ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı:2019/102
Karar Sayısı:2019/99
Karar Tarihi:25/12/2019
R.G.Tarih-Sayısı:15/4/2020-31100
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN:Bakırköy 2. Aile Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU:22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 300.
maddesinin birinci fıkrasının Anayasa’nın 2., 5., l0., 13., 17. ve36. maddelerine
aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi talebidir.
OLAY:Tanımanın
iptali davasında itiraz konusu kuralın
Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur.
I. İPTALİ İSTENEN KANUN HÜKMÜ
Kanun’un itiraz konusu kuralın da yer
aldığı 300. maddesi şöyledir:
“3. Hak düşürücü süreler
Madde 300- Tanıyanın dava hakkı, iptal sebebinin öğrenildiği veya
korkunun etkisinin ortadan kalktığı tarihten başlayarak bir yıl ve herhâlde tanımanın
üzerinden beş yıl geçmekle düşer.
İlgililerin dava hakkı, davacının tanımayı ve tanıyanın
çocuğun babası olamayacağını öğrendiği tarihten başlayarak bir yıl ve herhâlde
tanımanın üzerinden beş yıl geçmekle düşer.
Çocuğun dava hakkı, ergin olmasından başlayarak bir yıl
geçmekle düşer.
Yukarıdaki süreler geçtiği hâlde gecikmeyi haklı kılan
sebep varsa, sebebin ortadan kalkmasından başlayarak bir ay içinde dava
açılabilir.”
II. İLK İNCELEME
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Zühtü
ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Recep KÖMÜRCÜ, Serdar ÖZGÜLDÜR, Burhan ÜSTÜN,
Engin YILDIRIM, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ,
Kadir ÖZKAYA, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız
SEFERİNOĞLU ve Selahaddin MENTEŞ’in katılımlarıyla 14/11/2019 tarihinde yapılan
ilk inceleme toplantısında öncelikle uygulanacak kural ve sınırlama sorunları
görüşülmüştür.
2. Anayasa’nın 152. ile 30/3/2011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun’un 40. maddelerine göre bir davaya bakmakta olan mahkeme, bu
dava sebebiyle uygulanacak bir kanunun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin
hükümlerini Anayasa’ya aykırı görmesi hâlinde veya taraflardan birinin ileri
sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varması durumunda bu
hükümlerin iptalleri için Anayasa Mahkemesine başvurmaya yetkilidir. Ancak
anılan maddeler uyarınca bir mahkemenin Anayasa Mahkemesine başvurabilmesi için
elinde yöntemince açılmış, mahkemenin görevine giren bir davanın bulunması ve
iptali talep edilen kuralın o davada uygulanacak olması gerekir.Uygulanacak
kural, bakılmakta olan davanın değişik evrelerinde ortaya çıkan sorunların
çözümünde veya davayı sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde etki yapacak nitelikte
bulunan kurallardır.
3. İtiraz yoluna başvuran Mahkeme, 4721 sayılı Kanun’un
300. maddesinin birinci fıkrasının iptalini talep etmiştir.
4. Bakılmakta olan dava, Kanun’un 297. maddesinde iptal
sebebi olarak öngörülen yanılma veya aldatma sebebine dayanılarak beş
yıllık hak düşürücü süreden sonra açılan tanımanın iptali davasıdır. Söz konusu
davada korkutma nedeninin tanımanın iptali talebinin gerekçesini
oluşturmadığı ve tanımanın üzerinden beş yıl geçmesinin ardından tanımanın
iptali davasının açıldığı gözetildiğinde itiraz konusu kuralda yer alan “…veya
korkunun etkisinin ortadan kalktığı…” ve “…bir yıl…” ibarelerinin
bakılmakta olan davada uygulanma imkânının bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bu
nedenle söz konusu ibarelere ilişkin başvurunun Mahkemenin yetkisizliği
nedeniyle reddi gerekir.
