ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2013/67
Karar Sayısı: 2013/164
Karar Günü: 26.12.2013
R.G. Tarih-Sayı:
27.3.2014-28954
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : Sincan İnfaz
Hâkimliği
İTİRAZIN KONUSU : 13.12.2004
günlü, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un 42.
maddesinin (2) numaralı fıkrasının (e) bendinin Anayasa'nın 2., 7., 11.,
26., 38. ve 90. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi
istemidir.
I- OLAY
Üst aramaları yapılırken “onursuz aramaya son” şeklinde
slogan atmaları nedeniyle haklarında “haberleşme araçlarından yoksun bırakma
ve kısıtlama” cezalarına hükmedilen tutuklu/hükümlülerin yaptıkları itiraz
başvurusunda, disiplin cezalarının dayanağını oluşturan itiraz konusu kuralın
Anayasa'ya aykırılığı iddiasını ciddi bulan Mahkeme, iptali için başvurmuştur.
III- YASA METİNLERİ
A- İtiraz Konusu Yasa Kuralı
5275 sayılı Kanun'un itiraz konusu kuralı da içeren “Haberleşme
veya iletişim araçlarından yoksun bırakma veya kısıtlama” başlıklı
42. maddesi şöyledir:
“Madde 42- (1) Haberleşme veya
iletişim araçlarından yoksun bırakma veya kısıtlama cezası, hükümlünün bir
aydan üç aya kadar mektup, faks ve telgraf almak ve yollamaktan, televizyon
izlemekten, radyo dinlemekten, telefon etmekten ve diğer iletişim araçlarından
yararlanmaktan tamamen veya kısmen yoksun bırakılmasıdır.
(2) Bu cezayı gerektiren eylemler şunlardır:
a) Protesto amacıyla idarece verilen yemeği topluca almama
eylemine katılmak.
b) Kurum işyurdu yönetim kurulunca uygun görülen işte çalışmamak.
c) Herhangi bir şeyi protesto amacıyla veya idareye karşı toplu
olarak sessiz direnişte bulunmak.
d) Odalarda, eklentilerinde ve diğer alanlarda ilâç ve gıda
maddesi stoku yapmak.
e) Gereksiz olarak marş söylemek veya slogan atmak.
(3) Hükümlüye gelen mektup, faks ve telgraflar, disiplin cezasının
infazından sonra kendisine verilir. Aynı türden olsa bile sonraki disiplin
cezasının infazına bu işlem yapılmadan başlanamaz.
(4) Anne, baba, eş, çocuk ve kardeşlerin ölüm veya ağır
hastalıkları ile doğal afet hâllerinde yapılması gereken haberleşmeler ve
avukat ile ilişkilerde bu madde hükmü uygulanmaz.”
B- Dayanılan ve İlgili Görülen Anayasa Kuralları
Başvuru kararında, Anayasa'nın 2., 7., 11., 26., 38. ve 90.
maddelerine dayanılmış, Anayasa'nın 13. maddesi ise ilgili görülmüştür.
IV- İLK İNCELEME
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Haşim KILIÇ, Serruh
KALELİ, Mehmet ERTEN, Serdar ÖZGÜLDÜR, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Zehra Ayla
PERKTAŞ, Recep KÖMÜRCÜ, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Nuri NECİPOĞLU, Muammer
TOPAL, Zühtü ARSLAN ve M. Emin KUZ'un katılımlarıyla 11.6.2013 gününde yapılan
ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının
incelenmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
V- ESASIN İNCELENMESİ
Başvuru kararı ve ekleri, Raportör Hamit YELKEN tarafından
hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu yasa kuralı, dayanılan ve
ilgili görülen Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama
belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
Başvuru kararında, itiraz konusu kuralla, ceza infaz kurumlarında
hükümlülerin “gereksiz olarak marş söyleme ve slogan atma” eylemlerinin
disiplin suçu olarak tanımlanarak cezai müeyyideye bağlandığı, fakat bu
düzenleme yapılırken kanunda hangi eylemlerin gerekli hangilerinin gereksiz
olduğu gösterilmeyerek suç teşkil eden eylemleri belirleme yetkisinin idarenin
sübjektif takdirine bırakıldığı, bu durumun hukuk devletinin temel ilkelerinden
olan “belirlilik” ve “suçun yasallığı” ile “yasama
yetkisinin devredilmezliği” ilkelerini zedelediği, ayrıca ifade
özgürlüğünün hukuka aykırı olarak sınırlandırılması sonucunu doğurduğu
belirtilerek kuralın, Anayasa'nın 2., 7., 11., 26., 38. ve 90.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun'un 43. maddesine göre, ilgisi nedeniyle itiraz konusu kural
Anayasa'nın 13. maddesi yönünden de incelenmiştir.
