Esas Sayısı : 2023/158
Karar Sayısı : 2024/187
“I. 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku
Hakkında Kanun'un İş Uyuşmazlıkları ile İlgili Hükümleri:
"Yabancı hukukun uygulanması
MADDE 2 – (1) Hâkim, Türk kanunlar ihtilâfı kurallarını ve bu
kurallara göre yetkili olan yabancı hukuku re’sen uygular. Hâkim, yetkili
yabancı hukukun muhtevasının tespitinde tarafların yardımını isteyebilir.
(2) Yabancı hukukun olaya ilişkin hükümlerinin tüm
araştırmalara rağmen tespit edilememesi hâlinde, Türk hukuku uygulanır.
(3) Uygulanacak yabancı hukukun kanunlar ihtilâfı kurallarının
başka bir hukuku yetkili kılması,sadece kişinin hukuku ve aile hukukuna ilişkin
ihtilâflarda dikkate alınır ve bu hukukun maddî hukuk hükümleri uygulanır.
(4) Uygulanacak hukuku seçme imkânı verilen hâllerde,
taraflarca aksi açıkça kararlaştırılmadıkça seçilen hukukun maddî hukuk
hükümleri uygulanır.
(5) Hukuku uygulanacak devlet iki veya daha çok bölgesel birime
ve bu birimler de değişik hukuk düzenlerine sahipse, hangi bölge hukukunun
uygulanacağı o devletin hukukuna göre belirlenir. O devlet hukukunda
belirleyici bir hükmün yokluğu hâlinde ihtilâfla en sıkı ilişkili bölge hukuku
uygulanır."
...
Kamu düzenine aykırılık
MADDE 5 – (1) Yetkili yabancı hukukun belirli bir olaya
uygulanan hükmünün Türk kamu düzenine açıkça aykırı olması hâlinde, bu hüküm
uygulanmaz; gerekli görülen hâllerde, Türk hukuku uygulanır."
...
Türk hukukunun doğrudan uygulanan kuralları
MADDE 6 – (1) Yetkili yabancı hukukun uygulandığı durumlarda,
düzenleme amacı ve uygulama alanı bakımından Türk hukukunun doğrudan uygulanan
kurallarının kapsamına giren hâllerde o kural uygulanır.
...
İş sözleşmeleri
MADDE 27 – (1) İş sözleşmeleri, işçinin mutad işyeri hukukunun
emredici hükümleri uyarınca sahip olacağı asgarî koruma saklı kalmak kaydıyla,
tarafların seçtikleri hukuka tâbidir.
(2) Tarafların hukuk seçimi yapmamış olmaları hâlinde iş
sözleşmesine, işçinin işini mutad olarak yaptığı işyeri hukuku uygulanır.
İşçinin işini geçici olarak başka bir ülkede yapması hâlinde, bu işyeri mutad
işyeri sayılmaz.
(3) İşçinin işini belirli bir ülkede mutad olarak yapmayıp
devamlı olarak birden fazla ülkede yapması hâlinde iş sözleşmesi, işverenin
esas işyerinin bulunduğu ülke hukukuna tâbidir.
(4) Ancak hâlin bütün şartlarına göre iş sözleşmesiyle daha
sıkı ilişkili bir hukukun bulunması hâlinde sözleşmeye ikinci ve üçüncü fıkra
hükümleri yerine bu hukuk uygulanabilir."
...
"Milletlerarası yetki
MADDE 40 – (1) Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisini, iç
hukukun yer itibariyle yetki kuralları tayin eder."
...
"İş sözleşmesi ve iş ilişkisi davaları
MADDE 44 – (1) Bireysel iş sözleşmesinden veya iş ilişkisinden
doğan uyuşmazlıklarda işçinin işini mutaden yaptığı işyerinin Türkiye’de
bulunduğu yer mahkemesi yetkilidir. İşçinin, işverene karşı açtığı davalarda
işverenin yerleşim yeri, işçinin yerleşim yeri veya mutad meskeninin bulunduğu
Türk mahkemeleri de yetkilidir."
II. Yabancılık Unsuru Taşıyan İş Sözleşmeleri Konusunda Yargıtay
İçtihad Değişikliği:
Yargıtay 2019 yılına kadar, yurt dışı iş sözleşmelerinden doğan
davalarda 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında
Kanunu'nda iş sözleşmesi konusunda hukuk seçimi imkânının, iş sözleşmelerin niteliği
gereği, ancak işçi lehine ve sınırlı olarak tanındığı, taraflarca hukuk
seçimiyle uygulanacak hukukun, işçiyi koruyan hükümlerden daha elverişsiz
hükümler içermesi halinde uygulanmasının mümkün olmadığı, "iş hukukunun
kamusal olması, emredicilik yönü", "işçinin korunması ilkesi",
işçinin veya sigortalının Türk olması, kamu düzeni gerekçeleriyle bu tür
davalarda Türk hukukunun uygulanması görüşünde olmuştur. Ancak 2019 yılından
sonra Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin bu tür uyuşmazlıklarla ilgili olarak içtihadında
değişiklik meydana gelmiş, taraflar arasında 5718 sayılı Kanun'un 27/1.
maddesine göre bir hukuk seçimi yapılmışsa buna uygun olarak seçilen ülkenin
hukukunun uygulanması gerektiği kabul edilmiştir.
III. 5718 Sayılı Kanun'da İş Sözleşmelerinde Uygulanacak Hukuk
Konusunda Geçen Kavramlar:
a) mutad işyeri
"Mutad işyeri, işin zaman ve içerik olarak ağırlıklı ifa
edildiği, işçinin işini fiilen yaptığı yerdir. İşçinin ücretinin ne şekilde ve
hangi para biriminden ödendiği mutad işyerinin belirlenmesi açısından önem
taşımaz." (İlke Gürsel - Milletlerarası Özel Hukukta İş Sözleşmelerinden
Kaynaklanan Uyuşmazlıklara Uygulanacak Hukuk –Yargıtay Karar İncelemesi, Sicil
- İş Hukuku Dergisi, 2021, sayı: 46, s. 158).
b) kamu düzeni
5718 sayılı Kanun'un 5. maddesinde yetkili yabancı hukukun Türk
kamu düzenine açıkça aykırı olan hükümlerinin uygulanamayacağı, gerekli görülen
hallerde yerine Türk hukukunun uygulanacağı belirtilmiştir. Nitekim 2019 yılı
öncesi Yargıtay kararlarında yabancılık unsuru içeren iş sözleşmelerinde
yabancı ülke hukukunun uygulanmaması gerektiğine yönelik gerekçelerden biri de
5718 sayılı Kanun'un 5. maddesinde belirtilen kamu düzeni ilkesi olmuştur.
Doktrinde yabancı hukukun uygulanmasının hangi hallerde kamu
düzenine aykırılık oluşturabileceği hususunda tam bir görüş birliği yoktur. Bir
görüşe göre yabancı hukukun Türk iş hukukunun vazgeçilmez temel prensiplerine
aykırı olması halinde kamu düzenine aykırılıktan söz edilebilecektir.
"Kanaatimizce kıdem tazminatı, iş güvenliği ve Anayasa m. 50’de yer alan
çalışma şartları ve dinlenme hakkı ile ilgili temel prensipler Türk kamu
düzeninin kapsamını oluşturmaktadır. İşçiyi bu bağlamda daha az himaye eden
yabancı hukuk Türk kamu düzenine aykırıdır..." (Sibel Özel - Yurt Dışı
Hizmet Akitlerinde Uygulanacak Hukuk - Public and Private International Law
Bulletin, 43(1): s. 398, 402).
Ancak 5718 sayılı Kanun'daki "Türk kamu düzenine açıkça
aykırı olması hâlinde.. " ibaresinden yola çıkarak kamu düzeni nedeniyle
yabancı hukuk yerine Türk hukukunun uygulanmasını daha sınırlı hallerde kabul
eden görüşler de bulunmaktadır. "... yetkili yabancı hukukun ilgili
hükmünün yurt dışı iş sözleşmesinden doğan uyuşmazlığa uygulanmasıyla ortaya
çıkan durum, Türk kamu düzenine açık ve tahammül edilemez aykırılık
oluşturursa, anılan yabancı hüküm yerine Türk hukuku uygulanmalıdır."
(Gaye Baycık - Yurt Dışı Hizmet Akdine İlişkin İstinaf ve Yargıtay Kararları
Arasındaki Farklılık, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi | 14(2) |
2023 |, s. 60).
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, eldeki davanın bozma kararında da yer
aldığı şekliyle Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 10/2/2012
tarih E. 2010/1 K. 2012/1 T. 10.02.2012 sayılı kararından yola çıkarak bir
yabancı hukuk kuralının Türk hukukunun temel değerlerine, Türk genel adap ve
ahlak anlayışına, Türk kanunlarının dayandığı temel adalet anlayışına ve hukuk
siyasetine, Anayasa’da yer alan temel hak ve özgürlüklere milletlerarası alanda
geçerli ortak ve kabul görmüş hukuk prensiplerine, ikili anlaşmalara, gelişmiş
toplumların ortak benimsedikleri ahlak ve adalet anlayışına, medeniyet
seviyesine siyasi ve ekonomik rejimine aykırı olması halinde kamu düzenine
aykırılığın söz konusu olabileceği görüşündedir. Örnek olarak ise yabancı
hukukun, küçük çocukların çalışmasına ya da ücret ve diğer haklarda ırka dayalı
ayrımcılık yapılmasına izin vermesinin kamu düzenine aykırı olduğu
gösterilmiştir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında da yabancı unsurlu
uyuşmazlıklarda kamu düzeni müdahalesinin sınırlı hallerde, "istisnai"
olması gerektiği belirtilmiş, bu konuda doktrin görüşüne yer verilerek kamu
menfaati ve düzenini koruma amacını güden emredici kanun hükümlerine aykırılık,
ahlâka, temel hak ve özgürlüklere aykırılık, kamu düzeninin müdahalesini
gerektiren hususlar olarak kabul edilmiştir. Her emredici hükmü ihlal eden bir
yabancı kararın Türk kamu düzenine aykırı bulunduğunun söylenemeyeceği, yabancı
hukukun ilgili hükümlerinin doğuracağı sonuçların Türk kamu düzenine açıkça
aykırı olup olmadığının incelenmesi gerektiği vurgulanmıştır.
c) doğrudan uygulanan kurallar (müdahaleci normlar) ve emredici
kurallar
5718 sayılı Kanun'un 6. maddesi şöyledir: "Yetkili yabancı
hukukun uygulandığı durumlarda, düzenleme amacı ve uygulama alanı bakımından
Türk hukukunun doğrudan uygulanan kurallarının kapsamına giren hâllerde o kural
uygulanır."
Devletlerin kendi ekonomik, sosyal ve toplumsal yapılarına göre
kendi vatandaşı veya yabancı ayrımı yapmadan tüm ülkede uyguladığı kurallar
müdahaleci normlar (doğrudan uygulanan kurallar) olarak kabul edilir. (Ergin
Nomer - Cemal Şanlı, (2009), Devletler Hususi Hukuku (17. baskı), İstanbul:
Beta Basım Yayın Dağıtım A.Ş. s. 187).
Eldeki davada Hukuk Genel Kurulu'nun yukarıda belirtilen
kararında devlet organizasyonun korunmasının, çoğu olayda ülke ile belirli bir
şekilde irtibatlı ya da ülkede gerçekleştirilen iş sözleşmelerinde söz konusu
olabileceği, doğrudan uygulanacak kuralın amacının, diğer bir ifadeyle
düzenlemeyi hedeflediği alanın ülkenin coğrafi sınırları olduğu takdirde kurala
ilişkin ülkesellik gereği ilgili kuralın doğrudan uygulanan kural kabul edilse
dahi işin görüldüğü yerin bir başka ülke olması hâlinde uygulama alanı bulamayacağı
belirtilmiştir. Kararda buna örnek olarak hafta tatili, dini ve milli bayram
günleri ve ücretlerini düzenleyen hükümlerin doğrudan uygulanan kurallar
olmakla birlikte uygulama alanının ancak ilgili ülkenin coğrafi sınırları
olduğu, tamamen yurt dışında ifa edilen bir iş ilişkisinde Türk hukukundaki
asgari ücrete ilişkin kuralın uygulama alanına giren bir olay ya da ihtilâf söz
konusu olmayacağı şeklindeki doktrin görüşü benimsenmiştir.
IV. İş Sözleşmeleri ile İlgili Kanunlar İhtilafı Kurallarının
Özelliği ve 5718 Sayılı Kanun'daki Düzenleme:
İş sözleşmeleri, özel hukuk yanında kamu hukukuna ait özellikler
de barındırması, sözleşme taraflarının güçlerinin birbirine denk olmaması gibi
bir çok nedenle diğer sözleşmelerden ayrıdır. İşçinin, işveren ile eşit durumda
bulunmaması, işveren karşısında zayıf durumda yer alması nedeniyle modern
devletler hukuklarının hemen hemen tamamında iş sözleşmeleri ile ilgili
kanunlar ihtilafı kuralları ayrıca düzenlenmiştir.
İşçinin işverene göre dava zayıf, korumasız olması nedeniyle
ulusal hukuklarda genellikle iş sözleşmelerinde hukuk seçimi de diğer sözleşme
türlerine göre ayrı bir sisteme tabi tutulmaktadır. "Tarafların eşit
durumda olmamalarının yanında, çoğu zaman işverenler tarafından önceden
hazırlanmış formlar işçiye sunulduğundan bu sözleşmelerin gerçek anlamda taraf
iradesi ile oluşturulmadığı görüşü ağırlıktadır" (Felice Morgenstern,
International Conflicts of Labour Law, International Labour Organisation,
Geneva, 1984, s. 19'dan aktaran Beyza Çağla Şahin - Bireysel İş Sözleşmelerinde
Uygulanacak Hukuk - Yüksek Lisans Tezi, 2020, s. 51). Bu nedenlerle iş
sözleşmelerinde sözleşmenin zayıf tarafı olan işçiyi korumak amacıyla hukuk
seçiminde çeşitli şekillerde sınırlandırma yoluna gidilmektedir.
