"...
I- HÂKİMİN REDDİ, İPTAL VE YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİ İLE
İTİRAZ BAŞVURULARININ GEREKÇELERİ
A- Dava dilekçesinin gerekçe bölümü şöyledir:
'I. HAKİMİN REDDİ TALEBİ
Anayasanın 'Hak arama hürriyeti' başlıklı 36 ncı maddesinde,
'adil yargılanma hakkı' düzenlenmiş; 138 inci maddesinde ise, 'Hâkimler
görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî
kanaatlerine göre hüküm verirler.' denilmiştir.
Yargıçların bağımsızlığına gerekçe oluşturan, Anayasa, yasa ve
hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm vermesine ilişkin bu
kuraldan yargıçların tarafsızlığı anlaşılmalıdır. Yargıçlara yönelik
'meslek ahlakı standartlarını' oluşturmak amacıyla belirlenen ve Hakimler ve
Savcılar Yüksek Kurulunun 27.06.2006 gün ve 315 sayılı kararıyla benimsenen,
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu'nun 23 Nisan 2003 tarihli
oturumunda kabul ettiği 2003/43 sayılı 'Birleşmiş Milletler Bangolar Yargı
Etiği İlkeleri' de yargıcın bağımsızlığı ile tarafsızlığına ilişkin bağlayıcı
hükümler içermektedir.
Birleşmiş Milletler Bangolar Yargı Etiği İlkelerinin
'Bağımsızlık' ve 'Tarafsızlık' değerleri şöyledir:
'Değer 1: BAĞIMSIZLIK
İlke: Yargı bağımsızlığı, hukuk devletinin ön koşulu ve âdil
yargılanmanın temel garantisidir. Bundan dolayı hâkim, hem bireysel hem de
kurumsal yönleriyle yargı bağımsızlığını temsil ve muhâfaza etmelidir.
Uygulama:
1.1 Hâkim, doğrudan ya da dolayısıyla her hangi bir sebeple ya da
her hangi bir yerden gelen müdâhale, tehdit, baskı, teşvik ve tüm hâricî etkilerden
uzak, hâkimin olayları değerlendirmesi temelinde, vicdânî hukuk
anlayışı ile uyum içerisinde bağımsız olarak yargısal işlevini yerine
getirmelidir.
1.2 Hâkim, genelde toplumdan, özelde ise karar vermek zorunda
olduğu ihtilâfın taraflarından bağımsızdır.
1.3 Hâkim, yasama ve yürütme organlarının etkisi ve bu organlarla
uygun olmayan ilişkilerden fiîlen uzak olmakla kalmayıp, aynı zamanda
öyle görünmelidir de.
1.4 Hâkim, yargısal görevlerini yerine getirirken, tek başına
karar vermek zorunda olduğu hususlarda diğer yargıçlardan da bağımsızdır.
1.5 Hâkim, yargının kurumsal ve eylemsel bağımsızlığını sürdürmek
ve arttırmak için, yargısal görevlerinin ifasına yönelik koruma tedbirlerini
almalı ve bunları artırmalıdır.
1.6 Hâkim, yargı bağımsızlığını sürdürmede esas olan yargıya
yönelik kamusal güveni güçlendirmek amacıyla, yargı etiği ile ilgili yüksek
standartlar sergilemeli ve bunları ilerletmelidir.
Değer 2: TARAFSIZLIK
İlke: Tarafsızlık, yargı görevinin tam ve doğru bir şekilde yerine
getirilmesinin esasıdır. Bu prensip, sadece bizâtihî karar için değil
aynı zamanda kararın oluşturulduğu süreç açısından da geçerlidir.
Uygulama:
1. Hâkim, yargısal görevlerini tarafsız, önyargısız ve iltimassız
olarak yerine getirmelidir.
2. Hâkim, mahkemede ve mahkeme dışında, yargı ve yargıç
tarafsızlığı açısından kamuoyu, hukuk mesleği ve dava taraflarının güvenini
sağlayacak ve artıracak davranışlar içerisinde olmalıdır.
3. Hâkim, duruşma ve karar aşamalarında, kendisini yargılamadan
zorunlu olarak el çektirecek olasılıkları makul ölçüler içerisinde asgariye
indirecek şekilde hareket etmelidir.
4. Hâkim, önündeki bir dava veya önüne gelme ihtimâli olan
bir konu hakkında, bilerek ve isteyerek; yargılama aşamasının sonuçlarını veya
sürecin açıkça âdilânelik vasfını makul ölçüler çerçevesinde
etkileyecek veya zayıflatacak hiçbir yorumda bulunmamalıdır. Ayrıca hâkim, her
hangi bir şahsın ya da meselenin âdil yargılanmasını etkileyebilecek alenî
olsun veya olmasın her hangi bir yorum da yapmamalıdır.
5. Hâkim, tarafsız olarak karar veremeyeceği durumda veya makul
olarak düşünme yeteneği olan bir kişide tarafsız olarak karar veremeyeceği
izlenimi yaratması halinde, yargılamanın her hangi bir aşamasına katılmaktan
çekinmelidir. Sınırlı sayıda sayılmamakla birlikte bu durum aşağıdaki ihtimâllerde söz
konusu olur:
6. Hâkimin, yargılama aşamasında delil kâbilinden tartışılan
olaylarla ilgili kişisel bir bilgiye sahip olması veya davanın bir tarafıyla
ilgili gerçek bir önyargı veya tarafgirlik içerisinde olması veya,
7. Hâkimin ihtilâf konusu davada, olaya ilişkin bir tanıklığının
olması ya da daha önceden bu konuda avukat olarak hizmet vermiş olması veya,
8. Hâkim ya da hâkimin ailesinden birisinin ihtilâf konusu dava
sonuçlarıyla ilgili ekonomik bir çıkarının olması. Davaya bakmaya devam edecek
yeni bir mahkemenin kurulamaması halinde veya hiçbir şeyin yapılmamasının
durumun aciliyeti nedeniyle ciddi şekilde adaletsizliğe yol açacağı
halde hâkime, görevden el çektirmek gerekmez.'
Birleşmiş Milletler Bangolar Yargı Etiği İlkelerinin
yukarıda aynen yer verilen 'Bağımsızlık' ve 'Tarafsızlık' değerleri hiçbir
yoruma ve ek açıklamaya ihtiyaç göstermeyecek derecede açıktır.
Kamuoyunda Wikileaks belgeleri olarak bilinen ve bir
internet sitesinde (http://www.wikileaks.ch/origin/186_18.html)
yer alan 03 ANKARA 4862 kodlu yazıda, ' 4. (C) Kapsamlı reformların önde
gelen savunucularından, Anayasa Mahkemesi Hakimi Haşim Kılıç, 1
Ağustos tarihinde bize özel olarak CHP'nin mevcut problemleri için kendini
suçlaması gerektiğini aktarmıştır. CHP, muhalefet etmek görüntüsünü vererek ya
da çok çekişme yarattıktan sonra isteksizce 'her şeyi' ' demokrasi yanlısı
ortaya atılan tüm reformları -- kabul ederek, kendisi için prensipsiz ve
erişilemez bir imaj yaratmakta. CHP, Hükümet doğru şeyi yapsa bile, sanki tek işinin
AK Parti Hükümetinin yaptığı her şeye muhalefet etmek gibi davranmak olduğunu
söylemiştir. Bu da seçmenleri kaçırıyor demiştir.' ifadeleri yer almaktadır.
Kamuoyuna yansıyan ve Anayasa Mahkemesi Başkanı Sayın Haşim Kılıç
tarafından da yalanlanmayan belgeye dayalı bilgilere göre, Sayın Başkanın
Cumhuriyet Halk Partisi hakkında Amerika Birleşik Devletlerinin Ankara
Büyükelçiliği yetkililerine olumsuz değer yargılarında bulunduğu anlaşılmış, bu
konudaki gizli görüşmenin kamuoyuna yansıması ile de Sayın Başkanın Cumhuriyet
Halk Partisinin tarafı olduğu bir davada tarafsız karar veremeyeceği izlenimi
doğmuştur.
Yasama ve yürütme organlarının siyasi söylemlerinden ve bu
organlarla uygun olmayan ilişkilerden fiilen uzak olmakla kalmayıp, aynı
zamanda öyle görünmesi de gereken bir yüksek yargıcın, hem de yabancı bir
ülkenin Büyükelçiliğine iç siyasete ilişkin değerlendirmelerde bulunmasındaki
tuhaf ötesi gariplik bir yana, yasaları, yasa gücünde kararnameleri, TBMM
İçtüzüğünü, Anayasaya şekil ve esas bakımından; Anayasa değişikliklerini ise
şekil bakımından denetlemek ve bireysel başvuruları karara bağlamakla Anayasal
olarak görevli Anayasa Mahkemesinin bir üyesinin, TBMM'nin çıkardığı yasaları,
yasa gücünde kararnameleri, TBMM İçtüzüğünü ve Anayasa değişikliklerini gerek
gördüğü durumlarda Anayasa Mahkemesine taşımakla Anayasal olarak
yetkilendirilmiş Anamuhalefet Partisi hakkında şikayetvari olumsuz
görüş beyan etmenin de ötesinde, hiç kimseyi yüceltmeyecek sözler söylemesi;
yargıcın bireysel bağımsızlığını koruyamadığını, kara vermek zorunda olduğu
ihtilafın taraflarından bağımsız kalamadığını, sadece bizatihi karar için
değil, aynı zamanda kararın oluşturulduğu süreç açısından da geçerli olan
tarafsızlık ilkesiyle bağdaşmayan eylemler içinde bulunduğunu, mahkemede ve
mahkeme dışında, yargı ve yargıç tarafsızlığı açısından kamuoyu, hukuk mesleği
ve dava taraflarının güvenini sağlayacak ve artıracak davranışlar içerisinde
bulunmadığını; önüne gelme ihtimâli olan davalar hakkında, yargılama
aşamasının sonuçlarını veya sürecin açıkça adilanelik vasfını makul
ölçüler çerçevesinde etkileyecek veya zayıflatacak yorumlarda bulunduğunu,
hiçbir yoruma ihtiyaç göstermeyecek açıklıkta ortaya koymaktadır.
Somut olayda, ekte yer alan belgeler ve bu belgeler çerçevesinde
kamuoyu önünde yapılan aleni tartışma ve değerlendirmeler karşısında, Sayın
Başkan Haşim Kılıç'ın derin bir sessizliğe bürünerek, usulen yalanlama yoluna
dahi gitmemiş olması, kamuoyunda ABD Ankara Büyükelçiliğine Cumhuriyet Halk
Partisini şikayet eder mahiyetteki sözleri söylediği ve olumsuz
değerlendirmelerde bulunduğu ve dolayısıyla davanın bir tarafıyla ilgili gerçek
bir önyargı veya tarafgirlik içerisinde olduğu şeklinde anlaşılmış ve Sayın
Haşim Kılıç'ın Cumhuriyet Halk Partisinin tarafı olduğu işbu davada bir yargıç
tarafsızlığı ile karar veremeyeceğine ilişkin ciddi kuşkuların yerleşmesine yol
açmıştır.
25 Nisan 2011 tarihinde Anayasa Mahkemesinin 49 ncu Kuruluş
Günü Töreninde yapılan açılış konuşmasındaki şu sözler de Sayın Haşim Kılıç'a
aittir:
'Anayasanın 175 inci maddesinde Anayasa değişikliği için öngörülen
nitelikli çoğunluk anlayışının içinde, uzlaşmaya dönük örtülü bir yaklaşım
olduğu düşünülebilirse de, bu, çoğunluğu elde edenlerin azınlıkta kalan diğer
görüşleri ve farklılıkları yok sayma, dışlama ya da dayatma yolunu haklı
kılamaz. Ancak, nitelikli çoğunluk dışındaki görüş sahiplerinin de bu gücü
bloke etme, etkisizleştirme gibi davranış sergilemelerine de izin verilemez.
Doğal hukukla örtüşen evrensel değerler üzerinde geniş katılımlı bir iradeyi
oluşturmak zor değildir. Yeter ki demokrasinin müzakere imkânlarından
faydalanarak çözüm bulma iradesi samimiyetle ortaya konulabilsin. Toplumun
tanıklığında ortaya konulan bu samimi duruşlar, çoğunlukçu, dayatmacı ve 'ben
yaptım oldu' noktasındaki düşünce sahiplerinin haksızlığını açıkça ortaya
koyacaktır. Siyaset kurumları, geçmişte yaşanan fahiş hatalarla hesaplaşarak,
sorunlara çözüm önerilerini cesaretle sunabilmelidirler. Ümit ediyorum ki bu
gayret, Anayasa Mahkemesi'ne dava açmak suretiyle sorun çözme kolaycılığını da
ortadan kaldıracaktır.
Anayasa Mahkemesinin Sayın Başkanı Haşim Kılıç'a göre, Anayasanın
175 inci maddesinde aranan nitelikli çoğunluk, uzlaşmaya dönük açık bir kural
değil, sadece örtülü bir yaklaşım olarak düşünülebilir ve Anayasal olarak
yetkilendirilmiş Anamuhalefet partisinin, siyasal iktidarın
çoğunlukçu, dayatmacı ve 'ben yaptım oldu' anlayışıyla çıkardığı yasal
düzenlemeleri, iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine götürmesi, 'Anayasa
Mahkemesine dava açmak suretiyle sorun çözme kolaycılığı'dır.
CHP'nin Anayasa Mahkemesine dava açmasına ilişkin olarak
kamuoyunda kahve sohbeti düzeyinde güncel siyasi tartışmalar sürdürülürken,
sadece Anayasa Mahkemesine iptal davası açma yetkisi bulunan Anamuhalefet Partisini
aşağılamayı ve toplum nezdinde itibarsızlaştırmayı değil, aynı zamanda Başkanı
olduğu Yüksek Mahkemenin demokratik sistem içindeki işlevi ile Anayasal varlık
nedenini de sorgulayan bu sözleri, herhangi bir siyaset insanı değil, Anayasa
Mahkemesinin Sayın Başkanı söyleyebilmiştir. Dahası bu sözler, günümüz
Türkiye'sinin kâbusu olduğu üzere, dostlar arasında yapılan özel bir sohbetin
ortam veya telefon dinlemesi suretiyle elde edilmesi ve medyaya servisi yoluyla
kamuoyuna yansımamış; yazılı ve görsel tüm medyanın takip ettiği Yüksek
Mahkemenin 49 ncu Kuruluş Günü Töreninde -6223 sayılı Yetki Yasasının
siyasal iktidarın sayısal çoğunluğuna dayalı olarak kabul edildiği 06.04.2011
tarihinden 20 gün sonra 25.04.2011 tarihinde- yapılmıştır.
Demokratik siyasal sistemlerde bir siyasi partinin muhatabı, diğer
siyasi partilerdir. Dolayısıyla, herhangi bir siyasi parti hakkında siyasi
değerlendirme, eleştiri ve suçlamaları yapacak olanlar da halkın oylarına talip
olan diğer siyasi partilerdir. Anayasasında demokratik hukuk devleti ile
kuvvetler ayrılığı ilkelerini benimsemiş ve yargıç bağımsızlığı ile
tarafsızlığına yer vermiş bir ülkede, Anayasa Mahkemesi Başkanının herhangi bir
siyasi partiyi bırakınız suçlamayı, eleştirmesi dahi hiçbir şekilde mümkün
olamaz. Hele bu suçlamanın, Başkanı olduğu Mahkemenin demokrasilerdeki işlevi
ile varlık nedenini de yok sayarak Anayasa Mahkemesine dava açmak gibi Anayasal
bir hakkın kullanımı, muhalefet görevinin bir parçası ve temel hak ve
özgürlükler ile halkın çıkarlarını korumanın gereği ile ilgili olması, açıklanabilir
olmanın uzağındadır.
Anayasa Mahkemesinin Sayın Başkanının amacı ve hedefi, 'kör kör
parmağım gözüne' kadar açık ve herhangi bir yoruma ihtiyaç duymayacak kadar
belirgin bir şekilde AnamuhalefetPartisini, 'Anayasa Mahkemesine dava
açmak suretiyle sorun çözme kolaycılığı' ile suçlaması; hukuksal konumu ve
statüsü ile mesleki deneyimi göz önüne alındığında, ancak, AnamuhalefetPartisine
karşı alt benliğe yerleşmiş katı önyargının, üst benliğin kontrol işlevini
parçalayarak açığa çıkacak derecede güçlü olmasıyla mümkün olabilir ve bu durum
tarafsızlığın yitirildiğinin en belirgin göstergesidir.
Öte yandan, Sayın Haşim Kılıç Anayasa Mahkemesi üyeliğine
seçildiği 1990 yılından bu yana, Bakanlar Kuruluna KHK çıkarma yetkisi veren 8
adet yetki yasasının iptali başvurularına üye ve başkan sıfatıyla katılmıştır.
Bu Yetki Yasaları ve Anayasa Mahkemesi kararları ile Sayın Haşim
Kılıç'ın kullandığı oylar şöyledir:
1- 06.06.1991 günlü ve 3755 sayılı Yetki Kanununun iptali
için Sosyaldemokrat Halkçı Parti'nin açtığı davada, AYM 12.12.1991
günlü ve E.1991/27, K.1991/50 sayılı Kararı ile 3755 sayılı Yetki Yasasını,
Anayasanın 91 inci ve 153 üncü maddelerine aykırı bulunarak OYÇOKLUĞU ile iptal
etmiş; Sayın Haşim KILIÇ, karşıoy kullanmıştır.
2- 24.06.1993 günlü 3911 sayılı Yetki Kanununun iptali için
Anavatan Partisinin açtığı davada, AYM 16.09.1993 tarihli ve E.1993/6,
K.1993/28 sayılı Kararı ile 3911 sayılı Yetki Yasası, 'verilen yetkinin
belirsiz olduğu', 'yetki yasasında bulunması gereken öğeleri içermediği',
'verilen yetkinin önemli, ivedi ve zorunlu olup olmadığının tespitinin
olanaksız olduğu', 'yasama yetkisinin devri niteliğinde olduğu' gerekçeleriyle
Anayasanın Başlangıcı ile 2 nci ve 91 inci maddelerine aykırı bularak
OYBİRLİĞİ ile iptal etmiş; Sayın Haşim KILIÇ iptal gerekçelerinin tamamına
katılmıştır.
3- 18.05.1994 günlü ve 3990 sayılı Yetki Kanununun iptali için
Anavatan Partisinin açtığı davada, AYM 05.07.1994 tarihli ve K.1994/44-2 sayılı
Kararı ile 3990 sayılı Yetki Yasası, 'verilen KHK çıkarma yetkisinin ivedi,
zorunlu ve önemli durumlara ilişkin olmadığı', 'yasama yetkisinin devri
niteliğinde olduğu', 'öngörülen amaç, konu ve kapsamın somut ve belirgin
nitelikte olmadığı' gerekçeleriyle Anayasanın 7 nci, 87 nci ve
91 inci maddelerine aykırı bularak OYBİRLİĞİ ile İptal etmiş; Sayın Haşim
KILIÇ, iptali yönünde oy kullanmakla beraber, KHK çıkarma yetkisinin ivedi,
zorunlu ve önemli durumlara ilişkin olması gerektiği görüşüne katılmamıştır.
4- 31.05.1995 günlü ve 4109 sayılı Yetki Kanununun iptali
için TBMM Üyeleri Hasan KORKMAZCAN, Bülent ECEVİT ve 113 Milletvekilinin açtığı
davada, AYM 04.07.1995 günlü ve E.1995/35, K.1995/26 sayılı Kararı ile 4109
sayılı Yetki Yasasını, 'erkler ayrılığı', 'demokratik hukuk devleti' 'yasama
yetkisinin devredilemeyeceği' ilkelerine aykırı olduğu, 'nerelerin il,
nerelerin ilçe olacağı konusunda belirsizlik yarattığı', 'kapsam ve ilkelerinin
belirsiz olduğu' gerekçeleriyle Anayasanın Başlangıcı ile 2 nci, 7 nci,
87 nci ve 91 inci maddelerine aykırı bularak OYBİRLİĞİ ile iptal
etmiş; Sayın Haşim KILIÇ iptal gerekçelerinin tamamına katılmıştır.
5- 08.06.1995 günlü ve 4113 sayılı Yetki Kanununun iptali için
Anavatan Partisinin açtığı davada, AYM 19.09.1995 tarihli ve E.1995/39,
K.1995/45 sayılı Kararı ile 4113 sayılı Yetki Yasasını, 'yetki yasasında,
çıkarılacak KHK'lerin konu, amaç, kapsam ve ilkelerinin belirgin ve somut biçimde
gösterilmemesi', 'yasama yetkisinin devrini doğurması' gerekçeleriyle
Anayasanın 2 nci, 7 nci, 87 ncive 91 inci maddelerine aykırı
bulunarak OYBİRLİĞİ ile iptal etmiş; Sayın Haşim KILIÇ iptal gerekçelerinin
tamamına katılmıştır.
6- 31.08.1996 günlü ve 4183 sayılı Yetki Kanununun iptali için
Sayın Cumhurbaşkanı Süleyman DEMİREL'in açtığı davada, AYM 02.10.1996
günlü ve E.1996/61, K.1996/35 sayılı Kararı ile 4183 sayılı Yetki Yasasını,
'amaç, kapsam ve ilkelerin belirsiz olduğu', 'Bakanlar Kurulu'na geniş kapsamlı
KHK çıkarma yetkisi verildiği', 'yürütme organına, TBMM'ne ait bulunan yasama
yetkisini sınırsız biçimde kullanma olanağı ve yürütmeye yasama karşısında
üstünlük tanındığı' gerekçeleriyle, Anayasanın 2 nci, 7 nci, 87 nci ve
91 inci maddelerine aykırı bularak OYBİRLİĞİ ile iptal etmiş; Sayın Haşim KILIÇ
iptal gerekçelerinin tamamına katılmıştır.
7- 29.06.2000 günlü ve 4588 sayılı Yetki Kanununun iptali için
Fazilet Partisinin açtığı davada, AYM 05.10.2000 tarihli ve E.2000/45,
K.2000/27 sayılı Kararı ile 4588 sayılı Yetki Yasasını, 'sınırlarının geniş ve
belirsiz olması', 'yasama yetkisinin yürütme organına devri anlamına gelmesi',
'verilen yetkinin önemli, ivedi ve zorunlu durumları içerip içermediğinin
tespitine imkan vermemesi' gerekçeleriyle Anayasanın Başlangıç'ının
dördüncü paragrafı ile 2 nci, 7 nci, 87 nci ve 91 inci
maddelerine aykırı bulunarak OYÇOKLUĞU ile iptal etmiş; Sayın Haşim KILIÇ
iptali yönünde oy kullanmış ve iptal gerekçelerinin tamamına katılmıştır.
8- 21.12.2000 günlü ve 4615 sayılı Yetki Kanununun iptali için
Fazilet Partisinin açtığı davada, AYM 20.03.2001 tarihli ve E.2001/9, K.2001/56
sayılı Kararı ile 4615 sayılı Yasanın 1 inci ve 2 nci maddelerinde
yer alan 'idari' ibaresini, 'idarî hak kavramının, memurların ve diğer kamu
görevlilerinin malî ve sosyal hakları dışında kalan tüm haklarını ifade etmesi
nedeniyle belirsizlik içermesi', 'idari haklara ilişkin düzenlemelerin
Anayasanın 91 inci maddesindeki yasak alan içinde olması' 'Malî ve sosyal
haklar dışındaki idarî hak kavramı içinde nitelenebilecek konuların önemli,
zorunlu ve ivedi durumlar kapsamında düşünülemeyeceği' gerekçeleriyle
Anayasanın Başlangıcı ile 2 nci, 7 nci, 87 nci ve 91 inci
maddelerine aykırı bularak oyçokluğu ile iptal etmiş; Sayın Haşim Kılıç iptali
yönünde oy kullanmış ve iptal gerekçelerinin tamamına katılmıştır.
9- 06.04.2011 tarihli ve 6223 sayılı Yetki Kanununun iptali için
Cumhuriyet Halk Partisinin açtığı davada, AYM'nin 27.10.2011 tarihli
ve E.2011/60, K.2011/147 sayılı Kararı ile 14 üyenin oyunun 7'ye 7 çıkması
nedeniyle iptal isteminin reddi yönünde oy kullanan Mahkeme Başkanı Sayın
Haşim KILIÇ'ın kullandığı oyun üstün sayılmasından dolayı iptal
istemi reddedilmiştir.
Her dosyanın kendi içinde değerlendirilmesi gerekeceği kural
olmakla birlikte, Sayın Haşim Kılıç'ın Yetki Yasaları konusunda 1993 yılından
bu yana istikrar kazanmış görüşünden ve bu görüşlerindeki, 'sınırlarının geniş
ve belirsiz olması', 'yürütme organına, TBMM'ne ait bulunan yasama yetkisini
sınırsız biçimde kullanma olanağı ve yürütmeye yasama karşısında üstünlük tanınması'
'verilen yetkinin önemli, ivedi ve zorunlu durumları içerip içermediğinin
tespitine imkan vermemesi' gerekçelerinden dönerek iptal isteminin
reddi yönünde oy kullanması, kamuoyunda AKP'yi Anayasa Mahkemesi Başkanının
kurtarması şeklinde değerlendirilmiş ve bu değerlendirme Sayın Haşim Kılıç'ın
Cumhuriyet Halk Partisinin tarafı olduğu davalarda yargıç tarafsızlığı ile
karar veremeyeceğine ilişkin yerleşen ciddi kuşkuları pekiştirmiştir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle, 30.03.2011 tarihli ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 59 uncu
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendinde yer alan, Başkan ve
üyelerin istişari görüş ve düşüncesini ifade etmiş olduğu dava ve
işlere bakamayacaklarına ilişkin kural ile 60 ıncı maddesinin (1)
numaralı fıkrasındaki, 'Başkan ve üyeler tarafsız hareket edemeyecekleri
kanısını haklı kılan hâllerin olduğu iddiası ile reddolunabilirler.' hükmüne
dayanarak Anayasa Mahkemesi Başkanı Sayın Haşim Kılıç hakkında reddi hakim talebinde
bulunuyoruz.'
''
III. GEREKÇELER
1) 659 Sayılı 'Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel
Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde
Kararname'nin Tümünün ve Ayrı Ayrı Tüm Maddeleri ile Eki Listenin
Anayasaya Aykırılığı
Anayasanın Başlangıcının dördüncü fıkrasında, 'Kuvvetler
ayırımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip,
belli Devlet yetkilerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir
işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda
bulunduğu;' belirtildikten sonra 2 nci maddesinde Cumhuriyetin
nitelikleri arasında 'hukuk devleti' ilkesine yer verilmiş; 6 ncı maddesinde,
hiç kimse ve hiçbir organın kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi
kullanamayacağı; 7 nci maddesinde, Yasama yetkisinin Türk Milleti
adına Türkiye Büyük Millet meclisine ait olduğu ve bu yetkinin
devredilemeyeceği; 8 inci maddesinde, yürütme yetkisi ve görevinin Cumhurbaşkanı
ve Bakanlar Kurulu tarafından Anayasa ve yasalara uygun olarak yerine
getirileceği kuralları getirilmiş; 35 inci maddesinde mülkiyet hakkı
düzenlenmiş; 87 nci maddesinde, Bakanlar Kuruluna 'belli konularda'
KHK çıkarma yetkisi verilmesi TBMM'nin görevleri arasında sayılmış; 91 inci
maddesinin ikinci fıkrasında ise, yetki kanununun, çıkarılacak kanun hükmünde
kararnamenin, amacını, kapsamını, ilkelerini, kullanma süresini ve süresi
içinde birden fazla kararname çıkarılıp çıkarılmayacağını göstereceği hükme
bağlanmıştır.
Anayasa Mahkemesinin
05.10.2000 tarih ve E.2000/45, K.2000/27 sayılı Kararında da vurgulandığı
üzere, Anayasanın 7 nci, 87 nci ve 91 inci maddelerinin birlikte
değerlendirilmesi sonucunda, yasama yetkisinin genel ve asli bir yetki olması,
TBMM'ye ait bulunması ve devredilememesi karşısında KHK çıkarma yetkisinin
kendine özgü ve ayrık bir yetki olduğu anlaşılabilmektedir. Dolayısıyla yetki
yasalarının, yasama yetkisinin devri anlamına gelecek ya da bu izlenimi
doğuracak biçimde yaygınlaştırılıp genelleştirilmemesi gerekir. KHK'ler ancak
ivedilik gerektiren belli konularda, kısa süreli yetki yasaları temel alınarak
etkin önlemler ve zorunlu düzenlemeler için yürürlüğe konulmak durumundadır.
Anayasanın 91 inci maddesinin Danışma Meclisi'nde görüşülmesi sırasında KHK
çıkarabilmesi için hükümete yetki verilmesinin nedeni, '... çok acele hallerde
hükümetin elinde uygulanacak bir seri kural olmadığı için, acele olarak
çıkarılıp ve hemen olayın üstüne gidilmesi gereken hallerde çıkarılması için bu
düzenleme getirilmiştir ...' biçiminde açıklanırken; Anayasa Komisyonu
Başkanınca da, 'Kanun hükmünde kararname, yasama meclisinin acil bir durumda,
kanun yapmak için geçecek sürede çıkaracağı kanun ihtiyacı, halledilmesi
gereken meseleyi çözemeyeceğine; o zaman çok geç kalınacağı endişesinden
kaynaklanan bir müessesedir ve bu müessese bunun için kurulmuştur.' denilerek
aynı doğrultuda görüş bildirilmiştir.
Yetki yasasında Bakanlar
Kuruluna verilen yetkinin 'amaç', 'kapsam' ve 'ilkeleri'ninbelirlenmesinden
amaç, bu yetki ile Bakanlar Kurulunun neleri gerçekleştirebileceğinin açıklığa
kavuşturulmasıdır. KHK'nin, amacı, kapsamı ve ilkeleri de konusu gibi geniş
içerikli, her yöne çekilebilecek, yuvarlak ve genel anlatımlarla gösterilmemeli,
değişik biçimlerde yorumlamaya elverişli olmamalıdır. Verilen yetkinin konu,
amaç, kapsam ve ilkeler yönünden belirgin duruma getirilmesi, başka bir
anlatımla somutlaştırılması, yürürlüğe konulacak KHK'lerin yetki yasası kapsamı
içinde kalıp kalmadıklarının, 91 inci maddede belirlenen yasak alana girip
girmediklerinin, önemli, ivedi ve zorunlu bir durum için düzenlenip
düzenlenmediklerinin saptanabilmesi yönünden gereklidir.
Anayasa Mahkemesinin
1990'lardan bu yana verdiği kararlarda, TBMM'nin Bakanlar Kuruluna KHK çıkarma
yetkisi vermesi için, 'ivedilik, 'zorunluluk' ve 'önemlilik' gibi
üç koşulun birlikte bulunması gerekeceğine yönelik içtihat oluşturduğu
gözlenmektedir (06.02.1990 günlü ve E.1988/62, K.1990/3). Yüksek Mahkeme,
16.10.1993 günlü ve E.1993/26, K.1993/28 sayılı kararında ise, 'KHK'lar, ancak
ivedilik isteyen belli konularda, kısa süreli yetki yasaları temel alınarak
etkin önlemler ve zorunlu düzenlemeler için yürürlüğe konur.' demiştir.
İvedilik koşulu ile etkin önlemler ve zorunlu düzenlemeleri taşımayan
hususlarda KHK çıkarma yetkisi verilmesinin yasama yetkisinin devri anlamına
geleceği açıktır.
Nitekim; 1990 yılından bu yana, Bakanlar Kuruluna KHK çıkarma
yetkisi veren 8 adet yetki yasasının iptali için Anayasa Mahkemesine yapılan
başvurulardan, sonuncusu olan 6223 sayılı Yetki Yasası hariç, 06.06.1991 günlü
ve 3755 sayılı, 24.06.1993 günlü ve 3911 sayılı, 18.05.1994 günlü ve 3990
sayılı, 31.05.1995 günlü ve 4109 sayılı, 08.06.1995 günlü ve 4113 sayılı
31.08.1996 günlü ve 4183 sayılı, 29.06.2000 günlü ve 4588 sayılı Yetki
Yasaları; Anayasa Mahkemesinin sırasıyla 12.12.1991 günlü ve E.1991/27,
K.1991/50 sayılı; 16.09.1993 tarihli ve E.1993/6, K.1993/28 sayılı; 05.07.1994
tarihli ve K.1994/44-2 sayılı; 04.07.1995 günlü ve E.1995/35, K.1995/26 sayılı;
19.09.1995 tarihli ve E.1995/39, K.1995/45 sayılı; 02.10.1996 günlü ve
E.1996/61, K.1996/35 sayılı; 05.10.2000 tarihli ve E.2000/45, K.2000/27 sayılı
kararları ile iptal edilmiştir.
Yüksek Mahkemenin anılan 05.10.2000 tarih ve E.2000/45, K.2000/27
sayılı Kararında;
'Anayasanın 87 nci maddesine göre, ancak, belli
konularda KHK çıkarma yetkisi verilmesi gerekirken dava konusu Yasa'yla her
konuyu kapsayacak biçimde genel bir yetki verilmiştir. Bakanlar Kurulu,
ayrık tutulan iki kurum dışında tüm kamu kurum ve kuruluşlarını yeniden
örgütleyebilecek, bunların görev ve yetkilerini yeniden düzenleyebilecek,
memurlar ve diğer kamu görevlilerinin ücret, aylık, disiplin ve cezaları ile
emeklileri hakkında kanun ve KHK'lerde değişiklik yapabilecek, Devletin
gelirleri ve harcamalarına ilişkin tüm mevzuatı 'kamu malî yönetimi' kavramı
içinde değerlendirerek yeni kurallar getirebilecektir. Sınırları geniş ve
belirsiz konularda düzenleme yapmak üzere Bakanlar Kurulu'na KHK çıkarma
yetkisi verilmesi, Anayasanın 87 nci maddesinde belirtilen 'belli
konu'larda verilen yetki olarak değerlendirilemez.
Öte yandan, yasa, Anayasanın 91 inci maddesinde belirtilen öğeleri
de içermemektedir. Yasa'nın 1 inci maddesinde çıkarılacak KHK'lerin 'kapsam' ve
konusu içiçe girmiş, kapsamının çok geniş ve sınırsız olması
nedeniyle de verilen yetkinin 91 inci maddede öngörülen yasak alana girip
girmediğinin denetimi olanaksız hale gelmiştir. Konu ve kapsamdaki bu
sınırsızlık ve belirsizlik, TBMM'ne ait olan yasama yetkisinin yürütme organına
devri anlamına gelir. Amaç, konu, ilke ve kapsamla ilgili sınırların belirli
olması gerekirken bunlara uyulmadan KHK çıkarma yetkisi verilmesi Anayasanın
7 nci maddesine aykırılık oluşturur.
Yasa'nın 2 nci maddesinde, Bakanlar Kuruluna verilen
yetkinin ivedi ve zorunlu hallerde kullanılması gerektiği belirtilmiştir.
Yetkinin 'önemli, ivedi ve zorunlu' durumlarla sınırlandırılması, dava konusu
Yetki Yasası'nda olduğu gibi bunun takdirinin Bakanlar Kuruluna bırakılmasıyla
değil, amacın, kapsamın ve konunun içeriği yönünden ivedi ve zorunlu
olduğunun yasakoyucu tarafından saptanmasıyla olanaklıdır. Niteliği
itibariyle uzun süreli ve çok yönlü çalışmayı gerektiren düzenlemeler ivedi ve
zorunlu olarak nitelendirilemez. Dava konusu Yasa'nın amaç ve kapsamındaki
genişlik ve sınırsızlık, verilen yetkinin önemli, ivedi ve zorunlu durumları
içerip içermediğinin tespitine imkan vermemektedir.
