ANAYASA
MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 1995/25
Karar Sayısı : 1996/5
Karar Günü : 2.2.1996
R.G. Tarih-Sayı :26.09.1996-22769
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : Düzköy Asliye Ceza Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU : 4.2.1983 günlü, 2797 sayılı Yargıtay Kanunu'nun
45. maddesinin beşinci fıkrasının, Anayasa'nın 6., 7., 9. ve 138. maddelerine,
4.4.1929 günlü, 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun 61. maddesindeki
"... dini ..." sözcüğünün Anayasa'nın 2. ve 24. maddesinin üçüncü
fıkrasına, aynı Yasa'nın 3482 sayılı Yasa ile değişik 104. maddesinin üçüncü
fıkrasındaki "... suçun toplumda infial uyandırması ..."
sözcüklerinin de Anayasa'nın 19. maddesinin ikinci fıkrasına aykırılıkları
savıyla iptalleri istemidir.
I- OLAY
Sanığın, geceleyin konut dokunulmazlığını bozmaya eksik kalkışma,
hakaret ve saldırgan sarhoşluk suçlarından Türk Ceza Yasası'nın 193/2, 61, 482/1,
572/1 maddeleri uyarınca cezalandırılması için açılan kamu davasına bakan
Mahkeme, 2797 sayılı Yargıtay Kanunu'nun 45. maddesinin beşinci fıkrası
ile 1412 sayılı CMUK'nun 61. maddesindeki "... dini ..." sözcüğü ve
3482 sayılı Yasa ile değişik 104. maddesinin üçüncü fıkrasındaki "...
suçun toplumda infial uyandırması ..." sözcüklerinin Anayasa'ya aykırı
olduğu görüşüyle doğrudan iptalleri istemiyle Anayasa Mahkemesi'ne
başvurmuştur.
III- YASA METİNLERİ
A- İptali İstenen Kurallar
1- 2797 sayılı Yargıtay Kanunu'nun itiraz konusu kuralı içeren 45.
maddesi şöyledir :
"İçtihadların birleştirilmesini Birinci Başkan, doğrudan
doğruya veya Yargıtay dairelerinin veya genel kurulların verdikleri karar
sonucunda veya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının bizzat yazı ile başvurması
halinde, ilgili kuruldan ister. Bu istemlerin gerekçeli olması zorunludur.
Diğer merci veya kişilerin gerekçe göstererek yazılı başvurmaları
halinde, içtihadı birleştirme yoluna gitmenin gerekip gerekmediğine Birinci
Başkanlık Kurulu karar verir. Bu karar kesindir.
İçtihadı birleştirme kararlarının değiştirilmesi veya
kaldırılmasının istenmesi de yukarıdaki usule bağlıdır.
İçtihadı birleştirme görüşmeleri, alınmış olan ilke kararları
çerçevesinde yürütülür ve kararları yazılır.
İçtihadı birleştirme kararları benzer hukukî konularda Yargıtay
Genel Kurullarını, dairelerini ve adliye mahkemelerini bağlar.
İçtihadı birleştirme kararlarının niteliğini açıkça belirten
özeti, kararın verilmesini izleyen en kısa zamanda Adalet Bakanlığına
bildirilir. Adalet Bakanlığı bütün adliye mahkemelerine ve Cumhuriyet
Savcılıklarına bu kararları gecikmeksizin duyurur.
İçtihadı Birleştirme Kurulları, Genel Kurulların veya dairelerin
kararlarındaki gerekçe ve görüşlerle bağlı olmaksızın sorunu başka bir görüşle
karara bağlayabilirler."
2- 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun iptali istenen
sözcüklerin yer aldığı 61. ve 104. maddeleri şöyledir :
a- "Madde 61- Şahide şahadetinden evvel adı, sanı, yaşı, işi,
dini ve ikametgâhı sorulur. İktiza ederse şahadetine ne dereceye kadar itimat
edilebileceği hakkında hâkimi tenvir edecek hallere mütaallik ve hele maznun
veya mağdur ile münasebetlerine dair sualler sorulur."
b- "Madde 104- (Değişik : 18/11/1992 - 3842/4 md.) Suçluluğu
hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler aşağıdaki hallerde tutuklanabilir.