5275 sayılı Kanun'un 42. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, bir
disiplin cezası olarak “haberleşme veya iletişim araçlarından yoksun bırakma
veya kısıtlama cezası” tanımlanmış, (2) numaralı fıkrasının itiraz konusu
(e) bendinde ise “gereksiz olarak marş söylemek veya slogan atmak”
anılan müeyyide ile cezalandırılacak eylemler arasında sayılmıştır. Buna
göre, gereksiz olarak marş söyleyen veya slogan atan hükümlü bir aydan üç aya
kadar mektup, faks ve telgraf almak ve yollamaktan, televizyon izlemekten,
radyo dinlemekten, telefon etmekten ve diğer iletişim araçlarından
yararlanmaktan tamamen veya kısmen yoksun bırakılabilecektir.
Anayasa'nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti, bir hukuk devleti
olarak nitelendirilmiştir. Hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun,
insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren her alanda
adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa'ya aykırı
durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan,
Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayıp yargı denetimine açık
olan devlettir.
Hukuk devletinin temel ilkelerinden biri “belirlilik”tir.
Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi
bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır,
uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına
karşı koruyucu önlem içermesi gerekir. Belirlilik ilkesi, hukuksal
güvenlikle bağlantılı olup birey, yasadan, belirli bir kesinlik içinde, hangi
somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını
bilmelidir. Birey ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörebilir
ve davranışlarını ayarlar. Hukuk güvenliği, normların öngörülebilir olmasını,
bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de
yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli
kılar.
Anayasa'nın 7. maddesinde, “Yasama yetkisi Türk Milleti adına
Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.” denilmektedir.
Buna göre, Anayasa'da kanun ile düzenlenmesi öngörülen konularda yürütme organına
genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisinin verilmesi olanaklı
değildir. Yürütmenin düzenleme yetkisi, sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir
yetkidir. Yürütme organına düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralının
Anayasa'nın 7. maddesine uygun olabilmesi için temel ilkeleri koyması,
çerçeveyi çizmesi, sınırsız, belirsiz, geniş bir alanı yürütmenin düzenlemesine
bırakmaması gerekir.
Anayasa'nın 38. maddesinin ilk fıkrasında, “Kimse, ... kanunun
suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz” denilerek “suçun
yasallığı”; üçüncü fıkrasında da “ceza ve ceza yerine geçen güvenlik
tedbirleri ancak kanunla konulur” denilerek “cezanın yasallığı”ilkesi
getirilmiştir. Anayasa'da öngörülen suçta ve cezada kanunilik ilkesi, insan hak
ve özgürlüklerini esas alan bir anlayışın öne çıktığı günümüzde, ceza hukukunun
da temel ilkelerinden birini oluşturmaktadır. Anayasa'nın 38. maddesine paralel
olarak 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 2. maddesinde yer alan “suçta
ve cezada kanunilik” ilkesi uyarınca, hangi eylemlerin yasaklandığı ve
bu yasak eylemlere verilecek cezaların hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde
kanunda gösterilmesi, kuralın açık, anlaşılır ve sınırlarının belli olması
gerekmektedir. Kişilerin yasak eylemleri önceden bilmeleri düşüncesine dayanan
bu ilkeyle temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması amaçlanmaktadır.
Anayasa'nın 38. maddesinde idari ve adli cezalar arasında bir ayrım
yapılmadığından disiplin suç ve cezaları da bu maddede öngörülen ilkelere
tâbidir.
