“…
1) GENEL OLARAK
2981 sayılı Kanun kapsamında
gerçekleştirilen hissenin bedele dönüştürülmesi uygulaması, kamulaştırma
hükmünde olup; bedelin, 2942 sayılı Kanun hükümleri uyarınca taşınmazın dava
tarihindeki nitelik ve değerinin esas alınarak belirlenmesi gerekmektedir.
Bu
nedenle hissenin bedele dönüştürülmesi uygulaması kapsamındaki davalarda,
getirilen yeni düzenleme ile taşınmazın değerinin; uygulamanın tapuda tescil edildiği tarih değerlendirme
tarihi olarak esas alınmak ve o tarihteki nitelikleri gözetilmek suretiyle
tespit edilmesi ve tespit edilen bu bedelin, Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklanan Yurt İçi Üretici Fiyat
Endeksi tablosu esas alınmak suretiyle dava tarihi itibarıyla güncellenmesi ve
bunun
her nasılsa “gerçek değer” olarak adlandırılarak
hak sahibine ödenmesini öngören kural, malikin
mülkiyet hakkının ağır şekilde ihlali sonucunu doğurmaktadır.
Öte yandan düzenleme; hisseleri
2981 sayılı Kanun uyarınca bedele dönüştürme uygulaması kapsamında
kamulaştırılan malikler ile doğrudan 2942 sayılı Kanun kapsamında taşınmazları
kamulaştırılan malikler arasında açık bir eşitsizlik yaratmaktadır.
Bedele dönüştürülen hissenin
dava tarihi değerlendirme tarihi olarak kabulü ile gerçek değerinin hak
sahibine ödenmesi gerekirken, itiraz konusu kuralla uygulamanın tapuya tescil
edildiği tarihin değerlendirme tarihi olarak kabul edilmesi; Anayasa’da düzenlenen
kamulaştırma ilkelerine uygun düşmediği gibi hukuk devleti ilkesiyle de
çelişmektedir.
İtiraz konusu
kuralla; geçici 6. maddenin üçüncü, yedinci, sekizinci ve on
birinci fıkra hükümlerine atıf yapılması ve 9.10.1956 ilâ 4.11.1983
tarihleri arasında yapılmış olan kamulaştırmasız el atmalarla ilgili istisnai
nitelikteki düzenlemelerin, tarih sınırı olmaksızın ve geleceğe de yönelik
şekilde imar uygulamalarından doğan davalarda uygulanmasının öngörülmesi ve daha da ileri
gidilerek devam eden dava ve icra takiplerinin düzenleme
kapsamına dâhil edilmesi mülkiyet hakkım, hukuk güvenliğini, eşitlik
ilkesini ve adil yargılanma hakkını ağır şekilde zedelemektedir.
İmar uygulamalarından doğan
alacak ve bedel artırım davaları ile ilgili olarak daha önce 6487 sayılı
Kanunun 21. maddesi ile 2942 sayılı Kanunun geçici 6. maddesine eklenen 12. fıkra
Anayasa
Mahkemesi’nin 13.11.2014 tarih, E. 2013/95, K. 2014/176 sayılı kararı
ile iptal edilmiş ve işbu iptal kararı 13.03.2015 tarihinde yürürlüğe girmiş
olmasına rağmen, iptal kararının gerekçesi ve koruduğu hukuki
menfaatler dikkate alınmaksızın, iptal kararı adeta yok farz edilerek, aynı hususlar
yeniden ve yalnızca farklı cümlelerle kanun kuralı haline getirilmiştir. Öyle
ki, kanunun genel gerekçesinde AYM iptal kararı gözetilerek yeniden düzenleme
yapıldığı ileri sürülmüşse de, yapılan düzenlemeler somut uyuşmazlıklar bağlamında
değerlendirildiğinde; getirilen yeni düzenlemenin AYM tarafından iptal
edilen düzenlemenin dahi gerisinde kaldığı ve temel hak ve hürriyetlerin ağır
şekilde ihlaline sebebiyet vereceği anlaşılmaktadır.
Netice
itibariyle; dava konusu kuralla getirilen düzenleme. Anayasa’nın 2., 10., 11,
35., 36., 46.
ve 90. maddelerine; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve eki protokollere ve aynı
konuda daha evvel Anayasa Mahkemesince verilmiş olan iptal kararlarına açıkça
aykırı olup, Anayasa
ile güvence altına alman temel hak ve hürriyetlerin özüne
dokunacak kadar ağır ihlaller doğurmaktadır.
2) 6745 SAYILI KANUN’UN 35. MADDESİ İLE 2942 SAYILI KANUNA
EKLENEN GEÇİCİ 12. MADDENİN BİRİNCİ FIKRASININ “...TAŞINMAZIN DEĞERİ; UYGULAMANIN TAPUDA TESCİL
EDİLDİĞİ TARİH DEĞERLENDİRME TARİHİ OLARAK ESAS ALINMAK VE O TARİHTEKİ
NİTELİKLERİ GÖZETİLMEK SURETİYLE TESPİT EDİLİR. TESPİT EDİLEN BU BEDEL, TÜRKİYE
İSTATİSTİK KURUMU TARAFINDAN AÇIKLANAN YURT İÇİ ÜRETİCİ FİYAT ENDEKSİ TABLOSU
ESAS ALINMAK SURETİYLE DAVA TARİHİ İTİBARIYLA GÜNCELLENİR VE ORTAYA ÇIKAN
GERÇEK BEDEL HAK SAHİBİNE ÖDENİR.” BİÇİMİNDEKİ BİRİNCİ VE İKİNCİ
CÜMLESİ, ANAYASANIN 10., 11.,
35.,
36., 46. VE 90. MADDELERİNE
AYKIRIDIR.
2. A) Düzenleme, Anayasanın 10.
Maddesiyle Güvence Altına Alınan Kanun Önünde Eşitlik İlkesine Aykırıdır.
Anayasanın 10. maddesinin
1. ve 5. fıkraları
uyarınca;
“Herkes, dil, ırk, renk,
cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle
ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
Devlet organları ve idare
makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket
etmek zorundadırlar.”
Kanun önünde eşitlik ilkesinin
amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalarca aynı işleme bağlı tutulmalarını
sağlamak ve kişilere yasalar karşısında ayrım yapılmasını ve ayrıcalık
tanınmasını önlemektir.
Hal böyle iken, getirilen yeni
düzenleme, hisseleri 2981 sayılı Kanun uyarınca bedele dönüştürme uygulaması
kapsamında kamulaştırılan malikler ile doğrudan 2942 sayılı Kanun kapsamında
taşınmazları kamulaştırılan malikler arasında açık bir eşitsizlik
yaratmaktadır. Zira birinci ihtimalde hissesi bedele dönüştürülen malik,
idarece al atılan mülkiyetinin parasal değerinden çok düşük sembolik bir
miktarı almaya zorlanmakta, diğer ihtimalde ise taşınmazı/hissesi Anayasa ve
yasada öngörülen usullere uygun olarak kamulaştırılan malik ise kamulaştırılan
taşınmaz/hissesinin gerçek bedelini almaktadır.
2. B) Getirilen Yasal Düzenleme,
Anayasanın 35. Maddesiyle Güvence Altına Alman Mülkiyet Hakkını, Hakkın Özünü
Ortadan Kaldıracak Şekilde Zedelemektedir.
Mülkiyet hakkı, Anayasanın 35.
maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış ve bu hakka ancak kamu
yararı nedeniyle ve kanunla sınırlama getirilebileceği belirtilmiştir. Dolayısı
ile mülkiyet hakkı, ancak kamu yararı amacı ve yasa ile sınırlandırılabilir ve
mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.
Bir şeye malik olan kimse hukuk
düzeninin sınırları içerisinde o şey üzerinde dilediği gibi kullanma yararlanma
ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir. Bu maddenin doğal sonucu olarak
kullanmama şeklinde de tasarruf mümkündür.
Getirilen yasal düzenleme
incelendiğinde; taşınmazın değerinin uygulamanın tapuda tescil edildiği tarih
değerlendirme tarihi olarak esas alınmak ve o tarihteki nitelikleri gözetilmek
suretiyle tespit edilmesi, tespit edilen bu bedelin Türkiye İstatistik Kurumu
tarafından açıklanan Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi tablosu esas alınmak
suretiyle dava tarihi itibarı ile güncellenmesi sistemi getirilmiştir.
Yapılan idari işlemler usulüne
uygun olarak hak sahiplerine noter kanalıyla tebliğ edilmediğinden mülkiyet
hakkı sahiplerinin birçoğunun ne yapılan işlemin iptali için idari yargıda ne
de bedel tespiti için adli yargıda uzun süre geçmiş olmasına rağmen dava açma
imkânları olmamıştır. Tescil tarihi ile dava tarihi arasında geçen zamanın kısa
süreli olması halinde mülkiyet hakkının özüne dokunur biçimde bir el atma ya da
uygulamadan söz edilemez ise de tescil tarihi ile dava tarihi arasında geçen
zaman biriminin uzun olması halinde taşınmazların değerindeki gerçek artışın getirilen
sistem ile bulunması mümkün değildir. (Nitekim Mahkemeniz
huzurundaki uyuşmazlıkta uygulamanın tescil tarihi 09.01.1995, dava tarihi ise
01.12.2015’tir.)
Yeni düzenleme ile taşınmazın
gerçek karşılığının ödenmesinin mümkün olmaması nedeni ile mülkiyet hakkı
sahibinin mülkiyetten kaynaklanan hakları kısıtlanmaktadır. Bu yönü ile de, mülkiyet hakkının
özüne dokunulacağının kabulü gerekmektedir.
Yeni düzenleme
ile taşınmazın değerinin tespiti için uygulanması öngörülen sistemin, mülkiyet
hakkı sahibi bireyi/bireyleri mağdur edeceği açıkça ortadadır. Zira tescil tarihi olan 1995
yılındaki bedelin satın alma gücü ile bugünkü satın alma gücü arasında (enflasyon
ve hayat pahalılığı nedeniyle) çok fahiş bir fark olup, yalnızca Yurt İçi
Üretici Fiyat Endeksi baz alınarak yapılacak olan güncelleme ile bu farkın
kapanması da mümkün değildir.