5. Öte yandan kuralın kalan bölümünde yer alan “Tanıyanın
dava hakkı,...”, “…tarihten başlayarak…”, “…geçmekle düşer.” ibareleri
bakılmakta olan davada uygulanma imkânı bulunmayan “…veya korkunun etkisinin
ortadan kalktığı…” ve “...bir yıl...” ibareleri yönünden de
ortak kural niteliği taşımaktadır. Ayrıca “…her hâlde tanımanın üzerinden
beş yıl...” ibaresi iptal sebebinin öğrenildiği durumun yanı sıra
bakılmakta olan davada uygulanma imkânı bulunmayan “…veya korkunun etkisinin
ortadan kalktığı…” ibaresi yönünden de ortak kural durumundadır. Bu nedenle
bakılmakta olan davanın konusu gözetilerek kuralın kalan bölümüne ilişkin esas
incelemenin kuralda yer alan “…her hâlde tanımanın üzerinden beş yıl…”
ibaresi ile sınırlı olarak yapılması, bu ibareye ilişkin incelemenin de “…iptal
sebebinin öğrenildiği…” ibaresi yönünden yapılması gerekmektedir.
6. Açıklanan nedenlerle 22/11/2001
tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 300. maddesinin;
A. Birinci fıkrasında
yer alan “…veya korkunun etkisinin ortadan kalktığı…” ve “...bir
yıl...” ibarelerinin itiraz başvurusunda bulunan Mahkemenin bakmakta olduğu
davada uygulanma imkânı bulunmadığından bu ibarelere ilişkin başvurunun
Mahkemenin yetkisizliği nedeniyle REDDİNE,
B. Birinci
fıkrasının kalan bölümünün esasının incelenmesine, esasa ilişkin incelemenin
fıkrada yer alan “…herhâlde tanımanın üzerinden beş yıl...” ibaresi ile
sınırlı olarak yapılmasına,
C. Birinci
fıkrasında yer alan “…her hâlde tanımanın üzerinden beş yıl...” ibaresine
ilişkin incelemenin fıkrada yer alan “…iptal sebebinin öğrenildiği…”
ibaresi yönünden yapılmasına,
OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
III. ESASIN İNCELENMESİ
7. Başvuru kararı ve ekleri Raportör Yakup MACİT
tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu kanun hükmü,
dayanılan ve ilgili görülen Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer
yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A. Anlam ve Kapsam
8. 4721 sayılı Kanun’un soybağı hükümlerini düzenleyen
282. maddesinin ikinci fıkrasında çocuk ile baba arasında soybağının ana ile
evlilik, tanıma veya hâkim hükmüyle kurulacağı; 295. maddenin birinci
fıkrasında babanın, nüfus memuruna veya mahkemeye yazılı başvurusu ya da resmî
senette veya vasiyetnamesinde yapacağı beyanla tanımanın gerçekleşeceği
belirtilmiştir.
9. Tanımanın iptali müessesesinin düzenlendiği Kanun’un
297. maddesinde tanıyanın yanılma, aldatma veya korkutma sebebiyle tanımanın
iptali davası açabileceği belirtilmiştir. Söz konusu davayla ilgili hak
düşürücü süreler ise Kanun’un 300. maddesinde düzenlenmiştir. Anılan maddenin
birinci fıkrasında, tanıyanın dava hakkının iptal sebebinin öğrenildiği veya
korkunun etkisinin ortadan kalktığı tarihten başlayarak bir yıl ve her hâlde
tanımanın üzerinden beş yıl geçmekle düşeceği belirtilmiştir. Dördüncü fıkrada
ise hak düşürücü süreler geçtiği hâlde gecikmeyi haklı kılan sebep varsa
sebebin ortadan kalkmasından başlayarak bir ay içinde dava açılabileceği hüküm
altına alınmıştır.
10. Yargıtay; anılan
kurallarla ilgili vermiş olduğu çeşitli kararlarında, iptal sebebini
öğrenememe ya da zorunlu nedenlerle hak düşürücü süre içinde tanımanın iptali
davası açamayanların, gecikmeyi haklı kılan sebepleri ispatlamaları hâlinde bir
aylık süre içinde bu haklarını kullanabileceklerini belirtmiştir (Yargıtay 8.
Hukuk Dairesi, E.2017/6394, K.2017/6333, 26/4/2017; E.2017/8395, K.2019/1853,
25/2/2019).