1. Kaçma şüphesini uyandıracak vakıalar bulunması.
2. Delillerin yok edilmesi, değiştirilmesi, gizlenmesi, şeriklerin
uydurma beyana veya tanıkların yalan tanıklığa veya tanıklıktan kaçmaya sevk
edildiğini, bilirkişilerin etki altına alınmasına çalışıldığını gösteren hal ve
davranışların bulunması.
Soruşturma konusu olan suçun, kanunda öngörülen cezanın üst sınırı
yedi yıldan az olmayan hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektirmesi veya sanığın
ikametgâhı veya meskeninin bulunmaması veya kim olduğunu ispat edememesi
durumunda yukarıda 1 ve 2 numaralı bentlerdeki haller var sayılabilir.
Altı aya kadar hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren suçlarda
sanık ancak, suçun toplumda infial uyandırması veya ikametgâhı veya meskeninin
bulunmaması veya kim olduğunu ispat edememesi halinde tutuklanabilir.
Soruşturma konusu fiilin önemi veya uygulanabilecek ceza veya
emniyet tedbiri dikkate alındığında tutuklama haksızlığa sebep olabilecekse
veya tutuklama yerine bir başka yargılama önlemi ile amaca ulaşabilecek ise
tutuklamaya karar verilemez."
B- Dayanılan Anayasa Kuralları
Mahkemenin iptal gerekçesinde dayandığı Anayasa kuralları
şunlardır:
1- "MADDE 2.- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî
dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk
milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir."
2- "MADDE 6.- Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir.
Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre,
yetkili organları eliyle kullanır.
Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye
veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan
bir Devlet yetkisi kullanamaz."
3- "MADDE 7.- Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük
Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez."
4- "MADDE 9.- Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız
mahkemelerce kullanılır."
5- "MADDE 19.- Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine
sahiptir.
Şekil ve şartları kanunda gösterilen:
Mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik
tedbirlerinin yerine getirilmesi; bir mahkeme kararının veya kanunda öngörülen
bir yükümlülüğün gereği olarak ilgilinin yakalanması veya tutuklanması; bir
küçüğün gözetim altında ıslahı veya yetkili merci önüne çıkarılması için
verilen bir kararın yerine getirilmesi; toplum için tehlike teşkil eden bir
akıl hastası, uyuşturucu madde veya alkol tutkunu, bir serseri veya hastalık
yayabilecek bir kişinin bir müessesede tedavi, eğitim veya ıslahı için kanunda
belirtilen esaslara uygun olarak alınan tedbirin yerine getirilmesi; usulüne
aykırı şekilde ülkeye girmek isteyen veya giren, ya da hakkında sınır dışı etme
yahut geri verme kararı verilen bir kişinin yakalanması veya tutuklanması;
halleri dışında kimse hürriyetinden yoksun bırakılamaz.
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak
kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla
veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde
hâkim kararıyla tutuklanabilir. Hâkim kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde
veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun şartlarını kanun
gösterir.
Yakalanan veya tutuklanan kişilere, yakalama veya tutuklama
sebepleri ve haklarındaki iddialar herhalde yazılı ve bunun hemen mümkün
olmaması halinde sözlü olarak derhal, toplu suçlarda engeç hâkim huzuruna
çıkarılıncaya kadar bildirilir.
Yakalanan veya tutuklanan kişi, tutulma yerine en yakın mahkemeye
gönderilmesi için gerekli süre hariç engeç kırksekiz saat ve toplu olarak
işlenen suçlarda ençok onbeş gün içinde hâkim önüne çıkarılır. Kimse, bu
süreler geçtikten sonra hâkim kararı olmaksızın hürriyetinden yoksun
bırakılamaz. Bu süreler olağanüstü hal, sıkıyönetim ve savaş
hallerinde uzatılabilir.
Yakalanan veya tutuklanan kişinin durumu, soruşturmanın kapsam ve
konusunun açığa çıkmasının sakıncalarının gerektirdiği kesin zorunluluk
dışında, yakınlarına derhal bildirilir.
Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve soruşturma
veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır. Serbest bırakılma
ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır bulunmasını veya hükmün yerine
getirilmesini sağlamak için bir güvenceye bağlanabilir.
Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa
sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı
halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı
merciine başvurma hakkına sahiptir.
Bu esaslar dışında bir işleme tâbi tutulan kişilerin uğradıkları
zarar, kanuna göre, Devletçe ödenir."
6- "MADDE 24.-Herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaat
hürriyetine sahiptir.
14 üncü madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dinî
âyin ve törenler serbesttir.
Kimse, ibadete, dinî âyin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve
kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı
kınanamaz ve suçlanamaz.
Din ve ahlâk eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi
altında yapılır. Din kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında
okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve
öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanunî temsilcisinin
talebine bağlıdır."
Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasî ve hukukî temel düzenini
kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel çıkar yahut
nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını
yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz."
7- "MADDE 138.- Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar;
Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm
verirler.
Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin
kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge
gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.
Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı
yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya
herhangi bir beyanda bulunulamaz.
Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak
zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle
değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez."
IV- İLK İNCELEME
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 8. maddesi uyarınca Yekta Güngör
ÖZDEN, Güven DİNÇER, İhsan PEKEL, Selçuk TÜZÜN, Ahmet N. SEZER, Haşim KILIÇ,
Yalçın ACARGÜN, Mustafa BUMİN, Sacit ADALI, Ali HÜNER ve Lütfi F. TUNCEL'in
katılmalarıyla yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik
bulunmadığından işin esasının incelenmesine; Güven DİNÇER ile Haşim
KILIÇ'ın "İtiraz konusu kurallar davada uygulanma durumunda
bulunmadığından başvurunun reddine karar verilmelidir" yolundaki
karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 20.6.1995 gününde karar verildi.
V- ESASIN İNCELENMESİ
İşin esasına ilişkin rapor, başvuru kararı ve ekleri, Anayasa'ya
aykırılığı ileri sürülen yasa kuralları ile aykırılık savına dayanak yapılan
Anayasa kuralları, bunların gerekçeleri ve öteki yasama belgeleri okunup
incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A- Yetki Sorunu
Anayasa'nın 152., 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve
Yargılama Usulleri Hakkında Yasa'nın 28. maddeleri gereğince bir davaya
bakmakta olan mahkemenin, bir kanun veya kanun hükmünde kararname kuralını,
Anayasa'ya aykırı görmesi ya da davanın taraflarından birinin ileri sürdüğü
aykırılık iddiasının ciddî olduğu kanısına varması durumunda, itiraz yoluna
başvurabilmesi için o kuralın, bakılmakta olan davada uygulanacak olması
zorunludur.
2797 sayılı Yargıtay Yasası'nın 45. maddesinin iptali istenen
beşinci fıkrasında, içtihadı birleştirme kararlarının benzer hukukî konularda
Yargıtay Genel Kurullarını, dairelerini ve adliye mahkemelerini bağlayacağı
öngörülmektedir. İtiraz yoluna başvuran mahkeme, bu kuralın Anayasa'ya aykırı
olduğunu ileri sürmekteyse de 2797 sayılı Yargıtay Yasası'nın 45. maddesinin
beşinci fıkrası, bakılmakta olan davada uygulanacak kural değildir.
Öte yandan, 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Yasası'nın 104.
maddesinin üçüncü fıkrasında, altı aya kadar hürriyeti bağlayıcı cezayı
gerektiren suçlarda sanığın, ancak suçun toplumda infial uyandırması veya
ikametgâhı veya meskeninin bulunmaması veya kim olduğunu ispat edememesi
durumunda tutuklanabileceği belirtilmektedir.
İtiraz yoluna başvuran mahkeme bu kural uyarınca "suçun
toplumda infial uyandırması" nedenine dayanarak bir tutuklama kararı vermemiş
olduğundan anılan sözcükleri içeren 1412 sayılı Yasa'nın 104. maddesinin üçüncü
fıkrası bakılmakta olan davada uygulanmamıştır.
Bu nedenlerle 2797 sayılı Yargıtay Yasası'nın 45. maddesinin
beşinci fıkrasıyla, 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun 104.
maddesinin üçüncü fıkrası, itiraz yoluna başvuran Mahkemenin bakmakta olduğu
davada uygulanma durumunda bulunmadıklarından, bu fıkralara yönelik itirazın
başvuran Mahkemenin yetkisizliği nedeniyle reddi gerekir.
