"...
I- İPTAL VE YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİNİN GEREKÇESİ
12.7.2005 günlü dava dilekçesinin gerekçe bölümü şöyledir:
'1) 29.06.2005 Tarih ve 5377 sayılı Türk Ceza Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanunun 3 üncü maddesiyle Türk Ceza Kanununun 13 üncü
Maddesine Birinci Fıkradan Sonra Gelmek Üzere Eklenen Fıkranın Anayasaya
Aykırılığı
5377 sayılı Kanunun 3 üncü maddesiyle, 5237 sayılı Türk Ceza
Yasası'nın 13 üncü maddesine eklenen ikinci fıkrada,
'(2) İkinci Kitap, Dördüncü Kısım altındaki Üçüncü, Dördüncü,
Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümlerde yer alanlar hariç; birinci fıkra
kapsamına giren suçlardan dolayı Türkiye'de yargılama yapılması, Adalet
Bakanının talebine bağlıdır.',
denilmiştir. İptali istenen bu düzenlemeyle, fıkrada belirtilen
ayrıklıklar dışında, yabancı ülkede işlenen,
- İkinci Kitap, Birinci Kısım altındaki 'Soykırım ve İnsanlığa
Karşı Suçlar, 'Göçmen Kaçakçılığı ve İnsan Ticareti',
- İkinci Kitap, Dördüncü Kısım altındaki Sekizinci Bölümde yer
alan 'Yabancı Devletlerle Olan İlişkilere Karşı Suçlar',
- İşkence, çevrenin kasten kirletilmesi, uyuşturucu ya da uyarıcı
madde üretim ve ticareti, uyuşturucu ve uyarıcı madde kullanılmasını
kolaylaştırma, parada sahtecilik, para ve kıymetli damgaları imale yarayan
araçların üretimi ve ticareti, mühürde sahtecilik, fuhuş, rüşvet, deniz,
demiryolu ya da havayolu ulaşım araçlarının kaçırılması, alıkonulması ya da bu
araçlara karşı işlenen zarar verme suçları,
nedenleriyle, Türk yurttaşı olup olamadığına bakılmaksızın failin
Türkiye'de yargılanabilmesi Adalet Bakanı'nın istemine bağlı tutulmuştur.
Madde gerekçesinde, Adalet Bakanı'na bu yetkinin verilmesi,
sayılan suçlardan bir kısmıyla ilgili olarak 'kamu davasının açılmasında
zorunluluk kuralı'nın benimsenmesinin, kimi durumlarda politik bir sorun
yaratabilecek nitelikte olmasına bağlanmıştır. Madde gerekçesinden de açıkça
anlaşıldığı gibi, fıkra kapsamına giren suçlardan dolayı failin Türkiye'de
yargılanabilmesi Adalet Bakanı'nın takdirine bırakılmıştır. Bu yetkinin
yaratacağı sonuca göre, yurt dışında aynı suçu işleyen iki kişiden biri Adalet
Bakanı'nın istemi üzerine Türkiye'de yargılanacak, diğeri, istemde bulunmazsa
yargılamadan kurtulabilecektir.
Anayasa Mahkemesinin pek çok kararında tanımlandığı gibi,
Anayasa'nın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri
hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek
sürdüren, Anayasa'ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün
kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde
yasakoyucunun da uyması gereken temel hukuk ilkeleri ve Anayasa'nın bulunduğu
bilincinde olan devlettir. Bu bağlamda hukuk devletinde yasakoyucu yalnız
yasaların Anayasa'ya değil, Anayasa'nın da hukukun evrensel temel ilkelerine
uygun olmasını sağlamakla yükümlüdür.
