“...
Davacılar vekili 25/11/2013 harç tarihli dava dilekçesiyle özetle;
...'ün 11/09/2007 tarihinde davalı şirketlere bağlı işyerinde geçirdiği iş kazası sonucunda ve yine iş kazasına bağlı olarak “organik beyin sendromu + demans” hastalığına yakalandığını, tedavisinin mümkün olmadığını, ilgili yer hastane ve SGK'nın verdiği rapora göre ...'ün % 100 sürekli iş göremezlik durumunun söz konusu olduğunu, İstanbul 6. İş mahkemesinin 2008/152 E. Sayılı dosyasında malullüğe ilişkin tüm raporlarının mevcut olduğunu, aile reisi olan babanın ruh bütünlüğünü yitirmesi ile çocuklarının bir anda hayatlarının değiştiğini, geçirmiş olduğu iş kazası neticesinde baba figürlerinin ortadan kalktığını, baba şefkatinden, korunmasından, sevgisinden yoksun kaldıklarını, eşi olan ...'ün ise herhangi bir maddi geliri olmadığını ve 3 çocuğa tek başına ebeveynlik görevini yerine getirmesinin oldukça zor olduğunu, ...'ün %100 malul olması sebebi ile bakıma ve bakıcıya muhtaç olduğunu, bu nedenlerle ... açısından 500,00.-TL maddi, ... açısından 500,00.-TL maddi ve 40.000,00.-TL manevi, ... açısından 500,00-TL maddi ve 20.000.-TL manevi, ... açısından 500,00-TL maddi ve 20.000.-TL manevi, ... açısından 500,00-TL maddi ve 20.000.-TL manevi olmak üzere toplam 102.500,00.-TL maddi ve manevi tazminatın kaza tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalılardan tazminine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı Trakya Yenişehir Cam San. A.Ş. vekili 22/01/2014 havale tarihli dilekçesinde özetle;
Kazalı ...'ün 11/09/2007 tarihinde iş kazası geçirdiğini, kaza tarihinden itibaren davanın zamanaşımına uğradığını, dava açma süresinin geçtiğini, öncelikle davanın zamanaşımından reddinin gerektiğini, İstanbul 6. İş mahkemesinin dosyasında maluliyetin tespitine yönelik olarak Adli tıp İhtisas Kurulundan rapor alınması gerekirken hiçbir inceleme yapılmadan dosyada mevcut olan hastane raporu ve SGK’ca düzenlenen raporlar baz alınarak maluliyetin belirlendiğini, o nedenle SSK Yüksek Sağlık Kurulu nezdinde kazalı ...'ün yeniden muayene edilmesi konusunda taleplerinin olduğunu, davacılar vekilince davacı eş ve çocuklar için talep edilen manevi tazminat tutarının fahiş olduğunu, 11/09/2007 tarihinde meydana gelen kazada ...'ün %30 oranında kusurlu olduğunun atfedildiğini, bu hususlar göz önünde bulundurularak manevi tazminat taleplerinin reddinin gerektiğini beyanla açılan davanın reddini talep etmiştir.
Davalı Destek Bilgisayar İletişim Hizmetleri A.Ş. Vekili 23/03/2015 havale tarihli dilekçesinde özetle;
Müvekkili şirkette şebeke uzmanı olarak çalışan ...'ün, müvekkili şirketin taşeronluğunu yaptığı Trakya Cam Sanayi A.Ş'nin Yenişehir'de bulunan fabrikasında çalışırken 11.09.2007 tarihinde kaza geçirdiğini, iş kazasının haksız fiili niteliğinde olduğunu, Borçlar Kanunu uyarınca, zarar görenin tazminat istemi zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yılın geçmesiyle zamanaşımına uğradığını, huzurda görülen davanın zamanaşımı yönünden reddinin gerektiğini, ... sağ olduğundan, davanın maddi tazminat yönünden reddinin gerektiğini, iş kazasının oluş biçimi, kusur durumu, olayın özellikleri ve ekonomik olgular göz önünde bulundurulduğunda, davacıların manevi tazminat taleplerinin fahiş miktarda olduğunu, ...'ün sürekli bakım gideri talebinin kötüniyetli olduktan başka, mükerrer ödemeye ve haksız zenginleşmeye sebebiyet verecek nitelikte olduğundan hukuka aykırı olduğunu beyanla açılan davanın reddini talep etmiştir.
