"...
I- İPTAL VE YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMLERİNİN GEREKÇESİ
İptal ve yürürlüğün durdurulması istemlerini içeren 19.4.2012
günlü dava dilekçesinin gerekçe bölümü şöyledir:
'III. ANAYASAYA AYKIRILIK İDDİALARININ GEREKÇELERİ
(SORUNUN, İHTİVÂ ETTİĞİ YASAMA RİSKLERİ BAKIMINDAN
DEĞERLENDİRİLMESİ):
1-)1982 Anayasasının 148 inci maddesinin ikinci fıkrası, ilk
okunuşta, kanunların şekil bakımından Anayasaya uygunluğunun denetlenmesi
hususunda bir kıstas öngörmektedir. Buna göre 'kanunların şekil bakımından
denetlenmesi, son oylamanın, öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı'dır.
Burada, aslında hukuk tekniği açısından şekilden çok 'usûl' den söz etmek daha
isabetli olacaktır. Yine kanunun yapılış sürecince, Anayasa ve İçtüzükte
öngörülen kurallara uyulması bir usûl meselesidir. Oysa, kanunun yazılı bir
metin olarak, Resmi Gazete'de 'yayımlanması' ise yalnızca şekil ile ilgilidir.
Zaten 'şekil' bu açıdan bir yasama işlemi olmayıp idarî bir işlemdir.
Anayasa ve TBMM İçtüzüğünde, kanunların nasıl yapılacağı ve kanun
koyucunun uyması gereken hükümler, 'usûl' ile ilgilidirler. Kanun, Yasama
organı tarafından Anayasanın öngördüğü yönteme göre çıkarılan metindir. Şeklî
açıdan Kanun olarak kabul edilen bir metin, kural olarak, Anayasal denetimin
konusunu oluşturur (Zafer Gören, Anayasa Hukukuna Giriş, İzmir, 1999, sh.195).
Onun için kanunların yapılmasındaki usûlî işlem ve eylemler (teklif '
müzakereler ' oylamalar) şekilden önce gelirler. Kanun metninin hukuk
dünyasında şeklen muteber bir varlık kazanabilmesi 'usûl' aşamasından sonra
gerçekleşebilir. Böyle olunca da, şekil, usûlün devamı olup, usûl tamamlanmadan
şekli kanun geçerlilik kazanamaz. Bu nedenle, Anayasada öngörülen 'kanunların
şekil bakımından denetlenmesi' (Ay.m.148/2) eksik bir ifade olup,'usûl ve
şekil' tarzında kaleme alınmalıydı. Başka bir anlatımla 148 inci maddenin
ikinci fıkrasındaki denetim ayrı ayrı değerlendirilerek 'usûl aksaklıkları'
(bozuklukları) ve 'şekil eksiklikleri' ayırımı içinde ortaya konmalıdır.
Mesela, TBMM'nin kabul ettiği Kanun metni Resmi Gazete'de yayımlanmamışsa
burada bir şekil bozukluğu ya da ihlali değil, olsa olsa şekil eksikliği söz
konusu olabilir.
Keza, Resmi Gazete'de yayımlanan metin, Meclisin kabul ettiği
'asıl metne' yer yer uymuyorsa, bu da bir şekil yanlışlığı olup, bu durumda
uygulamada, Resmi Gazete'nin sonraki sayılarında 'düzeltme' çıkarılmakta böylece
asıl doğru ifade sonradan yürürlüğe girer ama, önceye etkili olarak yürürlüğe
girmez. Yeri gelmişken hatırlatmak gerekir ki, Resmi Gazete'de zaman zaman
yayımlanan 'düzeltmeler' (erreta), baskı sırasındaki, maddi hataların, yani
sözcük ve noktalama yanlışlıklarını gidermek içindir. Bu şekilde, asıl metin
ile Resmi Gazete'de yayımlanan metin arasında en kısa sürede özdeşliği
(ayniyeti) sağlamak mümkün olur. Buna karşılık asıl metinde ve yayımlanan
metinde değişiklik yapan 'düzeltmeler' hukuki sayılamazlar. (bu konuda Fransız
Danıştayı'nın 16 Mart 1966 tarihli bir kararı asıl metni değiştiren
düzeltmelerin hukuki olmadığını belirtir. Türkiye'deki değişik ve farklı bir
örnek için Bkz. Teziç E. Anayasa Hukuku, 13. Baskı, Beta İstanbul 2009 sf. 28
not 41)
1982 Anayasası, kanunların Cumhurbaşkanınca yayımlanacağını
öngörmekle birlikte (m.89), ama hangi vasıta ile yayımlanacağını
belirtmemektedir. Yayımlamanın Resmi Gazete'de yapılabileceği, Anayasa
Mahkemesine iptal davası açma süresini düzenleyen hükümden anlaşılıyor.
(m.151). Ayrıca 23 Mayıs 1923 ve 1322 sayılı 'Kanunların ve Nizamnamelerin
Sureti Neşir ve İlanı ve Meriyet Tarihi Hakkında Kanun uyarınca (m5),
kanunların Resmi Gazete'de yayımlanmaları gerekir. Kanunun Resmi Gazete'de yayımlanması
yasama faaliyetine girmez. Kanunun Cumhurbaşkanınca Resmi Gazete'de
yayımlanması kanunun hukuki varlığı için gerekli bir şart değildir. Kanunun
Cumhurbaşkanınca imzalanmasının iki özelliği vardır. Birinci özelliği bunun bir
isdar (promulgation) işlemi olmasıdır. Başka anlatımla, Cumhurbaşkanı kanun
metnini imzalarken, bir yandan bunun TBMM tarafından kabul edilmiş olduğunu ve
aslına uygunluğunun (authentifier) devlet katında resmileştirildiğini ifade
ederken, öte yandan da 'idare'ye bu kanunu uygulaması gerektiğini bildiren bir
tür 'emir'dir; yani uygulama mecburiyetini ifade eder.
Bu bakımlardan, kanun Resmi Gazete'de yayımlanmadıkça hukuki
varlığına rağmen vatandaşlar için bağlayıcı olamaz. Resmi Gazete dışında başka
bir vasıta ile yayımlanmış olması, onun muteberliği üzerinde etkili olmaz;
yalnızca kanunun henüz yürürlüğe girebilme imkânına kavuşamadığı ve uygulama
kabiliyeti olmadığı ileri sürülebilir. Resmi Gazete'de yayımlanmadığı için de
Anayasaya aykırılığı nedeniyle iptal davası açma süresi de işlemez. (A.y. m.
151) Buna karşılık, kanun metni Resmi Gazete'de yayımlanmış, fakat yürürlük
maddesinde ileri bir tarih öngörülmüşse, kanuna karşı iptal davası açılabilir.
Kanun Anayasa ve İçtüzükteki usûl kurallarına uyularak yapılmış
fakat, Resmi Gazete'de yayımlanan metinle arasında bir farklılık varsa, bu
durum şekil yönünden Anayasaya aykırılık sorunu oluşturmaz. Resmi Gazete'de
'düzeltme' yolu ile giderilebilecek bu tür aksaklıklar yani şekil eksiklikleri,
kanunu uygulamak durumunda olan her makam tarafından saptanabilir. Buna
karşılık, kanunun yapılışı sürecindeki usûl aksaklıkları, çoğunluğun tek yönlü
engellemeleri; kabul iradesini zedeleyecek boyutta ise, bu hususlar Anayasa
Mahkemesinin denetim alanına girer ve girmelidir.
Kanunun oluşmasında, yalnızca 'öngörülen çoğunlukla yapılıp
yapılmadığı' olgusunu, şekil denetiminde ölçüt olarak kabul etmek,
parlamentodaki çoğunluğun her an 'sürpriz kanunlar' koymasına imkân tanımak
olur. Oysa demokratik bir toplumda, kanun, parlamentoda iktidar-muhalefet
diyaloğu ile aleniyeti sağlanan, içeriği kamuoyuna yansıyarak, buradan da
gelebilecek tepkilere ve değer yargılarına göre oluşması gereken bir işlemdir
(Erdoğan Teziç, Anayasa Hukuku Genel Esaslar, sh.185).