Anayasa'nın 10 ncu maddesinde 'Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet,
siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım
gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya
sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün
işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek
zorundadırlar.' denilmektedir. Anayasa Mahkemesi kararlarında belirtildiği
üzere bu yasak, insan hakları belgelerinde olduğu gibi, birbirinin aynı
durumunda olanlara ayrı kuralların uygulanmasını, ayrıca ve açıkça ayrıcalıklı
kişi ve toplulukların yaratılmasını engellemektedir. Aynı durumda olanlar için
farklı düzenleme, eşitliğe aykırılık oluşturur. Anayasa'nın amaçladığı eşitlik,
mutlak ve eylemli eşitlik değil hukuksal eşitliktir. Aynı hukuksal durumlar
aynı, ayrı hukuksal durumlar ayrı kurallara bağlı tutulursa Anayasa'nın
öngördüğü eşitlik çiğnenmiş olmaz. Başka bir anlatımla, kişisel nitelikleri ve
durumları özdeş olanlar arasında, yasalara konulan kurallarla değişik
uygulamalar yapılamaz.
5377 sayılı Kanunun 3 üncü maddesiyle, 5237 sayılı Türk Ceza
Yasası'nın 13 üncü maddesine eklenen ikinci fıkrada belirtilen ayrıklıklar
dışında, yabancı ülkede işlenen ve yukarıda belirtilen suç ve cezalar
bakımından, Adalet Bakanın talepte bulunduğu kişiler ile talepte bulunmadığı
kişiler aynı hukuki durumda olduklarından, yargılanmaları bakımından ayrıcalık
getirilemez.
İptali istenen fıkrayla yapılan, failin yargılanmasını ve
cezalandırılmasını Adalet Bakanı'nın, siyasal ve öznel olarak kullanılabilecek
biçimde takdirine bırakan ve keyfi uygulamalara imkan tanıyan düzenlemenin
ayrıcalık niteliği taşıdığı açık olduğundan, bu düzenleme Anayasanın 10 uncu
maddesinde ifade edilen eşitlik ilkesine aykırı düşmektedir.
Anayasanın herhangi bir hükmüne aykırı bir düzenlemenin Anayasanın
2 ve 11 inci maddelerindeki hukuk devleti, Anayasanın üstünlüğü ve
bağlayıcılığı ilkeleriyle bağdaşmayacağı da ortadadır.
Açıklanan nedenlerle, 29.06.2005 Tarih ve 5377 sayılı Türk Ceza
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 3 üncü maddesiyle Türk Ceza
Kanununun 13 üncü maddesine birinci fıkradan sonra gelmek üzere eklenen fıkra
Anayasa'nın 2, 10 ve 11 inci maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir.
2) 29.06.2005 Tarih ve 5377 sayılı Türk Ceza Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanunun 29 uncu Maddesi ile Değiştirilen Türk Ceza Kanununun
263 üncü Maddesinin Anayasaya Aykırılığı
Söz konusu 263 üncü maddede yapılan düzenleme ile, yasaya aykırı
eğitim kurumlarının açılıp işletilmesi özendirilmekte ve çalışmalarını
sürdürmelerine olanak sağlanmaktadır.
Kuşkusuz buradaki 'yasalara aykırı' kavramı, yasalarla birlikte
Anayasayı da kapsamakta ve anayasal ilke ve kurallara aykırı eğitim kurumlarını
da işaret etmektedir.
765 ve 5237 sayılı yasalarda yasaya aykırı eğitim kurumu açma,
işletme ve buralarda öğretmenlik yapma eylemleri suç olarak düzenlenmiştir.
Bunun amacı, eğitim kurumlarını Devlet'in gözetim ve denetimi altında tutarak,
eğitim ve gözetim hakkının kötüye kullanılıp, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına
aykırı eğitim ve öğretim yerlerinin açılmasını önlemektir.
Anılan yasaların hedefinin, ayrılıkçı terör örgütlerinin,
misyonerlik etkinliklerinin, din devleti oluşturmaya çalışan tarikatların, yasa
dışı yollarla okul, eğitim kurumu, kurs açmalarının olanaksızlaştırılması;
böylece gençliğimizin çağ dışı, bölücü ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş
felsefesine aykırı biçimde eğitilmesinin önlenmesi olduğu açıktır.
5377 sayılı Yasada ise bu hedefin gözetilmediği görülmektedir.
Bu durum öncelikle laik eğitim ilkesi açısından bir tehlikedir.