Davacı ...'ün, davalı işveren nezdinde çalışmakta iken 11/09/2007 tarihinde iş kazası geçirdiği, bu kaza neticesinde % 100 oranında malul kalacak şekilde yaralandığı, SGK tarafında da bu kazanın iş kazası olarak kabul edildiği, mahkemece yapılan yargılamada alınan 25/04/2016 tarihli bilirkişi heyeti kusur raporuna göre iş kazasının oluşumunda davacının % 30, davalı işverenlerin ise toplam % 70 oranında kusurlu olduklarının tespit edildiği, aktüerya bilirkişisinden alınan 14/08/2015 tanzim tarihli raporda maluliyet durumu ve kusur oranı neticesinde davacının bakıcı gideri olarak karşılanmayan 325.475,96 TL zararının bulunduğunun tespit ve hesap edildiği, bununla birlikte zararlandırıcı olay sonucunda başkasının bakım ve yardımına muhtaç olunması nedeniyle maddi zarara dâhil bulunan bakıcı ücretinin belirlenmesinde; bakıma muhtaç davacının aile birliği içinde kendisine baktırmada şayet evli ise eşinin 4721 sayılı yeni Türk Medeni Kanununun 185. maddesinde öngörülen müzaheret (yardım) yükümünün bulunması ve bakım için bir miktar pay ayırması gerekeceğine ilişkin olgular göz önünde tutularak hesap edilen bakıcı zararından Mahkemece Türk Borçlar Kanunun 51 – 52. maddeleri uyarınca bir miktar indirim yapıldığı anlaşılmıştır.
Somut olayda uyuşmazlık konularından birisi, davacının geçirdiği iş kazası neticesinde % 100 oranında ve bakım gerektirir şekilde malul kalması neticesinde, aktüerya bilirkişisi tarafından hesaplanan bakıcı giderinden hakkaniyet indirimi yapılmasının TBK’nun 55. maddesine aykırı olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
1.7.2012 tarihinde yürürlüğe giren TBK madde 55’e göre; “Destekten yoksun kalma zararları ile bedensel zararlar, bu Kanun hükümlerine ve sorumluluk hukuku ilkelerine göre hesaplanır. Kısmen veya tamamen rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri ile ifa amacını taşımayan ödemeler, bu tür zararların belirlenmesinde gözetilemez; zarar veya tazminattan indirilemez. Hesaplanan tazminat, miktar esas alınarak hakkaniyet düşüncesi ile artırılamaz veya azaltılamaz.
Bu Kanun hükümleri, her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine ya da kişinin ölümüne bağlı zararlara ilişkin istem ve davalarda da uygulanır”.
01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren Türk Borçlar Kanununun 55. maddesi, mülga 818 sayılı Borçlar Kanununda yer almayan yeni bir düzenlemedir. Bu maddenin 1. paragrafının son cümlesi olan “Hesaplanan tazminat, miktar esas alınarak hakkaniyet düşüncesi ile artırılamaz veya azaltılamaz.” şeklindeki düzenleme aşağıda anlatılan gerekçelerle Anayasa’ ya aykırıdır.
Anayasa’nın 9. maddesine göre; “Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır.”
Anayasa’nın 138. maddesine göre; “Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı kanaatlerine göre hüküm verirler.
Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.
Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz.
Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez”.
Türk Medeni Kanununun 4. maddesine göre; “Kanunun takdir yetkisi tanıdığı veya durumun gereklerini ya da haklı sebepleri göz önünde tutmayı emrettiği konularda hâkim, hukuka ve hakkaniyete göre karar verir”.
01.11.2011 tarihinde yürürlüğe giren Hukuk Muhakemeleri Kanununun 198. (mülga 1086 sayılı HUMK madde 240) maddesine göre; “Kanuni istisnalar dışında hâkim delilleri serbestçe değerlendirir”.
TBK’nun 50. maddesine göre; “Zarar gören, zararını ve zarar verenin kusurunu ispat yükü altındadır.
Uğranılan zararın miktarı tam olarak ispat edilemiyorsa hâkim, olayların olağan akışını ve zarar görenin aldığı önlemleri göz önünde tutarak, zararın miktarını hakkaniyete uygun olarak belirler”.
TBK’nun 51. maddesine göre; “Hâkim, tazminatın kapsamını ve ödenme biçimini, durumun gereğini ve özellikle kusurun ağırlığını göz önüne alarak belirler.
Tazminatın irat biçiminde ödenmesine hükmedilirse, borçlu güvence göstermekle yükümlüdür’’.
TBK’nun 52. maddesine göre; ‘’Zarar gören, zararı doğuran fiile razı olmuş veya zararın doğmasında ya da artmasında etkili olmuş yahut tazminat yükümlüsünün durumunu ağırlaştırmış ise hâkim, tazminatı indirebilir veya tamamen kaldırabilir.
Zarara hafif kusuruyla sebep olan tazminat yükümlüsü, tazminatı ödediğinde yoksulluğa düşecek olur ve hakkaniyet de gerektirirse hâkim, tazminatı indirebilir”.
