ANAYASA
MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı: 1990/5
Karar Sayısı: 1990/28
Karar Günü: 14.11.1990
R.G. Tarih-Sayı :14.03.1991-20814
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Yargıtay 10. Hukuk Dairesi.
İTİRAZIN KONUSU: 20.6.1987 günlü, 3395 sayılı "506 Sayılı
Sosyal Sigortalar Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine ve Bu Kanuna Ek
ve Geçici Maddeler Eklenmesine Dair Kanun"un, 4. maddesinin; 14.
maddesiyle değiştirilen 506 sayılı Yasa'nın ek 1. maddesinin ikinci fıkrasıyla
ek 2. ve ek 3. maddelerinin; 16. maddesiyle 506 sayılı Yasa'- ya eklenen ek 2.,
ek 3. maddelerinin ve 17. maddesiyle yine aynı Yasa'ya eklenen geçici 4.
maddenin Anayasa'nın 2., 10., 60. ve 65. maddelerine aykırılığı savıyla iptali
istemidir.
I- OLAY:
Davacı, sigortalı Avukat, 31.12.1988 günlü başvurusu ile SSK Genel
Müdürlüğü'nden kendisine yaşlılık aylığı bağlanması isteminde bulunmuştur.
Başvuruyu inceleyen Kurum, sigortalının göstergesini saptamış ve
sonuçta sigortalıya; 1.1.1989 gününden başlayarak 8. derecenin 4. kademesinin
karşılığı olan 2850 gösterge üzerinden yaşlılık aylığı bağlamıştır.
Sigortalının, tavan üzerinden sürekli prim ödemesi nedeniyle 1.
derecenin 5. kademesi üzerinden kendisine aylık bağlanması yolunda Kuruma yapmış
olduğu itirazın reddi üzerine, başvurduğu İş Mahkemesi, davacının sav ve
istemini yerinde bularak, kendisine üst gösterge tablosunun en üst göstergesi
6400 rakamının karşılığı yaşlılık aylığı bağlanmasına karar vermiştir.
Yerel Mahkeme kararının, usul ve yasaya aykırılığından söz
edilerek, süresi içerisinde davalı Kurum tarafından temyizi üzerine, Yargıtay
10. Hukuk Dairesi, 3395 sayılı Yasa'nın 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nda
değişiklik yapan ve bu Yasa'ya kimi kurallar ekleyen yukarıda gösterilen
maddelerini Anayasa'ya aykırı olduğu görüşüyle doğrudan Anayasa Mahkemesi'ne
başvurmuştur.
III- YASA METİNLERİ:
A. İptali İstenen Yasa Kuralları:
20.6.1987 günlü, 3395 sayılı "506 Sayılı Sosyal Sigortalar
Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine ve Bu Kanuna Ek ve Geçici Maddeler
Eklenmesine Dair Kanun"un itiraz edilen maddeleri şunlardır:
1- "Madde 4.- 506 sayılı Kanunun değişik 78 inci maddesinin
birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
Bu Kanun gereğince alınacak prim ve verilecek ödeneklerin hesabına
esas tutulan günlük kazancın alt sınırı, bu Kanuna ekli gösterge tablosundaki
en düşük göstergenin katsayı ile çarpımının otuzda biridir. Üst sınırı ise, üst
gösterge tablosundaki en yüksek göstergenin katsayı ile çarpımının otuzda
biridir. Bu suretle bulunacak günlük kazançların lira kesirleri tama
çıkarılır."
2- "Madde 14.- 506 sayılı Kanuna, 2422 sayılı Kanunun 17 nci
maddesi ile eklenen, Ek 1, Ek 2 ve Ek 3 üncü maddeler aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
Katsayı ve gösterge tabloları
Ek Madde 1. Bu Kanuna göre gelir ve aylıkların hesaplanmasında
katsayı esasına dayalı gösterge, sistemi uygulanır.
Göstergeler, derece ve kademeler halinde, gösterge ve üst gösterge
tablolarında belirtilir."
................................................................................................................................................Ek
Madde 2.- Gelir ve aylıkların hesabına esas alınacak göstergelerin tespitinde
kullanılmak üzere, aşağıda belirtilen şekilde "Gösterge Tespit
Tabloları" ve "Üst Gösterge Tespit Tabloları"düzenlenir.
................................................................................................................................................
B. Üst Gösterge Tespit Tabloları:
a) İş Kazaları ile Meslek Hastalıkları Sigortası için düzenlenecek
üst gösterge tespit tablosunda, sigortalının gelire esas kazancının hesabına
giren son takvim ayında, prim hesabına esas gösterge tablosunun tavanı
üzerinden hesaplanacak günlük kazancın yıllık tutarı taban rakamını, üst
gösterge tablosundaki en yüksek gösterge esas alınarak hesaplanacak aynı aydaki
prime esas azami günlük kazancın yıllık tutarı tavan rakamını oluşturur.
b) Malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları için düzenlenecek üst
gösterge tespit tablosunda, sigortalının aylık talep veya ölüm tarihinden
önceki beş takvim yılında prim hesabına esas gösterge tablosundaki en yüksek
gösterge üzerinden hesaplanacak günlük kazançların beş yıllık tutarının yıllık
ortalamataban rakamını, aynı yıllara ait üst gösterge tablosunun en yüksek
göstergesi esas alınarak hesaplanacak azami günlük kazançların yıllık
ortalaması tavan rakamını oluşturur.