Taşınmazı bedele
dönüştürülen ve idarece takdir edilen bedel dahi kendisine ödenmeyen, öte
yandan işlemler idarece kendisine bildirilmeyen bir hak sahibinin, aradan geçen
sürede Türkiye’deki enflasyon ve hayat pahalılığı karşısında yasal düzenlemede yalnızca Yİ-ÜFE
güncellemesiyle alacağını almaya zorlanması mülkiyet hakkının ağır şekilde
ihlal edilmesinden öte bir anlam taşımamaktadır. Zira getirilen
hesaplama yöntemi ile tespit edilecek sembolik miktarın,
müdahale edilen mülkiyet hakkının gerçek karşılığını teşkil edemeyeceği açık
olup, bu bağlamda idare adeta bedelsiz olarak mülkiyete el atmış olacak,
bireyin/bireylerin mülkiyet hakkı Anayasanın korumasına rağmen, yasayla ortadan
kaldırılmış olacaktır.
2. C) Getirilen Düzenleme, “Temel
Hak Ve Hürriyetlerin Sınırlanmasının Sınırım Dahi Aşmakta ve Hakkın Özüne
Dokunmakta Olup, Anayasanın 13. Maddesine Aykırıdır.
Anayasanın 13. maddesi uyarınca;
“Temel hak ve hürriyetler,
özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen
sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar,
Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin
gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
Yukarıda açıkladığımız üzere,
getirilen düzenleme ile öngörülen hesaplama yönteminin uygulanması halinde,
hissesi idare tarafından bedele dönüştürülmek suretiyle mülkiyetine haksız el
atılan maliklere, uygulamanın tapuda tescil edildiği tarihteki değerin dava
tarihine kadar YÎ-ÜFE güncellemesi ile bulunacak miktarın ödenmesi
öngörülmektedir. Ancak bunun haksız el atılan mülkiyetin gerçek
bedelini teşkil etmeyeceği, sembolik bir miktara tekabül edeceği, idarenin adeta
bedelsiz olarak mülkiyete el atmış olacağı her türlü izahtan
varestedir.
Bu kapsamda, Anayasa ve yasalara
uygun şekilde kamulaştırma yapmış olsa idi gerçek karşılığını peşin ödemek
zorunda olan idarenin, birey lehine var olan Anayasal ve yasal güvenceleri
bir tarafa bırakarak, bireyin mülkiyet hakkına adeta bedelsiz (veya sembolik bir miktarla el
atması), mülkiyet hakkının özüne ağır bir müdahaledir ve hakkı tümüyle ortadan
kaldırmaktadır.
Öte yandan
mülkiyet hakkına yönelik getirilen bu sınırlama, Anayasanın sözüne ve ruhuna
uygun düşmediği gibi, demokratik bir toplum düzeninde de kendisine yer bulamaz.
Ayrıca yasada aslında sembolik
miktarı bulmak için getirilen hesaplama yönteminin uygulanmasının neticesinde
tespit edilecek miktarın her nasılsa gerçek bedel” (?)
olarak nitelendirilmiş olması, abes olmasının yanında, yasada bu sözcüğün
özellikle kullanılmasıyla “sembolik bedelin gerçek bedel olarak kabul
ettirilmesi” gibi bir maksat güdüldüğünün açık bir göstergesidir.
Gerçek bedel, imar
uygulaması kapsamında ei atılan (bedele dönüştürülen) taşınmazın
dava
tarihindeki rayiç değeridir. Kanun koyucunun kendince farklı yöntemlerle bu maddi
ve hukuki gerçekliği yok sayarak ölçülülük ilkesine aykırı hesaplama yöntemleri
getirmesi Anayasaya aykırıdır.
2. D) İdarelerin Anayasaya
Aykırı Uygulamalarını Ve Ağır Hak İhlallerini Örtüleme / Koruma Altına Alma
Amacı Taşıyan Düzenleme, Anayasanın 11. Maddesine Aykırıdır.
Anayasanın 11. maddesi uyarınca,
“Anayasa hükümleri, yasama,
yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri
bağlayan temel hukuk kurallarıdır.
Kanunlar Anayasaya aykırı
olamaz.”
Mahkemeniz
huzurundaki uyuşmazlıkta görüldüğü gibi benzer diğer uyuşmazlıklarda da, idare imar uygulaması kapsamında
hak sahiplerinin değişen miktarlarda taşınmaz hisselerini bedele dönüştürmüş,
ancak ne var ki bu bedeli ödemediği gibi, durumdan hak sahiplerini de
bilgilendirmemiştir. Bu şekilde gerçekleşen idarenin hukuksuz eylemleri neticesinde yasanın
sözüyle bedele dönüştürülen taşınmaz/hisseler, aslında
bedelsiz olarak maliklerinin elinden alınmıştır! Bu ağır hak
ihlali/ihlalleri karşısında mahkemeler nezdinde tazminat/bedel
artırımı vb. adlar altında el atılan mülkiyetlerinin gerçek
değerini talep ederek anayasal hak arama hürriyetini kullanan bireyler, yasa
koyucunun “adeta
bu hakkı engelleme gayesi ile” çıkarmış olduğu 6745 sayılı
Kanunun 35. maddesi ile 2942 sayılı Kanuna eklenen geçici 12. madde düzenlemesi
ile yasama organının, hukuk tanımazlık yarışında idarenin
de ilerisinde ve onun yanında saf tuttuğunu görmüşlerdir. Yasama organı,
Anayasanın özellikle 2., 35. ve 46. maddelerine aykırı hareket ederek,
bireylerin mülkiyet hakkına bedelsiz olarak el atan idarelerin bu hukuksuz
eylemlerinin karşılığında mahkemelerce hükmedilmesi gereken gerçek bedelin sembolik bedele
çevrilmesi için -itiraz etmiş olduğumuz- yasal düzenlemeyi getirmiştir. Ancak
ne var ki, getirilen yasal düzenleme yukarıda açıkladığımız ve aşağıda da
değineceğimiz üzere Anayasanın 10., 35., 36., 46. ve 90. maddelerine aykırıdır.
Görüldüğü üzere Yasama
organı, kendisini Anayasa ile bağlı görmeksizin, Anayasanın bağlayıcılığı ve
üstünlüğünü bir kenara koyarak, Anayasaya açıkça aykırı bir yasal düzenleme
yaparak 11. maddeyi de ihlal etmiştir.
2. E) Düzenleme, Hak Arama
Hürriyetini İşlevsiz Bıraktığından Anayasanın 36. Maddesine Aykırıdır.
Anayasanın 36/1. maddesi uyarınca,
“Herkes, meşru vasıta ve
yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
6745 sayılı Kanunun 35. maddesi
ile 2942 sayılı Kanuna eklenen geçici 12. maddenin 1. fıkrasının 1. ve 2. cümlelerinde
düzenlenen bedel tespiti ve güncellemeye ilişkin esasların, haksız el atılan
taşınmazın gerçek değerini ifade edemeyeceği, günümüz şartlarında mülkiyetin gerçek değeri
ile kıyaslanamayacak kadar düşük sembolik bir bedele tekabül edeceği açıktır.
Bu bağlamda, özellikle dava aşamasında yapılması gereken usuli işlemlerin
gerektirdiği yargılama giderlerinin (harçlar, keşif giderleri, heyet halindeki
bilirkişilerin ücretleri vs.), yasal düzenleme ile getirilen hesaplama
yöntemine göre tespit edilecek bedelin dahi üzerinde olacağı öngörülmektedir. Dava masraflarının,
dava ile elde edilecek olan maddi yarardan daha yüksek olması şeklinde
gerçekleşecek bu durum karşısında rasyonel olan ise hiç dava açmamaktır. Aslında yasa
koyucunun hedeflerinden biri de budur. Bu nedenle yasal düzenleme, hak arama hürriyetini
işlevsiz bırakmaktadır ve 36. maddeye aykırıdır.
2. F) Getirilen Yasal Düzenleme,
Anayasanın 46. Maddesine Aykırıdır.
Anayasanın 46/1. maddesine göre;
Devlet ve kamu tüzel kişileri;
kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarım peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz
malların tamamım veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre,
kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde İdarî irtifaklar kurmaya yetkilidir.
İdarece takdir edilen sembolik
miktardan ibaret şuyulandırma bedeli, müvekkillere (ve diğer hak
sahiplerine) ödenmediği için yerleşik Yargıtay içtihatları uyarınca taşınmazın dava
tarihindeki rayiç değeri, gerçek karşılığı teşkil eder.
6745 sayılı Kanunun 35. maddesi
ile 2942 sayılı Kanuna eklenen geçici 12. maddenin 1. fıkrasının 1. ve 2. cümlelerinde
düzenlenen bedel tespiti ve güncellemeye ilişkin esasların, haksız el atılan
taşınmazın gerçek değerini ifade edemeyeceği, günümüz şartlarında mülkiyetin
gerçek değeri ile kıyaslanamayacak kadar düşük sembolik bir bedele tekabül
edeceği açıktır.
Belirtilen
nedenle yasal düzenleme, Anayasanın
46/1. maddesindeki “gerçek karşılığın peşin ödenmesi” kuralına aykırıdır.
2. G) Düzenleme, Temel Hak Ve
Özgürlüklere İlişkin Milletlerarası Andlaşma Niteliğindeki AİHS Ve Eki
Protokollerle Açıkça Çeliştiğinden, Anayasanın 90. Maddesine Aykırıdır.
Anayasanın 90. maddesinin son
fıkrası uyarınca,
Usulüne göre yürürlüğe konulmuş
Milletlerarası anıtlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya
aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle:
7/5/2004-5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere
ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler
içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma
hükümleri esas alınır.”
Türkiye’nin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’ne 1 nolu ek protokol ile eklenen haklardan biri
de mülkiyet hakkıdır. Sözleşmenin 1. maddesi uyarınca;
“Her gerçek ve tüzel kişinin mal
ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse,
ancak kamu yaran sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası
hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.”
