ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2016/7
Karar Sayısı : 2017/171
Karar Tarihi : 13.12.2017
R.G. Tarih – Sayı :
17.1.2018 – 30304
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Eskişehir 2. İdare
Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU: 22.6.1965 tarihli ve 633
sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un 25.
maddesinin Anayasa’nın 2., 25., 26. ve 38. maddelerine aykırılığı ileri
sürülerek iptaline karar verilmesi talebidir.
OLAY: Hakkında “işine son verme” cezası
uygulanan davacının anılan işlemin iptali talebiyle açtığı davada itiraz konusu
kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptali için
başvurmuştur.
I. İPTALİ İSTENEN KANUN HÜKMÜ
Kanun’un itiraz konusu 25. maddesi şöyledir:
“Siyasetle ilgilenme:
Madde 25- Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluşunun her
derecesinde görev alan personel, Memurin Kanununun hizmetliler için yasak
ettiği siyasi faaliyetten başka, dini görevi içinde veya bu görevin dışında,
her ne suretle olursa olsun, siyasi partilerden herhangi birini veya onların
tutum ve davranışını övemez ve yeremez.
Bu gibi hareketleri tahkikatla sabit olanların, ilgili ve yetkili
mercilerce işine son verilir.”
II. İLK İNCELEME
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Zühtü ARSLAN, Burhan
ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Serdar ÖZGÜLDÜR, Serruh KALELİ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT,
Recep KÖMÜRCÜ, Alparslan ALTAN, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz
AKINCI, Erdal TERCAN, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ, Hasan Tahsin GÖKCAN ve Kadir
ÖZKAYA’nın katılımlarıyla 10.2.2016 tarihinde yapılan ilk inceleme
toplantısında dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine
OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
III. ESASIN İNCELENMESİ
2. Başvuru kararı ve ekleri, Raportör Fatih ŞAHİN tarafından
hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu kanun hükmü, dayanılan ve
ilgili görülen Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama
belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A. İtirazın Gerekçesi
3. Başvuru kararında özetle, Diyanet İşleri Başkanlığı (Başkanlık)
personeli hakkında işe son verme yaptırımına sebebiyet veren “her ne suretle
olursa olsun siyasi partileri övme ve yerme”nin ne şekilde
gerçekleşeceğinin kuralda net bir şekilde ifade edilmediği, siyasi partileri
övme ve yerme yasağının il, ilçe, belde teşkilat ve organları ile mahallî idare
organlarının meclis gruplarını da kapsayıp kapsamadığının belirsiz olduğu,
fiilin ağırlığına göre herhangi bir kademelendirme yapılmadan siyasi partileri
öven veya yeren personelin doğrudan işine son verilmesinin ölçüsüz bir yaptırım
olduğu belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2., 25., 26. ve 38. maddelerine aykırı
olduğu ileri sürülmüştür.
B. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
4. 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun’un 43. maddesine uyarınca kural ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 13.
ve 136. maddeleri yönünden de incelenmiştir.
5. İtiraz konusu kuralın birinci fıkrasında, Diyanet İşleri
Başkanlığı kuruluşunun her derecesinde görev yapan personelin Memurin
Kanunu’nun hizmetliler için yasak ettiği faaliyetten başka dinî görevi içinde
veya bu görevin dışında, her ne suretle olursa olsun siyasi partilerden
herhangi birini veya onların tutum ve davranışını övemeyeceği ve
yeremeyeceği, ikinci fıkrasında ise bu gibi hareketleri soruşturmayla
sabit olanların ilgili ve yetkili mercilerce işine son verileceği hüküm altına
alınmıştır.
6. Kuralın atıfta bulunduğu 788 sayılı Memurin Kanunu, 657 sayılı
Devlet Memurları Kanunu’nun 237. maddesiyle yürürlükten kaldırılmış ve devlet
memurlarının nitelikleri, atanma ve yerleştirilmeleri, hak ve ödevleri 657
sayılı Kanun’la yeniden düzenlenmiştir. İtiraz konusu kuralla, Başkanlığın her
derecesinde görev yapan personelin devlet memurları için getirilen yasaklara ek
olarak siyasi partilerden herhangi birini veya onların tutum ve davranışını
övücü veya yerici söylemlerde bulunmalarının yasaklanması öngörüldüğünden
kuralda Memurin Kanunu’na yapılan atfın 657 sayılı Kanun’a yapıldığı kabul
edilmelidir.
