“…
1) 7061 sayılı “Bazı Vergi Kanunları ile
Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 04.06.1985 tarih ve
3213 sayılı Maden Kanununun 9’uncu maddesine üç fıkra ilave eden 47. maddesinin
Anayasaya aykırılığı.
7061 sayılı “Bazı Vergi Kanunları ile Diğer
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 47. maddesi şöyledir:
“MADDE 47- 4/6/1985 tarihli
ve 3213 sayılı Maden Kanununun 9 uncu maddesine aşağıdaki fıkralar eklenmiştir.
“Bu Kanunun 30 uncu maddesinin
üçüncü fıkrası kapsamında ihale edilecek II. Grup (c) bendi ve IV. Grup maden
sahaları, 47 nci maddesinin
dördüncü fıkrası kapsamında ihtisaslaşmış Devlet kuruluşları ile bunların bağlı
ortaklıklarına devredilen maden sahaları, bu kuruluşlar ve bunların bağlı
ortaklıkları ile Özelleştirme İdaresi Başkanlığı tarafından ihale edilecek
maden sahaları için işletme izni düzenlendiği tarihten başlamak üzere, ilk on
yıl süreyle 6831 sayılı Orman Kanunu kapsamında ağaçlandırma bedeli hariç
herhangi bir bedel alınmaz.
IV. Grup işletme izinli maden
ruhsat sahalarının cinsi, rezervi, bulunduğu bölge, tenörü, istihdamı, yatırım ve ülke
ihtiyaçları dikkate alınarak ara ve uç ürün üretmek şartıyla, bu ruhsatlardan
işletme izni düzenlendiği tarihten başlamak üzere, on yıl süreyle 6831 sayılı
Kanun kapsamında ağaçlandırma bedeli hariç diğer bedellerin alınıp
alınmayacağını belirlemeye Bakanlar Kurulu yetkilidir.
Bu maddenin dördüncü ve beşinci fıkraları kapsamı
dışındaki sahalardan işletme izni düzenlendiği tarihten başlamak üzere ilk on yıl
süreyle 6831 sayılı Kanuna göre alınan arazi izin bedelinin %50’si alınır.
Alınan arazi izin bedelinde her yıl 213 sayılı Vergi Usul Kanunu uyarınca
belirlenen yeniden değerleme oranı nispeti artışı dışında başkaca bir artış
yapılmaz.”
hükmünü içermektedir.
Söz konusu
maddenin gerekçesinde;
“3213 sayılı Maden Kanununun
30 uncu maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğü,
maden sahalarım madenin cinsi, rezervi, bulunduğu bölge, tenörü, istihdam,
yatırım, ülke ihtiyaçlan ve benzeri hususlar dikkate alarak ara ve uç ürün
üretmek amacıyla ihale edebilmektedir. Öte yandan aynı Kanunun 47 nci
maddesinin dördüncü fıkrası kapsamında Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü
tarafından buluculuk hakkı kazanılan maden ruhsat sahaları, bedeli karşılığında
ihtisaslaşmış Devlet kuruluşları ile bunların bağlı ortaklıklarına Bakan onayı
ile devredilebilmesi mümkün bulunmaktadır. İhtisaslaşmış devlet kuruluşları ve
bağlı ortaklıkları ile Özelleştirme İdaresi Başkanlığı maden sahalarını ara ve
uç ürün üretmek amacıyla ihale edebilmektedir.
Madde ile, 3213 sayılı
Maden Kanununun 9 uncu maddesinde değişiklik yapılmak suretiyle söz konusu
işlemler için işletme ruhsatı düzenlendiği tarihten başlamak üzere ilk on yıl
süreyle 6831 sayılı Orman Kanunu kapsamında herhangi bir bedel alınmaması
öngörülmek suretiyle, bu türden sahaların ihalesinin ve yatırımlarının cazip
hale getirilmesi ve yatırım ortamının iyileştirilmesi amaçlanmaktadır”
açıklamasına yer
verilmiştir.
Söz konusu madde ile getirilen
değişikliklerin anlaşılabilmesi için mevcut yasal düzenlemeler gereği maden
arama ve işletme faaliyetleri nedeniyle işletme sahiplerinden kamu otoriteleri
tarafından tahsil olunan devlet hakkı payı ve bezeri ödemelerle ilgili
açıklamaların yapılması zorunlu bulunmaktadır.
Maden Kanununun
4. maddesine göre; “Madenler Devletin hüküm ve tasarrufu altında olup, içinde
bulundukları arzın mülkiyetine tabi değildir.”
3213 sayılı
Maden Kanununa göre maden ruhsat sahibi işletmelerin yaptıkları üretim
miktarları üzerinden, devlet hakkı payı ödemeleri gerekmektedir.
Anılan Kanunun
7. maddesinde; “Madencilik faaliyetlerinin yapılması ve ruhsatlandırma
işlemlerinin yürütülmesi ile ilgili olarak yeni verilecek ruhsat alanlarına
maden işletme yöntemi, faaliyetin yapıldığı bölge, madenin cinsi, yapılacak
yatırımın çevresel etkileri, şehirleşme ve benzeri hususlar dikkate alınarak,
temdit talepleri dahil ruhsat verilen alanlarda kazanılmış haklar korunmak
kaydıyla, ilgili kurumların görüşleri alınarak Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanlığı tarafından kısıtlama getirilebilir….
Devlet ormanları
içinde yapılacak maden arama ve işletme faaliyetleri ile bu faaliyetler için
zorunlu ve ruhsat süresine bağlı olarak yapılan geçici tesislere 31/8/1956
tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu hükümlerine göre izin verilir.”
hükmü yer
almaktadır.
Devlet hakkı payı, anılan Kanunun
3. maddesinde, “maden istihracı ile
sağlanacak gelirden devlet payına düşen kısım” olarak
tanımlanmıştır.
Bu tanımda geçen
“istihrac” sözcüğünün anlamı Türkçe sözlükte; meydana ve harice çıkarma, yer
altından ve tabiattan bir kısım değerler çıkarma, maden cevheri çıkarma
anlamına gelmektedir.
Bu konudaki
düzenleme ve belirlemelere Maden Kanununun 14 ve Maden Yönetmeliğinin 87. maddesinde
yer verilmiş bulunmaktadır.
Maden
Yönetmeliğinin 87. maddesinde Devlet hakkı; “Ocaktan çıkarılan madenin ocak
başındaki satış fiyatıdır”şeklinde bir belirlemeye yer verilmiş, Ocak başı
satış tutarı ocaktan üretilen tüvanan cevherin bedelidir.” şeklinde
tanımlanmıştır.
Tüvanan
cevherinin manası ise, cevherin madenden çıkarılmış olduğu andaki doğal şekli
olarak tanımlanmaktadır.
Maden Kanununun
söz konusu 14. maddesi;
“Madde 14-
Devlet hakkı, ocaktan çıkarılan madenin ocak başındaki fiyatından
alınır Üretilen madenin hammadde olarak kullanılması veya satılması hâlinde,
aynı pazar ortamında madenin işletmelerdeki tüvenan olarak ocak başı satışında
uygulanan fiyat, ocak başı satış fiyatıdır. Madenlerden alınan Devlet hakkına
esas olan emsal ocak başı satış fiyatı, bölgeler de dikkate alınarak her madene
ait ayrı ayrı ve uygulandığı yıl için belirlenerek Genel Müdürlükçe ilan
edilir. Ocak başı satış bedeli, ilan edilen emsal fiyattan daha düşük olamaz.
Bu fıkranın uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar yönetmelikle belirlenir.
Tüvenan madenin, herhangi bir zenginleştirme işlemine tabi
tutulduktan veya bir prosesten geçirildikten sonra satış fiyatının oluştuğu
durumlarda, ocak başı satış fiyatı, madenin ocakta üretiminden ilk satışının
yapıldığı aşamaya kadar oluşan nakliye, zenginleştirme ve varsa farklı prosese
ait kullanılan tesis ve ekipmanın amortismanı dahil giderler çıkarılarak oluşan
fiyattır.
Devlet hakkı;
a) I. Grup (a) bendi madenlerin valilik veya il özel idaresince
belirlenen ve ilan edilen boyutlandırılmış ve/veya yıkanmış piyasa satış fiyatı
üzerinden %4 oranında,
b) I. Grup (b) bendi madenlerden %4 oranında,
c) II. Grup (a) ve (c) bendi madenlerden %4 (Kaba inşaat, baraj,
gölet, liman gibi yapılarda kullanılan tüvenan hammadde dışında bu maddedeki
Devlet hakkı boyutlandırılmış fiyat üzerinden alınır.) oranında,
ç) II. Grup (b) bendi madenlerde doğal taşın özelliklerine ve
bulunduğu bölgeye göre ocakta oluşan piyasa satış fiyatı üzerinden %4 oranında,
d) III. Grup kaynak tuzlarından %1 oranında, bu grubun diğer
madenlerinden %5 oranında,
e) IV. Grup madenlerden; altın, gümüş, platin, bakır, kurşun, çinko,
krom, alüminyum ve uranyum oksit madenlerinden ekli (3) sayılı tabloda
belirtilen oranlarda, uranyum oksit dışındaki radyoaktif mineraller ve diğer
radyoaktif maddelerden %8 oranında, diğerlerinden ise %2 oranında,
f) V. Grup madenlerden %4 oranında,
alınır…
Ruhsat sahibi tarafından beyan edilen ocak başı satış fiyatı Bakanlık
tarafından denetlenir ve eksik beyanlar tamamlattırılır. İşletme izni olan
maden ruhsatlarından her yıl en az ruhsat taban bedeli kadar Devlet hakkı
alınır. Ancak, kaynak tuzlalarında alınacak Devlet hakkında bu şart aranmaz.
IV. Grup (c) bendi madenlerin yurt içinde ve kendi entegre tesisinde
kullanılarak metal hale getirilmesi halinde ödenmesi gereken Devlet hakkının %
50’si alınmaz.
Yeraltı işletme yöntemi ile üretim yapılması durumunda ödenmesi
gereken Devlet hakkının % 50’si alınmaz.
Altın, gümüş ve platin madenleri bu madde ile getirilen herhangi bir
özel indirimden istifade edemez. Ayrıca, diğer madenlerden bu madde kapsamında
belirtilen özel indirimlerden istifade edenler, bu Kanunun 9 uncu maddesinin
ikinci fıkrasında belirtilen teşviklerden yararlanamaz.
Bu yerlerin Devlet
ormanlarına rastlaması ve Çevre ve Orman Bakanlığınca verilen iznin beş hektarı
geçmemesi halinde, fazla alınan Devlet hakkı, Orman Genel Müdürlüğünün ilgili
hesabına yatırılır. Ağaçlandırma bedeli dışında başkaca bir bedel alınmaz.
Sahanın rehabilite edilerek teslim edilmesinden sonra, talep edilmesi halinde
teslim edilen saha kadar aynı şartlarda izin verilir.
Bir ruhsat sahasında
defaten verilen iznin beş hektarı geçmesi halinde, aşan kısım için orman
mevzuatı hükümlerine göre fon bedelleri hariç diğer bedeller alınır. Bu
alanlardaki madencilik faaliyetlerinden birinci fıkrada öngörülen % 30 fazla
Devlet hakkı alınmaz.
Ruhsatın temdit
edilmesi durumunda, aynı ruhsat sahası içerisinde Çevre ve Orman Bakanlığınca
izin verilen sahanın beş hektarı geçmemesi halinde Devlet hakkı ve ağaçlandırma
bedeli, beş hektarı geçmesi halinde beş hektardan fazla olan alan için fon
bedelleri hariç orman mevzuatı hükümlerine göre bedel alınır.
Ruhsat sahibi tarafından yatırılan Devlet hakkının % 25’i il özel
idare payı olarak ruhsatın bulunduğu ilin özel idaresine, % 25’i ruhsatın
bulunduğu bölgeyle sınırlı olarak altyapı yatırımlarında kullanılmak üzere,
doğrudan ilgili ilçe veya ilçelerin Köylere Hizmet Götürme Birlikleri hesabına,
% 50’si de Hazine hesabına yatırılır.
Bakanlık, Devlet hakkının, bu Kanun hükümlerine uygun ve doğru bir
şekilde hesap ve beyan edilmesine ilişkin tüm hususları, ruhsat sahasının
büyüklüğü, maden grubu veya türü, işletme cirosu veya işletmenin kamuya ait
olup olmaması hususlarını dikkate alarak, 3568 sayılı Kanun hükümleri
çerçevesinde yeminli mali müşavirlerin tasdikine tabi tutabilir. Yeminli mali
müşavirler yaptıkları tasdikin doğru olmaması halinde, tasdikin kapsamı ile
sınırlı olmak üzere, kaybına uğratılan Devlet hakkından ve kesilecek cezalardan
ruhsat sahibi ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumlu olurlar. Yeminli
mali müşavirlerin tasdik raporlarına ilişkin usul ve esaslar Maliye
Bakanlığının uygun görüşü alınarak yönetmelikle belirlenir.
Devlet hakkı
oranlarında, madenin cinsi, üretildiği bölge ve benzeri kriterler gözetilerek
Bakanlar Kurulunca en fazla % 25 oranında indirim yapılabilir.
Devlet hakkı ve özel
idare payı, her yıl haziran ayının son günü mesai bitimine kadar ruhsat sahibi
tarafından yatırılır
Kamu kurum ve kuruluşlarınca yol, köprü, baraj, gölet, liman gibi
projelerin inşasında kullanılacak yapı ve inşaat hammaddelerinin üretimi için
Bakanlıkça ilgili kamu kurum ve kuruluşlarına izin verilir. Üretim yapılacak
yerlerde ruhsatlı alanlar var ise kamu yatırımının ihtiyacı olan üretim
madencilik faaliyetlerine engel olmayacak ve kaynak kaybına yol açmayacak
şekilde yapılır. Bu izinler çerçevesinde yapılacak üretimden Devlet hakkı
alınmaz ve izinler proje süresini aşamaz. 8/6/1994 tarihli ve 3996
sayılı Kanun kapsamında Yap-İşlet-Devret modeli ile yapılan kamu yatırımları
için, ihale sözleşmelerinde hammadde temin sorumluluğunun görevli şirket
yükümlülüğüne bırakılması hâlinde hammadde üretim izni sözleşme konusu işte
kullanılmak ve proje süresiyle sınırlı olmak
üzere görevli şirkete de verilir. Bu durumda kullanılan hammaddenin ocak
başı satış fiyatı üzerinden ihaleyi alandan her yıl haziran ayı sonuna kadar
Devlet hakkı ile aynı grupta bulunan işletme ruhsatlarından alınan ruhsat
bedelinin %30’u oranında çevre ile uyum planı çalışmalarını temin etmek üzere
her yıl ocak ayının sonuna kadar teminat alınır. Devlet hakkı ve teminatın
eksik yatırılması veya hiç yatırılmaması hâlinde 20.000 TL idari para cezası
verilir ve üç ay içinde tamamlanması istenir. Aksi hâlde üretim faaliyeti
durdurulur.
Bu Kanun kapsamında ruhsat sahipleri için öngörülen idari para
cezaları hammadde üretim izin belgesi ile çalışılan sahalarda faaliyeti yürüten
gerçek ya da tüzel kişiler için geçerlidir.
Süresinde tahakkuk
ettirilmeyen Devlet hakkına, tahakkuk ettirilmesi gereken ayın son gününden
tahakkuk ettirildiği tarihe kadar geçen süre için 6183 sayılı Kanunun 51 inci
maddesine göre hesaplanacak gecikme zammı oranında faiz uygulanır.”
hükmünü
taşımaktadır.
Yukarıdaki
hükümlerin değerlendirilmesinden devlet hakkının ocaktan üretilen tüvanan
cevherin ocak başı satış fiyatı üzerinden hesaplanması gerektiği sonucu ortaya
çıkmaktadır.
Maden Kanunu’nun
14. maddesine göre, devlet hakkını ödemesi gereken kişi ve kurumlar maden
ruhsat sahibi olan maden üretim işletmeleridir.