Mülkten yoksun bırakma işleminin
yerine getirmesi gereken üç koşul bulunmaktadır: Yoksun bırakma “kamu yararına” olmalıdır,
“yasanın
belirlediği koşullara” saygı gösterilmelidir ve “uluslararası
hukukun genel ilkelerine” uyulmalıdır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
mülkiyet hakkı ihlallerinde, halin icapları ile bireyin temel haklarının
gerekleri arasında bir adil dengenin sağlanıp sağlanmadığını araştırmaktadır.
Mahkemeye göre ilke olarak; bireyi mülkiyet hakkından yoksun kılan bir tedbirin
meşru kamu yararı amacı gütmüş olması yeterli değildir. Amaca ulaşmak için
başvurulan amaç ile güdülen amaç arasında aynı zamanda makul bir orantı
ilişkisinin de mevcudiyeti gerekir. Yine mahkeme kararlarında ilgililerin
uğradıkları zararın tazminini istemesi imkânına sahip bulunmadıkları için adil
dengenin bozulduğuna ve öteki nedenler yanında bu nedenle de mülkiyete saygı
ilkesinin ihlal olunduğuna karar verilmiştir. Mahkemeye göre sözleşen devletlerin
hukuk sistemlerinde kamu yararı gereği mülkiyetten mahrumiyet, bir tazminatın
ödenmemiş olması halinde meşruiyet kazanmaz. Tazmin yükümlülüğünün seviyesine
gelince mal ve mülkün değeri ile orantılı bir meblağın ödenmemesi durumunda
mülkiyetten mahrumiyet genellikle aşırı bir tecavüz olup 1. madde düzeyinde
meşru telakki edilemez.
Belirtilen nedenle, idarece
haksız ve bedelsiz şekilde el atılan mülkiyete karşılık gerçek bedeli
değil, sembolik bedeli ödemeyi öngören yasal düzenleme, Avrupa İnsan Haklan
Sözleşmesi’ne 1 nolu ek protokol ile eklenen 1. maddesine ve bununla
yakından bağlantılı Anayasanın 90. maddesine aykırılık teşkil
etmektedir.
3) 6745 SAYILI KANUN UN 35. MADDESİ İLE 2942 SAYILI KANUNA
EKLENEN GEÇİCİ 12. MADDENİN İKİNCİ FIKRASININ “BU KANUNUN GEÇİCİ 6 NC1 MADDESİNİN ÜÇÜNCÜ, YEDİNCİ, SEKİZİNCİ
VE ON BİRİNCİ FIKRA HÜKÜMLERİ, BU MADDE KAPSAMINDAKİ DAVALAR VE İCRA TAKİPLERİ
İÇİN DE UYGULANIR. DEVAM EDEN DAVA VE İCRA TAKİPLERİ İSE, BU MADDE HÜKÜMLERİNE
GÖRE SONUÇLANDIRILIR.” BİÇİMİNDEKİ BİRİNCİ VE İKİNCİ
CÜMLESİ,
ANAYASANIN 2., 10., 11., 35.,
36., 46. VE 90. MADDELERİNE AYKIRIDIR.
3. A) Getirilen Düzenlemenin
Hukuki Anlamı
6745 Sayılı Kanun’un 35. maddesi
İle 2942 sayılı Kanuna Eklenen Geçici 12. maddenin ikinci fıkrası ile; (tarih sınırı
olmaksızın daha önce gerçekleşmiş, gerçekleşmekte olan ve gerçekleşecek) imar
uygulamalarından doğan idarelerin taraf olduğu her türlü alacak ve bedel
artırım davalarında geçici 6. maddenin,
- 3. Fıkrası (Uzlaşma;
idareye ait taşınmazın trampası, idareye ait taşınmaz üzerinde sınırlı ayni hak
tanınması veya imar mevzuatı çerçevesinde başka bir yerde imar hakkı
kullandırılması suretiyle veya bunların mümkün olmaması hâlinde nakdi bedel
üzerinden yapılabilir.)
- 7. Fıkrası (Bu
madde kapsamında açılan davalarda mahkeme ve icra harçları ile her türlü
vekâlet ücretleri bedel tespiti davalarında öngörülen şekilde maktu olarak
belirlenir.)
- 8. Fıkrası (Kesinleşen
mahkeme kararlarına istinaden bu madde uyarınca ödemelerde kullanılmak üzere,
ihtiyaç olması hâlinde, merkezi yönetim bütçesine dâhil idarelerin yılı
bütçelerinde sermaye giderleri için öngörülen ödeneklerinin (Milli Savunma
Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı
bütçelerinin güvenlik ve savunmaya yönelik mal ve hizmet alınılan ile yapım giderleri için ayrılan
ödeneklerin) yüzde ikisi, belediye ve il özel idareleri ile bağlı idareleri
için en son kesinleşmiş bütçe gelirleri toplamının, diğer idareler için en son
kesinleşmiş bütçe giderleri toplamının en az yüzde ikisi oranında yılı
bütçelerinde pay ayrılır. Kesinleşen alacakların toplam tutarının ayrılan
ödeneğin toplam tutarını aşması hâlinde, ödemeler, sonraki yıllara sâri olacak
şekilde, garameten ve taksitlerle gerçekleştirilir. Taksitlendirmede, bütçe
imkânları ile alacakların tutarları dikkate alınır. Taksitli ödeme süresince,
3095 sayılı Kanuna göre ayrıca kanuni faiz ödenir. İdare tarafından, mahkeme
kararı gereğince nakdi ödeme yerine, üçüncü fıkrada belirtilen diğer uzlaşma
yollan da teklif edilebilir ve bu maddenin uzlaşmaya ilişkin hükümlerine göre
işlem yapılabilir.)
- 11. Fıkrası (Bu
madde uyarınca ödenecek olein bedelin tahsili sebebiyle idarelerin mal, hak ve
alacakları haczedilemez.)
hükümlerinin
uygulanacağı ve (kanunun yürürlüğünden önce açılmış olanlar dahil) devam eden tüm dava ve icra
takiplerinin (atıf yapılan geçici 6. madde hükümleri dahil) geçici 12. madde
uyarınca sonuçlandırılacağı belirtilmektedir.
Anlaşıldığı üzere,
Anayasa
Mahkemesinin 01.11.2012 tarih, E. 2010/83 ve K. 2012/169 sayılı kararı ile Anayasaya
aykırı olduğu ilke olarak kabul edilen
ve fakat 9.10.1956
ile 4.11.1983 tarihleri arasında meydana gelen kamulaştırmasız el atmalara
dayalı tazminat taleplerine uygulanacak kurallar olduğu, bu döneme yönelik bazı
mağduriyetlerin giderilmesi amacıyla çıkarıldığı ve istisnai nitelik taşıdığı gerekçesiyle iptal
edilmeyen, ancak 4.11.1983 tarihinden sonra gerçekleşen
kamulaştırmasız el atmalar yönünden iptal edilen; akabinde
Anayasaya aykırı kanun yapmayı ve bu suretle ağır hak ihlali yaratmayı
alışkanlık haline getiren yasa koyucu tarafından bu defa hemen hemen aynı
esasların 4.11.1983 ila 11.6.2013 tarihleri arasında gerçekleşen kamulaştırmasız el
atmalarda da uygulanmasını öngören ve fakat Anayasa Mahkemesinin
13.11.2014 tarih, E. 2013/95 ve K. 2014/176 sayılı kararı ile iptal edilen düzenlemeler; BU
DEFA İSE 6745 SAYILI KANUNUN 35. MADDESİ İLE 2942 SAYILI
KANUNA EKLENEN GEÇİCİ 12. MADDESİ İLE (ANAYASA MAHKEMESİNİN ANILAN KAKARLARINDA
BELİRTİLEN DÖNEMLER DE GÖZ ARDI EDİLEREK) İMAR UYGULAMALARlNDAN
DOĞMUŞ VEYA DOĞACAK TÜM ALACAK VE BEDEL ARTIRIM DAVALARINDA UYGULANMAK İSTENMEKTEDİR.
Anlaşıldığı
üzere, Anayasa Mahkemesi tarafından kamulaştırmasız el atmaya ilişkin hukuka
açıkça aykırı yasal düzenlemelerin iptal edilmesi üzerine yasa koyucu, bu defa aynı düzenlemeyi imar
uygulamaları yönünden yasal hale getirmiştir. Yasa koyucunun, hukuka
aykırı şekilde mülkiyet ihlali yapan idareleri, bundan böyle bu
haksız eylemlerini kamulaştırmasız el atma şeklinde
değil de, imar uygulaması adı altında işlem yapmaya yönelttiği de açıkça
görülmektedir.
Getirilen
düzenlemeye göre hangi
tarihte gerçekleşirse gerçekleşsin, imar
uygulamalarından doğan (üstelik getirilen düzenlemenin
yürürlük tarihinden önce açılmış olanlar da dâhil olmak üzere) tüm davalarda ve
icra takiplerinde de;
- İdarenin nakdi bedel ödemesi;
trampa, sınırlı ayni hak, başka yerde imar hakkı tekliflerinin mümkün olmaması
halinde gerçekleşecek,
- Mahkeme ve icra harçları ile
her türlü vekâlet ücretleri maktu olarak belirlenecek,
- Mahkeme kararı uyarınca ödeme
için kararın kesinleşmesi beklenecek, ödemeler bütçenin 2’si oranında ayrılacak
paydan karşılanacak, ödenek yetmemesi halinde sonraki yıllara sarkabilecek
taksitlendirmeler yapılacak, taksit süresince yasal faiz ödenecek, idare bu
aşamada dahi 3. fıkra uyarınca diğer uzlaşma yollarını teklif edebilecek,
- Alacağın tahsili için
idarelerin hiçbir malvarlığı haczedilemeyecektir.
3. B) Hukuk Devletinde Yeri
Olmaması Gereken Düzenlemenin, Anayasanın 2. Maddesine Aykırı Olduğu Açıktır.