7. 657 sayılı Kanun’un 7. maddesinde; devlet memurlarının siyasi
partiye üye olamayacakları, herhangi bir siyasi parti, kişi veya zümrenin
yararını veya zararını hedef tutan bir davranışta bulunamayacakları,
görevlerini yerine getirirlerken dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi
inanç, din ve mezhep gibi ayırım yapamayacakları, hiçbir şekilde siyasi ve
ideolojik amaçlı beyanda ve eylemde bulunamayacakları ve bu eylemlere
katılamayacakları belirtilmiş; 125. maddesinin birinci fıkrasının (D) bendinin
(o) alt bendinde de “Herhangi bir siyasi parti yararına veya zararına fiilen
faaliyette bulunmak” kademe ilerlemesinin durdurulması cezasını
gerektiren fiiller arasında sayılmıştır.
8. Buna göre Başkanlığın herhangi bir kademesinde görev yapan
personelin 657 sayılı Kanun’un yukarıda anılan hükümleriyle getirilen
yasaklardan başka dinî görevi içinde veya bu görevin dışında, her ne suretle
olursa olsun siyasi partilerden herhangi birini veya onların tutum ve
davranışını övücü veya yerici söylemlerde bulunmaları yasaktır. Bu gibi
hareketleri soruşturmayla sabit olanların işine yetkili mercilerce son
verilecektir.
9. Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti eylem ve
işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek
sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, Anayasa ve hukukun
üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir.
10. Hukuk devletinin temel ilkelerinden biri de “belirlilik”tir.
Bu ilkeye göre yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi
bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve
uygulanabilir olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı
koruyucu önlem içermesi de gereklidir. Belirlilik ilkesi hukuksal güvenlikle
bağlantılı olup bu ilke gereği birey; hangi somut eylem ve olguya hangi
hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların hangi müdahale
yetkisini doğurduğunu bilmelidir. Birey ancak bu durumda kendisine düşen
yükümlülükleri öngörebilir ve davranışlarını belirler. Hukuk güvenliği;
normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete
güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu
zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.
11. Anayasa’nın 25. maddesinin birinci fıkrasında herkesin düşünce
ve kanaat hürriyetine sahip olduğu belirtildikten sonra 26. maddesinin birinci
fıkrasında “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka
yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu
hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da
vermek serbestliğini de kapsar…” hükmüne yer verilerek ifade özgürlüğü
güvence altına alınmıştır. Maddenin ikinci fıkrasında ise bu özgürlüğün maddede
belirtilen nedenlerle sınırlandırılabileceği kabul edilmiştir. Buna göre ifade
özgürlüğünün millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyet’in temel
nitelikleri ve devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması,
suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, devlet sırrı olarak usulünce
belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel
ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya
yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla
sınırlandırılması mümkündür.
12. Anayasa’nın 13. maddesinde hak ve özgürlüklerin sınırlanması
düzenlenmiştir. “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı bu
maddede, “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca
Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine aykırı olamaz.” denilmektedir.
13. Temel hak ve özgürlükler özlerine dokunulmaksızın yalnızca
Anayasa’da öngörülen sebeplerle ve ancak kanunla sınırlanabilir.
Dokunulamayacak “öz” her temel hak ve özgürlük açısından farklılık
göstermekle birlikte kanunla getirilen sınırlamanın hakkın özüne dokunmadığının
kabulü için temel hakların kullanılmasını ciddi surette güçleştirip amacına
ulaşmasına engel olmaması ve etkisini ortadan kaldırıcı bir nitelik taşımaması
gerekir.
14. Temel hak ve özgürlüklerin özlerine dokunulmaksızın yapılan
sınırlamalar yönünden ise bu sınırlamaların demokratik toplum düzeninin
gerekleri ile ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı belirtilmiştir.
15. Öze dokunma yasağını ihlal etmeyen müdahaleler yönünden
gözetilmesi öngörülen “demokratik toplum düzeninin gerekleri” kavramı,
öncelikle ilgili hak yönünden getirilen sınırlamaların zorunlu ya da istisnai
tedbir niteliğinde olmasını, başvurulabilecek en son çare ya da alınabilecek en
son önlem olarak kendisini göstermesini gerektirmektedir. “Demokratik toplum
düzeninin gerekleri”nden olma, bir sınırlamanın demokratik bir toplumda
zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına yönelik ve ölçülü
olmasını ifade etmektedir.