B. İtirazın Gerekçesi
11. Başvuru kararında özetle; Anayasa’nın temel hak ve
özgürlüklerin güvence altına alınması ve geliştirilmesi hususunda devlete görev
yüklediği, soybağının doğru tespit edilmesinin de kişinin maddi ve manevi
varlığının geliştirilmesiyle doğrudan ilgili olduğu, buna yönelik
sınırlamaların bir kişinin çocuğu olmayan birisine iradesi dışında alt-üst soy
ilişkisiyle bağlanması sonucunu doğuracağı, 4721 sayılı Kanun’un 289.
maddesiyle ilgili yapılan itiraz başvurusu sonucunda Anayasa Mahkemesinin
anılan maddede yer alan “…her hâlde doğumdan başlayarak beş yıl… ibaresini
baba yönünden iptal ettiği, iptal edilen söz konusu kural ile itiraz konusu
kural arasında doğrudan bir bağlantı olduğu, kuralın iptal edilmemesi hâlinde
eşitlik ilkesine aykırı bir durumun oluşacağı, çocuğu olmayan birisini iradesi
fesada uğratılarak tanıyan kişinin dava açma hakkının belirli sürelerle
sınırlandırılmasının hak arama özgürlüğünü zedeleyeceği belirtilerek kuralın
Anayasa’nın 2., 5., 10., 13., 17. ve 36. maddelerine aykırı olduğu iddia
edilmiştir.
C. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
12. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural,
ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 20. ve 40. maddeleri yönünden de incelenmiştir.
13. 4721 sayılı Kanun’un
300. maddesinin birinci fıkrasında, tanıyanın dava hakkının iptal
sebebinin öğrenildiği veya korkunun etkisinin ortadan kalktığı tarihten
başlayarak bir yıl ve her hâlde tanımanın üzerinden beş yıl geçmekle düşeceği
hükme bağlanmıştır. Anılan fıkrada yer alan “…her hâlde tanımanın üzerinden
beş yıl…” ibaresi itiraz konusu
kural olup kural “…iptal sebebinin öğrenildiği…” ibaresi yönünden
incelenmiştir.
14. Kural, tanımanın iptali davası ile ilgili hak
düşürücü süreyi düzenlemektedir. Tanıyanın, çocuğu olmadığını iddia ettiği
kişiye karşı açacağı iptal davasının kişiler arasındaki nesep bağını
belirleyici bir etkiye sahip olduğu açıktır. Dolayısıyla babalık ilişkisinin
belirlenmesi ile ilgili olan kural, Anayasa’nın 20. maddesinde düzenlenen özel
hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkı ile doğrudan
bağlantılıdır. Bunun yanında kural, maddi bir hak olan özel hayata ve aile
hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkının korunmasına yönelik başvuru
yoluna erişimi özel olarak düzenleyen Anayasa’nın 40. maddesinde düzenlenen
etkili başvuru hakkıyla da yakından ilişkili bulunmaktadır.
15. Anayasa’nın 20.
maddesinin birinci fıkrasında herkesin özel hayatınasaygı gösterilmesini isteme
hakkına sahip olduğu, özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine
dokunulamayacağı belirtilmiştir. Anılan maddenin gerekçesinde de belirtildiği
üzere özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkı; bir
yönüyle özel hayatın gizliliğinin korunmasını, başkalarının gözleri önüne
serilmemesini, bir başka ifadeyle kişinin özel hayatında yaşananların yalnız
kendisi veya kendisinin bilmesini istediği kimseler tarafından bilinmesini
isteme hakkını korurken diğer yönüyle resmî makamların özel hayata müdahale
edememesi, yani kişinin ferdî ve aile hayatını kendi anladığı gibi düzenleyip
yaşayabilmesi hakkını güvence altına almaktadır.
16. Anayasanın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması”
başlıklı 40. maddenin birinci fıkrası ise “Anayasa ile tanınmış hak ve
hürriyetleri ihlâl edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma
imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.” hükmünü içermektedir.
Anılan hükme göre kişilerin yargı makamları ile idari makamlar önünde haklarını
arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanması anayasal bir zorunluluktur. Bu
zorunluluk, temel hak ve özgürlüğü ihlal edilen ya da ihlal edildiğini iddia
eden kişilerin ilgili yargı veya idari merci nezdinde şikâyetlerini dile
getirmesi hususunda devlete gerekli ve yeterli mekanizmaları oluşturarak uygun
koşulları sağlama yükümlülüğü getirmektedir.
17. Bu çerçevede Anayasa’nın 40. maddesinde güvence
altına alınan etkili başvuru hakkı; anayasal bir hakkının ihlal edildiğini
ileri süren herkese hakkın niteliğine uygun olarak iddialarını inceletebileceği
makul, erişilebilir, etkili, ihlalin gerçekleşmesini veya sürmesini engellemeye
ya da sonuçlarını ortadan kaldırmaya elverişli idari ve yargısal yollara
başvuruda bulunabilme imkânının sağlanmasını teminat altına almaktadır.
18. Özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesini
isteme hakkı ile bağlantılı olan kuralla Anayasa’nın 40. maddesi kapsamında
devletin, bu hakkın korunmasıyla ilgili gerekli koşulları sağlama fonksiyonunu
ne ölçüde yerine getirdiğinin değerlendirilmesi gerekmektedir.
19. Kuralda, tanıyanın dava açma hakkının her hâlde
tanımanın üzerinden beş yıl geçmekle düşeceği belirtilmiş olmakla beraber
Kanun’un 300. maddesinin dördüncü fıkrasında anılan maddedeki süreler geçtiği
hâlde gecikmeyi haklı kılan sebebin varlığı durumunda bu sebebin ortadan
kalkmasından başlayarak bir ay içinde dava açılabileceği hükme bağlanmıştır.
İtiraz konusu kuralın da aynı maddede yer aldığı gözetildiğinde beş yıllık
mutlak hak düşürücü sürenin geçmesi durumunda dahi tanıyan, gecikmesinde haklı
bir neden olduğunu ispatladığı takdirde anılan fıkra uyarınca yeniden dava açma
hakkına sahip olacaktır.
20. Bu itibarla Kanun’un 300. maddesinin dördüncü fıkrası
da dikkate alındığında, Kanun’da iptal talebini ileri sürme hususunda tanıyana
yeterli giderim sağlamaya elverişli koşulların oluşturulduğu anlaşılmaktadır.
Açıklanan nedenle kuralla devletin, tanıyanın özel hayata ve aile hayatına
saygı hakkıyla ilgili uyuşmazlıklardan olan tanımanın iptalini talep etmede
başvurabileceği etkili bir yargısal yolu sağlama yükümlülüğünü yerine
getirmediği söylenemez.
21. Anayasa’nın 10. maddesinde “Herkes, dil, ırk,
renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri
sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir./Kadınlar ve erkekler
eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla
yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak
yorumlanamaz./Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve
yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı
sayılmaz./Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz./Devlet
organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine
uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.” denilmek suretiyle kanun önünde
eşitlik ilkesine yer verilmiştir.
22. Anayasa’nın anılan maddesinde belirtilen kanun önünde
eşitlik ilkesi hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile
eylemli değil hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı; aynı
durumda bulunan kişilerin kanunlar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını
sağlamak, kişiler arasında ayrım yapılmasını ve kişilere ayrıcalık tanınmasını
önlemektir. Bu ilkeyle aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı
kurallar uygulanarak kanun karşısında eşitliğin ihlali yasaklanmıştır. Kanun
önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına
gelmez. Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik
kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı
hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’da öngörülen eşitlik
ilkesi zedelenmez.
23. İtiraz konusu kurallarla ilgili olarak özel hayata ve
aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkı bağlamında eşitlik ilkesi
yönünden yapılacak anayasallık denetiminde öncelikle Anayasa’nın 10. maddesi
çerçevesinde aynı ya da benzer durumda bulunan kişiler arasında farklılığın
gözetilip gözetilmediği belirlenmelidir. Yapılacak bu belirlemenin ardından
farklı uygulamanın nesnel ve makul bir temele dayanıp dayanmadığı ve ölçülü
olup olmadığı hususları irdelenmelidir.
24. Anayasa Mahkemesinin 25/6/2009 tarihli ve E.2008/30,
K.2009/96 sayılı kararıyla Kanun’un 289. maddesinin birinci fıkrasında yer alan
“…her hâlde doğumdan başlayarak beş yıl…” ibaresini iptal etmesi üzerine
nesebin reddi davasının davacısı olan koca (baba) itiraz konusu kuraldaki gibi
mutlak süre sınırlaması olmaksızın olağan süre içinde dava açabilme imkânına
sahip olacaktır. Buna karşın tanıyan (baba), kural nedeniyle tanımanın
üzerinden beş yıl geçmekle kural olarak dava açma hakkını yitirecektir.
