“TMK'nın 651/2. maddesine göre: " Mirasçılar bir tereke malının bölünmesi veya özgülenmesi konusunda anlaşamazlarsa, o mal satılır ve bedeli bölüştürülür."
Yukarıda anılan kanun maddesi incelendiğinde, miras ortaklığına giren bir malvarlığı değerinin bölünmesi konusunda mirasçıların anlaşamaması halinde malın satılıp bedelin bölüştürüleceği hüküm altına alınmış ancak farklı durumlar göz önüne alınmadığından satım konusunda yol gösterici bir ibareye yer verilmemiştir. Bu doğrultuda, mahkememiz dosyasının dava konusuna uygun olarak, terekede bulunan bir taşınmaz için mesele ele alındığında, taşınmazın üzerinde bir muhdesat olması halinde paylaşmanın ne şekilde yapılacağı belirsiz hale gelmiştir. Bu hususta doğrudan bir kanun hükmü de bulunmadığından anılan boşluk yargı içtihadı ile doldurulmuş ve muhdesatın aidiyetinin tespit edilmesi halinde arz/muhdesat değeri bulunarak bu yönde karar kurulması gerektiği içtihat edilmiştir. Muhdesata ilişkin belirleme ise Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı ile yapılmıştır.(YİBK. 22/12/1995 tarih ve 1/3 sayılı karar)
Meselenin genel çerçevesi bu şekilde olmakla beraber içeriğinde ciddi çelişkiler ve adaletsizlikler barındırdığından ayrıntılarını açıklama gereği hasıl olmuştur. Bu doğrultuda, her ne kadar bir taşınmaza ilişkin olarak görülmekte olan bir ortaklığın giderilmesi davasında muhdesat söz konusu ise ve muhdesatın aidiyeti konusunda bir iddia varsa ve bu iddiaya ilişkin uyuşmazlık yoksa veya muhdesatın aidiyeti davası ile muhdesatın kime ait olduğu tespit edilmişse, üst yargı merciilerince ilk derece mahkemesinin keşif yaparak keşif tarihi itibariyle arzın ve muhdesatın değerinin ayrı ayrı tespiti ile bir oranlama yapılarak, muhdesat bedelinin muhdesat sahibine, arz bedelinin ise payları oranında sahiplerine verilmesi gerektiği yönünde hüküm kurulması gerektiği belirtilmektedir. Yine bilindiği üzere ortaklığın giderilmesi davasında ilk derece mahkemesi tarafından verilen satış kararı üzerine dosyanın kesinleşmesi halinde dosya talep üzerine satış memurluğuna gönderilmekte ve satış memurluğu İcra İflas Kanunu hükümleri çerçevesinde işlemlerini tamamladıktan sonra kıymet takdiri için taşınmaz başında bilirkişiler eşliğinde keşif yapmakta ve bir değer tespiti yaptırarak taraflara tebliğ etmekte ve taraflara kıymet takdirine ilişkin tebliğ tarihinden itibaren 7 günlük süre içinde kıymet takdirine itiraz davası açmak üzere süre vermektedir. Bu süre içinde taraflardan birince kıymet takdirine itiraz yapılmadığı taktirde taşınmaz bu değer üzerinden ihaleye çıkarılmaktadır. Bu süre içinde taraflardan birince kıymet takdirine itiraz yapılması halinde ise Sulh Hukuk Mahkemesi esasına kaydı yapılan dava hakkında yeniden keşif yapılmakta ve yeniden bir değer tespiti yapılarak buna ilişkin bilirkişi raporu taraflara tebliğ edilmektedir. Taraflarca bu rapora itiraz edilmesi halinde hakim yeni bir keşif yapmakta özgür olmakla birlikte ek raporla da itirazı değerlendirebilmekte, itiraz edilmediği takdirde ise kesin nitelikli olarak kıymet takdiri yapılarak taşınmaz mahkemenin tespit ettiği bu değer üzerinden ihaleye çıkarılmaktadır.