Bunlardan ilki taraflarca seçilecek hukukun
sınırlandırılmasıdır. Örneğin İsviçre hukukunda taraflar ancak belli ülke
hukuklarını seçebilirler. İsviçre hukukunda IPRG 121. maddesinin 3. fıkrası
şöyledir: "Taraflar iş sözleşmesini, işçinin mutad meskeni veya işverenin
işletmesinin bulunduğu yer veya işverenin ikametgâhı veya mutad meskeni
hukukuna tabi tutabilirler.”
Bu maddenin gerekçesinde iş sözleşmelerinin koruma gerektiren
niteliği bulunmasının hukuk seçimi konusunda tarafların tüm özgürlüğünün
ortadan kaldırılmasını gerektirmediği, objektif bağlama kuralının dışına çıkan
belli bir hukukun seçilmesinde işçilerin de çıkarlarının olabileceği
vurgulanmıştır. (Aysel Çelikel / Bahadır Erdem: Milletlerarası Özel Hukuk, Beta
Basım Yayın, 9. Bası, İstanbul, 2009, s. 351).
İş sözleşmelerinde uygulanacak hukukun seçiminde benimsenen bir
diğer yöntemde ise taraflara bu konuda serbesti tanınmakla beraber seçilen
hukuk ile objektif bağlama kuralının gösterdiği hukuk arasında bir yararlılık
karşılaştırması yapılması zorunluluğu getirilmektedir. Bu karşılaştırma sonrası
işçi için en elverişli hukuk tespit edilmekte ve bu hukuk uygulanmaktadır. Bu
sisteme göre seçilen hukuk objektif kritere göre uygulanacak hukukun işçiyi
koruyucu emredici hükümlerini ortadan kaldırmayacaktır.
İş sözleşmelerinden doğan kanunlar ihtilafı Türk hukukunda
12/12/2007 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5718 sayılı
Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun'un (5718 sayılı Kanun)
27. maddesinde düzenlenmiştir. Madde gerekçesinde 2675 sayılı Kanun'da iş
sözleşmelerinin sosyal içeriğinin dikkate alınmadığı, bu nedenle yeni bir
düzenleme getirildiği belirtilmiştir. Gerekçede ayrıca "İş sözleşmelerinde
hem zayıf olan işçinin korunması ihtiyacı, hem de Devletin ekonomik ve sosyal politikalarıyla
ilgili olarak yaptığı ve bireysel iş sözleşmeleri dışında kalan diğer
düzenlemeler göz önünde tutulmuştur. İş hukukunun kamu karakterli yönlerinin de
bulunması ve işçinin edimini orada yerine getirmesi 'işyerinin bulunduğu' ülke
hukukunun bu ilişkide objektif bağlama kuralı olarak uygulanmasını zorunlu
kılmıştır. Bu gerekçelerle maddede, bireysel iş sözleşmelerinde en sıkı
ilişkili hukuk olarak mutad işyeri hukukunun uygulanacağı kabul edilmiştir. ...
Hukuk seçimi, iş sözleşmelerinin özel niteliği gereği, ancak işçi lehine ve
sınırlı olarak tanınmıştır. Çünkü taraflar hukuk seçimi yapılsa bile, objektif
bağlama kuralına göre belirlenen hukukun işçiyi koruyan hükümlerinden daha
elverişsiz hükümler içermesi halinde, seçilen hukuktaki hükümlerin uygulanması
mümkün değildir.... mutad işyeri hukukunun işçiyi koruyan hükümleri asgari
koruma standardı olarak kabul edilmekte ve hukuk seçimi yoluyla bu standardın
altına inilmesi engellenmektedir." denilmiştir.
5718 sayılı Kanun'un 27. maddesinin kaynağı Avrupa Birliği'nin
19/6/1980 tarihli, mülga Yabancı Hukukun Akitlere Uygulanmasına İlişkin
Konvansiyon'udur (Roma Konvansiyonu). Bunun yanında 5718 sayılı Kanun'un
hazırlanmasında İsviçre'de 1/1/1989 tarihinde yürürlüğe giren Federal Devletler
Özel Hukuk Kanun'undan da yararlanıldığı belirtilmektedir. (Tuğrul Ansay -
Devletler Özel Hukuku'nda Uluslararası Boyutlu İş Uyuşmazlıklarının
Düşündürdükleri - İstanbul Kültür Üniversitesi Hukuk Fakültesi Cilt: 15, Sayı:
1, 1 Ocak Şubat 2016 s. 10-13). Ancak 2007 yılında kabul edilen 5718 sayılı
Kanun'a bir anlamda kaynaklık eden Roma Konvansiyonu'nda içerik olarak önemli
değişiklikler yapılmış ve 2008 yılında Roma I Tüzüğü adlı belge kabul
edilmiştir. (Hatice Özdemir Kocasakal, Sözleşmelere Uygulanacak Hukukun MÖHUK
m. 24 Çerçevesinde Tespiti ve Üçüncü Devletin Doğrudan Uygulanan Kuralları,
Milletlerarası Hukuk ve Milletlerarası Özel Hukuk Bülteni, 2010, Cilt: 30,
sayı: 1-2, s. 28).
Roma I Tüzüğü'nün 8. maddesi şöyledir: "1. İş sözleşmeleri tarafların
3. madde uyarınca seçtikleri hukuka tabidir. Ancak bu madde uyarınca yapılacak
hukuk seçimi işçiyi böyle bir hukuk seçimi yapılmamış olsaydı, bu maddenin
2.,3. ve 4. fıkralarında gösterilen hukukların taraflarca aksi
kararlaştırılmayacak hükümleri uyarınca sahip olacağı korumadan mahrum
bırakamaz.
2. Tarafların hukuk seçimi yapmamış olmaları halinde iş
sözleşmelerine işçinin işini mutad olarak yaptığı yerin bulunduğu ülke hukuku
uygulanır. İşin mutad olarak yapıldığı ülke işçinin işini geçici olarak başka
bir ülkede yapması halinde değişmez.
3. Bu maddenin 2. fıkrası uyarınca iş sözleşmelerine uygulanacak
hukukun belirlenememesi halinde sözleşmeye işçiyi işe alan işyerinin bulunduğu
ülke hukuku uygulanır.
4. Somut olayın tüm şartlara göre sözleşmenin 2. veya 3. fıkrasında
belirtilen ülkelerden başka bir ülke ile daha sıkı irtibatlı olması halinde
sözleşmeye bu ülke hukuku uygulanır." (Çelikel/Erdem: 2009, s. 349-350).
Görüldüğü gibi 5718 sayılı Kanun'un 27. maddesinin 1. fıkrası,
Roma 1 Tüzüğü'nde 8/1. maddedeki düzenleme ile benzerlikler bulunsa da önemli
bir fark içermektedir. 27/1'de koruma mutad işyeri hukukunun emredici
hükümleriyle sınırlı iken Roma 1 Tüzüğü 8/1'deki koruma, hükmün 2., 3. ve 4.
fıkralarınca uygulanacak olası hukukların (objektif bağlama kurallarının)
sağlayacağı korumadan işçinin yoksun kalmasına neden olacak nitelikte bir hukuk
seçimine izin vermeyerek işçiye daha kapsamlı bir güvence sağlamıştır. (Gürsel:
2021, s.164). Bir başka deyişle 5718 sayılı Kanun'dan farklı olarak Roma I
Tüzüğü mutad işyeri hukuku yanında işçinin işe alındığı işyeri hukuku ve
ilişkiyle sıkı bağlantılı hukukun işçiyi koruyan hükümlerinin de hukuk seçimi
ile bertaraf edilmesine izin vermeyerek daha kapsamlı bir koruma sağlamıştır.
(Özel: 2023, s. 371)
Diğer taraftan "5718 sayılı Kanun'un 1. fıkrasındaki bu
düzenleme ile sadece işçinin mutad işyeri hukukunun koruyucu hükümleri esas
alınarak hukuk seçimi kabul edildiğinden seçilen hukukun diğer bağlama
kurallarına göre belirlenecek maddi hukukla karşılaştırması yapılamayacaktır."
(Özel: 2023, s. 381). Bir başka deyişle tarafların geçerli bir hukuk seçimi
yapmaları halinde daha sıkı bir hukuk bulunduğu gerekçesiyle seçilen hukuk
bertaraf edilemeyecektir. (Ercan Akyiğit, Elliikinci Çözüm Arama Konferansı -
Yurt Dışı Hizmet Sözleşmelerinde 'ndaki sunumu, Milletlerarası Özel Hukuk
Uygulaması İş Hukuku Sorunları, Ankara: 2017, İntes Yayınları, s.30). Bu
durumda 27/1'deki düzenleme itibariyle hukuk seçimi yapıldığında aynı maddenin
4. fıkrası uygulanamaz haldedir. İşçi daha sıkı bağlantılı hukuk olarak Türk
hukukunun uygulanması gereken uyuşmazlıklarda, mutad işyeri yurt dışında
olduğundan, Türk hukukuna göre sahip olduğu korumadan daha aşağı standartta
koruma sağlayan mutad işyeri hukukuna tabi olacaktır. (Özel: 2023, s. 382).
5718 sayılı Kanun'un 27. maddesinin 2. fıkrasında tarafların
hukuk seçimi yapmamış olmaları hâlinde iş sözleşmesine, işçinin işini mutad
olarak yaptığı işyeri hukukunun uygulanacağı kabul edilmiştir. İşyerinin
bulunduğu ülkedeki iş hukuku kurallarının yeterince gelişmemiş olduğu, işçiye
Türk hukukunun sağladığı korumadan daha az bir koruma sağladığı durumlarda
mutad işyeri hukuku işçinin aleyhine olacaktır.
5718 sayılı Kanun'un 27. maddesinin 1. ve 2. fıkraları ile
getirilmiş olan düzenlemeler işçinin Türk hukukuna göre daha az koruma
sağlanan, iş hukukunun yeterince gelişmediği yerlerde çalışması halinde
Kanun'un konuluş amacını yerine getiremeyecektir. 5718 sayılı Kanun'un 5.
maddesindeki kamu düzeni müdahalesinin sınırlı ve istisnaî nitelikte kabul edilmesi,
Türk kamu düzeninin ihlâlini gerektirecek hâllerin varlığına çoğunlukla
emredici bir hükmün açıkça ihlâli halinde varılması mutad işyeri hukuku yerine
işçinin en sıkı bağlantılı hukukunun uygulanmasını engellemektedir. Benzer
şekilde doğrudan uygulanan kuralların ülkesellik gereği ilgili kural doğrudan
uygulanan kural olsa dahi işin görüldüğü yerin bir başka ülke olması hâlinde
uygulama alanı bulamayacağının kabul edilmesi de işçiyi daha sıkıya bağlı
olduğu hukukun korumasından yoksun bırakacaktır.
V. 5718 Sayılı Kanun'un 27. maddesinin 1. ve 2. fıkralarının
Anayasa'ya Aykırı Bulunma Nedenleri:
Yukarıda açıklandığı gibi 5718 sayılı Kanun'un 27. maddesi bir
Avrupa Birliği belgesi olan Roma 1 Tüzüğü'nün kabulü öncesindeki Roma
Konvansiyonu kaynak alınarak hazırlanmıştır. Dolayısıyla 27. madde, yürürlüğe
girmesinden kısa süre sonra Roma Konvansiyonu'nun yerini alan ve öncekine göre
iş hukuku ilkeleri bakımından daha ileri kurallar getiren Roma I Tüzüğü'ndeki
düzenlemelerin önemli bir kısmını içermemektedir. Örneğin hukuk seçimi
yapılması halinde en sıkı bağlantılı hukuk olarak Türk hukuku 27/1. madde
gereğince uygulanamayacaktır. (Özel: 2023, s. 382).
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın "Başlangıç" kısmında
"Her Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik
ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak milli kültür, medeniyet ve hukuk
düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddi ve manevi varlığını bu yönde
geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu" vurgulanmıştır. Anayasa'nın
2. maddesinde "Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve
adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine
bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve
sosyal bir hukuk Devletidir." denilmiştir. Anayasa'nın 5. maddesine göre
Devletin temel amaç ve görevleri: "– Devletin temel amaç ve görevleri,
Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini,
Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti
ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve
sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için
gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."
Anayasaya göre Devletin temel amaç ve görevlerinden biri
kişilerin refah, huzur ve mutluluğunu sağlamaktır. Anayasa Mahkemesinin
26/10/1988 tarih 19/33 sayılı kararında sosyal hukuk devleti, "güçlüleri
güçsüzler karşısında koruyarak gerçek eşitliği, yani sosyal adaleti ve
toplumsal dengeyi sağlamakla yükümlü devlettir." şeklinde tanımlanmıştır.
O halde bu karar ışığında sosyal devlet, sosyal adalet ve sosyal güvenliği
sağlamak ve herkes için insan haysiyetine yaraşır, asgari hayat düzenini
gerçekleştirmekle yükümlü devlettir. (Ergun, Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, 4,
B., Ankara 1995, s . 102). Dolayısıyla Devletin Türk uyruklu işçinin, Türkiye'de
işyeri tescili bulunan, Türk hukukuna tâbi tüzel kişiliği olan işverenin yurt
dışındaki işyerlerindeki çalışmalarından doğan işçilik alacaklarına ilişkin
davada, işçiyi ulusal hukukun sağladığı korumadan mahrum bırakmaması gerekir.
İş sözleşmelerinde tarafların hukuk seçimi yapmalarına imkan sağlansa da bu
nitelikte bir sözleşmede işçinin daha sıkı ilişkili hukukunun bulunması halinde
bu hukuk yerine mutad işyeri hukukunun uygulanması işçinin Anayasa ile korunan
temel haklardan yoksun kalması sonucunu doğurabilecektir.
Ayrıca Anayasa'nın 10. maddesinde belirtilen kanun önünde
eşitlik ilkesi de işçinin daha sıkı ilişkili hukukunun emredici kurallarından mahrum
bırakılmamasını gerektirir. Türkiye de tescil edilmiş şirketin yurt dışındaki
işyerinde çalışan Türk işçisinin aynı şirketin Türkiye'de çalışan işçisinin
sahip olduğu temel işçilik haklarından yoksun kalması sonucunu doğurabilecek
yasal düzenleme Anayasa'ya uygun değildir.