Bu maddeler göz önüne alındığında, TBK’nun 55. maddesinin “Hesaplanan tazminat, miktar esas alınarak hakkaniyet düşüncesi ile artırılamaz veya azaltılamaz” şeklindeki düzenlemesinin, Anayasa’nın 9. maddesinde yer alan, “Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır”, Anayasa’nın 138. maddesinde yer alan “Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı kanaatlerine göre hüküm verirler”, Türk Medeni Kanununun 4. maddesinde yer alan ‘’Kanunun takdir yetkisi tanıdığı veya durumun gereklerini ya da haklı sebepleri göz önünde tutmayı emrettiği konularda hâkim, hukuka ve hakkaniyete göre karar verir”, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 198. (mülga 1086 sayılı HUMK madde 240) maddesine göre; “Kanuni istisnalar dışında hâkim delilleri serbestçe değerlendirir” şeklindeki düzenlemeler nedeniyle Anayasaya aykırıdır.
Ayrıca TBK madde 55’ deki “Hesaplanan tazminat, miktar esas alınarak hakkaniyet düşüncesi ile artırılamaz veya azaltılamaz’’ şeklindeki düzenleme aynı zamanda TBK’nun 50. maddesinde yer alan ‘’Uğranılan zararın miktarı tam olarak ispat edilemiyorsa hâkim, olayların olağan akışını ve zarar görenin aldığı önlemleri göz önünde tutarak, zararın miktarını hakkaniyete uygun olarak belirler’, TBK’nun 51. maddesinde yer alan “Hâkim, tazminatın kapsamını ve ödenme biçimini, durumun gereğini ve özellikle kusurun ağırlığını göz önüne alarak belirler”, TBK’nun 52. maddesinde yer alan ‘’Zarar gören, zararı doğuran fiile razı olmuş veya zararın doğmasında ya da artmasında etkili olmuş yahut tazminat yükümlüsünün durumunu ağırlaştırmış ise hâkim, tazminatı indirebilir veya tamamen kaldırabilir, Zarara hafif kusuruyla sebep olan tazminat yükümlüsü, tazminatı ödediğinde yoksulluğa düşecek olur ve hakkaniyet de gerektirirse hâkim, tazminatı indirebilir” şeklindeki düzenlemelerle de çelişmektedir.
Türk Borçlar Kanunu 55. maddesi ile bilirkişi tarafından hesaplanan tazminatın hakkaniyet düşüncesiyle arttırılamayacağı ve azaltılamayacağı belirtilmiştir. Hakkaniyet kavramı adaletin özel ve bireyselleştirilmiş veya somutlaştırılmış şeklini ifade eder. Hakkaniyet somut ve belirgin olayların adaletidir. Daha doğrusu adaletin somut olaylara uygulanmasıdır. Türk Medeni Kanununun 4. maddesinde hâkimin hukuka ve hakkaniyete göre karar vereceği hükme bağlanmıştır. Bu hükmün amacı hâkimin adalete uygun bir karar vermesini sağlamaktır. Hâkimin hakkaniyete göre karar vermesiyle sosyal adalet de sağlanmaktadır. Özellikle haksız eylemler ve tazminat hukukunda sosyal adaletin gerçekleşmesi için hakkaniyete uygun karar vermek gerekir. Türk Borçlar Kanununun 55. maddesiyle hâkimin takdir yetkisi alanına müdahale edilmekte ve adeta hâkim yerine bilirkişi geçirilmektedir. Ayrıca bu düzenleme HMK’nın 198. maddesinde yer alan, hâkimin delilleri serbestçe değerlendireceğine ilişkin hükümle de çelişmektedir. TBK’nun 55. maddesinde anılan düzenleme hâkimin, Anayasa’ ya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatine göre karar vereceğini hükme bağlayan Anayasa’nın 138. maddesine aykırılık teşkil etmektedir. “Nihat Yavuz – Türk Borçlar Kanununun Getirdiği Değişiklikler ve Yenilikler – Ankara 2012 – Sayfa 120 vd.”.
Öte yandan mevzuatımızda zarar hesabının yapılacağına dair herhangi bir bağlayıcı hüküm bulunmadığı gibi, hesaplamaya dair ilkeler yargı kararları ile belirlenmektedir. Tazminatın hakim tarafından belirlenme biçimi Türk Borçlar Kanunu 51. maddesinde açıkça düzenlenmişken 55. madde ile takdir yetkisine yasak getirilemez.
Anayasa’nın 152. maddesine göre; “Bir davaya bakmakta olan mahkeme, uygulanacak bir kanun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin hükümlerini Anayasaya aykırı görürse veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa, Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar davayı geri bırakır.
Mahkeme, Anayasaya aykırılık iddiasını ciddi görmezse bu iddia, temyiz merciince esas hükümle birlikte karara bağlanır.
Anayasa Mahkemesi, işin kendisine gelişinden başlamak üzere beş ay içinde kararını verir ve açıklar. Bu süre içinde karar verilmezse mahkeme davayı yürürlükteki kanun hükümlerine göre sonuçlandırır. Ancak, Anayasa Mahkemesinin kararı, esas hakkındaki karar kesinleşinceye kadar gelirse, mahkeme buna uymak zorundadır.