Yine üst yargı merciilerince, muhdesatın söz konusu olmadığı bir taşınmaza ilişkin olarak açılmış bulunan bir ortaklığın giderilmesi davasında, mahkemece yapılan keşif üzerine alınmış olan bilirkişi raporunda belirlenen bedele tarafların itiraz etmesi halinde, ihaleye çıkarılacak bedelin kıymet takdirindeki bedel olması sebebiyle dava aşamasında alınan bedelin hükme etkili olmayacağından istinaf başvurularının reddine karar verildiği, bu duruma ek olarak ortaklığın giderilmesi davalarında dava aşamasında verilen kararın maktu harca tabi olduğu, satış sonucunda belirlenen değerden binde 11.38 oranında nispi harç alındığı, buna rağmen yapılan yargılamaların hemen hemen tamamında muhdesat olsun veya olmasın değer tespiti yapıldığı ve bu durumun ek bir maliyet ve zaman kaybı olarak ortaya çıktığı anlaşılmaktadır.
Muhdesatın söz konusu olduğu bir taşınmaza ilişkin olarak açılmış bulunan bir ortaklığın giderilmesi davasında ise mahkeme hakiminin keşif sonucu alınacak bilirkişi raporunda, yukarıda anıldığı üzere, arzın ve muhdesatın değerini ayrı ayrı tespit ettirdikten sonra, bu değerlerin oranlamasını yaptırması gerektiği kabul edilmekte ancak bu durumda kesinleşmiş mahkeme kararı gereğince, muhdesat değeri keşif tarihindeki değerde sabit kalmakta iken arz değeri kıymet takdirinde yapılan keşif tarihi itibariyle belirlenmekte, buna karşın yapılan oranlamanın bu haliyle değişmesi gerekirken sabit kaldığı anlaşılmaktadır.
Özenle belirtilmesi gerekir ki, her ne kadar üstün arza tabi olduğuna ilişkin genel hukuk ilkesinin dayanağı olan TMK 718 hükmünün istisnası niteliğinde olan ve yargı mercilerince muhdesatın aidiyeti davasına dayanak teşkil ettiği savunulan TMK m.722,724 ve 729 hükümlerinin yukarıda anılan ortaklığın giderilmesi davasının genel ve özel çerçevesine uygun olmadığı farklı bir takım durumları düzenlediği, içtihat sonucu oluşturulan muhdesatın aidiyeti davalarının ise sınırlarının belirli olmadığı, hangi hallerde bu davanın açılması gerektiğinin açık hükme bağlanmamış olması sebebiyle, hemen hemen her muhdesat iddiasında tarafların muhdesatın aidiyeti davasını açmak zorunda kaldıkları ve uyuşmazlık olup olmadığının ortaklığın giderilmesi dava aşamasında ne şekilde inceleneceğinin belirsiz olduğu anlaşılmaktadır.
Bu durumlara ek olarak, ortaklığın giderilmesi davalarında tarafların verilen kararın kesinleştiği tarihten itibaren 10 yıl boyunca satış isteme haklarının olması, ayrıca bir satış aşamasının bulunması gibi sebeplerle dava aşamasıyla satış aşaması arasında uzun yıllar bulunabilmesi, bu sürede yapıların yıpranması sebebiyle değer kayıplarının olması, muhdesatların yok olma ihtimali, muhdesat sahibinin ekmiş olduğu tarımsal ürünü değiştirmesi ve özellikle sera şeklinde fiili durumların ortaya çıkabilmesi, bu haliyle muhdesatın değerinin arzın değerini aşabilmesi, yine muhdesat sahiplerinin kendi aralarında fiili kullanım yapabildiği ve bu kullanımların uyuşmazlık konusu olmadığı hallerde dava aşamasında yapılan keşif mahallinde ekili olan ürün yerine, değişen iklim koşulları, ekonomik, sosyal ve teknolojik gelişmelerle başka ürünlerin derhal ekilebilmesi gibi durumlara ek olarak ortaklığın giderilmesi davalarında kamulaştırma davalarında uygulanan Kamulaştırma Kanunu m.25/2'ye benzer bir hüküm bulunmaması nedeniyle muhdesat sahiplerinin bu uygulamalarına engel bir durum da bulunmaması gibi hususlar göz önüne alındığında, kesinleşmiş mahiyetteki ilk derece mahkemesi kararının değiştirilememesi sebebiyle verilen kararların ihtiyacı karşılamadığı ve haksız uygulamalara sebebiyet verdiği anlaşılmaktadır.
