaryadan söz edilebilir. (Yasemin Balcı, § 69). (Ali
Şanlı, B. No: 2019/18003, 31/3/2022, § …)
Bu kapsamda yapılan değerlendirmede işten ayrılması halinde bir
kısım haklardan yararlanamayacağını bilen işçinin bu tehdit altında çalışmaya
devam etmesi, işten ayrılınca da tüm alacaklarının ödenmemesi yani kıdem
tazminatına sınırlama getirilerek ödeme yapılması deyim yerindeyse bir kısım
haklarına el konulup sınırlandırılması, angarya kapsamında değerlendirilmekle
anayasaya aykırıdır.
Anayasa'nın 35. maddesi (Mülkiyet Hakkı) uyarınca yapılan
değerlendirmede;
10. Anayasa’nın 35. maddesinde “Herkes, mülkiyet ve miras
haklarına sahiptir./Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir./ Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”
denilmektedir. Anayasa’nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı,
ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı
hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2018/106, K.2019/80, 16/10/2019, § 14). Bu
bağlamda, mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve
gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve
fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet
hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441,
1/2/2017, § 60).
Bu bağlamda mülkiyet hakkı, maddi varlığı bulunan taşınır ve
taşınmaz mal varlığını kapsadığı gibi maddi bir varlığı bulunmayan hak ve
alacakları da içermektedir. Kıdem tazminatının konusunu bir kısım para yani
taşınır malın oluşturduğu gözetildiğinde iş sahibinin mal varlığına dâhil olan
veya zilyetliğinde bulunan tazminatın maddi varlığa ilişkin olduğu ve mülk
teşkil ettiği açıktır. Kıdem tazminatının özel tavan uygulaması dolayısıyla
eksik ödenmesinin ve buna ilişkin davanın reddedilmesinin mülkiyet hakkına
müdahale teşkil ettiği açıktır.
Bu kapsamda yapılan değerlendirmede son giydirilmiş brüt ücretin
kıdem tazminatı tavanını aşmasına rağmen bu sınırın altında ücret ödenmesi
mülkiyet hakkının açık ihlalidir. Buradaki müdahale mülkiyet hakkının kısmen
kaybettirilmesidir. Bu korumadan yararlanabilmek için mülkiyet hakkının tamamen
kaybedilmesine lüzum yoktur. Kısmen kaybettirilmesi de yeterlidir. Bunun yanı
sıra bir an için bu düzenlemenin işvereni koruma amacıyla getirildiği düşünülse
de işçinin hakları ihlal edilerek bu korumayı sağlamak vicdani değildir. Kaldı
ki itirazın gerekçe kısmında belirttiğimiz üzere aşırı bir külfet kişiler
arasında olan bir durumdur. Bu haliyle sınırlanan mülkiyet hakkını ihlal ettiği
açıktır. İşçinin yıllarca emeğini, zamanını katarak yaptığı çalışmanın
karşılığı sırf bu düşünce ile baltalanmamalıdır. İşçinin kıdem tazminatının
eksik ödenmesinin sosyal güvenlik sistemini koruma amacı taşıdığı da
düşünülemez. Hakkın eksik ödenmesinin koruyacağı bir sistemin olduğu
düşünülemez. Yine burada mülkiyetin kamu yararına kullanımının kontrolü veya
düzenlenmesi gibi bir düşünce de söz konusu olamaz.
Anayasa'nın 40. maddesi (Temel Hak Ve Hürriyetlerin Korunması)
uyarınca yapılan değerlendirmede;
Anayasa’nın 40. maddesinin birinci fıkrasında “Anayasa ile
tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkes, yetkili makama
geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.”
denilmiştir. Anılan hükme göre kişilerin yargı makamları ile idari makamlar
önünde haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanması anayasal bir
zorunluluktur. Bu zorunluluk, temel hak ve özgürlüğü ihlal edilen ya da ihlal
edildiğini iddia eden kişilerin ilgili yargı veya idari merciler nezdinde
şikâyetlerini dile getirmesi hususunda devlete gerekli ve yeterli mekanizmaları
oluşturarak uygun koşulları sağlama yükümlülüğü getirmektedir (AYM, E.2019/102,
K.2019/99, 25/12/2019, § 16).