Açıklanan nedenlerle Yetki Yasası'nın 1 inci maddesiyle 2 nci maddesinin
birinci fıkrası Anayasanın Başlangıç'ının dördüncü paragrafı ile 2 nci,
7 nci, 87 nci ve 91 inci maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.'
denilmiştir.
6223 sayılı Yetki Yasasının
'Amaç ve kapsam' başlıklı 1 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasının,
(a) bendinde, 'Kamu
hizmetlerinin bakanlıklar arasındaki dağılımının yeniden belirlenerek;'
denildikten sonra; (1) numaralı alt bendinde, mevcut bakanlıkların birleştirilmesine
veya kaldırılmasına, yeni bakanlıklar kurulmasına, anılan bakanlıkların bağlı,
ilgili ve ilişkili kuruluşlarıyla hiyerarşik ilişkilerine; (2) numaralı alt
bendinde, mevcut bağlı, ilgili ve ilişkili kuruluşların bağlılık ve ilgilerinin
yeniden belirlenmesine veya bunların mevcut, birleştirilen veya yeni kurulan
bakanlıklar bünyesinde hizmet birimi olarak yeniden düzenlenmesine; (3)
numaralı alt bendinde, mevcut bakanlıklar ile birleştirilen veya yeni kurulan
bakanlıkların görev, yetki, teşkilat ve kadrolarının düzenlenmesine, taşrada ve
yurt dışında teşkilatlanma esaslarına;
(b) bendinde ise, kamu kurum
ve kuruluşlarında istihdam edilen memurlar, işçiler, sözleşmeli personel ile
diğer kamu görevlilerinin çalışmalarında etkinliği artırmak üzere, bunların
atanma, nakil, görevlendirilme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma ve
emekliye sevk edilme usul ve esaslarına; 'ilişkin konularda düzenlemelerde
bulunmak üzere Bakanlar Kuruluna kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi
vermektir.' gibi belirsiz ve sınırsız ifadelere yer verilerek Yetki Yasasının
amacı ortaya konmak istenmiştir.
Aynı maddenin (2) numaralı
fıkrasında ise, Yetki Yasasının kapsamına ilişkin olarak, 'Bu Kanuna göre
çıkarılacak kanun hükmünde kararnameler;' denilip,
(a) bendinde, 'Kamu
hizmetlerinin bakanlıklar arasındaki dağılımının yeniden belirlenmesine ilişkin
olarak;' ifadesinden sonra, 19 alt bent halinde 19 yasa ve KHK sayılmış ve (20)
numaralı alt bendinde, 'Diğer kanun ve kanun hükmünde kararnamelerin görev,
yetki, merkez, taşra ve yurt dışında teşkilatlanma esasları, kadrolar, bağlı,
ilgili ve ilişkili kuruluşların bağlılık ve ilgilerine ilişkin hükümlerinde,
(') yapılacak değişiklik ve yeni düzenlemeleri kapsar.' denilerek adeta teşkilatlanmaya ilişkin tüm yasa ve yasa gücünde kararnameler kapsama alınmak istenmiş;
(b) bendinde ise, 'Kamu
kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen memurlar, işçiler, sözleşmeli personel
ile diğer kamu görevlilerinin atanma, nakil, görevlendirilme, seçilme, terfi, yükselme,
görevden alınma ve emekliye sevk edilme usul ve esaslarına ilişkin olarak;'
denildikten sonra 6 alt bent halinde 5 yasa ve 1 KHK sayılmış ve (7) numaralı
alt bendinde ise, 'Diğer kanun ve kanun hükmünde kararnamelerin memurlar,
işçiler, sözleşmeli personel ile diğer kamu görevlilerinin atanma, nakil,
görevlendirme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma ve emekliye sevk
edilme usul ve esaslarına ilişkin hükümlerinde' ifadesiyle de neredeyse tüm
kamu personeli hakkında Bakanlar Kuruluna her türlü düzenlemede bulunma yetkisi
verilmesi hedeflenmiştir.
Oysa yetki yasalarının,
Anayasanın belirlediği ögeleri belli bir içeriğe kavuşturarak somutlaştırması ve verilen
yetkiyi hiçbir tartışmaya yol açmayacak açıklıkta belirleyerek Bakanlar Kurulu'na
çerçeveyi çizmesi ve niteliği itibariyle uzun süreli ve çok yönlü çalışmayı
gerektiren düzenlemeleri kapsamaması gerekmektedir.
Çünkü, Yetki Yasası'nda Bakanlar Kurulu'na verilen yetkinin
'amaç', 'kapsam' ve 'ilkeleri'ninbelirlenmesinden amaç, bu yetki ile Bakanlar
Kurulu'nun neleri gerçekleştirebileceğinin açıklığa kavuşturulmasıdır. Ancak,
6223 sayılı Yetki Yasasının, amacı, kapsamı ve ilkeleri de konusu gibi geniş
içerikli, her yöne çekilebilecek, yuvarlak ve genel anlatımlarla geçiştirilerek,
her okuyanın değişik şekillerde yorumlamasına açık hale getirilmiştir. Verilen
yetkinin konu, amaç, kapsam ve ilkeler yönünden belirgin duruma getirilmesi,
başka bir anlatımla somutlaştırılması, yürürlüğe konulacak KHK'lerin yetki
yasası kapsamı içinde kalıp kalmadıklarının, 91 inci maddede belirlenen yasak
alana girip girmediklerinin, önemli, ivedi ve zorunlu bir durum için düzenlenip
düzenlenmediklerinin saptanabilmesi yönünden gereklidir.
Herhangi bir yetki yasasının Anayasaya aykırı olmaması için
Anayasadaki öge ve ölçütlere, Anayasa Mahkemesi kararları ile
getirilen yorumlara uygun olması gerekir. Anayasa Mahkemesi kararlarının
bağlayıcılığı ilkesi kararlarda açıklanan gerekçelerin göz önünde
bulundurulmasını zorunlu kılar.
Tüm bunlara ve kanun hükmünde kararnamenin, 12 Mart 1971 Askeri
Müdahalesinden sonra 20.09.1971 tarihli ve 1488 sayılı Kanunun 1 inci
maddesiyle Anayasanın 64 üncü maddesine girdiğinden bu güne kadarki Anayasa
Mahkemesinin yerleşik içtihadına rağmen; 06.04.2011 tarihli ve 6223 sayılı
'Kamu Hizmetlerinin Düzenli, Etkin ve Verimli Bir Şekilde Yürütülmesini
Sağlamak Üzere Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Teşkilat, Görev ve Yetkileri ile
Kamu Görevlilerine İlişkin Konularda Yetki Kanunu'nun iptali için Cumhuriyet
Halk Partisinin açtığı iptal davası sonucunda 6223 sayılı Yetki Yasası, AYM'nin 27.10.
2011 günlü ve E.2011/60, K.2011/147 sayılı Kararı ile 14 üyenin oyunun 7'ye 7
çıkması nedeniyle, bu güne kadar istikrar kazanmış görüşünün aksine iptal
isteminin reddi yönünde oy kullanan ve bu Dava Dilekçesinin 'Hakimin Reddi
Talebi' bölümünde belirtilen nedenlerle reddi hakim talebinde bulunulan Mahkeme
Başkanı Sayın Haşim KILIÇ'ın kullandığı oydan dolayı iptal istemi OY
ÇOKLUĞU ile reddedilmiştir.
Anayasa Mahkemesinin 27.10. 2011 günlü ve E.2011/60, K.2011/147
sayılı (Başkanın oyundan dolayı 6216 sayılı Kanunun 65 inci maddesinin (1)
numaralı fıkrasına göre çoğunluk sayılan) Kararına göre;
'' 6223 sayılı Kanunun iki konuda Bakanlar Kuruluna KHK çıkarma
yetkisi verdiği görülmektedir:
Bunlardan birincisi özetle 'Kamu hizmetlerinin bakanlıklar
arasındaki dağılımının yeniden belirlenmesi'dir. Bu çerçevede gerekli
görülmesi halinde yeni bakanlıklar kurulması, var olan bakanlıkların
birleştirilmesi, bakanlıkların bağlı, ilgili ve ilişkili kuruluşlarının yeniden
belirlenmesi için KHK çıkarma yetkisi verilmiştir.
İkincisi ise 'Kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen
memurlar, işçiler, sözleşmeli personel ile diğer kamu görevlilerinin atanma,
nakil, görevlendirilme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma ve emekliye
sevk edilme usul ve esaslarına ilişkin olarak değişiklikler ve yeni
düzenlemeler' yapılması için KHK çıkarma yetkisi verilmiştir.
Yetki kanunu, çıkarılacak KHK'lerin konusunu ve kapsamını bu
şekilde belirleyip sınırlandırmıştır. Yetki yasalarında, çıkarılması için izin
verilen KHK'lerin konusunun belirlenmiş olması gerekmektedir. Bununla birlikte
belirlenen bu konunun mutlaka dar kapsamlı olması gerektiği yönünde Anayasada
herhangi bir kural bulunmamaktadır. Kaldı ki, yetki kanunlarında KHK'lerle
düzenlenmesi için yetki verilen konunun kapsamının sınırlı mı yoksa geniş mi
olduğu şeklindeki bir irdelemenin, sübjektif değerlendirmeleri ortaya
çıkaracağı hususu, izahı gerektirmeyecek derecede açıktır. Ayrıca, konu ve
kapsamın belirlenmiş olduğunun söylenebilmesi için, hangi yasalarda değişiklik
yapılacağının yetki kanununda mutlaka sayma yoluyla gösterilmesi de şart değildir.
Bu nedenle, dava konusu yasa kurallarında, bir kısım kanunların isimleri
sıralandıktan sonra belirlenen bu iki konuyla ilgili 'diğer kanun ve kanun
hükmünde kararnameler'de de değişiklik yapılabileceğinin ifade
edilmiş olması, konunun belirli olmadığı iddiasına dayanak teşkil edebilecek
bir husus değildir. Zira konu ve kapsamın belirtilmiş olması kaydıyla,
belirlenen bu konu ve kapsamın sınırları içine hangi yasa ya da KHK'lerin
girdiğinin yetki yasasında sayma yoluyla gösterilmesi şart değildir. Bu husus
1961 ve 1982 Anayasalarının konuyla ilgili düzenlemelerinin
karşılaştırılmasından da açıkça anlaşılmaktadır. Şöyle ki, 1961 Anayasasının
konuyla ilgili 64 üncü maddesinde 'Yetki veren kanunda ' yürürlüktenkaldırılacak
kanun hükümlerinin açıkça gösterilmesi' şartı aranmışken, 1982 Anayasasının 91
inci maddesinde böyle bir şarta yer verilmemiştir. Yürürlükten kaldırılacak
kanun hükümlerinin yetki yasasında açıkça gösterilmesi şart olmadığına göre,
hangi kanunlarda ya da KHK'lerde değişiklik yapılacağının yetki kanununda sayma
yoluyla gösterilmesi de şart değildir.
(')
Bir başka Anayasaya aykırılık iddiası ise, yetki yasası ve buna
bağlı olarak KHK'ler çıkarılmasını gerektiren acil, ivedi, önemli ve zorunlu
bir durumun bulunmadığına ilişkindir. Dava konusu yetki yasasıyla çıkarılması
için izin verilen KHK'ler olağan kanun hükmünde kararnamelerdir. Bu tür
KHK'lerin çıkarılabilmesi için acil, ivedi, önemli ve zorunlu bir durumun
olması gerektiğine dair Anayasada herhangi bir düzenleme yer almamaktadır. Bu
itibarla, yetki kanunlarının ve KHK'lerin anayasaya uygunluğunun incelenmesinde
Anayasada öngörülmeyen yeni şartlar ihdas edilmesi mümkün olmadığı gibi, neyin
'önemli', 'ivedi' ve 'zorunlu' olduğuna anayasaya uygunluk denetimi yapan yargı
organının karar vermesi de bu organın işlevine uygun değildir. Ayrıca bu
kavramların sübjektif nitelik taşıdığı ve göreceli olduğu da açıktır. Bu
nedenle, yetki yasası ve buna bağlı olarak KHK çıkarılmasını gerektiren acil,
ivedi, önemli ve zorunlu bir durumun olup olmadığının incelenmesi, Anayasada
öngörülen çerçevenin dışına taşacak ölçüde bir denetim yapılması anlamına
gelebilecektir. Oysa yetki yasaları üzerindeki denetimin, Anayasada öngörülen
çerçevenin sınırları içinde kalması gerekir. Bu nedenle, KHK çıkarılması için
yetki verilen konunun acil, ivedi, önemli ve zorunlu olup olmadığının
incelenmesine gerek görülmemiştir.'
Bu dava dilekçesinde Yüksek Mahkemenin iki farklı kararından uzun
alıntı yapılmıştır. Birincisi 05.10.2000 tarih ve E.2000/45, K.2000/27 sayılı
kararı, diğeri ise 27.10. 2011 günlü ve E.2011/60, K.2011/147 sayılı kararıdır.
İki karar arasındaki farklılıklar üzerine çok şey söylenebilir.
Özeti, Anayasa Mahkemesinin geçmişini inkâr ettiği ve çağdaş demokrasiyi
yüceltmenin erdemine artık nefesinin yetmediğidir.
Anayasa Mahkemesinin 27.10. 2011 günlü ve E.2011/60, K.2011/147
sayılı Kararındaki (6216 sayılı Kanunun 65 inci maddesinin (1) numaralı
fıkrasına göre çoğunluk sayılan) Görüşe göre;
6223 sayılı Yasanın kapsamına;
- Birincisi, ''Kamu hizmetlerinin bakanlıklar arasındaki
dağılımının yeniden belirlenmesi' ve bu çerçevede gerekli görülmesi halinde
yeni bakanlıklar kurulması, var olan bakanlıkların birleştirilmesi,
bakanlıkların bağlı, ilgili ve ilişkili kuruluşlarının yeniden belirlenmesi'
için Yetki Yasasında tek tek sayılan 19 adet kanun ve kanun hükmünde
kararname ile bu konuyla ilgili diğer kanun ve kanun hükmünde kararnameler;
- İkincisi ise, 'Kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen
memurlar, işçiler, sözleşmeli personel ile diğer kamu görevlilerinin atanma,
nakil, görevlendirilme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma ve emekliye
sevk edilme usul ve esaslarına ilişkin olarak değişiklikler ve yeni
düzenlemeler' yapılması için' Yetki Yasasında sayılan 6 adet kanun ve kanun
hükmünde kararnamelerle bu konuyla ilgili diğer kanun ve kanun hükmünde
kararnameler;
girmektedir.
Başka bir anlatımla, kamu hizmetlerinin bakanlıklar arasındaki
dağılımını ve dolayısıyla teşkilat yasalarını konu alan bütün yasa ve yasa
gücünde kararnameler ile kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen memurlar,
işçiler, sözleşmeli personel ile diğer kamu görevlilerinin atanma, nakil,
görevlendirilme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma ve emekliye sevk
edilme usul ve esaslarını konu alan tüm personel kanunları ile kanun hükmünde
kararnameler, 6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamındadır ve dolayısıyla teşkilat
ve personeli konu alan tüm yasa ve yasa gücünde kararnamelerin Yetki Kanununun
kapsamında olması, Anayasanın 87 nci maddesine göre 'Bakanlar
Kuruluna belli konularda kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi vermek'
anlamına geldiği gibi kapsamı da belirli olduğu için Anayasanın 7 nci,
87 nci ve 91 inci maddelerine aykırılık oluşturmamaktadır.
Bu yorum, 'Kamu hizmetlerinin kapsamı ile kamu hizmetlerini
yürütecek her türlü kamu kurum ve kuruluşunun teşkilatı ile görev ve
yetkilerini; bağlılık, ilgililik ve ilişkililik ilişkilerini; hizmet üretme
süreçlerini; memurlar, işçiler, sözleşmeli personel ve diğer kamu
görevlilerinin atanma, nakil, görevlendirilme, seçilme, terfi, yükselme,
görevden alınma ve emekliye sevk edilme usul ve esasları ile mali, sosyal ve
diğer her türlü özlük hakları ile sorumluluklarını; kamu hizmetlerinin
finansman biçimleri ile harcama usul ve esaslarını yeniden belirlemek amacıyla
yürürlükte bulunan tüm kanun ve kanun hükmünde kararnamelerde değişiklik ve
yeni düzenlemeler yapmak üzere Bakanlar Kuruluna yetki vermektir.' şeklindeki
bir yetki yasasının da konusu ve kapsamı -6223 sayılı Yetki Yasasından daha da-
belirgin, kısa, öz ve anlaşılabilir olduğundan, Anayasaya daha da uygun olacağı
anlamına gelmektedir.
Bu yoruma, Anayasanın 91 inci maddesinin Danışma Meclisi'nde görüşülmesi sırasında KHK çıkarabilmesi için
hükümete yetki verilmesi nedeninin, '... çok acele hallerde hükümetin elinde uygulanacak bir seri
kural olmadığı için, acele olarak çıkarılıp ve hemen olayın üstüne gidilmesi
gereken hallerde çıkarılması için bu düzenleme getirilmiştir ...' biçiminde
açıklanması ile Anayasa Komisyonu
Başkanının da, 'Kanun hükmünde kararname,
yasama meclisinin acil bir durumda, kanun yapmak için geçecek sürede çıkaracağı
kanun ihtiyacı, halledilmesi gereken meseleyi çözemeyeceğine; o zaman çok geç
kalınacağı endişesinden kaynaklanan bir müessesedir ve bu müessese bunun için
kurulmuştur.' biçiminde görüş bildirmesini de görmezden gelip,
Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihatlarını da yok sayarak, 'KHK
çıkarılabilmesi için acil, ivedi, önemli ve zorunlu bir durumun olması
gerektiğine dair Anayasada her hangi bir düzenleme yer almamaktadır.'
saptamasını da eklersek;
Seçimler yapıldıktan sonra Bakanlar Kurulunun hazırladığı yetki
yasası tasarısına TBMM'nin yetki vermesini sağladıktan sonra -75'şer günlük
bütçe süreci hariç- bir sonraki genel seçimler sonuçlanıp TBMM açılana kadar
TBMM'yi kapatmak; acil, ivedi, önemli ve zorunlu bir durum olmadığı sürece de
TBMM'yi toplantıya çağırmamak gerekecektir.
Anayasa Mahkemesinin 27.10.2011 günlü ve E.2011/60, K.2011/147
sayılı Kararındaki (6216 sayılı Kanunun 65 inci maddesinin (1) numaralı
fıkrasına göre çoğunluk sayılan) Görüş, net bir biçimde bunu söylemektedir.
Bu görüş, Anayasanın Başlangıcı ile Birinci Kısmında kurulan
Türkiye Cumhuriyetini değil, bambaşka bir devleti tanımlamakta; tanımlanana ne
dendiğini de herkes bilmektedir.
Bakanlar Kurulu tarafından 6223 sayılı Yetki Yasasına dayanılarak
35 adet KHK çıkarılmış; bir tanesi
yürürlükten kaldırıldığı için geriye yürürlükte 34 adet KHK kalmıştır.
Öyle ki, söz
konusu KHK'lerin içeriğine girmeden isimlerinden de anlaşılacağı
üzere, KHK'lerden bazıları daha bir ay yürürlükte kalmadan değişikliğe
uğramıştır. Bu durum göz önüne alındığında, TBMM'nin Bakanlar Kuruluna KHK
çıkarma yetkisi verebilmesi için, Anayasa Mahkemesinin içtihat haline gelmiş
kararlarına göre, 'ivedilik', 'zorunluluk' ve 'önemlilik' gibi üç Anayasal
koşulun birlikte bulunması şartının gerçekleşmesi şöyle dursun, Bakanlar
Kurulunun yönetmelikle kurallaştırmanın dahi asgari gerekleri olan araştırma,
inceleme, ihtiyaçları tespit etme ve giderme yollarını belirleme gibi ciddi
hiçbir hazırlığının olmadığını ortaya koymaktadır. Bu durum, niteliği
itibariyle uzun süreli ve çok yönlü çalışmayı gerektiren yasal düzenlemelerin
KHK'lere konu oluşturamayacağının en açık, belirgin ve tartışmasız
göstergesidir.
Bakanlar Kurulunun ülkemize yaşattığı kelimenin tam anlamıyla bir
tür 'yap-boz oyunu'dur. Yap-boz oyunu olmadığını hiç kimse ileri süremez.
Ancak, yap-boz oyunları, okul öncesi çocukların eğlenerek öğrenmelerini
sağlamak için geliştirilen oyunlardır. Yap-boz oyunları ile okul öncesi
çocukların, anlamsız parçaları zihinsel çaba göstererek anlamlı bütünlere
dönüştürmeleri ve dolayısıyla zihinlerinde kurguladıkları bütüne ulaşabilmeleri
için de her defasında yeniden deneyerek düşünme ve çözüm yolları üretme
yetilerini geliştirmeleri amaçlanmaktadır.
Bakanlar Kurulu ise, 6223 sayılı Yasayla aldığı yetkiye dayanarak,
yap-boz oyununu Türkiye'nin hukuk sistemi üzerinde oynamaktadır. Kamu hizmeti
yürütmekle görevli kamu kurum ve kuruluşlarının teşkilat yapıları, kamu hizmeti
üretme usul ve esasları, personel sistemi ve hizmet üretme süreçleri altüst
edilmiştir. Bakanlık kurulmasına ilişkin düzenlemelerde 3046 sayılı Kanuna dahi
uyulmamaktadır. Bakanlar Kurulu uzun süreli ve çok yönlü çalışmayı gerektiren
alanlarda hiçbir hazırlığa dayalı olmadan kural koymakta, daha koyduğu kuralı
uygulama ve sonuçlarını izleme ve değerlendirme aşamalarına geçmeden
değiştirmekte; durmamakta, değiştirdiğini de değiştirmektedir. Hiçbir hukuksal
öngörülebilirlik olmadığı için de değiştirdiği değişikliği değiştirdiğinin
üzerinde yarın başka bir değişikliğe gitmeyeceği de belirsizliğini
korumaktadır.
Bakanlar Kurulunun hukuksal öngörülebilirliği ortadan kaldırması
ve hukuksal belirsizlik yaratarak hukuk devleti ilkesine aykırı uygulamalar
içine girmesini sağlayan ise, Anayasanın 7 ncimaddesiyle Türk Milleti
adına TBMM'ye verilen devredilemez nitelikteki yasama yetkisini kullanıyor
olmaktan kaynaklanmaktadır.
Parlamento, Fransızca 'parler', İtalyanca 'parlare' yani
'konuşmak' mastarlarından türetilmiş bir sözcüktür ve 'konuşulan yer' anlamına
gelmektedir. Demokrasilerde yasalar, uzun süreli ve çok yönlü araştırma,
inceleme ve değerlendirmelere dayalı olarak ihtiyaçları ve çözüm yollarını
tespitten sonra parlamentoların komisyon ve alt komisyonları ile genel
kurulunda konuşularak, tartışılarak ve ilgili kurum ve kuruluşlar ile etkilenen
toplumsal kesimlerin ve bunların temsilcisi örgütlerin görüşleri alınıp
üzerinde asgari mutabakat sağlanmaya çalışılarak yasalaşmaktadır. Demokratik
devletin ve çağdaş demokrasinin özü budur.
Varlığını Anayasaya borçlu olan Anayasa Mahkemesinin bu yalın
gerçeği görmezden gelerek tüm teşkilat ve personel yasalarının parlamenter
süreç dışında yapılmasını, Anayasanın Başlangıcı ile 2 nci, 6 ncı,
7 nci, 8 inci, 11 inci, 87 nci ve 91 inci maddelerine rağmen
teşvik etmesinin, hukuksal hiçbir gerekçesi olamaz.
Kaldı ki, Anayasa yasama yetkisini Türk Milleti adına TBMM'ye
vermiş ve bu yetkiye -Anayasanın 91 inci maddesindeki ayrık ve spesifik durum
hariç- devredilmezlik atfetmiştir. Anayasanın öngördüğü 'ivedilik',
'zorunluluk' ve 'önemlilik' gibi üç koşulun birlikte bulunması şartının
gerçekleşmediği alanlarda 6223 sayılı Yasayla Bakanlar Kuruluna konu ve kapsamı
sınırsız ve belirsiz bir düzenleme yetkisi verilmesi ve Bakanlar Kurulunun da
bu yetkiyi 'yap-boz oyunu' oynar gibi kullanması, kuvvetler ayrılığı ilkesine
dayanan parlamenter demokratik sisteme karşı girişilmiş örtülü bir yürütme
organı darbesidir. Bu örtülü darbenin siyasal iktidarın yasama organındaki
sayısal üstünlüğüne dayalı olarak yasama organının bilgisi ve ilgisi dahilinde yapılıyor
olması, yapılanın Anayasanın özü ve sözüyle bağdaşmayan siyasal bir darbe
olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz.
Bunun en açık, bariz ve
doğrudan örneklerine Yüce Mahkemeye açılan iptal davalarında yer
verilmişti. 659 sayılı KHK de bunlardan birini oluşturmaktadır.
02.11.2011 tarihli ve 28103 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan,
26.09.2011 tarihli ve 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve
Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun
Hükmünde Kararname ile;
- 1389 sayılı Devlet Davalarını İntaç Eden Avukat ve Saireye Verilecek
Ücreti Vekâlet Hakkında Kanun,
- 4353 sayılı Maliye Vekaleti Başhukuk Müşavirliğinin
ve Muhakemat Umum Müdürlüğünün Vazifelerine, Devlet Davalarının
Takibi Usullerine ve Merkez ve Vilayetler Kadrolarında Bazı Değişiklikler
Yapılmasına Dair Kanun,
Yürürlükten kaldırılarak genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri
ile özel bütçeli idarelerin hukuk hizmetlerinin yürütülmesi yeni usul ve
esaslara bağlanmakta; kamu mülkiyeti ile kamu alacak ve borçlarına ilişkin
anlaşmazlıkların sulh yoluyla halline ilişkin düzenlemeler getirilmekte;
659 sayılı KHK'nin adı, 'Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri
ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun
Hükmünde Kararname' olmasına rağmen, 178 sayılı Maliye Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında KHK ile 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu,
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ve 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının
Önlenmesi Hakkında Kanunda değişiklikler yapılarak Maliye Bakanlığı merkez ve
taşra denetim elemanları ile uzmanlıklarının hukuki statüleri ve yetkileri ile
mali, sosyal ve özlük hakları yeniden düzenlenmektedir.
Bilindiği üzere yasaların lafzi yorumunda kısım, bölüm,
madde, fıkra, bent, alt bent silsilesi ve bütünlüğü büyük bir önem taşımaktadır.
Bir alt bendin ilgili olduğu bent, bendin ilgili olduğu fıkra, fıkranın ilgili
olduğu madde, maddenin ilgili olduğu bölüm, bölümün ilgili olduğu kısım bağlamı
ve bütünlüğü içinde değerlendirilmesi genel kuraldır.
6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamı, 1 inci maddesinin (2)
numaralı fıkrasında, 'Bu Kanuna göre çıkarılacak kanun hükmünde kararnameler;
(a) Kamu hizmetlerinin bakanlıklar arasındaki dağılımının yeniden
belirlenmesine ilişkin olarak; (1) 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı
Devlet Memurları Kanununda, (') (19) 25/3/1997 tarihli ve 571 sayılı
Özürlüler İdaresi Başkanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararnamede, (20) Diğer kanun ve kanun hükmünde kararnamelerin görev, yetki,
merkez, taşra ve yurt dışında teşkilatlanma esasları, kadrolar, bağlı, ilgili
ve ilişkili kuruluşların bağlılık ve ilişkilerine ilişkin hükümlerinde, (')
yapılacak değişiklik ve düzenlemeleri kapsar.' şeklinde hüküm altına
alınmıştır.
Oysa, 659 sayılı KHK ile yürürlükten kaldırılan 1389 sayılı
Devlet Davalarını İntaç Eden Avukat ve Saireye Verilecek Ücreti
Vekâlet Hakkında Kanun ve 4353 sayılı Maliye Vekaleti BaşhukukMüşavirliğinin
ve Muhakemat Umum Müdürlüğünün Vazifelerine, Devlet Davalarının
Takibi Usullerine ve Merkez ve Vilayetler Kadrolarında Bazı Değişiklikler
Yapılmasına Dair Kanun ile değişiklik yapılan 178 sayılı Maliye Bakanlığının
Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol
Kanunu, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ve 5549 sayılı Suç Gelirlerinin
Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun'lardan, 657 sayılı Devlet Memurları
Kanunu hariç diğerlerinden hiç biri 6223 sayılı Yetki Yasasının kapsama ilişkin
1 inci maddesinin (2) numaralı fıkrasının (a) bendinde, 19 alt bent halinde
sıralanan yasa ve yasa gücünde kararnameler arasında sayılmamıştır.
659 sayılı KHK ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanununda yapılan
değişiklikler ise, 6223 sayılı Yetki Yasasının kapsama ilişkin, 1 inci
maddesinin (2) numaralı fıkrasının (a) bendinde belirtilen, 'Kamu hizmetlerinin
bakanlıklar arasındaki dağılımının yeniden belirlenmesine ilişkin olarak' ya da
1 inci maddesinin (2) numaralı fıkrasının (b) bendinde belirtilen, 'Kamu kurum
ve kuruluşlarında istihdam edilen memurlar, işçiler, sözleşmeli personel ile
diğer kamu görevlilerinin atanma, nakil, görevlendirilme, seçilme, terfi,
yükselme, görevden alınma ve emekliye sevk edilme usul ve esaslarına ilişkin
olarak; (') yapılacak değişiklik ve yeni düzenlemeler' kapsamında değil; Maliye
Bakanlığının merkez ve taşra denetim elemanları ile merkez ve taşra
kadrolarında istihdam edilen uzmanların, hukuki statüleri ve yetkileri ile mali
ve sosyal haklarına ilişkin hususlarda yapılmıştır.
Dolayısıyla 657 sayılı Kanun isim olarak 6223 sayılı Yetki
Yasasının kapsamında olmakla birlikte, 657 sayılı Kanunda yapılan hukuki statü
ve yetkiler ile mali ve sosyal haklara ilişkin düzenlemeler, alınan yetkinin
kapsamında değildir.
Öte yandan, 1389 sayılı, 4353 sayılı, 5018 sayılı ve 5549 sayılı
yasalar ile 178 sayılı KHK'nin, 6223 sayılı Yetki Yasasının 'Amaç ve kapsam' başlıklı 1 inci maddesinin kapsama ilişkin (2) numaralı fıkrasının
(a) bendinin (20) numaralı alt
bendinde yer alan, 'Diğer kanun ve kanun
hükmünde kararnamelerin görev, yetki, merkez, taşra ve yurt dışında
teşkilatlanma esasları, kadrolar, bağlı, ilgili ve ilişkili kuruluşların
bağlılık ve ilgilerine ilişkin hükümlerinde,' ifadesinin
kapsamı içinde olduğu da ileri sürülemez.
Çünkü, (20) numaralı alt bent içinde değerlendirilebileceği
ileri sürülür ise bu durum, (20) numaralı alt bentten önce sayılan 19 alt
bendin boşu boşuna sayıldığı anlamına gelir ki, böylesine bir yorum, yasakoyucuyu boş
işlerle uğraşan bir angarya merkezi haline indirgemek anlamına gelir. Diğer
yandan, bu değerlendirme kamu kurum ve kuruluşlarına ilişkin -2919 sayılı
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Sekreterliği Teşkilat Kanunu, 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun, 298 sayılı
Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun, 2821 sayılı
Sendikalar Kanunu vb. dahil- tüm teşkilat ve usul yasalarının, (20)
numaralı alt bendin kapsamı içinde olduğu gibi hukuka giriş dersi derecesinde
hukuk bilgisinden yoksun bir iddia olmaktan öteye geçemez. Çünkü, 6223
sayılı Kanun'un (20) numaralı alt bendinde yer alan 'diğer kanun ve kanun
hükmünde kararnamelerin' ifadesinin, bağlı olduğu bent ve fıkradan bağımsız
olarak son derece geniş biçimde yorumlanması demek; sadece bu bende dayanarak
tüm devlet teşkilatının ve ayrıca tüm usul yasalarının yeniden düzenlenebilmesi
demektir.
Bu durumda da yasakoyucunun (1)'den (19)'a kadar 19 adet
yasa ve yasa gücünde kararnameyi saymak yerine, doğrudan, 'tüm kanun ve kanun
hükmünde kararnamelerin görev, yetki, merkez,
taşra ve yurt dışında teşkilatlanma esasları, kadrolar, bağlı, ilgili ve
ilişkili kuruluşların bağlılık ve ilgilerine ilişkin hükümlerinde,' demesi
ve böylece söz konusu iddiaya hukuki bir taban oluşturması gerekirdi.
Tüm yasa ve yasa gücünde kararnameleri kapsamına alan bir yetki
yasası nasıl ki, Anayasanın 91 inci maddesinin ikinci fıkrasındaki, yetki
kanununun çıkarılacak kanun hükmünde kararnamenin amacını, kapsamını ve
ilkelerini göstereceği kuralı ile Başlangıcının dördüncü fıkrası, 2 nci maddesi
ve yasama yetkisinin Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olduğu ve
devredilemeyeceğine ilişkin 7 nci maddesi karşısında Anayasal koruma
göremeyecek ise, aynı anlama gelen bir yorumun da aynı gerekçelerle koruma
göremeyeceği açıktır.
Çünkü, Yetki Yasası'nda Bakanlar Kurulu'na verilen yetkinin
'amaç', 'kapsam' ve 'ilkeleri'nin belirlenmesinden amaç, Yetki
Yasası'nın Anayasanın belirlediği ögeleri belli
bir içeriğe kavuşturarak somutlaştırması, verilen yetkiyi hiçbir tartışmaya yol açmayacak açıklıkta
belirlemesi ve dolayısı ile söz konusu istisnai yetki ile Türkiye Büyük
Millet Meclisine ait olan yasama yetkisi kapsamında Bakanlar Kurulu'nun neleri
gerçekleştirebileceğinin açıklığa kavuşturulmasıdır.
Tüm teşkilat ve usul yasalarına ilişkin düzenleme yetkisinin
Bakanlar Kuruluna verilmesi, hiç tartışma yoktur ki yasama yetkisinin devridir.
Aksine bir düşünce, TBMM'nin ve dolayısıyla kuvvetler ayrılığına dayalı
demokratik rejimin varlığının ve gerekliliğinin tartışmaya açılarak inkarıkadar,
Anayasa Mahkemesinin varlığının ve gerekliliğinin de tartışmaya açılarak inkarı
anlamına gelir.
Kaldı ki 178 sayılı KHK dışındakiler, teşkilat yasası da
değildirler.