Örneğin, TBMM Başkanlık Divanı, parti gruplarının üye sayıları
oranında divana katılmalarını sağlayacak şekilde kurulur (Anayasa madde: 94/2)
Öte yandan, İçtüzük hükümleri, siyasi parti gruplarının, Meclisin bütün
faaliyetlerine üye sayıları oranında katılmalarını sağlayacak yolda düzenlenir
(Anayasa madde:95/2).
1982 Anayasasındaki usule ilişkin bu kurallara uyulmadan toplanmış
bir meclisin kabul edeceği kanunların, şekil yönünden sakatlığının ileri
sürülmemesi ya da denetlenememesi, Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü (madde
11) ilkesi ile bağdaşmaz. Kaldı ki, Anayasada yer alan usûl ile ilgili
kuralların, kanun koyucu tarafından dikkate alınmaması, yasama işlemlerinin
esasına etkili olabilecek bir sakatlık doğurur (Erdoğan Teziç, Anayasa Hukuku
Genel Esaslar, sh.185).
Anayasa koyucu, şekil ve usûl ile ilgili Anayasa kurallarına
verdiği önemi, ayrıca rejimin geleceği ile ilgili olarak da dikkate aldığı
içindir ki, geçici maddelerinde (m.2, 9 ve 15), belli sürelerin bitimini ya da
başlangıcını, TBMM Başkanlık Divanının oluşturulmasına bağlamıştır.
Bunun içindir ki, Anayasa koyucu, aslında İçtüzük'te yer alması
gereken kimi usûl kurallarına Anayasada yer vererek bunların ihmâl edilmesini
önlemek istemiştir.
Anayasa Mahkemesi'ne göre, 'şekil bakımından denetim, mevzuatın
Anayasa ve İçtüzükte öngörülmüş bulunan usul ve şekil kurallarına uygun biçimde
yapılıp yapılmadıkları hususlarının denetimidir.' (A.Şeref Gözübüyük,
Anayasa Hukuku, Ankara, 2011, sh. 287 vd; Anayasa Mahkemesinin 18.06.1987 gün
ve E.87/9, K.87/15 sayılı Kararı; Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi, sayı 23,
s.282, 285).
Anayasa Mahkemesi, prensip olarak, kanunların şekil yönünden
denetiminde İçtüzük kurallarının da göz önünde bulundurulmasını kabul etmiştir.
'85 inci maddenin birinci fıkrasına göre Meclislerin çalışmalarının İçtüzük
hükümlerine uygun olarak yürütülmesi Anayasanın bir emri gereğidir. Böyle
olunca kanunların mahkememizce denetlenmesinde içtüzük hükümleri de göz önünde
tutulmalıdır. İçtüzük hükümleri genellikle şekle ait kurallardır.' (Anayasa
Mahkemesi'nin 16.11.1965 gün ve E.1964/38, K.1965/59 sayılı Kararı, Anayasa
Mahkemesi Kararlar Dergisi, sayı 3, Sh.284).
Yine, Anayasa Mahkemesi'ne göre, 'İçtüzük kurallarına
uyulmamasının iptal nedeni olabilmesi, uyulmayan İçtüzük kurallarının, Yasama
Meclislerinin aldıkları kararların varlıklarını kuşkuya düşürecek, onların
sıhhatleri üzerinde etkili olabilecek, daha genel bir deyimle Yasama
Meclislerinin iradeleri o yolda oluşturabilecek ağırlık ve önemde bulunmasına
bağlıdır.' Anayasa Mahkemesi'nin 14.10.1975 gün ve E.1975/145, K.1975/198
sayılı Kararı, Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi, Sayı 13, sh.577). Diğer bir
deyişle Anayasa Mahkemesi, anılan Kararında her türlü şekil noksanını değil,
ancak yasama organının iradesinin yönünü değiştirebilecek ağırlık ve önemdeki
şekil noksanlarını iptal sebebi olarak görmüştür (Ergun Özbudun, Türk Anayasa
Hukuku, Ankara, 1995, sh.366). Kanaatimizce, somut olayda, şekil bakımından
iptali talep olunan 6287 sayılı Kanun, yasama organının iradesinin oluşumunu
etkileyecek, bu iradeyi bozacak ve dolayısı ile kanunun geçerliliğini şüpheye
düşürecek önemde şekil noksanları ihtivâ etmektedir.
2-)Şekil bakımından iptali istenen 6287 sayılı Kanun, teklif
aşamasında iken Genel Kurul'da İçtüzük'ün 91 inci maddesi hükmünce 'Temel
Kanun' olarak görüşülmüştür. İçtüzük'ün 'Temel kanunlar' başlıklı 91 inci
Maddesinin Birinci Fıkrası aynen şöyledir:
'Bir hukuk dalını sistematik olarak bütünüyle veya kapsamlı olarak
değiştirecek biçimde genel ilkeleri içermesi; kişisel veya toplumsal yaşamın
büyük bir bölümünü ilgilendirmesi; kendi alanındaki özel kanunların dayandığı
temel kavramları göstermesi, özel kanunlar arasında uygulamada ahenk sağlaması,
düzenlediği alan yönünden bütünlüğünün ve maddeler arasındaki bağlantıların
korunması zorunluluğunun bulunması; önceki yasalaşma evrelerinde de özel
görüşme ve oylama usulüne bağlı tutulması gibi özellikleri taşıyan kanunları ve
İçtüzüğü bütünüyle veya kapsamlı olarak değiştiren veya yürürlüğe koyan tasarı
veya tekliflerin Genel Kurulda bölümler halinde görüşülmesine ve her bölümün en
çok otuz maddeyi geçmemek kaydıyla hangi maddelerden oluşacağına Hükümetin,
esas komisyonun veya grupların teklifi, Danışma Kurulunun oybirliği ile önerisi
üzerine Genel Kurulca karar verilebilir. Bu takdirde bölümler, maddeler
okunmaksızın maddenin görüşülmesindeki usule göre ayrı ayrı görüşülür ve
bölümdeki maddeler ayrı ayrı oylanır.'
Aynı maddenin İkinci Fıkrasında ise, aynen şu hükme yer
verilmiştir:
'Milletvekilleri, esas komisyon veya Hükümet değişiklik önergeleri
verebilir. Milletvekilleri tarafından Anayasaya aykırılık önergeleri dahil
madde üzerinde iki önerge verilebilir. Ancak, her siyasî parti grubuna mensup
milletvekillerinin birer önerge verme hakkı saklıdır.'
İkinci Fıkrahükmü gayet açıktır. Bu fıkraya göre, temel kanunlarla
ilgili görüşmeler sırasında, milletvekilleri, esas komisyon ve hükûmet
önergeler verebilir. Milletvekilleri tarafından her bir madde için iki adet
önerge verilebilir; ancak, yine aynı fıkraya göre siyasî parti gruplarının
birer önerge verme hakları saklıdır. Genel Kurul görüşmelerinde,
Milletvekillerine dağıtılan önerge setinde her siyasî parti grubunun sadece
birer önergesi ile karşılaşılmıştır. Ancak, Başkanlık Divanındaki kayıtlar
incelendiğinde, dört siyasî partinin dört önergesi dışında başka önergelerin de
olduğu görülmüştür. Başka bir değişle, 91 inci maddenin ikinci fıkrasında yer
alan Milletvekillerinin iki adet önerge verme hakkı, 28.02.2012 Çarşamba
gününde yapılan Birinci Oturumda Başkanlık Divanınca yapılan uygulamaya göre
eylemli biçimde tamamen ortadan kaldırılmış olmaktadır. Siyasî parti
gruplarının önerge verme haklarının bulunması, milletvekillerinin iki adet
önerge verme haklarını ortadan kaldırmaz.'Siyasi parti grupları birer önerge
verdi, o halde milletvekillerinin önerge verme hakkı kalkmıştır'demek,
bağımsız milletvekillerinin önerge verme hakkını da ortadan kaldırmak anlamına
gelmektedir.