B- Anayasa'ya Aykırılık Sorunu
1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Yasası'nın "Tanığa İlk
Defa Sorulacak Şeyler"i düzenleyen 3206 sayılı Yasa ile değişik 61.
maddesinde, tanığa tanıklığından evvel adı, sanı, yaşı, işi ve ikametgâhı ile
birlikte "dini"nin de sorulması esasının benimsenmesi ile ilgili
olarak, Mahkeme özetle, lâik bir düzende her türlü dinî inanca veya
inançsızlığa eşit uzaklıkta bulunması gereken devletin, yönetsel işleyişinde
dinî kavram ve kuralları esas alamayacağını, böyle bir düzende, kimsenin dinî
inancını açıklamaya zorlanamayacağını, oysa itiraz konusu kuralla tanığın dini
inancını açıklamak zorunda bırakılmasının yanısıra inancını ya da
inançsızlığını belirtmesinin mahkemenin olaya ilişkin değerlendirmesini de
etkileyebileceğini, ileri sürerek anılan maddedeki "...dini..."
sözcüğünün, Anayasa'nın 2. ve 24. maddesinin üçüncü fıkrasına aykırılığı
nedeniyle iptali isteminde bulunmuştur.
1- Anayasa'nın 2. Maddesi Yönünden İnceleme
Lâiklik ilkesine Anayasa'nın 2. maddesinde, Cumhuriyetin
nitelikleri arasında temel bir öge olarak yer verilmiş, bu ilkenin değişmezliği
ise 4. maddenin güvencesine bağlanmıştır.
Anayasa'da kabul edilen lâiklik ilkesi özde; a) Dinin, devlet
işlerinde egemen ve etkili olmaması esasını benimseme, b) Dinin, bireyin manevî
hayatına ilişkin olan dinî inanç bölümünde, aralarında ayırım gözetilmeksizin
sınırsız bir hürriyet tanımak suretiyle dinî, Anayasa güvencesi altına alma, c)
Dinin, bireyin manevî hayatını aşarak toplumsal hayatı etkileyen eylem ve
davranışlara ilişkin bölümlerinde, kamu düzenini, güvenini ve çıkarlarını
korumak amacıyla, sınırlamalar kabul etme ve dinin kötüye kullanılmasını ve
sömürülmesini yasaklama, ç) Devlete, kamu düzeninin ve haklarının
koruyucusu sıfatıyla dinî hak ve hürriyetler üzerinde denetim yetkisi
tanıma olarak belirlenebilir.
Modern devlette din, kimi haklara sahip olmanın bir şartı
değildir. Günümüzde devlet, vicdan hürriyetine olabildiğince saygılı,
bünyesinde çeşitli din ve mezheplere inananlara ve bunlara ait teşekküllere yer
veren bir kurumdur. Lâik devlette herkes dinini seçmekte ve inançlarını açığa
vurabilmekte, tanınmış olan din ve vicdan özgürlüğünün sınırları içerisinde
serbesttir. Hiçbir dine itikadı olmayanlar içinde durum aynıdır. Lâik bir
toplumda herkes istediği dine ya da inanca sahip olabilir. Bu husus yasa
koyucunun her türlü etki ve müdahalesinin dışındadır. Gerçek vicdan
hürriyetinden ancak lâik olan ülkelerde sözedilebilir. Dinlerden birini devlet
olarak tercih fikri ayrı dinlere mensup vatandaşların kanun önünde eşitlik
ilkesine aykırı düşer. Laik devlet, din konusunda inancına bakmaksızın,
yurttaşlara eşit davranan, yan tutmayan devlettir.
Lâik düzende özgün bir sosyal kurum olan din, devlet kuruluşuna ve
yönetimine egemen olamaz. Devlete egemen ve etkin güç, dinsel kurallar ve
gerekler değil, akıl ve bilimdir. Kişinin iç-inanç dünyasının düzenleyicisi
olan dinin, devlet işlerinde söz sahibi ve çağdaş değerlerle, hukukun yerine
geçerek yasal düzenlemelerin kaynağı ve dayanağı olması düşünülemez ve
gerçekte lâiklik din-devlet işleri ayrılığı biçiminde daraltılamaz.