Bu çerçevede Anayasa’nın anılan maddesinde güvence altına alınan
etkili başvuru hakkı; anayasal bir hakkının ihlal edildiğini ileri süren
herkese hakkın niteliğine uygun olarak iddialarını inceletebileceği makul,
erişilebilir, etkili, ihlalin gerçekleşmesini veya sürmesini engellemeye ya da
sonuçlarını ortadan kaldırmaya elverişli idari ve yargısal yollara başvuruda
bulunabilme imkânının sağlanmasını teminat altına almaktadır (AYM, E.2019/102,
K.2019/99, 25/12/2019, § 17).
İtiraz konusu kural davacının kıdem tazminatının tavan
sınırlaması nedeniyle eksik ödeme aldığı, getirilen sınırlama nedeniyle yargı
önündeki hak taleplerinin reddedildiği, bu hali ile davacı adil yargılama hakkının
bir görünümü olan mahkeme erişim hakkını yargı mercileri önünde ileri
sürebilmesi için uygun şartların sağlanması etkili başvuru hakkının bir
gereğidir.
Anayasa'nın 48. maddesi (Çalışma ve Sözleşme Hürriyeti) uyarınca
yapılan değerlendirmede;
Anayasa’nın “Çalışma ve sözleşme hürriyeti” başlıklı 48.
maddesinde “Herkes, dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetlerine
sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir./ Devlet, özel teşebbüslerin millî
ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve
kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri alır” denilerek çalışma ve
teşebbüs özgürlüğü güvence altına alınmıştır.
Çalışma özgürlüğü, kişinin çalışıp çalışmama, çalışacağı işi
seçme ve çalıştığı işten ayrılma özgürlüğünü güvence altına alır. Çalışma
özgürlüğü, ücretli olarak bağımlı çalışma hakkını olduğu kadar iktisadi ve
ticari faaliyet yapma ve mesleki faaliyette bulunma hakkını da içerir. Çalışma
özgürlüğünün bir parçası olan özel teşebbüs özgürlüğü de her gerçek veya özel
hukuk tüzel kişisinin tercih ettiği alanda iktisadi-ticari faaliyette bulunmak
üzere teşebbüs kurabilmesini, dilediği mesleki faaliyete girebilmesini ve
faaliyetiyle mesleğini devletin veya üçüncü kişilerin müdahalesi olmaksızın
dilediği biçimde yürütebilmesini güvence altına almaktadır (AYM, E.2015/34,
K.2015/48, 13/5/2015; E.2019/48, K.2019/74, 19/9/2019, § 14; E.2022/109,
K.2023/125, 13/07/2023, § 22).
Kıdem tazminatı tavanı bu özgürlüğü sınırlamaktadır. Bir nevi
sosyal hak olan kıdem tazminatının tavan ile sınırlanması çalışma ve sözleşme
hürriyetine aykırıdır. Özellikle uzun süreli çalışan işçilerin kıdem
tazminatlarını sınırlanmaktadır. İşçinin, uzun süreli çalışması ve kazancının
bu şekilde sınırlanması, çalışma özgürlüğünü ve iş sözleşmelerine dair hakları
ihlal etmektedir.
Anayasa'nın 49. maddesi (Çalışma hakkı ve ödevi) uyarınca
yapılan değerlendirmede;
Anayasa’nın 49. maddesinde de çalışmanın herkesin hakkı ve ödevi
olduğu, devletin çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını
geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak, çalışmayı desteklemek,
işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak ve çalışma barışını
sağlamak için gerekli tedbirleri alacağı belirtilmiştir.
Anayasa’nın 49. maddesinin ilk fıkrasında “Çalışma, herkesin
hakkı ve ödevidir” denildiğine ve bu temel hak devlete karşı ileri
sürülebileceğine göre, bu hakkın muhatabı öncelikle işveren değil, devlettir.
Dolayısıyla herkes devlete karşı çalışma hakkını yöneltebilir. Çalışma hakkı
herkes için bir hak; ama bu hakkın yöneltilebileceği başta devlet için bunu
sağlamak bir ödevdir. Çalışma ortamını yaratma ödevi, Anayasa tarafından
devlete verilmiştir.
Geçmişten günümüze süregelen çalışma hakkını düzenleyici devlet
müdahaleleri, genellikle işveren karşısında güçsüz olan işçiyi korumak
düşüncesine dayanmıştır. Bir başka deyişle, çalışma özgürlüğünden çalışma
hakkına geçişin sürekli dayanağını oluşturan ekonomik ve sosyal yönden güçsüz
işçinin korunması fikri hemen her alanda (çalışma süresi, çalışma yaşı,
ücretler gibi) işverenin sözleşme serbestisini sınırlama yönünde gelişmiştir.