16. Anayasa’nın 13. maddesinde ifade edilen “ölçülülük ilkesi”,
temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin başvurularda dikkate
alınması gereken bir diğer ilkedir. Demokratik toplum düzeninin gerekleri ve
ölçülülük ilkeleri, iki ayrı kriter olarak düzenlenmiş olmakla birlikte bu iki
kriter arasında sıkı bir ilişki vardır. Temel hak ve özgürlüklere yönelik
herhangi bir sınırlamanın demokratik toplum düzeni için gerekli nitelikte,
başka bir ifadeyle öngörülen kamu yararı amacını gerçekleştirmekle birlikte
temel haklara en az müdahaleye olanak veren ölçülü bir sınırlama niteliğinde
olup olmadığının incelenmesi gerekir.
17. Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ve aralarında sıkı bir
ilişki bulunan “temel hak ve hürriyetlerin özü”, “demokratik toplum
düzeninin gerekleri” ve “ölçülülük ilkesi” kavramları, bir bütünün
parçaları olup “demokratik bir hukuk devleti”nin özgürlükler rejiminde
gözetilmesi gereken temel ölçütleri oluşturmaktadır.
18. Kuralda, Başkanlık personelinin her ne suretle olursa olsun
siyasi partilerden herhangi birini veya onların tutum ve davranışını övmeleri
ve yermeleri yasaklanmıştır. Bir siyasi partiyi övme veya yerme çok farklı
şekillerde ortaya çıkabileceğinden övme ve yerme kapsamına giren tüm
davranışların kanun koyucu tarafından önceden öngörülmesi ve sayılması mümkün
değildir. Bu nedenle kanun koyucu bir ayrıma gitmeyerek “her ne suretle
olursa olsun” siyasi partilerden herhangi birini veya onların tutum ve
davranışını övücü ve yerici davranışları yasaklayarak bir söylem veya eylemin
siyasi partiyi övme veya yerme kapsamında olup olmadığı hususunu somut olayın
özelliğine göre değerlendirmek üzere yetkili mercilere bırakmıştır. Buna
göre Başkanlık personelinin bir siyasi partiyi övücü veya yerici faaliyette
bulunup bulunmadığına somut olayın niteliğine göre yetkili merciler tarafından
karar verilerek kavramın içeriği somutlaştırılabilecektir. Dolayısıyla kuralda
yer alan “her ne suretle olursa olsun” ifadesi, bir belirsizliği değil
bu konudaki mutlak yasağı ve bu kuralın istisnasının bulunmadığını
göstermektedir.
19. Anayasa’nın 26. maddesinin asli işlevi herhangi bir ayrım
yapmaksızın toplumdaki tüm kesimlerin ifade özgürlüğünü korumaktır. Bu kapsamda
Başkanlık kadrosunda görev yapan kamu görevlileri de 26. madde kapsamında ifade
özgürlüğünden yararlanır. Dolayısıyla kuralın Başkanlık kadrosunda görev yapan
kamu görevlilerinin ifade özgürlüğüne bir sınırlama getirdiğine kuşku
bulunmamaktadır. Bu sınırlamanın Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında
belirtilen haklı sebeplerden bir veya birkaçına dayanma, demokratik toplum
düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun
olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
20. Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında, ifade
özgürlüğünün Cumhuriyet’in temel niteliklerinin korunması amacıyla
sınırlandırılabileceği ifade edilmiştir. Anayasa’nın 2. maddesinde Türkiye
Cumhuriyeti’nin başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik
ve sosyal bir hukuk devleti olduğu; 136. maddesinde de genel idare içinde yer
alan Diyanet İşleri Başkanlığının laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasî
görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi
amaç edinerek özel kanununda gösterilen görevleri yerine getireceği
belirtilmiştir.
21. Laiklik, 1937 yılından itibaren Anayasalarımızda yer alan
temel ilkelerden biridir. Laiklik kavramı, Anayasa’nın Başlangıç’ı ile 2., 13.,
14., 68., 81., 103., 136. ve 174. maddelerinde yer almaktadır. Söz konusu
maddelerde laiklik, devletin dinî inançlar karşısındaki konumunu belirleyen
siyasal bir ilke olarak düzenlenmiştir. Anayasa Mahkemesinin 20.9.2012
tarihli ve E.2012/65, K.2012/128 sayılı kararında da ifade edildiği üzere laik
bir siyasal sistemde dinî konulardaki bireysel tercihler ve bunların
şekillendirdiği yaşam tarzı devletin müdahalesi dışında, ancak koruması
altındadır. Bu anlamda laiklik ilkesi din ve vicdan özgürlüğünün güvencesidir.