İnfaz hukukuna ilişkin disiplin suç ve cezaları, 5275 sayılı
Kanun'un sekizinci bölümünde düzenlenmiş, bu çerçevede uygulanacak disiplin suç
ve cezalarının amacı, mahiyeti, kapsamı, sınırları ve uygulanma koşulları
Kanun'un 37. maddesinde açıklığa kavuşturulmuştur.
Kanun'daki disiplin suç ve cezaları yönünden genel hüküm
niteliğindeki bu madde uyarınca, bu Kanun kapsamındaki bir disiplin suçunun
oluşabilmesi ve cezasının uygulanabilmesi için sadece her bir disiplin suçu
yönünden belirlenen özel hükümdeki şartların gerçekleşmesi yeterli olmayıp 37.
maddedeki şartların da gerçekleşmesi gerekmektedir.
Bu çerçevede Kanun'da yer alan herhangi bir disiplin suçunun
oluşabilmesi için özel hükümde belirtilen eylemlerin 37. madde gereği,
ceza infaz kurumunda “düzenli bir yaşamın sürdürülmesi”ni veya “güvenliğin”
ya da “disiplinin” sağlanmasını kusurlu olarak engelleyecek şekilde
işlenmesi gerekmektedir. İtiraz konusu kuralın yer aldığı 42. maddedeki “Haberleşme
veya iletişim araçlarından yoksun bırakma veya kısıtlama” cezasının
uygulanabilmesi için de bu koşullar geçerlidir.
Buna göre, kurala konu disiplin suçunun oluşabilmesi için sadece
slogan atılması veya marş söylenmesi yeterli olmayıp bu eylemlerin cezaevindeki
güvenliği veya disiplini bozacak ya da cezaevindeki düzenli yaşamın
sürdürülmesini önleyecek şekilde gerçekleştirilmesi gerekmektedir.
Bu bağlamda, itiraz konusu kuralda yer alan “gereksiz” ibaresinin,
Kanun'un 37. maddesindeki hükümle birlikte değerlendirildiğinde, cezaevindeki
güvenliği veya disiplini bozacak ya da cezaevindeki düzenli yaşamın
sürdürülmesini önleyecek şekilde marş söylenmesi yahut slogan atılmasını
karşıladığı ve ancak bu nitelikteki eylemlerin söz konusu disiplin suçunu
oluşturacağı anlaşılmaktadır. Bu niteliği taşımayan marş söyleme ve slogan atma
eylemlerinin cezalandırılması ise Kanun gereği mümkün değildir.
Açıklanan nedenlerle, Kanun'da cezai yaptırımın bağlandığı eylemin
açık, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olarak belirlendiği, bu yönüyle
kuralda suçun unsurlarını belirleme yetkisinin idareye bırakılmadığı, idarenin
bu konudaki yetkisinin sadece somut fiilin kanundaki suç tanımına uyup
uymadığını belirlemekten ibaret olduğu, dolayısıyla kuralda “belirlilik” ve “suçun
yasallığı” ile “yasama yetkisinin devredilmezliği”
ilkelerine aykırı bir yön bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Diğer taraftan, Anayasa'nın 26. maddesinin birinci fıkrasında, “Herkes,
düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya
toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir…” denilmek suretiyle temel
hak ve özgürlükler arasında yer alan ifade özgürlüğü güvence altına alınmıştır.
Maddenin ikinci fıkrasında ise bu özgürlüğün sınırlandırılması sebeplerine yer
verilerek bu hakkın mutlak olmadığı ve maddede belirtilen nedenlerle
sınırlandırılabileceği kabul edilmiştir. Buna göre, bu özgürlüğün millî
güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve maddede belirtilen diğer nedenlerle
sınırlandırılması mümkündür. Ancak, ifade özgürlüğünün sınırlandırılabilmesi
için belirtilen nedenlerden birinin varlığı yeterli olmayıp temel hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılması rejimini belirleyen Anayasa'nın 13. maddesine
de uyulması gerekmektedir. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca ifade özgürlüğü,
Anayasa'nın 26. maddesinde belirtilen nedenlere bağlı olarak yalnızca kanunla
ve demokratik bir toplumda gerekli olduğu ölçüde sınırlanabilir. Ayrıca
getirilen bu sınırlamalar, hakkın özüne dokunamayacağı gibi Anayasa'nın sözüne
ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı
olamaz.