Anayasa'nın 49. maddesine göre "Devlet, çalışanların hayat
seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları ve
işsizleri korumak, çalışmayı desteklemek, işsizliği önlemeye elverişli ekonomik
bir ortam yaratmak ve çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbirleri
alır." Anayasa, Devlet'i çalışanların hayat seviyelerini yükseltmek,
çalışma hayatını geliştirmek ve çalışma barışını sağlamakla yükümlü kılmıştır.
Mutad işyerinin iş hukuku yeterince gelişmemiş bir ülke olması halinde
işçilerin hayat seviyelerinin yükseltilmesi yerine düşmesi tehlikesi
bulunmaktadır. Önemi nedeniyle Anayasa'da yer bulan dinlenme hakkı kapsamındaki
ücretli hafta ve bayram tatili ile ücretli yıllık izin haklarının işçinin daha
sıkı bağlı olduğu hukuk yerine mutad işyeri hukuku, ya da seçilen hukuktaki
düzenlemelere tabi olması, mevcut düzenlemede işçinin bu yöndeki haklarının
korunmaması Anayasa'ya aykırıdır.
Anayasa'nın 55. maddesine göre "Devlet, çalışanların
yaptıkları işe uygun adaletli bir ücret elde etmeleri ve diğer sosyal
yardımlardan yararlanmaları için gerekli tedbirleri alır.
" Yukarıda açıklandığı gibi Devletin bu madde gereğince
sorumluluğu Türk hukuku ile sıkı ilişkili çalışan Türk işçisine karşı da
vardır. Devlet, Anayasa'nın "Başlangıç" kısmında, 5. ve 10.
maddelerinde belirtildiği şekilde bu işçilerin adaletli ücret elde etmelerini
ve işçilik alacakları ile ilgili davalarda hukuka uygun şekilde haklarını alabilmeleri
için gerekli tedbirleri almakla yükümlüdür. 5718 sayılı Kanun'un 27. maddesinin
1. ve 2. fıkralarındaki düzenleme Türk hukuku ile daha sıkı ilişkili iş
sözleşmesiyle çalışan işçinin ulusal hukukta korunan bu haklarını bertaraf
edici niteliktedir.
Kişisel hak ve yükümlülüklere ilişkin olduğundan iş hukukuna
ilişkin uyuşmazlıklar aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6.
maddesinde belirtilen adil yargılanma hakkı kapsamında Sözleşme ile de koruma
altındadır. Çalışma hakkı esasen ekonomik ve sosyal haklar alanında yer almakla
birlikte Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde açıkça düzenlenmemiştir. Ancak
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu hakkı insan yaşamındaki önemi ve özel yaşam
ile sıkı bağını dikkate alarak Sözleşme'nin 8. maddesi kapsamında (özel ve aile
hayatına saygı hakkı) değerlendirmektedir. Çalışma hakkının tanımını da Avrupa
Sosyal Şartı'nın 1. maddesine göre kabul etmektedir. Avrupa Sosyal Şartı'nın 1.
maddesindeki tanımda konu ile ilgili kısım "çalışma özgürlüğü" olarak
başlıklandırılan çalışma hakkının ikinci unsurudur. Buna göre Sözleşme'ye taraf
devletler "Çalışanların özgürce edindikleri bir işle yaşamlarını sağlama
haklarını etkili bir biçimde korumayı" taahhüt ederler. Devletin, Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi ile getirilen bu yükümlülüğüne uygun şekilde yabancı
unsurlu iş sözleşmesi ile çalışan işçilerinin haklarını koruyucu önlemleri
alması da gerekir. Bu bağlamda iş sözleşmelerinde kanunlar ihtilafı
kurallarında hukuk seçimi ile ilgili düzenleme işçinin işe alındığı işyeri
hukuku ve ilişkiyle sıkı bağlantılı hukukun işçiyi koruyan hükümlerinin de
hukuk seçimi ile bertaraf edilmesine imkan sağlamayacak şekilde olması gerekir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi Anayasa'nın 90. maddesi
gereğince iç hukukun bir parçası olan Uluslararası Çalışma Örgütü'nün
Türkiye'nin onayladığı sözleşmeler de çalışma hayatını düzenleyen belgelerdir.
Türk hukuku ile daha sıkı bağlantılı bir iş sözleşmesiyle çalışan işçinin,
hukuk seçimi ile bu sözleşmelerin getirdiği korumalardan yoksun bırakılması da Anayasa'ya
aykırıdır.
Tüm bu açıklanan nedenlerle 5718 sayılı Kanun'un 27. maddesinin
1. ve 2. fıkralarının Türk hukuku ile daha sıkı ilişkili iş sözleşmeleriyle yurt
dışında çalışan işçilerin Anayasa'nın koruduğu haklarına güvenceyi sağlamakta
yetersiz kaldığı kanaatinde olduğumuzdan eldeki davanın Anayasa'nın 152.
maddesi gereğince Anayasa Mahkemesi'nin bu konuda vereceği karara kadar geri
bırakılmasına karar verilmiştir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında
Kanun'un 27.maddesinin 1. ve 2. fıkralarının Anayasa'nın 2., 5., 49. ve 55.
maddeleri ile 90. maddesinin 5. fıkrası gereğince Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi'nin 6. ve 8. maddelerine ve Türkiye'nin onayladığı Uluslararası Çalışma
Örgütü (ILO) sözleşmelerine aykırı olduğundan iptali gerektiği kanaati ile bu
hususta karar verilmek üzere dosyanın Anayasa'nın 152. maddesine göre Anayasa
Mahkemesi'ne gönderilmesine,
2-Anayasa Mahkemesi'nin bu konuda vereceği karara göre dosyanın
geri bırakılmasına,
3-Bu nedenle duruşmanın 02/04/2024 günü saat 10:00
bırakılmasına. Hakim Halis Karatomas'ın (107530) karşı oyu ile, oy çokluğu ile karar
verildi.”
Esas Sayısı : 2023/187
Karar Sayısı : 2024/187
“KARARIN BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİNCE KALDIRILMASI ÖNCESİ YASAL
GEREKÇESİ;
Sosyal Güvenlik Kurumu sigortalılık tescil ve hizmet kaydı,
yurtdışı giriş ve çıkış kayıtları, davalı ile CADDELL arasında akdedilen
14.06.2012 tarihli hizmet sözleşmesinin sunulduğu görülmüştür.
Dava kıdem tazminatı ve ihbar tazminatı istemine ilişkindir.
Mahkememizce tüm deliller toplanmış, hesaplama yönünden
bilirkişi incelemesi cihetine gidilmiştir.
Her ne kadar davalı taraf MÖHUK hükümleri uyarınca yabancı
hukukun seçilerek yargılamanın yapılmasını talep etse de, davacının Türk
uyruklu olması, davalı şirketin de Türk Ticaret Sicili'ne kayıtlı işveren
olması göz önüne alınarak millilik ve iş hukukunun emredicilik ilkesi gereğince
Türk Hukuku mevzuatı uygulanmıştır.
Mahkememizce toplanan tüm deliller ve alınan bilirkişi raporu
gereğince; davacının davalı şirkette, hizmet dökümü cetveli, pol-net kayıtları
ve beyanlardan 27.04.2008 -25.12.2008 tarihleri arasında 7 ay 28 gün 17.04.2009
tarihinden 25.06.2009 tarihine kadar toplamda 10 ay 6 gün, beyanlar göz önüne
alınarak aylık 2.000,00USD karşılığı çalıştığı, işveren tarafından iş akdinin
kıdem ve ihbar tazminatı verilmesini gerektirmeyecek şekilde haklı feshedildiği
ispatlanamadığından, yemek ve barınma ücreti dahil edilerek bulunan giydirilmiş
ücret üzerinden bilirkişi raporuna göre hesaplanan ihbar tazminatı talebinin n
kabulüne, hizmet süresi 1 yılı aşmadığından kıdem tazminatı talebinin reddine karar
verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
İSTANBUL BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 29. HUKUK DAİRESİNİN GEREKÇESİ;
HMK 355. madde düzenlenmesine göre, kamu düzenine aykırılık
halleri hariç istinaf dilekçesinde belirtilen sebepler ile sınırlı olmak üzere
yapılan inceleme sonunda;
HMK 353/1-a-6 maddesinde “Mahkemece, uyuşmazlığın çözümünde
etkili olabilecek ölçüde önemli delillerin toplanmamış olması veya
değerlendirilmemiş olması ya da talebin önemli bir kısmı hakkında karar
verilmemiş olması" yazılıdır.
HMK 353/1-a.6 maddesi gereğince tarafların davanın esasıyla
ilgili olarak gösterdikleri ve uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek
delillerin toplanmadan veya gösterilen deliller hiç değerlendirilmeden karar
verilmiş olması veya talebin önemli bir kısmı hakkında karar verilmemiş olması
durumunda ilk derece mahkeme kararı esası incelenmeden kararın kaldırılmasına
ve dosyanın yeniden görülmesi için mahkemesine iadesine karar verilmesi
gerekmektedir.
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi'nin son dönemde vermiş olduğu
kararlarında taraflar arasındaki İş Hukuku'ndan kaynaklanan uyuşmazlığa ilişkin
uygulanacak hukukun tespiti bakımından yabancılık unsuru taşıyan iş
sözleşmelerinde, tarafların hukuk seçimi anlaşması yapmaları durumunda
tarafların seçtiği hukukun uyuşmazlığa uygulanması, taraflar uygulanacak hukuku
seçmemişlerse veya yapmış oldukları hukuk seçimi anlaşması herhangi bir
sebepten geçerli değilse işçinin işini mutad olarak yaptığı işyeri hukukunun
uygulanacağının belirtildiği, Yargıtay 9. Hukuk Dairesi'nin 10/07/2023 tarihli
2022/8829 esas, 2023/11218 karar sayılı kararında etraflıca açıklanmaktadır.
5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku hakkındaki
Kanun'un 2/1 maddesinde "Hakim Türk kanunları ihtilafı kurallarını ve bu
kurallara göre yetkili olan yabancı hukuku resen uygular. Hakim yetkili yabancı
hukukun muhtevasının tespitinde tarafların yardımını isteyebilir."
hükmünün düzenlendiği, 27/1 maddesinde "İş sözleşmeleri, işçinin mutad
işyeri hukukunun emredici hükümleri uyarınca sahip olacağı asgari koruma saklı
kalmak kaydıyla, tarafların seçtikleri hukuka tabidir." hükmünün
düzenlendiği, aynı Kanun'un 27/2 maddesinde "tarafların hukuk seçimi
yapmamış olmaları halinde iş sözleşmesine, işçinin işini mutad olarak yaptığı
işyeri hukuku uygulanır. İşçinin işini geçici olarak başka bir ülkede yapması
halinde bu işyeri mutad işyeri sayılmaz." hükmünün düzenlendiği, anılan
Yargıtay kararı ve kanun maddeleri de dikkate alınarak taraflar arasındaki
somut uyuşmazlık yönünden uygulanacak hukukun tespiti bakımından taraflar arasında
düzenlenen yurtdışı hizmet akdinin muhtelif maddelerinde yabancı ülke
mevzuatının uygulanacağına dair ibareler bulunmaktadır. Bu durumda tarafların
hukuk seçimi yaptıkları ve işin yapıldığı ülke mevzuatının uygulanmasının
MÖHUK'un kanunlar ihtilafı kuralları, milletlerarası özel hukuk genel ilkeleri
ve MÖHUK'un kamu düzenine ilişkin hükümleri de değerlendirilmek suretiyle
yapılması gerekmektedir. Öncelikle ilk derece mahkemesince taraflar arasında
imzalanan yurtdışı iş sözleşmesinin bağlayıcı ve geçerli olup olmadığının
değerlendirilmesi, geçerli olduğu sonucuna varılması durumunda 5718 sayılı
Kanun'un 27. maddesinin 1. fıkrası gereğince öncelikle iş sözleşmesi ile
seçilen hukukun uygulanması gerekmektedir.
Somut uyuşmazlıkta davacı, davalının yurtdışı şantiyelerinde
çalıştığını belirterek bir kısım hak ve alacaklarının davalıdan tahsilini talep
etmektedir. Davacı davalıya ait yurt dışındaki şantiyelerde çalıştığından
taraflar arasındaki hizmet akdinde uygulanacak hukuk bakımından yabancılık
unsuru varlığının kabulü gerekir. 5718 sayılı kanununun 2. maddesinin birinci
fıkrasında, hakimin Türk kanunlar ihtilâfı kurallarının ve yetkili olan yabancı
hukuku re'sen uygulayacağı düzenlenmiştir. Davalı cevap dilekçesinde
uyuşmazlığa yabancı hukukun uygulanmasını talep etmeyerek Türk hukukunun
uygulanmasına zımmi olarak muvafakat ettiği durumlarda ise Türk hukukunun
seçildiği ve Türk hukukunun uygulanması gerektiği kabul edilmelidir.
Dosya kapsamından cevap dilekçesinden davalının yabancı hukukun
uygulanmasına yönelik itiraz olduğu görülmektedir.
Tüm açıklamalar birlikte dikkate alındığında; ilk derece
mahkemesince yukarıda belirtilen eksiklikler giderildikten sonra konusunda
uzman bir bilirkişiden denetime elverişli rapor alınmak suretiyle dosya
kapsamındaki delil durumu birlikte değerlendirilerek dava konusu alacaklar
hakkında usuli kazanılmış haklar da gözetilerek bir karar verilmesi gerekirken
ilk derece mahkemesince yukarıda belirtilen eksiklikler giderilmeden bir karar
verilmesinin hatalı olduğu kanaatine varılarak İlk Derece Mahkemesinin
kararının kaldırılması gerektiği kanaatine varılmıştır.
Davanın esasına etki eden deliller yeterince toplanmamışsa yada
toplanmakla birlikte hiçbir değerlendirme yapılmamışsa esaslı taleplerden biri
hakkında hiçbir inceleme ve yargılama yapılmamışsa HMK 353/1-a-6 maddesinde
düzenlenen koşulların oluştuğunun kabulü gerekmektedir.