Anayasanın 2. maddesi
uyarınca,
“Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru,
milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk
milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.”
Anayasa Mahkemesi’nin 22.12.2011 tarih,
E. 2010/7 ve
K. 2011/172 sayılı
kararında belirtildiği üzere;
“Kişilere hukuk güvenliğinin
sağlanması, Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devletinin ön koşullarındandır.
Hukuk devleti, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem
ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici
yöntemlerden kaçınmasını gerektirir. Hukuk güvenliğinin sağlanması, bu
doğrultuda yasaların geleceğe yönelik öngörülebilir belirlemeler
yapılabilmesine olanak verecek kurallar içermesini gerekli kılar. Geriye
dönük düzenlemelerle kişilerin haklarının, hukuki istikrar ve güvenlik ilkesi
gözetilmeden kısıtlanması hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmaz. Hukuk devletinin
gereği olan hukuk güvenliğini sağlama yükümlülüğü, kural olarak yasaların
geriye yürütülmemesini gerekli kılar. “Yasaların geriye yürümezliği ilkesi” uyarınca yasaktı-, kamu yararı ve kamıı düzeninin
gerektirdiği,
kazanılmış hakların korunması,
mali haklarda iyileştirme gibi kimi ayrıksı durumlar dışında ilke olarak
yürürlük tarihlerinden sonra olay, işlem ve eylemlere uygulanmak üzere
çıkarılırlar. Yürürlüğe giren yasaların geçmişe ve kesin nitelik kazanmış
hukuksal durumlara etkili olmaması hukukun genel ilkelerindendir. Öte yandan, hukuk devletinin hukuk güvenliği ilkesi
belirliliği de gerektirir. Belirlilik ilkesi, yükümlülüğün hem kişiler hem de
idare yönünden belli ve kesin olmasını, yasa kuralının, ilgili kişilerin mevcut
şartlar altında belirli bir işlemin ne tür sonuçlar doğurabileceğini makul bir
düzeyde öngörmelerini mümkün kılacak şekilde düzenlenmesini gerekli kılar. “
Geçici 12. maddenin 2. fıkrasının
2. cümlesinde, devam eden dava ve icra takiplerine de bu madde hükümlerinin
uygulanması öngörülmüştür. Bu şekilde davanın açıldığı tarihteki yasal mevzuat
ve yerleşik içtihatlar gereği idarenin haksız el atmış olduğu mülkiyeti
karşılığında dava tarihindeki gerçek karşılığını, yapmış olduğu nispi harç,
yargılama gideri ve nispi vekalet ücreti ile birlikte alma ve bunu haciz yasağı
ve bütçe kısıtlaması olmaksızın tahsil etme hakkına sahip olan birey, dava açıldıktan sonra getirilen yasal düzenleme
ile bu haklardan mahrum bırakılmaktadır. Üstelik getirilen yasal düzenleme
ile dava yerel mahkemece
hak ihlaline uğratılan birey lehine karara bağlanmış olsa bile, henüz
kesinleşmediği takdirde sonradan getirilen kural yine uygulanacak ve yeni bir
hak ihlaline daha uğratılacaktır. Öte yandan getirilen yasal düzenleme ile karar kesinleşmiş olsa bile; alacağın tahsil süreci devam
etmekte ise haciz yasağı ve bütçe kısıtlaması yine uygulanacaktır. Yine önemle
belirtmek gerekir ki, itirazımıza konu yasal düzenleme ile getirilen hesaplama
yöntemi kesinleşmemiş tüm davalarda uygulanacaktır.
Bu nedenle, getirilen yasal düzenleme, hukuk
devleti ve hukuk güvenliği ilkelerini açıkça ihlal etmektedir. Zira geçmişte
yapılmış ve tamamlanmış hukuki işlemlere yönelik olarak kamu yararı
ve birey haklarını korumaya yönelik değil tam aksine bireyin
temel hak ve hürriyetlerini yok eder bir şekilde geçmişe yürütülmektedir.
Tüm davalar açıldıkları
tarihteki mevcut yasal duruma güvenilerek açılmış, harçları ve masrafları
mevcut düzenlemelere (nispi orana) göre sarf edilmiş, yargılama mevcut hukuki
duruma göre sürdürülmüştür. Hak sahipleri hukuk güvenliği içerisinde mevcut
hukuki duruma güvenerek hareket etmiş, davalarını açmışlardır. Diğer mahkemeler
hak sahibi lehine karar vermiş, Mahkemeniz huzurundaki davada bedele
dönüştürülen (ancak bedeli ödenmeyen) taşınmazın değerine ilişkin
tespitte kullanılmak üzere dava tarihi esas alınarak deliller toplanmaya
başlamıştır. Bu aşamada itirazımıza konu yasal düzenleme ile müvekkil de dâhil tüm hak
sahiplerinin hak kazandığı/kazanacağı gerçek bedel, sembolik bedele çevrilmiş, bu
sembolik miktarın dahi tahsili kısıtlamalara tabi tutulmuştur.
Tüm bu
nedenlerle, sonradan
getirilen yasal düzenlemenin, gerek derdest davaların esasım gerekse de dava sonucunda
hükmedilecek alacağın tahsil kabiliyetini olumsuz yönde etkileyeceği aşikâr
olduğundan, hukuk devletinde koruma görmesi mümkün değildir, mutlaka iptali
gerekir.
3. C) İptalini Talep Ettiğimiz
Düzenleme, Anayasanın 10. Maddesi İle Güvence Altına Alman “Kanun Önünde
Eşitlik” İlkesine De Açıkça Aykırıdır.
Anayasa’nın 10. maddesi kapsamında;
-Herkesin kanun önünde eşittir.
-Devlet, bu eşitliğin yaşama
geçmesini sağlamakla yükümlüdür.
-Devlet organları ve idare
makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket
etmek zorundadır.
Kanun önünde eşitlik ilkesinin
amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalarca aynı işleme bağlı tutulmalarım
sağlamak ve kişilere yasalar karşısında ayrım yapılmasını ve ayrıcalık
tanınmasını önlemektir.
Hal böyle iken, 2981 sayılı
Kanun uyarınca imar uygulamasından doğan alacak/bedel artırım talep eden iki
farklı hak sahibinin aynı tarihte açtığı davalardan biri itirazımıza konu olan
yasal düzenlemenin yürürlük tarihinden önce kesinleşmiş, fakat diğer dava henüz
kesinleşmemişse, iki hak sahibinin de hukuki durumu aynı olmasına ve Anayasa
uyarınca her ikisine de eşit işlem uygulanması gerekirken, getirilen yasal
düzenleme ile bu eşitlik imkânsız kılınmaktadır.
Dava tarihi itibariyle eşit
statü ve hukuki düzende bulunan hak sahipleri arasındaki bu eşitlik davası
kesinleşmeyen aleyhine açıkça bozulmakta ve kanun önünde eşitsizlik bizzat
kanun eliyle yaratılmaktadır.
Keza benzer örnekleri özellikle
karar kesinleştiği halde tahsil olup olmaması halinde çoğaltmak mümkündür.
Belirtilen
nedenle, getirilen
yasal düzenleme kanun önünde eşitlik ilkesi ile bağdaşmaz ve 10. maddeye açıkça
aykırıdır.
3. D) Hakkın Özüne Müdahale Eden
Ve Anayasaya Aykırı Olduğu Aşikâr Olan Düzenleme Anayasanın 11. ve 13.
Maddelerine Aykırıdır.
Bu husustaki itiraz
gerekçelerimiz, yukarıda 2.C ve 2.D bölümünde belirtmiş olduğumuz gerekçelerle
aynı/benzer olduğundan tekrardan kaçınmak amacı ile ilgili bölümlere atıf
yapıyoruz.
3. E) Getirilen Düzenleme,
Mahkeme Kararına Dayalı Alacakların Tahsilini Bütçe Kısıtlamasına, Süresi Ve
Sıralaması Belirsiz İdarenin Tek Taraflı Taksitlendirmesine Ve Mutlak Haciz
Yasağına Tabi Tuttuğundan, Anayasanın 35. Maddesiyle Güvence Altına Alman
Mülkiyet Hakkını, Hakkın Özünü Ortadan Kaldıracak Şekilde Zedelemektedir.
(Öncelikle belirtmek gerekir ki,
yukarıda iptalini talep ettiğimiz yasal düzenlemenin 1. fıkrasına karşı 35. madde
yönünden yapmış olduğumuz tüm itirazlar aynen bu kısım için de geçerli olup, 2.B bölümündeki açıklamalarımıza atıf yapıyoruz.)
Düzenlemenin 2. fıkrasında atıf yapılan geçici 6.
maddenin 8.
fıkrası ve
11. fıkrası, imar
uygulamalarından doğan ve mahkeme kararına dayanan alacağın tahsili yönünden hakkın özünü etkileyecek
kısıtlamalar getirmiştir. Özellikle
idarenin ödeme yükümlülüğü bu tür ödemeler için ayıracağı yıllık bütçesindeki
(yalnızca) % 2Tik payla sınırlanmış, bütçenin yetmemesi halinde süre sınırı
konulmaksızın taksitle ödeme yapılacağı düzenlenmiş, yine idare lehine mutlak
haciz yasağı getirilmiştir.
Getirilen düzenlemenin 1. fıkrasında
(2.B bölümünde açıkladığımız üzere) idare
tarafından haksız el atılan mülkiyetin gerçek değerinin değil, sembolik
miktarın ödenmesi ve buna ilişkin hesaplama yönteminin belirtilmesi başlı
başına 35. maddeye aykırıdır.