Anayasamızın başlangıç bölümünde,
- Yüce Türk Devletinin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu
Anayasa'nın, Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda anlaşılması, sözünün ve
ruhunun bu yönde mutlak sadakatle yorumlanıp, uygulanması gerektiği,
- Hiçbir etkinliğin Atatürk ilke ve devrimleri karşısında koruma
göremeyeceği,
- Laiklik ilkesi gereği kutsal din duygularının Devlet işlerine ve
politikaya kesinlikle karıştırılmayacağı,
belirtilmiştir. Böylece Cumhuriyetin niteliklerinin en önemlisi ve
diğer niteliklerinin temeli olan laiklik, Anayasamıza yön veren ilkeler
arasındaki yerini almış ve tanımını bulmuştur.
Bu tanıma göre laiklik, dinin, sosyal, siyasal ve hukuksal bir güç
ve düzenleyici olmasını önleyen temel ilkedir. Bu işlevine uygun olarak
Anayasa'nın 24 üncü maddesinde de,
- Devlet'in sosyal, ekonomik, siyasal ve hukuksal temel düzeninin
kısmen de olsa din kurallarına dayandırılamayacağı,
- Dinin ya da din duygularının yahut dince kutsal sayılan
şeylerin, siyasal ya da kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla kötüye
kullanılamayacağı,
açıkça belirtilmiştir.
Anayasa'nın 13 üncü maddesinde, temel hak ve özgürlüklerin laik
Cumhuriyet'in gereklerine uygun olarak yasayla sınırlanabileceği; 14 üncü
maddesinde de, Anayasa'da yer verilen hak ve özgürlüklerin laik cumhuriyeti
ortadan kaldırmayı amaçlayan etkinlikler biçiminde kullanılamayacağı ifade
edilmiştir.
Anayasa Mahkemesi'nin 07.03.1989 gün ve E.1989/1, K.1989/12 sayılı
Kararında (R.G.7.3.1989, Sa. 25);
'Anayasa Mahkemesi'nin 21.10.1971 günlü, 53/76 sayılı; 03.07.1980
günlü, 19/48 sayılı; 25.10.1983 günlü, 2/2 sayılı ve 04.11.1986 günlü, 11/26
sayılı kararlarında laikliğin hukuksal,sosyal, siyasal tanımları yanında,
ulusal ve hukuksal değeri geniş biçimde belirtilmiş, özenle korunması gereken
anayasal ilke niteliği vurgulanmış,Türk Ulusu'nun yücelmesi bakımından
laikliğin Anayasa'da öngörülen kimi sınırlamaları zorunlu kılan bir neden,
Anayasa'da benimsenmiş bütün temel ilkelere egemen bir düşünce olduğu
yinelenerek ortaya konulmuştur.
Bu kararlara göre:
a) Dinin devlet işlerinde etkili ve egemen olmaması,
b) Dinin, bireyin manevi yaşamına ilişkin olan dini inanç
bölümünde, aralarında ayrım gözetilmeksizin, sınırsız bir özgürlük tanınarak
dinlerin anayasal güvence altına alınması,
c) Dinin, bireyin manevi yaşamı aşarak toplumsal yaşamı etkileyen
eylem ve davranışlara ilişkin bölümlerinde, kamu düzenini, güvenliğini ve
yararını korumak amacıyla sınırlamalar yapılması ve dinin kötüye
kullanılmasının ve sömürülmesinin yasaklanması,
ç) Kamu düzeninin ve haklarının koruyucusu sıfatıyla, dinsel hak
ve özgürlükler konusunda devlete denetim yetkisi taranması,
laiklik ilkesinin gereği olarak anlaşılmaktadır.
Yine Anayasa Mahkemesinin bu kararında,
'Hukukun ikiliğini, ayrıcalık ve eşitsizlikleri kaldıran, dinsel
sömürüyü önleyen, siyasal ve sosyal kurumları güçlendiren laiklik, öğretim ve
eğitime de ışık tutmuştur. Laik öğretim ve eğitim bilimsel çalışmaların en
olumlu ortamıdır. Dine karşı yansızlık nasıl dine karşıtlık olarak alınamazsa,
laik öğretim-eğitim de inanç özgürlüğü engeli sayılamaz. Öğretim ve eğitimin
zorunluluk koşulları, inanç özgürlüğünü ortadan kaldırmaz. Bu özgürlük de anayasal
güvenceye bağlanmıştır. Ancak, din ve ahlak eğitim ve öğretimi devletin gözetim
ve denetimi altında yapılır.