Belirtilen nedenlerle, 5718 sayılı yasanın 2/1. maddesi, HMK'nun
355/1. maddesi, davalının yabancı hukukun uygulanmasına yönelik istinaf istemi
dikkate alınarak, davalının sair istinaf sebepleri, davacının istinaf sebepleri
incelenmeksizin HMK'nın 353/1-a/6 maddesi gereğince ilk derece mahkemesinin
kararının ESASI İNCELEMEDEN KALDIRILMASINA, taraflar arasında yukarıda
belirtilen çekişmeli hususlar ile ilgili delillerin toplanmasından sonra karar
verilmek üzere mahkemesine iadesine oy birliğiyle karar vermek gerekmiş olup
aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
KONUYA İLİŞKİN YARGITAY KARARLARI;
Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 15/02/2022 tarih 2021/13164 Esas
2022/1801 Karar sayılı ilamı gerekçesi "Taraflar arasında iş sözleşmesine
uygulanacak hukuk konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.
Yabancılık unsuru, bir hukukî işlemi veya ilişkiyi ya da olayı
birden fazla devletin hukuku ile irtibatlı hâle getiren unsurdur. İşçinin veya
işverenin yabancı olması, işverenin işletme merkezinin yabancı bir ülkede
bulunması, işçinin kendi işini mutad olarak yabancı bir ülkede yapması veya iş
ilişkisinin yabancı bir ülke ile sıkı irtibatlı olduğunun durumun genelinden
anlaşılması gibi hâllerde iş sözleşmesinde yabancılık unsurunun bulunduğundan
söz edilir.
5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında
Kanun (MÖHUK)’un 40. maddesine göre, Türk mahkemelerinin milletlerarası
yetkisini, iç hukukun yer itibariyle yetki kuralları belirler. Aynı Kanun’un
44. maddesi ise, bireysel iş sözleşmesinden veya iş ilişkisinden doğan
uyuşmazlıklarda Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisini tayin eden özel
bir yetki kuralı getirmiştir. Buna göre, bireysel iş sözleşmesinden veya iş
ilişkisinden doğan uyuşmazlıklarda işçinin işini mutaden yaptığı işyerinin
Türkiye’de bulunduğu yer mahkemesi yetkilidir. İşçinin, işverene karşı açtığı
davalarda işverenin yerleşim yeri, işçinin yerleşim yeri veya mutad meskeninin
bulunduğu Türk mahkemeleri de yetkilidir.
Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun’un 2.
maddesinin birinci fıkrasında hâkimin, Türk kanunlar ihtilâfı kurallarını ve
yetkili olan yabancı hukuku re’sen uygulayacağı ve yetkili yabancı hukukun
içeriğinin tespitinde taraflardan yardım isteyebileceği belirtilmiştir. Yabancı
hukukun içeriğinin tespiti, özel ve teknik bir bilgiyi gerektirdiğinden, hâkim
gerekirse bilirkişi incelemesine de gidebilir. Yabancı hukukun olaya ilişkin
hükümlerinin tüm araştırmalara rağmen tespit edilememesi hâlinde, Türk hukuku
uygulanır (MÖHUK m. 2(2)).
Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun’un 5.
maddesine göre, yetkili yabancı hukukun belirli bir olaya uygulanan hükmünün
Türk kamu düzenine açıkça aykırı olması hâlinde, bu hüküm uygulanmaz; gerekli
görülen hâllerde, Türk hukuku uygulanır. Kamu düzeni müdahalesi sınırlı ve
istisnaî niteliktedir. Türk kamu düzeninin ihlâlini gerektirecek hâller,
çoğunlukla emredici bir hükmün açıkça ihlâli halinde düşünülecektir. Fakat her
emredici hükmün ihlâli halinde veya her emredici hükmü ihlâl eden bir yabancı
kararın Türk kamu düzenine aykırı bulunduğunu söylemek olanaklı değildir.
(Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararı, E. 2010/1 K. 2012/1
T. 10.02.2012). Örneğin, ihbar ve kıdem tazminatı ile yıllık izin, fazla mesai,
hafta ve genel tatil alacaklarına ilişkin hükümler iç hukukumuz bakımından
emredici nitelikte olmakla birlikte, bunlara dair yabancı hukukun farklı
düzenlenmeleri, sırf farklılıkları nedeniyle somut uyuşmazlıkta ortaya çıkan
durum değerlendirilmeden Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında
Kanun'un m. 5 uyarınca kamu düzeni müdahalesine neden olmaz. Keza uygulanması
gereken yabancı hukukun işçiye Türk hukukundan daha az koruma getirmesi de tek
başına kamu düzeni müdahalesi için yeterli bir sebep değildir. Kanunlar
ihtilâfı hukukundaki kamu düzeni anlayışı, iç hukukun kamu düzeni anlayışından
farklı ve daha dar kapsamlıdır.
Bir yabancı hukuk kuralı Türk hukukunun temel değerlerine, Türk
genel adap ve ahlak anlayışına, Türk kanunlarının dayandığı temel adalet
anlayışına ve hukuk siyasetine, Anayasa’da yer alan temel hak ve özgürlüklere
milletlerarası alanda geçerli ortak ve kabul görmüş hukuk prensiplerine, ikili
anlaşmalara, gelişmiş toplumların ortak benimsedikleri ahlak ve adalet
anlayışına, medeniyet seviyesine siyasi ve ekonomik rejimine aykırı olması
halinde kamu düzenimize aykırılığı söz konusu olabilir (Yargıtay İçtihadı
Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararı, E. 2010/1 K. 2012/1 T. 10.02.2012).
Örneğin yabancı hukukun, küçük çocukların çalışmasına ya da ücret ve diğer
haklarda ırka dayalı ayrımcılık yapılmasına izin vermesi kamu düzenimize
aykırıdır.
Yabancı hukukun uygulanmasını engelleyen diğer bir durum ise,
doğrudan uygulanan kurallardır (müdahaleci normlar). Bu kurallar, taraflardan
ziyade, devlet organizasyonunun sosyal, ekonomik ve politik menfaatlerini
gerçekleştirmeyi amaçlar. Bu açıdan vatandaş yabancı ayrımı gözetilmeden, yabancılık
unsuru taşısın taşımasın, hukuk seçimi yapılsın yapılmasın, uygulama alanına
giren her ilgili olay ve hukukî ilişkide mutlaka uygulanması gereken
kurallardır (……, Milletlerarası Özel Hukuk, İstanbul 2019, s. 7; ……..,
Milletlerarası Özel Hukuk, İstanbul 2020, s. 155). İş hukukunda işçiyi koruyan
her emredici kural, doğrudan uygulanan kural olarak nitelendirilmez; ayrıca
devlet organizasyonunun sosyal, ekonomik ve politik menfaatlerini de koruması
gerekir. Bununla birlikte, emredici hükümler ile doğrudan uygulanan kuralların
ayırt edilmesi her zaman kolay değildir ve tartışmalıdır. Doğrudan uygulanan
kurallara, kamu hukuku nitelikli iş güvenliği hükümleri, özel işçi gruplarını
koruyucu hükümler ve yasal greve ilişkin hükümler ve asgarî ücrete ilişkin
düzenlemeler örnek olarak gösterilebilir (……., Milletlerarası Unsurlu Bireysel
ve Toplu İş Sözleşmelerine Uygulanacak Hukuk, Ankara 2012, s. 189-195). Devlet
organizasyonun korunması, çoğu olayda ülke ile belirli bir şekilde irtibatlı ya
da ülkede gerçekleştirilen iş sözleşmelerinde söz konusu olur. Örneğin, tamamen
yurt dışından ifa edilen bir iş ilişkisinde Türk hukukundaki asgarî ücrete
ilişkin kuralın uygulama alanına giren bir olay ya da ihtilâf söz konusu olmaz
(….., “Yabancı Unsurlu İş Hukuku İhtilâfları ile İlgili Yargıtay Kararlarının
Değerlendirilmesi”, (Editörler, …..) …., 10. Yılında Milletlerarası Özel Hukuk
ve Usul Hukuku Hakkında Kanun, Ankara 2017, s. 525-526; …., “Yabancı Unsurlu İş
Sözleşmelerinde For Devletinin Doğrudan Uygulanan Kurallarının Tespiti ve
Uygulaması”, Yıldırım Beyazıt Hukuk Dergisi, 2017/1, s. 286).
Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun'un m.
27(1) uyarınca iş sözleşmesinin tarafları, sözleşme ile irtibatlı olsun olmasın
diledikleri bir ülkenin hukukunu seçebilirler. Ancak tarafların seçmiş
oldukları bu hukuk düzeninin, işçinin mutad işyeri hukukunun emredici hükümleri
uyarınca sahip olacağı asgarî korumanın altında kalması hâlinde mutad işyeri
hukuku uygulanır. Bu durumda, seçilen hukuk ile mutad işyeri hukuku arasında
bir yararlılık karşılaştırması yapılmalıdır (…., “5718 Sayılı Kanununa Göre İş
Akdine Uygulanacak Hukukun Tespiti”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi,
2007, C. XI, S. 1-2, s. 153; …, …., “Mutad İşyeri Kavramı ve MÖHUK m.27/f.3’ün
Uygulanması Sorunu”, Hacettepe Hukuk Fakültesi Dergisi, 2018, C. 8, S. 2, s.
211-212; …., s. 89-100). Mutad işyeri, işin zaman ve içerik olarak ağırlıklı
ifa edildiği işyeridir. Başka bir anlatımla, mutad işyeri, işçinin işini fiilen
yaptığı yerdir. İşçinin ücretinin ne şekilde ve hangi para biriminden ödendiği
mutad işyerinin belirlenmesi açısından belirleyici değildir. İşçinin işini
geçici olarak başka bir ülkede yapması, örneğin montaj için yurt dışında
görevlendirilmesi durumunda, bu işyeri mutad işyeri sayılmayacaktır. Geçici
çalışmanın ne kadar olacağı her olayın özelliğine göre hâkim tarafından
belirlenmelidir. İşçi sadece yabancı ülkede çalışmak için işe alınmışsa ya da
işveren çalışmak üzere yabancı ülkeye gönderdiği işçisini geri alma niyetinden
veya işçi geri dönme niyetinden vazgeçerse, yabancı ülkeye gönderilen işçinin
fiilen çalıştığı yer, mutad işyeri hâline gelir (…./…., “Birden Fazla Ülkede
İfa Edilen İş Sözleşmelerinde Mutad İşyerinin Tespiti”, Terazi Hukuk Dergisi,
2020, S. 169, s. 1822-1824;….., s. 118-137; …., s. 217).
Yabancılık unsuru taşıyan iş sözleşmelerinde taraflar
uygulanacak hukuku seçmemişlerse veya yapmış oldukları hukuk seçimi anlaşması
herhangi bir sebepten geçerli değilse, işçinin işini mutad olarak yaptığı
işyeri hukuku uygulanır. İşçinin işini geçici olarak başka bir ülkede yapması
hâlinde, bu işyeri mutad işyeri sayılmaz (MÖHUK m. 27(2)). İşin birden fazla
ülkede ifa edilmesinde de, mutad işyerinin tespitine çalışılmalıdır. Bu hâlde
mutad işyeri, Avrupa Birliği Adalet Divanı kararlarında ve doktrinde
belirtildiği üzere, işçinin işini ifa faaliyetlerini veya ifa faaliyetlerinin
çoğunluğunu gerçekleştirdiği yer, işçinin esas olarak işverene karşı
yükümlülüklerini yerine getirdiği yer, işçinin işini ifa etmek üzere hangi
ülkede daha çok zaman geçirdiği, işin organize edildiği yer, işin esas kısmının
ve ağırlıklı bölümünün yapıldığı yer gibi kriterlerden hareket edilebilir
(Yargıtay 22. HD, E. 2016/9339 K. 2019/16564, T. 18.09.2019; …., 1822-1824).
Ancak işçinin işini belirli bir ülkede mutad olarak yapmayıp devamlı olarak
birden fazla ülkede yapması hâlinde iş sözleşmesi, işverenin esas işyerinin
bulunduğu ülke hukukuna tâbidir (MÖHUK m. 27(3)). Esas işyeri ile kastedilen,
işverenin işyeri merkezinin bulunduğu ülkedir. Örneğin açık denizlerde görev
alan gemi adamları bakımından esas işyerinin bulunduğu ülke hukuku önem taşır.
Ancak hâlin bütün şartlarına göre iş sözleşmesiyle daha sıkı ilişkili bir
hukukun bulunması hâlinde sözleşmeye mutad işyeri hukuku ve işverenin esas
işyerinin bulunduğu ülke hukuku yerine bu hukuk uygulanabilir (MÖHUK m. 27(4)).
Daha sıkı ilişkili hukukun uygulanmasındaki en önemli unsur, işçinin
menfaatidir (…, s. 147). Örneğin, işçinin sosyal çevresinin Türkiye’de
bulunması, Türkiye’nin sosyal güvence sistemi içinde yer alması, ücretinin
Türkiye’de ve Türk Lirası üzerinden ödenmesi, işverenin Türk olması, iş
sözleşmesinin Türk hukukuna özgü kurumlar gözetilerek düzenlenmesi, Türk
hukukuna tâbi daha önceki bir iş sözleşmesine gönderme yapılması, iş
sözleşmesinin Türkçe kaleme alınması gibi unsurların tamamının ya da önemli bir
bölümünün varlığı hâlinde, iş sözleşmesinin Türk hukuku ile sıkı ilişki içinde
olduğu sonucuna varılabilir (…., 152).
