"...
II- İTİRAZIN GEREKÇESİ
Başvuru kararının gerekçe bölümü şöyledir:
'Davacıların mahkememize sundukları 28.04.2010 tarih havaleli dava
dilekçesiyle Van Merkez Kıratlı Köyü köyüstü mevkiinde bulunan 148 nolu
parselde1/2hissenin davalı adına kayıtlı iken1/2hissesini ...'a, 180 nolu
parseldeki1/2hissesini de ...'a sattığını, satış bedelinin nakden, tamamen ve
peşin olarak ödendiğini aradan 2 yıl geçmesine rağmen tapuda devir
yapamadıklarından bahisle 148 nolu parseldeki ... adına kayıtlı1/2hissenin ...
, 180 nolu parseldeki ... adına kayıtlı1/2hissenin ... adına tapuya tesciline
karar verilmesi istemiyle mahkememize dava açılmış olmakla dosya incelendi;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacıların mahkememize sundukları 28.04.2010 tarih havaleli dava
dilekçesiyle Van Merkez Kıratlı Köyü köyüstü mevkiinde bulunan 148 nolu
parselde1/2hissenin davalı adına kayıtlı iken1/2hissesini ...'a, 180 nolu
parseldeki1/2hissesini de ...'a sattığını, satış bedelinin nakden, tamamen ve
peşin olarak ödendiğini aradan 2 yıl geçmesine rağmen tapuda devir
yapamadıklarından bahisle 148 nolu parseldeki ... adına kayıtlı1/2hissenin ...,
180 nolu parseldeki ... adına kayıtlı1/2hissenin ... adına tapuya tesciline
karar verilmesi istemiyle mahkememize açılan davada davalı 22.06.2010 tarihli
duruşmada davayı kabul etmesine rağmen mahkememizce dava konusu taşınmazlarda
25.03.2011 tarihli keşifte dinlenen Ziraat Yüksek Mühendisi'nin Mahkememize
sunduğu 18.04.2011 tarih havaleli bilirkişi raporunda dava konusu taşınmazların
mutlak tarim arazi vasfında olduğunu belirttiği, buna göre Mahkememizce dava
konusuyla ilgili uygulanması gereken 31/01/2007 tarih ve 5578 sayılı Yasanın 2.
maddesi ile değişik 03/07/2005 tarih ve 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi
Kullanımı Kanununun 8. maddesinin 3. fıkrası ve 8. maddesinin 4. fıkrasının
Anayasanın 2. maddesinde belirtilen hukuk Devleti, 10. maddesinde düzenlenen
eşitlik ilkesi, 11. maddesi, 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkına ve
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin İnsan Hakları Ve Ana Hürriyetleri Korumaya
Dair Sözleşmeye ek protokolün 1. maddesinde belirtilen mülkiyet hakkının
korunması ilkesine aykırı olduğu kanaatine varılması sonucunda;
USULİ İNCELEME:
Davacıların Mahkememize sundukları 28.04.2010 tarih havaleli dava
dilekçesiyle Van Merkez Kıratlı Köyü köyüstü mevkiinde bulunan 148 nolu
parselde1/2hissenin davalı adına kayıtlı iken1/2hissesini ...'a, 180 nolu
parseldeki1/2hissesini de ...'a sattığını, satış bedelinin nakden, tamamen ve
peşin olarak ödendiğini aradan 2 yıl geçmesine rağmen tapuda devir
yapamadıklarından bahisle 148 nolu parseldeki ... adına kayıtlı1/2hissenin ...,
180 nolu parseldeki ... adına kayıtlı1/2hissenin ... adına tapuya tesciline
karar verilmesi istemiyle Mahkememize açılan davanın Anayasanın 152/1. maddesi
gereğince bakılmakta olan dava olması nedeni ile Anayasaya aykırılık iddiasıyla
Anayasa Mahkemesine başvurmak gerekmiştir.
İPTALİ İSTENEN YASALARIN İLGİLİ MADDELERİ:
31/01/2007 tarih ve 5578 sayılı Yasanın 2. maddesi ile değişik
03/07/2005 tarih ve 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununun 8.
maddesinin 3. fıkrası ve 8. maddesinin 4. fıkraları.
Madde 8- (Değişik madde: 31/01/2007-5578 S.K/2.mad)
3. fıkra'Belirlenen parsel büyüklüğü; mutlak tarım arazileri ve
özel ürün arazilerinde 2 hektar, dikili tarım arazilerinde 0,5 hektar, örtü
altı tarımı yapılan arazilerde 0,3 hektar ve marjinal tarım arazilerinde 2
hektardan küçük olamaz. Tarım arazileri bu büyüklüklerin altında ifraz
edilemez, bölünemez veya küçük parsellere ayrılamaz. Ancak çay, fındık, zeytin
gibi özel iklim ve toprak istekleri olan bitkilerin yetiştiği yerler ile
seraların bulunduğu alanlarda, yörenin arazi özellikleri daha küçük parsellerin
oluşmasını gerekli kıldığı takdirde, Bakanlığın uygun görüşü ile daha küçük
parseller oluşturulabilir.'