Bu bağlamda, Bakanlar
Kurulunun 6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamında olmayan,
1389 sayılı Devlet Davalarını İntaç Eden Avukat ve Saireye Verilecek
Ücreti Vekâlet Hakkında Kanun; 4353 sayılı Maliye Vekaleti Başhukuk Müşavirliğinin
ve Muhakemat Umum Müdürlüğünün Vazifelerine, Devlet Davalarının Takibi
Usullerine ve Merkez ve Vilayetler Kadrolarında Bazı Değişiklikler Yapılmasına
Dair Kanun; 178 sayılı Maliye Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK;
5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ve 5549 sayılı Suç
Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun ile 6223 sayılı Kanunun
kapsamında olmakla birlikte yapılan hukuki statü ile mali ve sosyal haklara
ilişkin düzenlemeler, alınan yetkinin kapsamında olmadığından 657 sayılı
Kanunla düzenlenmiş alanlarda, hukuksal tasarruflara girişerek yasal düzenlemelerde bulunması, Anayasanın Başlangıcının dördüncü
fıkrası ile 2 nci, 7 nci, 87 nci ve 91 inci maddelerindeki
kurallarla bağdaşmamaktadır.
Diğer yandan, söz konusu yasalar ile 178 sayılı KHK uzun süredir
yürürlüktedir ve yürürlüğe girdikleri tarihten, söz konusu değişikliklerin
yapıldığı tarihe kadar da değiştirilmelerini 'zorunlu' kılan 'ivedi' ve
'önemli' bir durum ortaya çıkmamıştır. 659 sayılı KHK'nin Bakanlar
Kurulunca kabul edildiği 26.09.2011 tarihinde, o gün, hemen ve aniden
değiştirilmezler ise kamu hizmeti ve faaliyetlerin, bundan şu ya da bu şekilde
olumsuz etkileneceği, 'ivedilik,
'zorunluluk' ve 'önemlilik' durumu da söz konusu
değildir. Bu bağlamda iptali istenen 659 sayılı KHK, Anayasanın 91 inci
maddesine bu açıdan da aykırıdır.
Yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, 02.11.2011 tarihli ve
28103 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan, 26.09.2011 tarihli ve 659 sayılı Genel
Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk
Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin tümü ve
ayrı ayrı tüm maddeleri ile eki Liste, Anayasanın Başlangıcının
dördüncü fıkrası ile 2 nci, 7 nci, 87 nci ve 91 inci,
maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
2) 659 Sayılı 'Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel
Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde
Kararname'nin 9 uncu, 10 uncu, 11 inci ve 12 nci Maddelerinin
Anayasaya Aykırılığı
659 sayılı KHK'nin;
9 uncu maddesinde, idarelerin adli yargıda dava açmadan veya icra
takibine başlamadan önce karşı tarafı sulhe davet etmelerinin usul ve
esasları düzenlenmiş;
10 uncu maddesinin (1) numaralı fıkrasında, sulh anlaşmasının,
anlaşma tutanağında belirtilen tutar kadar bir hakkın tanınması, menfaatin
terki, bir şeyin verilmesi, yapılması ya da yapılmaması konusunda anlaşmalar
veya sözleşme değişikliklerini kapsadığı; (2) numaralı fıkrasında, maddi ve
hukuki nedenlerle kamu menfaati görülmesi halinde, 11 inci maddedeki yetkiler
çerçevesinde asıl alacak ve fer'ilerinden de kısmen ya da tamamen
vazgeçilebileceği; (3) numaralı fıkrasında, bu Kanun Hükmünde Kararname
çerçevesinde yapılan sulh anlaşmalarına ilişkin tutanakların ilam hükmünde olup
ilamların icrasına dair genel hükümlere göre infaz olunacağı; (4) numaralı
fıkrasında, sulh halinde üzerinde anlaşılan hususlar hakkında taraflarca dava
açılamayacağı; (5) numaralı fıkrasında, tarafların sulhe davet
yazısının diğer tarafa tebliği ile uyuşmazlık konusu hak ve alacağın tabi
olduğu kanuni sürelerin duracağı, sulhün sağlanamaması halinde bu
hususun tutanağa bağlanacağı, tutanak tarihinden itibaren uyuşmazlığın niteliğine
göre kanuni sürelerin yeniden işlemeye başlayacağı, mücbir sebep halinde genel
hükümlere göre işlem yapılacağı belirtilmiş;
11 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasında sulh anlaşması yapmaya
yetkili olan makamlar ile yetki devri esasları; (2) numaralı fıkrasında,
birinci fıkrada belirtilenler dışında, idarelerin, herhangi bir sözleşmeye
dayanıp dayanmadığına, yargıya intikal edip etmediğine bakılmaksızın gerçek
veya tüzel kişilerle aralarında çıkan her türlü hukuki uyuşmazlığın sulh yoluyla
halline, her türlü dava açılmasından veya icra takibine başlanılmasından,
bunlardan yargı veya icra mercilerine intikal etmiş olanların takiplerinden
veya verilen kararlara karşı karar düzeltme yoluna gidilmesi dışındaki kanun
yollarına gidilmesinden vazgeçmeye, davaları kabule, ceza
uyuşmazlıklarında şikayetten vazgeçmeye veya uzlaşmaya, davadan
feragat etmeye, sözleşmede belirtilmeyen sebeplerle sözleşmelerin
değiştirilmesinde veya sona erdirilmesinde maddi ve hukuki sebeplerle kamu
menfaati görülmesi halinde, buna dair onay veya anlaşmaları imzalamaya,
vazgeçilen veya tanınan ya da terkin edilen hak ve menfaatin değeri dikkate
alınmak suretiyle; tutara ilişkin olmayanlar ile 1.000.000 Türk Lirasına kadar
olanlardan 10.000.000 Türk Lirasından fazla olanlara kadar yetkili olan
görevliler ile makamların kimler olduğu; (3) numaralı fıkrasında, açılmasında
ve takibinde Hazine veya idareye ait herhangi bir hak ve menfaat bulunmayan,
yanlışlıkla açılan veya konusu kalmayan dava ve icra takipleri ile her türlü davada
karar düzeltme yoluna başvurulmasından vazgeçmeye yetkili olanların kimler
olduğu; (4) numaralı fıkrasında, 7 nci maddeye göre başka idare
tarafından takip edilen davalar ile Maliye Bakanlığı tarafından takip edilen
diğer idarelere ait dava ve icra işlerindeki vazgeçme, feragat ve kabul
işlemleri ile yargıya intikal etmiş uyuşmazlıkların sulhen çözümlenmesine
ilişkin işlemler, dava veya icra dosyasını takip eden idarenin tabi olduğu
usulde yapılacağı hüküm altına alınmış;
12 nci maddesinde ise, idari işlem ve davalardaki sulh
yolunun esas ve usullerine yer verilmiştir.
Bu bağlamda, 659 sayılı KHK'nin 9 uncu, 10 uncu, 11 inci ve
12 nci maddelerinin konusunu, genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri
ile özel bütçeli idarelerin, mülkiyete ilişkin her türlü hak ve menfaatleri ile
asıl alacak ve ferileri ile sözleşmeden doğan haklarının yargıya başvurmadan
veya yargı organı dışında sulh yoluyla çözülmesinin esas ve usulleri
oluşturmaktadır.
Anayasanın 35 inci maddesinde, 'Herkes, mülkiyet ve miras
haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.'
denilmektedir.
Anayasanın 'Temel Haklar ve Ödevler' başlıklı İkinci Kısmının
'Kişinin Hakları ve Ödevleri' başlıklı İkinci Bölümünün 35 inci maddesinde
koruma altına alınan mülkiyet hakkı, sadece taşınır ve taşınmazları değil,
alacak hakları, fikri mülkiyet hakları, marka ve patent hakları gibi maddi bir
varlığı olmayan hak ve alacakları da kapsamaktadır. Bu bağlamda, mülkiyet
hakkının kapsamına iktisadi değer taşıyan bütün unsurlar girmektedir. Nitekim, Anayasa
Mahkemesi 10.12.2001 tarihli ve E.2000/42, K.2001/361 sayılı kararında, 3417
sayılı Kanun uyarınca çalışanların aylık ve ücretinden kesilerek tasarrufu
teşvik hesabına yatırılan tasarruf kesintisi ile işveren katkısından oluşan
nemaların; 31.01.2008 tarih ve E.2004/81, K.2008/48 sayılı kararında, fikri ve
sınai mülkiyet haklarının; 19.06.2008 tarihli ve E.2005/138, K.2008/124 sayılı
kararında ise, alacak haklarının mülkiyet hakkı kapsamında olduğuna karar
vermiştir.
Anayasanın 91 inci maddesinin birinci fıkrasında ise, sıkıyönetim
ve olağanüstü haller saklı kalmak üzere, Anayasanın ikinci kısmının birinci ve
ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile
dördüncü bölümünde yer alan siyasi haklar ve ödevlerin kanun hükmünde
kararnamelerle düzenlenemeyeceği kuralına yer verilmiştir.
Bu bağlamda, genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri ile özel
bütçeli idarelerin, Anayasanın 35 inci maddesinde koruma altına alınan mülkiyet
haklarına ilişkin her türlü hak ve menfaatleri, asıl alacak ve ferileri ile sözleşmeden
doğan haklarının yargıya başvurmadan veya yargı organı dışında sulh yoluyla
çözülmesine ilişkin olarak kanun hükmünde kararname ile düzenleme yapılması,
Anayasanın 91 inci maddesindeki yasak alan içine girmektedir. Dolayısıyla
659 sayılı KHK'nin 9 uncu, 10 uncu, 11 inci ve 12 nci maddelerinde,
kamu idareleri ile özel bütçeli idarelerin mülkiyet haklarına ilişkin olarak
kanun hükmünde kararname ile yapılan yasal düzenlemeler, Anayasanın 91 inci
maddesine aykırıdır.
Öte yandan, yapılan düzenlemeler hiçbir şekilde 6223 sayılı Yetki
Yasasının kapsamında değildir.
Anayasanın 6 ncı maddesinde, hiçbir kimse veya organın
kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamayacağı; 7 nci maddesinde
yasama yetkisinin Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olduğu
ve bu yetkinin devredilemeyeceği; 8 inci maddesinde, yürütme yetki ve görevinin
Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılacağı; 11 inci maddesinde ise,
Anayasa hükümlerinin yasama, yürütme ve yargı organları ile idare makamlarını
ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğu kurallarına
yer verilmiştir.
Bakanlar Kurulunun kendine yasak edilmiş ve yetkisiz olduğu
alanlarda hukuksal tasarruflara girişerek yasal düzenlemelerde bulunması,
Anayasanın 6 ncı, 7 nci, 8 inci ve 11 inci maddelerindeki kurallarla
bağdaşmaz.
Yukarıda açıklandığı üzere, 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki
Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine
İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin 9 uncu, 10 uncu, 11 inci ve 12 nci maddeleri,
Anayasanın 6 ncı, 7 nci, 8 inci, 11 inci ve 91 inci maddelerine
aykırı olduğundan iptali gerekir.
3) 659 Sayılı 'Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel
Bütçeli İdarelerde Kamu Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde
Kararname'nin 17 nci Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (a), (b), (c)
ve (ç) Bentlerinin; (4) Numaralı Fıkrasının (a) Bendinin; (5) Numaralı
Fıkrasının (c), (ç), (d), (e), (g), (ğ) ve (h) Bentleri ile Yürürlüğe
İlişkin 19 uncu Maddesinin Anayasaya Aykırılığı
659 sayılı KHK'nin 17 nci maddesiyle 657 sayılı Devlet
Memurları Kanunu, 178 sayılı Maliye Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında
KHK, 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun ve 190
sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede yapılan
düzenlemelerden iptali istenen hükümlerle özetle;
Maliye Bakanlığında farklı hukuki statülerde ve farklı unvanlar
altında görev yapan, merkez denetim elemanları (Muhasebat Başkontrolör ve
Kontrolörleri ile Milli Emlak Başkontrolör ve Kontrolörleri ile
bunların Stajyerleri) ile merkezde görevli uzmanlar (Devlet Bütçe Uzmanı, Mali
Suçları Araştırma Uzmanı, Devlet Muhasebe Uzmanı, Devlet Gelir Politikaları
Uzmanı, Devlet Malları Uzmanı ve Maliye Uzmanları ile bunların yardımcıları) 'Maliye
Uzmanı' ve 'Maliye Uzman Yardımcısı' unvanı; taşrada görevli denetim elemanları
(Muhasebe Denetmeni ile Milli Emlak Denetmeni ve bunların yardımcıları) ile
taşrada görevli uzmanlar (Muhasebe Uzmanı ile Milli Emlak Uzmanı ve bunların
yardımcıları) ise 'Defterdarlık Uzmanı' ve 'Defterdarlık Uzman Yardımcısı'
kadro unvanı altında birleştirilmektedir.
Maliye Bakanlığının farklı hukuki statülerde bulunan ve farklı
kadro görev unvanıyla görev yapan personelini merkezde Maliye Uzmanı, taşrada
ise Defterdarlık Uzmanı unvanı altında toplamayı amaçlayan söz konusu
düzenlemelerin iptal gerekçelerine yer vermeden önce söz konusu personelin yasa
ve yönetmeliklerde hukuki güvence altına alınan mevcut hukuki statüleri ile
mali, sosyal ve diğer özlük haklarını incelemek gerekmektedir.
a) 659 sayılı KHK Öncesi Hukuki Durum
Denetim Elemanı ve Uzmanların Hukuki Statüleri
Osmanlı Batılılaşması, Fransa'yı örnek alarak Devlet
teşkilatlanmasını idari ve mali merkeziyetçilik esasına oturtmuş; idari
merkeziyetçilik İçişleri Bakanlığı, mali merkeziyetçilik ise Maliye Bakanlığı
aracılığıyla yürütülmüştür. Osmanlı mirası üzerine kurulan Cumhuriyet,
Osmanlının idari ve mali merkeziyetçilik sistemini sürdürmüştür.
Mali merkeziyetçiliğin taşıyıcısı olma vasfı, yansımasını Maliye
Bakanlığının teşkilat ve görevleri yanında denetim birimlerinde de bulmuştur.
13.12.1983 tarihli ve 178 sayılı Maliye Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında KHK'nin 19 uncu maddesinde merkez kuruluşunda Maliye
Bakanına bağlı denetim birimi olarak Teftiş Kurulu Başkanlığı ile Hesap
Uzmanları Kurulu Başkanlığına yer verilmiş; 20 nci maddesinde Teftiş
Kurulu Başkanlığı düzenlenerek, mali merkeziyetçiliğin gereği olarak Teftiş
Kuruluna tüm devlet teşkilatı yanında dernek, vakıf ve sendikaları teftiş
yetkisi verilirken; 21 inci maddesinde ise Hesap Uzmanları Kurulu Başkanlığı
düzenlenmiştir.
Öte yandan, 178 sayılı KHK'nin 8 inci maddesinde ana hizmet birimi
olarak Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü, Muhasebat Genel Müdürlüğü ve
Milli Emlak Genel Müdürlüğüne yer verilmiş;
Kontrolör, Uzman ve Denetmen Çalıştırılması[1] başlıklı
43 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde, 'Bütçe ve Mali Kontrol[2],
Muhasebat, Milli Emlak, Tasfiye İşleri Döner Sermaye İşletmeleri[3] Genel
Müdürlükleriyle uygun görülecek birimlerde kontrolör çalıştırılabilir.
Kontrolörler (Gelir İdaresi Başkanlığı gelirler kontrolörleri dahil)[4] bağlı
bulundukları Başkanlık ve genel müdürlük teşkilatının her türlü faaliyet ve işlemleriyle
ilgili olarak; teftiş, inceleme, soruşturma işleriyle kanunlar ve diğer
mevzuatla kendilerine verilen görevleri yaparlar.
Bunlar, en az dört yıllık yükseköğretim kurumlarından mezun
olanlar arasından yapılacak özel yarışma sınavı sonucunda mesleğe stajyer
kontrolör olarak alınırlar ve en az üç yıl çalıştıktan sonra yapılacak,
yeterlik sınavında başarılı olmak şartıyla kontrolör olarak atanırlar.
Kontrolörlerin mesleğe giriş ve yeterlik sınavları ile çalışma usul ve esasları
yönetmelikle düzenlenir.'
denilmiştir.
Maddenin birinci fıkrasının 22/7/1998 tarihli ve 4369
sayılı Kanunun 84 üncü maddesiyle değişik (b) bendi,
'1. Bakanlık merkez teşkilatında, Bütçe ve Mali Kontrol Genel
Müdürlüğü ve bağlı birimlerinde Devlet Bütçe Uzmanı, Muhasebat Genel
Müdürlüğünde Devlet Muhasebe Uzmanı, Gelirler Genel Müdürlüğünde Devlet Gelir
Uzmanı[5] Milli Emlak Genel Müdürlüğünde Devlet
Malları Uzmanı, Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığında Maliye
Uzmanı çalıştırılabilir. Bu uzmanlara, diğer görevlerinin yanı sıra bağlı
oldukları başkanlık ve genel müdürlüklerin görev alanına giren konularda ilgili
kuruluşlar nezdinde araştırma, inceleme (vergi incelemesi hariç) ve analiz
yaptırılabilir.
2. Bakanlık taşra teşkilatında Gelir Uzmanı[6],
Muhasebe Uzmanı ve Milli Emlak Uzmanı çalıştırılabilir.
3. Bunlar en az dört yıllık yükseköğretim kurumlarından (taşra
teşkilatında çalıştırılacak olanlarda en az iki yıllık yükseköğretim
kurumlarından) mezun olanlar arasından yapılacak özel yarışma sınavı sonunda
mesleğe uzman yardımcısı olarak alınırlar ve en az üç yıl çalışmak ve olumlu
sicil almak şartıyla Bakanlık merkezinde açılacak yeterlik sınavına girme
hakkını kazanırlar. Yeterlik sınavında başarılı olanlar kadrolarına uygun
uzman unvanını alırlar. Uzmanların mesleğe giriş ve yeterlik sınavları ile
çalışma usul ve esasları yönetmelikle düzenlenir.
4. Muhasebat Genel Müdürlüğü, Gelirler Genel Müdürlüğü[7],
Milli Emlak Genel Müdürlüğü ile Maliye Bakanlığı Araştırma, Planlama ve
Koordinasyon Kurulu Başkanlığı 'Uzman' kadrolarında (A.P.K.Uzmanı dahil)
en az üç yıldır görev yapmakta olanlar, olumsuz sicil almamış olmaları ve
yukarıda belirtilen yönetmeliklerin meslekle ilgili şartlarını (yaş şartı
hariç) taşımaları kaydıyla söz konusu yönetmelik esaslarına göre Devlet
Muhasebe Uzmanlığı, Devlet Gelir Uzmanlığı[8], Devlet
Malları Uzmanlığı veya Maliye Uzmanlığı için yapılacak yeterlik sınavına
alınırlar ve başarılı olmaları halinde anılan kadrolara atanırlar.
5. Yaş şartı hariç, ilgili yönetmeliklerindeki şartları taşıyan
Bakanlık personelinden yapılacak özel sınavı kazananlardan Maliye Yüksek Eğitim
Merkezinde yapılacak uzmanlık eğitiminde başarılı olanlar, Gelir Uzmanı[9],
Muhasebe Uzmanı veya Milli Emlak Uzmanı kadrolarına atanabilirler. Bu hükmün
uygulanmasına ilişkin esas ve usuller yönetmelikle düzenlenir.'
Şeklinde hüküm altına alınırken;
(c) bendinde;
'(Mülga birinci paragraf: 5/5/2005-5345/35 md.) Denetmen
çalıştırılması: Gelirler Genel Müdürlüğünce, vergi incelemeleri ve taşra gelir
birimlerinde denetim yapmak üzere defterdarlıklar ve vergi dairesi
başkanlıkları emrinde vergi denetmenleri (bölge müdürlüklerinin
kurulması halinde defterdarlık ve vergi dairesi başkanlıklarında
görevlendirilmeyenler bölge müdürlüğüne bağlı olarak);
Muhasebat Genel Müdürlüğünce, genel ve katma bütçeli idareler ile
bunlara bağlı işletme ve fonlardaki saymanlıklarda denetim yapmak üzere
defterdarlıklara bağlı muhasebe denetmenleri;
Milli Emlak Genel Müdürlüğünce, milli emlak ve Devlet mallarına
ilişkin olarak inceleme ve araştırmalar; milli emlak birimlerinde denetim
yapmak üzere, milli emlak dairesi başkanlıkları emrinde de çalıştırılabilecek,
defterdarlıklara bağlı milli emlak denetmenleri;
çalıştırılır.
Kanunlarda kontrol memurlarına yapılmış olan atıflar, ilgisine
göre bu denetmenlere ve denetmen yardımcılarına yapılmış sayılır.
(Değişik son fıkra: (22/7/1998 ' 4369/84 md.) Bunlar en az
dört yıllık yükseköğretim kurumlarından mezun olanlar arasında yapılacak sınav
sonucunda mesleğe denetmen yardımcısı olarak alınırlar ve en az üç yıl
çalıştıktan sonra bu süredeki çalışmaları olumlu bulunanlar Bakanlıkça açılacak
yeterlik sınavında başarılı olmak şartıyla ilgili bulundukları denetmen
kadrolarına atanırlar. Denetmenler yer değiştirme suretiyle atamaya tabidir
ve Denetmenlerin mesleğe giriş ve yeterlik sınavları ile çalışma usul
ve esasları yönetmelikle düzenlenir.'
denilmiştir.
Yukarıdaki hükümler ve değişiklikleri ile ilgili yönetmelikler göz
önüne alınarak söz konusu meslek gruplarının incelenmesine geçilebilir.
(i) Kontrolörler (Merkez Denetim Elemanları)
Maliye Bakanlığı merkez denetim birimleri içinde yer alan
Muhasebat Kontrolörlüğü, 29.05.1936 tarih ve 2996 sayılı Maliye Vekaleti Teşkilatı
ve Vazifeleri Hakkındaki Kanuna ekli cetvelde yer alan Muhasebat Umum Müdürlüğü
merkez kadroları içerisindeki, 7 nci dereceli ve 55 lira maaşlı 2
adet Muhasebe Kontrolörü kadrosunun ihdası ile kurulmuştur.
Maliye Bakanlığı merkez denetim birimleri içinde yer alan Milli
Emlak Kontrolörlüğü de aynı şekilde 29.05.1936 tarihli ve 2996 sayılı Kanuna
bağlı cetvelin Milli Emlak Müdürlüğü merkez kadroları bölümünde, Milli Emlak
Kontrolörü unvanlı 7 nci dereceli ve 55 lira maaşlı üç adet kadro
tahsis edilmesiyle kurulmuştur. Her iki kontrolörlük de kuruldukları andan
itibaren atamalarını özel meslek sınavına dayandırmışlardır. Günümüz itibariyle
Muhasebat Kontrolörü sayısı 145'e, Milli Emlak Kontrolörü ise 76'ya ulaşmıştır.
Muhasebat Kontrolörleri ile Milli Emlak Kontrolörleri, son olarak
14.12.1983 tarih ve 18251 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 13.12.1983 tarihli
ve 178 sayılı Maliye ve Gümrük Bakanlığı'nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında
KHK'nin 'Kontrolör İstihdamı' başlıklı 43 üncü maddesinde düzenlenmiştir.
Muhasebat Kontrolörleri, 178 sayılı KHK'nin 43 üncü maddesinin
birinci fıkrasının (a) bendi ile 07.06.1989 tarihli ve 20188 sayılı Resmi
Gazetede yayımlanan Maliye Bakanlığı Muhasebat Kontrolörleri Görev ve Çalışma
Yönetmeliğinin 5 inci ve 9 uncu maddelerine göre, doğrudan Muhasebat Genel
Müdürüne bağlı olarak, genel müdürlük teşkilatının her türlü iş, işlem ve
faaliyetleriyle ilgili olarak; teftiş, inceleme, soruşturma işleriyle kanunlar
ve diğer mevzuatla kendilerine verilen görevleri yapmakla görevlendirilmişlerdir.
Milli Emlak Kontrolörleri ise, 178 sayılı KHK'nin 43 üncü
maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi ile 03.04.1977 tarihli ve 15898 sayılı
Resmi Gazetede yayımlanan Maliye Bakanlığı Milli Emlak Kontrolörleri Görev ve
Çalışma Yönetmeliğinin 2 nci maddesine göre, Maliye Bakanı adına
görev yapıp, Milli Emlak Genel Müdürü tarafından yönetilerek genel müdürlük
teşkilatının her türlü faaliyet ve işlemleriyle ilgili olarak; teftiş, inceleme
ve soruşturma işleriyle kanunlar ve diğer mevzuatla kendilerine verilen
görevleri yapmaktadırlar.
Muhasebat ve Milli Emlak Kontrolörlüğü kuruluşundan itibaren
kariyer mesleğin tüm özelliklerini taşımıştır. Mesleğe özel yarışma sınavıyla
stajyer kontrolör unvanıyla girilmekte; üç yıllık eğitim ve staj süresinin
sonunda yapılan yeterlilik sınavını başaran ve mesleğin gerektirdiği
nitelikleri taşıyanlar kontrolörlük mesleğine atanmaktadır. Kontrolörlüğe, özel
yarışma sınavı dışında, geçici maddeler gereği yapılan kurum içi yapılan
sınavla atama yapılmamıştır.
Kariyer meslek olan kontrolörlük, Maliye Bakanlığının yönetsel
birim ve hiyerarşileri içinde değil, 'Denetim ve Danışma Birimleri' içinde yer
almakta ve statü olarak da doğrudan Genel Müdüre bağlı olarak görev
yapmaktadırlar.
Mali, sosyal ve özlük hakları bakımından da Kontrolörlerin, Maliye
Bakanlığının diğer merkez denetim elemanları olan Maliye Müfettişleri, Hesap
Uzmanları ve Gelirler Kontrolörleri arasında mali anlamda, gösterge, ek
gösterge, yan ödeme puanı, Özel Hizmet Tazminatı, Denetim Hizmetleri Tazminatı
vb. bütün hak edişleri ile emeklilik ödemeleri aynı olmuştur. Nitekim Maliye
Bakanlığı Personeli Görevde Yükselme, Unvan Değişikliği ve Atama
Yönetmeliği'nin 4 üncü maddesinde 'merkez denetim elemanı'; Maliye Müfettişleri,
Hesap Uzmanları ve bunların yardımcıları ile İç Denetçileri, Genel Müdürlük
Kontrolörleri ve Stajyer Kontrolörleri olarak tanımlanmıştır.
(ii) Denetmenler (Taşra Denetim Elemanları)
Gelirler Genel Müdürlüğü/Gelir İdaresi Başkanlığında Vergi
Denetmeni[10], Muhasebat Genel Müdürlüğünde Muhasebe
Denetmeni ve Milli Emlak Genel Müdürlüğünde Milli Emlak Denetmeni istihdam
edilmektedir. Denetmenler, Maliye Bakanlığının taşradaki temsilcisi olan
Defterdara bağlı görev yapan denetim elemanlarıdır.
Muhasebe Denetmenleri, 178 sayılı KHK'nin 43 üncü maddesinin
(c) bendine ve 5.7.1995 tarih ve 22334 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Maliye
Bakanlığı Muhasebat Genel Müdürlüğü Muhasebe Denetmenleri Görev ve
Çalışma Yönetmeliğinin 4 üncü maddesine göre, genel ve katma bütçeli idareler
ile bunlara bağlı işletme ve fonlardaki saymanlıkları denetlemek, denetlenen
saymanlıklardaki görevlilerin yeterlik, yetenek ve kişisel durumları ile
çalışma yeri ve koşulları hakkında görüş ve düşüncelerini yazılı olarak
bildirmek; yetkili merciler tarafından verilen soruşturma görevlerini yapmak, vb.
görevleri yerine getirmektedir.
Milli Emlak Denetmenleri ise, 178 sayılı KHK'nin 43 üncü
maddesinin (c) bendine ve 24.08.1995 tarihli ve 22384 sayılı Resmi Gazetede
yayımlanan Maliye Bakanlığı Milli Emlak Genel Müdürlüğü Milli Emlak Denetmenleri Görev
ve Çalışma Yönetmeliğinin 7 nci maddesine göre, milli emlak ve Devlet
mallarına ilişkin olarak inceleme ve araştırmalar; milli emlak birimlerinde
denetim yapmak; memur suçlarının kovuşturulmasına ilişkin mevzuat çerçevesinde
memurlar hakkında soruşturma yapmak, vb. görevleri yürütmektedir.
Denetmenlik de Müfettişlik ve Kontrolörlük gibi kariyer
meslektir. Mesleğe özel yarışma sınavıyla denetmen yardımcısı unvanıyla
girilmekte; üç yıllık eğitim ve staj süresinin sonunda yapılan yeterlilik
sınavını başaran ve mesleğin gerektirdiği nitelikleri taşıyanlar denetmenlik mesleğine
atanmaktadır. Denetmenliğe, özel
yarışma sınavı dışında, geçici maddeler gereği yapılan kurum içi yapılan
sınavla atama yapılmamaktadır.
(iii) Maliye Bakanlığı Merkez Teşkilatı Uzmanları
Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğünde Devlet
Bütçe Uzmanı, Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığında Mali Suçları
Araştırma Uzmanı, Muhasebat Genel Müdürlüğünde Devlet Muhasebe Uzmanı, Gelir
Politikaları Genel Müdürlüğünde Devlet Gelir Politikaları Uzmanı, Milli Emlak
Genel Müdürlüğünde Devlet Malları Uzmanı ve Strateji Geliştirme Daire
Başkanlığında Maliye Uzmanı, Gelir İdaresi Başkanlığında ise Devlet Gelir
Uzmanı istihdam edilmektedir.
178 sayılı KHK'nin 43 üncü maddesinin birinci fıkrasının (b)
bendinin (1) numaralı alt bendine göre, merkez uzmanlarına, bağlı oldukları
başkanlık ve genel müdürlüklerin görev alanına giren konularda ve ayrıca bu
konularla sınırlı olmak üzere ilgili kuruluşlar nezdinde araştırma, inceleme (vergi
incelemesi hariç) ve analiz yapma görevleri verilmektedir.
Maliye Bakanlığı merkez teşkilatı uzmanlıkları da kariyer
meslektir. Bu mesleklere de özel yarışma sınavıyla uzman yardımcısı unvanıyla
girilmekte; üç yıllık eğitim ve staj süresinin sonunda yapılan yeterlilik
sınavını başaran ve mesleğin gerektirdiği nitelikleri taşıyanlar uzmanlık
mesleğine atanmaktadır.
Bununla birlikte, Maliye Bakanlığının uzun süredir sürdürdüğü
yönetimde uzmanlaşma politikası gereği sadece kurum içinde çalışan memurlara
açık sınavlarda başarılı olanlardan ve şube müdürlerinden doğrudan uzman
yardımcılığı kadrolarına atamalar da yapılmıştır.
Öte yandan, denetim elemanlığı mesleği ile uzmanlık mesleğinin
statüleri farklıdır. Uzmanlar Maliye Bakanlığının Ana Hizmet Birimlerinin
yönetsel görevlerini yönetim kademelerinde idari hiyerarşi içinde
yürütürlerken; Kontrolör ve Denetmenler, yönetim kademelerinin ve yönetsel
hiyerarşinin dışında doğrudan adına denetim yaptıkları makama (Kontrolörler
Genel Müdüre, Denetmenler Defterdara) bağlı olarak ve bağlı oldukları makam
adına denetim görevini ifa etmektedirler.
Bu bağlamda, Maliye Bakanlığı Muhasebat Genel Müdürlüğü Devlet
Muhasebe Uzmanları Görev ve Çalışma Yönetmeliği ve Maliye Bakanlığı Milli Emlak
Genel Müdürlüğü Devlet Malları Uzmanları Görev ve Çalışma Yönetmeliği ile
Maliye Bakanlığı Gelirler Genel Müdürlüğü Devlet Gelir Uzmanlığı Görev, Çalışma
ve Atama Yönetmeliğinin 5 inci maddelerine göre, Devlet Muhasebe Uzmanları ve
Devlet Malları Uzmanları ile Devlet Gelir Uzmanları, uzmanlık çalışmalarını
Genel Müdürlüklere bağlı şubeler bünyesinde yürütmekte ve bu görevlerden dolayı
şube müdürlerine karşı sorumlu tutulmaktadırlar. Maliye Bakanlığı Mali Suçları
Araştırma Kurulu Mali Suçları Araştırma Uzmanları Görev ve Çalışma
Yönetmeliğinin 4 üncü maddesine göre, Mali Suçları Araştırma Uzmanları Başkana veya
Başkanın görevlendireceği Başkan Yardımcısı veya Daire Başkanına bağlı
çalışmakta; Maliye Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı Maliye Uzmanı Görev
ve Çalışma Yönetmeliğinin 4 üncü maddesine göre ise Maliye Uzmanlarının
Başkanlıkta hangi birimde ve hangi amire bağlı çalışacaklarına Strateji
Geliştirme Daire Başkanı karar vermektedir. Dolayısıyla
söz konusu uzmanların, uzmanların bağlı oldukları şube müdürlerinin, şube
müdürlerinin bağlı oldukları daire başkanlarının her türlü eylem ve işlemleri
ile faaliyetlerini teftiş, denetim, inceleme ve soruşturma Kontrolörlük
görevinin ayrılmaz bir parçasıdır.
(iv) Maliye Bakanlığı Taşra Teşkilatı Uzmanları
Maliye Bakanlığı Muhasebat Genel Müdürlüğü ile Milli Emlak Genel
Müdürlüğü taşra teşkilatında Muhasebe Uzmanı ve Milli Emlak Uzmanı
çalıştırılmaktadır.
19.07.2001 tarih ve 24467 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Maliye Bakanlığı
Muhasebat Genel Müdürlüğü Muhasebe Uzmanlığı Görev, Çalışma ve Atama
Yönetmeliğinin 5 inci maddesine göre Muhasebe Uzmanları, saymanlık müdürü ve
görevlendirildikleri bölümün yönetiminden sorumlu müdür yardımcısına bağlı
çalışmakta ve görevlerinden dolayı müdür ve müdür yardımcılarına karşı sorumlu
tutulmaktadırlar.
24.08.1995 tarih ve 22384 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Maliye
Bakanlığı Milli Emlak Genel Müdürlüğü Milli Emlak Uzmanları Görev ve Çalışma
Yönetmeliğinin 5 inci maddesine göre Milli Emlak Uzmanları,
görevlendirildikleri bölümün yönetiminden sorumlu müdür yardımcısına bağlı
çalışmakta ve görevlerinden dolayı da müdür yardımcısına karşı sorumlu
tutulmaktadırlar.
Muhasebe Uzmanlığı ve Milli Emlak Uzmanlığı da diğer uzmanlıklar
gibi kariyer meslektir. Bu mesleklere de özel yarışma sınavıyla uzman
yardımcısı unvanıyla girilmekte; üç yıllık eğitim ve staj süresinin sonunda
yapılan yeterlik sınavını başaran ve mesleğin gerektirdiği nitelikleri
taşıyanlar uzmanlık mesleğine atanmaktadır.
Bununla birlikte, Maliye Bakanlığında çeşitli zamanlarda kurum içi
yapılan sınavlarda başarı gösteren memurlar, Muhasebe ve Milli Emlak uzmanlığı
kadrolarına atanmışlardır. Bunlar 5436 sayılı Kanun'un geçici maddeleri gereği
yapılan kurum içi sınavla uzman olmuşlardır.
(v) Ortak Yanlardan Farklılığa Denetmenler ve Uzmanlar
Maliye Bakanlığının merkez denetim elemanı Kontrolörler ile
uzmanlar arasında benzer veya farklı yanlara yönelik değerlendirme yapmaya
kalkışmak züldür. Çünkü, bunlar arasındaki fark, gece ile gündüz
kadar berrak olduğundan açıklamaya kalkışmak abesle iştigal anlamına
gelmektedir.