Sözleşmenin belirli süreli olarak yapılıp yapılamayacağı,
sözleşmenin sona ermesi nedeniyle işçinin hak kazanacağı tazminatlar, fazla
çalışma, yıllık izin, işverence yapılan uygulama ve ödemelerin niteliği,
zamanaşımı gibi hususlar Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında
Kanun'nun m. 27 uyarınca tayin edilen hukuka göre değerlendirilmelidir. Hafta
tatili, dinî ve millî bayram günleri ve ücretlerini düzenleyen hükümler,
doğrudan uygulanan kuraldır; ancak uygulama alanına giren iş ilişkilerine
uygulanır. Örneğin tamamen yurt dışında ifa edilen bir iş ilişkisinde, dinî ve
millî bayram günleri Türk hukukuna göre belirlenemez (…, s. 528; ….., ….,
“Türkiye’den Yurt Dışına Götürülen İşçiler Hakkında Yargıtay Kararının
Değerlendirilmesi”, İş Hukuku ve Sosyal Güvenlik Hukuku Dergisi, 2016, C. 13,
S. 50, s. 971-972).
Somut uyuşmazlıkta; davacı işçi davalının yurtdışında bulunan
işyerlerinde çalıştığını, ücretinin ABD Doları olarak ödendiğini ileri sürerek
ödenmeyen işçilik alacaklarının hüküm altına alınmasını istemiş, davalı işveren
ise davacı işçinin sadece yurtdışı inşaat projelerinde görev almak üzere
istihdam ettirildiğini, davacının sadece yurtdışında görev alacağı konusunda
mutabık kalarak iş sözleşmesi imzaladığını, işçinin iş görme borcunu yabancı
bir ülkede ifa etmesi sebebiyle taraflar arasındaki ilişkide yabancılık unsuru
mevcut olduğunu savunmuştur. İlk Derece Mahkemesince, davalı vekilinin bu
savunmasına değer verilmeksizin, uyuşmazlığa Türk hukuku uygulanmak suretiyle
yargılama sonuçlandırılmış ve istinaf kanun yolu incelemesinde de davalının bu
yöndeki istinaf başvurusu; hukuk seçimi imkânının ancak işçi lehine ve sınırlı
olarak tanındığı, taraflarca hukuk seçiminde uygulanacak hukukun işçiyi koruyan
hükümlerinden daha elverişsiz hükümler içermesi halinde mümkün olmadığı,
taraflarca yabancı ülke hukukunun uygulanacağı konusunda bir sözleşme
bulunmadığı ve Yargıtay’ın emsal kararları gerekçe gösterilerek reddedilmiş ise
de varılan sonuç dosya kapsamına uygun düşmemiştir.
Dosya kapsamına göre davacı işçinin davalı nezdinde dokuz dönem
fasılalı olarak çalıştığı, ilk yedi dönem çalışmalarının 07.04.1993-15.03.2007
tarihleri arası davalının Rusya, Kazakistan ve Sierra Leone’deki işyerlerinde,
sekizinci ve dokuzuncu dönem çalışmalarının ise 19.07.2007-17.10.2010 ve
15.03.2011-26.10.2016 tarihleri arası davalının Umman’daki işyerinde ifa
ettiği, Bölge Adliye Mahkemesi gerekçesinde belirtilenin aksine taraflar
arasında sekizinci ve dokuzuncu çalışma dönemlerine ilişkin olarak yurtdışı iş
sözleşmelerinin imzalandığı, sekizinci çalışma dönemine dair imzalanan
19.07.2007 tarihli yurtdışı iş sözleşmesinin tarafların iş ilişkisindeki hak ve
yükümlüklerine ilişkin çalışma süresi, fazla mesai, hafta tatili ve genel tatil
ücreti alacaklarına ilişkin maddelerinde çalışılan ülke mevzuatının
uygulanacağının belirtildiği, yine sözleşmenin 16. maddesinde de anlaşmazlık
durumlarında sözleşme maddelerinde çalışılan ülke mevzuatının geçerli olduğunun
belirtildiği hususlardaki ihtilafların çözümünde öncelikle çalışılan ülke
mevzuatının uygulanacağının ifade edildiği, dokuzuncu çalışma dönemine dair
imzalanan 15.03.2011 tarihli iş sözleşmesinin “uygulanacak hukuk” başlıklı 16.
maddesinde söz konusu sözleşmenin Umman Sultanlığı’nın ilgili yasalarına tabi
olarak ve bunlara göre yorumlanacağının ifade edildiği anlaşılmaktadır. Buna
göre davacının 07.04.1993-15.03.2007 tarihleri arası ilk 7 çalışma döneminde
yabancılık unsuru mevcut ise de taraflar arasında hukuk seçimi anlaşması
yapıldığına dair bir iş sözleşmesi bulunmadığından anılan dönemde Türk
hukukunun ve 4857 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanmasında bir isabetsizlik
bulunmamaktadır. Ancak sekizinci ve dokuzuncu çalışma dönemleri için tarafların
iş sözleşmesi ile bir hukuk seçimi anlaşması yaptıkları açıktır. Davacı, dava
konusu alacakların ait olduğu sekizinci ve dokuzuncu çalışma dönemleri için,
davalıya ait Umman’da bulunan işyerinde çalışmış olup, bu durumda ilgili
dönemlerde mutad işyerinin de işçinin işini fiilen yaptığı Umman olduğu
sabittir.
Tüm bu hususlar dikkate alındığında, Milletlerarası Özel Hukuk
ve Usul Hukuku Hakkında Kanun’un 27/1. hükmü kapsamında davacının Umman’da
yaptığı çalışmalar yönünden taraflar arasında bir hukuk seçimi anlaşması
bulunduğundan, dava konusu alacakların ait olduğu sekizinci ve dokuzuncu
çalışma dönemleri hakkında Umman Hukuku’nun uygulanması gerekmektedir. Hal
böyle olunca, gerekirse Umman Hukuku’nda uzman bir bilirkişiden de rapor
alınmak suretiyle, dava konusu uyuşmazlık bakımından değerlendirme yapılması ve
dosya kapsamındaki delil durumu birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir
karar verilmesi gerekmektedir. Bu maddi ve hukuki olgular gözetilmeden yazılı
şekilde karar verilmesi hatalı olup, kararın bu sebeple bozulması
gerekmiştir." şeklindedir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurul Kararının 10/05/2023 tarih 2022/9-892
Esas 2023/425 Karar sayılı ilamı gerekçesi
"a. Ön sorun yönünden;
1. Yargıtay Kanunu'nun 15. maddesinin ikinci fıkrasında bir
Yargıtay Dairesinin yerleşmiş içtihadından dönmek istemesi hâlinde ilgili Hukuk
veya Ceza Genel Kurulunun içtihadı birleştirme yoluyla doğacak içtihat
uyuşmazlığını gidereceği düzenlenmiştir. Diğer bir ifadeyle bir Yargıtay
Dairesi kural olarak yerleşmiş içtihadıyla bağlı olup bundan dönmek isterse bu
konuda karar verme yetkisi başka bir merciiye bırakılmıştır.
2. Bu yönteme başvurulması için ilgili Yargıtay Dairesince
yapılmış bir başvurunun bulunması gerekmekte olup direnme yoluyla Hukuk Genel
Kurulu önüne gelen somut uyuşmazlık içerisinde bu yolun işletilmesi mümkün
olmadığından 2797 sayılı Kanun'un öngördüğü yöntemin eldeki dava yönünden Hukuk
Genel Kurulunca resen işletilmesine olanak bulunmaktadır.
3. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında yabancı
unsurlu uyuşmazlıklarda istikrarlı olarak Türk Hukuku uygulanmasına rağmen 2019
yılından itibaren bu içtihattan dönüldüğü, yerleşmiş içtihattan dönülmesinin
ancak içtihatların birleştirilmesi yoluyla mümkün olduğundan Hukuk Genel
Kurulunun öncelikle 2797 sayılı Kanun'un 15. maddesi uyarınca içtihatların
birleştirilmesi yoluna başvurması gerektiği, bu aşamada esastan inceleme
yapılmasının mümkün olmadığı ileri sürülmüşse de bu görüş Kurul çoğunluğu
tarafından benimsenmemiştir.
4. Hâl böyle olunca ön sorunun bulunmadığına oy çokluğu ile
karar verilerek işin esasının incelenmesine geçilmiştir.
b. İşin esası yönünden;
1. Bir uyuşmazlığın kanunlar ihtilafı hukukunun kapsamına
girebilmesi için yabancılık unsuru içermesi gerekir. Yabancılık unsuru, hukuki
işlemi bir devletin hukuk düzeni dışında en az bir veya daha fazla hukuk düzeni
ile irtibatlı hâle getiren unsurdur. Yabancılık unsuru, şahıs bakımından ve yer
bakımından ortaya çıkabilir. Şahıs bakımından yabancılık unsuru, kişinin
tabiiyet durumuna, yer bakımından yabancılık unsuru hukuki ilişkinin hâkimin
bulunduğu devletin dışında gerçekleşmesiyle ortaya çıkar. Buradan hareketle
işçinin ya da işverenin yabancı olması, işverenin işletme merkezinin yabancı ülkede
bulunması veya işin yabancı ülkede ifa edilmesi hâlinde iş sözleşmesinde
yabancılık unsuru söz konusu olur.
2. Yabancılık unsuru içeren özel hukuk ilişkilerinden doğan
uyuşmazlıkların çözümü konusunda yetkili bir milletlerarası mahkeme
bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu tür uyuşmazlıklarda her devlet kendi
mahkemelerinin yetkisini kendisi belirlemektedir. Türk mahkemelerinin
milletlerarası yetkisini belirleyen kurallar da 5718 sayılı Kanun'un 40.
maddesinde genel olarak düzenlenmiş, devamında ise iş sözleşmeleri ve iş
ilişkilerine ilişkin uyuşmazlıklar yönünden 44. maddesinde özel kural
öngörülmüştür.
3. Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun'un 1.
maddesinde yabancılık unsuru taşıyan özel hukuka ilişkin işlem ve ilişkilerde
uygulanacak hukukun bu Kanun'a göre belirleneceği, 2. maddesinde hâkimin Türk
kanunlar ihtilâfı kurallarını ve bu kurallara göre yetkili olan yabancı hukuku
resen uygulayacağı ve yetkili yabancı hukukun muhtevasının tespitinde
tarafların yardımını isteyebileceği düzenlenmiştir.
4. Bu kapsamda olmak üzere 5718 sayılı Kanun'un 27. maddesinde
iş sözleşmeleri ile ilgili kanunlar ihtilafı kurallarına yer verilmiş olup
maddenin birinci fıkrasında mutad işyeri hukukunun sağladığı asgari koruma
saklı kalmak kaydıyla tarafların irade özgürlüğü kapsamında uygulanacak hukuku
seçmeleri mümkün kılınmıştır. Bu hükme göre seçilen hukukun ilgili kurallarının
uygulanması için işçi yönünden mutad işyeri hukukunun sağladığı asgari
korumadan daha lehe hükümler içermesi gerekmektedir. Bu nedenle hâkim
tarafından tarafların seçtiği hukuk ile mutad işyeri hukuku karşılaştırılmak
suretiyle değerlendirme yapılmalıdır. 5718 sayılı Kanun'un 27. maddesinin birinci
fıkrasındaki taraflara hukuk seçimi tanıyan kural subjektif bağlama kuralı
olarak adlandırılmaktadır.
5. Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun'un 27.
maddesinin devam eden fıkralarında ise objektif bağlama kuralları
belirlenmiştir. Bu kurallar tarafların hukuk seçimi yapmadığı veya hukuk seçimi
yapılmış dâhi olsa yararlılık karşılaştırması yapılması gerektiğinde önem
taşıyan düzenlemeler olup ikinci fıkraya göre taraflarca hukuk seçimi
yapılmadığı takdirde iş sözleşmesine işçinin işini mutad olarak yaptığı yer
hukuku uygulanacaktır.
6. Mutad işyeri kavramından işçinin işini fiilen yaptığı yer,
işinin önemli bir kısmını yapmak için zamanını geçirdiği yer anlaşılmaktadır.
Bu nedenledir ki, işçinin geçici görevlendirilmesi yani geçici olarak işini
yapması hâlinde bu yer mutad işyeri olmamaktadır. İşin belirli bir yerde
yapılmayıp sürekli olarak işin yapıldığı yerin değişmesi hâlinde de mutad
işyerinden bahsedilemeyecektir. Örneğin sürekli olarak değişik ülkelerde
gösteri yapan müzik ve gösteri topluluklarında uluslararası alanda faaliyet
gösteren deniz, hava veya karayolu taşımacılığında uluslararası seyahat eden
çalışanların mutad işyeri tespit edilememektedir (…. …, Milletlerarası Özel
Hukuk, Yedinci Baskı, İstanbul, 2019, s.305).
7. İşçinin mutad işyeri belirlenirken sözleşme süresinin
tamamında belirlenen tüm koşullar dikkate alınmalı, iş görme ediminin düzenli
ve sürekli olarak ve bir bütün hâlinde nerede ifa edildiği tespit edilmelidir.
Bu sebeple mutad işyerinin belirlenmesi sürecinde işçinin fiili işyeri önem arz
etmeyecektir. Avrupa Adalet Divanının bir kararında da işçinin mutad işyeri
belirlenirken bu faaliyetin ayırıcı özelliğini ortaya koyan tüm etkenler
ışığında, işçinin işverene karşı yükümlülüklerinin büyük kısmının yerine
getirildiği yerin dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir (AAD, ….C-29/10,
15.03.2011). Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 07.06.1989 tarihli ve 1989/10-316
Esas, 1989/41 Karar sayılı kararında da benzer hususlar vurgulanmıştır.
8. Mutad işyeri hukuku hem hukuk seçimi yapılan hâllerde hem de
hukuk seçiminin yapılmadığı veya geçersiz olduğu hâllerde mahkeme tarafından
resen dikkate alınıp incelenmelidir. Çünkü hukuk seçimi yapılmış ise hukuk
seçiminin sınırı olarak işçinin mutad işyeri hukukunun emredici hükümlerinin
asgari koruması kabul edilmiştir. Hukuk seçiminin olmadığı durumlarda ise ilkin
mutad işyeri hukukunun dikkate alınması gerektiği Kanun'un 27. maddesinde hükme
bağlanmıştır.
9. İşçi işini mutad olarak tek bir ülkede ifa etmiş ya da mutad
işyerinden başka bir ülkeye geçici olarak gönderilmiş ise mutad işyerinin
tespiti kolaydır ancak işçinin işini aynı yoğunlukta birden fazla ülkede ifa
ettiği durumlarda mutad işyerinin belirlenmesi için gerekli olan işçinin işini
ağırlıklı olarak ifa ettiği merkezin tespiti mümkün olmayıp 5718 sayılı
Kanun'un 27. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca işverenin esas işyerinin
bulunduğu ülke hukukunun uygulanması gerekmektedir. Ayrıca eğer bu yerlerden
başka bir yerin hukuku, somut olayın özelliğine göre daha sıkı ilişkili hukuk
olarak nitelendiriliyorsa belirlenen daha sıkı ilişkili bu hukukun uygulama
alanı bulabileceği de 27. maddenin açık hükmü gereğidir.