Öte yandan düzenlemenin 2. fıkrasında
atıf yapılan ve az yukarda değinilen geçici 6. maddenin bir kısım fıkralarının
(3,7,8,11), bu tür davalarda mahkemelerce hükmedilecek
bedelin tahsili yönünden de uygulanmasının öngörülmesi, zaten el atılan
mülkiyet hakkının karşılığını teşkil edemeyecek sembolik bir
miktarın tahsilini de güçleştirmekte ve hatta imkânsız kılmaktadır. Bütçe gelirleri düşük ama hukuka
aykırı eylemleri büyük bir idarenin, bu tür davalardan doğan çok sayıda borçlu
olduğu icra dosyası bulunduğunda; bütçe kısıtlaması, üst süre sınırı olmayan
belirsiz taksitler ve mutlak haciz yasağı ile karşı karşıya kalacak olan hak ihlali
mağduru, mahkeme
kararına dayanan alacağını nasıl tahsil edecektir? Zaten
haksız el atılan mülkiyetinin karşılığını almak için yıllarca hukuki mücadele
yürüten hak ihlali mağdurunun, mahkeme kararına dayalı alacağını tahsil etmesi kaç
yıl sürecektir? Görüldüğü üzere atıf yapılan maddelerin
uygulanması halinde, mülkiyet hakkı ihlal edilen hak sahibinin bu zararının
normal olarak peşinen tazmin edilmesi gerekirken, getirilen yasal düzenlemeyle adeta bu zararın tazmin edilmemesi
ve mahkeme kararının bilinçli şekilde infaz edilmemesi hedeflenmektedir.
Ancak yasa koyucunun bildiği
veya bilmesi gerektiği önemli bir husus şudur: Mahkemenin birey lehine venniş
olduğu ...alacağın tahsiline şeklindeki
hüküm, bireyin
malvarlığına ait bir alacak hakkını tespit etmektedir ve bu alacak hakkı hiç kuşku yok ki AY. 35. Maddenin kapsamında ve korumasındadır. Nitekim AIHM, Stran Greek Refineries ve Stratis Andreadis-Yunanistan
davası kararında (9 Aralık 1994, Seri A No. 301-B, s. 84-85, paragraf 58-62), alacağın Sözleşmenin 1. maddesi kapsamında bir “mülk”
olarak sınırlandırılabileceğine karar vermiştir.
Belirtilen
nedenle, mülkiyet
hakkı kapsamında yer alan alacağın tahsilini güçleştiren ve/veya
imkânsızlaştıran düzenlemenin iptali gerekir.
3. F) Getirilen Düzenleme,
Anayasanın 36. Maddesi İle Güvence Altına Alınan Hak Arama Hürriyetine
Aykırıdır.
Anayasanın 36/1. maddesi uyarınca
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
Anayasal güvence altında olan bu
hak hiç kuşku yok ki, mahkeme kararma dayanan bir alacağın tahsili için icra
takibi başlatma, borçlu aleyhinde haciz işlemleri yapma gibi hak ve yetkileri
de kapsar.
Hal böyle iken getirilen yasal
düzenleme ile idarenin ödeme yükümlülüğü -alacaklı sayısı ve alacakların
toplam miktarı dahi dikkate alınmaksızın- yıllık bütçe gelirinin % 2’si
oranında ayıracağı payla sınırlı tutulmuş, bu payın ödemeye yetmemesi halinde
yine üst süre sınırlaması yapılmaksızın idareye taksitle ödeme imkânı
getirilmiş, ayrıca idare lehine mutlak haciz yasağı tanınarak alacağın tahsili
güçleştirilmiş ve/veya imkânsızlaştırılın ıştır. Yasal düzenlemenin somut
âlemde ortaya çıkaracağı bu olumsuz durum karşısında, alacaklının icra
takibi başlatması işlevsiz kalmaktadır, zira haciz hakkı
olmaksızın tahsilat yapamayacağı gün gibi ortadadır. Ayrıca alacağın tahsili için
başkaca hiçbir etkin yol da bırakılmamıştır.
Belirtilen
nedenle, özellikle alacağın
tahsili için girişilecek hukuki işlemleri en baştan yasa ile
etkisiz hale getiren yasal düzenleme, 36. maddeye aykırıdır.
3.G) Getirilen Yasal Düzenleme,
Anayasanın 46. Maddesine Aykırıdır.
Anayasanın 46. maddesinin 2. ve
4. fıkralarına göre;
“Kamulaştırma bedeli ile kesin
hükme bağlanan artırım bedeli nakden ve peşin olarak ödenir. Ancak, tarım
reformunun uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskân projelerinin
gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm amacıyla
kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenme şekli kanunla gösterilir.
Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme süresi beş
yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit olarak ödenir.
İkinci fıkrada öngörülen taksitlendirmelerde
ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde kamu alacakları
için öngörülen en yüksek faiz uygulanır.”
Geçici 12. maddenin 2. fıkrasında
atıf yapılarak, imar uygulamalarından doğan davalarda da uygulanması öngörülen geçici 6. maddenin
ilgili düzenlemelerine (3,7,8 ve 11. Fıkralar) göre,
idarelerce haksız el atılan taşınmazlarla dava yoluna başvurma külfeti hak
ihlali mağduruna yüklenmiş, dava harçlarını ödeme yükümlülüğü de hak ihlali
mağdurunun üzerinde bırakılmış, mahkemece hükmedilecek tazminatın ödenmesi için
bütçeden belli bir pay (% 2) ayrılması ve hükmedilen tazminatlar toplamının bu
ödenekten fazla olması halinde ödemelerin taksitlendirilmesi ve taksitli ödeme
süresince 3095 sayılı Kanuna göre kanuni faiz ödeneceği öngörülmüştür.
Ancak öncelikle ve önemle
vurgulamak gerekir ki, atıf yapılan hükümlerin yalnızca ve yalnızca 9.10.1956 ile 4.11.1983 tarihleri
arasındaki kamulaştırmasız
el atmalarda uygulanabileceği ve aslında hukuka aykırı olduğu ama istisnai nitelik taşıması
sebebiyle yalnızca anılan dönem için geçerlik tanındığı göz ardı edilerek, tarih sınırı
olmaksızın hangi tarihte gerçekleşirse gerçekleşsin imar uygulamalarından doğan
tüm alacak ve bedel artırım davalarında uygulanmasının öngörülmesi başlı başına
hukuka aykırılık teşkil etmektedir.
Öte yandan getirilen yasal
düzenlemede Anayasanın 46. maddesinde belirtilen;
- Bedelin nakden ve peşin
ödenmesi gerektiği,
- Taksitlendirmenin; tarım
reformunun uygulanması, büyük enerji ve sulama ile iskân projelerinin
gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve
turizm amacıyla kamulaştırılan topraklar yönünden mümkün olduğu, bunun
dışındaki kamulaştırmalarda taksitlendirme yapılamayacağı,
-
Taksitlendirme
halinde bile taksitlendirme süresinin beş yılı aşamayacağı,
- Taksitlendirme halinde kamu
alacakları için öngörülen en yüksek faizin uygulanacağı ilke ve düzenlemelerine
açık aykırılıklar bulunduğu anlaşılmaktadır.
Nitekim itiraz
ettiğimiz ve iptalini talep ettiğimiz yasal düzenlemede; Anayasa’nın 46. maddesindeki
taksitlendirme koşullarının bulunup bulunmadığına bakılmamış, sürenin beş yılı
aşması ihtimali karşısında üst sınır getirilmemiş, taksitlendirme halinde kamu
alacakları için öngörülen en yüksek faiz oranından daha düşük olan yasal faizin
ödeneceği kabul edilmiş, mahkeme kararına rağmen idarenin ödeme yapmak yerine
tekrar uzlaşma teklifi yapabileceği öngörülmüş, ayrıca bedelin tahsilini
imkânsız kılacak yahut aşırı derecede güçleştirecek şekilde idareler lehine
mutlak haciz yasağı getirilmiştir.
Belirtilen
nedenlerle, Anayasanın
46. maddesinde kabul edilen kamulaştırma ilkelerine aykırı olan yasal
düzenlemenin iptali gerekmektedir.
3. H) Düzenleme, Temel Hak Ve
Özgürlüklere İlişkin Milletlerarası Andlaşma Niteliğindeki AİHS Ve Eki
Protokollerle Açıkça Çeliştiğinden, Anayasanın 90. Maddesine De Aykırıdır.
Düzenlemenin 2. fıkrasında
geçici 6. maddeye yapılan atıf gereği uygulanması öngörülen hükümler (3,7,8 ve
11. Fıkralar), mülkiyet kapsamına ve korumasına dahil olan alacak hakkının
tahsilini güçleştirdiği ve imkânsızlaştırdığı için, Türkiye’nin de taraf olduğu Avrupa İnsan
Haklan Sözleşmesi’ne 1 nolu ek protokolün 1. maddesine ve bununla yakından
bağlantılı Anayasanın 90. maddesine aykırılık teşkil etmektedir. (Bu
konudaki itiraz gerekçelerimiz daha önce ilgili bölümlerde yapıldığı için,
tekrar etmemek maksadı ile başta 2.G ve 3.E olmak üzere ilgili bölümdeki
açıklamalarımıza atıf yapıyoruz.)
4. ANAYASA MAHKEMESİNİN
AYNI/BENZER KONUDAKİ İPTAL KARARLARINA AÇIKÇA AYKIRI OLAN, 6745 SAYILI KANUN’UN
35. MADDESİ İLE 2942 SAYILI KANUNA EKLENEN GEÇİCİ 12. MADDENİN TAMAMI,
ANAYASANIN 153. MADDESİNE DE AYKIRIDIR.
Anayasanın 153. maddesinin son
fıkrası uyarınca;
“Anayasa Mahkemesi kararları
Resmi Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarım, idare
makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.”
Hal böyle iken, yasama organı
Anayasa gereği bağlı olduğu AYM iptal kararlarıyla bağlı olmadığı anlamında
yorumlanabilecek ve bu kararlara tezat şekilde itiraza konu yasal düzenlemeyi
yapmıştır.
4. A) Getirilen Düzenleme,
Anayasa Mahkemesi’nin 01.11.2012 Tarih, E. 2010/83 Ye K. 2012/169 Sayılı
Kararına (R.G. Tarih-Sayı: 22.02.2013-28567) Aykırıdır.