Anayasal açıdan dokunulamayacak öz, her temel hak ve özgürlük
açısından farklılık göstermekle birlikte kanunla getirilen sınırlamanın hakkın
özüne dokunmadığının kabulü için temel hakların kullanılmasını ciddi surette
güçleştirip, amacına ulaşmasına engel olmaması ve etkisini ortadan kaldırıcı
bir nitelik taşımaması gerekir. Ancak bu durumda sınırlamanın demokratik toplum
düzeninin gereklerine uygun olduğu söylenebilir.
Ölçülülük ise amaç ve araç arasında hakkaniyete uygun bir dengenin
bulunması gereğini ifade eder. Ölçülülük, aynı zamanda yasal önlemin sınırlama
amacına ulaşmaya elverişli olmasını, amaç ve aracın ölçülü bir oranı
kapsamasını ve sınırlayıcı önlemin demokratik toplum düzeni bakımından
zorunluluk taşımasını da içeren bir ilkedir.
İtiraz konusu kuralla, ceza infaz kurumunda düzenli bir yaşamın
sürdürülmesi, güvenliğin veya disiplinin sağlanması, dolayısıyla kamu düzeninin
sağlanması amacıyla hükümlülerin ifade özgürlüğüne bir sınırlama
getirildiğinden, sınırlamanın kanunla ve Anayasa'nın 26. maddesinde belirtilen
özel sınırlandırma nedenine bağlı kalınarak yapıldığı hususunda bir tereddüt
bulunmamaktadır.
Kuralla, cezanın infaz hukukunun amacına uygun olarak infaz
edilebilmesi, hükümlülerin haklarını kullanabilmesi ve yükümlülüklerini yerine
getirebilmesi amacıyla ifade özgürlüğüne bir sınırlama getirilmekte olup bu
sınırlama, ceza infaz kurumlarında düzenin temin edilmesi, dolayısıyla kamu
düzeninin sağlanması amacıyla demokratik toplum düzeni bakımından alınması
gereken tedbirler kapsamında kalmaktadır.
Bu şekilde, demokratik toplum düzeni bakımından alınması gerekli
tedbirler kapsamında hükümlülerin ifade özgürlüğü sınırlandırılırken, Kanun'da
sınırlandırma aracının sınırlandırma amacına uygun ve orantılı şekilde
kullanılmasını sağlayacak yasal güvencelere yer verilmiş, böylece cezaevi
düzeninin sağlanması şeklindeki kamu yararı ile kişilerin ifade özgürlüğü
arasında makul denge de kurulmuştur.
Bu bağlamda, cezaevi düzenini bozacak şekilde marş söyleme ve
slogan atma eylemleri için öngörülen iletişim araçlarından yoksun bırakma cezasının
alt sınırı, Kanun'un 42. maddesinin (1) numaralı fıkrasıyla bir ay olarak
belirlenmiş ve bu cezanın Kanun'un 37. maddesi gereği eylemin niteliği ve
ağırlık derecesine göre en fazla üç aya kadar uygulanabilmesine izin
verilmiştir. Fıkrada ayrıca cezai müeyyide belirlenirken eylemin niteliği ve
ağırlık derecesi dikkate alınarak iletişim araçlarından yoksun bırakmanın
kısmen uygulanmasına da imkân tanınmış, böylece her durumda hükümlünün iletişim
araçlarından tümüyle yasaklanmasının önüne geçilmiştir.
Öte yandan Kanun'da, hükümlüye gelen mektup, faks ve telgrafların,
disiplin cezasının infazından sonra kendisine verileceği ve aynı türden olsa
bile sonraki disiplin cezasının infazına bu işlem yapılmadan başlanamayacağı ve
söz konusu cezanın anne, baba, eş, çocuk ve kardeşlerin ölüm veya ağır
hastalıkları ile doğal afet hâllerinde yapılması gereken haberleşmeler ve
avukat ile ilişkilerdeki iletişimi kapsamayacağı da açıkça belirtilmiştir.