4. fıkra'Bakanlığın uygun görüşü ile kamu yatırımları için ihtiyaç
duyulan yerler hariç olmak üzere tarım arazileri, belirlenen büyüklükteki
parsellerden daha küçük parçalara bölünemez. Bölünemez büyüklükteki tarım
arazilerinin mirasa konu olmaları ve üzerlerinde her ne şekilde gerçekleşmiş olursa
olsun birlikte mülkiyetin mevcut olması durumunda, bu araziler ifraz edilemez,
payları üçüncü şahıslara satılamaz, devredilemez veya rehnedilemez. Bu araziler
hakkında 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun özgülemeye ilişkin hükümleri kıyasen
uygulanır.' hükmü yer almaktadır.
1982 ANAYASANIN İLGİLİ HÜKÜMLERİ:
Anayasanın 2. maddesinde'Türkiye Cumhuriyeti toplumun huzuru,
milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk
milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.' hükmü yer almaktadır.
Anayasanın 10. maddesinde'herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi
düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım
gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun
önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.' hükmü yer
almaktadır.
Anayasanın 11. maddesinde'Anayasa hükümleri yasama, yürütme ve
yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan
temel hukuk kurallarıdır.
Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.' hükmü yer almaktadır.
Anayasanın 35. maddesinde'Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.'
hükmü yer almaktadır.
Anayasanın 90. maddesinin son fıkrası'Usulüne göre yürürlüğe
konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında
Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle:
07/05/2004 ' 5170 S.K./7.mad) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve
özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı
hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma
hükümleri esas alınır.' hükmü yer almaktadır.
AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİNİN İNSAN HAKLARI VE ANA
HÜRRİYETLERİ KORUMAYA DAİR SÖZLEŞMEYE EK PROTOKOLÜN1.MADDESİ:
'Her hakiki veya hükmi şahıs mallarının masuniyetine riayet
edilmesi hakkına maliktir. Herhangi bir kimse ancak âmme menfaati icabı olarak
ve kanunun derpiş eylediği şartlar ve devletler hukukunun umumi prensipleri
dâhilinde mülkünden mahrum edilebilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, emvalin umumi menfaate uygun
olarak istimalini tanzim veya vergilerin veyahut sair mükellefiyetlerin veyahut
da para cezalarının tahsili için zaruri gördükleri kanunları yürürlüğe koymak
hususunda malik bulundukları hukuka halel getirmez.' hükmü yer almaktadır.
MEVZUAT YÖNÜNDEN ESASTAN İNCELEME:
1982 Anayasasının 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesi
kapsamında hukuk devleti ilkesi, insan haklarına saygılı ve bu hakları koruyucu
âdil bir hukuk düzeni kuran ve bunu devam ettirmekle kendini yükümlü sayan,
hukuk kurallarına ve Anayasa'ya uygun davranan, bütün eylem ve işlemleri yargı
denetimine bağlı olan devlettir. Bu nedenle devlet Anayasa'da ve İnsan Hakları
Sözleşmesi 1 No'lu Ek Protokolün 1. maddesi kapsamında düzenlenen mülkiyet
hakkını güvence altına almakla yükümlüdür.
Anayasanın l0. maddesinde 'Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet,
siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım
gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya
sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün
işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek
zorundadırlar.' hükmü karşısında mevcut yasal düzenlemeler yapılırken mülk
sahipleri açısından eşitsizlik yaratacak bir durum ortaya çıkarmamalıdır.
Anayasanın 11. maddesine göre 'Anayasa hükümleri yasama, yürütme
ve yargı organlarının, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan
temel hukuk kurallarıdır. Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.' hükmü gereğince
mevcut kanunların Anayasada ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 1 No'lu Ek
Protokolün 1. maddesi kapsamında düzenlenen ve güvence altına alınan mülkiyet
hakkını ihlal edici nitelikte olmamalıdır.
Anayasanın 35. maddesinde 'Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.' hükmü nedeniyle
mülkiyet hakkının kullanımını sınırlandıran kanunların mülkiyet hakkının
kullanılmasını tamamen engelleyecek nitelikte olmamalı, mülkiyet hakkını sınırlandıran
tedbirlerin toplumun genel yararının gerekleri ve bireylerin temel haklarının
gerekleri arasında adil bir denge gözetmesi şarttır. Bireysel mülk sahibini
'bireysel ve aşırı bir yük' altına sokmamalıdır.
Anayasanın 90. maddesinin son fıkrası gereğince 'Usulüne göre
yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar
hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek
cümle: 07/05/2004 - 5170 S.K./7.mad) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak
ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda
farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası
andlaşma hükümleri esas alınır.' hükmü nedeniyle mevcut yasaların Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi 1 No'lu Ek Protokolün l. maddesi mülkiyet hakkını güvence
altına alan hükmüne aykırı olmamalı, kamu yararı ile bireysel yarar arasındaki
orantılılık ilkesi gözetmeli, müdahale keyfi olmamalı ve hukuka uygun bir
şekilde yapılmalıdır.
AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ1NO'LU EK PROTOKOLÜN1.MADDESİ
KAPSAMINDA MÜLKİYET HAKKI VE AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ UYGULAMALARI:
Avrupa, İnsan Hakları Sözleşmesi 1 No'lu Ek Protokolün 1. maddesi
mülkiyet hakkını güvence altına almaktadır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi
gibi diğer uluslararası insan hakları belgeleri de, mülkiyet hakkını
tanımaktadırlar. Bununla birlikte İnsan Hakları Evrensel Beyannamesine hukukî
bağlayıcılık kazandıran ne Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi ne
de Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi mülkiyetin
korunmasına ilişkin herhangi bir özel hüküm getirmemektedirler. Benzer bir
şekilde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ('Sözleşme') metni kaleme
alınırken devletler bu konuda herhangi mutabakata varamamışlardır. Nihayetinde
birinci protokol tarafından kabul edilen bu formül, devletlere bu hakla
birlikte daha geniş bir müdahale etme yetkisi tanıyarak oldukça nitelikli bir
mülkiyet hakkı sağlamıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ('Mahkeme') ilk defa
Marckx Belçika'ya karşı davasında 1 No'lu Ek Protokolün 1. maddesini Belçika
kanunlarının gayrimeşruluğu bağlamında değerlendirerek şu sonuca varmıştır:
'1. madde herkesin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesi
hakkını tanıyarak, mülkiyet hakkını esastan güvence altına almaktadır. Bu açık
anlam 'mal ve mülk' ve 'mülkiyetin kullanımı' (Fransızcada 'biens',
'propriete', 'usage des biens') kavramlarından çıkarılmaktadır, 'travaux
preparatories' kavramıda bunu çok açık bir şekilde teyit etmektedir: Taslağı
hazırlayanlar şu anki 1. maddenin ilk tasarısında 'mülkiyetin hakkı' veya
'mülkiyet hakkı' kavramlarını kullanmışlardır. Aslında, birinin mülkiyetini
kullanma hakkı mülkiyet hakkının geleneksel ve temel boyutunu oluşturmaktadır.'
Mahkeme bu kararında 1 No'lu Ek Protokolün 1. maddesinin kapsamını
tanımlamıştır.
Mahkeme, bu maddeyi yalnızca hali hazırda mevcut bulunan mal ve
mülklere uygulamakta ve 'mal ve mülk elde etme hakkının garanti altına
almadığını belirtmektedir.' 1 No'lu Ek Protokolün 1. maddesi, özel ve tüzel
kişilere ait mal ve mülke Devlet tarafından yapılabilecek herhangi bir keyfi
müdahaleye karşı korumaktadır. Öte yandan bu madde devlete özel ve tüzel
kişilere ait olan mülkiyetleri yasalarda belirtilen koşullar altında kullanma
ve hatta bu kişileri bunlardan mahrum etme hakkını da tanımaktadır. Sözleşme
kurumlarının mülkiyet hakkına yapılacak olan herhangi bir müdahalenin genel
veya kamu yararı sağlamak amacıyla yapılıp yapılmadığından emin olmaları
gerekmektedir. Özellikle, kamu otoriteleri mülkiyetin kullanımını vergilerin
veya diğer harçların veya ceza ödemelerinin uygulanmasını sağlamak amacıyla
kontrol edebilir. Kamu yararı ile bireysel yarar arasındaki orantılılık
ilkesini gözetmek üzere müdahalenin keyfi olmaması ve hukuka uygun bir şekilde
yapılması gerekmektedir. Bununla birlikte müdahalenin gerekliliğine ilişkin
olarak mahkeme ve eski Avrupa İnsan Hakları Komisyonu genelde Devletlere geniş
bir takdir yetkisi tanımaktadırlar.
1 No'lu Ek Protokolün 1. maddesi mülkiyetin malikten alınması veya
diğer müdahaleler için herhangi bir tazminat hakkını açıkça düzenlememekle
birlikte uygulamada dolaylı olarak bunu gerekli kılmaktadır (Holy
Monasteries-Kutsal Manastırlar- Yunanistan'a karşı davası). Yalnızca
Almanya'nın birleşimi gibi istisnai durumlarda olduğu gibi tazminat ödenmemesi
haklı gösterilebilir (Jahn ve diğerleri Almanya'ya karşı davası). 1 No'lu Ek
Protokolün 1. maddesi gerçek kişiler arasındaki sözleşme temelindeki doğal
ilişkiyi dikkate almaktadır. Bu nedenle, bir mahkeme bireyin mülkünü başka
birisine teslim etmesine hükmedebilir. Örneğin, sözleşmeler hukuku (uygulama
sırasında mülke el konulması ve mülkün satılması), haksız fiil veya aile hukuku
(miraslı malların, evlilik yoluyla elde edilmiş mülkün bölüşülmesi) ilgili
uygulanabilecek yasalar genel olarak 1 No'lu Ek Protokolün 1. maddesinin
kapsamı dışında kalmaktadır. Ancak, bireyler arasındaki mülkiyete ilişkin hukukî
ilişkilerin etkisi belirlenirken sözleşme organlarının kanunun bir kişinin
keyfi ve haksız olarak mülkünden mahrum bırakılarak bu mülkün başkasına
devredilmesi şeklinde bir eşitsizlik yaratmadığı hususunda emin olması
gerekmektedir. Bununla birlikte, belirli durumlarda, Devlet gerçek kişilerin
hareketlerini düzenlemek için müdahalede bulunma yükümlülüğü altında olabilir.
Neticede, 1 No'lu Ek Protokolün 1. maddesi genel olarak Devletlerin
kendilerinin mülkiyet hakkına yapmış olduğu müdahalelerde veya üçüncü bir
tarafın bunu yapmasına izin verdiği hallerde uygulanmaktadır.