25. Kanun’un 289. maddesindeki nesebin reddi davasının
konusunu, babalık karinesi ile meydana gelen nesep bağı oluştururken tanımanın
iptali davasının konusunu 295. maddeye göre tek taraflı tanıma beyanıyla
meydana gelen soybağı ilişkisi oluşturmaktadır. Hukuksal temelleri farklı olsa
da sahih nesep ilişkisinin sona erdirilmesi açısından her iki davanın
davacılarının hukuki statülerinin benzer olduğu söylenebilir.
26. Bu itibarla nesebin reddi ve tanımanın iptali
davasının davacıları olan babaların eşitlik incelemesinde karşılaştırmaya esas
benzer durumda oldukları, Kanun’un 289. maddesinin birinci fıkrasında yer alan
beş yıllık sürenin iptal edilmesinin ardından itiraz konusu kuralın öngördüğü
aynı nitelikteki hak düşürücü sürenin tanımanın iptali davasında uygulanması
nedeniyle bu kişiler arasında farklılık meydana getirileceği anlaşılmaktadır.
27. Eşitlik ilkesinin gereği olarak benzer durumda
olanlar arasında bir taraf lehine getirilen farklı düzenlemenin bir ayrımcılık
oluşturmaması için nesnel ve makul bir temele dayanması ve ölçülü olması
gerekir.
28. Yukarıda izah edildiği üzere; kuralın yer aldığı
Kanun’un 300. maddesi bir bütün olarak incelendiğinde, meşru nedenleri olan
davacılar açısından beş yıllık mutlak hak düşürücü süre geçse dahi 289.
maddeden farklı olarak dava açma hakkının sona ermediği, gecikmeyi haklı kılan
sebeplerin varlığı hâlinde bu sebeplerin ortadan kalkmasından itibaren
ilgililerin dava açabilmelerinin mümkün olduğu görülmektedir.
29. Anayasa Mahkemesinin, Kanun’un 289. maddesinin birinci
fıkrasında yer alan “…her hâlde doğumdan başlayarak beş yıl…” ibaresinin
iptali ile ilgili verdiği kararda, maddenin üçüncü fıkrasında yer alan gecikmenin
haklı bir sebebe dayanması halinde bir yıllık sürenin bu sebebin ortadan
kalktığı tarihten işlemeye başlayacağına ilişkin kuralın beş yıllık mutlak
hak düşürücü süreyi de kapsadığı kabul edilmişse de Kanun’un bu şekilde
yorumlanmaya elverişli olmadığı anlaşılmaktadır. Zira itiraz konusu kuralın da
yer aldığı 300. maddenin dördüncü fıkrasında “Yukarıdaki süreler geçtiği
hâlde gecikmeyi haklı kılan sebep varsa, sebebin ortadan kalkmasından
başlayarak bir ay içinde dava açılabilir.” denilmek suretiyle fıkradaki söz
konusu bir aylık ek sürenin beş yıllık hak düşürücü süre yönünden de geçerli
olduğu açıkça belirtilmiş iken 289. maddenin üçüncü fıkrasında “Gecikme
haklı bir sebebe dayanıyorsa, bir yıllık süre bu sebebin ortadan kalktığı
tarihten işlemeye başlar.” denilmek suretiyle haklı sebebe dayalı ek
sürenin beş yıllık hak düşürücü süre için geçerli olmadığı, bunun sadece bir
yıllık hak düşürücü süre yönünden öngörüldüğü açıkça ifade edilmiştir. Dolayısıyla
Kanun’un 289. maddesinden ayrılan bu yönüyle itiraz konusu kuralla getirilen
farklı muamelenin makul ve objektif bir temele dayanmadığı söylenemez.
30. İtiraz konusu kuralla getirilen farklı uygulamanın
ayrıca ölçülü olması gerekir. Ölçülülük ilkesi,
amaç ve araç arasında hakkaniyete uygun bir dengenin bulunması gereğini ifade
eder. Diğer bir ifadeyle bu ilke, farklı muamelenin öngörülen objektif amaç ile
orantılı olmasını gerektirmektedir.
31. İtiraz konusu kural, Kanun’un 300.
maddesinin dördüncü fıkrasında öngörülen ve başlangıç anı ile ilgili olarak her
olayın kendi koşulları içerisinde değerlendirilebilme imkânına elverişli
bulunan bir aylık süreyle birlikte ele alındığında 289. madde ile 300.
maddede belirtilen söz konusu kişiler arasında objektif ve makul bir nedene dayalı
olarak öngörülen farklı muamelenin ölçülü olmadığı da söylenemez.