Kanun'da kurala konu disiplin suçu ve cezasının uygulanmasına
karşı yargı yolu da açık tutulmuş, böylece idarenin sınırlandırma aracını
sınırlandırma amacına ve Kanun'a aykırı şekilde kullanmasının önüne geçecek
güvence de sağlanmıştır.
Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa'nın 2., 7., 13.,
26. ve 38. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Mehmet ERTEN, Serdar ÖZGÜLDÜR, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Zehra Ayla
PERKTAŞ ve Engin YILDIRIM bu görüşe katılmamışlardır.
Kuralın Anayasa'nın 11. ve 90. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
VI- SONUÇ
13.12.2004 günlü, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin
İnfazı Hakkında Kanun'un 42. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (e) bendinin
Anayasa'ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE, Mehmet ERTEN, Serdar
ÖZGÜLDÜR, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Zehra Ayla PERKTAŞ ile Engin YILDIRIM'ın
karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 26.12.2013 gününde karar verildi.
Başkan
Haşim KILIÇ
|
Başkanvekili
Serruh KALELİ
|
Başkanvekili
Alparslan
ALTAN
|
Üye
Mehmet ERTEN
|
Üye
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|
Üye
Zehra Ayla
PERKTAŞ
|
Üye
Recep KÖMÜRCÜ
|
Üye
Burhan ÜSTÜN
|
Üye
Engin YILDIRIM
|
Üye
Nuri NECİPOĞLU
|
Üye
Hicabi DURSUN
|
Üye
Celal Mümtaz
AKINCI
|
Üye
Erdal TERCAN
|
Üye
Muammer TOPAL
|
Üye
Zühtü ARSLAN
|
Üye
M. Emin KUZ
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
5275 sayılı Kanun'un “Haberleşme veya iletişim araçlarından
yoksun bırakma veya kısıtlama” başlıklı 42. maddesinin (2)
numaralıfıkrasının itiraz konusu (e) bendinde “Gereksiz
olarak marş söylemek veya slogan atmak.”denilmektedir.
İtiraz konusu kural, ceza infaz kurumlarında gereksiz marş
söylenmesini ve slogan atılmasını yaptırıma bağlamıştır.
Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti, eylem ve
işlemleri hukuka uygun, her alanda adaletli bir hukuk düzenini egemen kılan,
Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan yargı denetimine açık
olan devlettir.
Anayasa'nın 38. maddesinde, suç ve cezaların ancak kanunla belirlenebileceği
öngörülmüştür. Kanun dışında suç veya ceza ihdas edilmesi veya buna izin
verilmesi suç ve cezaların kanuniliği ilkesine aykırılık oluşturur.
Anayasa'da, idari ve adli cezalar arasında bir ayrım
yapılmadığından Anayasa'da öngörülen ilkelerin disiplin suç ve cezalarıyönünden
de geçerli olduğu, Anayasa Mahkemesinin birçok kararında ifade edilmiştir.
Suçta ve cezada kanunilik ilkesi, hangi eylemlerin yasak olduğu ve
bu yasak eylemlere verilecek cezaların tür ve süresinin ne olduğu kuşkuya yer
vermeyecek biçimde kanunda gösterilmesini, kuralın açık, anlaşılır ve
sınırlarının belli olmasını zorunlu kılar.
Kuralda yer alan, gereksiz olarak marş söylemek veya slogan atmak
fiilinin yaptırımı, haberleşme veya iletişim araçlarından
yoksun bırakma veya kısıtlama cezası, hükümlünün bir aydan üç aya kadar mektup,
faks ve telgraf almak ve yollamaktan, televizyon izlemekten, radyo dinlemekten,
telefon etmekten ve diğer iletişim araçlarından yararlanmaktan tamamen veya
kısmen yoksun bırakılması olarak gösterilmiştir.
Suç ve ceza kavramı bir bütün olduğundan, suçla ilgili Anayasal
denetim yapılırken suç için öngörülen cezanın (yaptırımın) da gözetilmek
suretiyle denetimin yapılması gerekir.