MÜLKİYET HAKKININ KAPSAMI:
1 No'lu Ek Protokolün 1. maddesinin ihlali ancak söz konusu
ihlalin bu madde anlamında kendi 'mülkiyetine' yönelik olduğu durumlarda ileri
sürülebilir. 'Mal ve mülk' kavramı iç hukuktaki resmi tanımdan bağımsız olarak
özerk bir anlama sahiptir. 'Mal ve mülk' kavramının mahkeme kararlarında çok
geniş yorumlandığı iddia edilmektedir. Zira bu hak sadece mülkiyet hakkını
içine almamakta ayrıca hisseler, patentler, tahkim kararları, emeklilik maaşı
hakkı, kira hakları gibi bütün maddi hakları kapsamaktadır. Ve hatta bu haklar
bir mesleği icra etmekten de kaynaklanıyor olabilmektedir. Bu geniş yorumlama 1
No'lu Ek Protokolün 1. maddesinin Fransızca olan versiyonunda yer alan 'biens'
kelimesinin kullanılması ile zorunlu bir hale gelmiştir. Fransız hukuk
terminolojisinde 'biens' kavramı bütün miras yoluyla geçen hakları (örneğin
maddi haklar) ifade etmek amacıyla kullanılmaktadır. Bunu söylemek çok
şaşırtıcı olmamalıdır. Zira gayrimenkul ve menkul mal sahipliğinden başka
örneğin hisse, telif hakları, kesinleşmiş tahkim kararları ve bir sözleşmeden
doğan kiralama hakkına sahip olmak da 1 No'lu Ek Protokolün 1. maddesi
anlamında 'mal ve mülk'tür. Ancak, bu madde kapsamında sağlanan koruma söz
konusu iddia belirli bir mülke dayanmadıkça uygulanmamaktadır. Yukarıda
belirtildiği gibi, 1 No'lu Ek Protokolün 1. maddesi mülk edinme hakkını garanti
altına almamaktadır.
DEVLETİN NEGATİF VE POZİTİF YÜKÜMLÜLÜKLERİ:
1 No'lu Ek Protokolün 1. maddesi kapsamındaki mülkiyet hakkına
saygı zorunluluğu negatif ve pozitif her iki yükümlülüğü de kapsamaktadır. Bu
hükmün asıl hedefi bireyi devlet tarafından kendi mal ve mülküne yapılacak olan
haksız müdahaleler karşısında korumaktır (negatif yükümlülük). Negatif
yükümlülük hususu örneğin mülke elkonulması veya mülkün tahrip edilmesi kadar
planlanmış sınırlamalar, kira kontrolleri ve mülkün geçici süreyle elde
tutulması durumlarını da içine alarak gündeme gelmektedir. Pressos Compania
Naviera SA ve diğerleri Belçika'ya karşı davasında, ilgili devletin
başvurucunun mevcut şikâyetlerini geriye yürüyen yasayla ortadan kaldırmak
noktasında sorumlu olduğu kararına varılmıştır.
Öte yandan, Sözleşmenin 1. maddesi uyarınca, hakkın etkili
kullanımını güvence altına alan 1 No'lu Ek Protokolün 1. maddesi sadece
Devletin müdahale ile ilgili yükümlülüklerine bağlı değildir. Fakat ilgili
madde özellikle devletten başvurucunun mal ve mülkünü etkili kullanması ile
otoritelerden meşru beklentileri arasındaki doğrudan bir bağlantıyı koruyacak
pozitif önlemleri almasını talep edebilir
MÜLKİYET HAKKININ İÇERİĞİ:
1 No'lu Ek Protokolün 1. maddesi üç farklı kuralı kapsayacak
şekilde düzenlenmiştir. Bu değerlendirme ilk olarak bu madde ile ilgili en
önemli mahkeme kararlarından biri olan Sporrong ve Lönnroth İsveç'e karşı
davasında ortaya konulmuştur. Bu kurallar şu şekilde tanımlanmıştır... Birinci
paragrafın ilk cümlesinde belirtilen ilk kural genel nitelik taşımaktadır ve
mülkiyet dokunulmazlığına saygı gösterilmesi ilkesini ortaya koymaktadır; ilk
paragrafın ikinci cümlesinde vurgulanan ikinci kural, mal ve mülkten yoksun
bırakma konusunu ele alır ve bunu belli koşullara bağlar; üçüncü kural ise
ikinci paragrafta belirtildiği üzere Devletlerin diğer hususlar arasında genel
yarara uygun olarak gerekli kanunları çıkararak, mülkiyetin kullanımını da
kontrol etme hakkına sahip olduğunu kabul eder.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 1 No'lu Ek Protokolün 1. maddesinin
ihlal edilip edilmediğine karar verirken ilk olarak bu bölüm kapsamına giren
bir mülkiyet hakkının (bir mal ve mülkün) mevcut olup olmadığını
inceleyecektir. İkinci adım ise bu mülkiyete bir müdahalenin gerçekleşip
gerçekleşmediğini ve son adım ise bu müdahalenin niteliğini incelemek olacaktır
(örneğin bu üç kuralın hangisinin uygulanacağı). Bununla birlikte şu da
unutulmamalıdır ki bu üç kuralın birbirinden farklı olması birbirleriyle ilgili
olmadıkları anlamına gelmemektedir. İkinci ve üçüncü kurallar, belirli
durumlardaki mülkiyet dokunulmazlığına müdahale durumlarıyla birlikte dikkate
alınmaktadır ve bu yüzden birinci maddede zikredilen genel prensipler ışığında
yorumlanmalıdırlar.