Anayasa Mahkemesinin işin esasına girerek verdiği ret kararının Resmî Gazetede yayımlanmasından sonra on yıl geçmedikçe aynı kanun hükmünün Anayasaya aykırılığı iddiasıyla tekrar başvuruda bulunulamaz”.
Anayasa’nın 153. maddesine göre; “Anayasa Mahkemesinin kararları kesindir. İptal kararları gerekçesi yazılmadan açıklanamaz.
Anayasa Mahkemesi bir kanun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez
Kanun, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmî Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmî Gazetede yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez.
İptal kararının yürürlüğe girişinin ertelendiği durumlarda, Türkiye Büyük Millet Meclisi, iptal kararının ortaya çıkardığı hukuki boşluğu dolduracak kanun (…) teklifini öncelikle görüşüp karara bağlar.
İptal kararları geriye yürümez.
Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar”.
6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 40. maddesine göre;
(1) Bir davaya bakmakta olan mahkeme, bu davada uygulanacak bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin hükümlerini Anayasaya aykırı görürse veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa;
a) İptali istenen kuralların Anayasanın hangi maddelerine aykırı olduklarını açıklayan gerekçeli başvuru kararının aslını,
b) Başvuru kararına ilişkin tutanağın onaylı örneğini,
c) Dava dilekçesi, iddianame veya davayı açan belgeler ile dosyanın ilgili bölümlerinin onaylı örneklerini,
dizi listesine bağlayarak Anayasa Mahkemesine gönderir.
(2) Taraflarca ileri sürülen Anayasaya aykırılık iddiası davaya bakan mahkemece ciddi görülmezse bu konudaki talep, gerekçeleri de gösterilmek suretiyle reddedilir. Bu husus esas hükümle birlikte temyiz konusu yapılabilir.
(3) Genel Sekreterlik gelen evrakı kaleme havale eder ve keyfiyeti başvuran mahkemeye bir yazı ile bildirir.
(4) Evrakın kayda girişinden itibaren on gün içinde başvurunun yöntemine uygun olup olmadığı incelenir. Açık bir şekilde dayanaktan yoksun veya yöntemine uygun olmayan itiraz başvuruları, Mahkeme tarafından esas incelemeye geçilmeksizin gerekçeleriyle reddedilir.
(5) Anayasa Mahkemesi, işin kendisine noksansız olarak gelişinden başlamak üzere beş ay içinde kararını verir ve açıklar. Bu süre içinde karar verilmezse ilgili mahkeme davayı yürürlükteki hükümlere göre sonuçlandırır. Ancak, Anayasa Mahkemesinin kararı, esas hakkındaki karar kesinleşinceye kadar gelirse mahkeme buna uymak zorundadır”.
Anayasanın 152 ve 153. maddelerinden hareketle ve tüm yukarıda açıklanan nedenlerle, Yüksek Özel Dairemizce, bir davaya bakmakta olan mahkemenin, o dava sebebiyle uygulanacak bir yasanın Anayasaya aykırı olduğu kanısına götüren görüşünü açıklayan kararıyla Anayasa Mahkemesine başvurulması gerektiğini düzenleyen 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 40. maddesinin 1. fıkrası gereğince, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 55. maddesinde yer alan “Hesaplanan tazminat, miktar esas alınarak hakkaniyet düşüncesi ile artırılamaz veya azaltılamaz” düzenlemesinin Anayasanın 9 ve 138. maddelerine aykırı olduğu kanısına ulaşılması nedeniyle, Anayasa Mahkemesine başvurulmasına, bu kuralın Anayasaya aykırılığı nedeniyle, uygulanması durumunda giderilmesi güç ve olanaksız zararlar doğurabileceği gözetilerek esas hakkında karar verilinceye kadar yürürlüğünün durdurulmasının istenmesine, dosyada bulunan belgelerin onaylı bir örneğinin Anayasa Mahkemesi Başkanlığına gönderilmesine 26.03.2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.”
ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı:2019/34
Karar Sayısı:2019/97
Karar Tarihi:25/12/2019
R.G. Tarih – Sayı:11/2/2020 – 31036
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Yargıtay 21. Hukuk Dairesi
İTİRAZIN KONUSU: 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 55. maddesinin birinci fıkrasının üçüncü cümlesinin Anayasa’nın 9. ve 138. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline ve yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesi talebidir.
OLAY: İş kazası sebebiyle bakım gerektirir şekilde malul kalan kişi ile eşi ve çocukları tarafından maddi ve manevi tazminat talebiyle açılan davada itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur.