22. Diyanet İşleri Başkanlığı; İslam dininin inançları, ibadet ve
ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve
ibadet yerlerini yönetmek amacıyla genel idare içinde Başbakanlığa bağlı olarak
faaliyette bulunan bir kamu kuruluşu şeklinde örgütlenmiştir. Anayasa’nın 136.
maddesiyle Başkanlığa anayasal bir statü tanınmış ve laiklik ilkesi doğrultusunda,
bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak faaliyette bulunması
öngörülmüştür. Böylece devletin laik yapısı gözetilerek Başkanlığın bütün
siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalmasına anayasal bir önem atfedilmiştir.
Demokratik ve laik devlet sisteminin, İslam dininin inançlarıyla ilgili işleri
yürütmek amacıyla faaliyette bulunan bir Kurum tarafından yapılabilecek olası
müdahalelere karşı korunması amacıyla Kurum personeline yönelik olarak kanun
koyucu tarafından bazı tedbirlerin alınması Anayasa’nın yukarıda anılan
hükümlerinin bir gereğidir. Bu itibarla Başkanlık personelinin herhangi bir
siyasi parti lehine veya aleyhine faaliyette bulunması veya siyasi partiyi
övücü ve yerici söylemlerde bulunması yasaklanarak bu faaliyette bulunanların işine
son verilmesini öngören kural, Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrası
kapsamında kamu düzeninin sağlanması meşru amacını taşımaktadır.
23. Kanun koyucu düzenleme yetkisi kapsamında statüleri kanunlarla
oluşturulan ve buna göre mesleğe alınan kamu görevlilerine birtakım hak veya
yükümlülükler getirebilir. Bu kapsamda Başkanlık personelinin dinî görevi
içinde veya dışındaki söz ve davranışlarına yönelik olarak katı meslek
ilkelerine tabi tutulmaları olağan karşılanabilir.
24. Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığının gerek
kurumsal olarak gerekse de personelinin dinî görevi içinde veya dışında
bireysel olarak bir siyasi parti yararına veya zararına faaliyette veya
söylemde bulunması Anayasa’nın öngördüğü laik siyasal sistemin temel
şartlarından olan ve Anayasa’nın 136. maddesiyle güvence altına alınan
Başkanlığın tarafsızlığına gölge düşürebilir. Kanun koyucunun da bu durumu
gözeterek Kurum personelinin dinî görevi içinde veya dışında, her ne suretle
olursa olsun siyasi faaliyette veya söylemde bulunmasını yasaklayarak bu
hareketleri soruşturmayla sabit olanların işine son verilmesini öngördüğü
anlaşılmaktadır. Başkanlığın anayasal konumu, ifa ettiği görevin niteliği ve
toplumun dinî konulardaki hassasiyeti göz önünde bulundurulduğunda Başkanlık
personelinin tarafsızlıkları konusunda kuşku uyandıracak her türlü siyasi
faaliyetten uzak kalmalarını sağlamak amacıyla ihdas edilen kuralın zorunlu bir
toplumsal ihtiyaçtan kaynaklandığı açıktır. Bu nedenle kuralla ifade
özgürlüğüne getirilen sınırlama ölçüsüz olmadığı gibi demokratik toplum
düzeninin gerekleriyle de çelişmemektedir.
25. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 2., 13., 25., 26. ve
136. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir.
26. Zühtü ARSLAN, Engin YILDIRIM, Recep KÖMÜRCÜ ile Hasan Tahsin
GÖKCAN kuralın ikinci fıkrası yönünden bu görüşe katılmamışlardır.
27. Kuralın Anayasa’nın 38. maddesiyle bir ilgisi görülmemiştir.
IV. HÜKÜM
22.6.1965 tarihli ve 633
sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un 25. maddesinin;
A.
Birinci fıkrasının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın
REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
B. İkinci fıkrasının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve
itirazın REDDİNE, Zühtü ARSLAN, Engin YILDIRIM, Recep KÖMÜRCÜ ile
Hasan Tahsin GÖKCAN’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
13.12.2017 tarihinde karar verildi.