c) 991 sayılı Kanunla Kuruma devredilen sandıklar mevzuatına göre
bağlanacak aylıklar için düzenlenecek üst gösterge tespit tablosunda
sigortalının aylık bağlanmasında nazara alınan kazancının ait olduğu tarihteki
prim hesabına esas gösterge tablosunun tavanı üzerinden hesaplanacak günlük
kazancın yıllık tutarı taban rakamını, üst gösterge tablosundaki en yüksek
gösterge esas alınarak hesaplanacak aynı tarihteki prime esas azami günlük
kazancın yıllık tutarı tavan rakamını oluşturur.
d) Yukarıdaki (a), (b) ve (c) fıkralarına göre tespit edilen tavan
rakamı üst gösterge tablosundaki en yüksek göstergenin karşılığı olarak alınır,
(a), (b) ve (c) fıkralarına göre tespit edilen tavan rakamı ile taban rakamı
arasındaki fark kademe sayısına bölünür. Bölüm sonucunun kesir kısmı tama
çıkartılarak elde edilen rakam gösterge tablosunun en yüksek göstergesine
karşılık gelen sayıya her dilim bir göstergeyi karşılamak üzere ardarda ilave
edilerek takip eden göstergelerin karşılığı sayılar tespit edilir.
Ek Madde 3.- Bağlanacak gelir ve aylıkların hesabına esas alınacak
göstergeler:
a) İş kazaları ile Meslek Hastalıkları Sigortasında, sigortalının,
506 sayılı Kanunun 88 inci maddesine göre hesaplanan yıllık kazancına, bu
Kanunun Ek 2 nci maddesinin (A) ve (B) fıkralarının (a) bentleri,
b) Malûllük, Yaşlılık ve Ölüm Sigortalarında, sigortalının 506
sayılı Kanunun 55, 61 veya 67 nci maddelerine göre hesaplanan ortalama yıllık
kazancına, bu Kanunun Ek 2 nci maddesinin (A) (B) fıkralarının (b) bentleri,
c) 991 sayılı Kanunla Kuruma devredilen sandıklar mevzuatına göre,
sigortalının aylığa esas alınan kazancının yıllık tutarına, bu Kanunun Ek 2 nci
maddesinin (A) ve (B) fıkralarının (c) bentleri,
Esas alınmak suretiyle, aynı maddenin (A) ve (B) fıkralarının (d)
bentlerine göre düzenlenerek birleştirilmiş gösterge tespit tablosunda eşit
sayının karşılığı olarak tespit edilir. Tabloda eşit sayı yoksa, en yakın sayı
esas alınır."
3- "Madde 16.- 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununa
aşağıdaki ek maddeler eklenmiştir.
Ek Madde 2.- .................................................
Emekliliğine 5 yıldan fazla süre bulunanlardan üst gösterge
tablosuna göre malûllük ve yaşlılık aylıkları ile bunların hak sahiplerine bağlanacak
ölüm aylığının hesabına esas alınacak gösterge, bu Kanunun yürürlük tarihinden
sonra malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi ödenmiş hizmet sürelerinin
ortalamasına göre tesbit edilir.
Ek Madde 3.- Üst Gösterge Tablolarının tavan göstergesine göre
hesaplanacak aylıkların aylık bağlama oranı % 50'dir.
Üst Gösterge Tablosunun tavan göstergesi ile Gösterge Tablosunun
tavan göstergesi arasında derece ve kademeler üzerinden bağlanacak aylıkların
oranı Bakanlar Kurulunca tespit edilir.
Bu Kanunun 61 ve 67 nci maddelerindeki, aylık bağlama oranının
artırılması veya eksiltilmesi hususundaki hükümler saklıdır."
"Madde 17.- 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununa aşağıdaki
geçici maddeler eklenmiştir.
................................................................................................................................................
Geçici Madde 4.- Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihi takip eden
yılbaşından itibaren 5 takvim yılından daha az süre için; Ek 2 nci maddenin (B)
fıkrasının (b) bendine göre düzenlenecek üst gösterge tespit tablosunun tavan
sayısının tespitine esas olan; sigortalının aylık talep ve ya ölüm tarihinden
önceki beş takvim yılında üst gösterge tablosunun en yüksek göstergesi
üzerinden hesaplanacak günlük kazançların beş yıllık tutarının yıllık
ortalaması;
1 nci takvim yılı için bir,
2 nci takvim yılı için iki,
3 üncü takvim yılı için üç,
4 üncü takvim yılı için dört,
Yıllık tutarlarının yıllık ortalaması alınmak suretiyle tespit
edilir." B. Dayanılan Anayasa Kuralları:
1- "Madde 2.- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî
dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk
milliyetçiliğine bağlı, başlangıçtabelirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir."
2- "Madde 10.- Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî
düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım
gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun
önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar."
3- "Madde 60.- Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir.
Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve
teşkilatı kurar."
4- "Madde 65.- Devlet, sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasa
ile belirlenen görevlerini, ekonomik istikrarın korunmasını gözeterek, malî
kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getirir."
IV- İLK İNCELEME:
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 8. maddesi uyarınca Necdet
DARICIOĞLU, Yekta Güngör ÖZDEN, Yılmaz ALİEFENDİOĞLU, Muammer TURAN, Mustafa
GÖNÜL, Mustafa ŞAHİN, Oğuz AKCDOĞANLI, İhsan PEKEL, Selçuk TÜZÜN, Ahmet N.