Bu kapsamda yapılan değerlendirmede kıdem tazminatına tavan
sınırlaması getirilmesi devletin çalışanları koruma yükümlülüğüne, işveren
karşısında güçsüz durumda olan işçiyi koruma fikrine aykırıdır.
Anayasa'nın 55. maddesi (Ücrette adalet sağlanması) uyarınca
yapılan değerlendirmede;
Bu madde, "Çalışanların, yaşamlarını sürdürmelerini temin
edecek bir gelir elde etmelerini sağlamak için devletin gerekli tedbirleri
almasını" öngörür. Kıdem tazminatı, işçinin birikmiş hakları ve çalışma
sürelerine dayalı bir tazminatıdır. Kıdem tazminatı tavanı, özellikle uzun
yıllar çalışan işçilerin haklarını ihlal etmektedir, çünkü işçinin emekliliği,
geçim kaygısı gibi sebeplerle alacağı tazminat miktarını kısıtlanmaktadır. Bu
durum, çalışanların yaşamlarını sürdürebilmelerini temin etme yükümlülüğünü
yerine getirmeyen bir duruma neden olmakta, bir nevi ücretin yansıması olan
kıdem tazminatının bir tavan ile sınırlanması ücrette adaletsizliğe neden
olmaktadır.
Anayasa'nın 60. maddesi (Sosyal güvenlik hakkı) uyarınca yapılan
değerlendirmede;
Sosyal devlet; çalışma gücünden ya da imkânından yoksun olan
kişileri koruyucu ekonomik tedbirler alan, sosyal risklerin yarattığı
olumsuzlukları bertaraf edebilecek sistemler öngören, gelir dağılımının
dengesini gözeten, kamu yararı gereği sosyal ve ekonomik ilişkilere müdahale
edebilen, herkesin insan onuruna uygun asgari yaşam koşullarına sahip olması
için çalışan, kişilerin hayatlarını sağlıklı şekilde sürdürebilmeleri, sağlıklarını
kaybettiklerinde ise tedavileri için gerekli finansmanı sağlayacak yöntemleri
geliştiren, topluma sağlıklı ve huzurlu bir gelecek vadeden devlettir.
Anayasa'nın 60. maddesinde "Herkes, sosyal güvenlik hakkına
sahiptir. Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı
kurar." denmektedir. Buna göre sosyal güvenlik herkes için bir haktır ve
bunu gerçekleştirmek ise devlet için bir görevdir. Sosyal güvenlik, bireylerin
istek ve iradeleri dışında oluşan sosyal risklerin kendilerinin ve
geçindirmekle yükümlü oldukları kişilerin üzerindeki gelir azaltıcı ve harcama
artırıcı etkilerini en aza indirmek, ayrıca sağlıklı ve asgari hayat
standardını güvence altına alabilmektir. Bu güvencenin gerçekleştirilebilmesi
için sosyal güvenlik kuruluşları oluşturularak kişilerin yaşlılık, hastalık,
malullük, kaza ve ölüm gibi sosyal risklere karşı asgari yaşam düzeylerinin
korunması amaçlanmaktadır. Anayasa'nın 2. ve 60. maddeleri uyarınca devlet
tarafından sosyal güvenliğin ve sosyal adaletin sağlanmasına elverişli ortamın
yaratılması ve bu anlamda sosyal güvenlik alanında getirilecek bir haktan, aynı
sosyal güvenlik kurumu içinde yer alan ve temelde birbirine yakın konumda
bulunan tüm iştirakçilerin "adalet ve hakkaniyet" ölçüleri içinde
yararlanmalarını öngören düzenlemelerin gerçekleştirilmesi gerekmektedir (AYM,
E.2013/111, K.2014/195, 25/12/2014).
Bu kapsamda yapılan değerlendirmede işçinin emekli olduğunda
veya işinden ayrıldığında kendisini sosyal risklere karşı koruyacak bir
tazminat olan kıdem tazminatına sınırlama getirilmesi sosyal güvenlik hakkının
ihlalidir. İşverenin, işçinin tüm hakkını ödemesi gerekirken bunun belirli bir
sınırlamaya tabi tutulması hukuka aykırıdır. Ayrıca burada işçinin mülkiyet
hakkına yapılan müdahalenin sosyal güvenlik sisteminin devamını sağlamak veya
sınırlı kamusal kaynakların doğru şekilde harcanmasını gözetmek gibi bir durum
da söz konusu olamaz. Çünkü işçi hem kamu çalışanı değildir hem de bu
sınırlamanın sosyal güvenlik sisteminin devamı ile ilgisi bulunmaktadır.