I. İPTALİ İSTENEN KANUN HÜKMÜ
Kanun’un itiraz konusu kuralın da yer aldığı 55. maddesi şöyledir:
“c. Belirlenmesi
MADDE 55- Destekten yoksun kalma zararları ile bedensel zararlar, bu Kanun hükümlerine ve sorumluluk hukuku ilkelerine göre hesaplanır. Kısmen veya tamamen rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri ile ifa amacını taşımayan ödemeler, bu tür zararların belirlenmesinde gözetilemez; zarar veya tazminattan indirilemez. Hesaplanan tazminat, miktar esas alınarak hakkaniyet düşüncesi ile artırılamaz veya azaltılamaz.
Bu Kanun hükümleri, her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine ya da kişinin ölümüne bağlı zararlara ilişkin istem ve davalarda da uygulanır.”
II. İLK İNCELEME
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Zühtü ARSLAN, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Serdar ÖZGÜLDÜR, Recep KÖMÜRCÜ, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ ve Yıldız SEFERİNOĞLU’nun katılımlarıyla 10/4/2019 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine, yürürlüğü durdurma talebinin esas inceleme aşamasında karara bağlanmasına OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
III. ESASIN İNCELENMESİ
2. Başvuru kararı ve ekleri, Raportör Hülya ÇOŞTAN ÇETİN tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu kanun hükmü, dayanılan ve ilgili görülen Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A. Anlam ve Kapsam
3. Kanun’un birinci kısmının “Borç İlişkisinin Kaynakları” başlıklı birinci bölümünde sırasıyla “Sözleşmeden Doğan Borç İlişkileri”, “Haksız Fiilden Doğan Borç İlişkileri” ve “Sebepsiz Zenginleşmeden Doğan Borç İlişkileri” düzenlenmiştir. Böylelikle haksız fiil, zarar veren taraf ile zarar gören taraf arasında borç doğuran bir hukuki sebep olarak nitelendirilmiştir. Haksız fiilden doğan borç, zarar görenin zararının giderilmesini amaçlayan tazminat borcudur.
4. Kanun’un 55. maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesinde, Kanun’un haksız fiil sorumluluğunu düzenleyen kurallarına atıfta bulunulmuştur. Kanun’un 49 ila 52. maddelerinde haksız fiil sorumluluğuna ilişkin genel esaslar belirlenmiştir. Kanun’un 49. maddesinin birinci fıkrasına göre “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille bir başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”
5. Kanun’un “Zararın ve kusurun ispatı” başlıklı 50. maddesinin birinci fıkrasında kusuru ve zararı ispat külfeti kural olarak zarar görene yüklenmiştir. İkinci fıkrada ise “Uğranılan zararın miktarı tam olarak ispat edilemiyorsa hâkim, olayların olağan akışını ve zarar görenin aldığı önlemleri göz önünde tutarak, zararın miktarını hakkaniyete uygun olarak belirler” kuralına yer verilerek zararın tam olarak ispatlanamadığı hâllerde zararı belirleme konusunda hâkime takdir yetkisi tanınmıştır.
6. Kanun’un haksız fiil sorumluluğundan doğan tazminat borcunun belirlenmesini düzenleyen 51. maddesinin birinci fıkrasında “Hâkim, tazminatın kapsamını ve ödenme biçimini, durumun gereğini ve özellikle kusurun ağırlığını göz önüne alarak belirler” kuralı yer almaktadır. Kuralda tazminatın belirlenmesi konusunda hâkime takdir yetkisi tanınmakta ve bu yetkinin haksız fiilin yol açtığı durumun gerekleri ile zarar verenin kusurunun ağırlığının dikkate alınarak kullanılacağı düzenlenmektedir.
7. Kanun’un tazminatın indirilmesini düzenleyen 52. maddesinin birinci fıkrasında “Zarar gören, zararı doğuran fiile razı olmuş veya zararın doğmasında ya da artmasında etkili olmuş yahut tazminat yükümlüsünün durumunu ağırlaştırmış ise hâkim, tazminatı indirebilir veya tamamen kaldırabilir” denilerek tazminatın indirilmesine veya kaldırılmasına imkân veren sebepler belirlenmiştir. Kuralın ikinci fıkrasında da zarar görenin hafif kusurlu olması, tazminatı ödemesi hâlinde yoksulluğa düşecek olması ve hakkaniyetin de gerekli kılması şartlarının birlikte gerçekleşmesi hâlinde hâkimin tazminatı indirebileceği düzenlenmiştir.
8. Kanun’un yukarıda belirtilen kurallarında zararın niteliği bakımından herhangi bir ayrıma yer verilmemiştir. Başka bir ifadeyle bu kurallar haksız fiil sonucunda meydana gelen eşya zararı ile bedensel zarar ve ölüm sebebiyle uğranılan zarar arasında herhangi bir ayrım öngörmemektedir. Kanun’un itiraz konusu kuralı da içeren 55. maddesinin birinci fıkrası ise haksız fiilin ölüm veya bedensel zarara yol açması hâlinde maddi tazminatın belirlenmesine ilişkindir. Anılan fıkranın birinci cümlesinde destekten yoksun kalma zararları ile bedensel zararların bu Kanun hükümlerine ve sorumluluk ilkelerine göre hesaplanacağı belirtilmiştir. Aynı fıkranın ikinci cümlesinde ise kısmen veya tamamen rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri ile ifa amacını taşımayan ödemelerin, bu tür zararların belirlenmesinde gözetilemeyeceği, zarardan veya tazminattan indirilemeyeceği kurala bağlanmıştır.