SEZER ve Erol CANSEL'in katılmalarıyla 13.3.1990 gününde yapılan ilk inceleme
toplantısında dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine ve
sınırlama sorununun esas inceleme evresinde ele alınmasına oybirliği ile karar
verilmiştir.
V- ESASIN İNCELENMESİ:
Davanın esasına ilişkin rapor, başvuru kararı ve ekleri, itiraz
konusu Yasa hükümleri, dayanılan Anayasa kuralları, bunlarla ilgili gerekçeler
ile 2949 sayılı Yasa'nın 31. maddesinin üçüncü fıkrası gereğince Anavatan
Partisi'nin verdiği yazılı düşünce okunduktan, yine bu Yasa'nın30. maddesinin
birinci fıkrası uyarınca çağrılan Hükümet temsilcilerinin sözlü açıklamaları
dinlendikten ve öteki metinler incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A. Sınırlama Sorunu:
İlk inceleme sonunda, sınırlama sorununun esas inceleme evresinde
ele alınması öngörüldüğünden öncelikle bu sorunun çözümü gerekmektedir.
İtiraz yoluna başvuran Yargıtay 10. Hukuk Dairesi, 3395 sayılı
Yasa ile getirilen üst gösterge sistemi ile yeni bir aylık alma türü
oluşturulduğunu, "süper emeklilik" olarak adlandırılan bu rejimin bir
bütün bulunduğunu ve bu konuya ilişkin kuralların bütününün vazgeçilmez
parçaları olması itibariyle, üst gösterge tablosundan aylık almaya yönelik
kuralların tamamının iptalini istemiştir.
Anayasa'nın 152. ve 2949 sayılı Yasa'nın 28. maddelerine göre,
itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesi'ne yapılan başvurular, Mahkemenin görev alam
ve itiraz yoluna başvuran Mahkemenin bakmakta olduğu davada uygulanacak yasa
kuralı ile sınırlı tutulmuştur.
Uygulanacak yasa kuralından amaç, bir davanın değişik evrelerinde
ortaya çıkan sorunların çözümünde veya davayı sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz
yönden etki yapacak nitelikte bulunan yahut tarafların istek ve savunmaları
çerçevesinde bir karar vermek için ön planda tutulması gereken kurallardır.
İtiraz yoluna başvuran Mahkemenin bakmakta olduğu dava, sözü
edilen Yasanın geçici 4. maddesinin uygulamasından doğan bir uyuşmazlığa
ilişkindir. Davacı sigortalı, 1.1.1989 tarihi itibariyle emekli olmak
istediğini, geçmiş son beş yılda, bu arada 3395 sayılı Yasa'nın yürürlüğe
girdiği 9.7.1987 gününden 31.12.1988 gününe kadar 6400 gösterge ve tavan üzerinden
primlerini ödediğini, bu nedenle kendisine tavan göstergesi olan 6400
göstergesinin uygulanması gerektiğini ileri sürmüş, Kurum ise, geçici 4. madde
hükmünegöre, ödenen primlere karşılık olarak göstergenin belirlendiğini
savunmuştur. Yerel Mahkeme, davacının istemini yerinde görerek, davayı kabul
etmiştir. Kararın temyizi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesi, konuyu Anayasa
Mahkemesi'ne getirmiştir.
Şu duruma göre, itirazın konusu ve uygulama niteliğindeki hüküm
olarak, geçici 4. maddenin düzenlediği kurallar düşünülebilir. Ancak itiraz
yoluna başvuran Yüksek Mahkemenin de belirttiği gibi itiraz 3395 sayılı
Yasa'nın getirdiği ve yeni bir sistem olan "üst göstergetablo"
sistemine yöneliktir. Bu sistemin uygulanması ise bir bütünlük gösterir ve
sistemi tamamlayan diğer kurallarla birlikte değer kazanır. Bu yönden, sisteme
yönelik kurallar birbirinden ayrılamaz. İtiraz konusu hükümler incelendiğinde,
bunların "üstgösterge tablo" sistemiyle ilgili oldukları
görülmektedir. Gerçekten, itiraz konusu ilk kural olan 3395 sayılı Yasa'nın 506
sayılı Yasa'nın değişik 78. maddesinin birinci fıkrasını değiştiren 4. maddesi;
prime esas alınacak yeni alt ve üst sınırları kabuletmiştir. "Üst gösterge
tespit tabloları"nın oluşturulmasında, doğrudan gözönünde tutulacak bu
kuralın tümüyle uygulanma niteliği açıktır.
Yasa'nın 14. maddesiyle değiştirilen 506 sayılı Yasa'ya, 2422
sayılı Yasa'nın 17. maddesiyle eklenen ek 1. maddenin ikinci fıkrası ise,
"üst gösterge tablosu"na olanak tanıyan kurala yer vermiştir. Ek
Madde 2, "üst gösterge tespit "tabloları"nın düzenlenmesine
ilişkindir. Ek Madde 3'de, bağlanacak gelir ve aylıkların hesabına esas
alınacak göstergeler bakımından Ek 2. Maddeye yollamada bulunmakla uyarlama
(intibak) biçimini düzenlemektedir.