Nitekim, bu görüşler, anılan oturumda Cumhuriyet Halk Partisi Grup
Başkan Vekillerinden İstanbul Milletvekili Sayın Akif Hamzaçebi tarafından;
'Bu nedenle size verilmiş olan ve işleme konulmamış olan diğer
önergelerin ki -diğer siyasi partilerin de önergesi olduğunu tahmin ediyorum,
bizim Cumhuriyet halk Partisi olarak önergelerimiz var- bunların kuraya tabi
tutulmak suretiyle iki adet önergenin daha her madde için işleme konulması
gerekir.'
Sözleriyle dile getirilmiş olmasına karşın bu görüşler, oturumu
yöneten Başkan Vekili Sayın Sadık Yakut'un tutanaklara geçen ve aşağıya aynen
alınan şu açıklaması ile kabul edilmemiştir:
'Sayın milletvekilleri, İç Tüzük'ün 91inci maddesindeki her madde
için iki önerge sınırlaması konusunda maddenin gerekçesi ve Başkanlığımızın
bugüne kadar ki uygulaması hakkında kısaca bilgi vermek istiyorum.
Temel kanun olarak görüşülmesine karar verilen tasarı ve teklifler
özel görüşme yöntemiyle görüşülmekte olup buna ilişkin hükümler İç Tüzük'ün
91inci maddesinde düzenlenmiştir.
Bu maddede önerge işlemlerine ilişkin de özel bir düzenleme
vardır. Bu düzenlemeye göre 'Milletvekilleri, esas komisyon veya Hükümet
değişiklik önergeleri verebilir. Milletvekilleri tarafından madde üzerinde iki
önerge verilebilir. Ancak, her siyasi parti grubuna mensup milletvekillerinin
birer önerge verme hakkı saklıdır.' Bu hükmün gerekçesi şöyle açıklanmıştır:
91inci madde kapsamındaki tasarı ve tekliflerin Genel Kuruldaki görüşmelerinde,
milletvekilleri tarafından her madde için iki önerge verilebilmesi öngörülmekte
ve siyasi parti gruplarına mensup milletvekillerinin birer önerge verme hakları
saklı tutulmaktadır.
Türkiye Büyük Millet Meclisinde ikiden fazla siyasi parti grubu
bulunması durumunda ise, her siyasi parti grubuna mensup milletvekillerinin
birer önerge verme hakkı saklı tutulduğundan, tüm siyasi parti grupları
tarafından önerge verilmesi hâlinde verilen önerge sayısı ikiden fazla
olabilecektir.
Madde üzerindeki önerge hakkı, bir siyasi parti grubuna mensup
milletvekillerince kullanılması hâlinde, diğer siyasi parti grubuna mensup
olanlarla bağımsız olan milletvekillerince ancak iki önerge verilebilecektir.
Siyasi parti gruplarına mensup milletvekillerince madde üzerinde
önerge verilmemesi hâlinde, bağımsız sayılan milletvekillerince iki önerge
verilebilecektir.
Gerekçeden anlaşılan, önerge hakkının, ancak parti gruplarına
mensup milletvekilleri tarafından kullanılmaması hâlinde bağımsız ve grubu
olmayan siyasi partilerin milletvekillerince kullanılabileceğidir. Siyasi parti
gruplarına mensup milletvekillerince iki ve daha fazla önerge verilmiş olması
hâlinde, bağımsızlarla grubu olmayan siyasi partilerin önerge vermesi mümkün
değildir. Ancak uygulamada bağımsız milletvekilleri ile grubu olmayan siyasi
partilerin lehine bir yorum yapılmış ve önergeler geliş sırasına göre
sıralanarak ilk iki önergenin bağımsızlar ya da grubu olmayan siyasal partiler
tarafından verilmesi hâlinde bu önergeler işleme alınmıştır.
Aslında, İç Tüzük'ün gerekçesinde de açıklandığı gibi, ilk iki
önergeden sonra siyasi parti grupları tarafından iki önerge verilmiş olması
hâlinde, bu önergelerin iki önerge sınırlamasıyla sınırlanması nedeniyle
işlemden kaldırılması gerekirdi. Dolayısıyla, Başkanlığımızın uygulamasının
bağımsız milletvekilleri ile grubu olmayan siyasi partilerin haklarını korumaya
yönelik olduğu görülmektedir. Durum böyleyken, ilk iki önerge hakkının gruplara
mensup milletvekilleri tarafından kullanılmasından sonra da bağımsızlardan ve
grubu olmayan siyasi partilerden gelecek önergelerin işleme alınmasının zorunlu
olduğunu söylemek ne İç Tüzük hükmüne ne hükmün gerekçesine ne de
Başkanlığımızın zaten bağımsızlar lehine olan uygulamasına uymamaktadır. Bu
nedenle önergeleri işleme alma imkânı bulunmamaktadır, dolayısıyla görüşüm
değişmemiştir.'
28.03.2012 günlü Birinci Oturumu yöneten Başkan Vekili Sayın Sadık
Yakut'un bu görüşünü kabul edebilmek mümkün değildir. Çünkü, daha önce,
30.06.2005 tarihli ve 855 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü'nde
değişiklik yapılmasına ilişkin şöyle bir hüküm bulunmakta idi:
'Milletvekilleri tarafından Anayasaya aykırılık önergeleri dahil
her madde için iki önerge verilebilir.' Bu hüküm, Anayasa Mahkemesinin
21/10/2006 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan 26/10/2005 tarihli ve 2005/73
karar sayılı kararıyla iptal edilmiştir. Anayasa Mahkemesi anılan Kararında
şöyle demektedir: 'Dava dilekçesinde, birinci tümcede milletvekillerinin, esas
komisyonun veya hükûmetin önerge verebileceği belirtilmiş olmasına karşın,
iptali istenen ikinci tümcede milletvekilleri için önerge sayısı sınırlanarak,
önerge vermek bakımından milletvekilleri ile komisyon ve hükûmet arasında makûl
nedene dayanmayan eşitsizliğin yaratılması mümkün değildir.' O halde, Yüksek
Mahkemenin bu içtihadı karşısında şu soru akla gelmektedir: 'Siyasî Parti
Grubuna mensup Milletvekilleri ile bu gruplara mensup olmayan Milletvekilleri
arasında eşitsizlik yaratılabilir mi' Veya siyasi parti grubu dışında o gruba
mensup milletvekilinin önerge verme hakkı ortadan kaldırılabilir mi'' Şüphesiz,
bu soruya olumlu cevap verebilmek olası değildir. İçtüzük'te bu duruma cevaz
veren herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Dolayısı ile, Kanun'un Genel
Kurul'daki görüşmeleri sırasında 'eylemli biçimde' bir İçtüzük ihlâli
yaşanmıştır!
Oysa, uyulması ve uygulanması gereken yöntem şudur: Bir teklifin
'Temel Kanun' olarak görüşülmesi sırasında Milletvekilleri tarafından Anayasaya
aykırılık önergeleri dahil, madde üzerinde iki adet önerge verebilir. Ancak,
her siyasî parti grubuna mensup milletvekillerinin birer adet önerge verme
hakları saklıdır. Bu hüküm gayet açıktır: TBMM'de dört adet siyasî parti grubu
olduğuna göre, dört adet önerge verilir; bu dört önergeye ilâveten iki adet de
milletvekilleri verebilir. Milletvekillerinin verdikleri önerge sayısı ikiden
fazla ise kur'a çekilir. Eğer, milletvekilleri, grupların dışında, maddeler
üzerinde önerge vermişler ve her madde üzerinde verilen önerge sayısı ikiden
fazla ise, Başkanlık Divanı'nın bunlar arasında kur'a çekerek işleme alması
İçtüzüğün 91 inci maddesinin âmir hükmüdür. Bu lâzimenin yerine getirilmemesi
ise, açıkça İçtüzük ihlâlidir.
Diğer yandan, 6287 sayılı Kanun'un Genel Kurul'da 'Temel kanun'
olarak görüşülmüştür. Oysa, işbu lâyihamız ile 'şekil bakımından' iptali
istenilen 6287 sayılı Kanun'un 'Temel kanun' olarak görüşülmesi, İçtüzüğe,
hukukun genel ilkelerine ve dolayısı ile Anayasanın;
'Türkiye Büyük millet Meclisi, çalışmalarını, kendi yaptığı
İçtüzük hükümlerine göre yürütür.'