Maden Kanununun
9. maddesi hükmüne göre; “Ürettiği madeni yurt içinde ve kendi tesisinde
işleyip ek katma değer sağlayanlardan, bu tesislerde üretimde değerlendirilen
maden miktarı için Devlet hakkının % 50’si alınmayacaktır.
Uygulama ile
ilgili detay belirlemelere Maden Yönetmeliğinin 87. maddesinde yer verilmiş
bulunmaktadır. Özetle;
Devlet
ormanlarında yapılacak madencilik faaliyetinden Devlet Hakkı % 30 fazlasıyla
alınır.
Bu yerlerin Devlet ormanlarına rastlaması ve Çevre ve Orman Bakanlığınca
verilen iznin beş hektarı geçmemesi halinde, fazla alınan Devlet hakkı, Orman
Genel Müdürlüğünün ilgili hesabına yatırılacaktır. Ağaçlandırma bedeli
dışında başkaca bir bedel alınmayacaktır. Sahanın rehabilite edilerek teslim
edilmesinden sonra, talep edilmesi halinde teslim edilen saha kadar aynı
şartlarda izin verilir.
Bir ruhsat
sahasında defaten verilen iznin beş hektarı geçmesi halinde, aşan kısım için
orman mevzuatı hükümlerine
göre fon bedelleri hariç diğer bedeller alınacaktır. Bu alanlardaki madencilik
faaliyetlerinden birinci fıkrada öngörülen % 30 fazla Devlet hakkı
alınmayacaktır.
Orman Kanunu ve
Orman Kanunu Uygulama Yönetmeliğindeki hükümlere göre maden aramalarında ruhsat
alanlarında kazı gerektiren arama izni için; ağaçlandırma bedeli ve arazi izin
bedeli alınmaktadır.
6831 sayılı
Orman Kanununun 16. maddesi Uygulama Yönetmeliğinin “Bedellerin tespiti ve
tahsili “başlıklı 26. maddesi;
“MADDE 26- (1)
Devlet ormanlarında verilecek izinlerde alınacak bedellerden;
a) Ağaçlandırma bedeli; Genel Müdürlükçe, orman bölge müdürlükleri
bazında tespit edilen, giydirilmiş brüt vasıfsız işçi ücreti ile ibreli
ormanlar için 1615 saat/hektar, yapraklı ormanlar için 1748 saat/hektar
katsayısı ile çarpımı sonucu ile belirlenen bedelin, izin alanı ile çarpımı
sonucu,
b) Arazi izin bedeli; izin süresince arazi iradından yoksun kalma ve
izin bitiminden sonra yetiştirilecek meşcerenin hasılat düşüklüğünden doğan
zararın karşılığı olarak Genel Müdürlükçe belirlenen birim bedel ile verilecek
iznin bulunduğu arazinin yol ve yerleşim merkezlerine yakınlığı, civar
arazilerinin rayiç değerleri ve talep alanındaki ormanın vasfı dikkate alınarak
bölge müdürlüğünce tespit edilecek birim kullanma bedelinin toplamının izin
alanı ile çarpımı sonucu,
c) Toprak dolgu bedeli; rehabiliteye hazırlık maksatlı dolgu
yapılacak alanlarda, toplam dolgu hacminin o yılın yapraklı ormanlarda bir
metrekare için tespit edilen ağaçlandırma bedelinin yarısı ile çarpımı sonucu,
bulunur.
(2) Ağaçlandırma bedeli izin başlangıcında bir defaya mahsus alınır.
(3) Arazi izin bedeli izin başlangıç tarihi esas alınarak bildirime
gerek kalmaksızın her yıl defaten tahsil edilir. Müteakip yıllara ait arazi
izin bedeli, Türkiye İstatistik Kurumu tarafından bir önceki yılın aynı ayına
göre açıklanan yıllık ÜFE değişim oranında artırılır.
(4) Toprak dolgu bedeli saha tesliminden önce bir defada alınır.
Ancak toprak dolgu bedeli, talep halinde gecikme zammı ödenerek izin başlangıç
tarihi esas olmak üzere üç yılda üç eşit taksit halinde ödenebilir.
Rehabiliteye hazırlık maksatlı dolgu işleminin izin süresinden önce
tamamlanması halinde kalan taksitler defaten ödenir.
(5) Aynı ruhsat alanı içinde devam eden maden işletme izinlerinin
toplamlarının beş hektara kadar olan kısmı için, Maden İşleri Genel
Müdürlüğünce onaylı satış bilgi formuna göre tahakkuk eden ek Devlet hakkı, her
yıl haziran ayı son günü mesai bitimine kadar izin sahibi tarafından orman
idaresi özel bütçe hesabına yatırılır.
(6) Bedel hesaplarında Devlet ormanına isabet eden bölümler esas
alınır.
(7) Madencilik faaliyetleri için verilen izinlerden 3/9/2005 tarihli
ve 25925 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Çevre ve Orman Bakanlığı,
Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Hizmetlerine İlişkin Usul ve Esasların 4 üncü
maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinde belirtilen gelir ile 31/12/2005
tarihli ve 26040 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Orman Köylüleri Kalkınma
Hizmetlerine İlişkin Esas ve Usullerin 5 inci maddesinin birinci fıkrasının (b)
bendinde belirtilen gelir alınmaz.”
hükmü yer
almaktadır.
İptali istenilen söz konusu
madde ile 3213 sayılı Maden Kanununun “Maden teşvik tedbirleri” başlıklı 9.
maddesine ilave edilen üç fıkra ile; ruhsat sahibi işletmeler
tarafından kamu otoritelerine ödenmesi gereken tutarların madencilik faaliyeti
yapılan sahanın orman vasfında bulunması halinde 6831 sayılı Orman Kanunu
uyarınca ödemekle yükümlü bulunulan tutarlar için; bazı grup madenler, bazı
maden sahaları ve bunları işleten veya ihale eden kurum ve kuruluşlar dikkate
alınarak istisna, indirim ve oran farklılaştırmasına gidilmektedir.
-İptali istenilen söz
konusu madde ile 3213 sayılı Maden Kanununun “Maden teşvik tedbirleri” başlıklı
9. maddesine ilave edilen dördüncü fıkra ile; Madencilik Kanunun 30
uncu maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında ihale edilecek II. Grup (c) bendi
ve IV. Grup maden sahaları,
47 nci maddesinin dördüncü fıkrası kapsamında
ihtisaslaşmış Devlet kuruluşları ile bunların bağlı ortaklıklarına devredilen
maden sahaları, bu kuruluşlar ve bunların bağlı ortaklıkları ile Özelleştirme
İdaresi Başkanlığı tarafından ihale edilecek maden sahaları için işletme izni
düzenlendiği tarihten başlamak üzere, ilk on yıl süreyle 6831 sayılı Orman
Kanunu kapsamında ağaçlandırma bedeli hariç herhangi bir bedel alınmayacaktır.
-İptali istenilen söz
konusu madde ile 3213 sayılı Maden Kanununun “Maden teşvik tedbirleri” başlıklı
9. maddesine ilave edilen beşinci fıkra ile; IV. Grup işletme
izinli maden ruhsat sahalarının cinsi, rezervi, bulunduğu bölge, tenörü,
istihdamı, yatırım ve ülke ihtiyaçları dikkate alınarak ara ve uç ürün üretmek
şartıyla, bu ruhsatlardan işletme izni düzenlendiği tarihten başlamak üzere, on
yıl süreyle 6831 sayılı Kanun kapsamında ağaçlandırma bedeli hariç diğer
bedellerin alınıp alınmayacağını belirlemeye Bakanlar Kurulu yetkili
kılınmaktadır.
-İptali istenilen söz
konusu madde ile 3213 sayılı Maden Kanununun “Maden teşvik tedbirleri” başlıklı
9. maddesine ilave edilen altıncı fıkra ile, Bu maddenin dördüncü
ve beşinci fıkraları kapsamı dışındaki sahalardan işletme izni düzenlendiği
tarihten başlamak üzere ilk on yıl süreyle 6831 sayılı Kanuna göre alınan arazi
izin bedelinin %50’si alınması,. alınan arazi izin bedelinde her yıl 213 sayılı
Vergi Usul Kanunu uyarınca belirlenen yeniden değerleme oranı nispeti artışı
dışında başkaca bir artış yapılmaması hükme bağlanmaktadır.
İptali istenilen
söz konusu değişikliğin ana hedefi maden çıkarılan sahanın orman vasfında
bulunması halinde 6831 sayılı Orman Kanunu uyarınca arama ve işletme faaliyeti
karşılığında kamu otoritelerine ödenmesi gereken tutarların bazı işletmeler,
bazı grup maden sahaları, bunları işleten veya ihale edenler açısından
azaltılmasıdır. Söz konusu düzenlemenin özellikle başta fosil yakıtlar olmak
üzere bazı madenlerin arama ve işletme faaliyetlerindeki maliyeti azaltacağı,
bu nedenle bu faaliyetleri teşvik edeceği, ancak orman vasfında bulunan
sahaların da hızla azalma ve yok olmasına, aynı zamanda çevre kirlenmesine
neden olacağı açıktır. Söz konusu düzenlemenin bu husus dikkate alınarak kamu
yararı açısından değerlendirilmesi gerekmektedir.
Anayasa’nın 2.
maddesinde “hukuk devleti” ilkesine yer verilmiştir. Anayasa’nın 2.
maddesindeki hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, insan
haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda
adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı
durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan,
Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayıp yargı denetimine açık
olan devlettir
Diğer taraftan,
Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri ‘belirlilik’tir.
Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi
bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve
uygulanabilir olması gereklidir.
Kanunların, kamu
yararının sağlanması amacına yönelik olması, genel, objektif, adil kurallar
içermesi ve hakkaniyet ölçütlerini gözetmesi ve kazanılmış hakları ihlâl
etmemesi Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti olmanın gereğidir.
Bu nedenle kanun koyucunun hukuki düzenlemelerde kendisine tanınan takdir
yetkisini anayasal sınırlar içinde adalet, hakkaniyet ve kamu yararı
ölçütlerini göz önünde tutarak kullanması gerekir. Bir kuralın kamu yararı
dışında saklı bir amacı gerçekleştirmek amacıyla konulduğu durumlarda yetki
saptırması durumu ve giderek kuralın amaç açısından sakatlığı ortaya çıkar.
İptali istenilen
maddede yer alan hükümlerle, Anayasa’da koruma altına alınan yerlerle ilgili
olarak sınırları tam olarak kanunla çizilmeyen belirsiz bir alanda yürütme
organına uygulama yetkisi verilmektedir. Bu durum, hukuk devletinin bir gereği
olan “belirlilik” ilkesiyle de bağdaşmamaktadır.
İptali istenilen
maddede yer alan düzenlemeler kamu yararı ilkesini gözetmediği ve hukuk
devletinin bir gereği olan belirlilik ilkesi ile bağdaşmadığı için Anayasa’nın
2. maddesine aykırılık teşkil etmektedir.
Anayasa’nın 5.
maddesinde, ”Devletin temel amaç
ve görevleri, Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin
bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun
refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini,
sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan
siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî
varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.” denilmektedir.
Anayasa’nın 5.
maddesiyle kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlama ve insanın
maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlama ödevi
devlete verilirken; Anayasa’nın 56. maddesiyle de herkesin, sağlıklı ve dengeli
bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu belirtilerek bu hakkı korumanın yine
devletin ödevi olduğu vurgulanmaktadır.
Anayasa’nın 43. maddesinde
“kıyılar”; 44. maddesinde “toprak”; 45. maddesinde “tarım arazileri ile çayır
ve meralar”; 63. maddesinde “tarih, kültür ve tabiat varlıkları”; 168.
addesinde “tabii servetler” 169. maddesinde “ormanlar” yönünden güvenceler
öngörülmüştür.. Devlete verilen bu görevlerin, Anayasa’da güvence altına alınan
yerlere ilişkin özel kanunlarla da yaşama geçirileceğinde kuşku
bulunmamaktadır.
Anayasa’nın “Ormanların
korunması ve geliştirilmesi” başlıklı 169.. maddesinde;
“Devlet,
ormanların korunması ve sahalarının genişletilmesi için gerekli kanunları koyar
ve tedbirleri alır. Yanan ormanların yerinde yeni orman yetiştirilir, bu
yerlerde başka çeşit tarım ve hayvancılık yapılamaz. Bütün ormanların gözetimi
Devlete aittir. Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz. Devlet ormanları
kanuna göre, Devletçe yönetilir ve işletilir. Bu ormanlar zamanaşımı ile mülk
edinilemez ve kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz. Ormanlara zarar verebilecek
hiçbir faaliyet ve eyleme müsaade edilemez. Ormanların tahrip edilmesine yol
açan siyasi propaganda yapılamaz; münhasıran orman suçları için genel ve özel
af çıkarılamaz. Ormanları yakmak, ormanı yok etmek veya daraltmak amacıyla
işlenen suçlar genel ve özel af kapsamına alınamaz. Orman olarak muhafazasında
bilim ve fen bakımından hiçbir yarar görülmeyen, aksine tarım alanlarına
dönüştürülmesinde kesin yarar olduğu tespit edilen yerler ile 31/12/1981
tarihinden önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş
olan tarla, bağ, meyvelik, zeytinlik gibi çeşitli tarım alanlarında veya
hayvancılıkta kullanılmasında yarar olduğu tespit edilen araziler, şehir,
kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduğu yerler dışında,orman sınırlarında
daraltma yapılamaz.”
hükmü yer
almaktadır.
Anayasa’nın
yukarıda belirtilen maddelerinde ifadesini bulan ödevlerin somut tedbirlerle
nasıl yerine getirileceği şüphesiz kanun koyucunun takdirindedir. Bu konudaki
bütün bu yasal ve idari düzenlemeler ve bunlara ilişkin usul ve esaslar bu
anayasal sınırlar dikkate alınarak çıkarılan çok sayıdaki yasada yer almaktadır.
Madenlerin
aranması, işletilmesi, üzerinde hak sahibi olunması ve terk edilmesi ile ilgili
esas ve usuller 04.06.1985 tarih ve 3213 sayılı Maden Kanununda, Ormanların
tarifi, taksimi, idare ve denetimi ile ilgili hususlar 31.08.1956 tarih ve 6831
sayılı Orman Kanununda ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.
Anayasa
Mahkemesinin 11.12.1986 tarih ve E.1985/11, K.1986/2 sayılı kararında;
“Anayasa’nın “Sağlık
hizmetleri ve çevrenin korunması” başlıklı 56. maddesinde de, ”Herkes, sağlıklı ve dengeli bir
çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak
ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.” hükmü yer almaktadır. Bu madde
bütünüyle incelendiğinde; “sağlıklı ve dengeli çevre” kavramına, doğal
güzelliklerin korunduğu, kentleşme ve sanayileşmenin getirdiği hava ve su
kirlenmesinin önlendiği bir çevre kadar, belli bir plan ve programa göre düzenlenmiş
çevrenin de gireceği kuşkusuzdur.”
denilmektedir.
İnsanın,
toplumun ve çevrenin varlık, sağlık ve güvenliği ile bu konuda Anayasa’nın
Devlete yüklediği görev göz önünde bulundurulduğunda sağlıklı ve dengeli bir
çevrede yaşama hakkı; ormanlarda gerçekleştirilecek olan maden arama ve
işletim faaliyetlerinde maliyetlerin azaltılması karşılığında vazgeçilecek veya
gözardı edilecek haklardan değildir. Bu nedenle iptali istenilen düzenleme
Anayasa’nın 5 ve 56. maddelerine de aykırı bulunmaktadır.