10. Mutad işyerinin tespit edilememesi hâlinde işverenin esas
işyeri hukukunun uygulanacağı öngörülmüş ise de 5718 sayılı Kanun'da ayrıca
işverenin esas işyerinin belirlenmesine ilişkin kriterlere yer verilmemiştir.
Ancak Kanun'un 24. maddesinin gerekçesinde sözleşmedeki edim borçlusunun ticari
ve mesleki faaliyetler gereği yapılan sözleşmelerin madde kapsamında olmasının
amaçlandığı belirtilmiş olmakla sadece tüzel kişileri değil gerçek kişileri de
kapsayan işyeri kavramının kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bu durumda gerçek
kişinin esas işyerinin ticari faaliyetlerinin bulunduğu yer; tüzel kişiler
bakımından ise esas işyerinin ana sözleşmede veya ortaklık sözleşmesinde
belirlenen ya da tüzel kişiliği olmayan birlikteliklerde ortaklığın fiilen
idare edildiği yer olduğunu söylemek mümkündür.
11. Yabancılık unsuru taşıyan iş sözleşmelerinde taraflarca açık
veya örtülü olarak bir hukuk seçimi yapılmadığı veya yapılan seçimin geçersiz
olduğu hâllerde 5718 sayılı Kanun'un 27 nci maddesinin dördüncü fıkrası gereği
daha sıkı ilişkili yer hukukunun uygulanması söz konusu olacaktır. Bu fıkra ile
sözleşmenin zayıf tarafı olan işçinin korunması amaçlanmaktadır. Ancak sıkı
ilişkili hukukun uygulanması konusunda hâkime takdir hakkı tanınmış olup mutad
işyeri hukukunun hükümleri sıkı ilişkili hukukun hükümlerine göre işçinin daha
lehine ise hâkim işçi açısından daha lehe olduğunu düşündüğü mutad işyeri
hukukunu uygulamakta serbest olacaktır (…, Milletlerarası Özel Hukuk, Ankara,
Genişletilmiş Üçüncü Baskı, 2015, s.392).
12. Sonuç olarak Kanun'un 27. maddesinin dördüncü fıkrasında
belirtilen daha sıkı ilişkili hukukun uygulanması ancak işçinin menfaatine ise
olanaklıdır. Örneğin işçinin sosyal çevresinin Türkiye’de bulunması,
Türkiye’nin sosyal güvence sistemi içinde yer alması, ücretinin Türkiye’de ve
Türk Lirası üzerinden ödenmesi, işverenin Türk olması, iş sözleşmesinin Türk Hukukuna
özgü kurumlar gözetilerek düzenlenmesi, Türk Hukukuna tâbi daha önceki bir iş
sözleşmesine gönderme yapılması, iş sözleşmesinin Türkçe kaleme alınması gibi
unsurların tamamının ya da önemli bir bölümünün varlığı hâlinde iş
sözleşmesinin Türk Hukuku ile sıkı ilişki içinde olduğu sonucuna varılabilir (…,
Milletlerarası Unsurlu Bireysel ve Toplu İş Sözleşmelerine Uygulanacak Hukuk,
Ankara, Birinci Baskı, 2012, s. 152).
13. Sözleşmenin belirli süreli olarak yapılıp yapılamayacağı,
sözleşmenin sona ermesi nedeniyle işçinin hak kazanacağı tazminatlar, fazla
çalışma, yıllık izin, işverence yapılan uygulama ve ödemelerin niteliği,
zamanaşımı gibi hususlar 5718 sayılı Kanun'un 27. maddesi uyarınca tayin edilen
hukuka göre değerlendirilmelidir.
14. Hâkimin yukarıda belirtilen subjektif ve objektif bağlama
kuralları ile uygulanacak hukuku tespit ederken yabancı hukukun uygulanmasını
engelleyen hâlleri de dikkate alması gerekmektedir. Bunlar 5718 sayılı Kanun'un
5 ve 6. maddelerinde belirtilen kamu düzeni ve doğrudan uygulanan kurallardır.
15. Belirtilmelidir ki, 5718 sayılı Kanun'un 5. maddesi
gereğince her kamu düzenine aykırılığın değil sadece Türk kamu düzenine açıkça
aykırılık durumlarının söz konusu yabancı hukukun ilgili hükmünün uygulanmasına
engel olacağı kabul görmektedir. Maddede yer alan açıkça aykırılık kıstası kamu
düzeninin istisnai karakterde bir uygulama olduğunu göstermektedir (…d., s.78).
16. Başka bir anlatımla kanun koyucu yabancı hukukun
uygulanmasının asıl olduğunu benimsemek suretiyle yabancı unsurlu
uyuşmazlıklarda kamu düzeni müdahalesini sınırlı tutmuş ve yabancı hukukun
uygulanmasına kamu düzeni sebebiyle engel olunmasının istisnai nitelikte
olduğunu belirtmiştir. Bu yaklaşımla yabancı hukukta yer alan bir düzenlemenin
iç hukukta yer alan düzenlemeden farklı olmasının her zaman kamu düzenine
aykırılık oluşturmayacağı kabul edilmiştir.
17. Bu açıklamalar ışığında yabancı hukukun hangi hâllerde milli
kamu düzenine aykırı sayılacağı önem arzetmektedir. Kamu düzeni doktrinde genel
olarak bir toplumun, belirli bir zaman dilimi içerisinde siyasi, sosyal,
ekonomik, ahlaki ve hukuki açılardan temel yapısını belirleyen ve temel
çıkarlarını koruyan kurum ve kurallar bütünü olarak tanımlanmaktadır (…,
"Yabancı Hakem Kararlarının Türkiye’de Tenfizinde Kamu Düzeninin
Rolü", …, Ankara, 1988, s.152).
18. Devletlerin vazgeçemeyeceği temel ilkeler, kamu düzenini
ilgilendiren kurallar olup genel olarak kamu menfaat ve düzenini koruma amacını
güden emredici kanun hükümlerine aykırılık, ahlâka, temel hak ve özgürlüklere
aykırılık, kamu düzeninin müdahalesini gerektiren hususlardır (…, Uluslararası
Ticari Akitlerin Hazırlanması ve Uyuşmazlıkların Çözüm Yolları, İstanbul,
Üçüncü Basım, 2005, s. 208).
19. Kamu düzeni kavramının müdahale alanı son derece geniş ve
yoruma müsaittir. Türk kamu düzeninin ihlalini gerektirecek hâller çoğunlukla
emredici bir hükmün açıkça ihlâli hâlinde düşünülecektir. Fakat her emredici
hükmün ihlali hâlinde veya her emredici hükmü ihlal eden bir yabancı kararın
Türk kamu düzenine aykırı bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. İç hukuktaki
kamu düzeninin çerçevesi, Türk hukukunun temel değerlerine, Türk genel adap ve
ahlak anlayışına, Türk kanunlarının dayandığı temel adalet anlayışına,
Anayasa'da yer alan temel hak ve özgürlüklere, milletlerarası alanda geçerli
ortak prensiplere, medeni toplulukların müştereken benimsedikleri ahlâk
ilkeleri ve adalet anlayışının ifadesi olan hukuk prensiplerine, toplumun
medeniyet seviyesine, siyasi ve ekonomik rejimine, insan hak ve özgürlüklerine
aykırılık şeklinde çizilebilir (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel
Kurulu, 10.02.2012 tarihli ve 2010/1 Esas, 2012/1 Karar sayılı kararı).
20. Bu nedenle Türk İş mevzuatında yer alan kuralların emredici
niteliği kamu düzeni müdahalesini her zaman gerektirmemekte olup hâkim yabancı
hukukun uygulanması gerektiğini tespit ettiği takdirde yabancı hukukun ilgili
hükümlerinin doğuracağı sonuçların Türk kamu düzenine açıkça aykırı olup
olmadığını incelemelidir.
21. Yabancı hukukun uygulanmasını engelleyen hâllerden bir
diğeri ise 5718 sayılı Kanun'un 6. maddesinde düzenlenen doğrudan uygulanan
kurallardır. Doğrudan uygulanan kurallar devletin mali, ekonomik ve sosyal
politikalarını gerçekleştirmek amacıyla çıkardığı kurallardır (Şanlı vd, s.7).
22. Doğrudan uygulanan kurallar hukuki işlem veya uyuşmazlığın
niteliğine bakılmaksızın uygulama alanı bulan kurallardır. Zira doğrudan
uygulanan kurallar düzenleme alanına giren hususlarda özel kanun niteliğinde
kabul edilmekte ve yabancılık unsuru barındıran ilişkide yabancılık unsuru
yokmuş ve ilişki bir iç hukuk ilişkisiymiş gibi kabul edilerek uygulanmaktadır.
Doğrudan uygulanan kuralların kamu hukuku içinde yer alması gerekmemekle
birlikte bu kurallar kamu menfaati gözeten müdahaleci kurallardır. Bu çerçevede
de özel hukuk ilişkilerine etki etmektedir.
23. Nitekim 2008 yılında yürürlüğe giren Sözleşmeden Doğan Borç
İlişkilerine Uygulanacak Hukuka İlişkin 593/2008 sayılı Roma I Tüzüğü (Roma I
Tüzüğü) 9. maddesinde doğrudan uygulanan kurallara ilişkin düzenleme getirmiştir.
Buna göre, "(1) Doğrudan uygulanan kurallar, bir devletin politik, sosyal
veya ekonomik yapısı gibi kamusal menfaatlerini koruması nedeniyle o devlet
tarafından bu kuralların kapsamına giren her türlü durumda, işbu Tüzük uyarınca
o sözleşmeye uygulanacak hukuka bakılmaksızın uygulanacak derecede önemli
görülen kurallardır. (2) Bu Tüzükte yer alan hiçbir hüküm mahkemenin hukukunun
doğrudan uygulanan kurallarının uygulanmasını sınırlamaz."
24. Türk doktrinin de zayıf taraf olan işçinin korunmasının
nihai amacının ülkedeki iş hayatını ve dolayısıyla toplum barışını korumak
olduğu, bu nedenle de her ne kadar işçi özelinde işçinin çıkarını gözetme
sonucuna ulaşılsa da bu tür kuralların sadece bireyin çıkarlarına hizmet
etmemesi, aynı zamanda devletin sosyal, ekonomik ve politik çıkarlarına da
hizmet etmesi nedeni ile doğrudan uygulanan kural olarak nitelendirilebileceği
kabul edilmektedir. Ancak işçiyi koruyan her kuralın doğrudan uygulanacak kural
olmadığı, her kuralın getirilme amacı doğrultusunda ayrı değerlendirme
yapılması gerektiği unutulmamalıdır (Belkıs Vural Çelenk, "Yabancı Unsurlu
İş Sözleşmelerinde For Devletinin Doğrudan Uygulanan Kurallarının Tespiti ve
Uygulanması", Yıldırım Beyazıt Hukuk Dergisi, 2017, Sayı 1, s.286).
25. Bir anlamda bu kurallar hukuk sisteminden çekilip
çıkarıldığında kaos oluşma ihtimali söz konusu olmaktadır. Örneğin iş
güvenliği, kadın işçilerin korunması, doğum izni, sosyal güvenliğe ilişkin
kurallar işçiyi korumak için getirilmiş ve cezai yaptırımlarla desteklenmiş kurallardır.
Bu kurallar işçinin korunmasını amaçlamakla birlikte temelinde devletin
ekonomik düzenini ve sosyal barışı sağlarlar. Aynı şekilde asgari ücret, toplu
işçi çıkarmaya ilişkin düzenlemeler kamu menfaati ile ilgili kabul edilmekte ve
bu nedenle doğrudan uygulanan kural olarak değerlendirilmektedir (…, s. 169).
26. Yine kamu düzeninde geçerli olduğu gibi her emredici kuralın
doğrudan uygulanacak kural olmadığı gözetilmelidir. Hâkim önüne gelen yabancı
unsurlu bir iş sözleşmesinden doğan uyuşmazlıkta öncelikle doğrudan uygulanan
kural olarak uygulamak istediği kuralı, devlet organizasyonu kıstasında
değerlendirerek kuralın devletin sosyal, ekonomik ve politik menfaatleri
açısından önemini tespit etmeli, bir anlamda ilgili hükmün amacına bakmalıdır.
Ardından uyuşmazlığın ilgili doğrudan uygulanan kuralın uygulama alanına girip
girmediğini belirlemelidir (…, s. 289).
27. Devlet organizasyonun korunması, çoğu olayda ülke ile
belirli bir şekilde irtibatlı ya da ülkede gerçekleştirilen iş sözleşmelerinde
söz konusu olur. Doğrudan uygulanacak kuralın amacı diğer bir ifadeyle
düzenlemeyi hedeflediği alan ülkenin coğrafi sınırları olduğu takdirde kurala
ilişkin ülkesellik gereği ilgili kural doğrudan uygulanan kural kabul edilse
bile işin görüldüğü yerin bir başka ülke olması hâlinde uygulama alanı
bulamazlar. Nitekim hafta tatili, dini ve milli bayram günleri ve ücretlerini
düzenleyen hükümler doğrudan uygulanan kurallar olmakla birlikte uygulama alanı
ancak ilgili ülkenin coğrafi sınırlarıdır. Örneğin tamamen yurt dışında ifa
edilen bir iş ilişkisinde Türk hukukundaki asgari ücrete ilişkin kuralın
uygulama alanına giren bir olay ya da ihtilâf söz konusu olmaz (Musa Aygül,
“Yabancı Unsurlu İş Hukuku İhtilâfları ile İlgili Yargıtay Kararlarının
Değerlendirilmesi”, …(Editörler), 10. Yılında Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul
Hukuku Hakkında Kanun, Ankara, 2017, s.525-526; Belkıs Vural Çelenk, “Yabancı
Unsurlu İş Sözleşmelerinde For Devletinin Doğrudan Uygulanan Kurallarının
Tespiti ve Uygulaması”, Yıldırım Beyazıt Hukuk Dergisi, 2017/1, s. 286).