MAL VE MÜLK DOKUNULMAZLIĞINA SAYGI GÖSTERİLMESİ (İLK KURAL):
Birinci kuralın genel nitelik taşıdığı ve bireyin mülkiyet hakkına
müdahalenin söz konusu olduğu fakat müdahalenin mülkiyetten yoksunluk veya
mülkiyetin kullanımının kontrolünün ortaya çıkmadığı her durumu kapsadığı sık
sık dile getirilmektedir. Bir durumun bu husus kapsamında değerlendirilip
değerlendirilmeyeceğine karar verilirken mahkeme normalde ikinci ve üçüncü
kuralın uygulanıp uygulanamayacağını belirler ki bu kurallar mal ve mülk
dokunulmazlığına belirli müdahale kategorilerini içermektedirler. Bu kurala
ilişkin çok geniş bir yorum yapılmış olsa da diğer iki kuralın
uygulanabilirliğine ilişkin beklendiği kadar geniş bir yorum yapılmıştır.
Özellikle de mülkiyetin kullanımının kontrolü hakkına ilişkin Sporrong ve
Lönnroth İsveç'e karşı davasında mevcut kamulaştırma kurallarının bir sonucu
olarak söz konu mülk satılırken değer kaybetmiştir. Bununla birlikte
başvurucular mülklerinin maliki olmaya devam etmiş ve istemeleri durumunda
mülklerini her an satabilecek durumda olmuşlardır. Davanın bu kısmı bu nedenle
mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesi hakkını güvence altına alan
birinci kural (genel) uyarınca ele alınmıştır.
Stran Greek Rafineries ve Stratis Andreadis Yunanistan'a karşı
davasında başvurucunun lehine hükümsüz ve uygulanmaz olan tahkim kurulu
kararını öngören mevzuat birinci kural uyarınca ele alınmıştır. Solodyuk
Rusya'ya karşı davasında başvurucunun emeklilik maaşı yüksek enflasyon
nedeniyle geç ödenmiş ve bunun sonucu olarak ödenen miktarın değeri çok
belirgin bir şekilde düşmüştür. Dava bu nedenle genel kural uyarınca
incelenmiştir.
MÜLKİYETTEN YOKSUNLUK (İKİNCİ KURAL):
Malikin hukukî haklarının ihlal edilmesi mülkten yoksunluğun
esasını oluşturmaktadır. Fakat, daha genel olarak, mahkeme sadece resmi bir
kamulaştırmanın yapılıp yapılmadığını veya mülkiyetin kazanımını değil aynı
zamanda fiili (de facto) bir kamulaştırmanın yapılıp yapılmadığının tespiti
için durumun özgül koşullarını da inceleyecektir. Papamichalopoulos
Yunanistan'a karşı davasında başvurucuların değerli arazisi 1967 yılında
diktatörlük döneminde devlet tarafından alınarak donanmaya tahsis edilmiş ve
donanma da sonradan bu arazide bir donanma üssü inşa etmiştir. Bu tarihten
itibaren başvurucu mülkünü etkin bir şekilde kullanamamış ya da satamamıştır.
Mahkeme davalı devleti fiili (de facto) kamulaştırmadan ötürü sorumlu
tutmuştur.
Brumarescu Romanya'ya karşı davasında başvurucu 1950 yılında
ebeveynlerinden alınarak kamulaştırılan evin mülkiyetini ilk derece
Mahkemesinden lehine çıkan karara dayanarak geri kazanmıştır. Bunun akabinde,
yüksek Mahkeme başvurucunun söz konusu evi artık kullanma hakkınınolmadığı
gerekçesiyle ilk derece Mahkemesinin kararını bozmuştur. Mahkeme, ilk derece
Mahkemesinin kararını 1 No'lu Ek Protokolün 1. maddesi kapsamında başvurucunun
mülkiyet hakkı olarak değerlendirmiş ve davayı bu bölümdeki ikinci kural
uyarınca incelemiştir.
MÜLKİYETİN KULLANIMININ KONTROLÜ (ÜÇÜNCÜ KURAL):
Bir tedbir, eğer mülkiyetin kullanımının kontrolünü genel yarar
veya 'vergilerin veya diğer harçların veya cezaların ödenmesini güvence altına
alması' gibi nedenlerle devlete veriyorsa bu kural kapsamına girmektedir.
MÜSAADE EDİLEN KISITLAMALAR-MÜDAHALE:
Yukarıda belirtildiği gibi mülkiyetin korunması hakkı mutlak bir
hak değildir. Bu hak 1 No'lu Ek Protokolün 1. maddesinde açıkça öngörülmüş
kısıtlamalara tabidir. Mal ve mülk dokunulmazlığı hakkına müdahaleye şu
durumlarda izin verilmektedir:
1- Kanun tarafından öngörülmüş olmalı,
2- Kamu yararını amaçlamalı
3- Demokratik bir toplumda gerekli olmalı
Bu her üç şartın da birlikte yerine getirilmiş olması
gerekmektedir. Bu şartlardan birinin dahi yerine getirilmemiş olması
sözleşmenin ihlal edildiği anlamına gelmektedir. Ayrıca, Sözleşmenin 15.
maddesinin esasına uygun olarak savaş ve diğer olağanüstü durumlarda devlet
mülkiyet dokunulmazlığı hakkına saygı yükümlülüğünü sadece durumun zorunlu
kıldığı hallerde askıya alabilir. Bu tedbirler devletin diğer uluslararası
belgelerden doğan yükümlülükleriyle çelişik olmamalıdır.