Bu durumlara çözüm olarak, muhdesatın uyuşmazlık konusu olmadığı ve tarafların birbirlerinin fiili kullanımlarına itiraz etmedikleri hallerde ortaklığın giderilmesine karar verildiği durumlarda, keşif mahallinde alınan bilirkişi raporunda harflendirilen yapıların veya ekilen ürünlere ilişkin fiili kullanıma uygun olarak hesaplanmış ve harflendirilmiş alanların sahiplerine bırakılması ve oranlamanın ise kıymet takdirindeki raporda belirlenerek bu bedel üzerinden arz ve muhdesat sahiplerine ödenmesine yönelik ilk derece mahkemesi içtihadının, yukarıda anılan bütün bu durumlar göz ardı edilerek kabul edilmediği ve çok uzun zaman önce yapılmış olan içtihatların değiştirilmediği, kararın kesinleştiği tarihten sonra anılan durumların ortaya çıkması halinde mevcut durumda, zaten yıllarca süren ortaklığın giderilmesi davalarına ek olarak vatandaşların yeni bir dava (alacak) açmak zorunda kaldıkları, sonuç olarak vatandaşların temel hak ve hürriyetlerinin en önemlilerinden biri olan mülkiyet haklarına yıllarca kavuşamadığı ve mahkemelerin iş yükünün her geçen gün yerleşmiş içtihatların değişmemesi sebebiyle arttığı anlaşılmıştır.
Sonuç olarak, ortaklığın giderilmesi davalarının temelini teşkil eden TMK 651/2 hükmünün, taşınmazda bir muhdesat bulunması halinde mahkemenin ne şekilde hüküm kurması gerektiği hususunda belirsiz olduğu, bu belirsizliğin uzun yıllardır uygulana gelen yargı içtihadı ile doldurulduğu, ancak bu yargı içtihatlarında bazı durumların göz önüne alınmaması sebebiyle hukuka ve hakkaniyete aykırı durumların ortaya çıktığı, gelişen teknoloji, değişen sosyal, ekonomik yaşam koşulları doğrultusunda bu boşluğun oluşturduğu hakkaniyetsiz durumların arttığı anlaşıldığından TMK m.651/2 hükmünün bu haliyle Anayasanın 13.ve 35. maddelerine aykırı olduğundan ilgili maddelerin iptali hususunda Anayasa Mahkemesine Somut Norm Denetimine başvurulmasına,
2-Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 40/5. maddesi uyarınca başvuru hakkında karar verilinceye kadar davanın geri bırakılmasına, 5 ay içinde karar verilmediği takdirde davanın mevcut hükümlere göre devamına,
3-Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 40/1. maddesi uyarınca iş bu gerekçeli başvuru kararının aslı ve onaylı örneği ile, dava dilekçesi, vekaletname, son duruşma zaptının onaylı örneklerinin dizi pusulası halinde fiziki olarak Anayasa Mahkemesine gönderilmesine, Dair, dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda karar verildi.”
ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2024/102
Karar Sayısı : 2025/18
Karar Tarihi : 16/1/2025
R.G.Tarih-Sayı : 14/3/2025-32841
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Hassa Sulh Hukuk Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU: 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 651. maddesinin ikinci fıkrasının Anayasa’nın 13. ve 35. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi talebidir.
OLAY: Ortaklığın giderilmesi davasında itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur.