Hükmünü içeren 95 inci Maddesinin Birinci Fıkrası hükmüne
aykırıdır. Zira, anılan 6287 sayılı Kanun, İçtüzük'ün 91/1 inci maddesi hükmü
anlamında, 'Bir hukuk dalını sistematik olarak bütünüyle veya kapsamlı olarak
değiştirecek biçimde genel ilkeleri içeren; kişisel veya toplumsal yaşamın
büyük bir bölümünü ilgilendiren; kendi alanındaki özel kanunların dayandığı
temel kavramları gösteren, özel kanunlar arasında uygulamada ahenk sağlayan, düzenlediği
alan yönünden bütünlüğünün ve maddeler arasındaki bağlantıların korunması
zorunluluğu bulunan; önceki yasalaşma evrelerinde de özel görüşme ve oylama
usulüne bağlı tutulması gibi özellikleri taşıyan kanunları ve İçtüzüğü
bütünüyle veya kapsamlı olarak değiştiren veya yürürlüğe koyan' niteliklere
sahip bir kod / norm değildir.
Şüphesiz, teklifin 'Temel Kanun' olarak görüşülmesi, Yasama
Organının ve dolayısı ile Milletvekillerinin yasama faaliyetini ve yasama
enerjisini örselemiş, kısıtlamış ve sınırlamıştır. Milletvekili, Meclisi
oluşturan 'çekirdek birim'dir (Anayasa, Madde: 75 ve devamı). Kanunların
yapılması sürecinde ana-dinamiktir (Anayasa, Madde: 88/1 ve 96). Yüksek
malûmları olduğu üzere, anılan teklif, 'Temel Kanun' olarak görüşülmese idi,
diğer teklifler gibi İçtüzüğün 87 nci maddesi hükmündeki düzenlemeye ve yönteme
tâbi olacaktı. Öyle olunca da, milletvekillerinin yasama faaliyetleri
daraltılmamış olacak ve Meclis İradesi daha geniş ve yetkin bir biçimde tezâhür
ve tecelli edebilecekti. Zirâ, İçtüzük 87 nci maddenin birinci fıkrasında
aynen;
'Kanunlarda veya İçtüzükte aksine bir hüküm yoksa, kanun tasarısı
veya teklifinde bir maddenin reddi, tümünün veya bir maddenin komisyona iadesi,
bir maddenin değiştirilmesi, metne ek veya geçici madde eklenmesi hakkında,
milletvekilleri, esas komisyon veya Hükümet değişiklik önergeleri verebilir. Bu
esaslar dairesinde milletvekilleri tarafından Anayasaya aykırılık önergeleri
dahil her madde için yedi önerge verilebilir. Her siyasî parti grubuna mensup
milletvekillerinin birer önerge verme hakkı saklıdır. Ancak, bu hak; ilgili
siyasî parti grubuna mensup milletvekillerince kullanılmaması halinde, diğer
siyasî parti grubuna mensup olanlarla bağımsız sayılan milletvekillerince
kullanılabilir.'
Hükmü getirilmiştir.
Keza, aynı maddenin Dördüncü Fıkrasında da önerge vermenin yöntem
ve sınırları daha da genişletilmiş ve aynen;
'Görüşülmekte olan tasarı veya teklife konu kanunun, komisyon
metninde bulunmayan, ancak tasarı veya teklif ile çok yakın ilgisi bulunan bir
maddesinin değiştirilmesini isteyen ve komisyonun salt çoğunlukla katıldığı
önergeler üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açılır.'
Denilmiştir.
İçtüzük, bir anlamda, kanun tekliflerinin görüşülme usûl ve
esaslarını düzenleyen 'normlar / hukuk kuralları'dır. Hukuk kuralının,
'genellik, soyutluk ve süreklilik' içermesi, yapısal şarttır. Kuralın bu
niteliği, hukuk güvenliğinin kurucu öğelerinden olan öngörülebilirlik ve
belirlilik açılarından da önemlidir.
Anayasa Mahkemesi, temel kanunlarla ilgili olarak verdiği bir
İçtihadında, özetle,
''Norm yaratıcı niteliğiyle diğer parlamento kararlarından
ayrılan İçtüzüğün iktidar-muhalefet ilişkilerinde ve Meclis iradesinin gerçeğe
uygun biçimde yansıtılmasında büyük önem taşıdığı bir gerçektir.
Normlar hiyerarşisinde en üst noktada yer alan Anayasa, yasalar
gibi İçtüzüğü'nde dayanağı ve belirleyicisidir. Bu nedenle demokratik bir
devlette meclislerin kendi iç çalışmalarını serbestçe düzenleme konusundaki
yetkileri de Anayasa ile sınırlıdır.
Anayasanın 87 nci maddesinde, 'kanun koymak, değiştirmek ve
kaldırmak Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin görev ve yetkileri arasında
sayılmıştır. Çağdaş demokrasilerde, siyasî tercihlerin ve kararların oluşumunun
mümkün olan ölçüde geniş ve açık tartışmalarla sağlanması, iktidar ve muhalefet
partileri ile milletvekillerinin seçmen önündeki sorumluluklarının gereğidir'
Çağdaş anlamda demokratik siyasî yaşam, sorunların, bunlara
ilişkin görüş ve önerilerin iktidar-muhalefet diyaloğu içinde tartışılmasını
uzlaşma arayışı içinde sonuca ulaşılmasını zorunlu kılar. Çoğunluğa karşı
azınlığın iktidara karşı muhalefetin haklarının korunmadığı bir rejim
demokratik sayılamaz. Bunlar arasında bir denge kurulması, uzlaşma sağlanması
demokrasinin gereğidir.
Yasama etkinliklerinde asıl olan, kamusal yararı gerçekleştirmek
amacıyla yapılan görüşmeler sonucunda Meclis'in gerçek iradesinin oluşmasıdır.
Bu iradenin oluşmasında, yapılan görüşmeler kadar verilen önergelerin de büyük
katkısı olduğu bir gerçektir.
Yasama Meclisi üyelerinin görev ve yetkilerinin amacına uygun
biçimde kullanılmasının aşırı derecede zorlaştırılması veya ortadan
kaldırılması durumunda ise Anayasanın 87 ncimaddesi çerçevesinde yasama
işlevinin tam olarak yerine getirildiğinden söz edilemez. Bu ölçüsüz
sınırlamaların Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti anlayışıyla
da bağdaşması olanaksızdır''
Demek suretiyle, önerge verilmesi yönündeki yasama faaliyetinin bu
kapsamda değerlendirilmesinin zorunlu olduğu vurgulanmıştır(Anayasa
Mahkemesi'nin 31.01.2002 gün ve Esas: 2001/129-Karar: 2002/24 sayılı Kararı).
Dolayısı ile, 6287 sayılı Kanun'un Genel Kurul'da 'Temel Kanun'
olarak görüşülmesi ve İçtüzüğün 87 nci maddesi yerine 91 inci maddesi hükmüne
tabi olmak suretiyle önerge sayısının kısıtlanmasının, demokrasi ve
Milletvekilliği kurumlarıyla bağdaşır yanı yoktur. Teklifin görüşülmesi ve
kanunlaşması, sırf bu yönüyle dahi Anayasaya aykırıdır.
3-)Teklifin Genel Kurul'da görüşülme aşamaları öncesinde de
demokratik ve hukukun üstünlüğüne dayalı yasama faaliyeti (Anayasa, Madde: 2),
fiilen sona erdirilmiştir. Düşük yoğunluklu demokrasimiz, Millî iradenin
başlıca temerküz mekanlarından biri olan Türkiye Büyük millet Meclisi Milli
Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu'nda yapılan müzakereler sırasında da
can çekişmiştir; iktidar çoğunluğunca teklifin komisyondaki görüşülmesi
sırasında sergilenen tutum/uygulama, -deyim yerinde ise- sivil darbenin ta
kendisidir! Şöyle ki,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor
Komisyonu'nun, kamuoyunda '4 + 4 + 4' olarak bilinen 05.01.1961 gün ve 222
sayılı İlköğretim ve Eğitimi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifinin görüşüldüğü 11.03.2012 tarihli toplantısına iktidar
partisine mensup yüzü aşkın milletvekilinin salonu doldurmaları ve mütecaviz
hareketlerde bulunarak şiddete başvurmaları nedeniyle CHP'nin komisyon üyesi
milletvekilleri yerlerine oturamamış ve diğer milletvekilleri Komisyona katılamamıştır.