Devlete, dinsel konularda denetim ve gözetim hakkı tanınması, din
ve vicdan özgürlüğünün demokratik toplum düzeninin, gereklerine aykırı bir
sınırlama sayılamaz. Devlet-din özdeşliğinin, yol açtığı zararlar laiklikle
önlenmiş, çağdaş uygarlık yolu laiklik ilkesiyle açılmış, bağımsız bir hukuk
kurumu olarak yeni yapısına kavuşmuştur. Demokrasiye geçişin de aracı olan
laiklik, Türkiye'nin yaşam felsefesidir. Laik devlette, kutsal din duyguları
politikaya; dünya işlerine, hukuksal düzenlemelere kesinlikle karıştırılamaz.
Bu tür düzenlemeler; dinsel gerekler ve düşüncelerle değil,bilimsel verilerden
yararlanılarak kişi ve toplum gereksinimlerine göre yapılır. Bireyin özgür
iradesine bağlı din duygularının zorlamadan korunması da bu biçimde sağlanmış
olmaktadır. Eğitsel ve kültürel yaşantıyı yönlendirmek amacıyla laikliğe aykırı
eğitim ve öğretim de gerçekleştirilemez.'
Anayasa'nın 130 uncu maddesinde öngörülen 'çağdaş eğitim-öğretim
esaslarına dayanan' düzen, laiklik ilkesinin gözardı edildiği bir ortam da
olamaz. Devletin varlığı ve bağımsızlığı, ulusun ve ülkenin, bütünlüğü ve
bölünmezliği aleyhine davranılamayacağını da içeren bu maddenin, ulusallık,
bağımsızlık ve ulusal birlik için katkılarının laikliği dışarıda bırakması
düşünülemez. Aklın ve gözlerin yönlendirdiği bilimsel çalışmaya katılacak
kimselerin bilimsel gerekler dışında bir etkiyle karşılaşmaksızın
yetiştirilmeleri, gerekir. Eğitim, yalnız bilimsel istemler doğrultusunda
yapılması, doğmalardan ve bilime ters düşen etkilerden uzak tutulmasıyla
sağlanır.'
denilmiştir. Açıklanan bu duruma ve verilere göre, laik bir
Devletten söz edilebilmesi için bütün kuruluşlarında ve işlevlerinde olduğu
gibi Devletin temel işlevlerinden olan eğitimin de laiklik ilkesi esas alınarak
yapılması Anayasa ve kanunlarımızın, gereğidir.
Eğitimde laik Devlet ilkesinin tanınmaması ve eğitimin bu ilke
doğrultusunda yapılmaması, bu alanın cemaatlere terkedilmesi sonucunu doğurur.
Din eğitimi de laik Devlet anlayışına, Türk inkılabının temel ilkelerine,
çağdaş bilime, bilimsel düşünce kurallarına aykırı şekilde yapılamaz.
Yukarıda etraflıca açıklandığı üzere, Devletin temel işlevlerinden
olan eğitimin laiklik ilkesi esas alınarak yapılması, Anayasa ve kanunlarımızın
gereğidir. Bu gereğe aykırı yasa dışı eğitim kurumu açılması, kuşkusuz toplumun
önem verdiği ağır bir suç oluşturmaktadır.