I. İPTALİ İSTENEN KANUN HÜKMÜ
Kanun’un itiraz konusu kuralın da yer aldığı 651. maddesi şöyledir:
“III. Bazı malların özgülenmesi veya satılması
Madde 651- Değerinde önemli azalma olmadan bölünemeyen tereke malı, bütün olarak mirasçılardan birine özgülenir.
Mirasçılar bir tereke malının bölünmesi veya özgülenmesi konusunda anlaşamazlarsa, o mal satılır ve bedeli bölüştürülür.
Mirasçılardan biri istemde bulunursa satış artırma yoluyla yapılır. Mirasçılar artırmanın şekli konusunda anlaşamazlarsa sulh hâkimi, artırmanın mirasçılar arasında veya herkese açık yapılmasına karar verir.”
II. İLK İNCELEME
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin YILDIRIM, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ, İrfan FİDAN, Kenan YAŞAR, Muhterem İNCE, Yılmaz AKÇİL ve Ömer ÇINAR’ın katılımlarıyla 30/5/2024 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
III. ESASIN İNCELENMESİ
2. Başvuru kararı ve ekleri, Raportörler Ömer DURSUN ve Onur MERCAN tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu kanun hükmü, dayanılan ve ilgili görülen Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A. Anlam ve Kapsam
3. 4721 sayılı Kanun’un 575. maddesinin birinci fıkrasında mirasın miras bırakanın ölümüyle açılacağı ve miras bırakanın sağlığında yapmış olduğu mirasla ilgili kazandırmalar ile paylaştırmaların terekenin ölüm anındaki durumuna göre değerlendirileceği hükme bağlanmıştır.
4. Anılan Kanun’un 599. maddesinin birinci fıkrasında mirasçıların miras bırakanın ölümüyle mirası bir bütün olarak kanun gereğince kazanacakları, ikinci fıkrasında Kanun’da öngörülen ayrık durumlar saklı kalmak şartıyla mirasçıların miras bırakanın ayni haklarını, alacaklarını, diğer mal varlığı haklarını, taşınır ile taşınmazlar üzerindeki zilyetliklerini doğrudan doğruya kazanacakları ve miras bırakanın borçlarından kişisel olarak sorumlu olacakları öngörülmüştür.
5. Söz konusu maddenin üçüncü fıkrasında ise atanmış mirasçıların da mirası miras bırakanın ölümüyle kazanacakları, yasal mirasçıların atanmış mirasçılara düşen mirası onlara zilyetlik hükümleri uyarınca teslim etmekle yükümlü oldukları belirtilmiştir.
6. Kanun’un 640. maddesinin birinci fıkrasında birden çok mirasçının bulunması hâlinde mirasın geçmesiyle birlikte mirasın paylaşılmasına kadar mirasçılar arasında terekedeki bütün hak ve borçları kapsayan bir ortaklığın meydana geleceği ifade edilmiş, 646. ve devamı maddelerinde de mirasın paylaşılmasına ilişkin düzenlemelere yer verilmiştir.
7. Bu kapsamda 651. maddenin birinci fıkrasında değerinde önemli azalma olmadan bölünemeyen tereke malının bütün olarak mirasçılardan birine özgüleneceği, itiraz konusu ikinci fıkrasında ise mirasçıların bir tereke malının bölünmesi veya özgülenmesi konusunda anlaşamamaları hâlinde o malın satılacağı ve bedelinin bölüştürüleceği öngörülmüştür.
8. Bu itibarla kural uyarınca mirasın paylaşılmasında mirasçıların bir tereke malının bölünmesi veya mirasçılardan birine özgülenmesi konusunda anlaşamamaları durumunda bu mal satılacak ve elde edilen tutar mirasçılar arasında bölüştürülecektir.