Yasa'nın 16. maddesiyle 506 sayılı Yasa'ya eklenen Ek Madde 2,
yukarıdaki bölümlerde açıklandığı üzere, "ortama yıllık kazanç"
kavramı yönündeki kurallara yer vermekte ve ikinci fıkrasıyla, emekliliğe beş
yıldan fazla süre kalanlar yönünden düzenleme yapmaktadır. Bu madde aslında,
üst gösterge tablosunun kabulü sonucu ortaya çıkmıştır. Ek Madde 3 ise, üst
gösterge tablolarının tavan göstergesine göre hesaplanacak aylık bağlama
oranını ve bu konuda Bakanlar Kuruluna verilen yetkiyi düzenlemektedir.
Yasa'nın 17. maddesi ile 506 sayılı Yasa'ya eklenen itiraz konusu
geçici 4. madde, emekliliğine beş yıldan daha az süre kalanların üst gösterge
tespit tablolarının nasıl düzenleneceğine ilişkin esasları göstermektedir.
Ancak "üst gösterge tablo sistemi"nin yer aldığı bu
maddeler, aynı zamanda "normal gösterge tablosu"na ilişkin esaslara
da yer vermişlerdir.
"Normal gösterge tablo sistemi" ise, diğer sistemin
yanında ve ondan bağımsız olarak varlığını sürdürmektedir. Esasen itiraz yoluna
başvuran Mahkemenin, bu sisteme bir itirazı bulunmamaktadır.
Bu yönden, sözü edilen maddeler arasında yer alan ve uyuşmazlık
dışı bulunan, normal gösterge tablosuna ilişkin kuralların ayrık tutulması
gerekmektedir.
Buna göre esasa ilişkin incelemenin:
1- 3395 sayılı Yasa'nın 4. maddesinin tamamını kapsayacak biçimde;
2- a) Aynı Yasa'nın 14. maddesiyle değişik Ek 1. Maddenin ikinci
fıkrasında yer alan "... ve üst gösterge ..." sözcükleriyle sınırlı
olarak,
b) Ek Madde 2'de yer alan "... ve üst gösterge tespit
tabloları ..." sözcükleriyle sınırlı olarak ve bu maddenin (B) bölümünün
tamamını kapsayacak biçimde,
c) Ek Madde 3'de yollama yapılan ve fıkra olarak sözü edilen
"ve (B)" belirlemesiyle sınırlı olarak;
3- a) Aynı Yasa'nın 16. maddesiyle eklenen, Ek Madde 2'nin ikinci
fıkrasının,
b) Ek Madde 3'ün,
4- Aynı Yasa'nın 17. maddesiyle eklenen Geçici 4. maddenin tümünü
kapsayacak biçimde yapılması gerekmektedir.
B. İtiraz Konusu Kuralların Anlam ve Kapsamı:
Kimi kurallarının iptali istenilen 3395 sayılı Yasa, yaklaşık 9
yıldan beri uygulanmakta olan tek "gösterge tablo sistemi"ne
tamamlayıcı nitelikte yeni bir gösterge tablosu getirmiştir. Önceki sistemin
kabul ettiği normal gösterge tablo düzeni aynen korunmuş, ancak bunun yanında,
"üst gösterge tablosu" olarak adlandırılan yeni bir tablo kabul
edilmiştir. Bu sistemde, her iki tablonun birlikte uygulanmasının sürdürülmesi
öngörülmektedir. Yasa'nın getirdiği düzenleme sonucu Bakanlar Kurulu'nca kabul
edilen tablolara göre;üst gösterge tablosu, normal gösterge tablosunun tavan
göstergesi üzerinde bir göstergeden başlatılmış ve tavan göstergesi 1400'-den
6400'e yükseltilmiştir.
Sosyal Sigortalar Kurumu'nun 1985, 1986, 1987 ve 1988 yılları
çalışma raporlarının incelenmesinden, ayrıca yasama belgeleri ile Kurumdan elde
edilen bilgilerden anlaşıldığı gibi üst gösterge sistemine geçiş nedenleri
Kurum'un artan sosyal giderleri nedeniyle, yeni gelir olanakları yaratmak
zorunluluğu karşısında sigorta primlerine esas kazançların, günün koşullarına
uygun hale getirilmesi ve buna koşut olarak sigorta yardımlarının yeterli düzeye
çıkarılmak istenmesidir. Kurumun sosyal giderleri, özellikle pasif
sigortalıların sayısındaki artış nedeniyle yüksek meblağlara ulaşma eğilimi
göstermiştir.
Oysa "Katsayı esasına dayalı gösterge tablo sistemi"nin
uygulanması sonucu, Kurum gelirlerinde yeterli artış sağlanamamıştır. Sosyal
Sigortalar Kurumu'nun finansman sorununun büyük boyutlara ulaşacağı çok önceden
görülmüş ve belli olmuştur. Planda bu konudaaynen şöyle denilmektedir.
"Beşinci Beş Yıllık Kalkınma, Planı döneminde (1985-1989),
Sosyal Sigortalar Kurumunun finansman sorununun büyük boyutlara ulaşması
beklenmektedir." (Bkz. Plan: 154).