Başkan
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
Burhan ÜSTÜN
|
Başkanvekili
Engin YILDIRIM
|
Üye
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|
Üye
Recep
KÖMÜRCÜ
|
Üye
Nuri NECİPOĞLU
|
Üye
Hicabi DURSUN
|
Üye
Celal Mümtaz
AKINCI
|
Üye
M. Emin KUZ
|
Üye
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
Üye
Kadir ÖZKAYA
|
Üye
Rıdvan GÜLEÇ
|
Üye
Recai AKYEL
|
Üye
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. 22.6.1965 tarihli ve 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı
Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un “Siyasetle ilgilenme” başlıklı 25.
maddesinin “Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluşunun her derecesinde görev alan
personel, Memurin Kanununun hizmetliler için yasak ettiği siyasi faaliyetten
başka, dini görevi içinde veya bu görevin dışında, her ne suretle olursa olsun,
siyasi partilerden herhangi birini veya onların tutum ve davranışını övemez ve
yeremez.” şeklindeki birinci fıkrasına yönelik itiraz oybirliğiyle,
“Bu gibi hareketleri tahkikatla sabit olanların, ilgili ve yetkili mercilerce
işine son verilir.” şeklindeki ikinci fıkrasına yönelik itiraz ise
oyçokluğuyla reddedilmiştir.
2. İtiraz konusu kural “bu gibi hareketleri” sabit olanların işine
son verileceğini düzenlemektedir. Şu halde öncelikle “bu gibi hareketler”in ne
olduğunun açıklığa kavuşturulması gerekir. Kuralın atıf yaptığı 18.3.1926
tarihli ve 788 sayılı Memurin Kanunu’nun “Memurların siyasetle iştigalleri”
başlıklı 9. maddesine göre “Memurların siyasi cemiyet ve kulüplere intisab
ve devamları, her nevi intihabata müdahaleleri ve siyasi neşriyat ve beyanatta
bulunmaları memnu ve bilmuhakeme sübutu halinde tardları muciptir.”
3. Memurin Kanunu’nu yürürlükten kaldıran 14.7.1965 tarihli ve 657
sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda da memurların siyasi faaliyette bulunmaları
yasaklanmıştır. 657 sayılı Kanun’un 7. maddesi uyarınca “Devlet memurları
siyasi partiye üye olamazlar, herhangi bir siyasi parti, kişi veya
zümrenin yararını veya zararını hedef tutan bir davranışta
bulunamazlar; görevlerini yerine getirirlerken dil, ırk, cinsiyet, siyasi
düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep gibi ayırım
yapamazlar; hiçbir şekilde siyasi ve ideolojik amaçlı beyanda
ve eylemde bulunamazlar ve bu eylemlere katılamazlar.” Kanun’un disiplin
cezalarını düzenleyen 125. maddesinde de “Herhangi bir siyasi parti yararına
veya zararına fiilen faaliyette bulunmak” fiilin ağırlığına göre 1 ila 3
yıl süreyle kademe ilerlemesinin durdurulması yaptırımına tabi tutulmaktadır.
4. Buna göre itiraz konusu kuralın işine son verme yaptırımına
tabi kıldığı “hareketler”, (a) Memurin Kanunu’nda (bilahare Devlet Memurları
Kanunu’nda) memurlara yönelik yasak kapsamındaki siyasi faaliyetler ve (b)
siyasi partilerden herhangi birini veya onların tutumlarını övme veya yerme
fiilleridir.
5. Bunları yapanlar Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde hangi
görevde olursa olsunlar aynı yaptırımla karşı karşıya kalacaktır. Başka bir
ifadeyle “personel”in yaptığı görevin yaptırımın uygulanmasında bir önemi
bulunmamaktadır. Diğer yandan bu gibi hareketlerin görev içinde ya da dışında
yapılmasının da bir önemi yoktur. Ayrıca, “her ne suretle olursa olsun” denmek
suretiyle siyaset yasağının ülke çapında etkileri olacak şekilde kitle iletişim
araçlarıyla ihlal edilmesiyle, bir arkadaş toplantısında ihlal edilmesi
arasında da ayrım yapılmamaktadır.
6. Diyanet İşleri Başkanlığı Anayasa’nın 136. maddesinde özel
olarak düzenlenmiştir. Buna göre “Genel idare içinde yer alan Diyanet
İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve
düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi
amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir.” 1961
Anayasası ise “Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı özel
kanununda gösterilen görevleri yerine getirir” şeklinde kısa bir düzenlemeye
yer vermişti (m. 154). Buradan anlaşılacağı üzere, 1982 Anayasası Diyanet
İşleri Başkanlığının “genel idare içinde” ve “siyaset dışında” olduğunu daha
net ve kesin bir dille ifade etmiştir.