9. Kanun’un 55. maddesinin birinci fıkrasının itiraz konusu üçüncü cümlesinde de hesaplanan tazminatın, miktar esas alınarak hakkaniyet düşüncesi ile artırılamayacağı veya azaltılamayacağı öngörülmektedir. Bu itibarla haksız fiil sebebiyle meydana gelen destekten yoksun kalma zararı ile bedensel zararın tazmini amacıyla hesaplanan maddi tazminattan kural uyarınca hakkaniyet düşüncesi ile indirim veya artırım yapılamayacaktır.
10. Genel nitelikteki kanuni düzenlemelerin somut olaya uygulanabilmesi ihtiyacının varlığı ve somut olaya göre değişebilecek olgulara bağlı olarak ortaya çıkabilecek çeşitli hukuki ilişkilerin her birinin kanunla düzenlenmesinin mümkün olmaması nedeniyle kanun koyucu hâkime takdir yetkisi tanıyan kurallar öngörmüştür. Takdir yetkisinin tanınması hâlinde bu yetkinin sınırının da yetkiyi düzenleyen kanun hükümleri ile belirlenebileceği açıktır. Bu bağlamda itiraz konusu kuralda yer alan “…hakkaniyet düşüncesi ile…” ibaresinin, dava konusu uyuşmazlığa ve taraflara özgü sebepler dikkate alınmaksızın sadece tazminatın miktarına dayanan indirim veya artırımın hakkaniyet kavramı içerisinde değerlendirilemeyeceğine işaret ettiği anlaşılmaktadır.
B. İtirazın Gerekçesi
11. Başvuru kararında özetle; hesaplanan tazminatın miktar esas alınarak artırılamayacağını veya azaltılamayacağını düzenleyen itiraz konusu kuralın, Kanun’un zararın ve tazminatın belirlenmesi ile tazminatın indirilmesinde hâkime takdir yetkisi tanıyan kurallarıyla çeliştiği, hesaplanan tazminat üzerinde artırım veya indirim yapılamaması sebebiyle kuralla hâkimin takdir yetkisine müdahale edildiği ve adeta bilirkişinin hâkimin yerine geçirildiği belirtilerek kuralın Anayasa’nın 9. ve 138. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
C. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
12. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural, ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 17. ve 35. maddeleri yönünden de incelenmiştir.
13. Anayasa’nın 17. maddesinde “Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir” hükmüne yer verilmiştir. Kişinin yaşama hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı, birbirleriyle sıkı bağlantıları olan, devredilmez ve vazgeçilmez haklarındandır. Anayasa’nın anılan maddesi kişinin yaşama hakkı ile maddi ve manevi varlığını, olası müdahalelere karşı güvence altına almaktadır. Bu çerçevede devletin, kişinin yaşama hakkı ile maddi ve manevi varlığına yönelen müdahaleleri önleme, önlenememiş olan müdahalelere yönelik olarak da bu müdahalelerden doğan zararların etkili bir şekilde karşılanmasını sağlama yükümlülüğü bulunmaktadır.
14. Kişinin vücut bütünlüğüne yapılan bir müdahaleden doğan zararların etkili bir şekilde tazmin edilmesini sağlamaya yönelik sistemin kurulması da devletin, Anayasa’nın 17. maddesinden doğan koruma yükümlülüğü kapsamındadır. Bu çerçevede itiraz konusu kuralın destekten yoksun kalma zararları ile bedensel zararların giderilmesi amacıyla hesaplanan tazminattan sadece miktar dikkate alınarak indirim yapılmasını engellemek suretiyle etkili bir tazminin sağlanmasını ve bu suretle yaşama hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkını korumayı amaçladığı anlaşılmaktadır.
15. Anayasa’nın 35. maddesinde “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir./ Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir./ Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.” denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıştır. Anayasal anlamda mülkiyet hakkı ekonomik değer ifade eden ve değeri parayla ölçülebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır. Belli durumlarda bir ekonomik değer veya icrası mümkün bir alacağı elde etmeye yönelik meşru bir beklenti de Anayasa'da yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir. Bu kapsamda meşru beklenti; makul bir şekilde ortaya konmuş icra edilebilir bir alacağın doğurduğu, bir kanun hükmüne veya başarılı olma ihtimalinin yüksek olduğunu gösteren yerleşik bir yargı içtihadına dayanan, yeterli somutluğa sahip nitelikteki bir beklentidir (Mehmet Şentürk [GK], B. No: 2014/13478, 25/7/2017, § 41).