32. Açıklanan nedenlerle kural aynı fıkrada yer alan “…iptal
sebebinin öğrenildiği…” ibaresi yönünden Anayasa’nın 10., 20. ve 40. maddelerine aykırı değildir. İtirazın
reddi gerekir.
Hasan Tahsin GÖKCAN, Serdar ÖZGÜLDÜR, Celal Mümtaz
AKINCI, Kadir ÖZKAYA ve Rıdvan GÜLEÇ bu görüşe
katılmamışlardır.
Kuralın Anayasa’nın 2., 5., 13., 17. ve 36. maddelerine
aykırı olduğu ileri sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların
Anayasa’nın 20. ve 40. maddeleri yönünden yapılan değerlendirmeler kapsamında
ele alınmış olması nedeniyle Anayasa’nın 2., 5., 13., 17. ve 36. maddeleri
yönünden ayrıca bir değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir.
IV. HÜKÜM
22/11/2001 tarihli ve
4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun 300. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “…her
hâlde tanımanın üzerinden beş yıl…” ibaresinin
fıkrada yer alan “…iptal sebebinin öğrenildiği…” ibaresi yönünden Anayasa’ya
aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE, Hasan Tahsin GÖKCAN, Serdar ÖZGÜLDÜR,
Celal Mümtaz AKINCI, Kadir ÖZKAYA ile Rıdvan GÜLEÇ’in karşıoyları ve
OYÇOKLUĞUYLA 25/12/2019 tarihinde karar verildi.
Başkan
Zühtü
ARSLAN
|
Başkanvekili
Hasan
Tahsin GÖKCAN
|
Başkanvekili
Recep
KÖMÜRCÜ
|
Üye
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Burhan
ÜSTÜN
|
Üye
Engin
YILDIRIM
|
Üye
Hicabi
DURSUN
|
Üye
Celal
Mümtaz AKINCI
|
Üye
Muammer
TOPAL
|
Üye
M.
Emin KUZ
|
Üye
Kadir
ÖZKAYA
|
Üye
Rıdvan
GÜLEÇ
|
Üye
Yusuf
Şevki HAKYEMEZ
|
Üye
Yıldız
SEFERİNOĞLU
|
Üye
Selahaddin
MENTEŞ
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
İptali istenen kuralın, 4721 sayılı Kanun’un 300.
maddesinin “yukarıdaki süreler geçtiği halde gecikmeyi haklı kılan sebep varsa,
sebebin ortadan kalkmasından başlayarak bir ay içinde dava açılabilir”
şeklindeki son fıkrası dikkate alındığında (kural bu fıkrayla birlikte
değerlendirildiğinde) Anayasa’ya aykırı olmadığı sonucuna şu nedenlerle
katılabilmemiz mümkün olmamıştır:
1. Anayasa Mahkemesinin 15/3/2012 tarih ve E.2011/116,
K.2012/39 sayılı kararında da işaret edildiği üzere “soybağı (nesep)”, bir
kimse ile onun ecdadı, üstsoyu arasındaki biyolojik ve doğal bağlantıyı ifade
eder. Dar anlamda soybağı ise sadece çocuklar ile ana ve babaları arasındaki
bağlantıyı, başka bir deyişle çocuğun ana ve babasına nisbetini ifade eder.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nda çocuk ile baba arasındaki soybağının ana ile
evlilik, tanıma veya hakim kararı kurulacağı ifade edilmektedir. Anayasa
Mahkemesi, anılan kararında, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun babalık
davasında hak düşürücü süreleri düzenleyen 303. maddenin “bir yıllık süre
geçtikten sonra gecikmeyi haklı kılan sebepler varsa, sebebin ortadan
kalkmasından başlayarak bir ay içinde dava açılabilir” şeklindeki son
fıkrasının iptaline hükmederken şu gerekçeye dayanmıştır:
“…Yasa koyucu, soybağı davalarında dava açma süresine
ilişkin hükümleri düzenlerken, hukuk devleti ilkesinin bir gereği olan
ölçülülük ilkesiyle bağlıdır… Ölçülülük ilkesi nedeniyle yasa koyucu,
sınırlamadan beklenen kamu yararı ile bireyin hak ve özgürlükleri arasında adil
bir dengeyi sağlamakla yükümlüdür.