B. İtirazın Gerekçesi
9. Başvuru kararında özetle; itiraz konusu kuralda terekedeki taşınmaz üzerinde muhdesat bulunması durumunda uygulanacak bir düzenlemeye yer verilmediği, bu husustaki boşluğun içtihatla doldurulmaya çalışıldığı ancak gelişen şartların da etkisiyle mevcut yasal boşluğun hakkaniyetle bağdaşmayan durumların ortaya çıkmasına neden olduğu belirtilerek kuralın Anayasa’nın 13. ve 35. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
C. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
10. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural, ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 5. maddesi yönünden de incelenmiştir.
11. Anayasa’nın 35. maddesinde “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.” denilmek suretiyle mülkiyet hakkının yanı sıra miras hakkı da güvence altına alınmıştır.
12. Anılan maddeye ilişkin Danışma Meclisinin kabul ettiği metnin gerekçesinde özetle; maddede birbirine yakın ve birbirleriyle ilgili iki temel hakkın düzenlendiği, bu düzenlemenin 18. yüzyıldan beri gelen geleneğin bir sonucu olduğu, maddeyle mülkiyet ve miras haklarının diğer temel haklar gibi ve onlar derecesinde anayasal güvenceye bağlandığı, ayrıca miras hakkının mülkiyet hakkının devamını ve özel bir şeklini oluşturduğu ifade edilmiştir.
13. Anayasa’nın 5. maddesinde “Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.” denilmiştir.
14. Söz konusu maddeye ilişkin Danışma Meclisinin kabul ettiği metnin gerekçesinde ise özetle; maddede devletin temel amaç ve görevlerinin düzenlendiği, bu bağlamda temel hak ve özgürlüklerden yararlanılmasını engelleyen sebepleri ortadan kaldırmanın sosyal devletin görevi olduğu belirtilmiştir.
15. Bu itibarla miras hakkından yararlanılmasına engel olan durumların ortadan kaldırılmasını sağlayacak düzenlenmelerin öngörülmesi miras hakkına ilişkin devletin pozitif yükümlülüklerinin bir gereğidir.
16. Kuralda mirasçıların bir tereke malının bölünmesi veya mirasçılardan birine özgülenmesi konusunda anlaşamamaları durumunda anılan malın satılacağı ve bedelinin bölüştürüleceği hükme bağlanmıştır.
17. 4721 sayılı Kanun’un 701. maddesinin birinci fıkrasında kanun veya kanunda öngörülen sözleşmeler uyarınca oluşan topluluk dolayısıyla mallara birlikte malik olanların mülkiyetinin elbirliği mülkiyeti olduğu, ikinci fıkrasında ise elbirliği mülkiyeti kapsamında ortakların belirlenmiş paylarının bulunmadığı, her birinin hakkının ortaklığa giren malların tamamına yaygın olduğu düzenlenmiştir.
18. Anılan Kanun’un 640. maddesinin ikinci fıkrasında da mirasçıların terekeye elbirliğiyle sahip olacakları ve sözleşme veya kanundan doğan temsil ya da yönetim yetkisi saklı kalmak şartıyla terekeye ait bütün haklar üzerinde birlikte tasarruf edecekleri belirtilmiştir.
19. Buna göre tereke mallarının elbirliği mülkiyeti hükümlerine tabi olduğu, bu bağlamda anılan mallar üzerinde mirasçıların ilke olarak birlikte tasarrufta bulunmalarının gerektiği açıktır. Başka bir ifadeyle ilke olarak miras paylaşılana kadar mirasçılardan birinin tereke malı üzerinde tek başına tasarrufta bulunabilmesi mümkün değildir.
20. Kanun’un 646. maddesinin birinci fıkrasında yasal mirasçıların gerek kendi aralarında gerek atanmış mirasçılarla birlikte mirası aynı kurallara göre paylaşacakları, ikinci fıkrasında aksine düzenleme olmadıkça mirasçıların paylaşmanın nasıl yapılacağını serbestçe kararlaştıracakları hükme bağlanmıştır.