Anayasa Mahkemesinin 19.9.2000 gün ve E.1999/39 K.2000/23 sayılı
kararında,
'Yasakoyucu, kuşkusuz, Anayasa'nın ve ceza hukukunun temel
ilkelerine bağlı kalmak koşuluyla cezalandırmada güdülen amacı da gözeterek
hangi eylemlerin suç sayılacağını ve bunlara verilecek cezanın türü ve miktarı
ile artırım ve indirim nedenlerini saptayabileceği gibi kimi suçları işleyenler
için 'erteleme' adı altında bir düzenleme de öngörebilir.'
denilmiş ve Yüksek Mahkemenin 19.7.1991 gün ve E.1991/15,
K.1991/22 sayılı kararında da,
'Suçlu, topluma uyum zorlukları gösteren ve uyumsuzluğunu suç
işlemekle açığa vuran kimsedir. Cezanın caydırıcılığı ve suçlunun toplumla uyum
sağlayabilmesi başka bir deyişle topluma yeniden kazandırılması, ceza
politikasının temel ilkesini oluşturur. Toplumun suça verdiği önem ve suçun
ağırlığı, cezanın farklılaştırılmasına ya da ağırlaştırmasına esas olur. Bu
husus, devletin cezalandırma politikasına uygun olarak Yasakoyucunun bu
konudaki değerlendirmesine ve takdirine göre belirlenir.'
görüşüne yer verilmiştir. Anayasa Mahkemesinin bu görüş ve
değerlendirmeleri karşısında kanuna aykırı eğitim kurumu açılıp çalıştırılması
suçuna verilecek cezanın da; cezalandırmada güdülen amaca ve ceza politikasının
temel ilkesine uygun olarak tespit edilmesi, Anayasa'nın 2 nci maddesinde ifade
edilen 'Hukuk Devleti' olmanın bir gereğidir.
Hal böyle iken 5377 sayılı Kanunun 29 uncu maddesi ile; kanuna
aykırı olarak eğitim kurumu açanlara ve bu kurumlarda kanuna aykırı olarak
açıldığını bildiği halde öğretmenlik yapanlara, altı aydan üç yıla kadar hapis
cezası verilmesini ve böyle kurumların kapatılmasını öngören 5337 sayılı Türk
Ceza Kanununun 263 üncü maddesi, 'Kanuna aykırı olarak eğitim kurumu açan veya
işletenlere verilecek ceza, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezası
ile cezalandırılır' şeklinde değiştirilmiştir. Yapılan değişiklikle, yasaya
aykırı olarak açıldığını bildiği eğitim kurumlarında öğretmenlik yapanlar
kapsamdan çıkarılarak bu gibilerin cezalandırılmaları önlenmiş, yasaya aykırı
eğitim kurumu açan ya da işletenlere verilecek cezaların alt ve üst tutarları
caydırılıcılık sınırlarının altına düşürülmüş, yasaya aykırı eğitim kurumu açan
ya da işletenlere hapis cezası yerine adli para cezası verilmesi olanaklı
kılınmış, yasaya aykırı olarak açıldığı ya da işletildiği mahkeme kararıyla
saptanmasına karşın bu eğitim kurumlarının kapatılması cezası kaldırılmıştır.
Yasaya aykırı eğitim kurumlarının açılıp işletilmesine ya da
çalışmalarını sürdürmesine olanak sağlayarak bu tür kurumları adeta özendiren
böyle bir düzenleme; izinsiz kuran kurslarının yanı sıra beceri kursu, okul,
yurt gibi kurumları paravan yapan terörist, irticacı ve bölücü yuvaları da
serbest bırakacağından ve bu suç için öngörülen ceza da, cezalandırmada güdülen
amaca ve ceza politikasının temel ilkesine uygun olarak tespit edilmediğinden
Anayasa'nın 2 nci maddesinde ifade edilen 'laiklik' ve ' 'Hukuk Devleti'
ilkelerine aykırıdır.
Diğer taraftan, Anayasa'nın 42 nci maddesinin üçüncü fıkrasında,
'Eğitim ve öğretim, Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda, çağdaş bilim ve
eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu
esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz'hükmüne amirdir.
Anayasa'da 'bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamayacağı'nın
açıkça vurgulanması, bu esaslara aykırılığı saptananların kapatılmasının da
zorunluluğunu göstermektedir.