7. Buradan hareketle, “bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında”
kalması gereken Diyanet İşleri Başkanlığında görev yapan personele en genel
anlamda siyaset yasağı öngörülmesinin Anayasa’ya aykırı bir yönü olmadığı
söylenebilir. Nitekim Mahkememiz bu yasağı en kapsamlı şekilde düzenleyen itiraz
konusu kuralın birinci fıkrasının oybirliğiyle Anayasa’ya aykırı olmadığına
karar vermiştir.
8. Diğer yandan, Anayasa’nın 26. maddesine göre “Herkes,
düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya
toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir.” İfade hürriyeti, belli
sınırlamalar altında, kamu görevlileri için de geçerlidir. Hiç kuşkusuz kamu
görevlilerinden de bazılarının ifade hürriyetinin, yaptıkları görevin mahiyeti
gereği daha fazla sınırlanabileceği söylenebilir. Bu kapsamda itiraz konusu
kural Diyanet İşleri Başkanlığı personelinin ifade hürriyetine bir sınırlama
getirmektedir. Bu sınırlamanın Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında yer
alan kamu düzeni ve Cumhuriyet’in temel niteliklerinin korunması ile 136.
maddesinde ifadesini bulan “bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında” kalma
amacına matuf olduğu söylenebilir.
9. İfade hürriyetine yönelik bir sınırlamanın Anayasa’nın 13.
maddesinde öngörülen ölçütlere uygun olması gerekir. 13. maddeye göre temel hak
ve hürriyetler özlerine dokunulmaksızın ilgili maddelerde öngörülen sebeplerle
ve ancak kanunla sınırlanabilir. Ancak bu sınırlamaların demokratik toplum
düzeninin gereklerine uygun ve ölçülü olması zorunluluğu vardır.
10. Diyanet İşleri Başkanlığının özel konumunu dikkate alarak,
siyaset yasağına uymayan her kademedeki personelin işine son verme yaptırımının
meşru amacının olduğu söylenebilir. Anayasa’nın 136. maddesi, Diyanet İşleri
Başkanlığı personelinin tutum ve davranışlarıyla siyaseten tarafsız olmasını
gerektirir. Bunu sağlamaya yönelik düzenlemeler de, ölçülü olduğu takdirde,
Anayasa’ya aykırı kabul edilemez.
11. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), bazı yerel kamu görevlilerinin
siyasi tarafsızlığını sağlamaya yönelik sınırlamaların, başkalarının yerel
yönetimler düzeyinde “siyasi demokrasi hakları”nı koruma meşru amacına yönelik
olarak kabul etmiştir (Ahmed ve Diğerler/Birleşik Krallık, B.No:
65/1997/849/1056, 2.9.1998, § 54) AİHM, kamu görevlilerinin de Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 10. maddesinin sağladığı güvencelerden
yararlanacağını, ifade hürriyetine ilişkin ilkelerin onlar için de geçerli
olduğunu belirtmektedir. Buradaki temel mesele, kamu görevlilerinin ifade
özgürlüğü ile bu özgürlüğün sınırlandırılmasında kullanılan meşru amaçların
sağladığı kamusal yarar arasında adil bir dengenin kurulmasıdır. AİHM bu
denetimi yaparken, kamu görevlilerinin ifade
özgürlüğü söz konusu olduğunda Sözleşmesi’nin
10. maddesinin ikinci paragrafında yer alan “görev ve sorumluluklar”a özel bir
önem atfetmekte, bunun özellikle de ifade özgürlüğüne yönelik müdahalenin
ölçülülüğünü değerlendiren ulusal makamların takdir yetkisini haklılaştırdığını
vurgulamaktadır (bkz. Vogt/Almanya (BD), B.No. 17851/91,
26.9.1995, § 53; Baka/Macaristan, B.No: 20261/12, 23.6.2016, §
162).
12. Anayasa’da öngörülen meşru bir amaca yönelik sınırlamanın
Anayasa’nın 13. maddesi uyarınca temel hak ve özgürlüklere en az müdahaleye
imkân veren ölçülü bir sınırlama olması gerekmektedir (bkz. AYM, E.2007/4,
K.2007/81, 18.10.2007; AYM, E.2017/27, K.2017/117, 12.7.2017, § 30). Ölçülülük
ilkesi, bir kuralla ulaşılmak istenen amaçla sınırlama araçları arasındaki
ilişkiyi düzenler. Buna göre, bir düzenlemenin ölçülülük ilkesine uygun
olabilmesi öngörülen hedefe ulaşmak için elverişli, gerekli ve orantılı
olmasına bağlıdır. “Elverişlilik” müdahalenin öngörülen amacı gerçekleştirmek
için müsait, elverişli nitelikte olmasını, “gereklilik” müdahalenin öngörülen
amaç bakımından zorunlu olmasını, aynı amaca daha hafif bir müdahale ile
ulaşılamamasını, “orantılılık” ise hak ve özgürlüğe yapılan müdahale ile
ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade
etmektedir (bkz. AYM, E.2016/16, K.2016/37, 5.5.2016, § 10; E.2017/14,
K.2017/83, 29.3.2017, §12).