Maliye Bakanlığı taşra denetim elemanları (Denetmenler) ile merkez
ve taşra uzmanlıkları arasında ortak yanlar yanında önemli farklılıklar söz
konusudur.
Maliye Bakanlığı Milli Emlak Genel Müdürlüğü;
08.03.2004 tarih ve 25396 sayılı Resmi Gazetede 'Devlet Malları
Uzman Yardımcılığı, Milli Emlak Denetmen Yardımcılığı ve Milli Emlak Uzman
Yardımcılığı, Giriş Sınavına Katılacaklar İçin Duyuru' metni yayınlanmıştır.
Anılan Duyuruda, 'Maliye Bakanlığı Milli Emlak Genel Müdürlüğünce
18 adet Devlet Malları Uzman Yardımcılığı, 100 adet Milli Emlak Uzman
Yardımcılığı, 50 adet Milli Emlak Denetmen Yardımcılığı kadrolarına atama
yapılmak üzere 15 Mayıs 2004 tarihinde Ankara'da giriş sınavı yapılacaktır.'
denildikten ve Sınava Katılma Şartları, Sınav Şekli ve Sınav Konuları
düzenlendikten sonra aynen, 'Sözlü sınava katılan her adaydan, sözlü sınavda
başarılı olduğu takdirde atanmak istediği unvanların tercih sıralamasını
belirtir imzalı dilekçe alınır.' denilmiş ve ayrıca son paragrafında, 'Giriş
sınavında başarılı olan adayların hangi unvana atanmaya hak kazandıkları, sözlü
sınava katılan her adaydan yazılı olarak alınacak tercih sıralamasını belirten
dilekçeleri de göz önüne alınarak, kadro ve ihtiyaç durumuna göre sınav
kurulunca belirlenerek ilan olunur ve adaylara ayrıca yazılı olarak
bildirilir.' ifadelerine yer verilmiştir.
Aynı ifadeler, 13.12.2004 tarih ve 25669 sayılı Resmi Gazetede
yayımlanan 'Devlet Malları Uzman Yardımcılığı, Milli Emlak Denetmen
Yardımcılığı ve Milli Emlak Uzman Yardımcılığı, Giriş Sınavına Katılacaklar
İçin Duyuru' metninde ve 22.11.2005 tarihli ve 26001 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan
'Devlet Malları Uzman Yardımcılığı, Milli Emlak Denetmen Yardımcılığı ve Milli
Emlak Uzman Yardımcılığı, Giriş Sınavına Katılacaklar İçin Duyuru' metninde de
aynen yer almıştır.
Maliye Bakanlığı Muhasebat Genel Müdürlüğü;
27.07.2004 tarih ve 25535 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan,
'Devlet Muhasebe Uzman Yardımcılığı ve Muhasebe Denetmen Yardımcılığı Giriş
Sınavına Katılacaklar İçin' ilan metninde, 'Maliye Bakanlığı Muhasebat Genel
Müdürlüğünce 45 adet Devlet Muhasebe Uzman Yardımcısı ve 20 adet Muhasebe
Denetmen Yardımcısı kadrosuna atama yapılmak üzere 2 Ekim 2004 tarihinde
Ankara'da giriş sınavı yapılacaktır.' Denildikten ve sınava giriş için
'(KPSS) KPSSP 43 puan türünden 75 (Yetmişbeş) ve daha yüksek puan almış olmak'
ifadesine yer verildikten sonra sınav konuları belirtilmiştir. 23.12.2005
tarih ve 26032 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 'Devlet Muhasebe Uzman
Yardımcılığı ve Muhasebe Denetmen Yardımcılığı Giriş Sınavına Katılacaklar İçin
Duyuru' ve 05.08.2008 tarih ve 26958 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 'Devlet
Muhasebe Uzman Yardımcılığı ve Muhasebe Denetmen Yardımcılığı Giriş Sınavına
Katılacaklar İçin Duyuru' metinlerinde de aynı hususlar belirtilmiştir.
Maliye Bakanlığı Gelirler Genel Müdürlüğü;
19.11.2002 tarihli ve 24941 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan,
'Devlet Gelir Uzman Yardımcılığı, Gelir Uzman Yardımcılığı ve Vergi Denetmen
Yardımcılığı Giriş Sınavına Katılacaklar İçin Duyuru' metninde, Devlet Gelir
Uzman Yardımcılığı kadrosuna 19 adet, Gelir Uzman Yardımcılığı kadrosuna 500
adet, Vergi Denetmen Yardımcılığı kadrosuna 300 adet atama yapılacağı
belirtilerek Sınava Katılma Şartları, Sınav Konuları ve diğer hususlara yer
verilmiştir. 26.01.2004 tarihli ve 25358 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan
'Devlet Gelir Uzman Yardımcılığı, Gelir Uzman Yardımcılığı ve Vergi Denetmen
Yardımcılığı Giriş Sınavına Katılacaklar İçin Duyuru' metni de atama yapılacak
kadro sayıları dışında aynıdır.
Yukarıdaki örnekler, Devlet Malları Uzman Yardımcılığı, Milli Emlak
Uzman Yardımcılığı ve Milli Emlak Denetmen Yardımcılığı; Devlet Muhasebe Uzman
Yardımcılığı ve Muhasebe Denetmen Yardımcılığı; Devlet Gelir Uzman
Yardımcılığı, Gelir Uzman Yardımcılığı ve Vergi Denetmen Yardımcılığı giriş
sınavlarına aynı ilanlarla çıkıldığını; adaylardan giriş sınavına katılabilmek
için ÖSYM'nin yaptığı KPSS sınavından aynı puan türünün istendiğini; adayların
aynı sınavda aynı sınav konuları ve aynı sorularla değerlendirmeye tabi
tutulduğunu; sözlü sınavların aynı yapıldığını ve hatta Devlet Malları Uzman
Yardımcılığı, Milli Emlak Uzman Yardımcılığı ve Milli Emlak Denetmen
Yardımcılığında, sözlü sınava katılan her adaydan, sözlü sınavda başarılı
olduğu takdirde atanmak istediği unvanların tercih sıralamasını belirtir imzalı
dilekçe alındığını ve söz konusu tüm uzman ve denetmen kadrolarına yapılan
atamaların sözlü sınav komisyonunun başarı puanı dışındaki tercihleri
doğrultusunda yapıldığını ortaya koymaktadır.
Atamalar bu şekilde yapıldığı ve çalışılan unvan ile bağlı görev
yapılan makam dışında tamamı kariyer meslek sayıldığı için merkez ve taşra
uzmanları mali, sosyal ve diğer özlük hakları yönünden aynı kabul edilmiştir.
Bu bağlamda, 6223 sayılı Yetki Kanununa göre çıkarılan KHK'larakadar,
Maliye Bakanlığındaki tüm uzmanlar Gösterge, Ek Gösterge, Özel Hizmet Tazminatı
ve makam tazminatları (Örneğin 1. Derecede sırasıyla, 1500, 2200, %120, 0) aynı
olmuş; aynı miktarda aylık maaş almışlar ve aynı emeklilik haklarına sahip
olmuşlardır. Denetmenlerin mali, sosyal ve özlük hakları ise gerek
merkez ve gerekse taşra uzmanlarından farklı şekilde düzenlenmiştir.
Öte yandan, Maliye Bakanlığının taşra kadrolarında istihdam edilen
Muhasebe, Milli Emlak ve Gelir Uzmanları, Maliye Bakanlığının merkez
teşkilatında geçici görevli olarak görevlendirilerek Devlet Muhasebe, Devlet
Malları ve Devlet Gelir Uzmanları ile aynı odalarda aynı işleri yan yana
yaptıkları gibi, merkez kadrolarında istihdam edilen uzmanlar da geçici görevle
taşra teşkilatında görevlendirilmişlerdir. Örneğin Devlet Malları
Uzmanlarından Emine Şahinli, 08.12.2005 tarihli Bakanlık onayı ile Tekirdağ
Defterdarlığı Milli Emlak Müdürlüğünde, Funda Erdoğan (Eroğlu) 04.04.2011
tarihli Bakanlık onayı ile İstanbul Defterdarlığında, Tülin Tuba Kuruçay (Baştekin)
04.04.2011 tarihli Bakanlık onayı ile İzmir Defterdarlığı Balçova
Malmüdürlüğünde geçici olarak görevlendirilmişlerdir.
Maliye Bakanlığının taşra denetim elemanı olan Denetmenler,
kariyer mesleğin tüm özelliklerini taşımaları yanında uzmanlıklardan farklı
olarak idari hiyerarşinin dışında denetim hizmetlerini gördükleri ve Maliye
Bakanlığının taşradaki en yüksek memuruna (Defterdar/Vergi Dairesi Başkanı)
doğrudan bağlı olarak görev yaptıkları için uzmanlarla aralarında statü farkı
olduğu da bir gerçektir. Denetmenlerin, Muhasebe, Milli Emlak ve Gelir
Uzmanlarının görevleri gereği yaptıkları iş, işlem ve faaliyetleri Defterdar
adına denetleme yetkileri vardır.
659 sayılı KHK ile Maliye Bakanlığının merkez teşkilatında çalışan
uzmanlar Maliye Bakanlığının merkez denetim elemanı olan ve doğrudan genel
müdüre bağlı görev yapan Kontrolörlerle birleştirilir ve 3600 ek gösterge, %130
Özel Hizmet Tazminatı ve 2000 puan Makam Tazminatı haklarına sahip
kılınmışladır. Buna karşılık Denetmenlerin özlük haklarında herhangi
bir iyileştirme söz konu olmamıştır. Denetmenlerle Defterdarlık
Uzmanı kadrosunda birleştirilen taşra uzmanlarının özlük hakları ise denetmenlerle aynı
seviyeye getirilmiştir. Neticede merkez kadrolarında istihdam edilen uzmanlara
ayrıcalık tanınmış; eş meslek grupları arasında ayrımcılık yapılmıştır.
Öte yandan, 10.07.2011 tarihli ve 27990 sayılı Resmi Gazetede
yayımlanan 07.07.2011 tarihli ve 646 sayılı Vergi Denetim Kurulu Başkanlığının
Kurulması Amacıyla Bazı Kanun ve KHK'lerde Değişiklik Yapılmasına Dair KHK ile
Maliye Bakanlığı merkez denetim elemanlarından Maliye Bakanına bağlı görev
yapan 'Maliye Müfettişleri' ve 'Hesap Uzmanları' ile Gelirler Genel
Müdürüne/Gelir İdaresi Başkanına bağlı görev yapan 'Gelirler Kontrolörleri' ve
taşra denetim elemanlarından Defterdara/Vergi Dairesi Başkanına bağlı görev
yapan Vergi Denetmenleri 'Vergi Müfettişi' unvanı altında
birleştirilmişler; 646 sayılı KHK'nin 1 inci maddesinin (ç) bendiyle, 178
sayılı KHK'nin 19 uncu maddesinin (a) bendinde yer alan 'Teftiş Kurulu
Başkanlığı' ibaresi 'Vergi Denetim Kurulu Başkanlığı' olarak değiştirilmiş ve
(b) bendindeki 'Hesap Uzmanları Kurulu Başkanlığı' ibaresi yürürlükten
kaldırılmış; (d) bendiyle 178 sayılı KHK'de Teftiş Kurulu Başkanlığının
görevlerinin düzenlendiği 'Teftiş Kurulu Başkanlığı' başlıklı 20 nci maddesi,
'Vergi Denetim Kurulu Başkanlığı' adı altında yeniden düzenlenerek (ı) bendiyle
Kurula 'Bakan tarafından verilen teftiş, inceleme, denetim ve soruşturmaları
yapmak.' görevi verilmiştir.
Böylece ortak kariyer meslek özelliği yanında statüleri ile mali
ve sosyal hakları da aynı olan Vergi Denetmenleri, 646 sayılı KHK ile
'Müfettiş' statüsüne yükseltilir ve 666 sayılı KHK ile de mali ve sosyal
haklarında iyileştirme yapılırken; Muhasebe Denetmenleri ile Milli
Emlak Denetmenleriise, 659 sayılı KHK ile 'Defterdarlık Uzmanı' yapılarak
statü kaybına uğratılmanın yanında, soruşturma yetkileri de ellerinden alınmış;
ayrıca 666 sayılı KHK ile sağlanan mali ve sosyal haklardan da
yararlandırılmamışlardır.
Bilindiği üzere Devlet Gelir Uzmanı, Gelir Uzmanı ve Vergi Denetmenleri ile
bunların Yardımcıları, Gelirler Genel Müdürlüğünde istihdam edilmekteydiler.
Gelirler Genel Müdürlüğü, Gelir İdaresi Başkanlığı altında Maliye Bakanlığının
bağlı kuruluşu haline getirildi ve Maliye Bakanlığı teşkilatı içinde Gelir
Politikaları Genel Müdürlüğü kuruldu. Gelir Politikaları Genel Müdürlüğünde
uzman olmaması nedeniyle de Gelir İdaresi Başkanlığı merkez kadrolarında
çalışan Devlet Gelir Uzmanı ile taşra kadrolarında çalışan Gelir Uzmanlarından
yaklaşık 40 personel, geçici görevle Gelir Politikaları Genel Müdürlüğünde
görevlendirildi. 646 sayılı KHK'nin 1 inci maddesinin (ğ) bendiyle 178 sayılı
KHK'ye eklenen geçici 13 üncü maddesinde, 'Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yürürlüğe
girdiği tarihte Gelir Politikaları Genel Müdürlüğünde çalışmakta olup Devlet
Gelir Uzmanı ve Gelir Uzmanı kadrolarında bulunanlardan talep edenler, mesleğe
özel yarışma sınavı ile girmiş ve yeterlik sınavıyla bulundukları kadrolara
atanmış olmaları kaydıyla, kadro ve ihtiyaç durumuna göre 31/12/2011 tarihine
kadar Devlet Gelir Politikaları Uzmanı olarak atanabilirler.
Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yürürlüğe girdiği tarihte aynı
Genel Müdürlükte çalışmakta olup Devlet Gelir Uzman Yardımcısı ve Gelir Uzman
Yardımcısı kadrolarında bulunanlardan Devlet Gelir Uzmanı ve Gelir Uzmanı
kadrolarına 31/12/2011 tarihine kadar atananlar hakkında da birinci
fıkra hükmü uygulanır.
Bu madde uyarınca atanabileceklerin sayısı kırkı geçemez.' hükmü getirilerek
kadroları Gelir İdaresi Başkanlığının merkez teşkilatında olan Devlet Gelir
Uzmanları ile taşra teşkilatı kadrolarında olan Gelir Uzmanlarından Gelir
Politikaları Genel Müdürlüğünde geçici görevle görevlendirilenler, Devlet Gelir
Politikaları Uzmanı yapıldı. Devlet Gelir Politikaları Uzmanları, 659 sayılı
KHK ile Maliye Uzmanı yapıldı ve 666 sayılı KHK ile de Maliye Uzmanlarına
sağlanan mali ve sosyal haklardan yararlandırılırken; Gelir İdaresi
Başkanlığının taşra teşkilatı kadrolarında çalışan Gelir Uzmanlarının ise mali
ve sosyal hakları aynı kaldı.
659 sayılı KHK ile özellikle Kontrolörler ile Denetmenler statü
kaybına uğratılmanın yanında, bunlarla birlikte merkez teşkilatında istihdam
edilen uzmanlar ile taşra teşkilatında istihdam edilen uzmanlar arasında 666
sayılı KHK ile yaratılacak mali ve sosyal eşitsizliklerin de zemini hazırlanmış
oldu.
Nihayetinde, tüm devlet teşkilatını denetleyen Maliye
Bakanlığından, 6223 sayılı Yetki Kanunu kapsamında çıkarılan KHK'ler ile Rehberlik
ve Teftiş Başkanlığı olmayan tek Bakanlık teşkilatına gelindi.
Bakanlar Kurulunun 6223 sayılı Yetki Kanununa dayanarak çıkardığı
KHK'ler öncesindeki hukuksal durum kısaca budur ve bunlar ortaya konulduktan
sonra Anayasaya aykırılık gerekçelerine geçilebilir.
b) Anayasaya Aykırılık Gerekçeleri
İptali İstenen Düzenlemelerin Yetki Yasasının Kapsamı Dışında
Olması ve Amaç ve İlkeleriyle Bağdaşmazlığı
Anayasa Mahkemesinin birçok kararında belirtildiği üzere,
KHK'lerin Anayasaya uygunluk denetimleri, yasaların denetimlerinden farklıdır.
Anayasanın 11 inci maddesinde, kanunların Anayasaya aykırı olamayacakları
belirtilmiştir. Bu nedenle, yasaların denetiminde, onların yalnızca Anayasa
kurallarına uygun olup olmadıkları saptanır. KHK'ler ise Anayasanın 11 inci ve
91 inci maddelerine göre, konu, amaç, kapsam ve ilkeleri yönünden hem
dayandıkları yetki yasasına hem de Anayasaya uygun olmak zorundadırlar.
Bir yetki yasasına dayanmadan çıkarılan veya yetki yasasının
kapsamı dışında kalan veya yetki yasasının amaç ve ilkeleriyle bağdaşmayan ya
da dayandığı yetki yasası iptal edilen KHK'lerin anayasal konumları
birbirlerinden farksızdır. Böyle durumlarda, KHK'ler anayasal dayanaktan yoksun
bulunduklarından içerikleri Anayasaya aykırı bulunmasa bile dava açıldığında
iptalleri gerekecektir.
659 sayılı KHK'nin 17 nci maddesiyle 657 sayılı Devlet
Memurları Kanunu, 178 sayılı Maliye Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında
KHK, 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun ve 190
sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede değişiklik
yapılmaktadır.
KHK'ler yetki yasaların amacı doğrultusunda çıkarılacağına ve 6223
sayılı Yetki Yasasının amacına ilişkin olarak 1 inci maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (b) bendinde, 'Bu kanunun amacı, kamu hizmetlerinin düzenli,
süratli, etkin, verimli ve ekonomik bir şekilde yürütülmesini sağlamak üzere;
kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen memurlar, işçiler, sözleşmeli
personel ile diğer kamu görevlilerinin çalışmalarında etkinliği artırmak üzere,
bunların atanma, nakil, görevlendirilme, seçilme, terfi, yükselme, görevden
alınma ve emekliye sevk edilme usul ve esaslarına, ilişkin konularda
düzenlemelerde bulunmak üzere Bakanlar Kuruluna kanun hükmünde kararname
çıkarma yetkisi vermektir.' denildiğine göre, 659 sayılı KHK'nin 17 nci maddesiyle,
657 ve 5549 sayılı kanunlar ile 178 ve 190 sayılı KHK'lerde kamu görevlilerine
ilişkin olarak yapılan değişiklik ve yeni düzenlemelerin, anılan amaç
çerçevesinde yapılmış olmaları gerekmektedir.
Başka bir anlatımla, TBMM Bakanlar Kuruluna, kamu hizmetlerinin
düzenli, süratli, etkin, verimli ve ekonomik bir şekilde yürütülmesini sağlamak
amacıyla; kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen kamu görevlilerinin
atanma, nakil, görevlendirilme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma ve
emekliye sevk edilme usul ve esaslarına ilişkin konularda düzenlemelerde bulunma
yetkisi vermiştir.
Oysa, Bakanlar Kurulu, Maliye Bakanlığının merkez
denetim elemanları olan Muhasebat ve Milli Emlak Kontrolörleri ile taşra
denetim elemanları olan Muhasebe ve Milli Emlak Denetmenlerininve merkez
ve taşrada görevli Devlet Bütçe Uzmanı, Mali Suçları Araştırma Uzmanı, Devlet
Muhasebe Uzmanı, Devlet Gelir Politikaları Uzmanı, Devlet Malları Uzmanı,
Maliye Uzmanı, Muhasebe Uzmanı ve Milli Emlak Uzmanlarının atanma, nakil,
görevlendirilme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma ve emekliye sevk
edilme usul ve esaslarına ilişkin konularda değil, hukuki statüleri ve kariyer
meslek unvanları ile yetkilerine ilişkin konularda değişiklik yapmıştır. Doğrudan
genel müdüre bağlı olarak görev yapan Kontrolörler, şube müdürüne bağlı görev
yapan merkez uzmanlarıyla 'Maliye Uzmanı'; Defterdara bağlı görev yapan
Denetmenler ise, müdür yardımcısına bağlı görev yapan taşra uzmanlarıyla
'Defterdarlık Uzmanı' unvanı altında birleştirilerek statü kaybına uğratılmış;
kariyer meslekleri ve buna ilişkin mesleki unvanları ve Denetmenlerin ayrıca
'soruşturma' yetkileri ellerinden alınmıştır. Diğer yandan merkez ve taşra
uzmanlarının isimleri dışında bir farklılıkları yok iken, merkez uzmanları
kontrolörlerle, taşra uzmanları ise denetmenlerle birleştirilerek
uzmanlar arasında denetim elemanlarına dayalı olarak statü farkı yaratılmış ve
böylece uzmanlar arasında ileride yaratılacak mali ve sosyal hak
eşitsizliklerine zemin hazırlanmıştır.
Genel Müdüre bağlı görev yapan kontrolörlerin şube müdürüne bağlı
olarak genel müdürlük teşkilatında yapacağı teftiş, denetim ve soruşturmalar
ile Defterdara bağlı görev yapan denetmenlerin müdür yardımcısına
bağlı olarak Defterdarlık bünyesinde yapacağı inceleme ve denetimler
yoluyla kamu hizmetlerinin düzenli, süratli, etkin, verimli ve ekonomik
bir şekilde yürütülmesinin sağlanacağı herhalde ileri sürülemez ve bu statü
içinde yapılacak teftiş, denetim, inceleme ve soruşturmalar da herhalde
denetim, teftiş ve soruşturma nitelemelerini hak etmez.
Bu bağlamda, 659 sayılı KHK'nin 17 nci maddesiyle 657
sayılı Devlet Memurları Kanunu, 178 sayılı Maliye Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında KHK, 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi
Hakkında Kanun ve 190 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde
Kararnamede yapılan iptali istenen değişiklikler, hiç kuşku yoktur ki 6223
sayılı Yetki Yasasının amacıyla örtüşmediği gibi ulaşılmak istenen amaçla da
çelişmektedir.
Öte yandan, 659 sayılı KHK'nin 17 nci maddesiyle 657
sayılı Devlet Memurları Kanunu, 178 sayılı Maliye Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında KHK, 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi
Hakkında Kanun ve 190 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde
Kararnamede yapılan iptali istenen değişikliklerin, 6223 sayılı Yetki Yasasının
kapsamına ilişkin 1 inci maddesinin (2) numaralı fıkrasında, 'Bu Kanuna göre
çıkarılacak kanun hükmünde kararnameler; (a) Kamu hizmetlerinin bakanlıklar
arasındaki dağılımının yeniden belirlenmesine ilişkin olarak; (1) 14/7/1965 tarihli
ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununda, (') (19) 25/3/1997tarihli ve 571
sayılı Özürlüler İdaresi Başkanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun
Hükmünde Kararnamede, (20) Diğer kanun ve kanun hükmünde kararnamelerin görev,
yetki, merkez, taşra ve yurt dışında teşkilatlanma esasları, kadrolar, bağlı,
ilgili ve ilişkili kuruluşların bağlılık ve ilişkilerine ilişkin hükümlerinde,
(') yapılacak değişiklik ve düzenlemeleri kapsar.' şeklinde yer alan hüküm
kapsamında olmadığı, Gerekçelerin 1 inci maddesinde ayrıntılı olarak
irdelenmiştir. Aynı gerekçeler burada da geçerli olduğundan tekrara
girilmeyecektir.
6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamına ilişkin 1 inci maddesinin
(2) numaralı fıkrasının (b) bendinde ise, 'Kamu kurum ve kuruluşlarında
istihdam edilen memurlar, işçiler, sözleşmeli personel ile diğer kamu
görevlilerinin atanma, nakil, görevlendirilme, seçilme, terfi, yükselme,
görevden alınma ve emekliye sevk edilme usul ve esaslarına, ilişkin olarak;
1) 657 sayılı Devlet Memurları Kanununda,
(')
7) Diğer kanun ve kanun hükmünde kararnamelerin memurlar, işçiler,
sözleşmeli personel ile diğer kamu görevlilerinin atanma, nakil,
görevlendirilme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma ve emekliye sevk
edilme usul ve esaslarına ilişkin hükümlerinde,
Yapılacak değişiklik ve yeni düzenlemeleri kapsar.'
denilmiştir.
659 sayılı KHK'nin 17 nci maddesiyle değişiklik yapılan,
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu, 178 sayılı Maliye Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında KHK, 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi
Hakkında Kanun ve 190 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde
Kararnameden, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu dışında kalan 178 sayılı KHK,
5549 sayılı Kanun ve 190 sayılı KHK, 1 inci maddenin (2) numaralı fıkrasının
(b) bendinde 1'den 6'ya kadar altı alt bent halinde sıralanan yasa ve yasa
gücünde kararnameler arasında sayılmamıştır. Sayılmayan yasaların (7)
numaralı alt bent kapsamında olamayacağı Gerekçelerin 1 inci maddesinde
ayrıntılı olarak ortaya konulduğundan tekrara girilmeyecektir. Aynı gerekçeler
burada da geçerlidir.
Kaldı ki, kapsamda olsalar dahi söz konusu yasa ve yasa gücünde
kararnameler ile kapsamda olan 657 sayılı Kanunda yapılacak değişiklik ve yeni
düzenlemeler, kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen memurlar, işçiler,
sözleşmeli personel ile diğer kamu görevlilerinin atanma, nakil,
görevlendirilme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma ve emekliye sevk
edilme usul ve esaslarına ilişkin hükümlerinde olmak zorundadır.
Oysa, 659 sayılı KHK'nin 17 nci maddesiyle 657
sayılı ve 5549 sayılı kanunlar ile 178 sayılı ve 190 sayılı KHK'lerde yapılan
değişiklik ve yeni düzenlemeler yukarıda belirtildiği üzere, Maliye
Bakanlığının merkez ve taşra denetim elemanları olan Muhasebat ve Milli Emlak
Kontrolörleri ile Muhasebe ve Milli Emlak Denetmenlerinin ve merkez
ve taşrada görevli Devlet Bütçe Uzmanı, Mali Suçları Araştırma Uzmanı, Devlet
Muhasebe Uzmanı, Devlet Gelir Politikaları Uzmanı, Devlet Malları Uzmanı,
Maliye Uzmanı, Muhasebe Uzmanı ve Milli Emlak Uzmanlarının atanma, nakil,
görevlendirilme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma ve emekliye sevk
edilme usul ve esaslarına ilişkin konularda değil, hukuki statüleri ve kariyer
meslek unvanları ile yetkilerine ilişkin konularda yapılmıştır.
Doğrudan genel müdüre bağlı olarak görev yapan Kontrolörlerin,
şube müdürüne bağlı görev yapan merkez uzmanlarıyla 'Maliye Uzmanı'; Defterdara
bağlı görev yapan Denetmenlerin ise, müdür yardımcısına bağlı görev
yapan taşra uzmanlarıyla 'Defterdarlık Uzmanı' unvanı altında birleştirilerek,
'kontrolör' ve 'denetmen' unvanlarının ellerinden alınması; Genel Müdüre bağlı
çalışırken şube müdürüne ve Defterdara bağlı çalışırken müdür yardımcısına
bağlı çalışır hale getirilerek statü kaybına uğratılmaları; denetmenlerin ayrıca
mali ve sosyal hak kaybına uğratılmaları; mesleğe aynı sınavla giren ve
aralarında Maliye Bakanlığının merkez ve taşra teşkilatı uzman kadrolarında
çalışmak dışında bir fark bulunmayan ve hatta taşra kadrolarında
görevlendirilenlerin merkez kadrolarında, merkez kadrolarında
görevlendirilenlerin ise taşra kadrolarında geçici görevle görevlendirildiği
merkez ve taşra uzmanları arasında, merkez uzmanlarının kontrolörle, taşra
uzmanlarının ise denetmenlerle birleştirilerek statü farkı
yaratılması yanında gelecekte yaratılacak mali, sosyal ve özlük haklarına
ilişkin eşitsizliklere zemin oluşturulmasının, kamu görevlilerinin atanma,
nakil, görevlendirilme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma ve emekliye
sevk edilme usul ve esaslarına ilişkin hükümlerinde yapılacak değişiklik ve
yeni düzenlemeler kapsamında olduğu ileri sürülemez.
Çok açıktır ki 659 sayılı KHK'nin 17 nci maddesiyle
yapılan değişiklik ve yeni düzenlemelerden iptali istenenler, söz konusu
personelin atanma, nakil, görevlendirilme, seçilme, terfi, yükselme, görevden
alınma ve emekliye sevk edilme usul ve esaslarına ilişkin hükümlerinde değil,
statü, kariyer meslek unvanı ve yetkilerindedir. 6223 sayılı Yetki Yasası ise,
kamu personelinin statü, kariyer meslek unvanı ve yetkilerinde yapılacak
değişiklik ve yeni düzenlemeleri kapsamamaktadır.
6223 sayılı Yetki Yasasının İlkelerine ilişkin 2 nci maddesinin
(1) numaralı fıkrasının (b) bendinde, 'Kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam
edilen memurlar, işçiler, sözleşmeli personel ile diğer kamu görevlilerinin
atanma, nakil, görevlendirilme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma ve
emekliye sevk edilme usul ve esaslarına, ilişkin olarak;
1) Yürütülen hizmetin, özelliklerini de dikkate alacak şekilde
çağdaş kamu yönetimi anlayışına uygun bir şekilde geliştirilmesini,
2) Kamu kurum ve kuruluşları tarafından yürütülen hizmetlerin,
özelliğinden kaynaklanan zorunlu farklılıklar saklı kalmak kaydıyla,
standardizasyon sağlanacak şekilde düzenlenmesini,
3)Yönetim görevlerine atanmada ve bu görevlerde yükselmede kariyer
ve liyakat esasları ile nitelikli personel istihdamının esas alınmasını,
göz önünde bulundurur.'
hükmüne yer verilmiştir.
Yukarıda belirtildiği üzere, 659 sayılı KHK'nin 17 nci maddesiyle
yapılan değişiklik ve yeni düzenlemelerden iptali istenenler, kamu personelinin
atanma, nakil, görevlendirilme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma ve
emekliye sevk edilme usul ve esaslarına ilişkin hükümlerinde değil, statü,
kariyer meslek unvanı ve yetkilerinde yapılmıştır.
Öte yandan, doğrudan Genel Müdüre bağlı görev yapan kontrolörlerin
şube müdürüne bağlanarak, Defterdara bağlı görev yapan denetmenlerin ise,
müdür yardımcısına bağlanarak denetim, teftiş ve soruşturma yapar haline
getirilmelerini, bırakınız çağdaş kamu yönetimi anlayışıyla bağdaştırmayı,
tarihöncesi devirlerin ilkel yönetim anlayışlarıyla ilişkilendirmek de mümkün
olamaz. Üstelik çağdaş yönetim anlayışı denetim elemanlarının bağımsız olmasını
gerektirmekte; bağımsızlık tarafsızlığa güvence oluşturmaktadır.
Ek olarak, kontrolörlük ve denetmenlik görevleri
yönetsel görev değil, idari kademe ve hiyerarşinin dışında yürütülen denetim ve
danışma hizmeti görevidir. Gerek, Devlet denetimini konu alan INTOSAI (Uluslararası
Sayıştaylar Birliği) Denetim Standartları, gerek özel sektör denetimini konu
olan IFAC (Uluslararası Muhasebeciler Federasyonu) tarafından kabul edilen
Uluslararası Denetim Standartları (ISA), denetimin bağımsızlığı ve
tarafsızlığını temel bir ilke olarak ortaya koyar. Denetimin bağımsızlığı ve
tarafsızlığının birinci koşulu, görev güvencesi ile görevin kurum ve kuruluşun
yönetsel kademe ve idari hiyerarşisinin dışında en üst amire bağlı olarak
yapılmasıdır. Nitekim, 3046 sayılı Kanunun hiyerarşik kademeler ile
birim unvanlarının sayıldığı 15 inci maddesinde, uzmanların bağlı görev yaptığı
'şube müdürü' ne yer verilirken; denetim birimleri hiyerarşik kademe ve birim
unvanları arasında sayılmamıştır.
Üstelik, 6223 sayılı Yetki Yasasının İlkelerine ilişkin
2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinin 2 numaralı alt
bendinde yetki kanununa dayanılarak çıkarılacak KHK'ların'Kamu kurum ve
kuruluşları tarafından yürütülen hizmetlerin, özelliğinden kaynaklanan zorunlu
farklılıklar saklı kalmak kaydıyla, standardizasyon sağlanacak şekilde
düzenlenmesini,' gözeteceği ifade edilmiştir. Oysaki 659 sayılı KHK ile Milli
Emlak Kontrolörleri, Muhasebat Kontrolörleri, Milli Emlak Denetmenleri,
Muhasebe Denetmenlerinin uzman kadrolarına atanmaları, diğer
Bakanlıklara ilişkin KHK'larda denetim elemanlarına yapılan
uygulamadan oldukça farklıdır. Diğer Bakanlıklara ilişkin KHK'larda denetim
elemanların, bu statüleri korunmuşken, 659 sayılı KHK ile Milli Emlak
Kontrolörleri, Muhasebat Kontrolörleri, Milli Emlak Denetmenleri,
Muhasebe Denetmenleri, uzman kadrolarına atanmışlardır.
Ayrıca, hizmetlerin özelliğinden kaynaklanan zorunlu farklılıklar
saklı kalmak kaydıyla, standardizasyon sağlanacak ise, merkez ve taşra
teşkilatına ilişkin kadrolarda çalışmak dışında aralarında herhangi bir fark
bulunmayan ve karşılıklı geçici görevlendirmeler göz önüne alındığında ise
hiçbir farkı kalmayan merkez uzmanları ile taşra uzmanlarının 'Maliye Uzmanı'
unvanı altında birleştirilmeleri gerekirken; araştırma, inceleme ve analiz
yapmakla görevli uzmanların, teftiş, denetim ve soruşturma yapmakla yetkili
denetim elemanlarıyla birleştirilmesinin standardizasyon sağlama ilkesinden
açık bir sapma olduğu, herkesin anlayabileceği basitlikte bir gerçekliktir.
Üstelik 6223 sayılı Yetki Yasasının İlkelerine ilişkin 2 nci maddesinin
(1) numaralı fıkrasının (b) bendinin 2 numaralı alt bendinde yetki kanununa
dayanılarak çıkarılacak KHK'ların 'Yönetim görevlerine atanmada ve bu
görevlerde yükselmede kariyer ve liyakat esasları ile nitelikli personel
istihdamının esas alınmasını,' göz önünde bulunduracağı ifade edilmiştir.
657 sayılı Devlet Memurları Kanununun Temel İlkeler başlıklı 3
üncü maddesinde kariyer, 'Devlet memurlarına, yaptıkları hizmetler için lüzumlu
bilgilere ve yetişme şartlarına uygun şekilde, sınıfları içinde en yüksek
derecelere kadar ilerleme imkanını sağlamaktır.' şeklinde; liyakat
ise, 'Devlet kamu hizmetleri görevlerine girmeyi, sınıflar içinde ilerleme ve
yükselmeyi, görevin sona erdirilmesini liyakat sistemine dayandırmak ve bu
sistemin eşit imkanlarla uygulanmasında Devlet memurlarını güvenliğe sahip
kılmaktır.' biçiminde tanımlanmıştır.