21. 647. maddede miras bırakanın ölüme bağlı tasarrufuyla paylaşmanın nasıl yapılacağı ve payların nasıl oluşturulacağı hakkında hükümler koyabileceği, ikinci fıkrasında ise bu hükümlerin miras bırakan tarafından kastedilmemiş olan bir eşitsizlik hâlinde payların denkleştirilmesi imkânı saklı kalmak şartıyla mirasçılar için bağlayıcı olduğu öngörülmüştür.
22. Buna göre miras bırakanın belirlediği bir hüküm bulunmaması hâlinde mirasın ne şekilde paylaşılacağının mirasçılar tarafından serbestçe kararlaştırılmasına imkân tanındığı anlaşılmaktadır.
23. Bununla birlikte mirasçıların mirasın paylaşılması konusunda anlaşamamaları da mümkündür. Dolayısıyla mirasın paylaşılması konusunda mirasçılara tanınan özgürlüğün miras hakkından yararlanılmasına ilişkin tek başına yeterli güvence sağladığı söylenemez.
24. Bu itibarla mirasçılar arasında mirasın paylaşılmasına ilişkin anlaşmanın sağlanamaması durumunda uygulanacak düzenlemelerin öngörülmesi miras hakkına ilişkin devletin pozitif yükümlülükleri kapsamında kalmaktadır.
25. Kanun’un 642. maddesinin birinci fıkrasında mirasçılardan her birinin sözleşme veya kanun gereğince ortaklığı sürdürmekle yükümlü olmadığı sürece her zaman mirasın paylaşılmasını isteyebileceği, ikinci fıkrasında her mirasçının terekedeki belirli malların aynen, olanak yoksa satış yoluyla paylaştırılmasına karar verilmesini sulh mahkemesinden talep edebileceği, bu durumda hâkimin terekenin tamamını ve terekedeki malların her birini gözönünde bulundurmak suretiyle mümkün ise taşınmazlardan her birinin tamamının bir mirasçıya verilmesi suretiyle paylaştırmayı yapacağı, mirasçılara verilen taşınmazların değerleri arasındaki farkın para ödenmesi yoluyla giderilerek miras payları arasında denkleştirmenin sağlanacağı öngörülmüştür.
26. Anılan maddenin ikinci fıkrasının gerekçesinde mirasçılardan her birine tereke mallarının tamamının ya da bir kısmının paylaşılmasını talep etme imkânının tanındığı, dolayısıyla paylaşmanın kısmen dahi yapılabilmesinin mümkün kılındığı, bu tür bir talep karşısında öncelikle aynen paylaşmanın esas alınacağı, bunun mümkün olmaması durumunda ise paylaşmanın satış yoluyla gerçekleştirileceği ifade edilmiştir.
27. Mirasın paylaşılmasında payların belirlenmesi ise 650. maddede düzenlenmiştir. Söz konusu maddenin birinci fıkrasında mirasçıların tereke mallarından mirasçı veya ortak kök sayısınca pay oluşturacakları, anlaşmanın sağlanamaması durumunda mirasçılardan her birinin payların oluşturulmasını sulh mahkemesinden isteyebileceği, payların oluşturulmasında hâkimin yerel âdetleri, mirasçıların kişisel durumlarını ve çoğunluğun arzusunu gözönünde bulunduracağı, üçüncü fıkrasında payların özgülenmesinin mirasçıların anlaşması çerçevesinde yapılacağı, bunun mümkün olmaması durumunda ise kura çekileceği hükme bağlanmıştır.
28. Dolayısıyla miras paylarının oluşturulmasında mirasçıların iradesine öncelik tanındığı, mirasçıların anlaşamamaları durumunda ise payların oluşturulmasında hâkimin dikkate alacağı hususların düzenlendiği, ayrıca payların özgülenmesi konusunda mirasçılar arasında uyuşmazlık çıkması hâlinde uygulanacak makul bir yöntemin belirlendiği görülmektedir.