İptali istenilen
söz konusu değişikliğin ana hedefi maden çıkarılan sahanın orman vasfında
bulunması halinde 6831 sayılı Orman Kanunu uyarınca ödemekle yükümlü bulunulan
tutarların bazı işletmeler, bazı grup maden sahaları, bunları işleten veya
ihale edenler açısından azaltılmasıdır. Bu durumun maliyetleri azaltıcı yönü
dikkate alındığında orman vasfında bulunan sahalardaki maden arama ve işletme
faaliyetlerinin artacağı, bu nedenle ülke ormanlarının yüzölçümünün olumsuz
yönde etkileneceği aşikardır. Ayrıca bu dururmun bakımı ve yeniden
yetiştirilmesi için gerekli mali kaynakları da azaltıp orman alanlarının
daralmasına neden olacağı da dikkate alınarak konunun Anayasada yer alan
ormanlarla ilgili düzenlemeler açısından da irdelenmesi gerekir.
Anayasa Mahkemesi,
22.1.1985 gün ve E. 1984/10, K. 1985/2 sayılı kararında;”Ormanların, ülke için
büyük önem taşıdığını dikkate alan Anayasakoyucu, Anayasa’nın 169. ve 170.
maddelerinde, konuya ilişkin olarak, ancak olağan yasalarda görülebilecek
ayrıntılı düzenlemelere yer verilmiştir. Ayrıca Anayasa’nın 44. maddesinde de “...topraksız
olan veya yeter toprağı bulunmayan çiftçiye toprak sağlanması, üretimin
düşürülmesi, ormanların küçülmesi ve diğer toprak ve yeraltı servetlerinin
azalması sonucunu doğuramaz...” denilmekle 169. ve 170. maddelerle bir bütün
oluşturulmuştur.
Bu denli
ayrıntılı düzenlemeler, Anayasa koyucunun ormanların korunması ve çoğaltılması
konusunda gösterdiği duyarlılıkla izah edilebilir. Bu duyarlılığın, ülkemizde
orman örtüsünün sürekli yok edilmesi gerçeğinden kaynaklandığı kuşkusuzdur.
Nitekim 6831 sayılı Orman Kanununun hazırlık çalışmalarına da aynı görüş egemen
olmuş ve itiraz konusu kuralın gerekçesinde: “Bu madde, ormanların muhafaza ve
bekâsını teminen vaz olunmuştur. Filhakika tamamen ammenin mülkü bulunan Devlet
ormanlarında açmacılığa ve münferit yerleşmelere mani olunması zarureti
aşikardır.”
Anayasa’nın 44.,
169. ve 170. maddeleri ile esas itibariyle ormanların korunması ve
geliştirilmesini amaçlanmıştır. Bu itibarla, bu amaca ters düşen hiçbir eylem
mazur görülemez”
denilmektedir.
Anayasa’nın 169.
maddesinde Devlete, ormanların korunması ve orman sahalarının genişletilmesi
için gerekli yasaları koyma ve önlemleri alma görevi verilmiş; Devlet
ormanlarının zamanaşımı ile mülk edinilemeyeceği ve kamu yararı dışında irtifak
hakkına konu oluşturmayacağı kuralı getirilmiştir.
Devlete Anayasa
ile verilmiş ormanların korunması ve orman alanlarının genişletilmesi görevi,
ormanlık alanlarda yapılacak maden çıkarma faaliyetinin gerektirdiği izin
tasarruflarından, izne konu oluşturan hizmet ve yatırımın niteliği ve kamu
yararı ile ilişkisine göre “Ağaçlandırma bedeli”, “madende devlet hakkı”, “arazi
izin bedeli” nden bir ya da birkaçının alınmasını gerektirmektedir.
Çünkü, ormanlık
alanda yapılacak madencilik faaliyetine dayalı her izin ormanlık alanların
fiilen daralmasıyla sonuçlanmakta; Devlete Anayasa ile verilen ormanlık
alanların korunması ve genişletilmesi görevi ise, en azından izne konu
oluşturan alana muadil yeni ormanlar yetiştirilmesini gerekli kılmaktadır.
Nitekim, bu güne kadar çıkarılan yasal düzenlemelerde bu husus gözetilmiştir.
Bu izinlerden herhangi bir bedel alınmaması, veya alınan tutarların
azaltılması, izne konu oluşturan alana muadil ormanlık alanın mali kaynak
yokluğu nedeniyle yetiştirilememesi ve dolayısıyla orman alanlarının
daralmasıyla sonuçlanacağı için, iptali istenen madde hükmü Anayasa’nın 169.
maddesine; aykırılık oluşturmaktadır.
Yukarıda
ayrıntılı olarak açıklandığı üzere 7061 sayılı “Bazı Vergi Kanunları ile Diğer
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 04.06.1985 tarih ve 3213
sayılı Maden Kanununun 9’uncu maddesine üç fıkra ilave eden 47. maddesi Anayasanın
2., 5., 56. ve 169’uncu maddelerine aykırı içerik taşımaktadır.
2) 7061 sayılı “Bazı Vergi Kanunları ile Diğer
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 58’inci maddesinin 29/6/2001
tarihli ve 4706 sayılı Hazineye Ait Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi ve
Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 4 üncü
maddesine eklenen 1. fıkrasının Anayasaya aykırılığı.
7061 sayılı Kanun”un 58. maddesi ile 29/6/2001 tarihli ve 4706
sayılı Hazineye Ait Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi
Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 4 üncü maddesine aşağıdaki
fıkralar eklenmiştir.
“Savunma,
güvenlik, adalet ve istihbarat hizmetlerini yürüten personel tarafından
kullanılanlar hariç olmak üzere, genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin,
döner sermayelerin, fonların, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları
hariç özel kanunla kurulmuş diğer kamu idarelerinin, kamu iktisadi teşebbüsleri
ve bunların bağlı ortaklıkları ile müesseselerinin ve sermayesinin yüzde
ellisinden fazlası kamuya ait diğer ortaklıklar ve şirketlerin mülkiyetinde
veya tasarrufunda bulunan kamu konutları ekonomiye kazandırılır. Buna ilişkin
her türlü iş ve işlemin yürütülmesinde mahalli idarelere ait konutlar için
ilgili idareler, diğerleri için Bakanlık yetkilidir.
Savunma,
güvenlik, adalet ve istihbarat hizmetlerini yürüten personel tarafından
kullanılan kamu konutlarının beşinci fıkraya göre değerlendirilmek suretiyle
ekonomiye kazandırılmasına ilgili bakanlıkların uygun görüşü alınmak şartıyla
Bakanlığın teklifi üzerine Bakanlar Kurulu yetkilidir.
Kat mülkiyeti
kurulan kamu konutları bağımsız bölümler halinde, üzerinde kat mülkiyeti
kurulmamış kamu konutu bulunan taşınmazlar ise üzerindeki yapılarla birlikte
bir bütün olarak, 2886 sayılı Devlet İhale Kanununda yer alan hükümler
çerçevesinde ihale yoluyla satılır. Taşınmazların satışından elde edilen
gelirler, genel bütçeli idarelerde ilgili idarenin merkez muhasebe birimi
hesaplarına aktarılır ve özel gelir kaydedilir. Özel gelir kaydedilen bu tutar
karşılığında idarenin yatırım bütçesine öncelikle personelinin konut ihtiyacını
karşılamak amacıyla ödenek kaydetmeye Maliye Bakanı yetkilidir. Özel bütçeli
idarelerde bu gelirler muhasebe birimi hesaplarına aktarılır ve bütçelerine
gelir olarak kaydedilir. İdareler bu gelirleri öncelikle personelinin konut
ihtiyacını karşılamak amacıyla ilgili mevzuat hükümleri çerçevesinde ödenek
eklemek suretiyle kullanır. Diğer kamu idarelerinde ise, elde edilen gelirler
kendi mevzuatına göre muhasebe birimi hesaplarına aktarılarak bütçelerine gelir
olarak kaydedilir ve ilgili mevzuatına göre öncelikle personelinin konut
ihtiyacını karşılamak amacıyla kullanılır. Değerlendirme işlemleri sırasında
taşınmazlar için yapılan masraflar aktarılacak gelirlerden düşülür.
İhale yapıldığı
tarihte görev, sıra ve hizmet tahsisli ve kat mülkiyeti kurulan kamu
konutlarında oturanlar, ikamet ettikleri kamu konutunu öncelikli olarak satın
alma hakkına sahiptirler. İhale bedeli öncelikli alım hakkı sahibi tarafından
peşin veya dört yıla kadar kanuni faizi ile birlikte taksitli olarak ödenebilir,
peşin olarak ödenmesi halinde yüzde on indirim uygulanır.
Yapılan ihale
sonucunda oluşan ihale bedeli, öncelikli satın alma hakkı bulunanlara tebliğ
edilir. Öncelikli alım hakkı sahibinin, içerisinde oturduğu kamu konutunu bu
bedeli üzerinden satın almak istemesi ve tebligattan itibaren onbeş gün
içerisinde ihale bedelini peşin ödemesi veya peşinatı ödeyerek taksitli satış
sözleşmesi düzenlemesi halinde bu durum, en yüksek teklif veren istekliye
bildirilir. Ancak, öncelikli satın alma hakkı sahibinin aynı süre içerisinde
kamu konutunu satın almak istemediğini bildirmesi, bu süre içerisinde herhangi
bir bildirimde bulunmaması ya da yükümlülüklerini yerine getirmemesi halinde,
en yüksek teklif veren istekliye tebligat gönderilerek ihale bedelini peşin veya
taksitle ödemesi gerektiği bildirilir. Bu durumda kamu konutunda oturana
tebligat yapılarak konutu iki ay içerisinde tahliye etmesi istenir ve konutun
tahliyesi sağlanır.
Kamu
konutlarının ekonomiye kazandırılmasına ilişkin işlemlerde ilgili kurum ve kuruluşlar;
Bakanlık tarafından istenen her türlü bilgi ve belgeyi vermeye, yapılacak
işlemleri kolaylaştırıcı her türlü tedbiri almaya ve Bakanlık tarafından
yapılması istenilecek iş ve işlemleri yapmaya yükümlüdür.
Kamu
konutlarının ekonomiye kazandırılmasında uygulamaya ilişkin usul ve esasları
belirlemeye ve ortaya çıkabilecek tereddütleri gidermeye mahalli idarelere ait
konutlar için ilgili idareler, diğerleri için Bakanlık yetkilidir.
26/4/2012 tarihi
itibarıyla belediye ve mücavir alan sınırları içinde yer alan ve imar planı
bulunmayan veya imar planında tarımsal amaca ayrılan Hazineye ait tarım
arazilerini 30/3/2014 tarihi itibarıyla en az üç yıldan beri tarımsal amaçla
kiralayan ve kira sözleşmesi halen devam eden kiracıları veya bu arazileri aynı
süreyle tarımsal amaçla kullanan ve kullanımlarının halen devam ettiği
belirlenen kullanıcıları ya da paydaşlarından; bu fıkranın yürürlüğe girdiği
tarihten itibaren bir yıl içerisinde bu arazileri doğrudan satın almak için
başvuruda bulunan ve tespit ve tebliğ edilen rayiç bedeli itiraz ve dava konusu
etmeksizin kabul edenler bu fıkraya göre hak sahibi sayılır. Tarımsal amaçlı
yapılar ile esaslı unsuru tarımsal faaliyet olması koşuluyla üzerinde sürekli
ikamet amacıyla konut bulunan tarım arazileri de bu fıkra kapsamında
değerlendirilir. Bu araziler rayiç bedelin tamamı üzerinden doğrudan satılır.
Rayiç bedelin taksitle ödenmesi halinde, bu bedelin yüzde yirmisi, yapılan
yazılı tebligat tarihinden itibaren en geç üç ay içinde, kalanı ise en fazla
beş yılda on eşit taksitte kanunî faizi ile birlikte ödenir. Satılan tarım
arazilerinin satış tarihinden itibaren yirmi yıl içerisinde imar planında tarım
dışı amaca ayrılması halinde, güncel rayiç bedeli ile satış tarihinden itibaren
Yİ-ÜFE (bir önceki yılın aynı ayına göre değişim) oranında artırılarak
güncellenen rayiç bedeli arasındaki fark, bu fıkradaki hükümlere göre en son
kayıt malikinden tahsil edilir, bu hususta tapu kütüğüne gerekli belirtme
yapılır. Hazineye ait tarım arazilerinin satışına ilişkin olarak bu fıkrada
hüküm olmayan hallerde; ecrimisil ve kira bedellerinin mahsubuna ilişkin
hükümleri hariç olmak üzere, 19/4/2012 tarihli ve 6292 sayılı Orman
Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları
Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi ile Hazineye Ait Tarım Arazilerinin
Satışı Hakkında Kanunun Hazineye ait tarım arazilerinin satışına ilişkin
hükümleri kıyasen uygulanır.
Kamu konutlarının ve Hazineye ait tarım arazilerinin satışından elde
edilen gelirler hakkında 5 inci maddenin beşinci fıkrası hükmü uygulanmaz.”
hükmünü içermektedir.
Madddenin gerekçesinde;
“Kamu konutlarının
ekonomiye kazandırılmasını teminen 4706 sayılı Hazineye Ait Taşınmaz Malların
Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanununun 4 üncü maddesine eklenmekte olan fıkralarla;
-Savunma, güvenlik, adalet
ve istihbarat hizmetleri hariç tüm kamu kurum ve kuruluşlarına ait olan ve on
yılını doldurmuş bulunan kamu konutlarından; kat mülkiyeti tesis edilmemiş olanların
zemini ve üzerindeki yapılarla birlikte bir bütün olarak, kat mülkiyeti tesis
edilenlerin ise bağımsız bölümler halinde ve içinde oturana öncelik tanınmak
suretiyle ihale yoluyla satılarak ekonomiye kazandırılması, tahsis kaldırma da
dahil bu kapsamda kalan her türlü iş ve işlemin mahalli idarelere ait kamu
konutları için ilgili mahalli idarelerce, diğerlerinde Maliye Bakanlığınca
yürütülmesi,
-Savunma, güvenlik, adalet
ve istihbarat hizmetlerinde kullanılan ancak ekonomiye kazandırılması uygun görülen
kamu konutlarının değerlendirilmesi konusunda Bakanlığın teklifi üzerine
Bakanlar Kurulunun yetkili kılınması,
-Elde edilen gelirlerin,
kamu konutu yapılabilmesi amacıyla ilgili kamu idaresinin yatırım bütçesine
kaydedilmesi,
-Böylece on yılını
doldurmuş bulunan ve çoğunluğu ilgili mevzuatı uyarınca gerekli koşullan
sağlayamadığı için kat mülkiyetine geçememiş ve konut olarak kullanımı riskli
olan bu konutların dönüşümünün sağlanması, kamu konutlarında ikamet eden
personele sağlıklı ve güvenli yaşama alanlarının oluşturulması,
amaçlanmaktadır….
Madde ile ayrıca, kamu
konutlarının satışından elde edilen gelirlerin, öncelikle kamu konutu
yapılabilmesi amacıyla ilgili kamu idarelerinin yatırım bütçesine kaydedileceği
ve 6292 sayılı Kanun kapsamında yapılan satış işlemlerinden elde edilen
gelirlerden ilgili mahalli idarelere pay verilmediği dikkate alınarak, özellik
arz eden kamu konutlarının ve Hazineye ait tarım arazilerinin satışı
işlemlerinden elde edilen gelirlerden 4706 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin
beşinci fıkrası uyarınca ilgili idarelere pay verilmemesi öngörülmekledir.”
açıklaması yer almaktadır.
Komisyon görüşmelerinde söz
konusu satış kapsamına giren kamu konutu sayısının savunma-güvenlik-adalet
hizmetleri dışarıda tutulduğunda yaklaşık 50.000 adet olduğu, bu konuda
herhangi bir gelir tahmininde bulunulmadığı anlaşılmıştır.
Anayasanın
128 inci maddesi ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 4 üncü maddesinde,
Devletin aslî ve sürekli kamu hizmetlerinin memurlar ve diğer kamu görevlileri
eliyle görüleceği hususu açıklanmış bulunmaktadır.