13. Diyanet İşleri Başkanlığının siyasi tarafsızlığını sağlama
amacını gerçekleştirme bakımından itiraz konusu kuralın “elverişli” olduğu
kabul edilebilir. Ancak, “işine son verme” yaptırımının görev içinde veya
dışında olmasına bakılmaksızın her kademedeki personelin neredeyse her türlü
siyasi söylemini içerecek şekilde öngörülmesinin söz konusu amaç bakımından
mutlaka “gerekli” olduğu söylenemez. Kural, aynı zamanda “Memurin Kanununun
hizmetliler için yasak ettiği siyasi faaliyet”leri de yaptırım kapsamına
aldığından, Devlet Memurları Kanunu’nda yer alan “kademe ilerlemesinin
durdurulması” gibi daha hafif tedbirlerle de siyasi tarafsızlık amacı
sağlanabilir. Bu durum bilhassa dini hizmet ifa etmeyen, tamamen teknik ve
idari işlerle görevli personelin görevi dışında fiilleri bakımından geçerlidir.
14. Öte yandan, “işine son verme” yaptırımının amaçla orantılı
olduğu da söylenemez. İşe son verme, başvurucunun mesleki hayatında olduğu
kadar temel geçim kaynağından yoksun kalması nedeniyle ekonomik geleceği
üzerinde de önemli bir etkiye sahip olan ağır bir yaptırımdır (bkz. G.G.(GK),
B.No: 2014/16701, 13.10.2016, § 66). Yetkili
merciye, fiilin ağırlığına, failin konumuna, fiilin etkisine, görev içinde veya
dışında olup olmadığına bakmadan ve herhangi bir kademelendirme yapılmadan bu
ağır yaptırımı uygulama yetkisi veren kuralın, ifade özgürlüğüne ölçülü bir
sınırlama getirdiği söylenemez.
15. Açıklanan gerekçelerle, itiraz konusu kuralın Anayasa’nın 13.
ve 26. maddelerine aykırı olduğunu düşündüğümüzden çoğunluğun aksi yöndeki
kararına katılamıyoruz.
Başkan
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
Engin YILDIRIM
|
Üye
Recep KÖMÜRCÜ
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
İtiraz yoluyla iptali istenen kural 633 sayılı Diyanet İşleri
Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun 25. maddesidir. Kuralın
birinci fıkrasında yer alan, her derecede DİB personelinin, görevi içinde veya
dışında siyasi partilerden birini veya onların tutum ve davranışını övemeyeceği
ve yeremeyeceği düzenlenmiştir. Birinci fıkrada sözü edilen siyaset yasağının,
Kurumun görevini laiklik ilkesi doğrultusunda ve bütün siyasi görüş ve düşünüş
dışında kalarak yerine getireceğine ilişkin Anayasanın 136. maddesi
doğrultusunda bulunduğu düşüncesinde olduğumuzdan, ilk fıkraya ilişkin istemin
reddi gerektiği yönünde çoğunlukla birlikte oy kullanmış bulunmaktayım.
Buna karşın, iptal istemine konu oluşturan ve ilk fıkradaki yasağa
ilişkin kuralın yaptırımını teşkil eden ikinci fıkra yönünden aşağıda açıklanan
gerekçelerle tarafımızca farklı oy kullanılmıştır.
İkinci fıkra; “Bu gibi hareketleri tahkikatla sabit olanların,
ilgili ve yetkili mercilerce işine son verilir” şeklindedir.