KANUNİLİK İLKESİ:
Mülkiyet hakkına müdahale öncelikle kanunilik ilkesine uygun
olmalıdır. Her ne kadar 1 No'lu Ek Protokolün 1. maddesinin ilk paragrafının
ikinci cümlesinde açıkça ifade edilmiş olsa da ('kanunda öngörülmüş şartlara
tabi') kanuni katiyet ilkesi demokratik toplumun en temel ilkesi olarak
Sözleşmede bir bütün olarak kabul edilmiş ve bu nedenle üç kuraldan hangisi
uygulanırsa uygulansın bu şart yerine getirilmelidir. Kanun kavramı Sözleşmede
özerk bir anlama sahiptir. 'Kanun' sadece resmi anlamda bir kanunu ifade
etmemektedir. Bu kavram aynı zamanda başka bir kanunu (örneğin tüzük), Anayasa,
devletin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ve Avrupa Topluluğu hukukunu da
kapsamaktadır. Hukukî işlem için sadece mülkiyet dokunulmazlığına saygı yükümlülüğüyle
ilgili olarak devletin iç hukuk anlamında resmi bir hukukî kaynak ile
sınırlandırılmış olması yetmez. Bunun yanı sıra keyfi muamelelere karşı bu
sınırın belirli nitelik belirleyici karakterlere sahip olması ve uygun yasal
güvencelerinin bulunması gerekmektedir.
Örneğin James Birleşik Krallığa karşı davasında Mahkeme şu
görüşümü yinelemiştir. ... tutarlı bir şekilde karara varılmıştır ki sözleşmede
geçen 'kanun' veya 'kanunilik' terimleri sadece iç hukuku ifade etmemekte
ayrıca kanunun nitelik olarak hukukun üstünlüğü ilkesiyle bağdaşır olması
anlamına gelmektedir.
Buna göre, kanunun erişilebilir (yayınlanmış) olması ve kanunun
bölümlerinin, eylemin neticelerinin belirli bir işlemi gerektireceği ve
hareketlerini düzenleyeceği şartlara göre ilgili kişiler tarafından makul bir
dereceye kadar öngörülebilmelerini sağlayacak kesin ve açık bir dille ifade
edilmiş olması gerekmektedir. Bu durum kanunların uygulanmasında gerekli olan
yorumu dışta bırakacak bütün bir kesinliği gerektirmemektedir. Mamafih, söz
konusu hukukî belgenin içeriğine, kapsadığı alana, hitap ettiği kişilerin sayı
ve statülerine göre değişebilen öngörülebilirlik belirli bir dereceye kadar
gerekmektedir. Mahkemenin mülkiyet hakkına müdahalenin kanuna uygun olmadığına
karar verdiği durumlarda devletin amacının meşruluğunu veya orantılılık
ilkesini dikkate alması gerekmemektedir. Böylesi bir durumda otomatik olarak 1
No'lu Ek Protokolün 1. maddesinin ihlali söz konusu olacağından mahkeme böylesi
bir haksız müdahalenin meşru bir amaca hizmet edip etmediğini ya da orantılı
olup olmadığını değerlendirmeyecektir.
GENEL YARAR:
Bunun yanı sıra bireyin mülküne yapılan kanuni müdahalenin genel
(kamu) yararı içindeki meşru bir amaca hizmet nedeniyle bu işlemi haklı
gösteren hukukî geçerlik nedenlerinin ileri sürülmesi gerekmektedir. Bu
yükümlülüğün mülkiyetten yoksunluk ('kamu yararı') ve mülkiyetin kullanımının
kontrolü ('genel yarar') ile ilgili bağlantısı açık bir şekilde ifade
edilmiştir. Mamafih, hangi kural uyarınca olursa olsun mülkiyet hakkına yapılan
müdahale kamu (veya genel) yararına hizmet amacıyla yapılıyor olmak kuralına
uymalıdır. 'Kamu yararı' kavramı niteliği gereği kapsamlı bir kavramdır. Zira
yerel makamlar kendi toplumlarını ve onların ihtiyaçlarını daha iyi tanımakta
ve bu nedenle Mahkemeden daha iyi bir şekilde kamu yararını tanımlayabilecek
durumdadırlar. Mahkeme bu nedenle karar açık bir şekilde makul bir temelden
mahrum olmadıkça yerel makamların neyin 'kamu yararına' olduğu konusundaki
kararına saygı göstermektedir.