Ayrıca, kontrolör ve denetmenlerin, Maliye Bakanlığının
denetim birimlerinden çıkarılarak yönetsel kademe ve hiyerarşik yapının içine
alınmasını öngören ve böylece denetim elemanlığı mesleğinde en yüksek
derecelere ulaşmalarını önleyerek mesleki kariyerleri içinde ilerleme ve
yükselmelerindeki güvenliği ortadan kaldıran söz konusu düzenlemelerin kariyer
ve liyakat ilkeleriyle bağdaşmazlığı da ortadadır. Zabıt kâtipleri de mahkemede
görev yapıyor diye yargıçlar, zabıt katipleriyle bilgisayar işletmesi
unvanı altında birleştirilemez. Bir cerrah elbette ki mahalle sağlık ocağında
da tabiplik yapabilir, ancak bu durum kariyer ve liyakat ilkelerine aykırılık
teşkil eder. Üniversitedeki tüm akademik unvanları (') eşitlemek adına tüm
akademisyenlerin okutman olarak görevlendirilmesi kariyer ve liyakat
ilkeleriyle bağdaşmaz.
Bu açıklamalar, 659 sayılı KHK'nin 17 nci maddesiyle
yapılan ve iptali istenen düzenlemelerin, 6223 sayılı Yetki Yasasının
ilkeleriyle de bağdaşmadığını ortaya koymaktadır.
Yukarıda ayrıntılarıyla açıklandığı üzere, 659 sayılı KHK'nin
17 nci maddesiyle yapılan ve iptali istenen düzenlemeler, 6223 sayılı
Yetki yasasının kapsamı içinde olmadığı gibi amacı ve ilkeleriyle bağdaşmayan,
amacı ve ilkelerine aykırı, ters ve çelişkili düzenlemeler taşımaktadır.
Anayasanın Başlangıcının dördüncü fıkrasında, kuvvetler ayrımının,
Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet
yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir
işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda
bulunduğu; 2 nci maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin sosyal bir hukuk
devleti olduğu; 7 nci maddesinde, yasama yetkisinin Türk Milleti
adına Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olduğu ve bu yetkinin
devredilemeyeceği; 91 inci maddesinde ise, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
Bakanlar Kuruluna kanun hükmünde kararname yetkisi verebileceği ve yetki kanununda
çıkarılacak kanun hükmünde kararnamenin, amacı, kapsamı, ilkeleri, kullanma
süresi ve süresi içinde birden fazla kararname çıkarılıp çıkarılamayacağının
gösterileceği kurallarına yer verilmiştir.
Bakanlar Kurulunun, 6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamında olmayan
alanlarda, amacı ve ilkeleriyle bağdaşmayan düzenlemelerde bulunması,
Anayasanın 91 inci maddesine aykırı olmanın yanında, Anayasanın Başlangıcının
dördüncü fıkrası ile 2 nci ve 7 nci maddelerindeki ilke ve
kurallarla da bağdaşmamaktadır.
İptali İstenen Düzenlemelerin Hukuk Devleti İlkesine Aykırılığı
Anayasanın 'Cumhuriyetin nitelikleri' başlıklı 2 nci maddesinde,
Türkiye Cumhuriyetinin, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı
içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta
belirtilen temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti
olduğu temel bir kural olarak ortaya konmuş; 4 üncü maddesinde ise Cumhuriyetin
niteliklerinin değiştirilemeyeceği ve değiştirilmesinin teklif dahi
edilemeyeceği belirtilmiştir. Anayasanın 2 nci maddesindeki
hukuk devleti ilkesi, Anayasanın bütününe egemen olan ve Cumhuriyeti bütün
yönleriyle kuşatan temel bir ilkedir.
Anayasa Mahkemesinin birçok kararında belirtildiği üzere hukuk
devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren,
eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni
kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan
kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün
kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların
üstünde yasakoyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve
Anayasanın bulunduğu bilincinde olan devlettir. Bu bağlamda, hukuk devletinde yasakoyucu,
yasaların yalnız Anayasaya değil, evrensel hukuk ilkelerine de uygun olmasını
sağlamakla yükümlüdür.
Evrensel hukuk ilkeleri ya da hukukun genel ilkeleri denildiğinde,
hakkın kötüye kullanılmaması, iyi niyet, sözleşmeye bağlılık, ayrımcılık
yapılmaması, ölçülülük, kazanılmış hakları saygı, haklı beklentilerin
korunması, yasaların geriye yürümezliği, hukuk güvenliği, adalet, eşitlik,
yasallık, belirlilik ve öngörülebilirlik gibi evrensel düzeyde kabul gören
hukukun üstün kuralları anlaşılmaktadır.
Devlet memurluğu, statü hukuku esasına dayanan nesnel ve genel
kuralların olduğu alandır. Maliye Bakanlığı Muhasebat Genel Müdürlüğü ile
Milli Emlak Genel Müdürlükleri, yürürlükte bulunan yasa ve yönetmeliklere göre
tek yanlı olarak Muhasebat Kontrolörlüğü Stajyerliği ve Milli Emlak
Kontrolörlüğü Stajyerliği giriş sınavları açmış; genel ve özel şartları
taşıyanlar söz konusu yazılı ve sözlü sınavlara girmiş; başarılı olanlar
stajyer kadrolarına atanmış; üç yıl süreli yetişme eğitiminden sonra yeterlik
sınavında başarılı olan ve mesleğin gerektirdiği nitelikleri taşıyanlar
kontrolörlük mesleğine atanmışlardır. Kişiler, başka bir mesleğin değil,
yürürlükteki hukuki düzenlemelere göre açılan kontrolör stajyerliği mesleğinin
sınavına girmişler, yasaların öngördüğü bütün aşamalardan geçerek kontrolör
olmuşlardır. Yürürlükteki mevzuata göre kontrolörlük unvanını elde ederek bu
mesleğe atananlar için bu hak kişiselleşmiş ve kazanılmış bir hak statüsü
kazanmıştır. Aynı hususlar, Milli Emlak Denetmenleri ve
Muhasebe Denetmenleri ile bunların yardımcıları için de geçerlidir.
Doğmuş hakkı tanımak kazanılmış hakka saygı göstermektir. Sadece
iç hukukta değil, uluslar arası hukukta da benimsenen 'kazanılmış hakların
korunması', mevcut hukuksal durumun, benimsenmiş yapının, edinilmiş statünün
geçerliliğini sürdürmesini zorunlu kılar. Kazanılmış bir hakkı ortadan
kaldırmak, üstelik tek yanlı hukuki düzenlemelerle kaldırmak hukuka güveni
yıkar. Hukuk Devletinin en önemli unsuru olan hukuk güvenliği, hukuk düzeni
yanında, bütün devlet faaliyetlerinin az çok öngörülebilir olmasını gerektirir.
Hukuki güvenlik, sadece kişilerin devlet faaliyetlerine güvenini değil, aynı
zamanda yürürlükteki mevzuata göre edinilmiş statünün süreceğine duyulan güveni
de içerir. Halkın devlete olan güveninin korunması, ancak hukuk güvenliğinin
sağlanmasıyla mümkündür.
Akşamdan yatağına 'Kontrolör veya Denetmen' olarak yatanların
sabahleyin 'Maliye Uzmanı veya Defterdarlık Uzmanı' olarak uyanmalarındaki dehşetengiz
durum, tüyler ürperticidir.
SON BEŞ YILDA (5018 SAYILI KANUN YÜRÜRLÜĞE GİRDİKTEN SONRA) ATANAN
MUHASEBAT KONTROLÖRLERİ LİSTESİ
GİRİŞ
SINAVI YAPILAN PROMOSYON
|
SINAV
TARİHLERİ
|
SINAV
AÇILAN KADRO SAYISI
|
ATAMA
TARİHLERİ
|
ATAMASI
YAPILAN KONTROLÖR SAYISI
|
26.
PROMOSYON
|
24-25.06.2006
|
10
|
06.10.2006
|
6
|
27.
PROMOSYON
|
16-17.12.2006
|
10
|
14.06.2007
|
10
|
28.
PROMOSYON
|
01-02.09.2007
|
10
|
22.01.2008
|
6
|
29.
PROMOSYON
|
24-25.05.2008
|
12
|
19.12.2008
|
12
|
30.
PROMOSYON
|
06-07.11.2010
|
50
|
02.04.2011
|
14
|
31.
PROMOSYON
|
19-20.03.2011
|
27
|
09.08.2011
|
12
|
TOPLAM
|
|
119
|
|
60
|
KAYNAK: Muhasebat Kontrolörleri Derneği (http://www.mukder.org.tr
) internet sitesi NOT: 2006-2011 yılları arasında
Stajyer Muhasebat Kontrolörlüğüne toplam altmış kişi atanmaya hak kazanmış
olup; 15 kişi Vergi Denetmeni ve yardımcılığı (Vergi Müfettişi ve
Yardımcılığı), 6 kişi Gelir Uzmanlığı/Gelir Uzman Yardımcılığı, 6 kişi
Muhasebe Denetmenliği, 5 kişi Milli Emlak Denetmenliği, 4 kişi Devlet
Bütçe Uzmanlığı, 2 kişi Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Kontrolörlüğü, 1 kişi Milli
Emlak Uzmanlığı, 1 kişi Kültür ve Turizm Bakanlığı Müfettiş Yardımcılığı, 1
kişi Şekerbank Müfettişliği, 1 kişi Türkiye Tarım Kredi
Kooperatifleri Müfettişliği, 1 kişi Devlet Muhasebe Uzmanlığı, 1 kişi Sosyal
Güvenlik Başkanlığı Uzmanlığından olmak üzere, TOPLAM 44 kişi başka kariyer
mesleklerden naklen atanmışlardır.
Yukarıdaki tabloya göre, 2006-2011 yılları arasında Muhasebat
Kontrolörü Stajyerliğine atanan 60 kişiden 44 tanesi başka kariyer mesleklere
sahipken, Muhasebat Kontrolörü Stajyerliği sınavına girmiş, yazılı ve sözlü
sınavları aşarak mesleğe atanmışlardır. Söz konusu 44 kişiden 15 tanesi Vergi
Denetmen Yardımcılığı mesleğinden gelmişlerdir ki, mesleklerinde kalmış olsalar
idi 646 sayılı KHK ile şu anda 'Vergi Müfettişi' unvanına; Sanayi ve Ticaret Bakanlığı
Kontrolörü, mesleğinde kalmış olsa idi 649 sayılı KHK ile Gümrük ve Ticaret
Müfettişi unvanına sahip olacaklardı. Oysa, statüsü ile mali ve
sosyal haklarını daha üst gördükleri Muhasebat Kontrolörlüğü mesleğinin
sınavına girmişler, kazanmışlar, atanmışlar ve nihayetinde 659 sayılı KHK ile
kariyer mesleğe ilişkin bütün kazanımları ellerinden alınarak 'Maliye Uzmanı'
yapılmışlardır. Devlet Bütçe Uzmanlığı ile Devlet Muhasebe Uzmanlığından
gelenler ise 659 sayılı KHK ile tekrar terk ettikleri mesleklerine dönmüş
olduklarından boşu boşuna Muhasebat Kontrolörlüğü sınavına hazırlanmışlar,
kazandık diye boşuna sevinmişler ve boşu boşuna Muhasebat Kontrolörlüğü Stajı
görmüşlerdir. Çünkü, 659 sayılı KHK ile kazanılmış tüm haklarını
kaybederek eski statülerine döndürülmüşlerdir.
Kazanılmış hak, yalnızca geçmişe ilişkin edinmeyi değil, geleceği
de bu geçmişe bağlı olarak aynı durumda korumayı öngörür.
Bu bağlamda, örneğin son beş yıl içinde Muhasebat Kontrolörü
Stajyerliğine atananlardan yeterliği vererek (2006, 2007 ve 2008 dönemi)
Muhasebat Kontrolörlüğüne atanan 34 kontrolör için kazanılmış hakkın korunması,
yalnız kontrolörlük unvanını korumayı değil; elde ettiği kontrolörlük unvanının
tamamlayıcısı olan gelecekte edineceği başkontrolörlük unvanının,
halen stajyer olanlar (2009, 2010 ve
2011 dönemi) için ise stajyerlik yanında gelecekte kontrolörlük ve başkontrolörlükunvanını
elde etme yolunun da açık tutulmasını gerektirir.
SON BEŞ YILDA (5018 SAYILI KANUN YÜRÜRLÜĞE GİRDİKTEN SONRA) ATANAN
MİLLİ EMLAK KONTROLÖRLERİ LİSTESİ
GİRİŞ
SINAVI YAPILAN PROMOSYON
|
SINAV
TARİHLERİ
|
SINAV
AÇILAN KADRO SAYISI
|
ATAMA
TARİHLERİ
|
ATAMASI
YAPILAN KONTROLÖR SAYISI
|
25.
Promosyon
|
13-14.05.2006
|
7
|
14.07.2006
|
4
|
|
26.
Promosyon
|
19-20.05.2007
|
8
|
17.08.2007
|
7
|
|
27.
Promosyon
|
19-20.01.2008
|
7
|
21.04.2008
|
7
|
|
28.
Promosyon
|
26-27.12.2009
|
11
|
23.03.2010
|
6
|
|
29.
Promosyon
|
12-13.02.2011
|
25
|
08.06.2011
|
9
|
|
TOPLAM
|
|
58
|
|
33
|
|
Öte yandan, son üç yılda Muhasebe Denetmenliğine 244,
Milli Emlak Denetmenliğine ise 263 atama yapılmıştır. Bunlardan 107
adedi, denetim elemanı olmayı tercih ederek Devlet Malları Uzmanlığı, Gelir
Uzmanlığı, Muhasebe Uzmanlığı ve Milli Emlak Uzmanlığından, denetmenliğegeçmişlerdir.
Muhasebat Kontrolörleri ile Milli Emlak Kontrolörleri ve bunların
Stajyerlerinin kontrolörlük unvanlarının ellerinden alınarak 'Maliye Uzmanlığı'
kadrolarına atanmaları ve böylece doğrudan Genel Müdüre bağlı görev yapmaktan
şube müdürüne bağlı görev yapar hale getirilerek ayrıca statü kaybına da
uğratılmaları, kazanılmış haklarının tek yanlı olarak gaspıdır. Söz konusu
düzenlemeler, hukukla açıklanamayacak derecede dehşet bir durumdur. Devletin
hukuk güvenliğini askıya alarak, personelini terörize etmesidir.
Unvan ve statü gaspı, unvan ve statüye dayalı olarak elde edilen
başka kazanılmış hakların da son bulmasına yol açmaktadır.
Bunlar şöyle özetlenebilir:
(i)
5018 sayılı Kanunun 65 inci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendine göre iç
denetçi olarak atanacakların (diğer şartların yanı sıra) kamu idarelerinde
denetim elemanı olarak en az beş yıl çalışmış olmaları gerekmektedir. Milli
Emlak ve Muhasebat Kontrolörleri, 659 sayılı KHK ile 'Maliye Uzmanı',
Denetmenler ise 'Defterdarlık Uzmanı' yapılarak denetim elemanı statüsünden
çıkarıldıkları için bu haklarını kaybetmişlerdir.
(ii)
6085 sayılı Sayıştay Kanununun 12 nci maddesinde, Sayıştay üyeliği
için 'Başbakanlık, bakanlıklar ve Hazine Müsteşarlığı merkez denetim elemanlığı
görevlerinde bir yıl bulunmuş olma şartı' getirilmiştir. Kontrolörlerin 'Maliye
Uzmanı' kadrosuna atanmaları sonucu 'merkez denetim elemanı' unvanları da
ellerinden alınmış olduğundan, Sayıştay Üyesi olma hakları da gasp edilmiştir.
(iii)
6085 sayılı Sayıştay Kanununun 18 inci maddesinin birinci fıkrasının (b)
bendinde, Sayıştay Başsavcısı ve savcılarının diğer şartların yanı sıra merkezi
yönetim kapsamındaki kamu idarelerinde denetim elemanlığı, müşavir Hazine
avukatlığı veya daire başkanlığı ve üstü görevlerde bulunmuş olmaları gerektiği
belirtilmiştir. Kontrolörlerin 'Maliye Uzmanı' kadrosuna atanmaları sonucu,
'merkez denetim elemanı' unvanları ellerinden alınmış olduğundan Sayıştay
Başsavcısı ve Savcısı olma hakları da gasp edilmiştir.
(iv)
Kamu Konutları Yönetmeliği'nde 'Görev tahsisli konutlar; Yönetmeliğe ekli (2)
sayılı cetvelde belirtilenlere, görevlerinin önemi ve özelliği ile yetki ve
sorumlulukları gereği tahsis edilen konutlardır.' denilerek bu cetvelde
kontrolörlere yer verilmiş; buna karşın uzmanlara yer verilmemiştir.
Dolayısıyla
Kontrolörlerin uzman kadrosuna atanmaları sonucunda unvanlarının ellerinden
alınması suretiyle görev tahsisli konut hakları da gasp edilmiştir.
(v)
Maliye Bakanlığı Personeli Görevde Yükselme, Unvan Değişikliği Ve Atama
Yönetmeliğinin 'Sınavsız Atama' başlıklı 37 nci maddesinde;
'Merkez
denetim elemanlığı görevinde en az on yıl hizmeti bulunanlar ile Daire Başkanı
ve daha üst unvanlarda bulunanların bu Yönetmelikte yer alan hizmet
gruplarındaki unvanlara atamalarında sınav ve hizmet gruplarında çalışma şartı
aranmaz.' denilmek suretiyle, zaten üst yönetici olma yeterliğine sahip olduğu
kabul edilen Kontrolörlere sınavsız üst düzey görevlere atanma hakkı
tanınmıştır.
Yeni
düzenlemeye göre uzman olmakla mezkur yönetmeliğin 37 nci maddesinin
8 inci fıkrasındaki 'Özel Yönetmeliği bulunan merkez uzmanlarından yardımcılık
dönemi dahil uzmanlıkta sekiz yıl hizmeti bulunanlar sınav ve hizmet
gruplarındaki çalışma şartı dışındaki diğer şartları taşımaları kaydıyla, aynı
birimdeki Şube Müdürü unvanına atanabilirler.' hükmüne göre atamaya tabi
tutulacaklardır.
Bu
açıdan bakıldığında kontrolörler daha önceden defterdar ve defterdar
yardımcılığı kadrolarına sınavsız atanabilecekken, yeni düzenlemeyle en fazla
şube müdürü kadrolarına sınavsız atanabilmektedirler.
Böylece
Kontrolörlerin 'Maliye Uzmanı' kadrosuna atanmaları yoluyla 'merkez denetim
elemanı' unvanları da elinden alınarak üst düzey kamu görevlerine sınavsız
atanma hakları gasp edilmektedir.
Öte yandan, Maliye Bakanlığı Personeli Görevde Yükselme, Unvan
Değişikliği ve Atama Yönetmeliğinin 6 ncı maddesinin (2/a) bendine
göre, Muhasebe veya Milli Emlak Denetmeni unvanıyla en az 8 yıl çalışmış
olanlar Defterdar Yardımcısı kadrosuna atanabilirlerken; DenetmenlerinDefterdarlık
Uzmanı yapılmasıyla söz konusu kadroya atanma hakları kalmamıştır.
(vi)
3568 sayılı Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik ve Yeminli Mali Müşavirlik
Kanunu'nun 'Staj ve staj süresinden sayılan hizmetler' başlıklı 6 ncı maddesinde;
'Serbest
muhasebeci mali müşavirlik stajı, bağımsız çalışan serbest muhasebeci mali
müşavir veya yeminli mali müşavir yanında veya şirketlerinde yapılır. Staja
başlayabilmek için staja giriş sınavını kazanmak ve Birlik tarafından kurulan
Temel Eğitim ve Staj Merkezinin eğitim programını tamamlayıp başarılı olmak
şarttır. Temel Eğitim ve Staj Merkezinin kurs ve seminerlerinde geçen ve altı
ayı aşmayan süreler, staj süresinden sayılır. İkinci fıkranın (a), (b),
(c), (d), (e), (f), (g), (h) ve (i) bentlerindeki stajdan sayılan hizmetlerde
bulunanlar bu fıkra kapsamı dışındadır.' denilmiş; (e) bendinde ise, '178
sayılı Maliye Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararname uyarınca görev yapan Bütçe Kontrolörleri, Muhasebat Kontrolörleri ve
Milli Emlak Kontrolörlerinin bu hizmetlerde geçen süreleri'nin staj
süresinden sayılacağı belirtilmiştir.
Kontrolörlerin
'Maliye Uzmanı' kadrosuna atanmaları sonucunda, unvanları elinden alınmak
suretiyle özellikle mesleğe yeni başlayan Milli Emlak ve Muhasebat
Kontrolörlerinin, SMMM olma hakları da gasp edilmektedir.
(vii)
6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar İle Diğer Aletler Hakkında Kanun'un
7 ncimaddesinin (1), (2) ve (3) nolu alt bentlerinde;
'Ateşli
silahları ancak;
1.
Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakanlar, Yasama Organı Üyeleri ile bu görevlerde
bulunmuş olanlar,
2.
Özel kanunlarına göre silah taşıma yetkisine sahip bulunanlar,
3.
Bakanlar Kurulu Kararı ile silah taşıyabileceklerine karar verilen Devlet,
belediye, özel idare ve kamu iktisadi teşebbüsleri memur ve mensupları,'
Tarafından
taşınabileceği hüküm altına alınmıştır.
Bu
hükmün uygulanmasını göstermek amacıyla yürürlüğe konulan 'Ateşli Silahlar ve
Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Yönetmelik'in 8 inci maddesinde,
Kanunun 7 nci maddesinin birinci fıkrasının (1) ve (2) numaralı
bentlerinde sayılanlar ile (3) numaralı bendi uyarınca silah taşımalarına karar
verilen kamu görevlileri arasında, 'Devlet Denetleme Kurulu ve Başbakanlık
Yüksek Denetleme Kurulu başkan ve üyeleri ile Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık,
bakanlıklar, müsteşarlıklar ve merkezi yönetim içinde yer alan diğer kamu kurum
ve kuruluşları ile kamu iktisadi teşebbüslerinde asli görevleri ve kadroları
teftiş ve denetim olan kamu görevlileri ile Sayıştay başraportör, raportör,
savcı, savcı yardımcısı, denetçi ve denetçi yardımcılarına' da yer verilmiştir.
6136
sayılı Kanunun 10 uncu maddesinde ise, 'Birinci fıkra gereğince Milli Savunma
Bakanlığı emrine verilen ateşli silahlardan, Türk Silahlı Kuvvetleri ile ikinci
fıkrada belirtilen kurumların ihtiyaçları karşılandıktan sonra artan
miktarından bir kısmını, özel kanunlarına göre silah taşıma yetkisini haiz olan
veya Bakanlar Kurulu kararı ile silah taşımalarına ve zati silah edinmelerine
izin verilen kişilere bir adet olmak üzere bedel takdiri suretiyle Makina ve
Kimya Endüstrisi Kurumu aracılığı ile satmaya Milli Savunma Bakanlığı
yetkilidir.' denilmiştir.
Milli
Emlak Kontrolörleri ve Muhasebat Kontrolörleri ile Denetmenler bu hükümlere
dayanarak Makina ve Kimya Endüstrisi Kurumu aracılığı ile ateşli
silahlar satın almışlardır. Ancak, 'Maliye Uzmanı' ile 'Defterdarlık Uzmanı'
'asli görevleri ve kadroları teftiş ve denetim olan kamu görevlileri'
olmadıklarına göre, 'Maliye Uzmanı' kadrolarına atanan Kontrolörler ile 'Defterdarlık
Uzmanı' kadrolarına atanan Denetmenler, bundan böyle bu haktan
yararlanamayacakları gibi, mevcut silahlarını iade etmek durumunda
kalacaklardır.
Bu
örnekler çoğaltılabilir. Gerçek şudur: 659 sayılı KHK'nin 17 nci maddesiyle,
Maliye Bakanlığının merkez denetim elemanları arasında sayılan ve bağlı
oldukları genel müdür adına teftiş, denetim ve soruşturma yapmakla yetkili olan
Muhasebat Kontrolörleri ile Milli Emlak Kontrolörleri, idari hiyerarşi içinde
şube müdürüne bağlı olarak araştırma, inceleme ve analiz gibi yönetsel
görevleri yapan merkez teşkilatı uzmanları ile 'Maliye Uzmanı'; taşra denetim
elemanı olan ve Maliye Bakanlığının taşradaki temsilcisi Defterdara bağlı
olarak denetim ve soruşturma görevleri bulunan Muhasebe Denetmenleri ile
Milli Emlak Denetmenleri ise idari hiyerarşi içinde müdür
yardımcısına bağlı olarak araştırma, inceleme ve diğer idari görevleri yapan
taşra teşkilatı uzmanları ile 'Defterdarlık Uzmanı' unvanı altında
birleştirilerek, denetim elemanlarının mesleki unvanları elerinden alınmış ve
statü kaybına uğratılmışlardır.
Kazanılmış
hakları ortadan kaldıran böylesine keyfe keder bir düzenlemenin hukuki bir
gerekçesi olmadığı gibi fiili bir gerekçesi de bulunmamaktadır.
Gerçekten
de 178 sayılı Maliye Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK'nin;
11
inci maddesinde Muhasebat Genel Müdürlüğüne, Devlet hesaplarının kayıtlarını
tutmak, uygulamaları izlemek, dönem sonuçlarını çıkarmak, değerlendirmek ve
yayımlamak; genel bütçeye dahil daireler ile katma bütçeli idarelerde
ve gerektiğinde bunlara bağlı döner sermayeli işletmeler ile fonlarda;
gelirlerin toplanması, giderlerin ödenmesi, değer ve emanetlerin alınması,
saklanması, ilgililere verilmesi, gönderilmesi ve bunların muhasebeleştirilmesi
işlemlerini yapmak üzere saymanlıklar kurmak ve kaldırmak, vezneler açmak ve
kapamak, sayman mutemetleri görevlendirmek veya görevlendirmeye izin vermek, bu
işlemleri yetkisiz bir şekilde yapanlar veya yaptıranlar hakkında kanuni
takibatta bulunulmasını sağlamak; genel bütçeye dahil daireler, katma bütçeli
idareler, bunlara bağlı döner sermayeli işletmeler ve fonların hesaplarına ilişkin
Sayıştay ilamlarını saymanlıklara tebliğ etmek, bu ilamları ve diğer kişi
borçlarını izlemek, tahsilatını sağlamak ve gerektiğinde terkin işlemlerini
yaptırmak; saymanlıkların ve kurumların hesap ve işlemlerini merkezde ve
gereken yerlerde incelemek ve denetlemek; Genel bütçeye dahil daireler ile
katma bütçeli idarelerin kesin hesaplarını almak, incelemek, Hazine genel
hesabını çıkarmak, kesin hesap kanun tasarılarını hazırlamak; teşkilat ve görev
alanına giren işlemleri kontrolörleri vasıtasıyla[11] incelemek ve denetlemek vb.
görevler; {C}{C}{C}{C}{C}{C}{C}
13
üncü maddesinde ise, Milli Emlak Genel Müdürlüğüne, Hazinenin özel mülkiyetinde
ve Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki taşınmaz malların yönetimine ilişkin
hizmetleri, gerektiğinde diğer kamu kurum ve kuruluşları ile işbirliği yaparak
yürütmek; Hazinenin özel mülkiyetindeki taşınmazların satışı, kiralanması,
trampası ve üzerinde sınırlı ayni hak tesisi, Devletin hüküm ve tasarrufu
altındaki yerlerin kiralanması ve bu yerler için gerekli görülen hallerde
kullanma izni verilmesi işlemleriyle ormanlar ve Devletin hüküm ve tasarrufu
altındaki diğer yerler ile Devletin özel mülkiyetindeki yerlerde bulunan taş,
kum, çakıl ve toprak ocaklarının kiraya verilmesi işlemlerini yapmak; Devlete
intikali gereken taşınır ve taşınmaz mallarla hakların Hazineye maledilmesiişlemlerini
yürütmek, taşınmaz malların tescilini, taşınır malların tasfiyesini sağlamak;
Hazinenin özel mülkiyetinde veya Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki
yerlerden kamu hizmeti için kullanılması gerekli olanları; genel, katma ve özel
bütçeli idarelere tahsis etmek ve tahsis amacının ortadan kalkması veya amaç
dışı kullanılması halinde tahsisi kaldırmak; Devlete ait konutları yönetmek ve
kamu kurum ve kuruluşlarına ait konutların yönetimi konusundaki politikaları
belirlemek, her yıl yurt içi ve yurtdışındaki kamu konutlarının kira ve yakıt
bedelleri ile işletme, bakım ve onarım esaslarını tespit etmek; Hazineye ait
taşınmaz malların envanter kayıtlarını tutmak ve diğer kamu kurum ve
kuruluşlarının taşınmaz mallarının envanter kayıtlarının tutulmasına ilişkin
esas ve usulleri belirlemek; kanunlar ve antlaşmalar gereğince muayyen
zümrelere izafetle elkonulması gereken para, mal ve hakların
işlemlerini yapmak ve tasfiyelerini sonuçlandırmak; görev alanına giren
konulardaki alacakların süresinde ve mevzuata uygun olarak takip edilerek
tahsil aşamasına getirilmesi için gerekli tedbirleri almak; Teşkilat ve görev
alanına giren işlemleri kontrolörleri vasıtasıyla[12] incelemek ve denetlemek vb.
görevler;{C}{C}{C}{C}{C}{C}{C}
verilmiştir.
178
sayılı KHK'nin 11 inci maddesiyle Muhasebat Genel Müdürlüğüne; 13 üncü maddesi
ile ise Milli Emlak Genel Müdürlüğüne verilen görevler, değişmemiş; halen
yürürlüktedir.
O
halde, 659 sayılı KHK'nin 17 nci maddesindeki düzenlemeler niçin ve
hangi amaca ulaşmak için yapılmıştır'
Bu
sorunun 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ve 644 sayılı Çevre ve
Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname
ile ilişkilendirilmiş mantıklı tek açıklaması olabilir.
1050
sayılı Genel Muhasebe Kanunu, mali sistemin merkezine Maliye Bakanlığını
oturtuyor ve esas aldığı mali merkeziyetçilik, idari merkeziyetçiliği
tamamlayan bir işlev görüyordu. Tek Hazine sistemi geçerliydi ve devletin
gelir, gider ve tüm malvarlığının yönetimi ve muhasebesi ile nakit planlaması
Maliye Bakanlığının görevleri arasındaydı.
Bütçenin
hazırlanması ve uygulanmasında Maliye Bakanlığı tek belirleyici idi. Maliye
Bakanlığı ödeneklerin dağıtımı, kurumlar arası aktarımı ve serbest bırakılması
yanında devlet adına yüklenim altına girilen sözleşme tasarısı ve taahhütlerin
vizesi yoluyla kamu idareleri üzerinde dış denetim yapıyor; giderlerin mali
mevzuata uygunluğu konusunda saymanlara tanınan yasal yetki çerçevesinde iç
kontrol işlevini yerine getiriyordu. Saymanların mevzuata aykırılığını
ileri sürdüğü konularda ödeme, ancak ita amirinin (merkezde 1. derece ita amiri
bakan, taşrada 2. derece ita amirleri illerde vali, ilçelerde kaymakam,
üniversitelerde rektör vb.) sorumluluğu üstlenmesi durumunda
gerçekleşebiliyordu. Bu bağlamda merkezin taşra teşkilatı üzerindeki idari
temsilcisi vali ve kaymakamlar; mali temsilcisi ise defterdar, malmüdürü ve
saymanlar idi ve bunların merkezin taşra teşkilatı üzerinde idari ve mali
kontrol işlevleri vardı.
5018
sayılı Kanun ile Maliye Bakanlığının mali sistemin merkezinde olma konumuna son
verildi; Maliye Bakanlığının saymanlar eliyle yürüttüğü giderin mevzuata
uygunluğunu denetleme yetkisi ile sözleşme tasarısı ve taahhütlerin vizesi
yetkisi ortadan kaldırıldı; ödenek üstü harcamalardan saymanlar yerine harcama
yetkilileri sorumlu tutuldu; ödenek aktarmaya ilişkin yetkiler Maliye
Bakanlığından alınarak kurumlara devredildi ve sistemin merkezine stratejik
plan-performans programı-bütçe-faaliyet raporu döngüsüyle kamu kurum ve
kuruluşları oturtuldu.
5018
sayılı Kanunla öngörülen sistemin bütünüyle hayata geçirilerek kurumsal hesap
verebilirliğin sağlanabilmesi için hesapların saymanlık düzeyinde değil,
kurumsal düzeyde hazırlanması gerektiği de bir gerçek. Kurumsal kesin hesaplar
Muhasebat Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanabileceği gibi saymanlık
hizmetlerinin kurumlara devredilerek her kurumun Bütçe Kesin Hesabının kendisi
tarafından hazırlanması şeklinde de yürütülebilir. Hatta, 5018 sayılı
Kanunda öngörülen sistemin idare bazında kurumsal hesapların örtülü olarak
kurumlar tarafından hazırlanmasını gerektirdiği de söylenebilir.
Muhasebat
Genel Müdürlüğünün asli görevi ve hatta var oluş nedeni olan, merkezi yönetim
kapsamındaki kamu idareleri ile bunlara bağlı döner sermayeli işletme ve
fonların gelirlerinin toplanması, giderlerinin ödenmesi, değer ve emanetlerin
alınması, saklanması, ilgililere verilmesi, gönderilmesi ve bunların
muhasebeleştirilerek hesapların kayıtlarının tutulması, uygulamaların izlenmesi
ve dönem sonu sonuçlarının çıkarılarak kesin hesapların hazırlanmasına ilişkin
görevleri, yani saymanlık hizmetlerini kamu kurumlarına devretmesi durumunda,
Muhasebat Genel Müdürlüğüne gerek kalmayacağından kapatılması gerekecek ve bu
durumda da Muhasebat Kontrolörleri ile Muhasebe Denetmenlerine ihtiyaç
kalmayacaktır.
Öte
yandan, tabiat varlıkları ve SİT'ler, kıyılar, mera, yaylak ve kışlaklar,
Hazinenin özel mülkiyetindeki yerler ile Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki
taşınmazlar üzerinde yerleşme ve yapılaşmaya ilişkin her türlü planı yapma ile
inşaat yapma ve yapı kullanma izinlerini verme yetkisi, 644 sayılı KHK ile
kurulan Çevre ve Şehircilik Bakanlığına verilmiştir. Çevre ve Şehircilik
Bakanlığına verilen görev ve yetkilerden, Hazinenin özel mülkiyetindeki yerler
ile Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerin yerleşme ve yapılaşmaya
açılarak satılacağı anlaşılabilmektedir. Bunun gelecek on yıllarda
gerçekleşmesi durumunda, Milli Emlak Genel Müdürlüğünün asli görevi sona
ereceğinden diğer görevleri de kamu kurum ve kuruluşlarına aktarılabilecektir.
Bu durumunda da Milli Emlak Genel Müdürlüğünün kapatılması gündeme geleceğinden
Milli Emlak Kontrolörleri ile Milli Emlak Denetmenlerine ihtiyaç
kalmayacaktır.