Cumhuriyetin
kurulduğu ilk günden itibaren bu prensibe sadık kalınarak, kamu hizmetlerinin
en üst düzeyde yerine getirilmesi için kamu personelinin özlük hakları yanında
yer alan sosyal hak ve yardımlar ve özellikle konut konusuna büyük önem
verilmiş, bu cümleden olarak 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun ilk
yürürlüğe girdiği halinde 191 ve müteakip maddelerinde aşağıda kısaca özetlenen
esaslar benimsenmiştir.
a)
Her yıl bütçeye yeterli ödenek konulacak ve Devlet memurlarının konut ihtiyacı
karşılanacaktır.
b)
Devletçe konut tahsis edilememesi halinde, konut kiralama yoluna gidilecek veya
konut yardımında bulunacaktır.
Bu
suretle, Devletin “sosyal devlet anlayışı” içerisinde, görevini yapmış olması
amaçlanmıştır.
Ayrıca
kalkınmada öncelikli yörelerde konut sıkıntısı çekilmekte olduğundan Devlet, bu
yörelerde öteden beri memurlar için konut temini yoluna gitmiştir.
Cumhuriyetin
kuruluşu ile varolan özellikle rotasyona tabi hizmetlerde ve savunma, güvenlik
amaçlı görevlerde hizmet veren personele, kalkınmada öncelikli yörelerde lojman
uygulaması, Türkiye’de daha çok 1980 sonrasında oldukça hız kazanmıştır. Bu
durum 1980 sonrasında kamu kesimindeki ücretlerde reel olarak meydana gelen azalmaya
karşı, bürokrasinin bir refleksi olarak ortaya çıkmış, lojmanla, bürokrasi
kendisini, ücretini korumaya çalışmıştır. Ücret politikası gereği, çalışanlara,
özellikle yönetici kesime nakit olarak verilemeyen ücretler, lojman temini
suretiyle aynî olarak verilmeye çalışılmıştır.
Emsallerine
görece çok düşük ücretlerle görev yapmakta olan kamu çalışanlarının dönüşümlü
veya görev tahsisli olarak kullanmış oldukları bir nevi sosyal konut
mahiyetinde bulunan kamu konutlarının bu yöntemle tasfiye edilmesi doğru
değildir.
Ev
kiralarının çok yüksek olduğu şehirlerde, kamu konutlarının tasfiyesi; devlet
memurlarını ekonomik yönden büyük sıkıntıya düşürecektir. Bu durumun kamu
personelinin görev etkinliğinin azalmasına neden olacağı, kamu kurum ve kuruluşlarının
nitelikli ve deneyimli elemandan yoksun kalacağı, özellikle devlet için hayatî
önemi haiz personelin istihdamında büyük güçlüklerle karşılaşılacağı da gözden
ırak tutulmamalıdır.
Cumhuriyetin
kurulduğu 1923 yılından beri kamu kesiminde sürdürülen konut uygulamasının
devlet memurları için müktesep hak oluşturmuş olduğu, bu uygulamadan
vazgeçilmesi anlamına gelebilecek idari tasarrufların hukuka aykırı olacağı,
söz konusu müktesep hakları da ihlal edeceği de dikkate alınmalıdır.
Kamu konutlarının genç
Türkiye Cumhuriyetinin inşasından bu yana özellikle Anadolu’nun ırak
bölgelerinde, sürekli rotasyona tabi asker-yargı ve emniyet mensubu haricindeki
kamu personeli için ne tür bir ihtiyacı giderdiği gözetilmeden, lojmanların
sosyal ve ekonomik yönü değerlendirilmeden, büyük kentlerdeki kira
giderlerindeki fahiş fiyatlar dikkate alınmadan kamu konutlarının dönüşümü adı
altında üstelik içinde oturana sanki % 10 indirimle satışının bir avantaj
olarak sunulması üstelik tescilli kültür varlığı olan bazı kamu konutlarının
dönüşüme tabi tutulma adı altında satış kapsamı içinde değerlendirilmesi sosyal
devlet anlayışı çerçevesinde de doğru bulunmamaktadır.
Anayasa’nın
2. maddesinde “hukuk devleti” ilkesine yer verilmiştir. Anayasa’nın 2.
maddesindeki hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, insan
haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda
adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı
durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan,
Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayıp yargı denetimine açık
olan devlettir.
Kanunların kamu yararının
sağlanması amacına yönelik olması, genel, objektif, adil kurallar içermesi ve
hakkaniyet ölçütlerini gözetmesi hukuk devleti olmanın gereğidir. Bir kuralın
kamu yararı dışında saklı bir amacı gerçekleştirmek amacıyla konulduğu
durumlarda yetki saptırması durumu ve giderek kuralın amaç açısından sakatlığı
ortaya çıkar.
Diğer taraftan, Anayasa’nın 2’nci maddesinde yer
alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri ‘belirlilik’tir. Bu ilkeye göre,
yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya
ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması
gereklidir.
Anayasa’nın 6’ncı maddesinde ise; egemenliğin
Anayasanın koyduğu esaslara göre yetkili organlar eliyle kullanılacağı, hiçbir
kimse ve organın kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi
kullanamayacağı belirtilmiştir.
Anayasa’nın 7’nci maddesinde de, ‘Yasama yetkisi
Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.’
denilmiştir. Buna göre, yasa ile yürütme organına genel ve sınırları belirsiz
bir düzenleme yetkisinin verilebilmesi olanaklı değildir. Yürütmenin düzenleme yetkisi,
sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir yetkidir. Yasa ile yetkilendirme Anayasa’nın
öngördüğü biçimde yasa ile düzenleme anlamını taşımamaktadır. Temel ilkeleri
belirlenmeksizin ve çerçevesi çizilmeksizin, yürütme organına düzenleme yetkisi
veren bir yasa kuralı ile sınırsız, belirsiz, geniş bir alanın yönetimin
düzenlemesine bırakılması, Anayasa’nın belirtilen maddesine aykırılık
oluşturur.
Anayasanın 8’nci maddesi ise “Yürütme yetkisi ve
görevi, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasa ve kanunlara uygun
olarak kullanılır ve yerine getirilir.” hükmünü içermektedir.
İptali istenilen 7061 sayılı “Bazı Vergi Kanunları ile Diğer Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 58. maddesi ile 29/6/2001
tarihli ve 4706 sayılı Hazineye Ait Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi ve
Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 4 üncü
maddesine eklenen 1. fıkrada ; “Savunma, güvenlik, adalet ve istihbarat
hizmetlerini yürüten personel tarafından kullanılanlar hariç olmak üzere, genel
yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin, döner sermayelerin, fonların, kamu
kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları hariç özel kanunla kurulmuş diğer kamu
idarelerinin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve bunların bağlı ortaklıkları ile
müesseselerinin ve sermayesinin yüzde ellisinden fazlası kamuya ait diğer
ortaklıklar ve şirketlerin mülkiyetinde veya tasarrufunda bulunan kamu
konutlarının ekonomiye kazandırılacağı, buna ilişkin her türlü iş ve işlemin
yürütülmesinde mahalli idarelere ait konutlar için ilgili idareler, diğerleri
için Bakanlığın
yetkili olacağı” hükme bağlanmış bulunmaktadır.
Bu fıkra bir nevi kapsam düzenlemesi niteliğindedir, Yani bu madde
uyarınca “ekonomiye kazandırılma” adı altında değerlendirilecek kamu
konutlarının hangi kamu idarelerine ait olacağı bu fıkrada belirlenmekte ayrıca
bu fıkrada mahalli idareler haricindeki kamu idarelerinin kamu konutlarının
satılarak ekonomiye kazandırılmasında her türlü iş ve işlemin yürütülmesinde tek
yetkili organın Maliye Bakanlığı olduğu hükme bağlanmaktadır.
Ayrıca bu madde ile 29/6/2001 tarihli ve 4706 sayılı Hazineye Ait
Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanunun 4 üncü maddesine eklenen 7. fıkra hükmü ile de Kamu
konutlarının ekonomiye kazandırılmasında uygulamaya ilişkin usul ve esasları
belirlemeye ve ortaya çıkabilecek tereddütleri gidermeye mahalli idarelere ait
konutlar için ilgili idareler, diğerleri için Bakanlık (Maliye Bakanlığı)
yetkilidir denilerek, Maliye Bakanlığının bu yetkisi tahkim olunmaktadır.
Bu fıkra hükmü içeriğine göre;
- genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin,
-döner sermayelerin,
-fonların,
-kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları hariç özel kanunla
kurulmuş diğer kamu idarelerinin,
-kamu iktisadi teşebbüsleri ve bunların bağlı ortaklıkları ile
müesseselerinin ve sermayesinin yüzde ellisinden fazlası kamuya ait diğer
ortaklıklar ve şirketlerin,
mülkiyetinde veya tasarrufunda bulunan kamu konutlarının ekonomiye
kazandırılması ilgili her türlü iş ve işlemin yürütülmesinde tek yetkili organ
Maliye Bakanlığıdır.
Bu fıkradaki hükümle Maliye Bakanlığına mahalli idareler dışındaki
tüm kamu kurum, kuruluş, idaresi, döner sermayeler, fonlar, kamu iktisadi
teşebbüsleri ve bunların bağlı ortaklıkları ile müesseselerinin ve sermayesinin
yüzde ellisinden fazlası kamuya ait diğer ortaklıklar ve şirketlerin
mülkiyetinde veya tasarrufunda bulunan kamu konutlarının satılarak ekonomiye
kazandırılmasında yetki verilmektedir. Maliye Bakanlığı, bazı istisnalar
haricinde diğer bakanlıklar, kamu idareleri ve kamu kuruluşlarının üstünde
böyle bir yetki ile donatılmaktadır. Bu fıkra hükmü ile çeşitli kamu kurum ve
kururluşlarının mülkiyetinde veya kullanımında bulunan, bazıları ayrı ayrı
yasalara tabi olarak edinilmiş olan kamu konutları (lojmanlar) tek bir statüye
getirilerek ekonomiye kazandırılma amacı öne sürülerek bu maddenin diğer
fıkralarında belirtildiği gibi elden çıkarılması konusunda Maliye Bakanlığı
yetkilendirilmektedir.
Bu fıkrada yer alan “özel kanunla kurulmuş diğer kamu idareleri”nden
maksadın ne olduğu, bunların kaç adet olduğu, bunların özel bütçeli idareleri,
düzenleyici ve denetleyici kuruluşları, sosyal güvenlik kurumlarını kapsayıp
kapsamadığı ne fıkra metninden ne de gerekçede yer alan açıklamalardan
anlaşılamamaktadır.
Fıkrada tedvin zaafı bulunmasına karşın, fıkrada yer alan “mahalli
idarelere ait konutlar için ilgili idareler,” ibaresinden mahalli idarelere ait
konutların da madde kapsamı içinde olduğu, ancak bunlara ait işlemlerin ilgili
mahalli idarelerce yürütüleceği anlaşılmaktadır.
178 sayılı Maliye Bakanlığının Teşkilat ve görevleri Hakkında
Kararnamenin 2. maddesinde; Devlete ait malları yönetmek, kamu malları ile kamu
kurum ve kuruluşlarının taşınmaz malları konusundaki yönetim esaslarını
belirlemek ve bunlara ilişkin diğer işlemleri yapmak Maliye Bakanlığının görevleri
arasında sayılmıştır.
Aynı Kararnamenin Maliye Bakanlığının ana hizmet birirmlerinden olan
Milli Emlak Genel Müdürlüğünün görevlerini belirleyen 13. maddesinin 1.
fıkrasının e bendinde; “Devlete ait konutları yönetmek ve kamu kurum ve
kuruluşlarına ait konutların yönetimi konusundaki politikaları belirlemek, her
yıl yurt içi ve yurtdışındaki kamu konutlarının kira ve yakıt bedelleri ile
işletme, bakım ve onarım esaslarını tespit etmek” hükmüne yer verilmiştir. Söz
konusu maddelerde yer alan sınırlayıcı hükümler Maliye Bakanlığına tüm kamu
kurum, kuruluş, idaresi, döner sermayeler, fonlar, kamu iktisadi teşebbüsleri
ve bunların bağlı ortaklıkları ile müesseselerinin ve sermayesinin yüzde
ellisinden fazlası kamuya ait diğer ortaklıklar ve şirketlerin mülkiyetinde
veya tasarrufunda bulunan kamu konutları ile ilgili her konuda (satış gibi) tam
anlamıyla genel kapsayıcı bir yetki vermemektedir.
Kamu konutlarının tahsis biçimi, oturma süresi, kira, bakım, onarım
ve yönetimine ilişkin temel ilkeleri belirleyen 2946 sayılı geniş kapsamlı Kamu
Konutları Kanununda ve bununla ilgili olan 16.07.1984 tarihli Kamu Konutları
Yönetmelikte de Maliye Bakanlığına; Kamu kurum
ve kuruluşlarına ait kamu konutlarının yönetilmesi, kamu kurum ve
kuruluşlarına ait konutların yönetimi konusundaki politikaların belirlenmesi,
her yıl yurt içi ve yurt dışındaki konutların aylık kira ve yakıt (m²/TL) birim
bedelleri ile işletme, bakım ve onarım esaslarının tespit edilmesi vb hususlar
dışında herhangi bir yetki tanınmamıştır.
Birinci maddesinde, hazineye ait taşınmazların daha kısa sürede
ekonomiye kazandırılması amacını taşıyan 29.06.2001
tarihli olup müteaddit defalar ek ve geçici maddelerle değişikliğe uğrayan
genel bir yetki yasası muhteviyatında bulunan 4706 sayılı Hazineye Ait
Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanunu’nda da kamu
taşınmazlarının satışı ve elden çıkarılması ile ilgili işlemlerle ilgili tüm yetkiler
Maliye Bakanının teklifi üzerine Bakanlar Kuruluna veya bazı maddelerde
Başbakana verilmiş bulunmaktadır.
Ancak iptali istenilen fıkra hükmü ile bu kez çeşitli kamu kurum ve
kuruluşlarının mülkiyetinde veya kullanımında bulunan, bazıları ayrı ayrı
yasalara tabi olarak edinilmiş olan kamu konutlarının (lojmanlar) ekonomiye
kazandırılması hususunda yapılacak her türlü iş ve işlemin yürürtülmesinde
mahalli idarelere ait olanlar hariç Maliye Bakanlığı tek başına
yetkilendirilmektedir.
İptali istenilen fıkra metninde yer alan “kamu konutlarının ekonomiye
kazandırılacağı” ile “buna ilişkin her türlü iş ve işlem” ifadeleri keyfi
kullanıma açık, sınırları belirsiz ifadeler olup, tek başlarına herhangi bir
anlam içermektedir. Kamu konutlarının ekonomiye kazandırılmasından maksat
sadece satış işlemi ile sınırlı mıdır? Yoksa satış öncesi ve sonrası bazı
faaliyetleride mi kapsamaktadır? Maliye Bakanlığı hangi kriterleri dikkate
almak suretiyle, kamu konutlarını ekonomiye kazandırma işlemini gerçekleştirecektir.
Kamu konutlarının ekonomiye kazandırılması hususundaki iş ve işlemler nelerdir?
Bu hususun yasa hükmünde açık olarak belirtilmesi gerekir.
Bu ibare Maliye Bakanlığına muğlak bir takdir yetkisi vermekte, yani
yürütme organına temel ilkeler belirlenmeden sınırları belirsiz bir düzenleme
yetkisi tanımaktadır. Bu durum aynı zamanda hukuk güvenliğini tehlikeye
düşürmekte, asli düzenleme yetkisinin yürütmeye devri anlamına gelmektedir.
Yasa metinlerinde açıklıktan yoksun ve keyfi bir düzenleme, öngörülemezlik
ve belirsizlik yaratır. Belirlilik ve öngörülebilirlik özellikleri taşımayan ve
dolayısı ile hukuki güvenlik sağlamayan kurallar ise “hukuk devleti” ilkesi ve
dolayısıyla Anayasanın Türkiye Cumhuriyetinin bir hukuk devleti olduğunu ifade
eden 2. maddesi ile bağdaşmamaktadır.