Suç ve cezanın belirlenmesi yasa koyucunun takdir yetkisi içinde
olmakla beraber bu yetkinin Anayasa ve ceza hukukunun genel ilkelerine uygun
olarak kullanılması Anayasal zorunluluktur.
İtiraz konusu kuralda öngörülen “gereksiz” ibaresinin neyi ifade
ettiği açık ve anlaşılır olmadığı gibi itiraz konusu kuralda tanımlanan suçun
da dâhil olduğu beş ayrı suç için öngörülen cezada birde çok yaptırıma yer
verilerek bu yaptırımlar için değişik süreler belirlenmiş, ancak, bu yaptırımlardan
hangilerinin hangi suç için ne kadar sürede tamamen veya kısmen uygulanacağı
konusuna açıklık getirilmeyerek suç ve ceza belirsiz bırakılmıştır. Söz
konusu belirsizlik, suç ve ceza arasında bulunması gereken adil dengenin var
olup olmadığının denetlenmesine olanak vermediğiz gibi suç ve cezayı da
belirsiz hale getirmektedir.
Bu durum, Anayasa'da tanımlanan hukuk devleti ilkesine aykırı
olduğu gibi suç ve cezada kanunilik ilkesine de aykırıdır.
Kuralın iptali gerekir.
Açıklanan nedenlerle çoğunluk görüşüne katılmadım.
KARŞIOY GEREKÇESİ
İtiraz Mahkemesince iptali istenen kural, 5275 sayılı Ceza ve
güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un “Haberleşme veya iletişim
araçlarından yoksun bırakma veya kısıtlama” başlıklı 42. maddenin (2) numaralı
fıkrasının “Gereksiz olarak marş söylemek veya slogan atmak” şeklindeki (e)
bendi olmakla beraber; bu kuralın aynı yasa maddesinin (1) numaralı fıkrasından
bağımsız olarak ele alınabilmesinin mümkün olmadığını değerlendiriyoruz.
Gerçekten, anılan (1) numaralı fıkrada “Haberleşme veya iletişim araçlarından
yoksun bırakma veya kısıtlama cezası, hükümlünün bir aydan üç aya kadar mektup,
faks ve telgraf almak ve yollamaktan, televizyon izlemekten, radyo
dinlemekten, telefon etmekten ve diğer iletişim araçlarından tamamen
veya kısmen yoksun bırakılmasıdır.”denilmektedir. İptali istenen kuralın bu
kuraldan bağımsız olarak değerlendirilmesi, sadece disipline aykırı görülen
fiilin anayasal denetiminin yapılması, ancak bu fiile verilecek disiplin
yaptırımının anayasal denetim dışında bırakılması anlamına gelecektir.
Dolayısıyla bu açıdan bir değerlendirme ve yorumun gerekliliği açıktır.
42. maddenin (1) numaralı fıkrasında sayılan fiillerden “televizyon
izlemekten” ve “radyo dinlemekten” bir aydan üç aya
kadar tamamen veya kısmen yoksun bırakılma hallerinin Anayasa'nın 2. maddesinde
belirtilen “hukuk devleti”; 13. maddesindeki “ölçülülük” ve 17. maddesinde
öngörülen “insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tâbi
tutulamama” ilkeleriyle uyarlı olmadığı kuşkusuzdur. (1) numaralı fıkrada
belirtilen diğer hal ve durumların, Anayasa'nın 22. maddesinin “istisnaların
uygulanacağı kamu kurum ve kuruluşları kanunda belirtilir.” şeklindeki son
fıkrası karşısında Anayasa'ya aykırılığından söz edilemezse de; çağdaş
ölçütlere göre yemek yeme gibi, su içme gibi Anayasa'nın 17. maddesinin birinci
fıkrasının korumasında olan “yaşama hakkı”nın bir parçası sayılması
gereken “televizyon izleme ve radyo dinleme” hakkının, hükümlü
yönünden 1-3 ay süreyle men edilmesini öngören kuralın Anayasa'nın yukarıda
işaret edilen hükümlerine açıkça aykırı düştüğü, dolayısıyla iptali istenen
“Gereksiz olarak marş söylemek veya slogan atmak” şeklindeki kuralın da “televizyon
izlemekten” ve “radyo dinlemekten” yaptırımları
yönünden Anayasa'ya aykırı olduğu sonucuna varmak gerekli bulunmaktadır.