28. Bu aşamada genel değerlendirmelerden sonra yabancılık unsuru
taşıyan iş sözleşmelerine uygulanacak hukuka ilişkin ilk getirilen subjektif
bağlama kuralı olan hukuk seçiminin yapılması durumunda bu seçimin
geçerliliğine ve ilgisi nedeniyle 4094 sayılı Kanun'a dayanılarak çıkarılan
Yönetmelik hükümlerinin incelenmesinde fayda bulunmaktadır.
29. Hukuk seçimi türleri ile ilgili olarak 5718 sayılı Kanun'un
27. maddesinde bir düzenleme bulunmamakla birlikte hukuk seçimi türleri ile
ilgili olarak genel kural getiren sözleşmeden doğan borç ilişkilerinde
uygulanacak hukuku düzenleyen 24. madde de hukuk seçiminin geçerliliği için bir
şekil şartı olmayıp seçimin geçerliliği için aranan taraf iradelerinin dış
dünyaya nasıl yansıması gerektiğini gösteren düzenlemelerdir. Diğer bir
ifadeyle hukuk seçiminin açık veya zımni olması tarafların beyanlarının dış
dünyaya nasıl yansıdığı ile alakalı bir durumdur. Buna istinaden hukuk seçimi
yazılı olabileceği gibi sözlü olarak da yapılabilir (İlyas Arslan, "5718
sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun Uyarınca
Sözleşmeden Doğan Borç İlişkilerinde Zımni Hukuk Seçimi", Milletlerarası
Hukuk ve Milletlerarası Özel Hukuk Bülteni, Cilt 33, Sayı 2, s.5).
30. Yurt dışı İstihdam Hizmetleri Yönetmeliği ile yurt dışındaki
işlere işçi, işçilere iş bulunması, işverenlerle işçiler arasında yapılacak iş
sözleşmelerine aracılık edilmesi ve yurt dışına gidecek işçilerin işlemlerinin
yapılmasına ilişkin usul ve esaslar belirlenmiştir. Yönetmelik kapsamına yurt
dışındaki işleri için Türkiye'den işçi götürmek isteyen Türk veya yabancı tüm
firmalar girmekte olup işçi yönünden ise bir iş sözleşmesine dayanarak
işverenin yurt dışındaki işlerinde çalışacak gerçek kişiler Yönetmeliğin
kapsamına girmektedir.
31. Yurt dışı İstihdam Hizmetleri Yönetmeliği'nin 8. maddesinde
yabancı bir ülkede Türk işçisi çalıştırmak isteyen firmalara, yurt dışına
çalıştırmak için götürmek istedikleri işçiler ile örneği Türkiye İş Kurumu
tarafından hazırlanan iş sözleşmelerini imzalamaları ve akabinde Türkiye İş
Kurumuna onaylatmaları şartı getirilmiştir. Aksi hâlde firmalara idari para
cezası öngörülmüştür.
32. Türkiye İş Kurumu tarafından hazırlanan sözü edilen yurt
dışı iş sözleşmeleri ile bir anlamda yurt dışına götürülen işçilere asgari bir
koruma sağlanmak amaçlanmaktadır. Yurt dışı iş sözleşmelerinde hukuk seçimine
ilişkin hükümler de bulunmaktadır. Sözleşmelerin bazılarında bir bütün olarak
genel hukuk seçimine ilişkin hükümler bulunmakta iken bazı sözleşmelerde ise
bazı konular kapsamında hukuk seçimine ilişkin hükümlere yer verildiği
görülmektedir. Öte yandan Türkiye'nin taraf olduğu bazı ikili işgücü
anlaşmalarında anlaşmanın kapsamına giren iş sözleşmelerinde taraflara hukuk
seçimi hakkı tanınmamış ve işçi ile işveren arasındaki ihtilafların çözümünün
belli bir ülke hukukuna göre çözülmesi esası benimsenmiştir.
33. Türk İş Kurumu tarafından hazırlanan yurt dışı iş
sözleşmelerinde yer alan hukuk seçimine dair hükümlerde Milletlerarası Özel
Hukukta kabul görmüş mutad işyeri ifadesi yerine çalışılan ülke ifadesi
kullanılmış ise de aslında çalışılan ülke ile kastedilen mutad işyeridir. Zira
mutad işyerinden esas olarak işçinin fiilen işini yaptığı yer anlaşılmaktadır (
Aynı …, Türkiye İş Kurumu Tarafından Hazırlanan Yurt Dışı Hizmet Akitlerindeki
Hukuk Seçimine Dair Kayıtların Geçerliliği", Yıldırım Beyazıt Hukuk
Dergisi, Cilt Prof. …Dekanlıkta 10. Yıl Anısına Teşekkür Armağanı, 2022, Sayı
2, s.765-766).
34. Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, yurt dışı iş sözleşmelerinin
taraflarca imzalanıp Türkiye İş Kurumu tarafından onaylanması kanuni bir
yükümlülük olmakla birlikte işçilerin Türkiye İş Kurumunun internet sayfasında
yayınlanan bu sözleşme hükümlerini öğrenebilme imkânları bulunmaktadır. Ayrıca
yine bu hükümlerin bizzat sözleşmede yer alması sebebiyle işçinin bu hükümleri
her zaman öğrenme imkânı bulunmaktadır.
35. Yurt dışı iş sözleşmelerinin çok sayıda benzer sözleşmelerde
kullanılmak amacıyla idare tarafından tek taraflı hazırlanması karşısında
hükümlerinin genel işlem koşulu niteliğinde olduğunu söylemek mümkündür. Ayrıca
Kurum tarafından hazırlanan bu sözleşmelerin standart-tip sözleşme olması ile
de genel işlem koşullarının ağırlıklı olarak kullanıldığı sözleşmeler olduğunu
söylemek gerekir (Gaye Baycık, "Çalıştırılmak Üzere Yurt Dışına Götürülen
Türk İşçilerin Açtıkları Davalarda Uygulanacak Hukuk",Yurt Dışı Hizmet
Sözleşmelerinde Milletlerarası Özel Hukuk Uygulaması İş Hukuku Sorunları, Elli
İkinci Çözüm Arama Konferansı, Intes Yayınları, s.106; Aygül, Erdoğan, s.7771).
36. Türk Borçlar Kanunu'nun 20 ve devamı maddelerinde düzenlenen
genel işlem koşulları bir sözleşme yapılırken düzenleyenin ileride çok sayıda
benzer sözleşmede kullanmak amacıyla önceden tek başına hazırlayarak karşı
tarafa sunduğu sözleşme hükümleridir. Genel işlem koşulları ilk defa 6098
sayılı Kanun'un 20. maddesinin birinci fıkrasında tanımlanmıştır. Genel işlem
koşullarının İş Hukukundaki görünüm şekli ise genel iş koşullarıdır. Bu nedenle
6098 sayılı Kanun’un genel işlem koşullarını düzenleyen 20 ilâ 25. maddeleri
genel iş koşulları hakkında da uygulanır.
37. Tanımdan hareketle genel işlem koşullarının varlığı için
bazı unsurların mevcut olması gerektiğini söylemek mümkündür. Bu unsurlar;
sözleşme şartlarının tek taraflı olarak hazırlanmış olması, şartlar
hazırlanırken çok sayıda sözleşmede kullanılmalarının amaçlanması ve karşı
taraf ile müzakere konusu yapılmamış olmasıdır. Hukuki ilişkinin içeriğini
oluşturan genel işlem koşullarının idari denetimden geçiyor olması, hükümlerin
meslek birliklerince hazırlanması veya başkaca kuruluş ve Bakanlıkların görüşü
alınarak düzenlenmesi bu hükümlerin genel işlem koşulu niteliğini ortadan
kaldırmaz (…, Türk Borçlar Hukuku’nda Genel İşlem Koşullarının ve Tüketici
Hukuku’nda Haksız Şart Denetimi, Ankara, Birinci Baskı, 2014,s. 7 vd; Ayşe
Havutçu, "6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun Genel İşlem şartlarına
İlişkin Hükümlerinin Değerlendirilmesi", İzmir Barosu Dergisi, Nisan 2011,
Sayı 2, s.31). Unsurların varlığı hâlinde genel işlem koşulları yürürlük, yorum
ve içerik denetimine tâbi olmaktadır.
38. Yürürlük denetimi 6098 sayılı Kanun'un 21. maddesi gereği
genel işlem koşullarını düzenleyen taraf, karşı tarafa söz konusu koşulların
varlığı hakkında açıkça bilgi verip içeriğinin öğrenmesine imkân sağlamalıdır.
Aksi hâlde genel işlem koşulları yazılmamış sayılır. Yurt dışı iş
sözleşmelerinin taraflarca imzalanıp Türkiye İş Kurumu tarafından onaylanması
kanuni bir yükümlülük olmakla birlikte işçilerin Türkiye İş Kurumunun internet
sayfasında yayınlanan bu sözleşme hükümlerini öğrenebilme imkânları
bulunmaktadır. Ayrıca yine bu hükümlerin bizzat sözleşmede yer alması sebebiyle
işçinin bu genel işlem şartlarını öğrenme imkânı her zaman bulunmaktadır (…,
s.109; Aydoğdu, s.25; Aygül, Erdoğan, s. 773).
39. Yorum denetimi ise 6098 sayılı Kanun'un 23. maddesinde
öngörülmekle hüküm gereği genel işlem koşullarının yorumlanması ihtiyacı
gerektiğinde düzenleyen aleyhine ve karşı taraf lehine olan yorum benimsenir.
Bu ilke ve İş Hukukunda hâkim olan işçi lehine yorum ilkesi gereğince yurt dışı
iş sözleşmelerinde bir hükmün işçi lehine yorumlanması gerekir.
40. İçerik yönünden ise 25. madde de genel işlem koşullarının
dürüstlük kurallarına aykırı olacak ölçüde karşı tarafın menfaatine aykırı
olamayacağı belirtilmiştir. Buna göre içerik denetiminden anlaşılması gereken
ise söz konusu kuralların dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağı
açısından incelenmesidir. Hukuk sisteminde içerik denetimine ihtiyaç
duyulmasının nedeni taraflar arasında olması gereken sözleşme dengesinin
bozulmasıdır.
41. Bu durumda 6098 sayılı Kanun’un genel işlem koşullarına
ilişkin hükümlerinin hukuk seçimi anlaşmasının geçersizliğine gerekçe
olamayacağını belirtmek gerekir. Söz konusu hükümler, hukuk seçimi anlaşmasına
uygulanacak hukukun Türk Hukuku olması hâlinde işlev görebilir. Bunun dışında
6098 sayılı Kanun’un bahsi geçen hükümleri, bunların doğrudan uygulanan kural
niteliğinde kabul edilmeleri yahut yabancı hukukun ilgili hükümlerinin
uygulanmasının Türk kamu düzenine açıkça aykırı olması hâlinde uygulanabilir (…,
Yurt Dışında Çalışan Türk Vatandaşı İşçilerin Türkiye’de Açtıkları İşçi
Alacaklarına Dair Davalarda Milletlerarası Yetki ve Uygulanacak Hukuk
Meseleleri…Armağan, Cilt I, Ankara, 2022, s.244).
42. Yabancı unsurlu iş sözleşmelerinde hukuk seçimi kayıtlarının
dürüstlük kurallarına aykırı olduğunu ileri sürmek de mümkün değildir. Zira
hukuk seçimi yapılmamış olsaydı dahi 5718 sayılı Kanun gereği uygulanacak hukuk
mutad işyeri hukukudur. Bu bağlamda yurt dışı iş sözleşmelerinde de çalışılan
ülke hukukunun uygulanacağının belirtilmesinin mutad işyeri hukukunun seçildiği
anlamı taşıdığından dürüstlük kurallarına aykırılık da söz konusu olmaz ( …,
s.113; …, s. 775).
43. Öte yandan yurt dışı iş sözleşmelerinde işverenin bilgi verme
yükümlülüğüne yönelik maddelerin düzenleniş amacının çalışılan ülke mevzuatına
aykırı işveren uygulamasının önüne geçmek olduğu kabul edilmelidir. Bir başka
anlatımla bu tür maddeler işverenin çalışılan ülke mevzuatına uygun hareket
etmesini sağlamaya, bu bağlamda işçinin çalışılan ülke mevzuatına uygun olarak
hak ve alacaklarını garanti altına almaya yöneliktir. Dolayısıyla işverenin
bilgi verme yükümlüğünü ihlal etmesinin uyuşmazlığa çalışılan ülke mevzuatının
uygulanmasını engeller mahiyette görülemez.
44. Ayrıca açık olmayan hükümlerin yorumlanmasında işçi lehine
yorum yöntemine başvurulması mümkün olup yorum gerektirmeyecek kadar açık olan
hükümlerin işçi lehine yorumlanması olanaklı değildir. Bu nedenle işçi lehine
yorum ilkesi yabancılık unsuru bulunan uyuşmazlıklarda ancak uygulanacak hukuk
açıkça seçilmediğinde ve daha sıkı ilişkili hukukun tespiti bakımından
gerektiğinde uygulanabilir. Açıkça hukuk seçimi yapılması durumunda ise daha
sıkı ilişkili hukuk yönünden değerlendirme yapılmasına 5718 sayılı Kanun
hükümleri karşısında imkân bulunmamaktadır.
45. Son olarak somut olayla ilgisi nedeniyle 12.12.2007 tarihi
itibariyle 5718 sayılı Kanun ile yürürlükten kaldırılan 2675 sayılı
Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun’a (2675 sayılı Kanun)
değinilmelidir.
46. Mülga 2675 sayılı Kanun'da iş sözleşmelerinde yabancılık
unsuru bulunması hâlinde yetkili hukukun tespitine ilişkin özel bir düzenleme
yapılmamış ise de Kanun’un 24 üncü maddesinde sözleşmeden doğan borç ilişkileri
yönünden genel bir hükme yer verilmiş olup yargısal içtihatlarda 24. maddedeki
bu hükmün yabancılık unsuru taşıyan iş sözleşmelerinde de uygulanması gerektiği
kabul edilmiştir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 07.06.1989 tarihli ve
1989/10-316 Esas, 1989/411 Karar sayılı kararı).