İptali istenilen fıkranın da yer aldığı torba yasanın torba madde
hükmü; aslında içeriği itibarıyla neredeyse bir yetki yasası hüviyetindedir. Ancak
muhteviyat olarak yetki yasası formunu da aşmaktadır. Çünkü, hiç olmazsa yetki
yasası Anayasal bir kurumdur ve Anayasa’da sınırları çizilmiş bir yetki devri
yöntemidir. Bir yetki yasasında bile “sınırlı ve somut” olma koşulu
aranmaktadır.İptali istenen fıkra hükmü ise yetki devrini bu koşullara dahi
uymaksızın doğrudan Maliye Bakanına yapmaktadır. Kamu kuruluşlarının
kullanımında bulunan kamu konutlarının mevcut mevzuat çerçevesinde de satışı
mümkün bulunmaktadır.
Bu madde; hemen hemen tüm kamu kuruluşlarının kullanımında bulunan
kamu konutlarının büyük bölümünün “ekonomiye kazandırma” amacıyla farklı
yöntemlerle elden çıkarılarak tasfiye edilmesini hedeflemektedir. “Ekonomiye
kazandırma” ölçütün ne olduğu, nasıl ve neye göre saptanacağı da, fıkra ve
madde içeriğinde belirlenmemiştir. Çeşitli kamu kurum ve kuruluşlarının mülkiyetinde
veya kullanımında bulunan, bazıları ayrı ayrı yasalara tabi olarak edinilmiş
olan kamu konutlarının (lojmanlar) tek bir statüye getirilerek ekonomiye
kazandırılma amacıyla yapılacak her türlü iş ve işlemin yürütülmesinde belli
istisnalar dışında Maliye Bakanlığı tek başına yetkilendirilmektedir.
Anayasa Mahkemesi’nin çok sayıda yasaların iptal gerekçelerinde
belirttiği gibi, “yasa ile düzenleme”, yasama organının uygulanacak kuralları,
usul ve esasları “nesnel” (objektif) biçimde belirlemesini gerektirir. Yasa koyucunun
“nesnel” biçimde ilke ve yöntemleri belirlemeden, bunları belirleme yetkisini
yürütme organına devretmesi, “yasama yetkisinin devri” anlamına gelir ve
Anayasa’nın 7. maddesine aykırılık oluşturur.
Anayasa Mahkemesinin pek çok kararında belirtildiği üzere, yasada
belirtilmesi gereken söz konusu hususlara yasada yer verilmemesi, yasaların
açık, anlaşılabilir ve sınırlan belirli kurallar içermesi gereğinin hukuk
güvenliğinin gerçeklemesi için ön koşul kabul edildiği hukuk devleti anlayışına
ve dolayısıyla Anayasanın 2. maddesine aykırı düşmektedir
Anayasa Mahkemesi’nin 11.04.2007 tarihli 2006/35 E. ve 2007/48 K.
Sayılı kararında;
“Anayasanın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin başlangıçta
belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti
olduğu vurgulanmıştır. Hukuk devleti, tüm işlem ve eylemleri hukuka uygun olan,
her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdürmeyi
amaçlayan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasaya aykırı durum
ve tutumlardan kaçınan, insan haklarına saygı duyarak bu hak ve özgürlükleri
koruyup güçlendiren, yargı denetimine açık, yasaların üstünde Anayasa ve yasa
koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri bulunduğu bilincinde olan devlettir.
Anayasanın 7. maddesinde “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye
Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.”
denilmektedir.
Buna göre, yasa koyucunun temel ilkeleri koymadan, çerçeveyi çizmeden
yürütmeye yetki vermemesi, sınırsız, belirsiz bir alanı, yönetimin
düzenlemesine bırakmaması gerekir.
Anayasa Mahkemesi’nin önceki kararlarında vurgulandığı üzere,
Anayasada yasa ile düzenlenmesi öngörülen konularda yürütme organına genel ve
sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisinin verilmesi olanaklı değildir.
Yürütmenin düzenleme yetkisi yasa ile sınırlandırılmış, tamamlayıcı bir
yetkidir. Bu nedenle, Anayasada öngörülen ayrık durumlar dışında, yürütme
organına yasalarla düzenlenmemiş bir alanda genel nitelikte kural koyma yetkisi
verilemez. Ayrıca, yürütme organına düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralının
Anayasanın 7. maddesine uygun olabilmesi için temel ilkelerin konulması, çerçevenin
çizilmesi, düzenleme için sınırsız,süresiz, belirsiz, geniş bir alanın
bırakılmaması gerekir.
Bu nedenle iptali istenilen fıkra hükmünde yer alan kamu
idarelerinin kamu konutlarının ekonomiye kazandırılmasında her türlü iş ve
işlemin yürütülmesinde tek yetkili organın Maliye Bakanlığı olduğu yönündeki düzenleme
aynı zamanda Anayasanın 7. Maddesi hükmüne uygun düşmemektedir.
İptali istenen fıkra hükmü ile; bu fıkra kapsamında yer alan kamu
idarelerinin kamu konutlarının ekonomiye kazandırılmasında her türlü iş ve
işlemin yürütülmesinde Maliye Bakanlığına yetki tanınması, kaynağını Anayasa’dan
almayan bir yetkinin kullanılması sonucunu doğuracağı için Anayasa’nın 6. ve 7.
maddelerine aykırı bulunmaktadır.
İptali istenilen fıkra hükmü; Anayasa’nın “yürütme yetki ve görevi”ni
düzenleyen 8. maddesine de aykırıdır. Her ne kadar 1982 Anayasası’nın 8.
maddesinde yürütme hem görev, hem de yetki olarak düzenlenmişse de, bunun, “Anayasa’nın
(çeşitli maddelerinde) ifadesini bulan ayrık haller dışında, yasalarla
düzenlenmemiş bir alanda yürütmenin subjektif hakları etkileyen bir kural koyma
yetkisi anlamına gelmediği, Anayasa Mahkemesi tarafından defalarca karara
bağlanmıştır. Yine Anayasa Mahkemesi’ne göre, Yasa ile yetkili, kılınmış olması
da sonuca etkili değildir. Çünkü, “Yürütmenin tüzük ve yönetmelik çıkarma gibi
klasik düzenleme yetkisi, idarenin kanuniliği ilkesi çerçevesinde sınırlı ve
tamamlayıcı bir yetki durumundadır.” (Anayasa Mahkemesi’nin 13.6.1985 gün, E:
1984/14, K: 1985/7 sayılı kararı,)
Söz konusu fıkra ile yasa koyucu tarafından “nesnel” olarak
düzenlenmesi gereken alanlarda Maliye Bakanlığının yetkilendirdiği açıktır.
Bunun Anayasa’nın 7. maddesine aykırılığı da yukarıda izah edilmiştir. Anayasa
Mahkemesi, 7 ve 8. maddeleri birbirine bağlayarak “yasa ile düzenlenir”
ifadesini şöyle açıklamıştır:
“Yasa koyucu, belli konularda gerekli kuralları koyacak, çerçeveyi
çizecek, eğer uygun ve zorunlu görürse, onların uygulanması yolunda sınırları
belirlenmiş alanlar bırakacak, idare, ancak o alanlar içinde takdir yetkisine
dayanmak suretiyle yasalara aykırı olmamak üzere birtakım kurallar koyarak
yasanın uygulanmasını sağlayacaktır. Esasen, Anayasa’nın 8. maddesinin yürütme
yetkisi ve görevinin Anayasa’ya ve kanunlara uygun olarak kullanacağına ve
yerine getireceğine ilişkin hükmünün anlamı da budur.”
İptali istenen fıkra ile kamu kuruluşlarına ait kamu konutlarının “ekonomiye
kazandırılma”sı konusunda ne kural koymuş, ne çerçeve çizmiş, ne de Maliye
Bakanlığının takdir yetkisini sınırlayacak belirli alanlar belirlemiştir.
Maliye Bakanlığı, kapsamdaki kamu idarelerinin kamu konutlarının ekonomiye
kazandırılmasında her türlü iş ve işlemin yürütülmesinde sınırsız bir biçimde “takdir
yetkisi”ne sahiptir ve bu durum Anayasa’nın 8. maddesine aykırıdır.
İptali istenilen 7061 sayılı “Bazı Vergi Kanunları ile Diğer Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 58. maddesi ile 29/6/2001
tarihli ve 4706 sayılı Hazineye Ait Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi ve
Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 4 üncü
maddesine eklenen 1. fıkra ile; Savunma, güvenlik, adalet ve istihbarat
hizmetlerini yürüten personel tarafından kullanılanlar hariç olmak üzere, genel
yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin, döner sermayelerin, fonların, kamu
kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları hariç özel kanunla kurulmuş diğer kamu
idarelerinin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve bunların bağlı ortaklıkları ile
müesseselerinin ve sermayesinin yüzde ellisinden fazlası kamuya ait diğer
ortaklıklar ve şirketlerin mülkiyetinde veya tasarrufunda bulunan kamu
konutlarının ekonomiye kazandırılması konusuna ilişkin her türlü iş ve işlemin
yürütülmesinde mahalli idarelere ait konutlar için ilgili idareler, diğerleri
için Maliye Bakanlığı yetkili kılınmaktadır.
İptali istenilen fıkrada yer alan bu düzenlemenin kapsamı oldukça
geniş bir şekilde belirlenmiştir. Savunma, güvenlik, adalet ve istihbarat hizmetleri
haricinde, genel bütçeli idarelerin, özel ve özerk bütçeli idareler ve
kuruluşların, sosyal güvenlik kurumlarının, düzenleyici ve denetleyici kurumlar
gibi bağlı, ilgili, ilişikli tüm kamu kurum ve kuruluşların, döner sermayelerin,
fonların, mahalli idarelerin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve bunların bağlı
ortaklıkları ile müesseselerinin ve sermayesinin yüzde ellisinden fazlası
kamuya ait diğer ortaklıklar ve şirketlerinin mülkiyetinde veya tasarrufunda
bulunan kamu konutlarını kapsamaktadır.
Bu kurum ve kuruluşlara ait veya onların kullanımında olan kamu
konutları (lojmanlar) bazı kanunlarda ve bu kurum ve kuruluşların kuruluş
kanunlarında yer alan ve kamunun değişik mal edinme prosedürleri gereğince
edinilmişlerdir. Ayrıca 5018 sayılı Kamu Yönetimi ve Mali Kontrol Kanunu’nun
44, 45, 46 ve 47’nci maddelerinde genel bütçeli idareler için bu konuda özel hükümlere
yer verilmiştir.
İptali istenilen fıkrada “mahalli idarelere ait konutlar için ilgili
idareler,” ibaresinden mahalli idarelere ait konutların da madde kapsamı içinde
olduğu, ancak bunlara ait işlemlerin ilgili mahalli idarelerce yürütüleceği anlaşılmaktadır.
Kuruluş, görev ve yetkileri yerinden yönetim ilkesine göre düzenlenmiş, il,
belediye veya köy halkının mahalli müşterek ihtiyaçlarını karşılamak üzere
kuruluş esasları kanunla belirtilen ve karar organları, gene kanunda
gösterilen, seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan kamu tüzelkişileri olan
mahalli idarelere ait kamu konutlarının (lojmanların) ekonomiye kazandırılma
amacı gerekçe gösterilerek, emredici bir hükümle bu fıkra kapsamına alınması,
ancak bunlarla ilgili işlemlerin mahalli idarelerce yürütülmesi hususunun,
Anayasal normlar açısından irdelenmesi, bu nedenle söz konusu fıkra
düzenlemesinin Anayasanın 123 ve 127’nci madde hükmü açısından da ayrıca değerlendirilmesi
gerekir.
Anayasanın;
“İdarenin bütünlüğü ve kamu tüzel kişiliği” başlıklı 123’üncü
maddesinde;
“İdare, kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir. İdarenin
kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanır.
Kamu tüzelkişiliği, ancak kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye
dayanılarak kurulur.”
“Mahalli İdareler” başlıklı 127’nci maddesinde;
“Mahalli idareler; il, belediye veya köy halkının mahalli müşterek
ihtiyaçlarını karşılamak üzere kuruluş esasları kanunla belirtilen ve karar
organları, gene kanunda gösterilen, seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan
kamu tüzelkişileridir.
Mahalli idarelerin kuruluş ve görevleri ile yetkileri, yerinden
yönetim ilkesine uygun olarak kanunla düzenlenir.…
Merkezi idare, mahalli idareler üzerinde, mahalli hizmetlerin idarenin
bütünlüğü ilkesine uygun şekilde yürütülmesi, kamu görevlerinde birliğin
sağlanması, toplum yararının korunması ve mahalli ihtiyaçların gereği gibi
karşılanması amacıyla, kanunda belirtilen esas ve usuller dairesinde idari
vesayet yetkisine sahiptir…”
hükmüne yer verilmiştir.
5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun;
“Taşınır ve taşınmaz işlemleri “başlıklı 44’üncü maddesinde;
“Genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerince, taşınır ve taşınmaz
edinilmesi, yönetilmesi, trampası, elden çıkarılması, ecrimisilin tahsil ve
takibinde izlenecek yöntem, Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerin
yönetimi ve korunması, işgalli malların tahliyesi gibi hususlar ilgili
kanunlarında düzenlenir. Bu malların kaydı ile taşınırların muhafazası, kullanımı,
mal yönetim hesabının verilmesi ve mal yönetimsorumlularıyla bunlar adına görev
yapacak olanların belirlenmesine ilişkin usûl ve esaslar, Maliye Bakanlığınca
hazırlanacak ve Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılacak yönetmeliklerle
belirlenir….”,
“Taşınır ve taşınmaz edinme”başlıklı 45’nci maddesinde;
“Genel yönetim kapsamındaki kamu idareleri, kamu hizmetlerinin
zorunlu kıldığı durumlarda gereken nicelikte ve nitelikte taşınır ve
taşınmazları, yurt içinde veya yurt dışında, bedellerini peşin veya taksitle
ödeyerek veya finansal kiralama suretiyle edinebilirler. Kamu idareleri,
taşınmaz satın alma veya kamulaştırma işlemlerini yetki devri yoluyla bir başka
kamu idaresi eliyle yürütebilir. Genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerinin
edindiği taşınmazlar Hazine adına, diğer kamu idarelerine ait taşınmazlar ise
tüzel kişilikleri adına tapu sicilinde tescil olunur. Hazine adına tescil
edilen taşınmazlar Maliye Bakanlığı tarafından yönetilir. Bu tescil işlemleri,
adına tescil yapılan idarenin taşınmazın bulunduğu yerdeki ilgili birimine
bildirilir.,,,
Kamu idareleri, ihtiyaç fazlası taşınırları ile görmekle yükümlü
olduğu kamu hizmetlerinde kullanılacağına ve amacına uygun kullanılmaması
halinde geri alınacağına dair tapu kütüğüne şerh konulması kaydıyla
taşınmazlarını diğer kamu idarelerine bedelsiz olarak devredebilir.
Devredilmeyecek taşınır ve taşınmazlar ile devir ve kayıt işlemlerine ilişkin
usul ve esaslar Maliye Bakanlığınca belirlenir.
Kamu idareleri arasındaki taşınmazların mülkiyetine ilişkin
uyuşmazlıklar, görevli mahkemelerce çözümlenir.
“Taşınır ve taşınmaz mal satışı” başlıklı 46’ncı maddesinde;
“Genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerinin her türlü taşınır ve
taşınmazlarının satışına Maliye Bakanlığı yetkilidir. Satış bedelleri genel bütçeye
gelir kaydedilir. Diğer kamu idarelerine ait taşınır ve taşınmazların elden
çıkarılması özel kanunlarında belirtilen yetkili organlarının kararıyla
mümkündür. Merkezî yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin taşınmazlarından
değeri her yıl merkezî yönetim bütçe kanununda belirtilen sınırın üzerinde
olanlar, Bakanlar Kurulu kararıyla satılır.”