Nitekim, bu görüş 1986 yılı Sosyal Sigortalar Kurumu Çalışma
Raporu'nda yer alan "Sosyal Sigortalar Kurumunun, malûllük, yaşlılık ve
ölüm sigortalılarının toplam giderleri, 1986 yılında bir önceki yıla oranla %
20 artış göstermiştir; matematik karşılıklar ile sosyal yardım zammındaki artış
sonucu, malûllük, yaşlılıkve ölüm sigortasının 1986 yılı fiili giderlerinin
toplamı 546,6 milyar liraya ulaşmıştır. Anılan fiili giderlerin nisbi maliyeti
(prim oranı karşılığı) yaklaşık % 22,49 düzeyinde gerçekleşmiştir. % 20'ye
yükseltilmiş olan prim oranı, 1986 yılı giderlerinikarşılayamamaktadır. 1986
yılında malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalılarının, gelir gider dengesi, 551
milyar TL. gider fazlası ile sonuçlanmıştır." anlatımıyla
doğrulanmaktadır.
DPT Sosyal Güvenlik Alt Komisyonu Raporunda da şu görüşe yer
verilmiştir:
"Sosyal Sigortalar Kurumu açısından 1987 yılından itibaren
fiili nakit sıkıntısı söz konusudur. Bu nakit açıklarının primlerle
karşılanması düşünüldüğünde, yani başka bir finansman kaynağı bulunmadığı
takdirde, Sosyal Sigortalar Kurumunun şu andaki % 34'5 prim oranını % 10
artırmak gerekecektir." (S. 30)
Belirtilen bu durum karşısında, Kurum'un finansman darboğazını
aşmak için başvuracağı yöntemler; "Prim oranlarını artırmak" veya
"Prime esas matrahları yükseltmek" biçiminde iki seçenek olarak
ortaya çıkmıştır.
Birinci seçenek benimsenmemiştir. % 40'a yaklaşan prim oranlan
toplamının daha da artırılmasının sosyal ve ekonomik alanda yaratacağı olumsuz
sonuçlar gözönünde tutulmuştur. Prime esas matrahların yükseltilmesinde ise,
iki seçenek söz konusudur. Bunlardan birincisi, mevcut gösterge tablosundaki
göstergeleri yükseltmek, ikincisi ise mevcut gösterge tablosunun yanında yeni
ve tamamlayıcı nitelikte üst gösterge tablosu kullanmaktır.
Mevcut göstergenin yükseltilmesi durumunda Kurumun prim gelirleri
artacak, birlikte ve aynı oranda, pasif sigortalıların yaşlılık aylıkları ve
diğer gelirlerinin artan göstergelere intibakı gerekeceğinden böyle bir duruma
Kurum kaynaklarının elvermeyeceği sonucuna varılmıştır.
Gerçekten, 1400 göstergenin 6400 göstergeye, diğer göstergelerin
de kendi karşılıklarına intibakı suretiyle yapılacak bir uygulamaya Sosyal Sigortalar
Kurumunun kaynaklarının yetmeyeceği kuşkusuzdur. Bu durumda şöyle bir tablo
ortaya çıkacaktır: (Milyar TL).
YıllarPrim GeliriAylık ÖdemesiFark
19871.705.61.344.4+ 361.2
19882.909.74.435.1-1.525.4
19895.402.18.731.2-3.329.1
1990 (Tah)8.500.013.908.1-5.408.1
Belirtilen bu durumun, tüm sigortalıların aktif ve pasif olarak
tek tablo sistemine tâbi tutulmalarını önemli ölçüde etkilediği görülmektedir.
Üst gösterge tablosuna geçiş nedenlerinden bir bölümü de, gerçek
ücretlerin, prime esas ücretlerin çok üzerinde olması ve sigortalılara bağlanan
gelirlerin sembolik denilebilecek kadar düşük düzeyde kalmasıdır. Gerçekten,
1987 yılı l inci yansı için prime esas kazanç üstsınırı aylık 1400 x 66 + 24000
= 116400TL. olarak uygulanmış, % 70 üzerinden bağlanan en yüksek emekli aylığı
ise 1400 x 66 x % 70= 64680 TL. olmuştur. 116400 TL.'lık prime esas azami ücret
ve dolayısıyla bağlanan en yüksek emekli aylığı sigortalıların büyük bir
çoğunluğunun çalışırken aldıkları gerçek ücretin çok altında kalmıştır. Bu
nedenle sigortalıların çalışırken aldığı ücrete yaklaşık bir ücret üzerinden
prim ödeyerek bu ücret üzerinden de emekli aylığı almasını sağlamak bakımından
prime esas kazançüst sınırının yükseltilmesi zorunluluğu doğmuştur. Ancak,
mevcut gösterge tablosu sistemi içinde üst sınırın istenilen düzeye getirilmesi
olanağı bulunmadığından üst gösterge sistemi uygulaması getirilmiştir.
Söz konusu Yasa ile getirilen yenilikler şöylece sıralanabilir:
l- Sigorta primine esas kazançlar için, "normal gösterge
tablosu" yanında "üst ' gösterge tablosu sistemi" ve buna bağlı
olarak ortalama kazanç miktarı,
2- Kamu kuruluşlarından emekli olanlar yönünden, Sosyal Sigortalar
Kuruma tarafından ödenen "sosyal yardım zammı"nı bu kurumlara
yansıtma olanağı,
3-İsteğe bağlı sigorta koşullarının hafifletilmesi,
4-Üst göstergeden yaşlılık aylığı bağlama koşullarının
ağırlaştırılması,
5-Ölçümleme müessesesinin kaldırılması,
6- "Süper emeklilik" olarak adlandırılan "geçici 5.
madde", konusu borçlanma sistemi.