6111 sayılı Bazı Alacakların
Yeniden Yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası
Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun’un Geçici 2. maddesi ile özetle Geçici 6.
maddenin 4.11.1983
tarihinden sonraki kamulaştırmasız el atma işlemlerine ilişkin olarak 6111
sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş yıl süreyle
uygulanması öngörülmüştür.
Belirtilen bu düzenlemeye karşı
iptal davası ve itiraz yolu ile Anayasa Mahkemesi’ne yapılan başvurular
neticesinde düzenleme iptal edilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin 01.11.2012 Tarih, E. 2010/83
Ve K. 2012/169 sayılı
kararının konumuz ile ilgili bölümü (iptal gerekçesi) aynen şu şekildedir:
“Anayasa’nın 2. maddesinde Cumhuriyetin
nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti ilkesinin gereklerinden biri de
devletin bütün işlemlerinde hukuka uygun hareket etme zorunluluğudur. Aynı
şekilde hukuk devleti bireyler açısından öngörülebilir bir hukuk düzenini
gerektirir.
Anayasa’nın 35. maddesinde birey
özgürlüğü ile doğrudan ilgili olan mülkiyet hakkı güvence altına alınmıştır.
Ancak mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olmayıp kamu yararı amacıyla
sınırlandırılması mümkündür. Anayasa’nın 46. maddesinde de kamu yararı amacıyla
ihtiyaç duyulan özel mülkiyetteki taşınmazların hangi koşullarda ve ne şekilde
kamulaştırılacağı düzenlenmiştir. Dolayısıyla idarenin
ihtiyaç duyduğu özel mülkiyetteki taşınmazları edinme yolu kamulaştırma
usulüdür.
2942 sayılı Kanun’un Geçici 6.
maddesi, 9.10.1956 ile 4.11.1983 tarihleri arasında meydana gelen
kamulaştırmasız el atmalara dayalı tazminat taleplerine uygulanacak kuralları
öngörmektedir. Bu kuralda getirilen düzenlemeler, malikler açısından
kamulaştırma için Anayasa’nın 46. maddesinde ve 2942 sayılı Kanun’da öngörülen
güvencelerden daha aleyhe kurallar içermektedir. 2942 sayılı Kanun’a göre,
kamulaştırma kararı verilebilmesi için öncelikle taşınmazın değerinin idare
tarafından tespit ettirilmesi, uyuşmazlık halinde idarenin mahkemeye başvurarak
bedel tespitini istemesi gerekmektedir. Tespit edilen bedelin peşin olarak
bankaya yatırılmasıyla kamulaştırma kararı kesinleşmektedir. Bu nedenle bir
kamu idaresi kamulaştırma bedelini ödeyecek yeterli ödeneği olmadıkça kamulaştırma
karan alamayacaktır. Diğer taraftan, malikin kamulaştırma işlemi aleyhine idari
yargıda dava açma hakkı bulunmaktadır. 2942 sayılı Kanun’da kamulaştırma
bedellerinin taksitlendirilmesi belli hallere münhasır kılınmış ve bu hallerde
de taksitlendirme süresinin beş yılı geçemeyeceği ve taksitlendirme halinde
kamu alacakları için uygulanan en yüksek faizin uygulanması kuralı yer
almaktadır.
Geçici 6. maddede ise geçmişte
idarelerce kamulaştırmasız e! atılan taşınmazlarla ilgili olarak uzlaşma ve
dava yoluna başvurma külfeti maliklere yüklenmiştir. Bu nedenle dava harçlarını
ödeme yükümlülüğü de maliklerin üzerindedir. Diğer taraftan, hükmedilen
tazminatın ödenmesi için bütçeden belli bir pay ayrılması ve hükmedilen
tazminatlar toplamının bu ödenekten fazla olması halinde ödemelerin
taksitlendirilmesi öngörülmüştür. Anayasa’nın 46. maddesindeki taksitlendirme
koşullarının bulunup bulunmadığına bakılmadığı gibi, sürenin beş yılı aşması
ihtimali de vardır. Ayrıca, taksitlendirme halinde 3095 sayılı Kanun’a göre
ödenecek olan kanuni faiz oranı kamulaştırmada uygulanacak olan kamu alacakları
için öngörülen en yüksek faiz oranından daha düşüktür. Öte yandan, mahkeme
kararından sonra idarelere tekrar uzlaşma teklif etme yetkisi tanındığı gibi
tazminatın ödenmesini sağlamak üzere idarelerin mal, hak ve alacaklarının
haczedilmesi de yasaklanmıştır.
Geçmişe yönelik bazı
mağduriyetlerin giderilmesi amacıyla çıkarılan ve istisnai nitelik taşıyan
Geçici 6. maddedeki malik aleyhine hükümlerin geleceğe yönelik olarak uygulanması
halinde kamulaştırma için Anayasa ve Kanun’da öngörülen bütün güvenceler
etkisiz kalabilecektir. Kuralla, Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 15
yıl boyunca 2026 yılına kadar idarelerin özel mülkiyete kamulaştırmasız el atma
yoluyla müdahalesine yol açılmaktadır. Böylece idareler kamulaştırma yapmak
yerine, hukuka aykırı olarak el atmak suretiyle taşınmazları elde
edebileceklerdir. Böyle bir durumda devletin hukuka bağlılığı ilkesi
zedeleneceği gibi bireyler açısından hukuki güvenlik ve öngörülebilirlik de
ortadan kalkacaktır. Bir hukuk devletinde kanunların hukuka aykırı uygulamaları
teşvik etmesi kabul edilemez.
Açıklanan nedenlerle kural,
Anayasa’nın 2., 35. ve 46. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
Kural, Anayasa’nın 2., 35. ve 46.
maddelerine aykırı görülerek iptal edildiğinden Anayasa’nın 5., 10., 11., 12.,
13., 36., 90. ve 138. maddeleri yönünden ayrıca inceleme yapılmasına gerek
görülmemiştir.”
Anayasa
Mahkemesinin alıntı yapmış olduğumuz iptal kararı ve gerekçesinin yasama organı için
de bağlayıcı olduğu Anayasanın 153. maddesinin zorunlu bir sonucudur.
Hal böyle iken yasama organı her nasılsa bu iptal
kararı ile kendini bağlı görmeksizin, bu defa 6745 sayılı Kanunun 35. maddesi
ile 2942 sayılı Kanuna eklenen geçici 12. maddede (2. Fıkrasında) geçici
6. maddenin 3., 7., 8. ve 11. fıkralarının, hangi tarihte
gerçekleşirse gerçekleşsin (devanı eden dava ve icra takipleri de dahil) imar
uygulamasından doğan her türlü alacak ve bedel artırım davalarında uygulanacağı
kuralını getirmiştir.
Böylece yasama organı, yukarıda
belirtmiş olduğumuz Anayasa maddelerine aykırı davranmasının yanında, 153. maddeye de açıkça
aykırı davranmaktadır. Yasama
organının iptalini talep etmiş olduğumuz düzenlemesi, İdareleri adeta “bir gayrimenkule hukuka
aykırı olarak el atacaklarsa, bunu kamulaştırmasız el atma olarak değil, imar
uygulaması kılıfı adı altında yapmaya” özendirmektedir.
4. B) Getirilen Düzenleme,
Anayasa Mahkemesi’nin 13.11.2014 Tarih, E. 2013/95 Ve K. 2014/176 Sayılı
Kararma (R.G. Tarih-Sayı: 13.3.2015-29294) Aykırıdır.
4. B.1) 6487 sayılı
Bazı Kanunlar ile 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun’un 21. maddesiyle 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun Başlığı
ile Birlikte Değiştirilen Geçici 6. maddesinin 12. fıkrasında özetle; 2981 sayılı Kanun hükümlerine
göre yapılan imar uygulamalarından doğan ve ipotekle teminat altına almanlar da
dâhil olmak üzere her türlü alacak ve bedellerin, borçlu idarelerce, ipotek
veya uygulama tarihinden itibaren 3095 sayılı Kanunda belirtilen kanuni faiz
oranı uygulanmak suretiyle güncellenerek ilgililerine ödeneceği, bu hükmün
devam eden davalarda da uygulanacağı, bu fıkra uyarınca yapılacak ödemeler
hakkında da bu madde hükümlerinin uygulanacağı öngörülmüştür.
Belirtilen bu düzenlemeye karşı
iptal davası ve itiraz yolu ile Anayasa Mahkemesi’ne yapılan başvurular
neticesinde düzenleme
iptal edilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin 13.11.2014 Tarih, E. 2013/95 Ve K.
2014/176 sayılı kararının konumuz ile ilgili bölümü (iptal
gerekçesi) aynen şu şekildedir:
“....Kamulaştırmasız el
koymalarda ödenmesi gereken bedel, taşınmazın el atma tarihindeki nitelikleri
esas alınarak “güncel rayiçler “ üzerinden hesaplanmaktadır. Oysa dava konusu
kural gereğince, bedele dönüştürülen hisse için yeni bir bedel takdiri
yapılmamakta, idarenin uygulama tarihinde takdir ettiği bedele 3095 sayılı
Kanun uyarınca faiz uygulanarak ödenmesi gereken tazminat saptanmaktadır.
...
dava konusu kuralda yer alan hüküm
uyarınca, davacının, idarenin daha önce belirlediği hisse bedelini sorgulaması ve bunu yargı organları
nezdinde tartışma konusu yapması mümkün değildir. İdarenin yıllar önce
belirlediği hisse bedelinin doğru olduğu kabul edilerek, buna sadece faiz işletilmek suretiyle
tazminat miktarı saptanmaktadır.
Anayasa’nın 35. maddesinde
güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, idarenin mülkiyet hakkına yapılan
müdahaleler nedeniyle oluşan zararların tazminini gerektirir. Bu müdahale
taşınmazın mülkiyetine el konulması şeklinde gerçekleşmişse zarar, taşınmazın
gerçek bedeli ödenmek suretiyle karşılanabilir.