Nitekim, 4.11.1986 günlü, Esas 1986/11, Karar 1986/26; 7.3.1989
günlü, Esas 1989/1, Karar 1989/12; 9.4.1991 günlü, Esas 1990/36, Karar 1991/8
sayılı kararlarda aynı görüşlere yer verilmiştir.
İtiraz konusu kuralda, tanığa sorulacak sorular arasında dininin
de yer alması öngörülmekle, kamusal ilişkilerde dinin, belirleyici bir rol
oynaması olasılığına yol açılmaktadır. Oysa lâik devlette dinin her türlü etki
ve el atmanın dışında bırakılabilmesi, onun sadece kişilerin iç dünyasına
ilişkin bir olgu kalmasıyla olanaklıdır. Bu gerçeğin, kişilerin istekleri
dışında yasal bir zorunluluk olarak dinlerini açıklamaları sonucunu doğuran
kural ile açık bir çelişki yarattığında duraksamaya yer yoktur.
Bu nedenlerle, incelenen Yasa kuralında yer alan "dini"
sözcüğü, Anayasa'nın 2. maddesindeki "lâiklik" ilkesine aykırıdır.
Ahmet N. SEZER, bu görüşe katılmamıştır.
2- Anayasa'nın 24. Maddesi Yönünden İnceleme :
Anayasa'nın herkese, vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyeti
sağlayan 24. maddesinin üçüncü fıkrasında, kimsenin ibadete, dinî âyin ve
törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamayacağı,
dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamayacağı ve suçlanamayacağı
açıklığı yer almaktadır. Kaynağını lâiklik ilkesinden alan ve onun gerçekleştirilmesi
için sağlanması zorunlu olan bu özgürlüğün, sınırlanamaz ve durdurulamaz olma
özelliği nedeniyle diğer hak ve özgürlükler arasında öne çıkarak özel bir
konuma ve öneme sahip olduğu tartışmasızdır. Gerçekten, "Temel hak ve
hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması" başlıklı Anayasa'nın 15.
maddesinde, savaş, seferberlik, sıkıyönetim ya da olağanüstü durumlarda bile,
kişilerin din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaması ve
bunlardan dolayı suçlanamaması, bu özgürlüklere, kişilerin yalnızca iç
dünyalarında kalmaları dışa yansıtılmamaları konusunda sınırsız olma özelliği
kazandırmıştır.
İtiraz konusu kuralda olduğu gibi, dininin sorulması, kişinin
isteği dışında bu inancını açıklaması sonucunu doğuracağından Anayasa'nın 24.
maddesinin üçüncü fıkrasına açık bir aykırılık oluşturacaktır. Kişilere dinleri
ile ilgili olarak sorulan soruların yanıtlanmamasının bir yaptırıma bağlanıp
bağlanmaması da bu sonucu değiştirecek nitelikte değildir. Çünkü yasa
buyruklarına uyma zorunluluğu hukuk devleti ilkesinin doğal bir sonucudur. Bu
durumda, itiraz konusu kuralın, tanıklık yapan kişileri dinlerini açıklamaya
zorlayarak, din ve vicdan özgürlüğünü zedelediği açıktır.
1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Yasası'nın 61. maddesindeki
"dini" sözcüğü bu nedenlerle Anayasa'nın 24. maddesine aykırıdır.
İptal edilmelidir.
VI- SONUÇ
A- 4.2.1983 günlü, 2797 sayılı "Yargıtay Kanunu"nun 45.
maddesinin beşinci fıkrasıyla, 4.4.1929 günlü, 1412 sayılı "Ceza
Muhakemeleri Usulü Kanunu"nun 104. maddesinin üçüncü fıkrası itiraz yoluna
başvuran Mahkemenin bakmakta olduğu dâvada uygulanma durumunda
bulunmadıklarından, bu fıkralara yönelik itirazın başvuran Mahkemenin
yetkisizliği nedeniyle REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
B- 1412 sayılı "Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu"nun 61.
maddesindeki "...dini..." sözcüğünün Anayasa'ya aykırı olduğuna ve
İPTALİNE, Güven DİNÇER, Haşim KILIÇ, Sacit ADALI ile Lütfi F. TUNCEL'in
karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
2.2.1996 gününde karar verildi.
|
|
|
Başkan
Yekta Güngör
ÖZDEN
|
Başkanvekili
Güven DİNÇER
|
Üye
Selçuk TÜZÜN
|
|
|
|
Üye
Ahmet N. SEZER
|
Üye
Haşim KILIÇ
|
Üye
Yalçın ACARGÜN
|
|
|
|
Üye
Mustafa BUMİN
|
Üye
Sacit ADALI
|
Üye
Lütfi F.