Kaldı ki,
Devlet'in görevi yasalara aykırı eğitim kurumlarını yaşatmak
değil, temelli ortadan kaldırmaktır. Devlet, yasaya aykırı eğitim kurumlarının
açılmasını, yapacağı düzenlemelerle başından önlemek zorundadır. Anayasa'nın 42
nci maddesinde, Devlet'e bu amaçla gerekli yasal ve yönetsel düzenlemeleri
yapma görevi verilmiştir. Bu, başta yasama organı olmak üzere tüm Devlet
organlarının yükümlülüğüdür.
Kanuna aykırı olarak açılan eğitim kurumlarının kapatılması
cezasının kaldırılması ve bu suça verilen ceza miktarının da düşürülmüş olması,
yasalara aykırı eğitim kurumlarını yapacağı düzenlemelerle başından önleme,
açılanları da kapatma konusunda Devlete verilen yükümlük ile bağdaşmadığından
iptali istenen bu düzenleme, Anayasa'nın 42 nci maddesine de aykırı
düşmektedir.
Öte yandan, Anayasa'nın 174 üncü maddesinde, Türk toplumunu çağdaş
uygarlık düzeyinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyeti'nin laiklik niteliğini
koruma amacı güden devrim yasaları tek tek sayılarak anayasal güvenceye
alınmıştır.
Ülkemizde laik öğretime geçiş, Anayasa'nın 174 üncü maddesiyle
korumaya alınan 03 Mart 1924 günlü, 430 sayılı Öğretim Birliği Kanunu ile
gerçekleştirilmiştir. Bu Kanun ile,
- Türkiye'deki tüm okullar, Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlanmış,
- Şeriye ve Evkaf Bakanlığı ile vakıflarca yönetilen medreseler ve
dini eğitim veren okullar kapatılmış,
- Diyanet uzmanları yetiştirmek üzere ilahiyat fakültesi, imam ve
hatip gibi din hizmetlerini yürüteceklerin yetiştirilmesi amacıyla okullar
açılması için Milli Eğitim Bakanlığı'na görev ve yetki verilmiştir.
Öğretim birliği ilkesinin amacı, akla ve bilime dayalı
programlarla çağdaş uygarlık hedefine yönlendirilmiş yurttaşlar yaratmaktır.
İkili öğretim, yani bir yanda akla ve bilime, öte yanda dinsel
öğretiye dayalı öğretim toplumda ikiliğe yol açacak, kaos ve karmaşa
yaratacaktır. Bunun çağdaşlaşma hedefine ve ulusal birliğe zararı açıktır.
1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanununun 'İmam Hatip Liseleri'
başlıklı 32 nci maddesinde, 'İmam - hatip liseleri, imamlık, hatiplik ve Kur'an
kursu öğreticiliği gibi dini hizmetlerin yerine getirilmesi ile görevli
elemanları yetiştirmek üzere, Milli Eğitim Bakanlığınca açılan ortaöğretim
sistemi içinde, hem mesleğe hem yüksek öğrenime hazırlayıcı programlar uygulayan
öğretim kurumlarıdır.' Denilmek suretiyle bir yandan eğitim kurumlarının, bu
bağlamda Kuran kurslarının Atatürk ilke ve devrimleri ile çağdaş bilim ve
eğitim esaslarına aykırı eğitim verip vermediği Devlet'in gözetimi ve
denetimine bırakılırken, öte yandan da Kuran kursu öğreticiliği gibi dini
hizmetleri yerine getirebilecek elemanların yetiştirilmesi görevi öğretim
birliği ilkesine uygun olarak Devlet okullarına verilmiştir.
Devlet gözetimi ve denetiminin olmadığı ya da sonuç vermediği
ortamlarda dinsel ve bilimsel ikili eğitimin gelişip yerleşmesi kaçınılmazdır.