Süper emeklilik sistemi Anayasa Mahkemesi tarafından iptal
edilmiştir. Üst gösterge sistemi dışında kalan düzenlemelerin ise, konuyla
doğrudan ilgisi bulunmamaktadır.
C. 3395 Sayılı Yasanın Gelir ve Aylıkların Hesabında Esas Alınan
Ortalama Kazanç Kavramı Yönünden Getirdiği Sistem:
3395 sayılı Yasa'nın getirdiği en önemli yeniliklerden biri de
gelir ve aylıkların hesaplanmasında esas alınan ortalama kazançlara ilişkin
olanıdır. Anılan düzenlemeden önce, son beş yılın kazanç ortalaması, aylığa
esas alınmakta iken, bu sistem yeni Yasa ile değiştirilerek üç tür uygulama
kabul etmiştir. Bunlar şöylece belirlenmiştir (Ek 2. mad.):
1- Yasanın yürürlüğünden sonra ilk defa sigortalı olarak çalışmaya
başlayanlar:
Belirtilen biçimde, sigortalı olanların ileride kendilerine veya
hak sahiplerine bağlanacak aylıkların hesabında esas alınacak kazançlar
ortalaması, tüm çalışma sürelerine ilişkin kazanç ortalamasıdır. Bu sistemin
yürürlüğe girmesiyle birlikte, üst göstergeden emekli olmak isteyen bir
sigortalının, son üç veya beş yıllık kazançlar ortalaması değil, tüm çalışma
yasamı boyunca ödeyeceği primlerin yüksekliği gözönünde tutulacaktır. Böylece
denilebilir ki, gelecek yıllar için üst göstergeden yaşlılık aylığıalabilme
koşulları ağırlaştırılmıştır.
2- Emekliliğine beş yıldan fazla süre kalanlar:
Yeni yasa, geçiş süresi içerisinde ve emekliliğine beş yıldan
fazla süresi kalanlar için, yukarda incelenen duruma göre daha hafif bir
uygulama kabul etmiş ve bu tür kimselerin emekli olmaları halinde, yaşlılık ve
diğer sigorta gelirlerine esas ortalama kazancın, Yasa'nın yürürlüğünden sonra
primi ödenmiş hizmet sürelerinin ortalamasının esas alınacağını hükme
bağlamıştır (EK 2 md./2. fıkra).
3- Emekliliğine beş yıldan azsüre kalanlar:
3395 sayılı Yasa'nın geçici 4. maddesini oluşturan bu tür
sigortalılara ilişkin düzenleme, itiraz yoluna başvuran Mahkemenin bakmakta
olduğu dava ile doğrudan ilgili bulunmaktadır.
Bu kural ile, emekliliğine beş yıldan az süre kalanlar için ara
rejim ya da geçiş dönemi uygulaması benimsenmiştir. Bir taraftan, bu kişilerin
üst göstergeden prim ödemeleri kabul edilerek, yaşlılık aylıklarının üst
göstergelere göre yüksek olması sağlanmış, diğer taraftan kısa bir sürede üst
göstergeden prim ödemek suretiyle çok yüksek göstergeden yaşlılık aylığı
almaları önlenmiştir. Anılan madde, emekliliğine beş yıldan az süre kalanların,
Yasa'nın yürürlüğünden başlayarak birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü yılda
emekli olmaları durumuna göre dört tür hesaplamayöntemi öngörmüştür.
Üst gösterge tablo sistemi, tüm hükümleriyle birlikte ancak 5 yıl
sonra uygulamaya geçebilecektir. Ek. Madde 2'nin (B) bendine göre oluşturulacak
"üst gösterge tesbit tabloları" için beş yıllık süreye ilişkin
kazançlar ortalamaları gereklidir. Oysa, Yasa'nın yürürlüğünden başlayarak üst
gösterge tablosundan prim ödenmesi de kabul edilmiştir. İşte bu farklı durumu
bağdaştırmak için "Üst gösterge tesbit tablosu"nun geçiş dönemine
ilişkin uygulaması bu madde ile düzenlenmiştir.
D. "Üst gösterge tablo" Sisteminin Ortaya Çıkardığı
Uygulamaya Yönelik Durumlar:
Sosyal Sigortalar Kurumu istatistiklerine göre, 1988 yılı için;
3.140.071 toplam aktif sigortalının % 28'i kamu sektöründe çalışmakta ve bu
sektördeki yaklaşık 880.000 sigortalı üst gösterge tablosundan prim
ödemektedirler.
Ayrıca, özel sektörde % 10 sigortalının üst göstergeden prim
ödedikleri tahmin edilmektedir. Bu rakamlar toplam 1.320.000 sigortalının üst
gösterge ile ilişkili olduklarını ortaya koymuştur. Bu miktarın ilerdeki
yıllarda daha da artacağı kuşkusuzdur.
Oluşan yeni durumlara göre Sosyal Sigortalar Kurumu'nun aktüeryal
hesaplan yönünden şu bilgiler ortaya çıkmıştır:
1989 yılı sonu itibariyle 3.300.000 olan aktif sigortalıların %
40'ının (1.320.000) üst gösterge üzerinden (433.500 TL. ile 1.632.020 TL.
arasındaki ücretlerden) prim ödediği tahmin edilmektedir. Üst göstergeden aylık
bağlanan pasif sigortalı sayısı ise yaklaşık 78.250'dir.