“Taşınmaz mal tahsisi” başlıklı 47’ncı maddesinde
“Kamu idareleri, kanunlarında belirtilen kamu hizmetlerini yerine
getirebilmek için mülkiyetlerindeki taşınmazlarla Devletin hüküm ve tasarrufu
altındaki yerleri, birbirlerine ve köy tüzel kişiliklerine bedelsiz olarak
tahsis edebilirler. Tahsis edilen taşınmaz, amaç dışı kullanılamaz. Hazinenin
özel mülkiyetindeki taşınmazlarla Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerleri
tahsis etmeye, kamu ihtiyaçları için gerekli olmayanların tahsisini kaldırmaya
Maliye Bakanlığı; diğer taşınmazları tahsis etmeye ve tahsisini kaldırmaya ise
maliki kamu idaresi yetkilidir. Bu maddenin uygulanmasına ilişkin esas ve
usûller Maliye Bakanlığınca çıkarılacak yönetmelikle belirlenir.
Kanunlardaki özel hükümler saklıdır.”
hükmü yer almaktadır.
5018 sayılı Kanun’un 45. maddesinin birinci fıkrasına göre, “Hazine
dışındaki kamu idarelerinin mülkiyetinde bulunan taşınmazlar”, genel bütçe
kapsamı dışındaki kamu idarelerine ait taşınmazlardır. Bunlar ilgili kamu
idaresinin tüzel kişiliği adına tapu sicilinde tescil olunurlar. Genel bütçe
dışındaki idarelerin başında “mahallî idareler” gelmektedir. Genel bütçe
dışındaki diğer kamu idareleri olan “özel bütçeli idareler”, “düzenleyici ve
denetleyici kurumlar” ve “sosyal güvenlik kurumları” ise 5018 sayılı Kamu Mali
Yönetimi ve Kontrol Kanun’a bağlı (II), (III) ve (IV) sayılı cetvellerde tek
tek gösterilmiştir.
Anayasa’nın 123’üncü maddesinde, idarenin kuruluş ve görevleriyle bir
bütün olduğu ve kanunla düzenleneceği öngörüldükten sonra, idarenin kuruluş ve
görevlerinin, merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayandığı hükme
bağlanarak, kamu tüzel kişiliğinin, ancak kanunla veya kanunun açıkça verdiği
yetkiye dayanılarak kurulacağı belirtilmiştir. İdarenin kuruluş ve görevleriyle
bir bütün olduğu ilkesiyle, idarenin yerine getirdiği çeşitli görevlerle bu
görevleri yerine getiren kurumlar arasında birlik sağlanması ve idari yapı içinde
yer alan kurumların bir bütünlük içerisinde çalışması öngörülmüştür.
Anayasa’da mahallî idarelere idari ve mali özerklik tanınmış olmasına
karşın merkezi yönetime, yerinden yönetim kuruluşlarını denetleme yetkisi
verilmiş ve bu yetki idari vesayet olarak somutlaştırılmıştır.
Anayasa’nın 127. maddesinin beşinci fıkrasına göre idari vesayet;
merkezî idarenin, mahallî idareler üzerinde, mahallî hizmetlerin idarenin
bütünlüğü ilkesine uygun şekilde yürütülmesi, kamu görevlerinde birliğin
sağlanması, toplum yararının korunması ve mahallî ihtiyaçların gereği gibi
karşılanması amacıyla, kanunda belirtilen esas ve usuller dairesinde sahip
olduğu yetkidir.
Belirtilen yetki, hukuka uygunluk denetiminin yanında yerindelik
denetimini içerir şekilde düzenlenebilir. Vesayet makamınca, işlemler üzerinde
iptal, onama, erteleme, izin, tekrar görüşülmesini isteme, düzeltme gibi
çeşitli denetim usulleri uygulanmaktadır.
Anayasa’da merkezî idare- mahallî idare ayrımının yapılması, mahallî
idarelerin organlarının seçimle göreve gelmesinin öngörülmesi, seçimlerinin
süreli olması, kararlarını kendi organları eliyle alması ve uygulatması,
kendilerine özgü bütçelerinin bulunması gibi yetki ve ayrıcalıklar tanınmış
olması, bu idarelerin özerkliklerinin somutlaşmış hâlidir. Torba yasa maddesine
eklenen bir fıkra hükmü ile bu idarelerin kullanım ve mülkiyetinde bulunan kamu
konutlarının (lojmanların) “ekonomiye kazandırılma” saiki ile satış vb. gibi
bir işleme tabi tutulmak istenilmesi, idari ve mali özerklik kavramları açısından
sakıncalıdır.
Nitekim Anayasa Mahkemesinin geçmiş kararlarında da, Anayasa’nın 127.
maddesi uyarınca mahallî idarelerin idari ve mali özerkliklerinin bulunduğu
vurgulanmıştır. İdari özerklik icrai karar alma yetkisini de içermektedir.
Merkezî idarenin bu kuruluşlar üzerindeki vesayet yetkisi yerindelik ve
hukukilik denetimleriyle sınırlı olup vesayet, yerinden yönetim kuruluşları
yerine geçerek icrai karar alma yetkisini içermez.
Genel olarak mahallî idareler dâhil Hazine dışındaki kamu idarelerine
ait taşınmazların devir ve tahsislerinin nasıl yapılacağı 5018 sayılı Kanun’da
düzenlenmiştir. Anılan Kanun’un 47. maddesinin ikinci fıkrasında, söz konusu
taşınmazları tahsis etmeye ve tahsisini kaldırmaya, maliki kamu idaresi; 46.
maddesinin birinci fıkrasında ise genel bütçe kapsamı dışındaki kamu
idarelerinin her türlü taşınır ve taşınmazlarını, elden çıkarmaya, özel
kanunlarında belirtilen organları yetkili kılınmıştır.
İptali istenilen fıkrada yer alan düzenleme ile Savunma, güvenlik,
adalet ve istihbarat hizmetlerini yürüten personel tarafından kullanılanlar
hariç olmak üzere, genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin, döner
sermayelerin, fonların, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları hariç özel
kanunla kurulmuş diğer kamu idarelerinin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve
bunların bağlı ortaklıkları ile müesseselerinin ve sermayesinin yüzde
ellisinden fazlası kamuya ait diğer ortaklıklar ve şirketlerin mülkiyetinde
veya tasarrufunda bulunan kamu konutlarının ekonomiye kazandırılması konusuna
ilişkin her türlü iş ve işlemin yürütülmesinde mahalli idarelere ait konutlar
için ilgili idareler, diğerleri için Maliye Bakanlığı yetkili kılınmaktadır.
Bu düzenleme, savunma, güvenlik, adalet ve istihbarat hizmetleri
haricinde genel bütçeli idarelerin, özel ve özerk bütçeli idareler ve
kuruluşların, sosyal güvenlik kurumlarının, düzenleyici ve denetleyici kurumlar
gibi bağlı, ilgili, ilişikli tüm kamu kurum ve kuruluşlarının, döner
sermayelerin, fonların, mahalli idarelerin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve
bunların bağlı ortaklıkları ile müesseselerinin ve sermayesinin yüzde
ellisinden fazlası kamuya ait diğer ortaklıklar ve şirketlerinin mülkiyetinde
veya tasarrufunda bulunan kamu konutlarını kapsamaktadır. Böylesi bir düzenleme
öncelikle mahalli idarelere ait olanlarla ilgili işlemlerin mahalli idarelerce
yürütülmesi belirlemesine karşın Anayasa’nın 127. maddesinde yer alan mahallî
idarelerin özerkliği ilkesi ile bağdaşmamaktadır.
Anayasa Mahkemesinin kimi kararlarında ifade edildiği üzere, Anayasa’nın
127. maddesi, hizmet yerinden yönetim kuruluşlarını kapsamamaktadır. Hizmet
yerinden yönetim kuruluşları, Anayasa’nın 123. maddesine dayanılarak kamu tüzel
kişiliği biçiminde kurulmaktadır. Kamu tüzel kişiliğini haiz olunması, idari ve
mali özekliğe sahip olmayı zorunlu kılmaktadır. Zira tüzel kişilik, özünde,
merkezî idareden bağımsız karar alabilmeyi gerektirmektedir. Ancak Anayasa’da,
yer yerinden yönetim kuruluşları olan mahallî idarelerden farklı olarak hizmet
yerinden yönetim kuruluşlarının idari ve mali özerkliğinin ölçüsüyle ilgili
herhangi bir hükme yer verilmemiştir. Bu nedenle, hizmet yerinden yönetim
kuruluşlarına tanınacak özerkliğin derecesinin tayin edilmesi kanun koyucunun
takdirindedir.
Ancak, bir kurumun özel kanununda idari ve mali özerkliğe sahip
olduğu kurala bağlanmış ve buna uygun olarak kendisine kimi kamu hizmetlerini
yapma görevi verilmiş olmasına rağmen, başka bir kanunla bu idari ve mali
özerklikle bağdaşmayacak şekilde o kurumun mülkiyet ve kullanımında olan ve
çalışanlarına tahsis etmiş bulunduğu kamu konutunun (lojmanının) hiçbir
sınırlama olmaksızın, kamu hizmetine fiilen tahsis edilip edilmediğine
bakılmaksızın, idarenin kararı ve uygun görüşü aranmaksızın, yasal herhangi
sınırlama ve belirlemeye tabi olmaksızın “ekonomiye kazandırılma” amacıyla bu
konuya ilişkin her türlü iş ve işlemin Maliye Bakanlığınca yürütüleceğinden
bahisle adı geçen Bakanlığın insiyatifine bırakılması, kamu hizmetlerinin
yerine getirilmesinde aksamaya neden olabilecektir.
Bu durum, Anayasa’nın 123. maddesinde yer alan ve idarenin yerine
getirdiği çeşitli görevlerle bu görevleri yerine getiren kurumlar arasında
birlik sağlanmasını ve idari yapı içinde yer alan kurumların bir bütünlük
içerisinde ahenkle çalışmasını gerektiren idarenin kuruluş ve görevleriyle bir
bütün olduğu ilkesiyle bağdaşmamakta, Anayasa’nın 123. ve 127’nci maddelerine
de aykırı bulunmaktadır.
Yukarıda ayrıntılı açıklandığı üzere 7061 sayılı “Bazı Vergi
Kanunları ile Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 58.
maddesi ile 29/6/2001 tarihli ve 4706 sayılı Hazineye Ait Taşınmaz Malların
Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanunun 4 üncü maddesine eklenen 1. fıkra hükmü Anayasa’nın 2., 6.,
7., 8., 123, ve 127’inci maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
3) 7061 sayılı “Bazı Vergi Kanunları ile Diğer Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 28.03.22002 tarih ve 4749 sayılı Kamu
Finansmanı ve Borç Yönetiminin düzenlenmesine ilişkin Kanununa geçici 29.
maddeyi ekleyen 71. maddesinin Anayasaya aykırılığı.
7061 sayılı Kanun”un 71. maddesi ile 4749 sayılı Kanuna aşağıdaki
geçici madde eklenmiştir.
“GEÇİCİ MADDE 29- 5 inci maddede düzenlenen net borç kullanımı tutarı
2017 yılı için, 1/1/2017 tarihinden geçerli olmak üzere, Bakan ve
Bakanlar Kurulu tarafından artırılan net borç kullanım tutarına otuz yedi
milyar Türk lirası ilave edilerek uygulanır.”
hükmünü
içermektedir.
Söz konusu
maddenin gerekçesinde;
“2017 yılında büyümenin
desteklenmesi amacıyla geçici olarak yürürlüğe konulan teşviklerin finansmanı,
orta vadeli programda öngörülenin üzerinde gerçekleşen kur artışının borç
servisini artırması ve Hazinenin ihtiyacı nedeniyle 4749 sayılı Kamu Finansmanı
ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanuna eklenen geçici madde ile, 2017
Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu ile belirlenen net borçlanma limitinin
yükseltilmesi hedeflenmektedir.”
açıklamasına yer
verilmiştir.
Kanunun bu
maddesinde yer alan hükümle 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında
Kanuna eklenen geçici madde ile, 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu ile
belirlenen net borçlanma limiti yükseltilmektedir.
6767 sayılı 2017
Yılı Merkezi Bütçe Kanununun bütçede gider,gelir ve borçlanma limitleri ile
ilgili 1., 2. ve 3. maddesi hükümleri aşağıdaki gibidir.
“Gider
MADDE 1- (1)
Bu Kanuna bağlı (A) işaretli cetvellerde gösterildiği üzere, 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve
Kontrol Kanununa ekli;
a)
(I) sayılı cetvelde yer alan genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerine
634.176.488.900 Türk lirası,
b)
(II) sayılı cetvelde yer alan özel bütçeli idarelere 79.433.539.000 Türk
lirası,
c)
(III) sayılı cetvelde yer alan düzenleyici ve denetleyici kurumlara
4.216.853.000 Türk lirası,
ödenek verilmiştir.
Gelir
ve finansman
MADDE
2- (1) Gelirler: Bu Kanuna bağlı (B) işaretli cetvellerde gösterildiği
üzere, 5018 sayılı Kanuna ekli;
a)
(I) sayılı cetvelde yer alan genel bütçenin gelirleri 586.696.152.000 Türk
lirası,
b)
(II) sayılı cetvelde yer alan özel bütçeli idarelerin gelirleri 9.777.075.350
Türk lirası öz gelir, 70.286.212.900 Türk lirası Hazine yardımı olmak üzere
toplam 80.063.288.250 Türk lirası,
c)
(III) sayılı cetvelde yer alan düzenleyici ve denetleyici kurumların gelirleri
4.186.853.000 Türk lirası öz gelir, 30.000.000 Türk lirası Hazine yardımı olmak
üzere toplam 4.216.853.000 Türk lirası,
olarak tahmin edilmiştir.
(2)
Finansman: Bu Kanuna bağlı (F) işaretli cetvellerde gösterildiği üzere, 5018
sayılı Kanuna ekli (II) sayılı cetvelde yer alan özel bütçeli idarelerin net
finansmanı 49.222.000 Türk lirası olarak tahmin edilmiştir.
Denge
MADDE
3- (1) 1 inci maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen
ödenekler toplamı ile 2 ncimaddenin birinci fıkrasının
(a) bendinde yer alan tahmini gelirler toplamı arasındaki fark, net borçlanma
ile karşılanır.”
Ülkenin
kalkınma hedeflerini dikkate alarak, piyasalarda güven ve istikrarı koruyarak
ve makro ekonomik dengeleri gözeterek, Devletin iç ve dış borçlanmasına, hibe
almasına, borç ve hibe vermesine, nakit yönetiminin maliye ve para politikaları
ile koordineli bir şekilde yürütülmesine, verilecek garantilerin, bu borçlanma
ve garantilerden doğan finansal alacaklar ile Devlet iç ve Devlet dış borcunun
etkin bir şekilde yönetimine ve izlenmesine, üstlenilen her türlü malî
yükümlülüğün geri ödenmesi ve ilgili bütçe hesaplarına kaydedilmesi ve
raporlanmasına ilişkin usul ve esasları düzenlemek amacıyla çıkarılmış bulunan
28.03.2002 tarih ve 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi
Hakkında Kanunun;
“Borçlanma, ikraz ve garanti limiti”ni düzenleyen 5.
Maddesi;
Madde 5- Malî
yıl içinde 1 inci Maddede belirtilen ilkeler ve malî sürdürülebilirlik de
dikkate alınarak yılı bütçe kanununda belirtilen başlangıç ödenekleri toplamı
ile tahmin edilen gelirler arasındaki fark miktarı kadar net borç kullanımı
yapılabilir.