2981
sayılı Kanun ‘un yürürlüğe girdiği 1984 tarihinden dava konusu düzenlemenin
yürürlüğe girdiği tarihe kadar yaklaşık 29 yıl geçmiş olup ülkemizde 80’li ve
90’lı yıllardaki enflasyon oranı dikkate alındığında, idarece uygulama tarihinde
belirlenen bedelin günümüzde sembolik bir tutara tekabül etmesi büyük bir
olasılıktır. Bu durumda, bedele dönüştürülen hissenin uygulama tarihinde takdir
edilen değerine her yıl için 3095 sayılı Kanun uyarınca faiz uygulanmak
suretiyle belirlenen hisse bedelinin taşınmazın gerçek karşılığım ifade
etmeyebileceği açıktır. Dolayısıyla hukuka aykırı olarak el konulan
taşınmazın gerçek bedelinin ödenmemesi sonucunu doğuran dava konusu kural,
Anayasa’nın 35. maddesiyle güvence altına alman mülkiyet hakkını zedeleyici
niteliktedir.
Anayasa’nın 36. maddesinde, hak
arama özgürlüğü güvence altına alınmıştır. Hak arama özgürlüğünün temel
unsurlarından biri de mahkemeye erişim hakindir. Mahkemeye erişim hakkı, hukuki
bir uyuşmazlığın bu konuda karar verme yetkisine sahip bir mahkeme önüne
götürülmesi hakkını da kapsar. Bu hak, devlete, etkili yargısal başvuru yolu
oluşturma ödevi yüklemektedir. Dava konusu kural, idarece takdir edilen bedelin
uygulama tarihi itibarıyla da doğru olup olmadığının sorgulanmasını ve açılacak
davada bunun tartışma konusu yapılmasını engellemektedir. Bu durum, davada
taşınmazın gerçek değerinin tespitini imkânsız hâle getirdiğinden ve ayrıca
davacının başarı şansını zayıflattığından adil yargılanma hakkım ihlal
etmektedir.
Açıklanan nedenlerle, dava
konusu kural Anayasa’nın 2., 35. ve 36. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda
alıntı yapılan iptal kararından sonra, yasa koyucu tarafından, iptal kararının
bağlayıcılığı yine göz ardı edilerek ve iptal
gerekçesinin ana nedeni hiç dikkate alınmayarak tekrar düzenleme yapılmış ve 6745
sayılı Kanunun 35. maddesi ile 2942 sayılı Kanuna geçici 12. madde olarak
eklenmiştir.
Yukarıdaki
bölümlerde etraflıca incelendiği üzere düzenlemede özetle, imar
uygulamalarından doğan idarelerin taraf olduğu her türlü alacak ve bedel
artırım davalarında taşınmazın
değerinin, uygulamanın tapuda tescil edildiği tarihin değerlendirme tarihi olarak
esas alınması ve o tarihteki niteliklerinin gözetilmek suretiyle tespit
edilmesi, tespit edilen bu bedelin, TÜİK tarafından açıklanan Yurt İçi Üretici
Fiyat Endeksi tablosu esas alınmak suretiyle dava tarihi itibarıyla
güncellenmesi ve ortaya çıkan bedelin hak sahibine ödenmesi öngörülmüştür.
Yargıtay’ın
konu ile ilgili istikrar kazanmış içtihatlarında, imar uygulaması ile yapılan bedele dönüştürme işlemi, hak
sahibine tebliğ edilmediği takdirde, her zaman dava açılabilir ve açılan davada
taşınmazın/hissenin dava tarihindeki değeri dikkate alınır.
Aynı/benzer yöntem kamulaştırmasız
el atmadan kaynaklanan tazminat davalarında da geçerli iken ve bu husus hem
2942 sayılı Kanunda, hem de Anayasa Mahkemesi’nin anılan iptal kararında
belirtilmişken, yasa koyucu imar uygulaması ile yapılan ve özünde bir haksız al
atma olan bedele dönüştürme ve fakat hiç bedel ödememe işlemleri yönünden yerleşik içtihadı, kanundaki kıyasi hükmü ve AYM’nin
iptal kararını bir tarafa
bırakarak, bu davalarda taşınmazın değeri tespit edilirken imar
uygulamasının tapuda tescil edildiği tarihin değerlendirme tarihi olarak esas
alınması yönünde düzenleme yapmıştır.
Ayrıca
yasa koyucu, AYM iptal kararında belirtilen gerekçelerden birini (ülkemizde 80’li ve 90’lı yıllardaki enflasyon oranı
dikkate alındığında, idarece uygulama tarihinde belirlenen bedelin günümüzde
sembolik bir tutara tekabül edebileceği, bedele dönüştürülen hissenin uygulama
tarihinde takdir edilen değerine her yıl için 3095 sayılı Kanım uyarınca faiz
uygulanmak suretiyle belirlenen hisse bedelinin taşınmazın gerçek karşılığını
ifade etmeyebileceği) sözüm ona dikkate alarak uygulamanın tapuya
tescil edildiği tarihin taşınmazın değer takdirinde esas alınması kuralını
kabul etmiş ve bulunacak bu bedelin TÜİK tarafından açıklanan Yİ-ÜFE tablosuna
göre dava tarihi itibariyle güncellenerek ödenmesini öngörmüştür. Ancak
bu düzenleme (aynen önceki düzenleme gibi) Anayasanın yukarıda belirtilen
maddelerine açıkça aykırıdır ve öte yandan yeni düzenleme ile getirilen hesaplama yöntemiyle bulunacak
miktar bile, AYM iptal kararında belirtilen sembolik
miktar olmaya devam edecektir.
AYM iptal kararında vurgulandığı
üzere, Anayasa’nın 35. maddesinde güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, idarenin
mülkiyet hakkına yapılan müdahaleler nedeniyle oluşan zararların tazminini
gerektirir. Bu müdahale taşınmazın mülkiyetine el konulması şeklinde
gerçekleşmişse zarar, taşınmazın gerçek bedeli ödenmek suretiyle
karşılanabilir. Gerçek bedel ise ancak ve ancak değerlendirme
tarihinin dava tarihi olarak kabul edilmesi ile mümkün olabilir.
4. B.2)
6487 sayılı Bazı Kanunlar İle 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun’un 21. Maddesiyle 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun
Başlığı ile Birlikte Değiştirilen Geçici 6. Maddesinin 13. Fıkrasında özetle;
04.11.1983 tarihinden bu fıkranın
yürürlüğe girdiği tarihe (11.6.2013) kadar gerçekleşen kamulaştırmasız el
atmalarda bedelin maddenin 8. fıkrasına göre bütçelerden ayrılacak paydan ve
aynı fıkrada belirtilen ıısule göre ödeneceği ve işlem yapılacağı, bu
kapsamdaki kamulaştırmasız el atmalar nedeniyle açılacak davalarda mahkemelerce
malikleri lehine hükmedilen tazminat ile bu davalara ilişkin mahkeme ve icra
vekâlet ücretlerinin de aynı usule göre ödeneceği, bedelin tahsili amacıyla
idarelerin mal, hak ve alacakları için haciz yasağı öngören 11. fıkra hükmünün,
bu fıkra kapsamında kalan taşınmazlar hakkında açılan her türlü davalarda ise
mahkeme ve icra harçları ile her türlü vekâlet ücretinin maktu olarak tespit
edilmesini öngören 7. fıkra hükmünün uygulanacağı, bu fıkra hükmünün fıkra
kapsamında kalan taşınmazlar hakkında açılan ve kesinleşmeyen davalarda da
uygulanacağı öngörülmüştür.
Belirtilen bu düzenlemeye karşı
iptal davası ve itiraz yolu ile Anayasa Mahkemesi’ne yapılan başvurular
neticesinde düzenleme
iptal edilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin 13.11.2014 Tarih, E. 2013/95 Ve K. 2014/176
sayılı kararının konumuz ile ilgili bölümü (iptal gerekçesi)
aynen şu şekildedir:
“...Anayasa Mahkemesinin 10.4.2003
günlü, E.2002/112 ve K.2003/33 sayılı kararı üzerine ortaya çıkan içtihat
farklılığının giderilmesi ve idarenin kamulaştırmasız el koyması yoluyla mağdur
edilen vatandaşların haklarının korunması amacıyla 5999 Kanun’la 2942 sayılı
Kanun ‘a eklenen geçici 6. maddede, taleplerin çok yoğun olması halinde kamu
idarelerinin tazminat ödeme konusunda zor durumda kalabilecekleri göz önünde
bulundurularak bu şekildeki taleplerin karşılanabilmesi ve tazminatların
ödenebilmesi için bazı özel düzenlemelere yer verilmiştir.
Dava konusu kuralla, 4.11.1983
tarihinden bu fıkranın yürürlüğe girdiği tarihe (11.6.2013) kadar gerçekleşen
kamulaştırmasız el atmalarda madde kapsamına alınmış ve maddede yer verilen
bazı hükümlerin bu taşınmazlar hakkında da uygulanması öngörülmüştür.
Geçici 6. maddede öngörülen
hükümler. Anayasa Mahkemesince iptal edilen 2942 sayılı Kanun’un 38. maddesinin
uygulandığı 9.10.1956 ilâ 4.11.1983
tarihlerini kapsayan dönemde oluşan
bazı mağduriyetlerin giderilmesi amacıyla çıkarılmıştır. Ancak kanun koyucu, bu
mağduriyetlerin bir anda giderilmesinin bütçeye ölçüsüz bir yük getirerek
kamusal hizmetlerinin aksamasına neden olacağını göz önünde bulundurarak münhasıran
bu tarihleri kapsayan dönemde
kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedellerinin ödenmesine ilişkin istisnai
bazı hükümlere yer vermiştir.
Geçmişe yönelik mağduriyetlerin giderilmesi ve o dönemden kaynaklanan
ihtilafların tasfiyesi amacındaki üstün kamusal yarar dikkate alındığında,
maliklerin de haklarının yeteri derecede gözetilmesi kaydıyla bu dönemle
sınırlı olarak uygulanmak üzere bir takım istisnai düzenlemelerin yapılması
mümkündür. Nitekim geçici 6. maddede, belirlenen bedelin ödenmesinde ödenek
sınırlaması getirilmesi, borcun taksitler halinde ödenmesine imkân tanınması,
haczedilmezlik yasağı öngörülmesi gibi malik aleyhine bir takım hükümlere yer
verilmiş ise de belirlenen bedelin taksitler halinde ödenmesi durumunda 3095
sayılı Kanun uyarınca kanuni faiz ödenmesi öngörülerek malikin gecikmeden
kaynaklanan zararları karşılanmak suretiyle kamusal yarar ile malikin kişisel
yararı arasında makul bir denge kurulmuştur.