Muhasebat
Genel Müdürlüğü ile Milli Emlak Genel Müdürlüğünün kapatılması durumunda dahi,
Muhasebat ve Milli Emlak Kontrolörleri ile Muhasebe ve Milli Emlak Denetmenleri için
ya şahsa bağlı kadro yaratılarak, ya da görevlerin devredildiği kurumlara kadro
görev unvanlarıyla naklen geçmeleri sağlanarak kadro görev unvanlarının
korunması, kazanılmış hakların korunması ilkesinin vaz geçilmez ön
koşuludur.
Çünkü, mesleğe
özel yarışma sınavı ile giren ve belirli süreli meslek içi eğitimden sonra özel
bir yeterlik sınavı sonucunda Kontrolörlük ve Denetmenlik kadrolarına
atanan Kontrolör ve Denetmenler, söz konusu kadro görev unvanı ile
statülerini, 659 sayılı
KHK'den önce yürürlükte bulunan kurallara göre bütün sonuçlarıyla hukuken ve
fiilen elde etmiş olduklarına göre, kendileri yönünden kesinleşmiş ve kişisel
alacak niteliğine dönüşmüştür. Kazanılmış hakları korumak ise, hukuk devleti
olmanın gereğidir.
Anayasanın
128 inci maddesi uyarınca, memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri,
atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri
ve diğer özlük işlerini yasama organı kanunla düzenlerken, Anayasanın 11 inci
maddesi gereğince, Anayasanın diğer hükümlerine de uygun hareket etmek
zorundadır.
Böyle
bir düzenleme yapılırken Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti
ilkesinin gözetilmesi gerekir.
Hukuk
devletinin temel unsurları arasında 'kazanılmış haklara saygı' yer almaktadır.
Bu nedenle 128 inci maddenin ikinci fıkrası uyarınca yapılacak tüm
düzenlemelerin, memurların ve kamu görevlilerinin kazanılmış haklarını koruması
gerekir. Doğmuş hakkı tanımak, kazanılmış hakka saygı göstermektir. Hukukta
kazanılmış hak, kamu kesiminde olsun, özel kesimde olsun güvenirliğin kanıtı,
uygunluğun ölçüsüdür. Olmadık bir nedenle çiğnenmesi, Anayasal düzeyde haklı
bulunamaz.
Öte
yandan iptali istenen düzenlemeler Anayasanın 2 nci maddesindeki
hukuk devleti ilkesine, 'hukuk güvenliği ilkesi' açısından da aykırılık
oluşturmaktadır. Hukuk güvenliği ilkesi kurallarda belirlilik ve
öngörülebilirlik gerektirir. Hukuk güvenliği, herkesin bağlı olacağı hukuk
kurallarını önceden bilmesini, tutum ve davranışlarını buna göre düzene
sokabilmesini zorunlu kılar. Hukuk devletinde, hukuk normları öngörülebilir
olmalı, bireyler tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmeli, devlet de
yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmalıdır.
Hukuki istikrar bunu gerektirir. Anayasasında 'hukuk devleti' ilkesine yer
vermiş ve buna değiştirilemezlik atfetmiş bir ülkede, Muhasebat Kontrolörlüğü,
Milli Emlak Kontrolörlüğü, Muhasebe Denetmenliği ve
Milli Emlak Denetmenliği sınavına
girerek, kazananlardan ve üç yıllık eğitim stajını ve sonrasında yeterlik
sınavını vererek Kontrolörlük ve Denetmenlik kadrosuna atananlardan, günün birinde 'Maliye
Uzmanı' veya 'Defterdarlık Uzmanı' kadro
görev unvanına atanacaklarını öngörebilmeleri beklenemez. Beklenir ise, bu
durum Anayasal siyasal sistemin hukuk devleti niteliğinin tartışmaya açılması
anlamına gelir. Öte yandan, öngörebilmeleri durumunda, başka sınavlara
gireceklerini de kabul etmek gerekir.
Öte
yandan, 5018 sayılı Kanun 01.01.2005 tarihinde yürürlüğe girdiği halde, Maliye
Bakanlığı, saymanlık hizmetlerini kurumlara devretmediği gibi, devrine
yönelik somut bir çalışma da
yapmamış; dahası 2006-2011 yılları arasında 60 adet Muhasebat Kontrolörü
Stajyeri yanında yüzlerce Muhasebe Denetmeni ataması yapılmıştır. Görünür bir
gelecekte, Milli Emlak Genel Müdürlüğünün görevlerinin kurumlara devredilerek
kapatılacağının hiçbir göstergesi olmadığı gibi aynı süre içinde Milli Emlak
Genel Müdürlüğü de Kontrolör ve Denetmen atamaya devam etmiştir.
Oysa, 6223
sayılı Yetki Yasasına dayanılarak çıkarılan KHK'lerdeki düzenlemeler ile 3046
sayılı Kanun hükümleri göz önüne alındığında yapılması gerekenler ise çok
farklıdır.
3046
sayılı Kanunun 12 nci maddesinde, bakanlık merkez teşkilatında
kurulacak danışma ve denetim birimleri arasında 'Teftiş Kurulu Başkanlığı'na da
yer verilmiş ve 23 üncü maddesinde ise, Teftiş Kurulu Başkanlığının, bakanın
emri ve onayı üzerine bakan adına; bakanlık teşkilatı ile bakanlığa bağlı ve
ilgili kuruluşların her türlü faaliyet ve işlemleriyle ilgili olarak teftiş,
inceleme ve soruşturma işlerini yürütmek, bakanlığın amaçlarını daha iyi
gerçekleştirmek, mevzuata, plan ve programa uygun çalışmasını temin etmek amacıyla
gerekli teklifleri hazırlamak ve bakana sunmak ile özel kanunlarla verilen
diğer görevleri yapmak görevleri verilmiştir.
Öte
yandan, 07.07.2011 tarihli ve 646 sayılı KHK ile
Maliye Bakanlığı merkez denetim elemanlarından Maliye Bakanına bağlı görev
yapan 'Maliye Müfettişleri' ve 'Hesap Uzmanları' ile Gelirler Genel
Müdürüne/Gelir İdaresi Başkanına bağlı görev yapan 'Gelirler Kontrolörleri' ve
taşra denetim elemanlarından Defterdara/Vergi Dairesi Başkanına bağlı görev
yapan Vergi Denetmenleri'Vergi Müfettişi' unvanı altında
birleştirilmişler; 646 sayılı KHK'nin 1 inci maddesinin (ç) bendiyle, 178
sayılı KHK'nin 19 uncu maddesinin (a) bendinde yer alan 'Teftiş Kurulu
Başkanlığı' ibaresi 'Vergi Denetim Kurulu Başkanlığı' olarak değiştirilmiş ve
(b) bendindeki 'Hesap Uzmanları Kurulu Başkanlığı' ibaresi yürürlükten
kaldırılmış; (d) bendiyle ise 178 sayılı KHK'de Teftiş Kurulu Başkanlığının
görevlerinin düzenlendiği 'Teftiş Kurulu Başkanlığı' başlıklı 20 nci maddesi,
'Vergi Denetim Kurulu Başkanlığı' adı altında yeniden düzenlenmiştir.
178 sayılı KHK'nin 646 sayılı KHK'nin 1 inci maddesiyle değişik
20 nci maddesinde, Vergi Denetim Kurulu Başkanlığına; Vergi Usul
Kanunu ve diğer gelir kanunları kapsamında vergi incelemeleri yapmak;
oluşturulacak Risk Analiz Sistemi üzerinden mükelleflerin faaliyetlerini
gruplar ve sektörler itibarıyla analiz etmek, mukayeseler yapmak ve bu suretle
risk alanlarını tespit etmek; Vergi yükümlülüklerine ilişkin ihbar ve şikayetleri değerlendirmek;
Vergi incelemelerinde Gelir İdaresi Başkanlığı ile gerekli eşgüdümü ve
işbirliğini sağlamak gibi vergi incelemesine ilişkin görevler yanında, (ı)
bendiyle, 'Bakan tarafından verilen teftiş, inceleme, denetim ve soruşturmaları
yapmak.' görevi verilmiştir. Vergi Denetim Kurulu Başkanlığına verilen,
'Bakan tarafından verilen teftiş, inceleme, denetim ve soruşturmaları yapmak.'
görevinin, Gelir İdaresi Başkanlığının iş, işlem ve faaliyetleri ile personeli
üzerinde olacağı ve dolayısıyla gider mevzuatıyla milli emlak mevzuatına
ilişkin görevler yürüten Muhasebat Genel Müdürlüğü ile Milli Emlak Genel
Müdürlüğünün iş, işlem ve faaliyetleri ile personelini kapsamayacağı, hem
kurula verilen asli görevler, hem de kurulda görevli denetim elemanlarının
uzmanlık alanları bağlamında açıktır.
6223
sayılı Yetki Yasasına dayanarak çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerle kurulan
tüm bakanlıkların teşkilatı içinde, 'Rehberlik ve Teftiş Başkanlığı'
kurulurken; 646 sayılı KHK'nin 1 inci maddesiyle Maliye Bakanlığı Teftiş Kurulu
ve Hesap Uzmanları Kurulu ile Gelirler Kontrolörleri Denetim Birimi Başkanlığı
kapatılarak, vergi incelemesi yapmak ve Gelir İdaresi Başkanlığının iş, işlem
ve faaliyetlerini denetlemek, teftiş etmek ve personeli üzerinde soruşturma
yapmakla görevli 'Vergi Denetim Kurulu Başkanlığı' kurulmuş; 659 sayılı KHK'nin
17 nci maddesi ile de Muhasebat Kontrolörleri Denetim Birimi
Başkanlığı ile Milli Emlak Kontrolörleri Denetim Birimi Başkanlığı kapatılarak
kontrolörler 'Maliye Uzmanı' kadro görev unvanına atanmışlar ve böylece
Rehberlik ve Teftiş Başkanlığı/Teftiş Kurulu Başkanlığı olmayan tek bakanlık
Maliye Bakanlığı haline gelmiştir.
3046
sayılı Kanuna göre, bakanlık teşkilatı içinde, doğrudan bakana bağlı ve bakan
adına görev yapmak üzere Teftiş Kurulu Başkanlığı/Rehberlik ve Teftiş
Başkanlığı kurulması hukuksal bir zorunluluktur.
646
sayılı KHK ile Teftiş Kurulu Başkanlığı kapatılmış iken, 659 sayılı KHK ile de
Muhasebat Kontrolörleri Denetim Birimi Başkanlığı ile Milli Emlak Kontrolörleri Kurulu Başkanlığının da
kapatılarak Maliye Bakanlığı merkez teşkilatının bütünüyle denetim birimsiz
bırakılmasında kamu yararı olduğu ileri sürülemez. Denetim bağımsız ve tarafsız
yürütülmesi gereken bir faaliyettir. Bunun sağlanmasının birinci koşulu denetim
elemanlarına görev güvencesi sağlanması, ikinci koşulu ise, yönetsel kademe ve
idari hiyerarşinin dışında doğrudan en yüksek amire bağlı olarak görev
yapılmasıdır. Bakanlık teşkilatının hiyerarşik yönetim kademeleri arasında yer
alan Strateji Geliştirme Daire Başkanlığı içindeki şube müdürüne bağlı olarak
ve 'Maliye Uzmanı' unvanıyla bağımsız ve tarafsız denetim yapılamayacağı
yeterince açık bir husustur.
Öte
yandan, 659 sayılı KHK yürürlüğe girmeden önce Muhasebat Kontrolörleri,
Muhasebat Genel Müdürlüğü; Milli Emlak Kontrolörleri, Milli Emlak Genel
Müdürlüğü; Denetmenler, Defterdarlık teşkilatı içindeki tüm hiyerarşik
kademelerin ve dolayısıyla söz konusu hiyerarşik kademelerde görevli tüm kamu
görevlilerinin tüm iş, işlem ve faaliyetlerini denetlemişler, teftiş etmişler
ve görevliler nezdinde soruşturma yürütmüşlerdir. Teftiş, denetim ve
soruşturma faaliyetinin doğası gereği teftiş edilenler, denetlenenler ve
soruşturulanların teftiş edenler, denetleyenler ve soruşturanlara karşı olumsuz
değer yargılarının oluşmayacağı ileri sürülemez. Teftiş, denetim ve soruşturma
görevini yürütenlerin, şube müdürü ile müdür yardımcısına bağlı görev yapar
hale getirilerek, önceden teftiş, denetim ve soruşturmaya tabi tuttuklarından
daha alt bir statüye düşürülmeleri, geçmişte görev gereği yapılanlara dayalı
olarak yersiz çatışma ve çekişmelere yol açarak çalışma barışını bozacaktır.
Kamu
yararına sonuç doğurmayacak, kamu hizmetinin nitelikleriyle bağdaşmayan, adalet
anlayışına aykırı ve makul olmayan böyle bir durumun, Anayasanın 2 nci maddesinde
belirtilen hukuk devleti ilkesi ile bağdaştırılamayacağı açıktır.
Öte
yandan, 6223 sayılı Yetki Yasasına dayanılarak çıkarılan tüm KHK'lerde,
standardizasyona gidilmiş ve teftiş, denetim ve soruşturma görevini yürüten
müfettişler ile kontrolörler birleştirilerek Rehberlik ve Teftiş Kurulu
Başkanlığı kurulmuştur. Maliye Bakanlığında kurulması gerekeceği de 3046 sayılı
Kanunun öngördüğü hukuksal bir zorunluluktur.
Bakanlar
Kurulunun 6223 sayılı Yetki Yasasına dayanarak çıkardığı KHK'lerde,
standardizasyona giderek teftiş, denetim ve soruşturma görevini yürüten
müfettişler ile kontrolörleri birleştirerek Rehberlik ve Teftiş Kurulu
Başkanlıkları kurması; 646 sayılı KHK ile Maliye Müfettişleri, Hesap Uzmanları,
Gelirler Kontrolörleri ve Vergi Denetmenlerini 'Vergi Müfettişi'
unvanı altında birleştirerek 'Vergi Denetim Kurulu Başkanlığı' oluşturması ve
3046 sayılı Kanuna göre Maliye Bakanlığı'nda da 'Rehberlik ve Teftiş Kurulu
Başkanlığı' kurulmasının hukuksal bir zorunluluk olması karşısında; Muhasebat
Kontrolörleri, Milli Emlak Kontrolörleri, Muhasebe Denetmenleri ve
Milli Emlak Denetmenleri, ortak bir unvan altında birleştirilerek 3046
sayılı Yasaya göre kurulması zorunlu olan Maliye Bakanlığı Rehberlik ve Teftiş
Kurulu Başkanlığı altında çalıştırılmalarının sağlanması gibi haklı bir
beklenti içine girmişlerdir.
Çünkü, Bakanlar
Kurulu 6223 sayılı Yetki Yasasına dayanarak yürürlüğe koyduğu KHK'lerle söz
konusu Muhasebat Kontrolörü, Milli Emlak Kontrolörü, Muhasebe Denetmeni ve
Milli Emlak Denetmenlerinde böylesine haklı bir beklentiye yol
açmıştır. Bakanlar Kurulunun kendi işlemleriyle neden olduğu meşru ve haklı
beklentiyi hayata geçirmesi gerekirken, tam tersine bir uygulama içine girmesi;
haklı beklentilerin korunması ilkesiyle de bağdaşmadığından iptali istenen
düzenlemeler hukuk devleti ilkesine bu açıdan da aykırıdır.
Muhasebat
ve Milli Emlak Kontrolörleri ile stajyerlerinin Maliye Bakanlığının merkez
teşkilatı uzmanları ile birleştirilerek 'Maliye Uzmanı ve Yardımcısı', Muhasebe
ve Milli Emlak Denetmenleri ile yardımcılarının ise Maliye Bakanlığı
taşra teşkilatı uzmanlarıyla birleştirilerek 'Defterdarlık Uzmanı ve
Yardımcısı' kadro görev unvanlarına atanmaları, Anayasanın 2 ncimaddesindeki
'Hukuk Devleti' ilkesinin 'kazanılmış haklara saygı', 'hukuk güvenliği',
'hukuki belirlilik', 'istikrar' 'kamu yararı' ve 'haklı beklentilerin
karşılanması' nitelikleriyle bağdaşmamaktadır.
İptali
İstenen Düzenlemelerin Eşitlik İlkesine Aykırılığı
Anayasanın,
10 uncu maddesinin birinci fıkrasında, herkesin dil, ırk, renk, cinsiyet,
siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım
gözetmeksizin kanun önünde eşit olduğu; dördüncü fıkrasında, hiçbir kişiye,
aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamayacağı; beşinci fıkrasında ise,
Devlet organları ile idare makamlarının bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik
ilkesine uygun hareket etmek zorunda oldukları kurallarına yer verilmiştir.
Anayasa
Mahkemesi, Anayasanın 10 uncu maddesindeki 'eşiktik ilkesi'ni, 27.6.1995
gün ve E.1994/90, K.1995/22 sayılı Kararında; ' Anayasa Mahkemesi'nin birçok
kararında vurgulandığı gibi, Anayasanın 10 uncu maddesinde öngörülen yasa
önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı olacağı anlamına
gelmez. Yasaların uygulanmasında dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce,
felsefî inanç, din ve mezhep ayrılığı gözetilmesi ve bu nedenlerle eşitsizliğe,
yol açılması Anayasa katında geçerli görülemez. Bu mutlak yasak, birbirinin
aynı durumda olanlara ayrı kuralların uygulanmasını ve ayrıcalıklı kişi ve
toplulukların yaratılmasını engellemektedir. Kimi yurttaşların haklı bir nedene
dayanılarak değişik kurallara bağlı tutulmaları eşitlik ilkesine aykırılık
oluşturmaz. Durum ve konumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar
için değişik kuralları ve değişik uygulamaları gerekli kılabilir. Özellikle,
aykırılıklara dayandığı için haklı olan nedenler, ayrı düzenlemeyi aykırı
değil, geçerli kılar. Aynı durumda olanlar için ayrı düzenleme aykırılık
oluşturur. Anayasanın amaçladığı eşitlik, eylemli değil hukuksal eşitliktir.
Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar ayrı kurallara bağlı tutulursa
Anayasanın öngördüğü eşitlik çiğnenmiş olmaz. Başka bir anlatımla, kişisel
nitelikleri ve durumları özdeş olanlar arasında, yasalara konulan kurallarla
değişik uygulamalar yapılamaz. Durumlardaki değişikliğin doğurduğu
zorunluluklar, kamu yararı ya da başka haklı nedenlere dayanılarak yasalarla
farklı uygulamalar getirilmesi durumunda Anayasanın eşitlik ilkesinin
çiğnendiği sonucu çıkarılamaz. Anayasa Mahkemesi'nin yerleşik kararlarına göre,
eşitliği bozduğu iddia edilen kural haklı bir nedene dayanmakta veya kamu
yararı amacıyla yürürlüğe konulmuş ise bu kuralın eşitlik ilkesini
zedelediğinden söz edilemez.' şeklinde yorumlamıştır.
Anayasa
Mahkemesi kararında da vurgulandığı üzere, Anayasa ile eylemli değil, 'hukuki
eşitlik' amaçlanmaktadır. Anayasanın öngördüğü eşitlik ilkesinin çiğnenmemesi
için, aynı hukuksal durumların aynı, ayrı hukuksal durumların ayrı kurallara
bağlı tutulması gerekmektedir. Başka bir anlatımla, kişisel durumları ve
nitelikleri aynı olanlar arasında, konulan kurallarla değişik uygulamaların
yapılmaması gerekmektedir. Ancak, durumlardaki değişikliğin doğurduğu
zorunlulukların kamu yararı ya da başka haklı nedenlere dayanılarak yasalarla
farklı uygulamalar getirilmesi durumunda Anayasanın eşitlik ilkesinin
çiğnendiği sonucu çıkarılamaz.
Maliye
Bakanlığı Personeli Görevde Yükselme, Unvan Değişikliği ve Atama
Yönetmeliği'nin 'Tanımlar' başlıklı 4 üncü maddesinin (1) numaralı fıkrasının
(j) bendinde, 'Merkez denetim elemanı: Maliye Müfettişleri, Hesap Uzmanları ve
bunların yardımcıları ile İç Denetçileri, Genel Müdürlük Kontrolörleri ve
Stajyer Kontrolörleri,'ni ifade eder denilerek, Muhasebat Kontrolörleri ile
Milli Emlak Kontrolörleri merkez denetim elemanı olarak sayılmış ve başta 657
sayılı Devlet Memurları Kanunu olmak üzere mevzuatta Maliye Müfettişleri, Hesap
Uzmanları ve Gelirler Kontrolörleri ile aynı hukuksal durumda oldukları kabul
edilmiş; aynı mali sosyal ve özlük haklarından yararlandırılmışlardır.
646
ve 659 sayılı KHK'ler çıkıncaya kadar Maliye Bakanlığındaki teftiş, denetim,
inceleme ve soruşturma görevleri merkez denetim elemanı olan, Maliye
Müfettişleri, Hesap Uzmanları, Gelirler Kontrolörleri, Muhasebat Kontrolörleri,
Milli Emlak Kontrolörleri ile taşra denetim elemanları olan Vergi Denetmenleri,
Muhasebe Denetmenleri ve Milli Emlak Denetmenleri eliyle
yapılmaktaydı. Merkez denetim elemanları kendi aralarında, taşra denetim
elemanları kendi aralarında hukuki statü ve mali haklar yönünden eşit
tutulmuşlardı.
646
ve 659 sayılı KHK'ler ile; Maliye Bakanlığında görevli merkez denetim
elemanları ve taşrada görevli Denetmenler arasında açıkça farklı uygulamalar
yapılmıştır. Toplam beş ayrı kadro görev unvanıyla görev yapan merkez
denetim elemanlarından üçü (Maliye Müfettişleri, Hesap Uzmanları ve Gelirler
Kontrolörleri) doğrudan Maliye Bakanına bağlı Vergi Denetim Kurulu bünyesinde
'Vergi Müfettişi' unvanlı kadrolara atanırken, diğer ikisi (Muhasebat
Kontrolörleri ve Milli Emlak Kontrolörleri) şube müdürüne bağlı olarak görev
yapacak 'Maliye Uzmanı' kadro görev unvanına; üç ayrı kadro görev unvanıyla
görev yapan taşra denetim elemanlarından Vergi Denetmenleri 'Vergi
Müfettişi' görev unvanlı kadroya atanarak 'Vergi Denetim Kurulu Başkanlığı'nda
görevlendirilirken, Muhasebe ve Milli Emlak Denetmenleri ise müdür
yardımcısına bağlı görev yapacak olan 'Defterdarlık Uzmanı' unvanlı kadroya
atanmışlardır.
Aynı
merkez denetim elemanlığı statüsüne ve aynı özlük haklarına sahip Maliye
Müfettişleri, Hesap Uzmanları ve Gelirler Kontrolörleri ile Muhasebat ve Milli
Emlak Kontrolörleri arasında; aynı taşra denetim elemanlığı statüsüne ve aynı
özlük haklarına sahip Vergi Denetmenleri ile Muhasebe ve Milli
Emlak Denetmenleri arasında 646 ve 659 sayılı KHK'ler ile konulan
kurallarda değişik uygulamalar yapılması ve böylece merkez ve taşra denetim
elemanlarından bir kısmı Bakana bağlı vergi müfettişi yapılırken, diğerlerinin
şube müdürüne bağlı maliye uzmanı ile müdür yardımcısına bağlı defterdarlık
uzmanı yapılarak statülerinde doğrudan, özlük haklarında ise ileride (666
sayılı KHK ve sonrası) oluşacak eşitsizlikler yaratılması, Anayasanın 10 uncu
maddesindeki eşitlik ilkesiyle bağdaşmamaktadır.
Öte
yandan, Maliye Bakanlığı merkez teşkilatı kadrolarında istihdam edilen Devlet
Bütçe Uzmanı, Mali Suçları Araştırma Uzmanı, Devlet Muhasebe Uzmanı, Devlet
Gelir Politikaları Uzmanı, Devlet Malları Uzmanı ve Maliye Uzmanları,
Kontrolörlerle birlikte 'Maliye Uzmanı' unvanlı kadrolara atanırken; taşra
teşkilatı kadrolarında istihdam edilen Muhasebe Uzmanları ile Milli Emlak Uzmanlarının Denetmenlerle birlikte
'Defterdarlık Uzmanı' unvanlı kadrolara atanması; Gelir Uzmanlarının ise mevcut
kadrolarında bırakılması ve böylece merkez teşkilatı kadrolarında istihdam
edilen uzmanlar ile taşra teşkilatında istihdam edilen uzmanlar arasında merkez
kadrolarında istihdam edilen uzmanlar lehine statülerinde doğrudan, özlük
haklarında ise 666 sayılı KHK ile oluşacak eşitsizlikler yaratılması da aynı
şekilde Anayasanın 10 uncu maddesindeki eşitlik ilkesiyle bağdaşmamaktadır.
Çünkü, daha
önce açıklandığı üzere Maliye Bakanlığının merkez teşkilatı kadrolarında
istihdam edilen uzmanlar ile taşra teşkilatı kadrolarında istihdam edilen
denetmen ve uzmanlar mesleğe aynı sınavlarla alınmış; merkez ve taşra uzmanlığı
ile denetmenlik kadrolarına sözlü sınav komisyonunun puan dışı
tercihleri doğrultusunda atamalar yapılmış; hatta Milli Emlak Genel Müdürlüğü
merkez ve taşra teşkilatı kadrolarına atamalarda sözlü sınavı öncesi adaylardan
tercihte bulunmaları istenmiş; Denetmenlik dışındaki merkez ve taşra
uzmanlığı kadrolarına Maliye Bakanlığının yönetimde uzmanlaşmaya gitme
politikası gereği kurum içi sınavlar yapılarak müdür, müdür yardımcısı, şef ve
memurlar arasından atamalarda bulunulmuş; merkez kadrolarındaki uzmanlar
taşrada, taşra kadrolarındaki uzmanlar ise merkezde geçici görevli olarak
görevlendirilmiştir.
Maliye
Bakanlığının merkez ve taşra teşkilatı kadrolarında istihdam edilmek dışında
bütünüyle eşdeğer ve benzer görevlerin Yetki Kanununun ilkeleri bağlamında
standardizasyonuna gidilmesi gerekirken, doğrudan statü eşitsizliği yaratılması
ve özlük haklarında oluşturulacak mali ve sosyal eşitsizliklere zemin
hazırlanması Anayasanın 10 uncu maddesindeki eşitlik ilkesine aykırıdır.
6223
sayılı Kanun'un verdiği yetkiye dayanılarak çıkarılan kanun hükmünde
kararnamelerde, bakanlıkların yeniden yapılandırılması kapsamında müfettiş ve
kontrolör unvanlı kadrolarda görev yapan denetim elemanları, aşağıdaki tabloda
özeti görüldüğü üzere müfettiş, kontrolör veya denetçi unvanlı kadrolara
atanırken; Maliye Bakanlığındaki merkez ve taşra denetim elemanlarının 'Maliye
Uzmanlığı' ve 'Defterdarlık Uzmanlığı' kadrolarına atanarak kurumlar arası
eşirsizlik yaratılması da Anayasanın 10 uncu maddesindeki eşitlik ilkesine
aykırıdır.
6223
SAYILI YETKİ KANUNU'NA DAYANILARAK ÇIKARILAN KHK'LARDA DENETİM ELEMANLARININ
DURUMU
|
İlgili
Bakanlık
|
Eski
Unvan
|
Değişiklik
Yapan KHK
|
Yeni
Unvan
|
Sosyal
Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü
|
Başmüfettiş,
müfettiş ve müfettiş yardımcısı
|
633
sayılı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında
KHK
|
Aile
ve Sosyal Politikalar Başdenetçisi, Denetçisi ve Denetçi Yardımcısı
|
Sanayi
ve Ticaret Bakanlığı
|
Başmüfettiş,
müfettiş ve müfettiş yardımcısı
|
635
sayılı Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında
KHK
|
Başmüfettiş,
müfettiş ve müfettiş yardımcısı
|
Sanayi
ve Ticaret Bakanlığı
|
İç
Ticaret Genel Müdürlüğü, Teşkilatlandırma Genel Müdürlüğü ve Tüketicinin ve
Rekabetin Korunması Genel Müdürlüğü Başkontrolör, Kontrolör ve Stajyer
Kontrolörleri
|
635
sayılı Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında
KHK
|
Başmüfettiş,
müfettiş ve müfettiş yardımcısı
|
Dış
Ticaret Müsteşarlığı
|
Dış
Ticaret Kontrolörleri
|
637
sayılı Ekonomi Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK
|
Denetim
Hizmetleri Başkanlığına tahsisli kadrolara Dış Ticaret Uzmanı (inceleme,
denetim ve soruşturma yetkisi sadece Denetim Hizmetleri Başkanlığına tahsisli
kadrolarda bulunan Dış Ticaret Uzmanları ve yardımcılarına verilmiştir.)
|
Tarım
ve KöyişleriBakanlığı
|
Başmüfettiş,
Müfettiş ve Müfettiş Yardımcısı
|
639
sayılı Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında
KHK
|
Rehberlik
ve Teftiş Başkanlığında Başmüfettiş, Müfettiş ve Müfettiş Yardımcısı
|
Gümrük
Müsteşarlığı
|
Gümrük
Başmüfettişi, Gümrük Müfettişi ve Gümrük Müfettiş Yardımcısı
|
640
sayılı Gümrük ve Ticaret Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK
|
Gümrük
ve Ticaret Başmüfettişi, Gümrük ve Ticaret Müfettişi ve Gümrük ve Ticaret
Müfettiş Yardımcısı
|
Gümrük
Müsteşarlığı
|
Gümrük
Müsteşarlığında Gümrükler Genel Müdürlüğü, Gümrükler Muhafaza Genel
Müdürlüğü, Gümrükler Kontrol Genel Müdürlüğü, Tasfiye İşleri Döner Sermaye
İşletmeleri Genel Müdürlüğü bünyesinde ve Sanayi ve Ticaret Bakanlığında İç
Ticaret Genel Müdürlüğü, Teşkilatlandırma Genel Müdürlüğü ile Tüketicinin ve
Rekabetin Korunması Genel Müdürlüğü Başkontrolör, Kontrolör ve Stajyer
Kontrolörleri
|
|
Gümrük
ve Ticaret Başmüfettişi, Gümrük ve Ticaret Müfettişi, Gümrük ve Ticaret
Müfettiş Yardımcısı
|
Çevre
ve Orman Bakanlığı
|
Başmüfettiş,
müfettiş ve müfettiş yardımcısı
|
644
sayılı Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK
|
Çevre
ve Şehircilik Bakanlığı Başmüfettiş, Müfettiş ve Müfettiş Yardımcısı
|
Bayındırlık
ve İskanBakanlığı
|
Başmüfettiş,
müfettiş ve müfettiş yardımcısı
|
644
sayılı Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK
|
Çevre
ve Şehircilik Bakanlığı Başmüfettiş, Müfettiş ve Müfettiş
|
Çevre
ve Orman Bakanlığı
|
Başmüfettiş,
müfettiş ve müfettiş yardımcısı
|
645
sayılı Orman ve Su işleri Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK
|
Orman
ve Su işleri Bakanlığı başmüfettiş, müfettiş ve müfettiş yardımcısı
|
Maliye
Bakanlığı
|
Maliye
Başmüfettişi, Baş Hesap Uzmanı ve Gelirler Başkontrolörü, Maliye
müfettişi, hesap uzmanı ve gelirler kontrolörü, maliye müfettiş yardımcısı,
hesap uzman yardımcısı ve stajyer gelirler kontrolörü
|
646
sayılı KHK
|
vergi başmüfettişi,
vergi müfettişi, vergi müfettiş yardımcısı
|
Milli
Eğitim Bakanlığı
|
Başmüfettiş,
Müfettiş ve Müfettiş Yardımcısı
|
652
sayılı Milli Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK
|
Millî
Eğitim Başdenetçisi, Denetçisi ve Denetçi Yardımcısı
|
Ulaştırma
Bakanlığı ve Denizcilik Müsteşarlığı
|
Ulaştırma
Bakanlığı ve Denizcilik Müsteşarlığındaki müfettişler (başmüfettişler ve
müfettiş yardımcıları dahil)
|
655
sayılı Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında KHK
|
Başmüfettiş,
müfettiş ve müfettiş yardımcısı
|
Sağlık
Bakanlığı
|
başmüfettiş,
müfettiş ve müfettiş yardımcısı
|
663
sayılı Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında KHK
|
Bakanlık
ve bağlı kuruluşlarının sağlık başdenetçisi, sağlık denetçisi ve sağlık
denetçi yardımcısı
|
Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
|
Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğünde
Başmüfettiş, müfettiş, müfettiş yardımcısı
|
665
sayılı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında
Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına
Dair KHK
|
İş
Başmüfettişi, İş müfettişi, İş Müfettişi yardımcısı
|
MALİYE
BAKANLIĞI MERKEZ-TAŞRA DENETİM ELEMANLARI GÖREVLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI
|
MALİYE
BAKANLIĞI MUHASEBAT KONTROLÖRLERİ GÖREV VE ÇALIŞMA YÖNETMELİĞİ
|
MİLLİ
EMLAK KONTROLÖRLERİ GÖREV VE ÇALIŞMA YÖNETMELİĞİ
|
MALİYE
BAKANLIĞI MUHASEBAT GENEL MÜDÜRLÜĞÜ MUHASEBE DENETMENLERİ GÖREV VE ÇALIŞMA
YÖNETMELİĞİ
|
MİLLİ
EMLAK GENEL MÜDÜRLÜĞÜ MİLLİ EMLAK DENETMENLERİ GÖREV VE ÇALIŞMA YÖNETMELİĞİ
|
Madde
9- Muhasebat Kontrolörleri ;
|
Madde
3- Milli Emlak Kontrolörleri;
|
Madde
4 - Defterdar adına görev yapan denetmenler;
|
Madde
7- Defterdar adına görev yapan denetmenler;
|
a) Genel
ve Katma Bütçe Saymanlıkları, Genel ve Katma Bütçeli İdarelere bağlı Döner
Sermaye ve Fon Saymanlıkları işlemlerini kanun, kararname, tüzük, yönetmelik
ve ilgili diğer mevzuat hükümlerine uygunluğu yönünden denetlemek,
|
Maliye
Bakanlığı Kuruluş Kanunu ile yürütülmesi Milli Emlak Genel Müdürlüğüne
verilen işlerde, Kanunlar, özel anlaşmalar ve sair mevzuatla uygulanması
Milli Emlak genel Müdürlüğüne verilen konularda, Maliye teşkilatının milli
emlak servislerinde, diğer devlet daireleri ile müesseselerinde, özel ve
tüzel kişiler nezdinde milli emlakla ilgili her türlü denetleme,
inceleme ve soruşturma yapmak, defter ve belgeleri gizli de olsa incelemek,
|
a)Saymanlıkların
işlemlerini mevzuat hükümlerine uygunluğu yönünden denetlemek,
|
a)
Defterdar veya milli emlak dairesi başkanınca onaylanan çalışma programı
çerçevesinde il ve ilçelerdeki milli emlak ve devlet mallarına ilişkin
işlemleri, mevzuata uygunluk yönünden denetlemek ve denetim sırasında milli
emlak ve devlet malları ile ilgili her türlü kayıt ve belgeyi gizli de olsa
incelemek,
|
b) Denetlenen
saymanlıklarda, hesap ve kayıtların muhasebe yönetmelikleri gereğince düzenlenmelerini
sağlamak,
|
Maliye
Bakanlığı Milli Emlak Genel Müdürlüğünün görevleri kapsamına giren konularda
etütler hazırlamak, uygulanan kanun, kararname ve sair konular hakkında
inceleme yapmak ve düşünce bildirmek,
|
b)Saymanlıkların
hesap ve kayıtlarının mevzuata uygun olarak düzeltilmelerini sağlamak,
|
b)
Görev alanındaki iş ve işlemlere ilişkin olarak her türlü mal mevcudunu
saymak ve tespit etmek,
|
c) Suç
sayılan eylem ve işlemleri görülenler hakkında soruşturma yapmak,
|
Memur
suçlarının kovuşturulmasına ilişkin kanunlar uyarınca memurlar hakkından
tahkikat yapmak,
|
c)
Yetkili merciler tarafından verilen soruşturma görevlerini yapmak,
|
c) Memur
suçlarının kovuşturulma sına ilişkin mevzuat çerçevesinde memurlar hakkında
soruşturma yapmak,
|
d) Denetlenen
ünitelerin amirleri ve gerekli görülen memurları hakkında değerlendirme
belgesi düzenlemek,
|
Denetlenen
milli emlak birimindeki görevlilerin yeterlik, yetenek ve kişisel durumları
hakkında görüş ve önerilerde bulunmak,
|
d)
Denetlenen saymanlıklardaki görevlilerin yeterlik, yetenek ve kişisel
durumları ile çalışma yeri ve koşulları hakkında görüş ve düşüncelerini
yazılı olarak bildirmek,
|
d)
Defterdarın veya milli emlak dairesi başkanının vereceği diğer işleri yapmak
|
e) Kanun,
kararname, tüzük, yönetmelik ve diğer mevzuat hükümleri ile ilgili görüş
bildirmek ve önerilerde bulunmak,
|
Bakanlık
Makamı ve Milli Emlak Genel Müdürlüğünce verilecek diğer görevleri yapmak,
|
e)
Mevzuatın uygulamada aksayan yönlerini ve bu konuya ilişkin düşünce ve
tekliflerini yazılı olarak bildirmek,
|
|
f) Genel
Müdür tarafından verilen diğer görevleri yapmak,
|
|
f)
Yetkili makamlarca verilen diğer işleri yapmak,görev ve yetkilerine
sahiptirler.