Borçlanma limiti
değiştirilemez. Ancak borç yönetiminin ihtiyaçları ve gelişimi dikkate
alınarak, bu limit yıl içinde en fazla yüzde beş oranında artırılabilir. Bu
miktarın da yeterli olmadığı durumlarda, ilave yüzde beş oranında bir tutar,
ancak Müsteşarlığın görüşü ve Bakanın teklifi üzerine Bakanlar Kurulu kararı
ile artırılabilir. Bütçenin denk olması durumunda da borçlanma, anapara
ödemesinin en fazla yüzde beşine kadar artırılabilir. Vadesinde nakden
ödenenler hariç, çeşitli kanunlara dayanılarak ikrazen ihraç olunan özel tertip
Devlet iç borçlanma senetleri bu limitin hesaplanmasında dikkate alınmaz. Malî
yıl içerisinde ikrazen ihraç edilecek özel tertip Devlet iç borçlanma
senetlerinin limiti her yıl bütçe kanunlarıyla belirlenir.
Mali
yıl içinde sağlanacak garantili imkân ve dış borcun ikrazı limiti, yılı bütçe
kanunuyla belirlenir.”
hükmünü
içermektedir.
Söz konusu hükümlerden
de anlaşılacağı üzere, borçlanma limiti konusunda yıllık bütçe kanunu ve ilgili
4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanunla
yürütme organına verilen yetki; bütçenin gider ve gelir rakam ve tahminleri ile
ilişkilendirilmiştir. Bu durum 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin
Düzenlenmesi Hakkında Kanununun gerekçesinde de aşağıdaki şekilde yer
almaktadır.
“Malî yıl
içerisinde yapılacak net borçlanma tutarı bütçe kanunlarına göre belirlenir.
Madde ile bütçe kanunlarında belirtilen ödenekler toplamı ile tahmin edilen
gelirler arasındaki fark tutarı kadar net borçlanma limitinin yıl içerisinde en
fazla % 5 oranında artırılabileceği ve malî yıl içerisinde ortaya çıkabilecek
ihtiyaçlar çerçevesinde ek ödenek alınması koşuluyla özel tertip Devlet iç
borçlanma senedi ihracı hariç, bu limitin ek bütçe kanunlarıyla
değiştirilemeyeceği hükme bağlanmıştır. Ancak, özel tertip Devlet iç borçlanma
senedi ihracı için ek ödenek alınması ve doğal afetler ile ağır ekonomik kriz
halinde borçlanma limiti ek bütçe kanunuyla artırılabilecektir.
Öte yandan, malî
yıl içerisinde, ikrazen özel tertip Devlet iç borçlanma senedi ihracı, ilgili
yıl bütçe kanunlarında belirlenecek limitle sınırlandırılmış olup bu ihraçlar
net borçlanma limitinin dışında tutulmuştur.”
Bu
maddelere göre borçlanma limitinin 2017 yılı Merkezi Yönetim Bütçesi için ulaşacağı
tutar aşağıdaki tabloda görüldüğü gibi hesaplanmaktadır.
1
|
2017 yılı Merkezi YönetimBütçe
Kanununun1 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen
ödenekler toplamı
|
634.176.488.900,00 TL.
|
2
|
2017 yılı Merkezi Yönetim Bütçe
Kanununun 2 nci maddesinin birinci fıkrasının
(a) bendinde yer alan tahmini gelirler toplamı
|
586.696.152.000,00 TL.
|
3
|
Net borçlanma tutarı(alt limit)
(1-2)
|
47.480.336.900,00 TL.
|
4
|
Net borçlanma tutarı(Maliye
Bakanına verilen ilave yetki (+%5) ile ulaşılan tutar) (3+%5)
|
49.854.353.745,00 TL.
|
5
|
Net borçlanma tutarı üst limit
(Bakanlar Kurula verilen ilave yetki (+% 5) ile ulaşılan tutar) (3+%5)+(4)
|
52.228.370.590,00 TL.
|
4749 sayılı
Kanunda belirtilen ilave limit artırımları (% 5+%5) dikkate alındığında bu
tutar üst limit olarak; 52.228.370.590,00 TL’ye
ulaşmaktadır.
Yani Yürütme
organına (Bakana ve Bakanlar Kuruluna) 2017 yılı Merkezi Bütçe Kanunu ve diğer
ilgili 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında
Kanun ile tanınan üst borçlanma limiti 2017 yılı için
52.228.370.590,00 TL’dir.
Nitekim
07.10.2017 tarih ve 30203 sayılı Resmi Gazete yayımlanan 22.09.2017 tarih ve
2017/10841 sayılı Bakanlar Kururlu Kararının 1. maddesi ile; “Borç yönetiminin
ihtiyaçları ve gelişimi dikkate alınarak 2017 yılı için yüzde beş oranında
artırırlan net borçlanma limitinin ilave yüzde beş oranında artırırlması
kararlaştırılmıştır.
Kanunun bu
maddesiyle; 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi
Hakkında Kanununa geçici bir madde eklenerek söz konusu limit 01.01.2017
tarihinden itibaren geçerli olmak üzere 37.000.000.000,00 TL artırılarak
89.228.370.590,00 TL’ye çıkarılmaktadır.
Bu düzenleme ile
borçlanma limiti konusunda yıllık bütçe kanunu ve ilgili 4749 sayılı Kamu
Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanununla yürütme organına
verilen yetki; bütçenin gider ve gelir rakam ve tahminleri ile ilişkilendirmekten
çıkarılmaktadır.
Üstelik söz
konusu düzenlemede yer alan 01.01.2017 tarihinden itibaren geçerli olarak
uygulanabilir şeklindeki ibare bu konudaki limitlerin söz konusu geçici madde
hükmü yasalaşmadan yıl içerisinde aşılmış olabileceği konusunda ipuçları
vermektedir.
Söz konusu kanun
maddesinin Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmesi sırasında hükümet
temsilcisinin bu konuda kendisine yöneltilen eleştiri ve soruları;
“Yıl sonu
itibarıyla bakıyoruz ya ona biz, rakamlar yıl sonu itibarıyla. Yıl içinde
dalgalanma gösterebilir ama yıl sonu bakiyesi, son rakam…..Hayır ama kanundaki
tavan yıl sonu itibarıyla…”
diye yanıtlaması
bu konudaki kuşkulara haklılık payı kazandırmıştır.
Nitekim bazı
kamu kuruluşlarının aylık bültenlerindeki bazı rakamlar net borçlanma rakamının
bu kanun maddesi hükmü yasalaşmadan dahi bu tutarı aştığını göstermektedir.
Başbakanlık
Hazine Müsteşarlığı tarafından her ay yayımlanan Kamu Borç Yönetimi Raporunun
Kasım ayı ile ilgili bölümünde yer alan tablolardaki bilgilerden söz konusu
limitin aşılarak Ekim 2017 ayı sonu itibarıyla 54.866.000.000 TL.,
Kasım 2017 ayı sonu itibarıyla 61.900.000.000 TL. net iç borç kullanımı
gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır.
Yani yürütme organı kendisine 2017 yılı için tanınan 52.228.370.590,00
TL’lik borçlanma limitini söz konusu madde T.B.M.M.’de yasalaşmadan
aşmış bulunmaktadır.
2017 yılı
bütçesinde T.B.M.M. tarafından hükûmete verilen borçlanma yetkisi sınırı 52.228.370.590,00 TL’dir. Bu sınırın aşılmaması
gerekir. Ancak hükûmetin bütçe uygulaması sırasında ek ödeneğe ihtiyaç duyması,
bütçede ön görmediği harcamaları karşılamak üzere yeniden finansman sağlamak
üzere borçlanmayla bu finansmanını sağlayacağını belirtmesi, böylece de ilave borçlanma
yetkisi alması çok doğal bir olaydır.
5018 sayılı Kamu
Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununun “ Merkezi Yönetim Bütçesinin Görüşülmesi”
başlıklı 19. maddesinde de; bazı koşulların varlığı halinde karşılığı gelir
gösterilmek kaydıyla, kanunla ek bütçe yapılabileceğine dair hükme yer verilmiş
bulunmaktadır.
Bu nedenle söz
konusu düzenlemenin aslında TBMM’nde “Ek Bütçe” tasarısı yöntemiyle yapılması gerekmektedir.
Ayrıca bu konunun “Ek bütçe” tasarısı ile düzenlenmesi aynı zamanda anayasal
bir zorunluluktur. İlave borçlanma yetkisinin ek bütçe yasası ile alınmaması
T.B.M.M.’nin elinden bütçe hakkının alınması anlamına gelmektedir.
Anayasa, siyasal
iktidarın yapısını, işleyişini, siyasal kurumların statülerini, görev ve
yetkilerini belirleyen, vatandaşların hak ve özgürlüklerini tespit eden ve
bunların hukuki güvencelerini içeren bir “Toplum Sözleşmesidir. Kişilerin hak
ve özgürlüklerinin güvence altına alınabilmesi için yasama ve yürütme
organlarının yetkilerinin sınırlanması ihtiyacı sadece temel hak ve özgürlükler
alanında değil, kamu harcamalarına ilişkin düzenlemeler alanında da gerekli
olup, bu bağlamda çeşitli kurallar anayasalarda yer alır. Demokrasilerde kamu
harcamalarının büyüklüğü ve kapsamı ile bu harcamaların yapılabilmesi için
vatandaşlara getirilecek yükümlülüklere halk karar verir ki buna “Bütçe Hakkı” denilmektedir.
Halk sahip olduğu ve sahip olmak üzere yüzyıllarca mücadele ettiği “Bütçe Hakkı”nı
seçtiği temsilcileri aracılığıyla kullanır.
Kamu kaynağının
elde edilmesi ve kullanım meşruiyeti, parlamentoların varlık sebebiyle özdeş
tutulan ulusal egemenliğin bütçe hakkına dayanır. Bütçe hakkı, dünya tarihinde
demokrasi için vazgeçilmez bir kurum olarak çetin mücadelelerin ürünüdür.
Öncelikle vergi toplanması temsil yeteneği sınırlı çevrelerin iznine tabi
tutulmuştur. Daha sonra harcamaların yapılması temsil yeteneği kısmen güçlenen
zeminlerce izne tabi kılınmış ve nihayet gelir ve harcamaların birlikte bütçe
olarak her yıl için izin ve onaya tabi tutulması ve gerçekleşmelerin denetimi
suretiyle bütçe hakkı bugünkü çehresine kavuşmuştur. 19-20. yüzyılın ilk
yarısında bütçe hakkı hem birçok bütçe ilkesinin (önceden izin ilkesi, yıllık
olma ilkesi, bütçe birliği ilkesi, genellik ilkesi, gelir ve giderlerin
gayrisafiliği ilkesi) oluşması ve yerleşmesiyle güçlenmiş, hem de tedrici
olarak diğer devletlerce de bütçe hakkı benimsenen evrensel bir değer haline
gelmiştir. Her ülke, kendi tarihsel koşulları içinde bütçe hakkının
kurumsallaşma sürecine farklı bir uyarlanma deneyimi yaşamıştır.
Çağdaş
demokrasilerde hükümetler politika önceliklerini amaç ve hedefler seti,
kaynak-harcama yapısı, uygulama adımları ve benzeri açılardan ortaya koyarak
Parlamentoya sunarlar ve Parlamentodan izin/onay isterler. İlgili dönemin
sonunda Milletin Meclisince döneme ilişkin gerçekleşmeler ve yürütülen
faaliyetler, bütçenin amaç ve hedeflerine ulaşma derecesi açısından
değerlendirilir. Böylece, hükümetin performansı; bütçenin amaç ve hedefleri ile
gerçekleşmeler arasındaki açıklık ve meydana gelen sapmalar üzerinden müzakere
edilir ve hesap verme sorumluluğu çerçevesinde hükümetten hesap sorulur.
Ülkemizde 1982
Anayasası’nın 87, 160, 161, 162, 163 ve 164. maddelerinde Bütçe Hakkı çeşitli
yönleri ile hüküm altına alınmıştır. Bu anayasal normlar, 5018 sayılı Kamu Mali
Yönetimi ve Kontrol Kanunu ve 6085 sayılı Sayıştay Kanunu gibi kod
düzenlemelerle somut ve uygulanabilir kılınmıştır. Bütçe hakkı, vergi ve
benzeri gelirlerle kamu harcamalarının çeşit ve miktarını belirleme ve onaylama
hakkıdır. Bu hak, demokratik parlamenter yönetim sistemini benimsemiş olan
ülkelerde, halk tarafından seçilen temsilcilerden oluşan ve en yetkili organ
olan yasama organına ait bulunmaktadır. Anayasa’nın 87., 160., 161., 162., 163
ve 164. maddelerine göre bütçe hakkı TBMM’nindir. Bütçe, hükümetin
Meclise karşı temel sorumluluk mekanizmasıdır
5018 sayılı
Kanun, benzer dünya örneklerinde olduğu gibi bütçe hakkının kullanılmasında
TBMM’nin konumunu güçlendirmiş, getirdiği yeni mali yönetim sistemi
düzenlemeleri ile Bütçe Hakkının daha etkin kullanımının alt yapısını oluşturmuştur.
5018 sayılı Kanunun amacı, katılımcılığı esas alan; hukuka uygun,
verimli, etkili ve tutumlu çalışan; mali saydamlık ile yönetsel ve siyasal
hesap verebilirliğe dayanan; saydamlık ve hesap verebilirliğin sağlanması için
yetkileri kamu idarelerine devreden ve TBMM’nin “bütçe hakkı”na güvence
oluşturan bir kamu mali yönetimi kurmaktır
Kamu idarelerinin bütçeleri, kalkınma planı – stratejik plan - orta
vadeli program ve orta vadeli mali plan – performans programı (ve performans
programında yer alan performans hedefi/göstergesi) - bütçe gibi birbirine bağlı
ve birbirini tamamlayan ve yukarıdan aşağıya hiyerarşik bir yapı oluşturan
bütünsel bir süreç olarak tasarlanmıştır.
Verimli, etkili, ekonomik ve mevzuata uygun çalışan bir kamu mali
yönetiminin kurulması ile kamu idarelerinin hesap verebilirliğinin
sağlanmasının, kamu idarelerinin bütçe ödenek tahsislerinin stratejik plan ve
performans programlarına dayandırılmasını, faaliyet ve projelere tahsis edilen
ödeneklerin performans göstergelerine bağlanmasını, stratejik plan ile
performans programında yer almayan ve performans göstergesine bağlanmayan
alanlara harcama yapılmamasını gerektirmesi nedenleriyle, 1050 sayılı Kanunun
Maliye Bakanına/Bakanlığına verdiği yetkilere 5018 sayılı Kanunla son verilmiş;
23. maddesinde, “bütçe kanununda belirtilen hizmet ve amaçları gerçekleştirmek,
ödenek yetersizliğini gidermek veya bütçelerde öngörülmeyen hizmetler için”
Maliye Bakanlığı bütçesine konulacak “Yedek Ödenek” miktarı, genel bütçe
ödeneklerinin yüzde ikisi ile sınırlandırılmış ve bir yandan 5. maddesinin (d)
bendinde, kamu malî yönetiminin Türkiye Büyük Millet Meclisinin bütçe hakkına
uygun şekilde yürütüleceği kamu mali yönetiminin temel ilkeleri arasında
sayılırken, diğer yandan 19. maddesinin son fıkrasında merkezi yönetim
kapsamındaki kamu idarelerinin bütçelerindeki ödeneklerin yetersiz kalması
halinde veya öngörülemeyen hizmetlerin yerine getirilmesi amacıyla, karşılığı
gelir gösterilmek şartıyla ek bütçe yapılacağı kurallaştırılarak TBMM’nin “bütçe
hakkı” güvence altına alınmıştır.
Anayasa’nın 2. maddesindeki hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka
uygun olan, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren,
Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına
egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayıp yargı
denetimine açık olan devlettir. Kanunların kamu yararının sağlanması amacına
yönelik olması, genel, objektif, adil kurallar içermesi ve hakkaniyet
ölçütlerini gözetmesi hukuk devleti olmanın gereğidir. Bir kuralın kamu yararı
dışında saklı bir amacı gerçekleştirmek amacıyla konulduğu ve keyfiliği teşvik
ettiği durumlarda yetki saptırması durumu ve giderek kuralın amaç açısından
sakatlığı ortaya çıkar. Demokratik devlet ilkesi ise tüm kamusal faaliyet, iş
ve işlemlerde, saydamlığı ve hesap verebilirliği gerektirir.