1988 yılında yukarıdaki hesaplamaya göre prim gelirlerinde üst
gösterge uygulaması sonucunda 1.139,4 milyar TL. artış sağlanmış, aynı yıl üst
göstergeden aylık bağlanan 29.200 kişiye 1400 gösterge aylığının üstünde 4,3
milyar ek ödeme yapılmıştır. 1989 yılında üst gösterge uygulamasının prim
gelirlerine katkısının yaklaşık 2.263 milyar TL. olduğu tahmin edilmektedir. Bu
yıl 1988 yılındakiler de dahil olmak üzere, üst gösterge tablosundan aylık
bağlanan 78.250 pasif sigortalıya 1400 gösterge aylığının üstünde yapılan ek
ödeme tutarı 48,6 milyar TL. olmuştur.
Önümüzdeki yıllarda, gerek katsayı artışı, gerekse üst göstergeden
aylık kapsamına girecek emekli sayısındaki artışa bağlı olarak bu uygulamadan
dolayı kurum giderleri artacaktır. Ancak yukarıda da açıklandığı üzere üst
gösterge uygulaması nedeniyle prim gelirlerinde önemli ölçüde artışlar
olacağından bu yolla Kurum giderlerinin gelecek için bir darboğaz oluşturmayacağı
anlaşılmaktadır.
Getirilen yeni sistemde, yüksek göstergeye ulaşabilmek için,
yüksek prim ödeme yanında, prim ödeme süresinin de uzatılması öngörülmüştür.
Emekliliğe beş yıldan fazla süresi kalanlar ile ilk defa bu Yasa ile sigortalı
olarak çalışmaya başlayanlar için öngörülen süreler mevcut sisteme göre
uzatılmıştır. Özellikle, ilk defa sigortalı olarak çalışmaya başlayacaklar için
yüksek göstergeye hak kazanabilme koşulları ağırlaştırılmıştır. 3395 sayılı
Yasa, getirdiği bu sistemle, uzun süre yüksek ücretten daha fazla prim
alınmasını isterken, bağlanacak gelir ve aylıklar arasında, büyük farklılıklar
olmasını da önlemiştir. Üst göstergeden gelir ve aylık bağlanacaklar için,gelir
ve aylık bağlama oranı, diğer tabloya göre % 60'dan % 50'ye düşürülmüştür.
Bunun yanında, göstergesi ne kadar düşük olursa olsun, tüm iştirakçiler
yönünden tek düze kabul edilen sosyal yardım zamları ile farklılaşma önlenmek
istenmiştir.
E. Anayasa'yaAykırılık Sorunu:
İtiraz yoluna başvuran Yargıtay 10. Hukuk Dairesi, 3395 sayılı
Yasa'nın ortaya çıkardığı "üst gösterge tablo sistemi"nin tümüyle
Anayasa'ya aykırılığını ileri sürmüştür.
Üst gösterge tablo sistemi ise, yukarıda gösterildiği biçimde,
3395 sayılı Yasa'nın değişik maddelerinde yer almıştır. İtiraz yoluna başvuran
Mahkeme, anılan maddelerin iptalini istemekle sistemin bir bütün olarak
iptalini amaçlamaktadır. Aslında, sözü edilen maddeler de bu bütünü tamamlayan
kuralları içermektedir.
Bu nedenle, Anayasa'ya aykırılık incelemeleri, bu sisteme ve
sistemin ortaya çıkardığı sonuçlara yönelik olarak yapılacaktır.
Bu arada; 3395 sayılı Yasa'nın, Anayasa Mahkemesi'nce daha önce
iptal edilen geçici 5. maddesinin, aynı Yasa'nın itiraz konusu kuralları ve
özellikle geçici 4. maddesiyle aynı türden kurallar olup olmadığını saptamak,
konunun açıklığa kavuşması yönünden yararlı olacaktır.
Hemen belirtelim ki, kamu oyunda "süper emeklilik"
olarak adlandırılan geçici 5. maddenin getirdiği sistemle, itiraz konusu geçici
4. madde ve diğer kurallar arasında amaç, nitelik ve kapsam yönünden büyük
farklılıklar vardır.
Anayasa Mahkemesi'nin 26.10.1988 günlü, Esas: 1988/19, Karar:
1988/33 sayılı kararına göre, geçici 5. madde Sosyal Sigortalar hukuku
alanında; "hizmet borçlanması" olarak adlandırılan borçlanma dışında,
yeni bir tür borçlanma türü kabul etmiş ve belli bir grup sigortalının Yasa'nın
öngördüğü meblağı bir defada ödemeleri koşuluyla, yaşlılık aylıklarının derhal
büyük boyutlarda artmasını sağlayan bir yöntem getirmişti. Bu sistem -sonucu
bir kesim sigortalıya kendilerinden çok farklı olmayan yakın derece ve göstergede
bulunanlar yönünden ayrıcalıklı bir sosyal güvence öngörülmüş, "sosyal
güvenlik" ilkesinin özüne aykırılık bir yana, kurum kaynaklarının dengesiz
biçimde bu sigortalılara tahsisi gerçekleştirilmişti. Öyle ki, o günkü koşullar
içerisinde, toplam pasif sigortalıların yaklaşık % 4'ünü oluşturan bu kesime
Kurum aylık ödemelerinin % 25'inin tahsisi sağlanmış, başka bir deyişle, Sosyal
SigortalarKurumu'ndan aylık alanların % 96'sına yapılan aylık ödemeler tüm
ödemelerin % 75'ini oluştururken, belli kesim için bu oran tersine çevrilmişti.