Bu nedenle yasa koyucu, bir yandan çocukların babalarını
bilmelerini, babalarının nüfusuna yazılmalarını ve bunun getireceği haklardan
yararlanmalarını sağlamak; diğer yandan da davalı babanın ve ailesinin uzun
süre dava tehdidi altında kalmalarını önlemek amacıyla babalık davasında çocuğa
verilen ek dava açma süresini makul bir süre olarak belirlemeli ve her iki
tarafın özgürlükleri arasında adil bir denge kurmalıdır. Ayrıca, Anayasa’da
düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı ile
Devlet’in herkesin maddi ve manevi varlığını geliştirmek için gerekli şartları
hazırlama görevi göz önüne alındığında; kişi evlilik dışı dünyaya gelse bile,
ana babasını bilmek, babasının nüfusuna yazılmak, bunun getireceği haklardan
yararlanmak, ana ve babasından kendisine karşı olan görevlerini yerine getirmelerini
istemek gibi kişiliğine bağlı temel haklara sahiptir. İtiraz konusu kuralda,
çocuğa dava açmak için tanınan bir yıllık sürenin haklı bir sebeple
kullanılamaması durumunda bunun yerine bir aylık, çok sınırlı bir ek süre
öngörülmüştür. Hak düşürücü niteliğinden dolayı da çok sınırlı olan bu sürenin
geçmesinden sonra çocuk, babası ile arasında soybağını kurma ve buna bağlı
haklara sahip olma olanağını yitirecektir. Bu nedenle, çocuğun maddi ve manevi
varlığını geliştirme hakkını ve hak arama özgürlüğünü sınırlayan itiraz konusu
kuralda öngörülen süre adil, ölçülü ve makul değildir. Açıklanan nedenlerle
itiraz konusu kural Anayasa’nın 2., 17. ve 36. maddelerine aykırıdır. İptali
gerekir…”
2. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun iptal istemine konu
“hak düşürücü süreler” başlıklı 303. maddesinin ilk fıkrası, tanıyanın
tanımanın iptali davasını açmasında hak düşürücü süreleri düzenlemekte ve
tanıyanın dava hakkının, her halde tanımanın üzerinden beş yıl geçmekle
düşeceğini hüküm altına almaktadır. Tanıma yoluyla baba ile çocuk arasında
soybağı ilişkisi kurulmakla birlikte, tanımadan sonra gerçekleşen çeşitli
nedenlerle babanın (tanıyanın) çocuğun kendi sulbünden gelmediğini öğrenmesi
halinde, bunun düzeltilmesi ve çocuğun kendi nüfusundan çıkarılması amacıyla tanınan
dava açma hakkının beş yıllık bir süreyle sınırlandırılması, sonuçta aralarında
gerçek bir soybağı olmadığı sonradan anlaşılan baba ile çocuk arasındaki
kurulan ve hukuki temeli çökmüş olan aile ilişkisinin ilanihaye devam etmesi
anlamına gelecektir. Çocuğun hukuki yararı gözetilse dahi, artık son bulmuş
olan baba-çocuk ilişkisinin bu şekilde hak düşürücü süreyle devam ettirilmesi
Anayasa’da öngörülen ilkelerle uyum içinde değildir. Böylelikle kişi, gerçek
babası olmadığı bir çocuğu yaşam boyu kabullenmek durumunda kalacak; üstelik
Medeni Kanun hükümleri karşısında bu ilişkiye tam bir hukuki sonuç
tanınacaktır. Oysa Anayasa Mahkemesi 17/3/2011 tarih ve E.2009/58, K.2011/52
sayılı kararında, maliki yirmi yıl önce ölmüş bir taşınmazı davasız ve aralıksız
olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişinin o
taşınmazın kendi adına tescilini talep etmesine imkan sağlayan 4721 sayılı Türk
Medeni Kanunu’nun 713. maddesinin ikinci fıkrasındaki ibarenin iptali istemini
kabul ederek, anılan kuralı şu gerekçeyle iptal etmiştir:
“…Tapuya kayıtlı bir taşınmazın malikinin ölmesi
halinde, bu taşınmazın sahibi mirasçılardır. Mirasçılar bu taşınmaz üzerindeki
mülkiyet hakkını miras bırakanın ölümü ile birlikte kanun gereğince tescile
gerek kalmadan kazanmaktadırlar. Hukukun genel ilkelerinden biriside mülkiyet