29. Mirasın aynen paylaşılması kapsamında belirli malların bölünmesi durumunda değerinde önemli ölçüde azalmanın meydana gelmesi mümkündür. Bu bağlamda 651. maddenin birinci fıkrasında değerinde önemli azalma olmadan bölünemeyen tereke malının bütün olarak mirasçılardan birine özgüleneceği öngörülmek suretiyle malın değerinin korunması amaçlanmıştır.
30. Öte yandan belirli bir malın bölünmesi veya mirasçılardan birine özgülenmesi konusunda da mirasçılar arasında uyuşmazlık çıkabileceği gözönünde bulundurulmak suretiyle kuralla mirasçıların bir tereke malının bölünmesi veya özgülenmesi konusunda anlaşamamaları durumunda o malın satılması ve bedelinin bölüştürülmesi öngörülmüştür.
31. Buna göre tereke malının bölünmesi veya özgülenmesi konusunda mirasçıların anlaşmaları durumunda mirasçıların iradelerine öncelik tanınacaktır. Anlaşmanın sağlanamaması durumunda ise mirasçıların miras hakkından yararlanabilmeleri için kural gereğince mal satılacak ve malın bedeli bölüştürülecektir.
32. Bu bakımdan kuralın miras hakkından yararlanmayı engelleyen bir durumun ortadan kaldırılmasını sağlamak amacıyla öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Dolayısıyla kural uyarınca tereke malının satılıp bedelinin bölüştürülmesi miras hakkına ilişkin devletin yükümlülüklerinin bir görünümüdür.
33. Anılan maddenin üçüncü fıkrasında mirasçılardan birinin talep etmesi hâlinde satışın artırma yoluyla yapılacağı, mirasçıların artırmanın şekli konusunda anlaşamamaları durumunda ise sulh hâkiminin artırmanın mirasçılar arasında veya herkese açık olarak yapılmasına karar vereceği hükme bağlanmıştır.
34. Kanun’un 4. maddesinde kanunun takdir yetkisi tanıdığı veya durumun gereklerini ya da haklı sebepleri gözönünde bulundurmayı emrettiği konularda hâkimin hukuka ve hakkaniyete göre karar vereceği düzenlenmiştir. Bu bağlamda hâkim tarafından mirasçıların menfaatleriyle bağdaşmayan bir satış yönteminin veya artırma usulünün belirlenmesinin mümkün olduğu savunulamaz.
35. Başvuru kararında; kuralda taşınmaz üzerinde muhdesat bulunması durumunda uygulanacak bir düzenlemeye yer verilmediği, içtihat uyarınca yargılama aşamasında belirlenen arz-muhdesat oranının ise satış aşamasında değişebildiği ve bu durumun mülkiyet hakkını zedelediği ileri sürülmüş ise de anılan hususlar uygulamaya ilişkin olduğundan anayasallık denetiminin konusu dışında kalmaktadır.
36. Bu itibarla tereke malının bölünmesi veya özgülenmesi konusunda mirasçılar arasında ortaya çıkan anlaşmazlığı makul bir yöntemle çözüme kavuşturmayı amaçladığı anlaşılan, ayrıca bu malın mirasçıların menfaatleriyle bağdaşmayacak ve değerinin altında satılmasına neden olacak bir yönü bulunmayan kuralın miras hakkına ilişkin devletin pozitif yükümlülükleriyle çelişmediği sonucuna ulaşılmıştır.
37. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 5. ve 35. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 13. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
IV. HÜKÜM
22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 651. maddesinin ikinci fıkrasının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE 16/1/2025 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Başkan
Kadir ÖZKAYA
Başkanvekili
Hasan Tahsin GÖKCAN
Basri BAĞCI
Üye
Engin YILDIRIM
Rıdvan GÜLEÇ
Recai AKYEL
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Yıldız SEFERİNOĞLU
Selahaddin MENTEŞ
İrfan FİDAN
Kenan YAŞAR
Muhterem İNCE
Yılmaz AKÇİL
Ömer ÇINAR
Metin KIRATLI