16. Haksız fiil nedeniyle zarar gören kişinin uğradığı veya uğrayacağı maddi zararın tazminine yönelik beklentisi, haksız fiil nedeniyle mal varlığında gerçekleşen azalmanın veya gerçekleşmesi engellenen artışın zarar veren kişi tarafından giderilmesi talebini ifade etmektedir. Dolayısıyla zarar gören kişilerin, destekten yoksun kalma zararı ile bedensel zararının tazminine yönelik maddi tazminat alacaklarına ilişkin, Kanun’a dayanan beklentisi mülkiyet hakkı kapsamındadır. Zarar veren kişi bakımından da mal varlığında azalmaya neden olan tazminat borcu bu yönüyle mal varlığı hakkı niteliğinde olup mülkiyet hakkının koruması altındadır. Zararın belirlenmesini ve tazminatın hesaplanmasını düzenleyen kurallar da zarar görenin tazminat alacağı hakkının, dolayısıyla zarar verenin de tazminat borcunun kapsamının belirlenmesine ilişkin kurallardır.
17. İtiraz konusu kuralda yer alan “Hesaplanan tazminat,…” ibaresi ile ifade edilen, kuralın gerekçesinde de belirtildiği üzere Kanun’un 49 ila 52. maddeler hükümlerine ve sorumluluk hukuku ilkelerine göre hesaplanan tazminattır. Başka bir ifadeyle hesaplanan tazminat, Kanun’un zararın ve tazminatın belirlenmesini düzenleyen 50. ve 51. maddeleri ile tazminatın indirilmesine veya tamamen kaldırılmasına ilişkin esasları hükme bağlayan 52. maddesi ve 55. maddesinin birinci fıkrasının birinci ve ikinci cümleleri uyarınca belirlenmektedir.
18. İtiraz konusu kural ise açıklanan şekilde hesaplanan tazminat üzerinden yalnızca tazminatın çok olduğu gerekçesi ile indirim yapılamayacağını ya da sadece tazminatın az olduğu gerekçesi ile artırım yapılamayacağını düzenlemek suretiyle miktarın çokluğuna dayanılarak yapılacak olası bir indirim ile zarar görenin mülkiyet hakkının ve benzer şekilde sadece miktarın azlığına dayanılarak yapılacak olası bir artırım ile zarar verenin mülkiyet hakkının sınırlandırılamayacağını hüküm altına almaktadır.
19. Tazminatın amacı zararın tazmin edilmesini sağlamaktır. Bu nedenle tazminat, zarar görenin zenginleşmesi veya zarar verenin cezalandırılması sonucuna yol açmamalıdır. Dolayısıyla hesaplanacak tazminatın azami miktarı gerçek zarar ile sınırlıdır. Bu yönüyle kural, hesaplanan tazminatın yalnızca miktar gözetilerek azaltılamayacağını öngörmek suretiyle zarar görenin mülkiyet hakkı kapsamındaki meşru beklentisini korumaktadır. Öte yandan aynı nedenle tazminat miktarının artırılamamasına ilişkin kural fazla tazminat ödenmesini engellemek suretiyle, zarar verenin mülkiyet hakkını korumaktadır. Bu nedenle, zarar veren ve zarar gören tarafların menfaatlerini adil bir şekilde dengeleyerek tarafların mülkiyet hakkının korunmasını amaçladığı anlaşılan kuralın zarar görenin veya zarar verenin mülkiyet hakkını sınırlandıran bir yönü bulunmamaktadır.
20. Anayasa’nın 138. maddesinin birinci fıkrasında “Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler” denilmektedir. Hâkimin vicdani kanaatine göre vereceği hüküm öncelikle kanuna ve hukuka uygun olmalıdır. Başka bir ifadeyle hâkim hukukun ve kanunun izin verdiği sınırlar içinde vicdani kanaatine göre hüküm verecektir. Anayasa’nın anılan maddesinin ikinci fıkrasında ise “Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinlerde bulunamaz” kuralı yer almaktadır.