|
|
g) Denetim,
araştırma, inceleme ve soruşturma sırasında gizli de olsa bütün defter, dosya
ve belgeleri görmek, istemek, incelemek ve gerektiğinde zimmet karşılığında
almak, görev ve yetkilerine sahiptirler.
|
|
Denetmenler
yukarıda sayılan görevlerini yerine getirirken gizli de olsa konuyla ilgili
her türlü defter, dosya ve belgeleri incelemek ve gerektiğinde zimmet
karşılığında almak yetkisine sahiptirler.
|
|
MALİYE
BAKANLIĞI MERKEZ DENETİM ELEMANLARININ GÖREVLERİ
|
MALİYE
BAKANLIĞI MERKEZ UZMANLARIN GÖREVLERİ
|
MALİYE
BAKANLIĞI MUHASEBAT KONTROLÖRLERİ GÖREV VE ÇALIŞMA YÖNETMELİĞİ
|
MİLLİ
EMİLLİ EMLAK KONTROLÖRLERİ GÖREV VE ÇALIŞMA YÖNETMELİĞİMLAK KONTROLÖRLERİ
GÖREV VE ÇALIŞMA YÖNETMELİĞİ
|
MALİYE
BAKANLIĞI MUHASEBAT GENEL MÜDÜRLÜĞÜ DEVLET MUHASEBE UZMANLARI GÖREV VE
ÇALIŞMA YÖNETMELİĞİ
|
MALİYE
BAKANLIĞI GELİRLER GENEL MÜDÜRLÜĞÜ DEVLET GELİR UZMANLIĞI GÖREV, ÇALIŞMA VE
ATAMA YÖNETMELİĞİ
|
MALİYE
BAKANLIĞI MİLLİ EMLAK GENEL MÜDÜRLÜĞÜ DEVLET MALLARI UZMANLARI GÖREV VE
ÇALIŞMA YÖNETMELİĞİ
|
Madde
9- Muhasebat Kontrolörleri ;
|
Madde
3- Milli Emlak Kontrolörleri;
|
Madde
4 - Devlet Muhasebe Uzmanlarının görevleri şunlardır:
|
Madde
4 - Devlet gelir uzmanlarının görevleri şunlardır:
|
Madde
4- Devlet Malları Uzmanları ;
|
a) Genel
ve Katma Bütçe Saymanlıkları, Genel ve Katma Bütçeli İdarelere bağlı Döner
Sermaye ve Fon Saymanlıkları işlemlerini kanun, kararname, tüzük, yönetmelik
ve ilgili diğer mevzuat hükümlerine
uygunluğu yönünden
denetlemek,
|
Maliye
Bakanlığı Kuruluş Kanunu ile yürütülmesi Milli Emlak Genel Müdürlüğüne
verilen işlerde, Kanunlar, özel anlaşmalar ve sair mevzuatla uygulanması
Milli Emlak genel Müdürlüğüne verilen konularda, Maliye teşkilatının milli
emlak servislerinde, diğer
devlet daireleri
ile müesseselerinde, özel ve tüzel kişiler nezdinde milli emlakla ilgili
her türlü denetleme, inceleme ve soruşturma yapmak, defter ve belgeleri gizli
de olsa incelemek,
|
a)
Kanun, tüzük, yönetmelik, yönerge ve diğer mevzuatta belirtilen iş ve
işlemlerden kendilerine verilenleri yapmak,
|
a) Kanun,
tüzük, yönetmelik, yönerge ve diğer mevzuatta belirtilen iş ve işlemlerden
kendilerine verilenleri yapmak;
|
a) Kanun,
tüzük, yönetmelik, yönerge ve diğer mevzuatta belirtilen iş ve işlemlerden
kendilerine verilenleri yapmak,
|
b) Denetlenen
saymanlıklarda, hesap ve kayıtların muhasebe yönetmelikleri gereğince
düzenlenmelerini sağlamak,
|
b)
Görevleriyle ilgili mevzuatın uygulamada aksayan yönlerine ilişkin görüş ve
önerilerini yazılı olarak bildirmek,
|
b) Görevleriyle
ile ilgili mevzuatın uygulamada aksayan yönlerini ve bu konudaki görüş ve
önerilerini yazılı olarak bildirmek;
|
b) Görevleriyle
ilgili mevzuatın uygulamada aksayan yönlerini ve bu konudaki görüş ve
önerilerini yazılı olarak bildirmek,
|
c) Suç
sayılan eylem ve işlemleri görülenler hakkında soruşturma yapmak,
|
c)
İnceleme, araştırma ve analiz yapmak,
|
c) İnceleme
(Vergi incelemesi hariç), araştırma ve ekonomik-mali analiz yapmak;
|
c) İnceleme,
araştırma ve analiz yapmak,
|
d) Denetlenen
ünitelerin amirleri ve gerekli görülen memurları hakkında değerlendirme
belgesi düzenlemek,
|
Maliye
Bakanlığı Milli Emlak Genel Müdürlüğünün görevleri kapsamına giren konularda
etütler hazırlamak, uygulanan kanun, kararname ve sair konular hakkında
inceleme yapmak ve düşünce bildirmek,
|
d)
Genel Müdürlükçe verilen diğer görevleri yapmak.
|
d) Genel
Müdürlükçe verilen diğer görevleri yapmak
|
d) Genel
Müdürlükçe, verilen diğer görevleri yapmakla görevlidirler.
|
e) Kanun,
kararname, tüzük, yönetmelik ve diğer mevzuat hükümleri ile ilgili görüş
bildirmek ve önerilerde bulunmak,
|
Memur
suçlarının kovuşturulmasına ilişkin kanunlar uyarınca memurlar hakkından
tahkikat yapmak,
|
|
|
|
f) Genel
Müdür tarafından verilen diğer görevleri yapmak,
|
Denetlenen
milli emlak birimindeki görevlilerin yeterlik, yetenek ve kişisel durumları
hakkında görüş ve önerilerde bulunmak,
|
|
|
|
g) Denetim,
araştırma, inceleme ve soruşturma sırasında gizli de olsa bütün defter, dosya
ve belgeleri görmek, istemek, incelemek ve
gerektiğinde zimmet
karşılığında almak, görev ve yetkilerine sahiptirler.
|
Bakanlık
Makamı ve Milli Emlak Genel Müdürlüğünce verilecek diğer görevleri yapmak,
|
|
|
|
TAŞRA
DENETİM ELEMANLARI GÖREVLERİ
|
TAŞRA
UZMANLARI GÖREV VE SORUMLULUKLARI
|
MALİYE
BAKANLIĞI MUHASEBAT GENEL MÜDÜRLÜĞÜ MUHASEBE DENETMENLERİ GÖREV VE ÇALIŞMA
YÖNETMELİĞİ
|
MİLLİ
EMLAK GENEL MÜDÜRLÜĞÜ MİLLİ EMLAK DENETMENLERİ GÖREV VE ÇALIŞMA YÖNETMELİĞİ
|
MALİYE
BAKANLIĞI MUHASEBAT GENEL MÜDÜRLÜĞÜ MUHASEBE UZMANLARI GÖREV VE ÇALIŞMA
YÖNETMELİĞİ
|
MALİYE
BAKANLIĞI MİLLİ EMLAK GENEL MÜDÜRLÜĞÜ MİLLİ EMLAK UZMANLARI GÖREV VE ÇALIŞMA
YÖNETMELİĞİ
|
Madde
4 - Defterdar adına görev yapan denetmenler;
|
Madde
7- Defterdar adına görev yapan denetmenler;
|
Madde
4 - Muhasebe uzmanlarının görevleri şunlardır:
|
Milli
Emlak Uzmanlarının Görevleri
Madde 4- Milli Emlak Uzmanları ;
|
a)
Saymanlıkların işlemlerini mevzuat hükümlerine uygunluğu yönünden denetlemek,
|
a)
Defterdar veya milli emlak dairesi başkanınca onaylanan çalışma programı
çerçevesinde il ve ilçelerdeki milli emlak ve devlet mallarına ilişkin
işlemleri, mevzuata uygunluk yönünden denetlemek ve denetim sırasında milli
emlak ve devlet malları ile ilgili her türlü kayıt ve belgeyi gizli de olsa
incelemek,
|
a)
Kanun, tüzük, yönetmelik, yönerge ve diğer mevzuatta belirtilen iş ve
işlemlerden kendilerine verilenleri yapmak,
|
a)
Kanun, tüzük, yönetmelik, yönerge ve diğer mevzuatta belirtilen iş ve
işlemlerden kendilerine verilenleri yapmak,
|
b)Saymanlıkların
hesap ve kayıtlarının mevzuata uygun olarak düzeltilmelerini sağlamak,
|
b)
Görev alanındaki iş ve işlemlere ilişkin olarak her türlü mal mevcudunu
saymak ve tespit etmek,
|
b)
Görevleriyle ilgili konularda uygulamaya ilişkin görüş ve önerilerde
bulunmak,
|
b)
Görevleriyle ilgili mevzuatın uygulamada aksayan yönlerini ve bu konudaki
görüş ve önerilerini yazılı olarak bildirmekle, görevlidir.
|
c)
Yetkili merciler tarafından verilen soruşturma görevlerini yapmak,
|
c) Memur
suçlarının kovuşturulma sına ilişkin mevzuat çerçevesinde memurlar hakkında
soruşturma yapmak,
|
c)
Amirleri tarafından verilen diğer görevleri yapmak.
|
|
d)
Denetlenen saymanlıklardaki görevlilerin yeterlik, yetenek ve kişisel
durumları ile çalışma yeri ve koşulları hakkında görüş ve düşüncelerini
yazılı olarak bildirmek,
|
d)
Defterdarın veya milli emlak dairesi başkanının vereceği diğer işleri yapmak
|
Muhasebe
Uzmanlarının Sorumlulukları Madde 5 - Muhasebe uzman ve uzman yardımcıları,
saymanlık müdürü ve görevlendirildikleri bölümün yönetiminden sorumlu müdür
yardımcısı tarafından kendilerine verilen görevlerin mevzuata uygun olarak ve
zamanında yerine getirilmesinden müdür ve müdür yardımcılarına karşı
sorumludurlar.
|
Milli
Emlak Uzmanlarının Sorumlulukları Madde 5- Milli emlak uzman ve uzman
yardımcıları, görevlendirildikleri bölümün yönetiminden sorumlu müdür
yardımcısı tarafından kendilerine verilen görevleri mevzuata uygun olarak ve
zamanında yerine getirmekten dolayı müdür yardımcılarına karşı sorumludurlar.
Milli emlak uzman ve yardımcıları verilen işlerin zamanında ve doğru olarak
yerine getirilmemesinden doğan hazine zararlarından sorumlu tutulurlar.
|
e)
Mevzuatın uygulamada aksayan yönlerini ve bu konuya ilişkin düşünce ve
tekliflerini yazılı olarak bildirmek,
|
|
|
|
f)
Yetkili makamlarca verilen diğer işleri yapmak, görev ve yetkilerine
sahiptirler.
|
|
|
|
Denetmenler
yukarıda sayılan görevlerini yerine getirirken gizli de olsa konuyla ilgili
her türlü defter, dosya ve belgeleri incelemek ve gerektiğinde zimmet
karşılığında almak yetkisine sahiptirler.
|
|
|
|
Kriter
|
BÖYLEYDİ
|
BÖYLE
OLDU
|
Merkez
Uzmanlıkları
|
Vergi/Muhasebe/Milli
Emlak Denetmeni
|
Taşra
Uzmanlıkları
|
Merkez
Uzmanlıkları
|
Vergi/Muhasebe/Milli
Emlak Denetmeni
|
|
Merkez
Uzmanlıkları
|
Mesleki
Statü
|
Maliye
Bakanlığı merkez teşkilatı uzmanlık kadroları
|
Maliye
Bakanlığı taşra teşkilatı denetim elemanı kadroları
|
Maliye
Bakanlığı taşra teşkilatı uzmanlık kadroları
|
Maliye
Bakanlığı merkez teşkilatı 'Maliye Uzmanı' kadrosu
|
Bakana
bağlı 'Vergi Müfettişi' kadrosu
|
Taşra
teşkilatı 'Defterdarlık Uzmanı'
kadrosu
|
Taşra
teşkilatı 'Defterdarlık Uzmanı' ve 'Gelir Uzmanı' kadrosu
|
Mesleğe
Alınma
|
Mesleğe
özel yarışma sınavı ile sadece kurum içinde çalışanlara açık sınav
|
Mesleğe
özel yarışma sınavı
|
Mesleğe
özel yarışma sınavı ile sadece kurum içinde çalışanlara açık sınav
|
Mesleğe
özel yarışma sınavı
|
Mesleğe
özel yarışma sınavı
|
Mesleğe
özel yarışma sınavı
|
Mesleğe
özel yarışma sınavı
|
Yetişme
dönemi ve yeterlik sınavı
|
3
yıllık yetişme döneminden sonra yeterlik sınavında başarılı olanlar ve
mesleğin gerektirdiği özellikleri taşıyanlar merkez uzmanlığı kadrolarına
atanırlar.
|
3
yıllık yetişme döneminden sonra yeterlik sınavında başarılı olanlar ve
mesleğin gerektirdiği özellikleri taşıyanlar denetmenlikkadrolarına
atanırlar.
|
3
yıllık yetişme döneminden sonra yeterlik sınavında başarılı olanlar ve
mesleğin gerektirdiği özellikleri taşıyanlar taşra uzmanlığı kadrolarına
atanırlar.
|
Yeni
alınacaklarda, en az 3 yıl fiilen çalışmak, hazırlayacakları uzmanlık tezinin
kabul edilmesi, yeterlik sınavında başarılı olmak ve (C) düzeyinde yabancı
dil bilgisi
|
3
yıllık yetişme döneminden sonra yeterlik sınavında başarılı olanlar ve
mesleğin gerektirdiği özellikleri taşıyanlar vergi müfettişi kadrolarına
atanırlar.
|
3
yıllık yetişme döneminden sonra yeterlik sınavında başarılı olanlar ve
mesleğin gerektirdiği özellikleri taşıyanlar Defterdarlık Uzmanı kadrolarına
atanırlar
|
3
yıllık yetişme döneminden sonra yeterlik sınavında başarılı olanlar ve
mesleğin gerektirdiği özellikleri taşıyanlar Defterdarlık Uzmanı ve Gelir
Uzmanı kadrolarına atanırlar
|
Özel
Hizmet Tazminatı
|
%
120
|
%
130
|
%
120
|
%
130
|
%
210
|
%
130
|
%
120
|
Ek
Gösterge (1. Derece)
|
2200
|
2200
|
2200
|
3600
|
3600
|
2200
|
2200
|
Makam
Tazminatı
|
0
|
0
|
0
|
2000
|
2000
|
0
|
0
|
Bağlı
çalışılan amir ve disiplin amiri
|
Daire
Başkanı veya
şube müdürü
|
Defterdar
|
Müdür
veya Müdür Yardımcısı
|
Daire
Başkanı veya şube müdürü
|
Vergi
Denetim Kurulu Başkanı
|
Müdür
veya Müdür Yardımcısı
|
Müdür
veya Müdür Yardımcısı
|
Diğer
yandan, Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadına göre, aynı hukuksal duruma
bağlı olanlar aynı, ayrı hukuksal duruma bağlı olanlar farklı durumlara tabi
tutulursa Anayasanın 10 uncu maddesine aykırılıktan söz edilmemesi
gerekmektedir.
659
sayılı KHK'nın iptali istenen hükümlerine göre ise, Maliye
Bakanlığında merkezi denetim elemanı olarak görev yapan muhasebat kontrolörleri
ve milli emlak kontrolörleri 'maliye uzmanı' unvanlı kadroya, Maliye Bakanlığı
taşra teşkilatında denetim elemanı olarak görev yapan muhasebe denetmenleri ve
milli emlak denetmenleri 'defterdarlık uzmanı' kadrosuna
atanmışlardır.
659
sayılı KHK ile; doğrudan genel müdüre bağlı olarak denetim, inceleme
ve soruşturma yapmak olan Muhasebat ve Milli Emlak Kontrolörlerinin, bağlı
oldukları genel müdürlüklerin görev alanına giren iş ve işlemleri şube müdürüne
bağlı olarak yürütmek ve görev alanına giren konularda araştırma, inceleme ve
analiz yapmak olan Devlet Bütçe Uzmanı, Mali Suçları Araştırma Uzmanı, Devlet
Muhasebe Uzmanı, Devlet Gelir Politikaları Uzmanı ve Devlet Malları Uzmanı
unvanlı kadrolarda bulunanlarla birlikte, daha öncesinde Strateji Geliştirme
Başkanlığı Bünyesinde bu başkanlığın görev alanına giren iş ve işlemleri yapmak
üzere istihdam edilen 'Maliye Uzmanı' unvanlı kadrolara; doğrudan defterdara
bağlı olarak denetim ve soruşturma yapmakla görevli Muhasebe ve Milli
Emlak Denetmenlerinin ise çalıştığı birimin görevlerini müdür
yardımcısına bağlı olarak yapmak ve görevleriyle ilgili konularda görüş ve
öneri geliştirmek olan Muhasebe ve Milli Emlak Uzmanlarıyla 'Defterdarlık
Uzmanı' unvanlı kadrolara atanmaları bu yönüyle de eşitlik ilkesine aykırılık
teşkil etmektedir.
Çünkü
milli emlak kontrolörleri ve muhasebat kontrolörleri ile Bakanlıkta halen görev yapan uzmanlar arasında gerek mesleğe
giriş, gerek yetişme ve gerekse yeterlik sınavları açısından ciddi farklılıklar
söz konusudur. Uzmanların bir kısmının gerçek anlamda kariyer meslek sahibi
oldukları da tartışmalıdır. Şöyle ki; 5436 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol
Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun ile Maliye Bakanlığında görevli bazı personele uzman olma imkanı getirilmiştir.
Bu Kanun'un geçici 1 inci maddesinin (9), (10), (12) ve (13) numaralı
fıkralarında aşağıdaki hükümler yer almıştır:
'Bu
Maddenin yürürlüğe girdiği tarihte; Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol
Genel Müdürlüğünün Şube Müdürü kadrolarında bulunan ve Devlet Bütçe Uzman
Yardımcılığı giriş sınavına katılabilmek için gerekli öğrenim şartını
taşıyanlardan, 30.6.2006 tarihine kadar bir defaya mahsus olmak üzere yapılacak
ve usûl ve esasları Maliye Bakanlığınca belirlenecek yazılı ve sözlü
sınavlarda başarılı olan en fazla 20 kişi Devlet Bütçe Uzmanı, Milli Emlak
Genel Müdürlüğünün Şube Müdürü kadrolarında bulunan ve Devlet Malları Uzman
Yardımcılığı giriş sınavına katılabilmek için gerekli öğrenim şartını
taşıyanlardan, 30.6.2006 tarihine kadar bir defaya mahsus olmak üzere yapılacak
ve usûl ve esasları Maliye Bakanlığınca belirlenecek yazılı ve sözlü
sınavlarda başarılı olan en fazla 20 kişi Devlet Malları Uzmanı kadrolarına
atanırlar.
2.1.2006
tarihi itibarıyla Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğünün
genel idare hizmetleri sınıfına dahil kadrolarında bulunan ve Devlet
Bütçe Uzman Yardımcılığı giriş sınavına katılabilmek için gerekli öğrenim
şartını taşıyanlardan, 30.6.2006 tarihine kadar bir defaya mahsus olmak üzere
yapılacak ve usûl ve esasları Maliye Bakanlığınca belirlenecek yazılı
ve sözlü sınavlarda başarılı olan en fazla 30 kişiden; Bütçe Dairesi Başkan
Yardımcısı ve Şef kadrosunda bulunanlar bir yıl, diğerleri ise üç yıl sonunda
yapılacak Devlet Bütçe Uzmanlığı yeterlik sınavına girmeye hak kazanırlar ve bu
sınavda başarılı olanlar Devlet Bütçe Uzmanı kadrolarına atanırlar.'
'Bu
Maddenin yürürlüğe girdiği tarihte Maliye Bakanlığı Muhasebat Genel Müdürlüğü
teşkilâtında Şube Müdürü, Muhasebe Müdürü, Malmüdürü, Saymanlık Müdürü ve Muhasebe
Denetmeni kadrolarında bulunan ve Devlet Muhasebe Uzman Yardımcılığı giriş
sınavına katılabilmek için gerekli öğrenim şartını taşıyanlardan, 30.6.2006
tarihine kadar bir defaya mahsus olmak üzere yapılacak ve usûl ve
esasları Maliye Bakanlığınca belirlenecek yazılı ve sözlü sınavlarda başarılı
olan en fazla 60 kişi Devlet Muhasebe Uzmanı kadrolarına atanırlar. Şube
Müdürü kadrolarında bulunanlardan bu şekilde Devlet Muhasebe Uzmanı kadrolarına
atananların kadro unvanları, atama tarihi itibarıyla Devlet Muhasebe Uzmanı
olarak değiştirilmiştir. Muhasebat Genel Müdürlüğüne tahsis edilmiş Şube Müdürü
kadro unvanlarından 8 adedi dışındakiler 30.6.2006 tarihi itibarıyla iptal
edilmiş olup, bu sayının üzerindeki Şube Müdürleri Muhasebat Genel Müdürlüğüne tahsis
edilmiş eşdeğer diğer kadrolara anılan tarihten önce atanır.
Bu
Maddenin yürürlüğe girdiği tarihte Maliye Bakanlığı Milli Emlak Genel
Müdürlüğünün merkez teşkilâtında genel idare hizmetleri sınıfına dahil kadrolarında
bulunan ve Devlet Malları Uzman Yardımcılığı giriş sınavına katılabilmek için
gerekli öğrenim şartını taşıyanlardan, 30.6.2006 tarihine kadar bir defaya
mahsus olmak üzere yapılacak ve usûl ve esasları Maliye Bakanlığınca belirlenecek
yazılı ve sözlü sınavlarda başarılı olan en fazla 30 kişiden; şef ve uzman
kadrolarında bulunanlar bir yıl, diğerleri ise üç yıl sonunda yapılacak Devlet
Malları Uzmanlığı yeterlik sınavına girmeye hak kazanırlar ve bu sınavda
başarılı olanlar Devlet Malları Uzmanı kadrolarına atanırlar.'
Görüldüğü
üzere geçici 1 inci maddenin yukarıya alınan fıkraları ile Maliye Bakanlığı
merkez teşkilatında görevli personele, kurum içi yapılan sınavlarla uzman
olma imkanı getirilmiştir. Ancak, şartları taşıyan bütün adaylar
yerine, sadece Maliye Bakanlığı personeline açık bir giriş sınavının, yasal
olmakla birlikte, ne derece kariyer meslek giriş sınavı olarak kabul göreceği
de tartışmalıdır.
Buna
karşılık bugüne kadar milli emlak kontrolörlüğü ya da muhasebat kontrolörlüğü
veya denetmenlik unvanlı kadrolara, kariyer meslek yarışma sınavı
dışında, geçici maddeler gereği yapılan sınavlar sonucu atama yapılmamıştır.
Kurum
içi sınavlarla uzman kadrosuna atananların Milli Emlak ve Muhasebat
Kontrolörleriyle aynı kadroya atanmaları eşitlik ilkesiyle bağdaşmadığı gibi,
kurum içi sınavlarla uzman kadrosuna atananlar, Milli Emlak ve Muhasebat
Kontrolörleriyle 'Maliye Uzmanı' kadro görev unvanı altında birleştirilirken;
kariyer mesleğin bütün özelliklerini taşıyan Muhasebe ve Milli Emlak Denetmenlerinin dışarıda
bırakılarak 'Defterdarlık Uzmanı' kadrosuna atanması da eşitlik ilkesiyle
bağdaştırılamaz.
İptali İstenen Hükümlerin 'Yetki Saptırması' Yoluyla Anayasal
Güvence Altındaki Hak Arama Özgürlüğünü Ortadan Kaldırması
659 sayılı KHK'nin 17 nci maddesinin (5) numaralı
fıkrasının (h) bendi ile 178 sayılı KHK'ye eklenen geçici 14 üncü maddesi ile
659 sayılı KHK'nin yayımı tarihinde; Muhasebat Başkontrolörü, Milli
Emlak Başkontrolörü, Muhasebat Kontrolörü, Milli Emlak Kontrolörü, Devlet
Bütçe Uzmanı, Mali Suçları Araştırma Uzmanı, Devlet Muhasebe Uzmanı, Devlet
Gelir Politikaları Uzmanı ve Devlet Malları Uzmanı kadrolarında bulunanların,
'Maliye Uzmanı' kadrolarına ve bunların yardımcıları ile stajyerlerinin,
'Maliye Uzman Yardımcısı' kadrolarına; Muhasebe Denetmeni, Milli Emlak
Denetmeni, Muhasebe Uzmanı ve Milli Emlak Uzmanı kadrolarında bulunanların,'
Defterdarlık Uzmanı' kadrolarına ve bunların yardımcılarının ise 'Defterdarlık
Uzman Yardımcısı kadrolarına' başka bir işleme gerek kalmaksızın halen
bulundukları kadro dereceleriyle atanmış sayılacakları hükme bağlanmaktadır.
Anayasanın 8 inci maddesinde, yürütme yetkisi ve görevinin
Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun
olarak kullanılacağı; 125 inci maddesinde, idarenin her türlü eylem ve
işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu; İkinci Kısmının İkinci Bölümünün
36 ncı maddesinde, herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahip olduğu; 91 inci maddesinde ise Anayasanın ikinci
kısmının birinci ve ikinci bölümünde yer alan temel haklar, kişi hakları ve
ödevleri ile dördüncü bölümünde yer alan siyasi haklar ve ödevlerin yasa
gücünde kararnamelerle düzenlenemeyeceği kurallarına yer verilmiştir.
659 sayılı KHK'nin 17 nci maddesinin (5) numaralı
fıkrasının (h) bendi ile 178 sayılı KHK'ye eklenen geçici 14 üncü maddesiyle,
özü ve niteliği itibariyle idari bir işlem olan ve idari işlemle yapılması
gereken 'atama' işleminin, yasa gücünde kararname ile yapılmasıyla; bir yandan
yürütmenin 'atama' yetkisine Anayasanın 8 inci maddesine aykırı bir şekilde
yasama organı tarafından yetkisiz olarak el atılırken; diğer yandan kişilerin
Anayasanın 125 inci maddesinde güvence altına alınan idari işleme karşı yetkili
merciler nezdinde hak arama özgürlükleri, Anayasanın 36 ncımaddesine
aykırı bir şekilde ellerinden alınmakta; ve ayrıca kişilerin hak
arama özgürlüklerinin yasa gücünde kararname ile düzenlenmesi Anayasanın 91
inci maddesiyle de bağdaşmamaktadır.
Başka bir anlatımla 'atama', 'görevden alma', 'nakil', 'geçici
görev' vb. idari işlemlerdir. Devlet memurlarının atanmalarındaki usule göre
görevden alınmaları da kamu hukukunun temel ilkelerinden biridir. 2451 sayılı
Bakanlıklarda ve Bağlı Kuruluşlarda Atama Usulüne İlişkin Kanunun 2 nci maddesinin
ikinci fıkrasındaki, 'Bunların nakilleri ve görevden alınmaları da aynı usule
göre olur.' şeklindeki hüküm sadece 2451 sayılı Kanuna ekli (1) ve (2) sayılı
Cetvelde sayılanları değil, ilkesel olarak tüm kamu personelini kapsayan temel
bir hükümdür.
Yasakoyucunun, kamu yararından başka bir amaca, kişilerin Anayasal
hak arama özgürlüklerini ortadan kaldırma amacına ulaşmak için,
yürütmenin/idarenin yetkisinde olan idari atama işlemini yasayla düzenlemesi
bir 'yetki saptırması'dır ve bu yetki saptırması amaç öğesi bakımından
yasanın sakatlığına yol açarak, yasayı Anayasanın 2 nci maddesinde
belirtilen hukuk devleti ilkesine aykırı hale getirir.
659 sayılı KHK'nin 17 nci maddesinin (5) numaralı
fıkrasının (h) bendi ile 178 sayılı KHK'ye eklenen geçici 14 üncü maddesiyle
'Maliye Uzmanlığı' ile 'Defterdarlık Uzmanlığı' kadrolarına yasa gücünde
kararnameyle atanmış sayılanların, hukuka uygun yol olan idari işlemle
atanmaları durumunda, Anayasanın 125 inci maddesine göre idarenin her türlü
eylem ve işlemine karşı yargı yolu açık olduğundan kişiler Anayasanın 36 ncı maddesinde
güvence altına alınan hak arama özgürlükleri kapsamında yetkili yargı
mercilerinde dava açabileceklerdi. Atamanın yasa gücünde kararnameyle
yapılması, kişilerin Anayasanın 36 ncı maddesinde güvence altına
alınan yetkili yargı mercilerinde davacı olarak hak arama özgürlüklerini
kullanmalarını engellediğinden iptali istenen düzenleme Anayasanın 36 ncı maddesine
aykırıdır. Anayasanın 36 ncı maddesindeki hak arama özgürlüğünün yasa
gücünde kararname ile engellenmesi ise, Anayasanın 91 inci maddesindeki yasak
alana girdiğinden düzenleme Anayasanın 91 inci maddesine de aykırıdır.
İptali
İstenen Hükümlerin Görevlerini Sürdürmelerini Engellemesi
Anayasanın
dördüncü bölümünün siyasi haklar ve ödevler kapsamındaki 70 inci maddesinde
düzenlenen kamu hizmetine girme hakkı, söz konusu hizmete girenlerin
görevlerinde kalma hakkına da güvence oluşturmakta ve siyasi haklar ve ödevler,
Anayasanın 91 inci maddesine göre kanun hükmünde kararname ile düzenlenemeyecek
yasak alan içinde bulunmaktadır.
Kişilerin
statü hukukuna göre elde ettikleri kariyer meslek unvanlarının ellerinden
alınması ve görevlerini mesleki statülerinde ve mesleki unvanlarıyla
sürdürmelerinin engellenmesi, Anayasanın 70 inci maddesine aykırı olmanın
yanında bunun kanun hükmünde kararname ile yapılması, ayrıca 91 inci
maddesindeki kuralla da bağdaşmamaktadır.
Yukarıda
ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu
İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Kamu Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin
Kanun Hükmünde Kararnamenin 17 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının
(a), (b), (c) ve (ç) bentleri; (4) numaralı fıkrasının (a) bendi; (5) numaralı
fıkrasının (c), (ç), (d), (e), (g), (ğ) ve (h) bentleri, Anayasanın
Başlangıcının dördüncü fıkrası ile 2 nci, 7 nci, 10 uncu, 36 ncı,
70 inci, 87 nci ve 91 inci maddelerine aykırı olduğundan iptali
gerekir. Söz konusu hükümlerin yürürlüğünün durdurularak iptal
edilmesiyle, söz konusu hükümlerle yürürlükten kalkan düzenlemelerin tekrar
yürürlük kazanmaları için, aynı gerekçelerle 659 sayılı KHK'nin yürütmeye
ilişkin 19 uncu maddesinin de iptali gerekir.
IV.
YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ
1)
659 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile değişiklik yapılan yasa ve yasa gücünde
kararnamelerin, 6223 sayılı Yetki Kanununun kapsamı içinde olmaması, 659 sayılı
Kanun Hükmünde Kararname ile yapılan düzenlemelerin, Yetki Yasasının amaç ve
ilkeleriyle bağdaşmaması yanında Anayasanın öngördüğü 'ivedilik', 'zorunluluk'
ve 'önemlilik' şartlarını taşımaması ve 659 sayılı KHK ile kamunun mülkiyet
haklarına ilişkin düzenlemeler yapılması nedenleriyle, 659 sayılı KHK'nin
tümünün ve ayrı ayrı tüm maddeleri ile Listenin yürürlüğünün
durdurularak kamu hizmetlerinden yararlananlar ile vergi mükelleflerinin
ileride telafisi mümkün olmayan zarar ve ziyanlardan korunması gerekeceği
değerlendirilmektedir.
2)
659 sayılı KHK'nin 9 uncu, 10 uncu, 11 inci ve 12 nci maddeleriyle,
genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri ile özel bütçeli idarelerin, mülkiyete
ilişkin her türlü hak ve menfaatleri ile asıl alacak ve ferileri ile
sözleşmeden doğan haklarının yargıya başvurmadan veya yargı organı dışında sulh
yoluyla çözülmesine ilişkin düzenlemeler Anayasanın 35 inci maddesine aykırıdır
ve genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri ile özel bütçeli idarelerin ve
dolayısıyla tüm yurttaşların ileride telafisi olmayan zarar ve ziyanlarına
yol açaçaktır.
3)
659 sayılı KHK'nın 17 nci maddesindeki iptali istenen
hükümler Anayasaya aykırılığın yanında, uygulanması halinde Maliye Bakanlığı
teşkilatında istihdam edilen merkez ve taşra denetim elemanları ile taşra
kadrolarında istihdam edilen uzmanların, sonradan giderilemeyecek maddi ve
manevi büyük kayıplarına yol açacak, telafisi imkansız zararlar
doğuracaktır. Ayrıca, bağımsızlığı ve tarafsızlığı ortadan kaldırılmış bir
denetimden bir bütün olarak kamunun ve yurttaşların öngörülemeyen zararları
olacaktır.