Ancak, 9.10.1956 ilâ 4.11.1983
tarihlerini kapsayan dönemde oluşan mağduriyetlerin giderilmesi amacıyla
getirilen ve malikler aleyhine birtakım hükümler içeren bu istisnai
düzenlemenin 4.11.1983 tarihinden sonraki dönem için de uygulanmasının haklı
bir temeli bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesince iptal edilen 2942 sayılı Kanun’un
38. maddesinin doğurduğu ağır mağduriyetlerin bir anda giderilmesinin bütçeye
getireceği ölçüsüz yük nedeniyle kamu hizmetlerinde meydana gelebilecek
aksamalar dikkate alınarak o dönemle sınırlı olarak makul karşılanabilen bu
istisnai hükümlerin sonraki dönemlere de uygulanması öngörülerek
olağanlaştırılması, hukuk güvenliğini zedelemekte ve Anayasalım 35. maddesinde
güvenceye bağlanan mülkiyet hakkının ihlali sonucunu doğurmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, dava
konusu kural Anayasalım 2. ve 35. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
Yukarıda 4.A bölümünde
yapmış olduğumuz açıklamalar da göz önüne alındığında; yasama organı yine kendisini her nasılsa Anayasa
ve AYM iptal karan ile bağlı görmemekte, ağır hak ihlalleri doğuran ve
birbirinin aynısı/benzeri olan yasal düzenlemeleri tekrar tekrar çıkarmaktadır.
6745 sayılı
Kanunun 35. maddesi ile 2942 sayılı Kanuna eklenen geçici 12. maddede (2. fıkrasında)
geçici 6. maddenin 3., 7., 8. ve 11.
fıkralarının,
hangi tarihte gerçekleşirse gerçekleşsin (devam eden dava ve
icra takipleri de dahil) imar uygulamasından doğan her türlü alacak ve bedel
artırım davalarında uygulanacağı kuralını getiren yasa koyucu, Anayasanın
diğer maddeleri gibi 153. maddesini de ihlal etmekte ve idarelerin bireyin
mülkiyet hakkına yönelik haksız saldırılarını imar uygulaması adı altında
gerçekleştirmeye teşvik etmektedir.
5. 6216 SAYILI ANAYASA
MAHKEMESİNİN KURULUŞU VE YARGILAMA USULLERİ HAKKINDA KANUN’UN 43. MADDESİ DE
GÖZETİLEREK, GEÇİCİ 12. MADDE TÜMDEN İPTAL EDİLMELİDİR.
6216 sayılı Kanun’un 43/4. maddesi
uyarınca,
“Başvuru, kanunun, kanım
hükmünde kararnamenin veya Türkiye Büyük Millet Meclisi içtüzüğünün sadece
belirli madde veya hükümleri aleyhine yapılmış olup da, bu madde veya
hükümlerin iptali kanunun, kanun hükmünde kararnamenin veya Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğünün diğer bazı hükümlerinin veya tamamının
uygulanamaması sonucunu doğuruyorsa, keyfiyeti gerekçesinde belirtmek şartıyla
Mahkeme, uygulama kabiliyeti kalmayan kanunun, kanun hükmünde kararnamenin veya
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün bahis konusu öteki hükümlerinin veya
tümünün iptaline karar verebilir. “
Anılan yasal düzenleme somut
uyuşmazlık yönünden önem taşımaktadır. 6745 sayılı Kanunun 35. maddesi ile 2942
sayılı Kanuna eklenen geçici 12. maddenin tamamının Anayasaya aykırı olduğuna
ilişkin haklı, ciddi ve gerekçeli itirazımız doğrultusunda Mahkemenizce Anayasa
Mahkemesi’ne itiraz başvurusu yapılması halinde, AYM tarafından düzenlemenin
“…taşınmazın değeri; uygulamanın
tapuda tescil edildiği tarih değerlendirme tarihi olarak esas alınmak ve o
tarihteki nitelikleri gözetilmek suretiyle tespit edilir. Tespit edilen bu
bedel, Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklanan Yurt İçi Üretici Fiyat
Endeksi tablosu esas alınmak suretiyle dava tarihi itibarıyla güncellenir ve
ortaya çıkan gerçek bedel hak sahibine ödenir.
Bu Kanunun geçici 6 ncı maddesinin
üçüncü, yedinci, sekizinci ve on birinci fıkra hükümleri, bu madde kapsamındaki
davalar ve icra takipleri için de uygulanır. Devam eden dava ve icra takipleri
ise, bu madde hükümlerine göre sonuçlandırılır.”
kısmının iptal edilmesi halinde geriye uygulanma kabiliyeti kalmayan ve hiçbir
anlam ifade etmeyen
“24/2/1984
tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak
Bazı İşlemler ve 6785 sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi
Hakkında Kanun hükümlerine göre yapılan imar uygulamalarından doğan idarelerin
taraf olduğu her türlü alacak ve bedel artırım davalarında...” kısmı
kalabileceğinden, 6216 sayılı Kanunun 43/4. maddesi
uyarınca bu kısmın da iptal kapsamına alınmasını talep ediyoruz.
6. GEÇİCİ 12. MADDENİN
YÜRÜRLÜLÜĞÜNÜN DURDURULMASI GEREKİR.
Yukarıdaki bölümlerde yer
verilen gerekçeli açıklamalarımız da göz önüne alındığında; 6745 sayılı Kanun’un
35. maddesi ile 2942 sayılı Kanuna eklenen Geçici 12. maddenin tümüyle Anayasaya aykırı olduğu
her türlü şüpheden uzak bir hukuki gerçekliktir.
Yapılan düzenlemeler temel hak
ve özgürlüklere ilişkindir ve ihlal edilen hak ve özgürlükler nedeniyle ortaya
çıkan/çıkacak hak ihlalinin/zararın, sonradan giderilmesi de mümkün görülmemektedir.
Anayasaya aykırı
olduğunu iddia ettiğimiz kuralın yürürlüğü durdurulduğu takdirde, zaman ve masraf
kaybı yaşanmaksızın, mevcut yasal mevzuat ve konu ile ilgili yerleşik hale
gelmiş içtihatlara göre dava ve icra işlemleri devam edebilecek ve böylece imar
uygulaması kapsamında bedele dönüştürme ve fakat bugüne kadar hiç bedel ödememe”
şeklinde gerçekleşen idarelerin “mülkiyet hakkına yönelik haksız müdahaleleri”
Anayasaya uygun şekilde sonuçlandırılmış olacaktır.
Ancak, Anayasaya aykırı olduğunu
iddia ettiğimiz kuralın
yürürlüğü durdurulmadığı takdirde, sonradan verilecek olası
bir iptal kararı somut uyuşmazlıklar yönünden hukuken etkisiz kalabilecektir.
Yürürlüğü durdurma kararı verilmemesi halinde, bu
konuya ilişkin uyuşmazlıklar Anayasaya aykırı yasal düzenlemeye göre karara
bağlanabilir ve bu karar, iptal kararından önce kesinleşebilir, bu ise zaten
mülkiyet hakkı ihlal eden bireylerin başkaca temel haklarının da ihlal edilmesi
gerçeğini meydana getirir.
Öte yandan yürürlüğü durdurma
kararı verilmezse, konu
ile ilgili uyuşmazlıklarda Anayasaya aykırı yeni düzenlemeye göre tekrar
araştırma ve inceleme yapılması gereği doğar ki, bu da gereksiz yere masraf
yapılması ve vakit kaybedilmesinden öte bir anlam taşımaz ve bu bağlamda medeni
yargılama hukukunun temel ilkelerinden usul ekonomisine aykırılık
gerçekleşir.
Ayrıca Anayasal düzenin hukuka
aykırı kural ve düzenlemelerden en kısa sürede arındırılması, hukuk devleti
olmanın en önemli gerekleri arasında sayılmaktadır. Anayasaya aykırılıkların
sürdürülmesi, özenle korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini de
zedeleyecektir. Hukukun üstünlüğünün sağlanamadığı bir düzende, kişi hak ve
özgürlükleri güvence altında sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesi hukuk
devleti yönünden giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol açacaktır.
Anayasanın hükümlerine açıkça
aykırılık taşıyan söz konusu düzenlemenin hak kayıplarına, yargılamadaki usul
ekonomisi ilkesinin çökmesine, hukuk devleti ilkesine aykırılığa ve adil
yargılanma hakkının ağır ihlaline, bu temelde bireylerin hukuka ve adalete olan
inançlarının yok olmasına sebebiyet vereceği ve telafisi imkânsız zararlar
doğuracağı her türlü izahtan varestedir.
Belirtilen
nedenlerle, Mahkemenizce Anayasa Mahkemesine itiraz başvurusu yapılması
halinde, Anayasaya
aykırı olduğunu iddia ettiğimiz 2942 sayılı Kanun’un Geçici 12. maddesinin
yürürlüğünün durdurulması ayrıca ve özellikle talep edilmelidir.
NETİCE-İ TALEP : Belirtmiş olduğumuz maddi ve
hukuki gerekçeler ile Mahkemenizce re’sen gözetilecek diğer nedenler
doğrultusunda;
1) Anayasaya açıkça aykırı olan “6745
Sayılı Kanun’un 35. maddesi ile 2942 sayılı Kanuna eklenen Geçici 12. maddenin”
yürürlüğünün durdurulması ve iptali için itiraz yolu ile Anayasa Mahkemesi’ne
başvurulmasına,
2) İtiraz başvurusunun bekletici
mesele sayılmasına karar verilmesini vekâleten arz ve talep ederim.”