ORANTILILIK:
Mal ve mülk dokunulmazlığı hakkına müdahale eden bir tedbirin
meşru bir amacın gerçekleştirilmesi hedefiyle demokratik bir toplumda gerekli
olması gerekmektedir. Bu tedbirin toplumun genel yararının gerekleri ve
bireylerin temel haklarının gerekleri arasında adil bir denge gözetmesi
şarttır. Böylesi adil bir denge bireysel mülk sahibinin 'bireysel ve aşırı bir
yük' altına sokulduğu durumlarda gerçekleşmiş olmayacaktır. Bununla birlikte,
ülkelerine şekil veren sosyal süreç ile olan doğrudan temasları dikkate
alınarak devlet yetkililerinin müdahalenin gerekliliği ve zarureti varlığına
yaklaşımları konusunda daha iyi bir yerde olduklarını düşünerek Mahkeme taraf
devletlere yaygın ifadesiyle 'takdir yetkisi' gibi belirli bir ölçümleme ve
uyarlama yetkisi vermektedir. Bunedenle belirli
bir amacın gerçekleştirilmesi amacıyla seçilen tedbire göre sözleşmede güvence
altma alınan hakları daha az kısıtlayan bir tedbirin bulunması halinde her iki
tedbir de devletlerin takdir yetkisi kapsamında olduğu sürece prensip olarak
sözleşmenin ihlali söz konusu olmayacaktır. Öte yandan, Mahkeme müdahalenin
hizmet edilen amaca uygun olarak orantılı olup olmadığını incelerken alternatif
çözümlerin varlığını da dikkate alarak karar verecektir. Takdir yetkisi ayrıca
Mahkemenin Sözleşmede güvence altına alınan hakların gerçekleştirilmesindeki
ikincil rolünden de kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte, bu yetki sınırsız değildir
fakat sözleşmece öngörülen mahkemenin tetkiki ile el ele gitmektedir. Bu yüzden
mahkeme devletlerin aldıkları tedbirleri sorgulamaktan kaçınmayacak ve söz
konusu tedbirleri takdir yetkisi kapsamında görmeyecektir. Bu eleştirinin
kapsamı davanın şartlarına, Sözleşmece güvence altına alınan hakların
niteliğine, müdahalenin yoğunluğu kadar müdahale ile amaçlanan meşru amaca göre
değişecektir. Hentrich Fransa'ya karşı davasında başvurucu bir miktar arsa
satın almış ve bunun akabinde devlet makamları bu arazi üzerindeki şufa
haklarını kullanmak istemişlerdir. Devlet tarafı söz konusu davadaki kamu
yararının vergi kaçakçılığının önlenmesi olduğunu ileri sürmüştür. Mahkeme ilk
olarak devlet tarafından şufa hakkının keyfî bir şekilde ve seçerek
uygulanmasının yanı sıra öngörülebilirlikten uzak olduğu sonucuna varmıştır.
Değerlendirmenin ardından Mahkeme başvurucunun seçilmiş bir mağdur olarak
bireysel ve aşırı bir yük ile sıkıntıya sokulduğu sonucuna varmış ve bu
tedbirlerin eğer başvurucuya aleyhinde alınan tedbirlere karşı etkili bir
itiraz hakkı tanınmış olsaydı-ki başvurucuya tanınmamıştır- meşru kabul
edilebileceğine hükmetmiştir. Mülkiyet hakkının korunması ve kamu yararı
arasında gözetilmesi gereken adil denge bu nedenle zarar görmüştür.
İPTALİ İSTENEN KANUN KAPSAMINDA ESASTAN İNCELEME:
31/01/2007 tarih ve 5578 sayılı Yasanın 2. maddesi ile değişik
03/07/2005 tarih ve 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununun 8.
maddesinin3. fıkrasına göre'Belirlenen parsel büyüklüğü; mutlak tarım arazileri
ve özel ürün arazilerinde 2 hektar, dikili tarım arazilerinde 0,5 hektar, örtü
altı tarımı yapılan arazilerde 0,3 hektar ve marjinal tarım arazilerinde 2
hektardan küçük olamaz. Tarım arazileri bu büyüklüklerin altındaifrazedilemez,
bölünemez veya küçük parsellere ayrılamaz.Ancak çay, fındık, zeytin gibi özel
iklim ve toprak istekleri olan bitkilerin yetiştiği yerler ile seraların
bulunduğu alanlarda, yörenin arazi özellikleri daha küçük parsellerin
oluşmasını gerekli kıldığı takdirde, Bakanlığın uygun görüşü ile daha küçük
parseller oluşturulabilir.4. fıkrasında ise'Bakanlığın uygun görüşü ile kamu
yatırımları için ihtiyaç duyulan yerler hariç olmak üzere tarım arazileri,
belirlenen büyüklükteki parsellerden daha küçük parçalara bölünemez. Bölünemez
büyüklükteki tarım arazilerinin mirasa konu olmaları ve üzerlerinde her ne
şekilde gerçekleşmiş olursa olsun birlikte mülkiyetin mevcut olması durumunda,bu
araziler ifraz edilemez, payları üçüncü şahıslara satılamaz, devredilemez veya
rehnedilemez.Bu araziler hakkında 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun özgülemeye
ilişkin hükümleri kıyasen uygulanır.' hükümleri nedeniyle davacılar bedelini
peşin ödedikleri ve zilyetliğini devralarak fiilen ekip biçtikleri ve
kullandıkları taşınmazlardaki 1/2 hisseyi kendi adlarına tescil
ettirememektedirler.