Anayasanın 'Kanunların Teklif Edilmesi ve Görüşülmesi' Başlıklı 88
inci maddesinde, aynen;
'Kanun teklif etmeye Bakanlar Kurulu ve milletvekilleri
yetkilidir.
Kanun tasarı ve tekliflerinin Türkiye Büyük millet Meclisinde
görüşülme usul ve esasları İçtüzükle düzenlenir.'
Denilmekte;
95 inci maddesinde de;
'Türkiye Büyük Millet Meclisi, çalışmalarını, kendi yaptığı
İçtüzük hükümlerine göre yürütür.'
Hükmüne yer verilmektedir.
Ayrıca, tasarı ve tekliflerin komisyonlarda nasıl görüşüleceğine
ilişkin hükümler de TBMM İçtüzüğü'nün Üçüncü Bölümünde, 20 nci ve devamı
maddeleri hükümlerinde yer almaktadır.
Söz konusu maddeler incelendiğinde, Milli Eğitim Komisyonu'nun
2/358, 305, 306, 307, 312 Esas Numaralı İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin görüşüldüğü 11.03.2012
günlü toplantısında Anayasa ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ihlâlleri
yapıldığı görülmüştür. Anayasanın ve İçtüzüğün teklif ve tasarıların
görüşülmesine ilişkin hükümlerinin gereği yerine getirilmeden teklif kabul
edilmiş gibi işlem yapılmıştır.
05.01.1961 gün ve 222 sayılı İlköğretim ve Eğitimi Kanunu ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, bir teklifin Genel
Kurul'da görüşülecek hale gelmesine, dolayısı ile olgunlaşmasına ilişkin
Anayasada ve İçtüzük'te öngörülen lâzimeleri ikmâl etmemiştir. Komisyon Başkanı
tarafından 'görüşme' olarak nitelendirilen 11.03.2012 günlü toplantıda
İçtüzükte yer alan 'Komisyonlar' Başlıklı Üçüncü Bölüm ile 'Kanunların
Yapılması' Başlıklı Dördüncü Kısım'da yer alan hükümler açıkça ihlâl edilmiştir.
Bu nedenle, Komisyon tarafından düzenlenmesi muhtemel Komisyon Raporunun Sıra
Sayısı haline getirilerek TBMM Gündemine getirilmesi Anayasa ve İçtüzük
hükümlerine aykırı olmuştur. Şöyle ki;
1- Komisyon Başkanı Sayın Nabi Avcı, siyasi iktidar grubuyla
anlaşmalı (danışıklı) bir şekilde, toplantı saatinden çok önceki bir zaman
diliminde Komisyon salonunu açtırarak, komisyon çalışmalarının
sürdürülemeyeceği bir ortamda iktidar partisi milletvekilleri tarafından
komisyon salonunun işgaline olanak sağlamıştır.
2- Komisyon çalışmaları İçtüzüğün 46 ncı maddesine aykırı olarak
başlatılmış ve sürdürülmüştür. İçtüzüğün 46 ncı maddesinde komisyon
toplantılarının düzenine ilişkin hüküm yer almaktadır. Bu maddeye göre düzenin
sağlanamaması durumunda, Komisyon başkanının toplantıya ara vermesi ya da
çalışmaları erteleyerek durumu gereği yapılmak üzere TBMM Başkanına bildirmesi
gerekmektedir. Komisyon başkanı, muhalefet milletvekillerinin can
güvenliklerinin olmadığı bir ortamda toplantıyı başlatmış ve devam ettirmiştir.
Bu açıdan çalışma ortamı oluşmadan, üyelerin ve milletvekillerinin katılımı
sağlanmadan toplantının açılması İçtüzük hükümlerine aykırıdır.
3- Cebirle ve zorbalıkla fiilî durum yaratılmasına göz
yumulmuştur. Bu durum Anayasanın 87 nci maddesine de aykırıdır. Zirâ, anılan
maddenin yasama organına, dolayısı ile milletvekillerine verdiği yasama
görevini yerine getirme görevi fiilî güç kullanılarak engellenmiştir. Böylece,
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin görev ve yetkilerinin kullanılmasına mâni
olunmak suretiyle Anayasa açıkça ihlâl edilmiştir.
4- TBMM İçtüzüğünün 29 uncu maddesinde 'Komisyonlarda istem
sırasına göre söz verilir' hükmü yer almaktadır. Komisyon toplantısının
açılmasının ardından CHP'li komisyon üyeleri, grup başkanvekilleri ve
milletvekillerinin söz talebini içeren dilekçeler Sn. Muharrem İnce tarafından
Komisyon Divanına teslim edilmesine karşın, işleme konulmamış ve
milletvekillerinin söz hakkı ihlâl edilmiştir. Komisyonda CHP'li tek bir
milletvekili bile söz alamamış ve konuşmamıştır. CHP Grup Başkan Vekillerinden
Sayın Muharrem İnce, yedi kez söz talebinde bulunmasına rağmen bu talebi işleme
konulmamıştır. TBMM İçtüzüğü'nün 29 uncu maddesi, komisyon başkanına söz
hakkının verilmesi konusunda takdir hakkı vermemektedir. Bu durum, aynı
zamanda, yukarıda belirtilen sebeplere binâen, Anayasanın 'Türkiye Büyük Millet
Meclisi'nin görev ve yetkileri'ni düzenleyen 87 nci maddesine de aykırıdır.
5- TBMM İçtüzüğünün 42 nci maddesinde 'Komisyonlar, karara
bağladıkları işler için birer rapor düzenler.' hükmü yer almaktadır. Bu açıdan
anılan teklif, görüşmeler sırasında söz talepleri ile değişiklik önergeleri
işleme konulmadığından, karara bağlanamamıştır.
Yukarıda açıklandığı üzere, Teklifin, Komisyon çalışmaları
tamamlanmamıştır. Bu durumda Komisyon Raporu oluşturulamayacağından, Teklif,
Genel Kurul'da görüşülemez.
TBMM İçtüzüğü'nün 14 üncü maddesinin 6 ncı bendi hükmüne göre,
Meclis Başkanı'nın da Komisyonları denetleme görevini yerine getirerek
11.03.2012 tarihli toplantının Anayasa ve İçtüzüğe aykırılığı yönünden geçersiz
sayılması doğrultusunda işlem yapması ve usulsüzlükler ile bunların hukuksuz
sonuçlarını ortadan kaldırılması gerekmiştir. Ne var ki, bu konuda TBMM
Başkanlığı tarafından somut ve sonuç alıcı herhangi bir adım atılmamıştır.
Diğer yandan;
Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu'nun 11 Mart 2012
tarihli birleşiminin ses kayıtları ile tutanakları incelenmiş bugüne kadar
kamuoyuna yansımayan bazı yeni usulsüzlükler tespit edilmiştir.
Ses kayıtlarının toplantı saatinden önceki zaman diliminde
gerçekleşmiş olması nedeniyle tutanağa geçmemiş olan bölümleri CHP'nin
iddialarını destekler mahiyette bilgiler içermektedir.
- Toplantının açılmasından önceki olayları yansıtan yaklaşık 5
dakikalık ses kaydında, AKP Grup Başkanvekilinin Komisyon Başkanını nasıl baskı
altına aldığı ve sözleri ile yönlendirdiği net bir şekilde anlaşılmaktadır.