47. Mülga 2675 sayılı Kanun'un 24. maddesinde ise
"Sözleşmeden doğan borç İlişkileri tarafların açık olarak seçtikleri
kanuna tabidir. Tarafların açık olarak bir kanun seçmemiş olmaları halinde
borcun ifa yeri hukuku, borcun İfa yerinin birden fazla olması halinde borç
ilişkisinin ağırlığını teşkil eden edimin ifa yeri hukuku, bu yerin de tespit
edilemediği hallerde ise, sözleşmenin en yakın İrtibat halinde bulunduğu yer
hukuku uygulanır." yönünde hüküm bulunmaktaydı. Bu hükmün 5718 sayılı
Kanun'un 27. maddesindeki düzenleme ile benzer mahiyette olduğu görülmektedir.
48. Somut uyuşmazlıkta davacı davalı işverene ait yurt dışı
şantiyelerinde çalıştığını ve ücretinin USD üzerinden ödendiğini, iş
sözleşmesinin haksız olarak feshedildiğini ileri sürerek kıdem tazminatı ile
bir kısım işçilik alacaklarının davalıdan tahsilini talep etmiş, davalı işveren
ise davacının yurt dışı şantiyelerinde çalışması sebebiyle uyuşmazlığın yabancı
hukuka göre çözümlenmesi gerektiğini savunmuştur. İlk Derece ve Bölge Adliye
Mahkemesince davalı vekilinin bu savunmasına itibar edilmeyerek uyuşmazlığa
Türk Hukuku uygulanmak suretiyle karar verilmiştir.
49. Ancak dosya içeriğinden davacının davalı şirketin yurt
dışında bulunan şantiyelerinde dokuz dönem fasılalı olarak çalıştığı, ilk yedi
dönem çalışmasının 07.04.1993-15.03.2007 tarihleri arasında Rusya, Kazakistan
ve Sierra Leone’deki işyerlerinde, sekizinci ve dokuzuncu dönem çalışmasının
ise 19.07.2007-17.10.2010 ve 15.03.2011-26.10.2016 tarihleri arası Umman’daki
işyerinde geçtiği anlaşılmakta olup sekizinci çalışma dönemine ilişkin
19.07.2007 tarihli ve dokuzuncu çalışma dönemine ilişkin 15.03.2011 tarihli iş
sözleşmesi bulunduğu tespit edilmiştir.
50. Öncelikle belirtilmelidir ki, davacının bütün çalışmaları
yurt dışında geçtiğinden iş ilişkisinde yabancılık unsuru mevcut olmakla
birlikte taraflar arasında hukuk seçimi anlaşması yapıldığına dair iş
sözleşmesi bulunmayan ilk yedi dönem yönünden Türk Hukukunun ve dolayısıyla
4857 sayılı İş Kanunu hükümlerinin uygulanması gerektiği konusunda Özel Daire
ile Bölge Adliye Mahkemesi arasında ihtilaf bulunmamaktadır.
51. Ancak sekizinci çalışma dönemine ilişkin imzalanan
19.07.2007 tarihli yurt dışı iş sözleşmesinin tarafların iş ilişkisindeki hak
ve yükümlüklerine ilişkin bölümünde yer alan çalışma süresi, fazla mesai, hafta
tatili ve genel tatil ücreti alacaklarına ilişkin maddelerinde çalışılan ülke
mevzuatının uygulanacağı ve yine sözleşmenin 16. maddesinde anlaşmazlık
durumlarında sözleşme maddelerinde çalışılan ülke mevzuatının geçerli olduğunun
belirtildiği, ayrıca ihtilafların çözümünde öncelikle çalışılan ülke
mevzuatının, bu hususta bir düzenleme olmaması hâlinde Türk mevzuatının
uygulanacağının ifade edildiği; dokuzuncu çalışma dönemine ilişkin imzalanan
15.03.2011 tarihli iş sözleşmesinin 16. maddesinde de çalışılan ülke olan Umman
Sultanlığının ilgili yasaları ve düzenlemelerinin uygulanacağı konusunda hüküm
bulunduğu görülmüştür.
52. Bu itibarla davacının 19.07.2007-17.10.2010 arasında
Umman'da geçen sekizinci çalışma dönemi ve 15.03.2011-26.10.2016 arasında yine
Umman'da geçen dokuzuncu çalışma dönemi yönünden Umman Hukukunun uygulanması
konusunda tarafların hukuk seçimi yaptıklarının kabulü gerekmektedir. Ayrıca bu
iki dönem yönünden Umman Hukukunun aynı zamanda mutad işyeri hukuku olduğu
anlaşılmaktadır. Bu nedenle sekizinci ve dokuzuncu çalışma dönemleri yönünden
bu ülke hukuku uygulanmalıdır.
53. Hâl böyle olunca Umman Hukuku alanında uzman bilirkişiden
rapor alınmak suretiyle dava konusu uyuşmazlıklar bakımından değerlendirme
yapılması ve dosya kapsamındaki delil durumu ile birlikte değerlendirilerek
sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken Türk Hukuku uygulanmak suretiyle
sonuca gidilmesi usul ve yasaya uygun değildir.
54. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, hukuk
seçiminin iş sözleşmelerinin özel niteliği gereği zayıf taraf olan işçiyi
korumak amacıyla ancak işçi lehine olmak kaydıyla sınırlı olarak tanındığı,
taraflar arasında imzalanan iş sözleşmesinde seçilen hukuka ilişkin hükümlerin genel
işlem koşulu niteliğinde olup matbu hazırlandığı, sözleşme hazırlanırken
sözleşmenin yapılması sırasında karşı taraf olan işçiye uyuşmazlığa seçilen
hukukun uygulanacağı hakkında açıkça bilgi verilmediği, bunların içeriğini
öğrenme imkânı sağlanmadığı ve işçinin bu koşulları açıkça kabul ettiğinin
belirtilmediği, bu nedenle taraflar için bağlayıcılığı olmayacağı, 6098 sayılı
Kanun'un 21 inci maddesinin emredici düzenlemesi karşısında yazılmamış
sayılması gerektiği, bu nedenle Umman Hukukunun uygulanmasına yönelik sözleşme
hükümlerinin geçersiz olduğu, ayrıca taraflar arasında eylemli olarak iş
ilişkisinde Türk Hukukunun uygulandığı, 5718 sayılı Kanun'un 5 ve 6. maddeleri
kapsamında davacısı Türk ve işvereni de Türk Hukuk Mevzuatına tabii olan
uyuşmazlıkta Türk İş Hukukunun doğrudan uygulanan kurallar olması sebebiyle
Türk Hukukunun uygulanmasının isabetli olduğu ve direnme kararının usul ve
yasaya uygun olduğu görüşü ileri sürülmüşse de bu görüş Kurul çoğunluğu
tarafından kabul edilmemiştir.
55. O hâlde Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma
kararına uyulması gerekirken önceki hükümde direnilmesi doğru olmamıştır.
56. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. " şeklindedir.
İPTALİ İSTENEN 5718 SAYILI MİLLETLERARASI ÖZEL HUKUK VE USUL
HUKUKU HAKKINDA KANUN;
Madde 27 - (1) İş sözleşmeleri, işçinin mutad işyeri hukukunun
emredici hükümleri uyarınca sahip olacağı asgarî koruma saklı kalmak kaydıyla,
tarafların seçtikleri hukuka tâbidir.
(2) Tarafların hukuk seçimi yapmamış olmaları hâlinde iş
sözleşmesine, işçinin işini mutad olarak yaptığı işyeri hukuku uygulanır.
İşçinin işini geçici olarak başka bir ülkede yapması hâlinde, bu işyeri mutad
işyeri sayılmaz.
(3) İşçinin işini belirli bir ülkede mutad olarak yapmayıp
devamlı olarak birden fazla ülkede yapması hâlinde iş sözleşmesi, işverenin
esas işyerinin bulunduğu ülke hukukuna tâbidir.
(4) Ancak hâlin bütün şartlarına göre iş sözleşmesiyle daha
sıkı ilişkili bir hukukun bulunması hâlinde sözleşmeye ikinci ve üçüncü fıkra
hükümleri yerine bu hukuk uygulanabilir.
ANAYASAYA AYKIRILIK SORUNU ANAYASANIN İLGİLİ KISIMLARI;
2709 sayılı 1982 ANAYASASI Başlangıç kısmı;
"Her Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve
hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak milli kültür,
medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddi ve manevi
varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu;"
2709 sayılı 1982 ANAYASASI 5. Maddesi;
Madde 5 - Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin
bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve
demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu
sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet
ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal
engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli
şartları hazırlamaya çalışmaktır.
2709 sayılı 1982 ANAYASASI 13. Maddesi;
Temel Hak ve Hürriyetlerin Sınırlandırılması
Madde 13- Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın
yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve
ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine aykırı olamaz.
2709 sayılı 1982 ANAYASASI 35. Maddesi;
Mülkiyet Hakkı
Madde 35 - Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.
2709 sayılı 1982 ANAYASASI 36. maddesi;
Hak Arama Hürriyeti
Madde 36 - Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.(1)
Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan
kaçınamaz.
2709 sayılı 1982 ANAYASASI 49. maddesi;
Çalışma Hakkı ve Ödevi
Madde 49 - Çalışma, herkesin hakkı ve ödevidir.
Devlet, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma
hayatını geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak, çalışmayı
desteklemek, işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak ve
çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbirleri alır.
ANAYASAYA AYKIRILIK SORUNU GEREKÇESİ;
Somut olayda davacı Türk vatandaşı olup davalı şirket ise
Türkiye Cumhuriyeti Türk Ticaret Kanununa göre kurulmuş tüzel kişiliği olan
anonim şirkettir. Davacı, yurt dışında davalı şirket işçisi olarak belirli bir
proje kapsamında çalıştırılmak üzere gönderilmiştir. Bir çok dosyada benzer
husus olup hatta aynı işçi aynı işveren bünyesinde farklı farklı ülkelerde
farklı projelerde çalışmaktadır. Bu kapsamda davacı işçinin içtihatlar ve
kanunlar çerçevesinde 5718 sayılı yasanın 27. maddesinin 2. fıkrasının son
cümlesine göre "geçici işçi" olarak çalışmadığı kabul edilmektedir.
Yasa koyucu 5718 sayılı yasanın 27. maddesi ile yabancılık unsuru içeren
davalarda hangi ülkenin kanunlarının uygulanması gerektiğini hüküm altına
almıştır. Ancak hüküm altına alınan yasa maddesi incelendiğinde her iki tarafı
Türk olan davalar için özel bir uygulama getirmediği açıktır. Yasa koyucu menfi
bir düzenleme yaparak Türk vatandaşı olan bir işçi için sözleşme yapılmadığı
durumda Türk Hukukunun uygulanması yerine "mutad iş yeri" kavramını
kullanarak işçinin işini yaptığı iş yeri hukuk kurallarının uygulanması
gerektiğini hüküm altına almıştır. Burada Anayasa'nın Başlangıç kısmında
belirtildiği üzere sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak
surette menfi bir sınırlama getirildiği kanaatindeyim. Çünkü her ne kadar
işçiler mahkeme nezdinde hak aramak için dava açabilseler de hak arama
hürriyetinin özünü etkileyerek sorunlara neden olmaktadır. Hak arama
hürriyetinin bu noktada sadece salt dava açma hakkı değil çalışma hakkı ve
ödevi ile birlikte düşünülerek çalışma hayatı sürerken bir içinin çalışma
şartlarına ve hatta hakkını arayacağı merci ile süresine hakim olmasıyla
doğrudan alakalı olduğunu bu sebeple ki en önemli hususun iki taraflı bir
sözleşmede sözleşmeye uygulanacak hukuk kurallarının iki tarafça bilinmesi ve
hatta yönetim hakkına sahip olan işverenin bilmesi gerektiği ile uygulaması
gerektiği kurallar konusunda işçiyi bilgilendirmesi ile doğrudan bağlantılı
olduğunu düşünmekteyim. 5718 sayılı sayılı yasanın 27. maddesinin Anayasaya
aykırılık noktasındaki en büyük açığı budur. Bu açık görüldüğü üzere
içtihatlarla düzeltilebilecek ve yorumlanacak nitelikte olmayıp yasa koyucu
buna imkan veren bir düzenleme de yapmamıştır. İşverene, uyguladığı veya
uygulandığını düşündüğümüz hukuk kurallarını makul seviyede de olsa işçiye
bildirme yükümlülüğünün getirilmemiş olması derdest olan iş bu davalarda
özellikle mutad iş yeri hukukunun uygulanması neticesinde işverenin zamanaşımı
itirazları veya mutad iş yeri hukukundan kaynaklı hak düşürücü süre sebebiyle
red kararlarının verilmesine sebep olup mülkiyet hakkını da ihlal etmektedir.
Kaldı ki yönetim hakkı kendisinde olan işverene uygulaması gerektiği
dolayısıyla bilmesi gerektiği hukuk kurallarını işçiye bildirme yükümlülüğü getirilmemiş
olması adil yargılama hakkı kapsamında silahların eşitliği ilkesine de aykırı
olacaktır. Aksi durum, işçinin salt kendisine uygulanacak hukuku bilmesi
haklarını da öğrendiği anlamına gelir. Ancak Türk hukukunun uygulandığı
durumlarda vatandaşlık esasına göre kişilerin doğal hukuk olan Türk hukukunun
hükümlerini bildiği kabul edilir. Özel olarak yapılan bir seçim sonrasında ise
işçiden uygulanacak olan başka bir hukuk kurallarını kendince öğrenmesi
beklenmemeli bunun sorumluluğu işverene yüklenmelidir. 5718 sayılı yasanın 27. maddesinin
doğal sonucu budur kanaatindeyim. Aksi halde işçi, hangi şartlarda hangi
haklarla çalışacağını bilemez, hakkını arayamaz bu durum hakların özüne
dokunur.
SONUÇ VE TALEP;
1-5718 Sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında
Kanunun 27. maddesinin 2. fıkrasının 2709 sayılı Anayasa'nın Başlangıç kısmı,
13. maddesi, 35. maddesi, 36. maddesi ve 49. maddesine aykırı olduğu ve iptali
gerektiği kanaati ile bu hususta karar verilmek üzere dosyanın 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 40. maddesi
kapsamında Anayasa Mahkemesi'ne gönderilmesine,
2-Anayasanın 152. maddesinin 1. fıkrasına göre Anayasa Mahkemesi
karar verene kadar davanın geri bırakılmasına,”