Açıklanan nedenlerle; kuralın izah edilen şekilde iptaline karar
verilmesi gerektiği sonucuna ulaştığımızdan, sayın çoğunluğun aksi yöndeki
kararına katılmıyoruz.
Üye
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Zehra Ayla
PERKTAŞ
|
Üye
Engin YILDIRIM
|
KARŞIOY YAZISI
Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un itiraz
yoluyla iptali istenen 42. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (e) bendi “gereksiz
olarak marş söylemek ve slogan atmak” eyleminin, aynı maddenin (1)
numaralı fıkrası gereğince “bir aydan üç aya kadar mektup, faks ve
telgraf almak ve yollamaktan, televizyon izlemekten, radyo dinlemekten, telefon
etmekten ve diğer iletişim araçlarından yararlanmaktan tamamen veya kısmen
yoksun bırakılma” yaptırımı ile cezalandırılmasını öngörmektedir. Bu
hükmüm uygulanmayacağı haller, maddenin (4) numaralı fıkrasında “anne,
baba, eş, çocuk ve kardeşlerin ölüm veya ağır hastalıkları ile doğal afet
hallerinde yapılması gereken haberleşmeler ve avukat ile ilişkiler” şeklinde
belirtilmiştir. Buna göre, iptali istenen kuralın uygulandığı durumlarda,
hükümlü eş ve çocukları ile (4) numaralı fıkrada sayılan haller dışında
iletişim kuramayacak, eş ve çocuklarından gelen iletişim de kendisine
ulaştırılmayacaktır.
Anayasa'nın 17. maddesinde kimseye işkence ve eziyet
yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya
muameleye tabi tutulamayacağı hükme bağlanmış, 22. maddesinde herkesin
haberleşme hürriyetine sahip olduğu öngörülmüş, 38. maddesinde ceza
sorumluluğunun şahsi olduğu belirtilmiş, 41. maddesinde ailenin Türk toplumunun
temeli olduğu, her çocuğun yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça ana ve
babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahip bulunduğu
güvence altına alınmıştır.
Ceza mahkumiyetinin, hükümlünün eş ve çocukları üzerinde de fiilen
ağır ekonomik, sosyal veya psikolojik sonuçları olması mümkündür. Ancak ceza
mahkumiyetinin şahsiliği ilkesi gereği, hükümlünün cezaevinde bulunmasının eş
ve çocuklarının temel hakları üzerinde kısıtlayıcı bir hukuksal etkisi olmaması
gerekir. İtiraz konusu kuralla, sadece hükümlünün değil, eş ve
çocuklarının iletişim ve ana-baba ile doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakları
sınırlanmaktadır. Daha açık bir anlatımla kural, hükümlünün eş ve
çocuklarını da cezalandırmaktadır. Özellikle küçük veya ergen yaştaki
çocukların cezaevinde de olsa ana-babalarıyla doğrudan iletişim kurmaya,
karşılaştıkları sorunları veya sevinçlerini paylaşmaya, fikir veya öğüt almaya
ihtiyaçları olacağı gözetildiğinde bu amaçla mektup yazmaya veya telefonla
görüşmeye kısıtlama getirilmesinin hükümlünün ifade özgürlüğüne getirilmiş
ölçülü ve zorunlu bir kısıtlama olmayıp, hükümlü eş ve çocuklarının
özgürlüklerine getirilmiş amaca elverişsiz, ölçüsüz ve insan
haysiyetiyle bağdaşmayan bir sınırlandırma olduğu görülmektedir. Maddenin
(4) numaralı fıkrasındaki istisna da bu sakıncaları gidermekten uzaktır.
Kuralın hükümlünün eş ve çocuklarıyla iletişimi yönünden
Anayasa'nın 17., 22., 38. ve 41. maddelerine aykırı olması nedeniyle iptali
gerekir.
Üye
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|