21. Tazminatın hesaplanabilmesi yerleşik yargı uygulamasında da kabul edildiği üzere hukuk bilimi dışında özel bilgi gerektirmektedir. Bu sebeple tazminat hesaplanması gereken davalarda mahkemeler bilirkişinin görüşünün alınmasına karar verebilmektedir. Bilirkişinin görüşüne başvurulmasının hukuki dayanağı 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 266. maddesidir. Bu maddenin (1) numaralı fıkrasının ilk cümlesinde “Mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir” denilmektedir. Ancak bilirkişinin görüşünün alınması, hâkimin bu görüşe bağlı kalarak karar vermesini zorunlu kılmamaktadır. Hâkim diğer delillerle birlikte bilirkişi görüşünü de serbestçe değerlendirme ve gerektiğinde bu görüşe itibar etmeme yetkisine sahiptir. Nitekim anılan Kanun’un 282. maddesinde “Hâkim, bilirkişinin oy ve görüşünü diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendirir” kuralına yer verilerek bilirkişinin görüşünün bağlayıcı olmadığı ve hâkim tarafından serbestçe değerlendirileceği hüküm altına alınmıştır. Dolayısıyla hâkimin destekten yoksun kalma zararı ile bedensel zararın varlığı hâlinde maddi tazminatın hesaplanmasına ilişkin bilirkişi raporunu da diğer deliller ile birlikte serbestçe değerlendireceği açıktır. Bu itibarla kuralın hâkimlerin bağımsızlığı ilkesini ihlal eden bir yönü bulunmamaktadır.
22. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 17., 35. ve 138. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir.
Selahaddin MENTEŞ bu görüşe katılmamıştır.
Kuralın Anayasa’nın 9. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
IV. YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI TALEBİ
23. Dava dilekçesinde özetle; itiraz konusu kuralın Anayasa’ya açıkça aykırı olduğu ve uygulanması hâlinde hukuk devleti yönünden giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol açacağı belirtilerek yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesi talep edilmiştir.
11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 55. maddesinin birinci fıkrasının üçüncü cümlesine yönelik iptal talebi 25/12/2019 tarihli ve E.2019/34, K.2019/97 sayılı kararla reddedildiğinden bu cümleye ilişkin yürürlüğün durdurulması talebinin REDDİNE 25/12/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
V. HÜKÜM
11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 55. maddesinin birinci fıkrasının üçüncü cümlesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE, Selahaddin MENTEŞ’in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA 25/12/2019 tarihinde karar verildi.
Başkan
Zühtü ARSLAN
Başkanvekili
Hasan Tahsin GÖKCAN
Recep KÖMÜRCÜ
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
Burhan ÜSTÜN
Engin YILDIRIM
Hicabi DURSUN
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Kadir ÖZKAYA
Rıdvan GÜLEÇ
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Yıldız SEFERİNOĞLU
Selahaddin MENTEŞ
KARŞI OY
1. 6098 sayılı Borçlar Kanunu’nun 35. maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesinin Anayasa’ya aykırılığı talebi, sayın çoğunluk tarafından reddine karar verilmiştir.
Aşağıdaki gerekçelerle sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.
2. Mahkemenin kararında, iptal istemi, hükme itiraz gerekçeleri özetlenmiştir.
3. Öğretide ve uygulamada çoğunlukla bu düzenlemenin Türkiye’ye özgü bir kural olduğu, uygulamada ortaya çıktığı varsayılan yanlışlığın önüne geçmeye çalışan adeta malumun ilanı sayılabilecek bir düzenleme niteliğinde olduğu kabul edilmektedir.
4. İptali istenen hüküm, yargılamanın temel süjelerinden biri olan hakimin davaya olan katkısını tamamen ortadan kaldırmaktadır. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 31/12/1976 tarih 1976/9370 karar sayılı kararında veciz bir şekilde ifade edildiği gibi “Hakim tabiata, olağana, gerçeğe uygun bir şekilde katı kalpler ve katı kalıplar içerisinde sıkışıp kalmadan uyuşmazlığa insan kokusu taşıyan bir çözüm getirmek zorundadır.” Bu veciz ifade çerçevesinde ifade edilen hakimin davaya katkısı madde metni karşısında olası değildir.
5. Madde sistematiği incelendiğinde uygulamada hakimi çelişkiye düşürecek bir sonuç doğurma ihtimalinin olduğu da açıktır.
6. Hakkaniyet kavramı; adaletin özel ve bireyselleştirilmiş veya somutlaştırılmış şeklini ifade eder. Hakkaniyet somut ve belirgin olayların adaletidir. Daha doğrusu adaletin somut olaylara uygulanmasıdır. Türk Medeni Kanunu’nun 4. maddesinde hakimin hukuka ve hakkaniyete göre karar vereceği hükme bağlanmıştır. Bu hükmün amacı hakimin adalete uygun bir karar vermesini sağlamaktır. Hakimin hakkaniyete göre karar vermesiyle sosyal adalet de sağlanmaktadır.
7. Anayasa’nın 9. maddesine göre; “Yargı yetkisi, Türk milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır.”
Anayasa’nın 138. maddesine göre; “Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler.
Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.
Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.”
8. Yukarıda belirtilen gerekçelerle Borçlar Kanunu’nun 55. maddesinde yer alan “Hesaplanan tazminat miktar esas alınarak hakkaniyet düşüncesiyle artırılamaz veya azaltılamaz.” düzenlemesinin Anayasa’nın 9. ve 138. maddelerine aykırı olması nedeniyle iptali gerektiği düşüncesiyle sayın çoğunluğun düşüncesine katılmadım.