hakkının (zaman ötesi) niteliği, başka bir anlatımla mülkiyet hakkının
zamanaşımına uğramamasıdır. Bu nedenle, Medeni Kanun tarafından bir taşınmaz
malikinin mirasçılarına tanınmış olan hakların, hak sahiplerince yirmi yıl
boyunca kullanılmaması, o kimselerin taşınmazla aralarındaki ilişkiyi fiilen
kestiğini göstermiş olsa bile, o taşınmazla aralarındaki hukuksal ilişkinin
sona erdiği anlamına gelmez. Mirasçıların devam eden mülkiyet hakkı, taşınmazı
fiilen kullanma hakkını içerdiği gibi, kullanmama hakkını da içerir. Mülkiyet
hakkının mutlaklığı ve tapu sicilinin aleniyeti karşısında, itiraz konusu
sözcük uyarınca, zilliyedin mirasçılara ait olan mülkiyet hakkını tanımayarak,
tek yanlı olarak ortadan kaldırılmasına olanak tanınması, mülkiyet hakkını
ortadan kaldırdığı gibi, kazanılmış hak ve hukuki güvenlik ilkelerini de ihlal
etmektedir. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu ‘…ölmüş…’ sözcüğü Anayasa’nın
2. ve 35. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir…”
3. Görüldüğü üzere, bir kişinin her ne sebeple olursa
olsun, zilyetlik yoluyla başkasının taşınmazına malik olamayacağı anılan iptal
kararı ile açıkça ortaya çıkmasına rağmen; başkasına ait bir çocuğun, hak
düşürücü azami süre geçti diye evvelce tanınmış olduğu gerekçesiyle gerçek
olmayan babaya olan soybağının ilanihaye devam ettirilmesi sonucunu doğuran
kuralın Anayasa’ya aykırı olmadığı sonucuna katılabilmeye imkân yoktur. Üstelik
“soybağı” ilişkisi hem Anayasa’nın 17. hem de 41. maddelerinin koruması altında
olduğundan “mülkiyet” hakkına nazaran daha fazla korunmaya mazhar durumdadır.
Zoraki bir soybağı ilişkisine hukuki koruma öngören kural, bu mahiyeti
itibariyle Anayasa’nın 2., 17. ve 41. maddeleriyle açıkça tezat teşkil
etmektedir.
4. Diğer taraftan, itiraz konusu kuralın yer aldığı
Kanun’un 300. maddesinin dördüncü fıkrasında gecikmeyi haklı kılan sebeplerin
varlığında sebebin ortadan kalkmasından başlayarak bir ay içerisinde dava
açılabileceği belirtilmiştir. Bu fıkrayla tanıyanın, beş yıllık hak düşürücü
süre geçtikten sonra dahi babalığı ile ilgili yanılma ve aldatma olgusunu
öğrenmesi halinde anılan süre içerisinde dava açma hakkına sahip olabileceği
anlaşılmaktadır. Ancak bu bir aylık sürenin ne zaman başlatılacağı hususunda
herhangi bir belirlilik bulunmamaktadır. Süre, kişinin baba olmadığını ilk
öğrendiği anda mı yoksa bu bilginin doğruluğunu tespit etmek için yapacağı
araştırma sonucu belli bir kanaate ulaştığı tarihten itibaren mi
başlatılacaktır. Nitekim yargısal içtihatlarda bu konuda istikrarlı bir
yaklaşım sergilenmediği görülmektedir. Özellikle iptal sebebini öğrenme
tarihinin tespitindeki güçlük nedeniyle tanıyanların açtıkları davalar zaman
zaman süre yönünden reddedilebilmektedir. Bizatihi Kanun’dan kaynaklanan bu
belirsizlik nedeniyle hak kayıplarının yaşanması kaçınılmaz olacaktır.
Dolayısıyla tanıyanlara verilen bir aylık dava açma süresi itiraz konusu
kuralda öngörülen beş yıllık mutlak hak düşürücü süre kuralını ölçülü hale
getirecek nitelikte hukuki bir belirliliğe sahip değildir.
5. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın belirtilen
hükümlerine aykırı olan kuralın iptali gerektiği kanaatine vardığımızdan,
çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyoruz.
Başkanvekili
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Celal Mümtaz AKINCI
|
Üye
Kadir ÖZKAYA
|
Üye
Rıdvan GÜLEÇ
|