- Yine ses kayıtlarının Komisyon toplantısı başlamadığı için
tutanağa geçirilmeyen bölümünde, Sayın Muharrem İnce'nin 'Medyanın huzurunda
konuşma taleplerimizi Başkana iletiyorum.' sözleri yer almaktadır. Bu
kayıtlardan, CHP milletvekillerinin 7 nci madde (Sayın M.Akif Hamzaçebi'nin
ayrıca 8 inci madde) için söz taleplerini içeren dilekçelerini Komisyon
Başkanına ilettiği ve Komisyon Başkanının da bu dilekçeleri teslim aldığı
tartışmaya mahal bırakmayacak şekilde anlaşılmaktadır. Komisyon Başkanının
tutanağa geçen bölümde, 7 nci maddenin okunmasının ardından söz taleplerini
işleme koymadığı görülmektedir. Böylece Anayasa ve İçtüzük ihlâli, belgeli bir
hâle gelmiştir.
Ses kayıtları ile tutanaklar karşılaştırıldığında redaksiyon
yetkisini aşan değişiklikler yapıldığı görülmektedir.
- Verilen önergelerin madde numaralarının teselsül ettirilmesi
gerekirken bu işlem yapılmamış, araya başka madde girmemiş gibi işlem
yapılmıştır.
- Teklif maddeleri okunurken Alt Komisyon metni aynen okunmamış,
dolayısıyla Komisyon üyeleri Alt Komisyon metninden farklı bir metni kabul
etmişlerdir. Örneğin, 2547 sayılı Kanuna Geçici 61 inci maddenin eklenmesinin
öngörüldüğü 15 inci maddenin (daha sonra 16 ncı madde olarak işlem görmüştür.)
Alt Komisyon metninde 'ortaöğretim' ibaresi yer alırken, Komisyonda oylanan
metinde aynı ibare 'ilköğretim' olarak okunmuş ve oylanmıştır. Aynı maddede yer
alan 'Yükseköğretim' ibaresi de 'ilköğretim' olarak okunmuş, maddenin tamamı
göz önüne alındığında okunan metinin anlamsız bir metin olduğu görülmektedir.
Tüm tutanak incelendiğinde, okunan ve oylanan metin ile Alt Komisyon metninin
birçok yerde farklılıklar arz ettiği görülmektedir. Bu farklılıkların
redaksiyon yetkisi ile düzeltilemeyeceği açıktır. Komisyondan çıktığı iddia
edilen metin, oylanan metinden farklı olduğundan gerçek durumu yansıtmamaktadır.
Komisyon çalışmaları tutanaklar üzerinden medyaya yansımıştır. Ses
kayıtlarının tutanağa geçirilmeyen bölümleri de incelendiğinde CHP'nin
iddialarının doğruluğu anlaşılacaktır. Ayrıca 'tutanaklar' ile 'ses
kayıtları'nın karşılaştırılması durumunda, Komisyon iradesinden farklı
metinlerin Komisyonda kabul edilmiş gibi işlem yapıldığı görülecektir.
TBMM İçtüzüğü'nün 29 uncu maddesine göre;
'Komisyonlarda istem sırasına göre söz verilir.
Komisyon başkanı ve komisyondaki Hükümet temsilcisi, söz sırasına
bağlı değildir. Komisyonca çağırılmış uzmanlara, komisyon başkanı, gerekli
gördüğü zaman söz verebilir.'
Madde hükmünden anlaşılacağı gibi, komisyonlarda görüşlerini ifade
etmek amacıyla milletvekillerinin söz hakları vardır. Milletvekillerine söz
hakkının tanınmamış olması İçtüzüğün anılan maddesine açık bir aykırılıktır.
Ancak, bu ihlâl, sadece İçtüzükle sınırlı değildir. Anayasanın 87 nci maddesi
yasama görevini Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne, yani milletvekillerine
vermiştir. Milletvekillerine komisyonda söz hakkının tanınmamış olması,
milletvekillerinin yasama görevini yapmasının engellenmesi sonucunu
yarattığından, bu durum Anayasanın 87 nci maddesine de açık bir aykırılıktır.
Komisyon Başkanı, açıklanmaya çalışılan menfî ve yanlı tutumuyla Anayasayı
açıkça ihlâl etmiştir.
Zirâ Anayasanın 87 nci maddesi şu hükmü içermektedir;
'Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkileri, kanun koymak,
değiştirmek ve kaldırmak; Bakanlar Kurulunu ve bakanları denetlemek; Bakanlar
kuruluna belli konularda kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi vermek; bütçe
ve kesinhesap kanun tasarılarını görüşmek ve kabul etmek; para basılmasına ve
savaş ilânına karar vermek; milletlerarası andlaşmaların onaylanmasını uygun
bulmak, Türkiye Büyük millet Meclisi üye tam sayısının beşte üç çoğunluğunun
kararı ile genel ve özel af ilânına karar vermek ve Anayasanın diğer
maddelerinde öngörülen yetkileri kullanmak ve görevleri yerine getirmektir.'
Belirtilen nedenlerle, bütün bu hukuksuz işlemlerin behemehâl
ortadan kaldırılarak Komisyon toplantısının kaldığı yerden devam etmesinin
sağlanması gerekmişse de, bu husus yerine getirilmemiştir.
İçtüzük'teki usûl kurallarına riayet edilmemesi, aynı zamanda
esası da etkilemekte ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin demokratik hukuk devleti
olma niteliğini de (Ay. M. 2) zedelemektedir. Çünkü Anayasamızın
değiştirilemeyecek niteliklerinden biridir 'hukuk Devleti'. Demokratik Hukuk
Devleti anlayışı, çoğunluk yönetiminin sayısal gücü ile bağdaşmaz. Demokratik
Hukuk Devletinde kanunlar, sadece bir partinin çoğunluğunun siyasi tercihleri
olmayıp, bunlar, demokratik bir süreçte iktidar muhalefet dengesi zemininde
gerçekleşebilirler. Aksi halde, devlet 'hukuk devleti' olma niteliğini
kaybederek 'kanun devleti'ne dönüşür. Bu açıdan, Milli Eğitim Komisyonundaki
müzakere usûlü, daha önce örneğine rastlanmayan bir uygulama olmuştur.
Kanun'un yapımı sürecinde Meclis çoğunluğunun tutumu ve Anayasayı
hiçe sayma anlayışı; Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu'nun bu
olaydaki performansı ve tavrı, yasama düzenlemelerinde / reformlarında mercek
altına alınmaya değer ve akademik incelemelere veri oluşturabilecek bir 'kürsü
emsâli' niteliğindedir!
Burada vahim olan husus, komisyon başkanının, toplantı salonunu,
iktidar partisine mensup milletvekilleri ile önceden doldurulmasına, işgal
edilmesine göz yumması, muhalefetin komisyon üyesi milletvekillerinin
toplantıya katılamayacakları, daha doğrusu giremeyecekleri fili bir durum
yaratarak 'teklif metninin çok kısa sürede, tartışılmadan, oylanarak kabul
edilmesini sağlamasıdır.
4-)Hemen şunu da belirtelim ki, bütün usûl bozuklukları kanunun
iptal edilmesine yol açmaz. Nitekim, 1961 Anayasası'nın uygulandığı dönemde,
Anayasa Mahkememiz 'şekil yönünden denetimde' 1961 Anayasası'nın 85 inci
maddesine dayanılarak çıkarılmış İçtüzük kurallarının da denetimde kıstas
olarak kullanılabileceğini, ancak bunları 'önemli' / 'önemsiz' olarak ikiye
ayırarak, önemli olanlarının iptal nedeni oluşturacağını kabul etmişti. (Karar:
1965/69, Anayasa Mahkemesi Kararları Dergisi, sayı 3, sf.232, sayı 7, sh.94).
'Önemli olanlar', kanunun esasını etkileyecek usûl kuralları olarak
anlaşılmaktaydı.
Anayasa Mahkemesi, bir kanunu 'şekil yönünden' iptal edince artık
esasa ilişkin denetim yapmıyordu. Çünkü, Anayasa Mahkemesine göre, bu yönde bir
karar, 'kimi yetkili kuruluşları uyarma olanağının sağlanması düşüncesine
dayandırılması da Anayasa Mahkemesinin görev ve yetki alanı ile
bağdaştırılmaz'dı. (Karar: Sayı 15, sf.165).