Gerek özel hukukta, gerekse kamu görevlilerine ilişkin
düzenlemelerde işyeri veya kurum disiplinine uymayan davranışların yasaklanması
ve kurala uyulmadığında yaptırım uygulanması hukuk düzenlerinde benimsenen bir
yöntemdir. Anayasada belirtilen hakların yapısından veya ilgili hükümde yer
alan sınırlama nedenlerine bağlı olarak kanunla sınırlandırılması hukuka
uygundur. Bu nedenle, kuralın yasağa uymayanlara yaptırım öngören temel
önermenin hukuk düzenimiz yönünden sorunlu olmadığını düşünmekteyiz. Ne var ki
öngörülen yaptırımın hukukun evrensel temel prensiplerine ve anayasal ilkelere
aykırı bulunmaması zorunludur. Bu ilkeler öncelikle Anayasanın 2. maddesinde
öngörülen hukuk devletinin adalet, hakkaniyet ilkeleridir. İkinci olarak, hakka
yönelik sınırlamanın Anayasanın 13. maddesinde ifade edilen, demokratik toplum
düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaması da anayasal bir
zorunluluktur.
633 sayılı Kanunun 25. maddesinin ikinci fıkrasında; ihlal edilen
yasağın görev içinde veya dışında olması, ihlal eden personelin din hizmeti
görevlisi veya diğer bir idari ya da teknik personel olması arasında hiçbir
fark gözetilmeden en üst ve ağır dereceli yaptırımın uygulanması
öngörülmektedir. Bu nedenle yaptırımın uygulanması bakımından örneğin, il
müftülüğünde idari memur olan görevlinin eylemi ile vaiz veya imamın eylemi
arasında, bu eylemlerin görev yeri ve sırasında olması ile özel yaşamları
sırasında olması arasında bir fark gözetilmemiştir. Kurala göre siyaset yasağı
ihlali nerede, ne şekilde ve hangi görevli tarafından yapılırsa yapılsın, işine
son verilmesi gerekmektedir. Ayrıca yaptırımın türü ve niteliği konusunda da
bir derecelendirme yapılmamış, her derecedeki fiil, ağırlık derecesine
bakılmaksızın en ağır biçimde yaptırıma bağlanmıştır. Dolayısıyla kuralın Anayasanın
13. maddesi yönünden demokratik toplum düzeninin gerekleriyle bağdaşmadığı
düşüncesindeyiz. Bu nedenle ayrıca ölçülülük testinin uygulanmasına gerek de
bulunmamaktadır.
Diğer taraftan Danıştay 5. Dairenin 20.9.2017 tarihli ve
2016/51104 E.-2017/20273 sayılı kararında, Kanunun 25/2. maddesi uyarınca
davacının görevine son verilmesinin disiplin yaptırımı olmayıp, görevinin
sonlandırılmasına ilişkin idari işlem niteliğinde olduğu kabul edilip, hukuka
aykırılık bulunmayan işleme yönelik davanın reddi gerektiğine karar
verilmiştir. Danıştay 5. Dairenin 4.4.2017 tarihli ve 2016/ 51121
E.-2017/10017 sayılı ve 22.3.2017 tarihli, 2016/51102 E.-2017/8513 sayılı
Kararları da bu yöndedir.
Kamu görevlisinin göreve kabulüyle ilgili şartlardan olmayan,
görevi sırasındaki bir eylemi nedeniyle mesleğinden çıkartılmasına ilişkin
işlemin disiplin yaptırımı olmadığının kabulü, disiplin yaptırımlarının yargı
denetimi dışında tutulamayacağına ve savunma hakkı tanınmadıkça disiplin cezası
verilemeyeceğine ilişkin Anayasanın 129. maddesini yok saymak anlamına
gelmektedir. Kuralı uygulamakla görevli yargı yerinin takdirinde olmakla
birlikte, belirtilen yargısal yorum ve idari uygulanma biçimi kuralın anlam ve
kapsamını belirlemektedir. Anayasa Mahkemesi de kuralın hukuk düzenindeki anlam
ve kapsamını dikkate alarak anayasal denetim yapmakla görevli bulunduğundan,
sözkonusu yargı kararlarıyla belirginleşen anlam ve kapsamıyla birlikte kuralın
Anayasanın 129. maddesine aykırı olduğu anlaşılmaktadır. Bundan ayrıca,
kuralın belirtilen anlam ve kapsamı karşısında mahkemelerin meslekten çıkarma
yaptırımını denetleme ve etkili karar verme yetkisi ortadan kalktığından,
incelenen kuralın hak arama ve adil yargılanma hakkını düzenleyen Anayasanın
36. maddesine de aykırı olduğu sonucuna ulaşmak gerekmektedir.
Açıklanan hukuki gerekçeler karşısında kuralın Anayasanın 13., 36.
ve 129. maddelerine aykırı bulunduğu ve iptali gerektiği görüşünde olduğumdan
çoğunluk görüşüne katılmamaktayım.