Bu hükümlere göre mahkememiz dosyasında davaya konu Van Merkez
Kıratlı Köyü köyüstü mevkiinde bulunan 148 nolu parsel ve 180 nolu parselin
mutlak tarım arazisi olmaları nedeniyle taşınmazlardakiifraz, bölünme, küçük
parsellere ayrılma, payların üçüncü şahıslara satılması, devredilmesi ve
rehnedilmesi, yasaklanmıştır.Özellikle dünyadaki son yirmi yıldaki ekonomik
gelişmeler ve özelleştirme uygulamaları dikkate alındığında devletin stratejik
öneme sahip limanlar, iletişim ve haberleşme şirketleri, çok büyük kapasiteli
fabrikalar, arsalar, kurumlar özel şahıslara satılırken, devletten çok birey ön
plana çıkarılırken ekonomik ve stratejik öneme sahip olmayan bir köy yerinde
bulunan mutlak tarım arazisi niteliğindeki ve 2 hektar (20000 m2) altındaki
taşınmazdaki ifraz, bölünme, küçük parsellere ayrılma, payların üçüncü
şahıslara satılması, devredilmesi ve rehnedilmesini yasaklamak birbiriyle
çelişen uygulamalardır. Bu durum yukarıda açıklanan mülkiyet hakkına müdahale
edilirken bu müdahale kanun tarafından öngörülmüş olma, kamu yararını amaçlama
ve demokratik bir toplumda gerekli olma koşullarına aykırılık teşkil
etmektedir. Ayrıca bu şekilde mal ve mülk dokunulmazlığı hakkına müdahale eden
bir tedbirin meşru bir amacın gerçekleştirilmesi hedefiyle demokratik bir
toplumda gerekli olması gerekmektedir. Bu tedbirin toplumun genel yararının
gerekleri ve bireylerin temel haklarının gerekleri arasında adil bir denge
gözetmesi şarttır. Böylesi adil bir denge bireysel mülk sahibinin 'bireysel ve
aşırı bir yük' altına sokulduğu durumlarda gerçekleşmiş olmayacaktır. İptali
talep edilen 31/01/2007 tarih ve 5578 sayılı Yasanın 2. maddesi ile değişik
03/07/2005 tarih ve 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununun 8.
maddesinin 3. fıkrası ve 4. fıkrasındaki düzenleme ve yasaklamalar mülk
sahibini bireysel ve aşırı yük altına sokmuş ve toplumun genel yararının
gerekleri ve bireylerin temel haklarının gerekleri arasında adil bir denge
kurulması noktasında mülk sahibi aleyhine sonuç doğurmuş ve bu denge mülk
sahibi aleyhine bozulmuş olmaktadır. Bu nitelikteki düzenleme ile müdahale
hizmet edilen amaca uygun olarak orantılı olduğu söylenemez, iptaliistenen
kanun kapsamına girmeyen, özellikle imar planı içerisinde kalan, ekonomik ve
stratejik olarak çok daha büyük öneme sahip taşınmazlar yönünden böyle bir
kıstlama ve müdahale yok iken ekonomik ve stratejik öneme sahip olmayan bir köy
yerinde bulunan taşınmazlara bu nitelikteki yasaklama ve müdahale mülk
sahipleri acısından Anayasanın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesine
açıkça aykırılık oluşturmaktadır.
Bu kanun uygulandığında mülkiyet hakkının açıkça ihlal edilmesi
nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde devletimizin tazminata mahkum
edilmesi sonucu doğuracağı kuşkusuzdur.
Yukarda açıklanan gerekçelerle 31/01/2007 tarih ve 5578 sayılı
Yasanın 2. maddesi ile değişik 03/07/2005 tarih ve 5403 sayılı Toprak Koruma ve
Arazi Kullanımı Kanununun 8. maddesinin 3. fıkrası ve 8. maddesinin 4.
fıkrasının Anayasanın 2. maddesinde belirtilen Hukuk Devleti, l0. maddesinde
düzenlenen eşitlik ilkesi, 11. maddesi, 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet
hakkına ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin İnsan Hakları ve Ana Hürriyetleri
Korumaya Dair Sözleşmeye Ek protokolün 1. maddesinde belirtilen mülkiyet
hakkının korunması ilkesine aykırı olduğu kanaatine varıldığından iptalinin
gerektiği anlaşılmakla, iptali için başvurmak gerekmiştir.
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ : Gerekçesi Yukarıda Açıklandığı Üzere;
1- Buna göre; davaya konu olan 31/01/2007 tarih ve 5578 sayılı
Yasanın 2. maddesi ile değişik 03/07/2005 tarih ve 5403 sayılı Toprak Koruma ve
Arazi Kullanımı Kanununun8. maddesinin 3. fıkrası ve 8. maddesinin 4.
fıkrasınınAnayasanın 2. maddesinde belirtilen Hukuk Devleti, l0. maddesinde düzenlenen
eşitlik ilkesi, 11. maddesi, 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkına ve
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin İnsan Hakları ve Ana Hürriyetleri Korumaya
Dair Sözleşmeye Ek protokolün 1. maddesinde belirtilen mülkiyet hakkının
korunması ilkesine aykırı olduğu kanaatine varıldığındanİPTALİNE KARAR VERİLMEK
ÜZERE DOSYANIN ANAYASA MAHKEMESİNE GÖNDERİLMESİNE,
2- 1982 Anayasasının 152/1- son cümlesi gereğince Anayasa
Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar davanınGERİ BIRAKILMASINA,
3- 1982 Anayasasının 152/1-son cümlesi gereğince 152/3. maddesi
gereğince Anayasa Mahkemesi işin kendisine gelişinden başlamak üzere 5 ay
içerisinde karar vermediği takdirde davanın yürürlükteki kanun hükmüne göre
sonuçlandırılmasma,
Dair, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda karar verildi.'"