Şekil denetimi ile ilgili olarak, 1982 Anayasası, farklı bir
düzenleme öngörmektedir. Anayasa uygunluğun yalnızca şekil bakımından
denetiminde, Anayasa değişiklikleri ve kanunlarla sınırlı olarak, Resmi
Gazete'de yayımlanmalarından başlayarak, on gün içinde iptal davası
açılabileceği öngörülmüştür; bu süre geçtikten sonra, şekil bozukluğunun itiraz
yolu ile mahkemelerde ileri sürülmesi de mümkün değildir. (Ay. M. 148/2)
Anayasanın aynı maddesi, hem kanunlar, hem de Anayasa değişiklikleri için ayrı
ayrı kıstaslar öngörüyor. Konumuz 'kanun' olunca, bununla ilgili kıstas, son
oylamanın öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı ile sınırlıdır.
Öngörülen çoğunluk kuşkusuz toplantı yeter sayısı ve karar yeter
sayısı olarak birlikte ele alınacaktır. Anayasanın 96 ncı maddesine göre,
toplantı yeter sayısı TBMM üye tamsayısının en az üçte biri (184 milletvekili),
karar yeter sayısı ise toplantıya katılanların salt çoğunluğudur; ancak karar
yeter sayısı hiçbir şekilde üye tam sayısının dörtte birinin bir fazlasından az
olamaz. (138+1=139). Anayasanın 148 inci maddesinin ikinci fıkrasının
ifadesinde yer alan 'son oylamanın öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı'
hükmü, toplantı ve karar yeter sayılarını birlikte içerir. Başka anlatımla
karar yeter sayısının en az 139 milletvekiliyle geçerli olabilmesi için
meclisin en az üçte bir üye (184 milletvekili) ile toplanmış olması ön
koşuldur.
Bu düzenleme karşısında sorulması gereken hukuki soru, kanunların
Anayasaya uygunluğunun yargısal denetiminde 'şekil denetimi'nin sadece 148 inci
maddenin ikinci fıkrasında yer alan 'son oylamanın öngörülen çoğunlukla yapılıp
yapılmadığı' kıstası, İçtüzükteki usûlî kuralları da kapsamına alıp
almadığıdır.
Şekil denetimi ile ilgili olarak, kanunun Resmi Gazete'de
yayımlanmasından başlayarak, on gün gibi çok kısa sayılabilecek bir süre içinde
dava açabilme imkânının tanınması, esası etkileme özelliği olan İçtüzükteki
usûl kurallarının da bu denetim kapsamında mütalaa edilmesi zorunluluğunu
doğurabilmelidir. Çünkü 6287 sayılı kanunun 'teklif' aşamasından başlayarak
izlenen usûlî işlemlerde bu hususlar dikkati çekmektedir. Eğitim gibi gelecek
kuşakları da etkileyecek son derece hassas ve dinamik bir konuda, geniş
kapsamlı bir çalışma sürecini, aceleye ve emri vakiye getirmeden, toplumun
değişik kesimlerinin, özellikle de ya da hiç değilse, üniversitelerin eğitim
bilimleri çevrelerinin görüşlerine itibar edilerek geniş bir tartışma ortamında
mâkul bir zaman diliminde değerlendirilmesi isabetli olurdu.
Stratejik bir ön çalışma yapılmadan, 'reform' olarak
adlandırılabilecek bir yasal düzenlemenin, hükümet programında dahi yer
almadan, üstelik hükümetin, sorumluluğunu bir 'tasarı' ile paylaşmaktan kaçarak
bu kanun metninin bir 'teklif' olarak sunulmuş olmasını, yönetim ciddiyeti ile
bağdaştırmak çok güçtür. Bu husus 30 Mart 2012 tarihli 6287 sayılı kanunun
önemli bir zaafı olduğu kadar, kanun yapma tekniğinin de en önemli usûlî
eksikliğidir. Burada, kanunun usûl açsından bir anayasaya aykırılık
oluşturmasını kat kat aşan bir vahâmetle karşılıyoruz. Zira bu düzenleme
ebeveynlerin ve Cumhuriyetimizin en kıymetli varlıkları olan çocuklarımızın,
bütün bir geleceğinin aceleye getirilmiş bir kanunla belirlenmesi, eğitim ve
öğretim alanında sürekli bir gerginlik ve çatışma ortamı yaratarak,
hoşnutsuzluğun artan bir biçimde gündemde kalmasına yol açacaktır. Ayrıca, bu
aşamada şekil bakımından iptali istenen 6287 sayılı Kanun, gerek yapısı ve
gerekse 'kriz üretkenliği' özelliği ile iç-hukuku ve demokratik parlamenter
rejimi bozucu bir nitelik taşımaktadır ve bu özelliği ile Anayasal düzenin
askıya alınmasıyla eşdeğerdir. Anılan Kanun, kısa vâdede dahi içinden çıkılması
kolay olmayan sorunlar yaratacak karakterdedir.
Bu itibarla, Kanun, kanaatimizce, 'şekil bakımından iptali için'
Yüksek Mahkeme içtihatlarıyla belirlenen 'kurucu koşullar' oluşmuştur.
5-)Yasama meclislerinin çalışmalarını düzenleyen, neredeyse tamamı
'usûlî kuralları' içeren İçtüzükler, bütün çoğulcu anayasal düzenlemelerde,
iktidar muhalefet ilişkilerinin parlamento çatısı altında dengeli bir biçimde
yürütülmesinin onsuz olmaz hukuki metinleridir. Bu açıdan, parlamento hukuku
alanında, mürekkep akıtmış olanlar, İçtüzük kuralları için 'sessiz anayasa' ya
da meclislerin 'dahili kanunu' deyimini kullanırlar. Ülkemizde 'meşrutiyet
Döneminde' ve Cumhuriyet meclislerinde, parlamento çalışmalarında hukuki bir
sorunla karşılaşınca, çok önemli bir başvuru eserinde, İçtüzüğün, kamusal
faaliyetlerin yürütülmesinde Anayasadan da daha etkili olduğu vurgulanmıştı.
(EUGENE PİERRE, Traite'de Droit Politique, Electoral et Parlementaire, Paris
1908, sf.490 ve devamı)
Eğitimle ilgili 6287 sayılı kanunun görüşülmesi aşamasındaki
engelleme uygulamaları, parlamento tarihimizde gelecek açısından son derece
vahim bir durum ya da emsal oluşturmuştur. Çoğunluk partisi milletvekillerinin
fiili durum yaratarak, 'hukuk devleti' anlayışı ile bağdaştırılması mümkün
olamayacak bir ortamda, meclis Genel Kurulunun 'kanun' adı altında yapacağı
hukuki işleme zemin oluşturması, kabul iradesini gölgelemiştir ve zedelemiştir.
Anayasa Mahkememizin bu süreçle ilgili olarak yapacağı hukuki
değerlendirmesi daha doğrusu denetimi, hiç kuşkusuz parlamento hukukumuzdaki bu
boşluğu geniş yorum anlayışı ile içtihatla doldurması, Türkiye Cumhuriyeti
devletinin değiştirilemeyecek nitelikleri arasında yer alan 'demokratik hukuk
devletinin' sürekliliğine ayrı bir anlam kazandıracaktır. Böylece, iktidar çoğunluğunun
muhalefeti 'kuşatarak' TBMM'nde tek sesli bir yapı oluşturmasının önüne
geçilebilecektir.
Bu temenniyi dile getirirken, Anayasa Mahkememizin son zamanlarda
yayımlanan iki kararından esinlenmekte isabet vardır. (Esas: 2004/85, Karar:2009/69,
karar tarihi: 02.06.2009, Resmi Gazete 10 Aralık 2011 ' Esas 2007/97, Karar:
2010/132, Karar tarihi 04.02.2010, Resmi Gazete: 10 Aralık 2011).
Hatırlanacağı gibi, Anayasa değişiklikleri için yapılan öneriler
arasında, 2 nci maddedeki 'insan haklarına saygılı' yerine 'insan haklarına
dayanan' ifadesinin kullanılması sıklıkla dile getirilmektedir. Anayasa
Mahkememiz, bu iki kararı ile tartışmayı sona erdirerek, üstelik
değiştirilemeyecek 2 nci maddeye 'içtihat yolu ile ekleme yapmış, böylece, bu
sorunu, deyim yerinde ise hukuki bir ustalıkla çözmüştür. Bundan böyle 'insan
haklarına saygılı' ifadesi ile 'insan haklarına dayanan' arasında kopamayacak
hukuki bir birleşme oluşturmuştur. Yukarıda anılan iki kararın, aynı tarihli Resmi
Gazete'de yayımlanması hayli anlamlı olmuştur.