TUNCEL
|
|
|
Üye
Fulya
KANTARCIOĞLU
|
Üye
Aysel PEKİNER
|
|
|
|
|
DEĞİŞİK
GEREKÇE
Esas Sayısı : 1995/25
Karar Sayısı : 1996/5
Anayasa'nın din ve vicdan özgürlüğünü düzenleyen 24. maddesi
üçüncü fıkrasında, kimsenin dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya
zorlanamayacağı öngörülmüştür. Anayasa'da öngörülen dinî inanç ve kanaatlerini
açıklamama özgürlüğünün niteliği gereği Anayasa'nın 13. maddesi gereğince
sınırlandırılması olanaksızdır. Hangi nedenle olursa olsun ve hangi düzeyde
kalırsa kalsın, kişi, "dinini" açıklamak zorunda bırakıldığında
bu özgürlük ortadan kalkar. Anayasa'nın temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının
durdurulmasına ilişkin 15. maddesi gereğince savaş, seferberlik, sıkıyönetim
veya olağanüstü durumlarda dahi kişi "dini"ni açıklamak zorunda
bırakılamaz. Buna karşın, itiraz konusu kural kişileri "dinini"
açıklamak zorunluluğu ile karşı karşıya bırakmaktadır.
Bu nedenlerle, kişileri dini inançlarını açıklamak zorunda bırakan
Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun 61. maddesinde yer alan "dini"
sözcüğü Anayasa'nın 24., 15. ve 13. maddeleriyle 2. maddesinde öngörülen hukuk
devleti ilkesine aykırıdır. Tanığa, tanıklığından önce dininin sorulmasının
lâiklik ilkesine aykırı bir yönü bulunmamaktadır.
KARŞIOY
YAZISI
Esas Sayısı : 1995/25
Karar Sayısı : 1996/5
Karar Günü : 2.2.1996
1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Yasası'nın 61. maddesinde
"Tanığa tanıklığından evvel adı, sanı, yaşı, işi, dinî ve ikametgâhı
sorulur. İtiraz ederse tanıklığa ne dereceye kadar itimat edilebileceği
hakkında hâkimi tenvir edecek hallere müteallik ve hele sanık veya mağdur ile
münasebetlerine dair sualler sorulur" hükmü yer almaktadır. Mahkememiz,
madde metninde yer alan "dini" sözcüğünün Anayasa'nın 2., ve 24.
maddelerine aykırılığı nedeniyle iptaline karar vermiştir.
Benzer bir kuralı içeren 1587 sayılı Nüfus Yasası'nın 43.
maddesinin birinci fıkrasında yer alan "dinini" biçimindeki hükmün
Anayasa'ya aykırı olmadığı hakkında, Anayasa Mahkemesi'nce, 27.11.1979 gününde
E. 1979/9, K. 1979/44 sayılı, 21.6.1995 gününde de E. 1995/17, K. 1995/16 sayılı
kararlar verilmiştir. 1995/16 sayılı kararın şu gerekçeleri olayımız için de
geçerlidir.
"Sadece kamu düzeni ve kamu yararı yönünden birer kimlik
bilgisi olarak nüfus kütüklerine yazılan bilgilerden birinin diğerinden bir
farkı bulunmamaktadır. Kişinin dinî ile ilgili bilgi de bu şekildedir ve lâik
devlet yapısına ters düşecek biçimde hiçbir özel anlam taşımamaktadır.
Anayasa'da yasaklanan, kişinin dininin bir ayrım ve eşitsizlik ögesi olarak
kullanılmaması ve lâik devlet düzenine ters düşecek uygulamaların yapılmamasıdır.