6761 sayılı 2017 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu ve diğer ilgili 4749
sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanunun 5.
maddesi hükmü gereğince T.B.M.M. tarafından hükûmete verilen borçlanma yetkisi
sınırı 52.228.370.590,00 TL olmasına karşın;
ihtiyaç duyulan ilave borçlanma miktarı ile ilgili olarak “Ek Bütçe” Kanunu
çıkarılarak Türkiye Büyük Millet Meclisinden usulüne uygun olarak ilave
borçlanma yetkisi alınmadan, iptali istenilen madde hükmü ile 4749 sayılı Kamu
Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanununa geçici bir madde
eklenmek suretiyle söz konusu borçlanma limitinin 01.01.2017 tarihinden
itibaren geçerli olmak üzere 37.000.000.000,00 TL artırılarak 89.228.370.590,00
TL’ye çıkarılması, bütçe disiplininden kaçmayı, harcamalarda keyfiliği teşvik
etmeyi öngördüğünden Anayasa’nın 2. maddesindeki hukuk devleti ilkesine;
saydamlığı ve hesap verebilirliği önlemeyi amaçladığından Anayasa’nın 2.
maddesindeki demokratik devlet ilkesine aykırıdır.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkileri Anayasa’nın 87.
maddesinde, “Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkileri, kanun koymak,
değiştirmek ve kaldırmak; Bakanlar Kurulunu ve bakanları denetlemek; Bakanlar
Kuruluna belli konularda kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi vermek; bütçe
ve kesinhesap kanun tasarılarını görüşmek ve kabul etmek; para basılmasına ve
savaş ilânına karar vermek; milletlerarası andlaşmaların onaylanmasını uygun
bulmak, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının beşte üç çoğunluğunun
kararı ile genel ve özel af ilânına karar vermek ve Anayasanın diğer maddelerinde
öngörülen yetkileri kullanmak ve görevleri yerine getirmektir.” şeklinde ifade
edilmiştir.
Anayasa’nın 87. maddesinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin görev ve
yetkileri arasında “kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak” yanında “bütçe
kanun tasarılarını görüşmek ve kabul etmek” görev ve yetkisine de ayrıca yer
verilmiştir.
Yasama organının,
halk adına kamu gelirlerini toplama ve yine halk adına bu gelirleri harcama
konusunda yürütme organına sınırları belirleyerek yetki vermesi ve sonuçlarını
denetlemesine bütçe hakkı denilmektedir. “Bütçe hakkı”, vergi ve benzeri
gelirlerle kamu harcamalarının çeşit ve miktarını belirleme ve onaylama
hakkıdır. Bu hak, halk tarafından seçilen temsilcilerden oluşan yasama organına
aittir. Bütçe, hükümetin Meclis’e karşı temel sorumluluk mekanizmasıdır.
Meclis, bütçe ile hükümete gelir toplama ve gider yapma yetkisi vermekte,
bütçede yıllık gelir ve giderleri arasında fark bulunması halinde bu farkın ne
kadarının borçlanma yöntemiyle karşılanacağı hususunu da belirlemekte, bu
yetkinin uygun kullanılmasını da bütçe sürecinin bir parçası olan kesin hesap
kanunu ile denetlemektedir.
Anayasa Mahkemesi’nin
çeşitli kararlarında da belirtildiği üzere, “Yasama organının, halk adına kamu
gelirlerini toplama ve yine halk adına bu gelirleri harcama konusunda yürütme
organına sınırlarını belirleyerek yetki vermesi ve sonuçlarını denetlemesine
bütçe hakkı denilmektedir. (…) Bu hak, demokratik parlamenter yönetim sistemini
benimsemiş olan ülkelerde, halk tarafından seçilen temsilcilerden oluşan ve en
yetkili organ olan yasama organına ait bulunmaktadır. (…) Bütçe yapısının
fonksiyonunu ifa edebilmesi, temel bütçe ilkelerine uyulması ile mümkün
olmaktadır. Bütçe ilkeleri; bütçenin hazırlanması, görüşülüp onaylanması,
uygulanması ve denetlenmesi ile ilgili olarak göz önünde bulundurulması gereken
kuralları ifade eder. Bu ilkeler, devlet bütçelerinin temel özellikleri ve
amaçlarının gerçekleşmesi için uygulanması zorunlu olan ulusal ve uluslararası
alanda kabul görmüş klasik maliye biliminin ilkeleridir.” (Bkz. Anayasa
Mahkemesi’nin 30.12.2010 günlü ve E.2008/84, K.2010/121 sayılı ve 27.12.2012
günlü ve E.2012/102, K.2012/207 sayılı kararları).
Bu itibarla, 2017
yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu ve diğer ilgili 4749 sayılı Kanunun 5. maddesi
hükmü gereğince T.B.M.M. tarafından hükûmete verilen borçlanma yetkisi sınırı 52.228.370.590,00 TL olmasına karşın; ihtiyaç
duyulan ilave borçlanma miktarı ile ilgili olarak “Ek Bütçe” Kanunu çıkarılarak
Türkiye Büyük Millet Meclisinden usulüne uygun olarak ilave borçlanma yetkisi
alınmadan, iptali istenilen madde hükmü ile 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç
Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanununa geçici bir madde eklenmek suretiyle
yapılması, söz konusu borçlanma limitinin 01.01.2017 tarihinden itibaren
geçerli olmak üzere 37.000.000.000,00 TL artırılarak 89.228.370.590,00 TL’ye
çıkarılması, temsili (parlamenter) demokrasinin temel öncülleriyle bağdaşmadığı
T.B.M.M.’ye ait olan “Bütçe hakkı” gibi temel bir Devlet yetkisininin
kullanımını ortadan kaldırdığı için Anayasa’nın 87. maddesine aykırıdır.
Anayasanın “Bütçenin
Hazırlanması ve uygulanması” başlıklı 161. Maddesi;
Madde 161- Devletin ve kamu
iktisadi teşebbüsleri dışındaki kamu tüzel kişilerinin harcamaları, yıllık
bütçelerle yapılır.
Malî yıl
başlangıcı ile merkezi yönetim bütçesinin hazırlanması, uygulanması ve kontrolü
kanunla düzenlenir.
Kanun, kalkınma
planları ile ilgili yatırımlar veya bir yıldan fazla sürecek iş ve hizmetler
için özel süre ve usuller koyabilir.
Bütçe kanununa, bütçe ile ilgili hükümler dışında
hiçbir hüküm konulamaz.”
hükmünü içermektedir.
Anayasanın “Bütçelerde
değişiklik yapılabilme esasları” başlıklı 163. maddesi ise;
Madde 163- Merkezî yönetim
bütçesiyle verilen ödenek, harcanabilecek miktarın sınırını gösterir.
Harcanabilecek miktar sınırının Bakanlar Kurulu kararıyla aşılabileceğine dair
bütçelere hüküm konulamaz. Bakanlar Kuruluna kanun hükmünde kararname ile
bütçe/de değişiklik yapmak yetkisi verilemez. Cari yıl bütçesindeki ödenek
artışını öngören değişiklik tasarılarında ve cari ve ileriki yıl bütçelerine
mali yük getirecek nitelikteki kanun tasarı ve tekliflerinde, belirtilen
giderleri karşılayabilecek mali kaynak gösterilmesi zorunludur.”
hükmünü
taşımaktadır.
Anayasa’nın
bütçenin hazırlanması, uygulanması ve kontrolüne ilişkin göndermede bulunduğu
kanun, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’dur. 5018 sayılı Kanun
bütçe ile ilgili kanun değil, bütçenin hazırlanma, uygulanma ve kontrolünün de
tabi olduğu kanundur. Dolayısı ile bütçenin hazırlanması, uygulanması ve
kontrolünün 5018 sayılı Kanuna uygun olması, Anayasal bir zorunluluktur.
5018 sayılı Kamu
Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununun “ Merkezi Yönetim Bütçesinin Görüşülmesi”
başlıklı 19. Maddesi ise;
Madde 19- Türkiye Büyük Millet
Meclisi, merkezî yönetim bütçe kanun tasarısının metnini maddeler, gider ve
gelir cetvellerini kamu idareleri itibarıyla görüşür ve bölümler halinde oylar.
Merkezî yönetim bütçe kanunu malî yıl başından önce Resmî Gazetede yayımlanır.
Kamu yatırım
programı, merkezî yönetim bütçe kanununa uygun olarak Devlet Planlama Teşkilatı
Müsteşarlığı tarafından hazırlanır ve anılan Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren on beş gün içinde Bakanlar Kurulu kararıyla Resmî Gazetede yayımlanır.
Zorunlu nedenlerle
merkezî yönetim bütçe kanununun süresinde yürürlüğe konulamaması halinde,
geçici bütçe kanunu çıkarılır. Geçici bütçe ödenekleri, bir önceki yıl bütçe
başlangıç ödeneklerinin belirli bir oranı esas alınarak belirlenir. Geçici
bütçe uygulaması altı ayı geçemez. Cari yıl bütçesinin yürürlüğe girmesiyle
geçici bütçe uygulaması sona erer ve o tarihe kadar yapılan harcamalar ve
girişilen yüklenmeler ile tahsil olunan gelirler cari yıl bütçesine dahil
edilir.
Merkezî yönetim
kapsamındaki kamu idarelerinin bütçelerindeki ödeneklerin yetersiz kalması
halinde veya öngörülmeyen hizmetlerin yerine getirilmesi amacıyla, karşılığı
gelir gösterilmek kaydıyla, kanunla ek bütçe yapılabilir.”
hükmünü taşımaktadır.
2017 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu ve diğer ilgili 4749 sayılı
Kanunun 5. maddesi hükmü gereğince T.B.M.M. tarafından hükûmete verilen
borçlanma yetkisi sınırı 52.228.370.590,00 TL olmasına
karşın; ihtiyaç duyulan ilave borçlanma miktarı ile ilgili olarak “Ek Bütçe”
Kanunu yürürlüğe konularak Türkiye Büyük Millet Meclisinden usulüne uygun
olarak ilave borçlanma yetkisi alınmaması; borçlanma limitinin 4749 sayılı
Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanununa geçici bir
madde eklenmek suretiyle 01.01.2017 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere
37.000.000.000,00 TL artırılarak 89.228.370.590,00 TL’ye çıkarılması, Anayasanın
161 ve 163. Maddesi hükümlerine de aykırı bulunmaktadır.
Yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, 7061 sayılı “Bazı Vergi
Kanunları ile Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un
28.03.22002 tarih ve 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin
düzenlenmesine ilişkin Kanununa geçici 29. maddeyi ekleyen 71. maddesinin,
Anayasa’nın 2., 87., 161. ve 163. maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
III. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ
1. 7061 sayılı “Bazı Vergi Kanunları ile Diğer Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 04.06.1985 tarih ve 3213 sayılı Maden
Kanununun 9’uncu maddesine üç fıkra ilave eden 47. maddesi
1.1. Kamu yararı ilkesini gözetmediği ve hukuk devletinin bir gereği
olan belirlilik ilkesi ile bağdaşmadığı için Anayasa’nın 2. maddesindeki hukuk
devleti ilkesine,
1.2. Sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı sağlamadığı için Anayasa’nın
5. ve 56. maddelerine,
1.3. Bakımı ve yeniden yetiştirilmesi için gerekli mali kaynakları da
azaltıp orman alanlarının daralmasına neden olacağı için Anayasa’nın 169. maddesine,
aykırı bulunmaktadır.
2. 7061 sayılı “Bazı Vergi Kanunları ile Diğer Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 58’inci maddesiyle 29/6/2001 tarihli ve
4706 sayılı Hazineye Ait Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer
Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 4 üncü maddesine
eklenen 1. fıkrası;
2.1. Belirlilik ve öngörülebilirlik özellikleri taşımayan ve dolayısı
ile hukuki güvenlik sağlamayan kurallar içermesi nedeniyle Anayasa’nın 2.
maddesine, kapsamında yer alan kamu idarelerinin kamu konutlarının ekonomiye
kazandırılmasında her türlü iş ve işlemin yürütülmesinde Maliye Bakanlığına sınırları
belirsiz bir düzenleme yetkisi tanıması ve kaynağını Anayasa’dan almayan bir
yetkinin kullanılması sonucunu doğuracağı için Anayasa’nın 6. ve 7. ve 8. maddelerine,
2.2. İdari yapı içinde yer alan kurumların bir bütünlük içerisinde
ahenkle çalışmasını gerektiren idarenin kuruluş ve görevleriyle bir bütün
olduğu ilkesiyle bağdaşmadığından Anayasa’nın 123. ve 127’nci maddelerine de
aykırı bulunmaktadır.
7061 sayılı “Bazı Vergi Kanunları ile Diğer Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 28.03.22002 tarih ve 4749 sayılı Kamu
Finansmanı ve Borç Yönetiminin düzenlenmesine ilişkin Kanununa geçici 29.
maddeyi ekleyen 71. maddesi;
Harcamalarda keyfiliğe yol açaçak nitelikte
olduğundan Anayasa’nın 2. maddesindeki
hukuk devleti ilkesine;
Saydamlığı ve hesap verebilirliği sağlayamadığından
Anayasa’nın 2. maddesindeki demokratik devlet ilkesine,
T.B.M.M.’ye ait olan “Bütçe hakkı” gibi temel bir Devlet yetkisininin
kullanımını ortadan kaldırdığı için Anayasa’nın 87. maddesine,
İhtiyaç duyulan ilave borçlanma miktarı ile ilgili olarak “Ek Bütçe”
Kanunu yürürlüğe konularak Türkiye Büyük Millet Meclisinden usulüne uygun
olarak ilave borçlanma yetkisi alınmaması nedeniyle, Anayasanın 161. ve 163.
maddesi hükümlerine
aykırı bulunmaktadır.
Anayasal düzenin hukuka aykırı kural ve düzenlemelerden en kısa
sürede arındırılması, hukuk devleti sayılmanın en önemli gerekleri arasında
sayılmaktadır. Anayasaya aykırılıkların sürdürülmesi, özenle korunması gereken
hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyecektir. Hukukun üstünlüğünün
sağlanamadığı bir düzende, kişi hak ve özgürlükleri güvence altında
sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesi hukuk devleti yönünden giderilmesi
olanaksız durum ve zararlara yol açacaktır.
Bu zarar ve durumların doğmasını önlemek amacıyla, Anayasaya açıkça
aykırı olan ve iptali istenen hükümlerin iptal davası sonuçlanıncaya kadar
yürürlüklerinin de durdurulması istenerek Anayasa Mahkemesine dava açılmıştır.
IV. SONUÇ VE İSTEM
05.12.2017 tarihli ve 30261 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan,
28.11.2017 tarihli ve 7061 sayılı Bazı Vergi Kanunları ile Diğer Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun;
1. 04.06.1985 tarih ve 3213 sayılı Maden Kanununun 9’uncu maddesine
üç fıkra ilave eden 47. maddesi, Anayasanın 2., 5., 56. ve 169. maddelerine,
2. 58’inci maddesiyle 29/6/2001 tarihli ve 4706 sayılı Hazineye Ait
Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanunun 4 üncü maddesine eklenen 1. fıkrası, Anayasanın 2.,
6., 7., 8., 123. ve 127. maddelerine,
3. 28.03.22002 tarih ve 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç
Yönetiminin düzenlenmesine ilişkin Kanununa geçici 29. maddeyi ekleyen 71. maddesi,
Anayasanın 2., 87., 161. ve 163. maddelerine,
aykırı olduklarından iptallerine ve uygulanmaları halinde,
giderilmesi güç ya da olanaksız zarar ve durumlar olacağı için, iptal davası
sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesine ilişkin
istemimizi saygı ile arz ederiz.”