Öte
yandan, Anayasal düzenin hukuka aykırı kural ve düzenlemelerden en kısa sürede
arındırılması, hukuk devleti olmanın en önemli gerekleri arasında
sayılmaktadır. Anayasaya aykırılıkların sürdürülmesi, özenle korunması gereken
hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyecektir. Hukukun üstünlüğünün
sağlanamadığı bir düzende, kişi hak ve özgürlükleri güvence altında
sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesi hukuk devleti yönünden giderilmesi
olanaksız durum ve zararlara yol açacaktır.
Bu
zarar ve durumların doğmasını önlemek amacıyla, Anayasaya açıkça aykırı olan ve
iptali istenen hükümlerin iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin de
durdurulması istenerek Anayasa Mahkemesine dava açılmıştır''
B-
İtiraz Başvurularının Gerekçe Bölümleri
Şöyledir:
1- E.2012/34 sayılı itiraz başvurusunun gerekçe bölümü şöyledir:
'Batman
İl (Tarım) Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü'nde şube müdürü olarak görev
yapmakta iken, Gümüşhane İl (Tarım) Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü'ne
atanmasına ilişkin 28.04.2011 tarih ve 150 sayılı işlemin iptali istemiyle
açılan davada gereği görüşüldü:
1-
Davaya Konu Olay:
Türkiye
Cumhuriyeti Anayasası'nın 11. maddesinin 2. fıkrasında, kanunların Anayasa'ya
aykırı olamayacağı belirtilmiş; 152. maddesinde de, 'Bir davaya bakmakta olan
mahkeme, uygulanacak bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin hükümlerini
Anayasaya aykırı görürse veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık
iddiasının ciddî olduğu kanısına varırsa, Anayasa Mahkemesinin bu konuda
vereceği karara kadar davayı geri bırakır. Mahkeme, Anayasaya aykırılık
iddiasını ciddî görmezse bu iddia, temyiz merciince esas hükümle birlikte
karara bağlanır. Anayasa Mahkemesi, işin kendisine gelişinden başlamak üzere
beş ay içinde kararını verir ve açıklar. Bu süre içinde karar verilmezse
mahkeme davayı yürürlükteki kanun hükümlerine göre sonuçlandırır. Ancak,
Anayasa Mahkemesinin kararı, esas hakkındaki karar kesinleşinceye kadar
gelirse, mahkeme buna uymak zorundadır. Anayasa Mahkemesi'nin işin esasına
girerek verdiği red kararının Resmî Gazetede yayımlanmasından sonra
on yıl geçmedikçe aynı kanun hükmünün Anayasaya aykırılığı iddiasıyla tekrar
başvuruda bulunulamaz.' hükmüne yer verilmiştir.
Anayasa'nın
152. madde hükmüne göre, bir davaya bakmakta olan mahkemenin itiraz yoluyla bir
kanun hükmünün iptali için Anayasa Mahkemesi'ne başvurabilmesi için iptali
istenen kuralın davada uygulanacak nitelikte bir kural olması gerekir.
2-
Uygulanacak Yasa Kuralı Sorunu:
Davacı
tarafından, adına tesis edilen 28.04.2011 tarih ve 150 sayılı işlemin iptali
istemiyle açılan davada idare lehine karar verilmesi durumunda, 659 sayılı
Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk
Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin 14. maddesinin
1. fıkrasında yer alan, '...davaların idareler lehine neticelenmesi halinde,
bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre
hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekalet ücreti
takdir edilir.' hükmü gereğince, davalı idarenin Hukuk Müşaviri tarafından
temsil edilmesi nedeniyle, bakılan davada uygulanacak bir kural niteliğinde olduğu
açıktır.
3-
İtiraza Konu Yasa Kuralı:
659
sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk
Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin 14. maddesinin
1. fıkrasında yer alan, '...hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri,
hukuk müşavirleri...' ibarelerinin iptali ve yürütülmesinin durdurulması
istenilmektedir. {C}{C}{C}{C}{C}{C}{C}
4-
Dayanılan Anayasa Kuralları:
a)
Anayasa'nın 2. maddesinde, 'Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli
dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk
milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.'
b)
Anayasa'nın 5. maddesinde, 'Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin
bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve
demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu
sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet
ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal
engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli
şartları hazırlamaya çalışmaktır.'
c)
Anayasa'nın 36. maddesinin 1. fıkrasında, 'Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.'
d)
Anayasa'nın 141. maddesinin 4. fıkrasında, 'Davaların en az giderle ve mümkün
olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.' hükümlerine yer
verilmiştir.
5-
İtiraza Konu Yasa Kuralının Kapsamı ve Sonuçları:
a)
Kapsamı:
İtiraza
konu olan 659 sayılı KHK'nın 14. maddesinin 1. fıkrasında yer alan '...hukuk
birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri...' ibarelerinin,
anılan maddenin bütünüyle değerlendirildiğinde, idarelerin taraf olduğu
davalarda, idareleri vekil sıfatıyla anılan görevliler tarafından temsil
edilmesi halinde, bu davaların idareler lehine sonuçlanması durumunda, 1136
sayılı Avukatlık Kanunu uyarınca her yıl çıkarılan Avukatlık Asgari Ücret
Tarifesi'nde belirtilen miktarda vekalet ücreti hükmedilecektir.
b)
Sonuçları:
659
sayılı KHK'nın 2. maddesinin (ç) bendi uyarınca, 5018 sayılı Kamu
Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu'na ekli (1) ve (11) sayılı cetvellerde
belirtilen kamu idarelerinden, davalarını avukatla takip etmeyen idareler
aleyhine açılan veya bu idareler tarafından açılan davaları, itiraza konu
'hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri'
vasıtasıyla takip etmeleri durumunda, idarelerin lehine sonuçlanması halinde
vekâlet ücreti hükmedilmesi kararlaştırılmıştır. Böylelikle, avukat
tarafından takip edilmese dahi, vekâlet ücretine hükmedileceğinden, idareler
lehine sonuçlanan bütün davalarda vekâlet ücreti ödenmesi gerekecektir.
6-
Anayasaya Aykırılık Nedenleri:
Anayasa'nın
2. maddesinde, Cumhuriyet'in nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti; insan
haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve
işlemleri hukuka uygun olan her alanda bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek
sürdüren, konulan kurallarda adalet ve hakkaniyet ölçülerini göz önünde tutan,
hakların elde edilmesini kolaylaştıran, hukuku tüm devlet organlarına egemen
kılan, Anayasa ve yasalarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık ve hak arama
özgürlüğünün önündeki engelleri kaldıran devlettir.
Anayasamızın
36. maddesiyle güvence altına alınan dava yolu ile hak arama özgürlüğü, bir
temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden
gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili
güvencelerden birini oluşturmaktadır.
Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesiyle güvence altına alınan adil yargılanma
hakkının gerçekleşme aracı olan 'mahkemeye erişim hakkı'nın, fiilen ve
etkili bir şekilde sağlanması ve bu hakkın kullanılmasının bireyler yönünden
kısıtlanmaması ya da vazgeçirici hükümlere yer verilmemesi gerekmektedir.
Bu
kapsamda, idari yargı yerlerinde görülmekte olan davaların niteliği gereği,
idareler tarafından, kişinin rıza ve muvafakatine bağlı olmaksızın idarenin tek
yanlı olarak kamu gücü ayrıcalığından yararlanan, hukuki sonuç doğurmaya
yönelik irade açıklaması olarak tanımlanabilen idari işlemler, üstün kamu gücü
kullanılan işlemler olmasının yanında, 'hukuka uygunluk karinesi'ndende
yararlanırlar. Bu karine uyarınca idare, hak sahibi olmak için herhangi bir
mahkemeye başvurmak zorunda olmamasına karşın, bu işlemlerin hukuki denetiminin
sağlanması amacıyla bireylerin mahkemeye başvurmaları zorunludur. Açılan
davaların da, söz konusu karineden yararlanan idari işlemlerin 'hukuki
denetiminin sağlanması' amacıyla açıldığında kuşku bulunmamaktadır.
İdari
işlemlere karşı açılan davalarda, avukatlık hizmetinden yararlanmanın isteğe
bağlı olduğu ülkemizde, hukuki yardım amacıyla vekâlet sözleşmesi yapılarak
avukat tarafından dava açılabildiği gibi, doğrudan bireyler tarafından da dava
açılabilmektedir. Mahkemelerce, idari işlemin hukuka aykırı olduğu tespit
edilerek işlemin iptaline karar verilmesi halinde, davacı lehine avukatlık
ücretine hükmedilmekte, yine aynı şekilde avukat tarafından temsil edilen
idareler açısından da, işlemin hukuka uygun olduğu tespit edilerek davanın
reddine karar verilmesi halinde de idare lehine, avukatlık ücretine
hükmedilmektedir. Avukat tarafından temsil edilmeyen idareler lehine -vekil
aracılığıyla dava açmayan bireylerde olduğu gibi- herhangi bir avukatlık
ücretine hükmedilmemekte iken, yapılan düzenleme ile, avukat
tarafından temsil edilmemekle birlikte, davanın hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri,
hukuk müşavirleri tarafından takip ve temsil edilmesi durumunda 'vekâlet
ücreti' ödenmesi öngörülmektedir.
Yapılan
düzenlemenin gerekçesinde, '...artık idarelerin davaları ve icra
işlemlerini avukatla takip edip etmediğine bakılmaksızın, davaların idarelerin
lehine sonuçlanması halinde vekaletücretine hükmedilmesi öngörülmekte
böylece bu konuda davalarını avukatla takip etmeyen idareler aleyhine oluşan
aleyhe ve tarafların eşitliğine uygun düşmeyen durum ortadan kaldırılmaktadır.'denilmek
suretiyle, davaların kazanılması halinde; davasını avukatla takip eden bireyler
lehine avukatlık ücretine hükmedildiği, ancak avukatla temsil edilmeyen idare
lehine avukatlık ücretine hükmedilmemesinden doğan duruma dikkat çekilmiştir.
Düzenlemeyle,
anılan gerekçede de belirtildiği üzere, avukatla temsil edilmeyen idareler
aleyhine ve tarafların eşitliğine aykırı oluştuğu belirtilen durumun
giderildiğinin amaçlandığı anlaşılmakta ise de, davasını avukatla temsil edilen
idareler lehine sonuçlanan davalarda zaten idare lehine avukatlık ücretine
hükmedilmekte iken, söz konusu düzenleme ile, avukatla temsil
edilmeyen idareler lehine de vekalet ücreti hükmedilecektir. Ancak, avukatlık
hizmetinden yararlanmanın isteğe bağlı olduğu ülkemizde, idari işlemlere karşı
hukuki yardım amacıyla vekâlet sözleşmesi yapılarak avukat tarafından dava
açılabileceği gibi, doğrudan bireyler tarafından da dava açılabilmektedir.
Böyle durumlarda, dava açan birey lehine herhangi bir avukatlık ücretine
hükmedilmemektedir.
Bu
nedenle, 659 sayılı KHK uyarınca davalarını avukatla takip etme hak ve yetkisine
sahip olan idarelerin, davalarını avukatla takip etmeyip, avukat olmayan hukuk
birimi amiri, muhakematmüdürü ve hukuk müşavirince Vekil sıfatıyla'
davaları takip ettiği gerekçesiyle vekâlet ücretine hükmedilmesi, idareler
aleyhine herhangi bir durum olmadığı gibi, tarafların eşitsizliğinden de söz
etme olanağı bulunmamaktadır. Hatta, yapılan düzenlemeyle, davasını
vekille takip etmeyen bireyler aleyhine bir durum yaratılmıştır.
Diğer
yandan, idarelerin re'sen ve üstün kamu gücüne dayalı olarak tesis
ettiği işlemlerin, hukuka uygunluk denetiminin yapılabildiği yegane yol
olan yargı yoluna başvurulmasının, kanunlarda getirilen sınırlama dışında
getirilecek olan dolaylı sınırlamaların da 'makul' olması ve ülkenin içinde
bulunduğu ekonomik koşullar gereğince 'yüksek yargılama gideri' tehdidi
içermemesi gerekmektedir.
Düzenleme ile, avukatlık
hizmeti almayan idareler lehine de, iptal istemine konu görevliler tarafından
temsil edilmesi halinde vekalet ücretine (2012 yılı itibariyle duruşmalı
davalarda 1.200,00 TL; duruşmasız davalarda 600,00 TL) hükmedilmesi esası
getirilmek suretiyle, idari işlemlere karşı dava açacak olan bireyler yönünden
adalete erişimde 'maliyet sorunu' ortaya çıkmış, idari işlemlere karşı vekil
aracılığıyla veya bizzat birey tarafından açılacak davalarda, davanın reddi
halinde vekâlet ücretine hükmedilecek olması nedeniyle, davacılar aleyhine bir
durum yaratılmış, böylelikle 'adalete erişim' hakkının kullanılmasında
'dolaylı' kısıtlama getirilmiştir. Bunun sonucu olarak, idareler aleyhine
açılacak davalarda, yüksek olan vekâlet ücreti ödeme riski nedeniyle, bireyleri
dava açmaktan vazgeçirmesi sonucunu doğuracaktır.
7-
Sonuç olarak:
İdarelerin
üstün kamu gücüne dayanarak re'sen tesis ettikleri ve hukuka uygunluk
karinesinden yararlanan idari işlemlerin hukuka uygunluğunun denetlenmesinin,
hukuk devleti ilkesinin gereği olması nedeniyle, bu hakkın kullanılmasına
getirilecek olan sınırlamaların 'ölçülü' olması gerekmektedir, idareler
aleyhine açılan davalarda, avukatla temsil edilmeyen idareler lehine, davaların
vekil sıfatıyla hukuk birimi amiri, hukuk müşaviri ve muhakemat müdürü
tarafından takip edildiği gerekçesiyle, vekâlet ücretine hükmedilmesi,
Anayasa'nın 2. maddesinde ifadesini bulan ve Anayasa Mahkemesi'nin yerleşik
kararlarına göre, güçsüzleri güçlüler karşısında koruyarak gerçek eşitliği,
yani hukuk Devleti ilkesi, Devletin temel amaç ve görevlerini belirleyen 5.
maddesindeki, '...kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve
adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal
engelleri kaldırma...' kuralına, 36. maddesindeki, 'Herkes, meşru vasıta ve
yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak
iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.' ve 141. maddesinin 4.
fıkrasındaki, 'Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle
sonuçlandırılması, yargının görevidir.' ilkelerine aykırı olduğu sonucuna
varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle; bir davaya bakmakta olan mahkemenin, o davada uygulanacak yasanın
Anayasa'ya aykırı olduğu kanısına götüren görüşünü açıklayan kararı ile Anayasa
Mahkemesine başvurulması gerektiğini düzenleyen 2949 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 28. maddesinin 1. fıkrası
gereğince, 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel
Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde
Kararname'nin 14. maddesinin 1. fıkrasında yer alan, '
...hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk
müşavirleri...' ibarelerinin Anayasa'nın 2., 5., 36. ve 141. maddelerine
aykırı olduğundan, Anayasa Mahkemesi'ne başvurulmasına, bu kuralların
Anayasa'ya aykırılığı ve uygulanması durumunda giderilmesi güç ve olanaksız
zararlar doğabileceği gözetilerek esas hakkında bir karar verilinceye kadar yürürlüklerinin
durdurulmasının ve iptalinin istenilmesine, dosyada bulunan belgelerin
onaylı bir örneğinin Anayasa Mahkemesi Başkanlığı'na gönderilmesine, karar aslı
ile dosya örneğinin Yüksek Mahkemeye ulaştıktan sonra beş (5) ay
beklenilmesine, beş (5) ay içinde karar verilmemesi durumunda, mevcut
mevzuata göre davanın görülmesine, kararın taraflara tebliğine, 08/02/2012
tarihinde oybirliğiyle karar verildi.'
2-
E.2012/135 sayılı itiraz başvurusunun gerekçe
bölümü şöyledir:
''
1.
ANAYASANIN 2. MADDESİ YÖNÜNDEN :
Anayasanın 2. maddesinde 'Türkiye
Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan
haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel
ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.' hükmü
düzenlenmiştir.
Bu
düzenlemede öngörülen Hukuk Devleti; insan haklarına saygılı, bu hakları
koruyan, toplum yaşamında adalete, eşitliğe uygun bir hukuk düzeni kuran ve bu
düzeni sürdürmekle kendini yükümlü sayan, bütün davranışlarında Anayasa ve
hukuk kurallarına uyan, işlem ve eylemleri yargı denetimine bağlı olan
devlettir. Hukuk devleti ilkesi, devletin tüm faaliyetlerinde hukukun egemen
olmasını amaçlar. Bu amacın gerçekleşmesi için, çıkarılan yasalarla konulacak
kararlarla adalet ve hakkaniyet ölçülerinin gözönünde tutulması
gerektiği gibi, hukuk güvenliğininde sağlanması gerekir. Bu nedenle
hukuk devletinde yasa koyucu, yasakların yalnız Anayasaya değil, evrensel hukuk
ilkelerine de uygun olmasını sağlamakla yükümlüdür.
Hukuki
belirlilik ve güvenlik ilkesi; Maddi hukuk ve usul kararlarının önceden
öngörülebilir bir açıklıkta ve kişilerin haklı beklentilerini bariz bir şekilde
bertaraf etmeyecek bir şekilde ve öngörülebilir düzenlemeler yapılmasını
gerektirir.
Bu
bağlamda itiraz konusu düzenlemeler ele alınacak olursa: Gerek konuyla ilgili
yasalar (Borçlar Kanunu, Hukuk Muhakemeleri Kanunu, Avukatlık Kanunu) gerekse
toplumda yaygın ve bilinen bir kural olarak; kişi ve kurumlar davalarını yargı
yerlerinde bizzat takip edebileceği gibi, vekil sıfatıyla da takip edebilir.
Ancak, taraflardan biri davayı vekil aracılığıyla takip etmek isterse yalnız
belirli kişileri (kural olarak avukatları) vekil tutabilirler. Çünkü bu işi
profesyonel olarak ve tekel olarak yürüten bir avukatlık mesleği mevcuttur.
Kişiler yönünden bilinen bu mecburiyetin idareler yönünden de geçerli olacağı
haklı beklentisi mevcuttur.
Oysa
itiraz konusu kararlar bu haklı beklentiyi yok etmekte, idareler lehine sonuç
doğurmakta ve avukatla temsil edilmediği davalarda bile idare lehine vekalet ücretine
hükmedilmektedir. Bu da gerek haklı beklenti gerekse hakkaniyet ilkeleriyle
bağdaşmayıp hukuk devleti kuralının ihlali sonucunu doğurmaktadır.
2.
ANAYASANIN 10. MADDESİ YÖNÜNDEN :
Anayasanın
10. maddesinde 'Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî
inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde
eşittir.
(Ek
fıkra: 7/5/2004-5170/1 md.) Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir.
Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. (Ek cümle: 12/9/2010-5982/1
md.) Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak
yorumlanamaz.
(Ek
fıkra: 12/9 2010-5982/1 md.) Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife
şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler
eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz.
Hiçbir
kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet
organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine
uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.' hükmü düzenlenmiştir. Anayasanın bu
düzenlemesinde, 'kanun önünde eşitlik ilkesi' hukuksal durumları aynı olanlar
için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil hukuksal eşitlik öngörülmüştür.
Eşitlik ilkesinin amacı aynı durumda olanların yasalar karşısında aynı işleme
bağlı tutulmalarını sağlamak, ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını
önlemektir. Bu ilkeyle aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı
kurallar uygulanarak yasa karşısında eşitliğin çiğnenmesi yasaklanmıştır.
İtiraz
konusu kurallar bu bağlamda ele alınacak olursa: Mahkemeler nezdinde davanın
tarafları kim olursa olsun eşit haklara sahiptir. Bazı davalarda hatta idari
yargıdaki tüm davalarda davanın bir tarafı mutlaka idare (Devlet)dir. Davanın
bir tarafı devlet dahi olsa diğer tarafla eşit hak ve yükümlülüklere sahip
olması hukuk devleti ilkesinin de gereğidir.
Bazı
maddi hukuk kuralları gereği, (Borçlar Kanunu, Avukatlık Kanunu, Hukuk Muhakemeleri
Kanunu, İdari Yargılama Usulü Kanunu gibi) kişiler davalarını bizzat takip
edebileceği gibi bir temsilci vasıtasıyla da takip edebilir. Bu temsilci de,
bir meslek kuruluşuna kayıtlı ve profesyonel olarak yapan avukat olmak
zorundadır. Oysa itiraz konusu hükümler ile, idareler yönünden bu
kuralın ihlali sözkonusu olmakta ve Avukatlar dışında 'hukuk birimi
amirleri, muhakemat müdürleri ve hukuk müşavirlerine'de VEKİL
SIFATIYLA temsil olanağı getirildiği gibi bu temsil sebebiyle VEKALET ÜCRETİ'ne de
hak kazandırılmaktadır.
Hal
böyle olunca, kişiler avukat olmayan vekille temsil edilemezken idareler lehine
bu hak getirildiği gibi bunlar lehine vekalet ücretine de
hükmedilmektedir. Burada eşitliği bozan, avukat olmayanlarca idarenin temsili
değil VEKİL SIFATIYLA temsilidir. Oysa idarelerin, avukatlar dışında vekil
sıfatıyla temsil edilebilmesi mümkün değildir. Elbette özellikle idari
davalarda idarelerin 'bizzat kendisi' kavramı çerçevesinde yasal yetkili
temsilcilerince (avukat olmasada) temsili, hukuka aykırı olmadığı gibi
maslahatın da gereğidir. Burada hukuka (anayasaya) aykırı olan hususi VEKİL
SIFATIYLA TEMSİL ve de VEKALET ÜCRETİNE HAK KAZANMAKTIR.
Bu
durumda davanın tarafları anlamında bir taraf lehine (devlet) temsilde avantaj
ve kolaylık sağlandığı gibi (avukat olmayan vekil), diğer taraf aleyhine de
külfete yol açılmaktadır. (Avukat olmayan vekile vekalet ücreti
ödemek zorunda kalınması).
Bu
hale göre, hukuki pozisyonları aynı ve eşit olan (davacı- davalı) iki taraftan
birisi lehine (idareler) Anayasanın 10. maddesi hilafına eşitsizlik
yaratılmıştır.
3.
ANAYASANIN 36. MADDESİ YÖNÜNDEN :
Anayasa'nın
36. maddesinde '(Değişik: 3/10/2001-4709/14 md.) Herkes, meşru vasıta ve
yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.
Hiçbir
mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.' hükmüne yer
verilmiştir.
Bunun
yanında, adil yargılanma hakkı ve etkili başvuru hakkı Anayasanın 36.
maddesinde düzenlendiği şekli ile Anayasanın 90. maddesi uyarınca, yasa üstü
bir konumda olan AİHS.nin 6 ve 13. maddelerinde de düzenlenmiştir.
Elbette bir kanun hükmünün AİHS, hükümlerine aykırılığından söz edilerek
Anayasa aykırılık itirazında bulunulamaz. Ancak, Anayasaya aykırılık
denetiminde ölçü norm olmasa da referans norm olarak dikkate alınabilir.
Nitekim
itiraz konusu kararlar bu bağlamda ele alınacak olursa; kişiler hak arama
süresinde yargı mercileri nezdinde, usul kurallarında ve maddi kurallarda
davanın taraflarının eşit olduğuna inanmak ister. Bu durumda adil yargılanmaya
inanır ve hak arama yollarını işletir. Bu inancın olmadığı, silahların eşitliği
görüntüsü olmayan yargı sistemlerine inanç peşinen olmayacağından adil
yargılanma hakkı zaafa uğrar. Yine, tarafların eşit olmadığı bir sistemde
etkili başvuru hakkının kullanılabildiğinden söz edilemez.
Nitekim
anılan kurallarla, kişiler Avukat dışında temsil hakkını kullanamazken,
idareler bu hakkını memurları vasıtası ile ve de, VEKİL SIFATIYLA kullanmaktadırlar.
Yine bu kişiler avukatla temsil dışında vekalet ücreti alamazken
idareler Avukatla temsil edilmediğinde bile vekalet ücreti alabilmektedir. Bu
görüntü kişilerde, hukuk sisteminin devlete öncelik ve ayrıcalık tanıdığı peşin
hükmünü oluşturacak ve pek çok ihtilafta adil yargılanma hakkı konusunda
güvensizlik oluşacaktır. Hatta bu sebeble hak arama mücadelesinden
peşinen vazgeçenler olacaktır.
Bu
bağlamda, anılan kuralların Anayasanın 36. maddesine de aykırı olduğu
düşünülmektedir.
4.
ANAYASANIN 135. MADDESİ YÖNÜNDEN :
Anayasa'nın
135. maddesinin 1 ve 2. fıkralarında : 'Kamu kurumu niteliğindeki meslek
kuruluşları ve üst kuruluşları; belli bir mesleğe mensup olanların müşterek
ihtiyaçlarını karşılamak, meslekî faaliyetlerini kolaylaştırmak, mesleğin genel
menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek mensuplarının birbirleri
ile ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hâkim kılmak üzere
meslek disiplini ve ahlâkını korumak maksadı ile kanunla kurulan ve organları
kendi üyeleri tarafından kanunda gösterilen usullere göre yargı gözetimi
altında, gizli oyla seçilen kamu tüzel kişilikleridir.
Kamu
kurum ve kuruluşları ile kamu iktisadî teşebbüslerinde aslî ve sürekli
görevlerde çalışanların meslek kuruluşlarına girme mecburiyeti aranmaz.'
hükmüne yer verilmiştir.
Bu
kural ile tekel olarak yapılan mesleklerin üst kuruluş ilkeleri düzenlenmiştir.
Başka bir ifade ile, bu tür meslekleri icra edenlerin (2. fıkrada
sayılan istisna dışında) bu kuruluşlara üye olmaları mecburiyeti getirilmiştir.
Nitekim Avukatlık mesleği de bu tür mesleklerden olup, Anayasada ifade edilen
meslek kuruluşu da, Barolar ve Barolar Birliğidir. Buna göre kurum avukatları
dışında barolara üye olmadan bu mesleği icra etmek olanaklı değildir. Bu ilke
gereği, Avukatlık için barolardan, doktorluk için Tabibler odasından
tüccarlık için Odalar ve Borsalar Birliğinden belge almak gerekir.
Nitekim
Anayasanın bu genel çerçeve düzenlemesi doğrultusunda, Avukatlık mesleği 1136
sayılı Avukatlık Kanununda düzenlenmiştir.
Dava
takip hakkının, yalnızca Avukatlara ait bir hak olduğu pozitif hukukumuzda
değişik şekillerde düzenlenmiştir. Avukatlık Kanununa göre (AK. 35 madde) en
az üç avukat (ve dava vekili) bulunan yerlerde, baroda yazılı avukatlar (ve
dava vekilleri) vekil olarak dava takip etme bakımından bir tekele (inhisara)
sahiptirler. Baroda yasal avukat olmayan kişiler vekil sıfatıyla mahkemeye
kabul olunmaz.(M.61) Baroda yazılı olmadığı halde vekil sıfatıyla dava takip
edenler cezalandırılır. Avukatlık yapma yetkisini taşımadıkları halde muvazalı yoldan
alacak devralarak avukatlara ait yetkileri kullananlar cezalandırılır. (Medeni
Usul Hukuku 20. Baskı S.258 Prof. Dr. Baki Kuru, Prof. Dr. Ramazan Arslan,
Prof. Dr. Ejder Yılmaz)
Davaya vekalet deruhte
etmesine kanunen imkan bulunmayan kişiler, vekil sıfatıyla Mahkemeye kabul
olunmaz. (AK,. MK) Davaya vekil olamayacak (davaya vekalet deruhte
etmelerine kanunen imkan bulunmayan) bu kişilerin davaya vekalet ehliyeti
yoktur. Davaya vekalet ehliyeti dava şartıdır. Davaya vekalet ehliyeti
olmayan (davaya vekalet deruhte etmesine kanunen imkan bulunmayan) bir kişi
(mesela avukat olamayan bir kişi) vekil sıfatıyla dava açarsa o kişinin
(geçerli bir dava vekaletnamesi bulunsa bile) davaya vekalet ehliyeti
olmadığından mahkeme davayı esasa girmeden (dava şartı yokluğundan) reddetmekle
yükümlüdür. (Aynı Eser S.260)
Bütün
bu açıklamalar, vekalet görevinin, Avukatlık mesleği icra edenler
tarafından ve AY. 135/2. maddede sayılan istisnalar dışında meslek kuruluşuna
(Barolara) kayıtlı avukatlar tarafından yerine getirilebileceğinin
göstergesidir. Burada sadece avukatların tekeline verilen TEMSİL yetkisi değil
VEKİL SIFATIYLA TEMSİL yetkisidir. Çünkü vekil sıfatıyla temsil sadece meslek
mensuplarının (Avukatların) hakkıdır. Yine AY. 135/2 de sayılan istisnalar
(kurum avukatları) dışında vekil sıfatıyla temsil sadece baroya kayıtlı
avukatların hakkıdır.
Bu
sebeple itiraz konusu kurallar ile; hukuk birimi amirlerinin, hukuk
müşavirlerinin ve muhakemat müdürlerinin idareyi VEKİL SIFATIYLA
temsil etmeleri Anayasanın 135. maddesine aykırıdır.
Bunun
yanında, vekalet ücreti de.
Avukat olan temsilcilere verilen ücretin adıdır.
Davada
haklı çıktığı için lehine yargılama giderlerine hükmedilen taraf davasını bir
vekil (avukat) vasıtasıyla takip etmiş ise, lehine, diğer yargılama
giderlerinden başka bir de (ücret tarifesine göre hesaplanacak) vekalet ücreti
hükmedilir. (aynı eser S.774) Hangi aşamada olursa olsun, dava kabul eden
avukat tarife hükümleriyle belirli ücretin tümüne hak kazanır. Vekalet ücreti
yargılama giderlerindendir. (M.236/6) Davada haklı çıkan tarafın peşin olarak
ödediği diğer yargılama giderleri (M.416) gibi vekalet ücretinin de,
haksız çıkan taraftan alınarak haklı çıkan tarafa verilmesine (M.417) Avukatlık
Kanunu M.164'e göre 'Dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa
yükletilecek avukatlık ücreti avukata aittir. (aynı eser S.775)
Bütün
bu açıklamalardan da, vekalet ücretinin avukatın mesleki faaliyeti
karşılığı ödenen ücret olduğu sonucuna varılmaktadır. Başka bir ifade ile vekalet ücreti sadece avukatlara
ödenmesi gereken bir ücrettir. Nitekim avukatlık mesleğinin de
tekel bir meslek olduğu ve AY-135 maddesindeki koşullar gereği (kurum
avukatları dışında) sadece Baroya kayıtlı olanların avukatlık yapıp vekalet ücreti
alabileceği anlaşılmaktadır.
İtiraz konusu kurallar ise, avukat olunmayan idari temsilciler (hukuk birimi
amirleri, hukuk müşavirleri ve muhakemat müdürleri) vasıtasıyla
görülen davalarda da idareler lehine VEKALETÜCRETİ'ne hükmedilmesini
öngörerek Avukatlık mesleğini tekel olarak düzenleyen AY. 135. maddesine
aykırılık oluşturmaktadır.
Öte
yandan idare temsilcisi olarak sayılan birim amirleri, Anayasa ve yasanın
aradığı manada Avukat olmadıkları gibi genel idare hizmetleri sınıfına dahil,
idarenin kadrolu ve ücretli memurudurlar. Böylelikle, idare zaten maaş
karşılığı ve kadrolu olarak idarenin genel hizmet ihtiyacı için istihdam ettiği
memurunun maddi külfetini davanın karşı tarafına yüklemekte, memurunun avukat
olmadığı halde avukat gibi kabul görüp vekalet ücreti almasını
sağlamakta, çoğu zaman bu amirlerin hukukçu olmama ihtimali bile mevcut olmakta
ve sonuçta idare lehine sebepsiz zenginleşmeye de yol açılmaktadır...'"
[1] Madde
başlığı 'Kontrolör istihdamı' iken, 19/6/1994 tarih
ve 543 sayılı KHK'nin 14 ncü maddesiyle
'Kontrolör, Uzman ve Denetmen Çalıştırılması' şeklinde değiştirilmiştir.
Maddenin 178 sayılı KHK'nin yürürlüğe girdiği tarihteki özgün hali;
'Kontrolör İstihdamı
Madde 43- a) Bütçe ve Mali
Kontrol, Muhasebat, Gelirler, Gümrükler ve Milli Emlak Genel Müdürlükleriyle
Kontrol Genel Müdürlüğünde ve Bakanlıkça uygun görülecek birim ve işlerde
kontrolör istihdam edilebilir.
b) Kontrolörlerin atama ve çalışma usul ve esasları yönetmelikle
düzenlenir.' şeklindedir.
[2] 25/6/2009 tarih
ve 5917 sayılı Kanunun 25 nci maddesiyle,
'Bütçe ve Mali Kontrol' ibaresi madde metninden çıkarılmıştır.
[3] 5/4/2007 tarih
ve 5622 sayılı Kanunun 25 nci maddesiyle,
'Tasfiye İşleri Döner Sermaye İşletmeleri' ibaresi madde metninden
çıkarılmıştır.
[4]'
(Gelir İdaresi Başkanlığı gelirler kontrolörleri dahil)'
ile 'bağlı bulundukları' ibaresinden sonra gelen 'Başkanlık ve' ibareleri,
5/5/2005 tarih ve 5345 sayılı Kanunun 34 ncü maddesiyle
bende eklenmiştir.
[5] 5/5/2005 tarih
ve 5345 sayılı Kanunun 34 ncü maddesiyle
'Gelirler Genel Müdürlüğünde Devlet Gelir Uzmanı' ibaresi yürürlükten
kaldırılmıştır.
[6] 5/5/2005 tarih
ve 5345 sayılı Kanunun 34 ncü maddesiyle
'Gelir Uzmanı' ibaresi yürürlükten kaldırılmıştır.
[7] 5/5/2005 tarih
ve 5345 sayılı Kanunun 34 ncü maddesiyle
'Gelirler Genel Müdürlüğü' ibaresi yürürlükten kaldırılmıştır.
[8] 5/5/2005 tarih
ve 5345 sayılı Kanunun 34 ncü maddesiyle
'Devlet Gelir Uzmanı' ibaresi yürürlükten kaldırılmıştır.
[9] 5/5/2005 tarih
ve 5345 sayılı Kanunun 34 ncü maddesiyle
'Gelir Uzmanı' ibaresi yürürlükten kaldırılmıştır.
[10] 07.07.2011
tarihli ve 646 sayılı KHK ile Maliye Müfettişleri, Hesap Uzmanları ve Gelirler
Kontrolörleri ile 'Vergi Müfettişi' unvanı altında birleştirilmişlerdir.
[11] Burada
yer alan 'kontrolörleri vasıtasıyla' ibaresi, 659 sayılı KHK ile 'maliye
uzmanları vasıtasıyla' şeklinde değiştirilmiştir.
[12] Burada
yer alan 'kontrolörleri vasıtasıyla' ibaresi, 659 sayılı KHK ile 'maliye
uzmanları vasıtasıyla' şeklinde değiştirilmiştir.