29.06.2005 tarih ve 5377 sayılı Kanunun 29 uncu maddesiyle yapılan
ve iptali istenen düzenleme zaman içinde yasal olmayan eğitim kurumları
aracılığı ile Anayasa'nın 24 üncü maddesine aykırı biçimde dinin siyasete alet
edilmesine, Öğretim Birliği Yasasına aykırı olarak eğitimin ikileştirilmesine
zemin hazırlayacaktır. Yasaların izin vermediği kurumlarda ve yasaların izin
vermediği biçimde din eğitimi yapılmasına, bu yerleri açmanın ve çalıştırmanın
neredeyse teşvik edilmesine, bu kurumlara dolaylı destek verilmesine, zaman
içinde ikili eğitime yol açacak nitelikteki düzenlemenin, laiklik ve öğretim
birliği ilkeleriyle, çağdaş ve bilimsel eğitim anlayışıyla ve Cumhuriyet'in
kuruluş felsefesiyle bağdaşmayacağı açıktır. Bu nedenle de iptali istenen
düzenleme, Anayasa'nın 174 üncü maddesi ile de bağdaşmamaktadır.
Diğer taraftan, bu tür yasalara aykırı eğitim kurumlarının,
terörist, bölücü eğitimleri vermek amacıyla açılması da imkan dahilinde olduğu
için bu tür eğitim yerleri açmaya ve çalıştırmaya teşvik edercesine yapılan bu
düzenlemenin, Devlete Anayasa'nın 5 inci maddesinde verilen görevlerle de
bağdaşmayacağı ortadadır.
Bir yasa kuralının Anayasanın herhangi bir kuralına aykırılığının
tespiti onun kendiliğinden Anayasanın 11 inci maddesine de aykırılığı sonucunu
doğuracaktır (Anayasa Mahkemesinin 03.06.1988 tarih ve E. 1987/28, K. 1988/16
sayılı kararı, AMKD., sa.24, shf. 225).
Açıklanan nedenlerle, 29.06.2005 tarih ve 5377 sayılı Türk Ceza
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 29 uncu maddesi ile değiştirilen
Türk Ceza Kanununun 263 üncü maddesi Anayasa'nın 2, 5, 11, 42 ve 174 üncü
maddelerine aykırı olup iptali gerekmektedir.
IV. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ
1) 29.06.2005 tarih ve 5377 sayılı Türk Ceza Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanunun 3 üncü maddesiyle Türk Ceza Kanununun 13 üncü
maddesine birinci fıkradan sonra gelmek üzere eklenen fıkra Anayasa'nın 2, 10
ve 11 inci maddelerine açıkça aykırı olup, kanun önünde eşitlik ilkesini
zedeleyerek toplumsal kararlılığı ve hukuksal güvenceyi ortadan kaldırdığı için
uygulanması halinde sonradan giderilmesi güç ya da olanaksız durum ve
zararların doğabileceği açıktır.
2) 29.06.2005 tarih ve 5377 sayılı Türk Ceza Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanunun 29 uncu maddesi ile değiştirilen Türk Ceza Kanununun
263 üncü maddesi Anayasa'nın 2, 5, 11, 42 ve 174 üncü maddelerine aykırı olup,
Devletin temel işlevlerinden olan eğitimin, laik Devlet anlayışına, Türk
inkılabının temel ilkelerine, çağdaş bilime, bilimsel düşünce kurallarına
aykırı şekilde yapılmasının önünü açmakta; öğretim birliği ilkesini zedeleyerek
ikili eğitim doğrultusundaki gelişmelere zemin hazırlamakta; terörist, bölücü
eğitimini kolaylaştırmakta ve nerede ise yaptırımsız bırakmaktadır. Bu
nedenlerle, bu hükmün uygulanması halinde sonradan giderilmesi güç ya da
olanaksız durum ve zararlar doğabilecektir.
V. SONUÇ VE İSTEM
Yukarıda açıklanan gerekçelerle 29.06.2005 tarih ve 5377 sayılı
Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun;
1) 3 üncü maddesiyle Türk Ceza Kanununun 13 üncü maddesine birinci
fıkradan sonra gelmek üzere eklenen fıkranın Anayasa'nın 2, 10 ve 11 inci
maddelerine aykırı olduğundan,
2) 29 uncu maddesi ile değiştirilen Türk Ceza Kanununun 263 üncü
maddesi Anayasa'nın 2, 5, 11, 42 ve 174 üncü maddelerine aykırı olduğundan,
iptallerine ve iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin
durdurulmasına karar verilmesine ilişkin istemimizi saygı ile arz ederiz.'"