Çalışanlar kamu çalışanı, işveren de kamu değildir. Kıdem tazminatı, sosyal
güvenlik bakımından önemli bir sosyal hak olarak kabul edilmektedir. Kıdem
tazminatı tavanının getirilmesi, çalışanların emeklilik dönemi veya kıdeme hak
kazandığı durumlar için önemli olan bu tazminatın miktarını sınırlayarak,
sosyal güvenlik haklarını zayıflatmaktadır. Bu da, Anayasa'nın 60. maddesiyle
güvence altına alınan sosyal güvenlik hakkına aykırıdır.
Netice itibariyle kıdem tazminatında tavan sınırlaması;
Anayasa'nın Hukuk devleti, sosyal hukuk devleti, Kanun Önünde Eşitlik, angarya
yasağı, Mülkiyet Hakkı, Çalışma Ve Sözleşme Hürriyeti, Devletin çalışanları
koruma yükümlülüğü, Ücrette adaletin sağlanması, ve Sosyal güvenlik hakkına
ilişkin maddelerine aykırıdır.
6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanunun 43. maddesinin 3. fıkrası uyarınca Mahkemenizce re'sen
gözetilecek diğer gerekçeler de göz önünde bulundurularak iptal kararı
verilmesi talep olunur.
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Yukarıda açıklanan gerekçelerle;
1- Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasının 152/1 maddesi uyarınca,
1475 Sayılı İş Kanununun 14. maddesinin 2762 Sayılı Kanunla
değişik 13. fıkrasının;
"(Değişik: 10/12/1982-2762/1 md.) Ancak, toplu
sözleşmelerle ve hizmet akitleriyle belirlenen kıdem tazminatlarının yıllık
miktarı, Devlet Memurları Kanununa tabi en yüksek Devlet memuruna 5434 sayılı
T.C. Emekli Sandığı Kanunu hükümlerine göre bir hizmet yılı için ödenecek azami
emeklilik ikramiyesini geçemez."
tamamının,
Anayasanın 2., 5., 10., 13., 18., 35., 40., 48., 49., 55. ve 60.
maddelerine aykırı olması nedeniyle re'sen Anayasa Mahkemesine itiraz yoluna
başvurulmasına ve hükmün İPTALİNİN istenilmesine,
2- 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanunun 40. maddesi uyarınca;
a- Başvuru kararının aslı ile tutanağın ve dava dosyasında yer
alan evrakın onaylı birer örneğinin oluşturulacak dizi listesine bağlanılarak
bir dosya halinde Anayasa Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
b- Başvuru dosyasının Anayasa Mahkemesine gönderilmesinden
itibaren 5 ay BEKLENİLMESİNE, bu süre içinde karar verilmezse davanın
yürürlükteki hükümlere göre (Anayasa Mahkemesinin kararı esas hakkında karar
kesinleşinceye kadar gelmesi halinde Anayasa Mahkemesi hükmüne uyulması
koşuluyla) SONUÇLANDIRILMASINA,
3- Sayın Mahkemenin iptal yönünde tam bir kanaate ulaşmaması ve
gerek görmesi halinde 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanunun 43/1. maddesi uyarınca, bilgilendirilmemiz halinde,
hazır BULUNULACAĞINA,
4- 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanunun 41/2; "İtiraz yoluna başvuran mahkemede itiraz
konusu kuralın uygulanacağı başka dava dosyalarının bulunması hâlinde, yapılmış
olan itiraz başvurusu bu dosyalar için de bekletici mesele sayılır."
maddesi uyarınca mahkememizde birçok davanın bekletici mesele yapılacağı, bu
minvalde tüm dosyalardaki yargılamaların uzayacağı anlaşılmakla hak kayıpların
mahal vermemek adına sayın Anayasa Mahkemesince uygun görülmesi halinde itirazların
İVEDİ OLARAK değerlendirilmesinin istenilmesine,
5- Kararın bir nüshasının bilgi amaçlı olarak taraflara
tebliğine,”