Lâik devlet kavramı, devletin dinler arasında yansızlığını ve
bütün dinsel inançları eşdeğer görmesini gerektirir. Bu bağlamda, hiçbir yasada
nüfus kaydındaki "dinî" bilgisine yollamada bulunularak, farklı bir
işlem yapılması ve eşitsizliğe neden olunması söz konusu değildir.
Yasalarda "Devletçe kabul edilen din, kabul edilmeyen
din" diye bir ayrımda bulunulmamaktadır. Bütün dinler lâik devlet anlayışı
içerisinde geçerli ve saygındır. Bu anlayışa dayanarak hiç kimse başkasının
inancına ya da inançsızlığına karışamamaktadır.
Bir başka önemli husus da, lâiklik ilkesine aykırı olarak kişinin
dini ile ilgili bilginin, belirli bir dine mensup olanlardan sorulup da, diğer
bir dine mensup olanlardan sorulmayarak ayrım yapılmamasıdır. Bu kural herkes
için geçerlidir, dolayısıyla da geneldir.
Nüfus Yasası'nın 43. maddesinde yer alan "din"le ilgili
bilgi, kişinin aile kütüğüne yazılacak bilgilerden biri olup, yukarıda
açıklandığı üzere bunun herhangi bir nedenle ve yolla Cumhuriyetin temel
ilkelerine aykırı biçimde kullanılması ya da lâiklik ilkesine aykırı bir
anlamda yorumlanması olanaklı değildir. Bu nedenle Anayasa'nın 2. maddesine bir
aykırılık oluşturmamaktadır."
1412 sayılı Yasa'nın 61. maddesi uyarınca tanığa tanıklığından
evvel kimi bilgilerle birlikte ilgilinin "dini"nin de sorulması,
tamamen kişiliğinin tesbitine yönelik bir husustur. Bu bilginin mahkemece
tesbiti, Anayasa'nın 2. maddesinde ifadesini bulan lâiklik ilkesine aykırı
biçimde "dinin Devlet işlerine ve politikaya" karıştırılması olmadığı
gibi, bu bilginin kişiler arasında herhangi bir ayrım yapılması amacıyla
kullanılması da sözkonusu değildir. Dolayısıyla itiraz konusu kuralın
Anayas'nın 2. maddesi ile ilgili bir yönü bulunmamaktadır.
Anayasa'nın 24. maddesinin ilk üç fıkrası da, herkesin, vicdan,
dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahip olduğu; kimsenin ibadete, dinî âyin ve
törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamayacağı;
dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamayacağı ve suçlanamayacağı
biçimindedir.
İtiraz konusu sözcüğü de içeren Ceza Muhakemeleri Usulü Yasası
kuralında ise, tanığa tanıklığından evvel sorulacak hususlar belirlenmiş ve
bunlar arasında "din" de sayılmıştır. Madde metninden de açıklıkla
anlaşılacağı üzere bu belirleme, tanığın adı, sanı, yaşı, işi gibi kimliğinin
tesbitine yönelik bir husustur. Anayasa'nın olur vermediği, kişilerin ibadete,
dinî âyin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya
zorlanamaması; dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması ve suçlanamamasıdır.
Dava konusu 61. maddede ise, herhangi bir zorlama olmadığı gibi, tanığın dinî
inancı ve kanaatlerinden dolayı kınanması ya da suçlanması da sözkonusu
değildir.
Anılan Anayasa Mahkemesi kararlarında da açıklıkla belirtildiği
gibi, "dinî inanç ve kanaat" kavramı, bir kişinin şu ya da bu dinden
veya inançtan olmasını kapsayan dar bir kavram olmayıp, din ve inanç yönünden
pek çok hususu bünyesinde barındıran geniş bir kavramdır. Dava konusu kuralda
yer alan "din" sözcüğü de, yargıcın bilgilenmesine yönelik genel
anlamda ve hiçbir ayrım gözetilmeksizin tanıklık yapacak herkes için geçerli
bir konuyu kapsamaktadır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle dava konusu kuralın Anayasa'nın 24.
maddesine de aykırı bir yönü bulunmadığından karara katılmıyoruz.
|
|
Başkanvekili
Güven DİNÇER
|
Üye
Haşim KILIÇ
|
Üye
Sacit ADALI
|
Üye
Lütfi F.
TUNCEL
|