Bu örnekten yola çıkarak, Anayasa Mahkememizin Anayasanın 148 inci
maddesinin ikinci fıkrasındaki 'şekil denetiminin' işlerlik kazanabilmesi; ölü
bir hüküm olmaktan çıkabilmesi için, şekil denetimi kapsamına usûlî kurallardan
oluşan süreci de katarak, ya da içtihadı ile ekleyerek, bunların da şekil
denetimi kıstasında yer almalarını sağlamak bir zorunluluk olmaktadır. Şekil
denetiminin ancak bu taktirde bir işlevi olacaktır. Aksi halde 148 inci
maddenin ikinci fıkrasındaki 'kanunların şekil bakımından Anayasaya aykırılık
iddialarının 'son oylamada yeter sayı' şartına uyulmadığı kıstasına
dayandırılması, kanun yapma sürecinde muhalefetin katılmasına ve uzlaşmasına
imkân verilmek istenmediği sonucuna varılır. Bunun öteki anlamı, hukukun her
vesileyle yasama çoğunluğu tarafından kuşatılması olacaktır. Ülke, iktidar
kadar muhalefetin de ülkesidir. Müşterek Ulusal sorunlarla ilgili temel ve
ivedi kanunlarda uzlaşma arayışı, şüphesiz, denenmeye değer ve çözücü bir
yöntemdir.
('''')
V.YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEĞİ
Yasama egemenliğini oluşturan iktidar-muhalefet dengesi, 6287
sayılı Kanun'un kanunlaşması sırasında sürdürülemez ve katlanılamaz ağırlıkta
bozulmuştur. Kanunun oluşmasında muhalefet dışlanmıştır.
Bu Kanun'un öncelikle şekilden iptal edilme riski (yasama
enerjisinin gereksiz tüketilmesi), fazlası ile mevcuttur.
Şekil bozukluğu nedeniyle iptali istenen 6287 sayılı Kanun,
tartışmasız şekilde Anayasanın 2, 6, 7, 11, 67, 68, 75, 76, 87, 88, 95, 96, 97
ve 148 inci maddeleri hükümlerine ve genel anayasa modeline açıkça ve ağır
biçimde aykırıdır.
Yukarıda da değinildiği gibi, Ülke, iktidar kadar, muhalefetin de
ülkesidir. Ortak ulusal sorunlarla ilgili temel ve diğer ivedi yasalarda,
uzlaşma arayışı denenmeğe değer ve çözücü bir yöntemdir.
Gerek yapısı ve gerekse kriz üretkenliği yoluyla iç-hukuku ve
demokratik parlamenter rejimi bozucu karakter taşıyan 6287 sayılı Kanun'un dava
sonuna kadar yürürlüğü, anayasal düzeninin askıya alınmasıyla eşdeğerdir.
Hüküm, dava sonuna kadarki kısa sürede dahi içinden çıkılması kolay olmayan
sorunlar yaratacak karakterdedir.
Yürürlüğü durdurmanın Yüksek Mahkeme içtihatlarıyla belirlenen
kurucu koşulları oluşmuştur.
Dava konusu Kanun hakkında yürürlüğün durdurulması kararı
verildiği takdirde, hukuk sistemimizde herhangi bir boşluk meydana gelmeyecek,
sadece, Anayasaya aykırı olan uygulama durdurulmuş olacaktır.
Ancak, dava konusu Kanun yönünden 'yürürlüğü durdurma' Kararı
verilmeyip de iptal kararı verilmesi halinde, bu iptal kararı büyük olasılıkla
etkisiz kalacaktır.
Öte yandan, Anayasal düzenin hukuka aykırı kural ve
düzenlemelerden en kısa sürede arındırılması, hukuk devleti olmanın en önemli
gerekleri arasında sayılmaktadır. Anayasaya aykırılıkların sürdürülmesi, özenle
korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyecektir. Hukukun
üstünlüğünün sağlanamadığı bir düzende, kişi hak ve özgürlükleri güvence
altında sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesi hukuk devleti yönünden
giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol açacaktır.
Bu zarar ve durumların doğmasını önlemek amacıyla, Anayasaya
açıkça aykırı olan ve iptali istenen hükümlerin (Kanun'un) iptal davası
sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin de durdurulması istenerek Anayasa
Mahkemesine dava açılmıştır.
IV. TALEP VE SONUÇ
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nde hukukun üstünlüğü vazgeçilmeyecek
temel ilkelerden biri olduğuna göre, TBMM'de kanun koyma sürecinin hangi
aşamasında olursa olsun, iktidar partisi çoğunluğunun sayısal gücüne dayanarak,
muhalefeti 'kuşatması', etkisiz hale getirmesi oy kullanmalarının engellenmesi
bâriz bir hukuk ihlâlidir. Hukuku yalnızca bir araç gören, O'nun üstünlüğünü
içine sindiremeyen, sadece gücüne güvenen bir 'patalojik zihniyet' mahsûlü olan
ve -bu aşamada- şekil bakımından iptali istenilen dava konusu Kanun, ihtiyaca
ve istikrara hizmet görüntüsü içinde iç-hukukumuzu ve Cumhuriyetin 'demokratik,
lâik ve sosyal bir hukuk devleti' olma özelliğini tahrip eden 'talihsiz bir
yasama girişimi'dir. Dava konusu 'İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair 30.03.2012 Tarih ve 6287 Sayılı Kanun,
niteliği ve içeriği, demokratik parlamenter rejimimiz, Anayasal düzenimiz ve
Meclis iç-hukuku bakımından hayatî (yaşamsal) derecede önem taşımaktadır.
Demokratik hukuk devletinde böyle vahim bir olayın tekerrürünü önlemenin yolu
ise, Anayasa Mahkemesinin, hukuken sakatlanmış bir iradenin ürünü olan işlemi
(kanunu) iptal etmesidir. Anayasa Mahkememizin bir kararında da belirttiği gibi
klasik demokrasilerden farklı olarak, 'çağdaş Anayasalar' çoğunluğun baskısına
karşı koruyucu hükümlere ve kurallara yer vermiş'tir (Esas: 1973/19, Karar:
1975/87, Karar tarihi: 15.04.1975, Anayasa Mahkemesi Kararları Dergisi, Sayı
13, sf. 428).
Bu itibarla,
Anayasanın 151 inci maddesi hükmünde öngörülen süre içerisinde,
şimdilik şekil bozukluğu nedeniyle iptalini istediğimiz 30.03.2012 gün ve 6287
sayılı Kanun'un 'esas bakımından' Anayasaya aykırılığını ileri sürmek suretiyle
İptal Davası hakkımızı saklı tutmak kaydıyla,
Şimdilik süresi içerisinde şekil bozukluğu bakımından iptali talep
olunan dava konusu30.03.2012 gün ve 6287 sayılı'İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğü'nün 29, 74, 81, 87 ve 91incimaddeleri ile Anayasanın 2, 6, 7,
11, 67, 68, 75, 76, 87, 88, 95, 96, 97 ve 148incimaddeleri hükümlerine aykırı
olması nedeniyle,
1-)Dava konusu 30.03.2012 gün ve 6287 sayılı 'İlköğretim ve Eğitim
Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un lâyihamızda
belirtilen ve Yüksek Mahkeme'ce belirlenen sebeplerle şekil bozukluğuna dayalı
olarak İPTALİNE,
2-)Davanın öncelikle ve ivedilikle görüşülmesine,
3-)Dava konusu 30.03.2012 gün ve 6287 sayılı 'İlköğretim ve Eğitim
Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un YÜRÜRLÜĞÜNÜN
DURDURULMASINA,
Karar verilmesineilişkin istemimizi saygı ile arz ve talep
ederiz.19.04.2012'"