Gelecek yıllar için bu oranların daha da anormal boyutlara ulaşması kaçınılmaz
olacaktı. Ülkemiz, sosyal sigortalar sistemi için öngörülen ve "primli
rejim" olarak adlandırılan sisteme tamamen ters düşen, peşin olarak alınan
miktarların, kısa bir süre sonra, sahiplerine geri verilerek akabinde büyük
meblağlar ödenmesini öngören bu sistemin, tüm sigortalıların sosyalgüvenliğini
sağlamakla yükümlü bir Kurumu ne denli sarsacağı açıktır.
Anayasa Mahkemesi'nin sözü geçen kararında belirtildiği üzere,
geçici 5. maddenin, Sosyal Sigortalar Kurumu'nda malî yönden çok ağır bir durum
yaratmasına karşın, 3395 sayılı Yasa'nın itiraz konusu kurallarıyla getirdiği
sistem; bir yandan Kurum gelirlerini artırmayı amaçlamakta, öbür yandan, sosyal
güvenliğin tüm çalışanlar yönünden daha iyi boyutlara ulaştırılmasını
öngörmektedir. 3395 sayılı Yasa'nın bu kuralları, belli bir kesimi değil tüm
çalışanları sistem içinde düşünmektedir. Kurum'un, daralan kaynaklarının
çoğaltılması, prim gelirlerinin artırılması amaçlanmaktadır. Öte yandan, sistem
bir bütün olarak düşünüldüğünde, "yaşlılık sigortası" yönünden yeni
hedefler öngörülmektedir. Busistemle, yaşlılık aylığı hesabına esas alınan
"kazanç ortalaması" kavramı değiştirilmekte, bu ortalamanın tüm
yılların kazanç ortalamasında gözönünde bulundurulması hedef alınmaktadır.
Denilebilir ki, yüksek oranda, yaşlılık aylığına hak kazanabilmek için, daha
uzun süre ve daha fazla ücret üzerinden prim ödenmesi kabul edilmektedir.
Böylece, Kurumun zaman içerisinde, kaynaklarını değerlendirmesi ve gelirlerini
artırarak, tüm emeklileri yönünden daha elverişli bir ortamın yaratılması
istenmiştir.
İtiraz konusu geçici 4. madde de bu sistem içerisinde, bir geçiş
maddesi olarak yer almıştır. Bu madde ile bir taraftan, uzun yıllar çalışmak
suretiyle çalışma hayatının sonuna yaklaşmış sigortalıların sistemden
yararlanarak yaşlılık aylıklarının artırılması olanağı getirilmiş, diğer
taraftan bu sigortalıların gelirinin, ödedikleri prim dengesi dışında
yükseltilerek, Kurum kaynaklarının tüketilmesi sonucunu getirecek bir
yükümlülükten kaçınılmak istenmiştir.
İtiraz konusu kurallar, sonuç olarak, geçici 5. maddenin tersine,
tüm sigortalılar yönünden bir bütünlük göstermekte, Kurum kaynaklarının
daraltılması değil, genişletilmesi amaçlanmakta, buna koşut olarak da sigortalı
gelirlerinin artırılması hedef alınmakta ve sosyal güvenliği gerçekçi boyutlara
yaklaştırmak istenmektedir. Buna ek olarak yeni sistemle, Kurum'-un bozulan
aktüeryal dengesi düzeltilerek eski emeklilerin gelirlerinin de çoğaltılması ve
üst göstergelere yaklaştırılması olanağı sağlanmaktadır.
Bu nedenledir ki, iptal olunan geçici 5. madde ile itirazkonusu
kurallar arasında, ayniyet değil, büyük farklar mevcuttur.
Yapılan sözlü açıklamada "... Türkiye'de de 1950'de başlayan
sosyal güvenlik uygulamaları .... çok hassas bir sistem olmasına ve batıdaki
uygulamalarında çok uzun yıllar hiç dokunulmamasına rağmen, ülkemizde maalesef
sıklıkla bazı baskı gruplarının isteği veya bazen politik kişilerin
istekleriyle değişikliklere uğramış ve bu değişiklikler sistemi son yıllarda
gerçekten oldukça dejenere olmuş bir yapıya getirmiştir. Nitekim iki sene önce
de buyapıyı kısmen düzeltebilme amacı ile 3395 sayılı Kanun'un çıkarılması zarureti
ile karşılaşılmıştır. Bu Kanun esasında tamamen değil, ama hiç olmazsa belli
ölçüde dejenerasyonu düzeltebilmeyi veya daha da fazla bozulmasını önlemeyi
amaçlamıştır." sözleribu hususu doğrulamaktadır.
Yukarıda da açıklandığı gibi, anlaşılmaktadır ki, 3395 sayılı
Yasa'nın iptali istenen kuralları, emeklilerine, çok düşük düzeydeki emekli
maaşlarını ödeyemeyecek duruma gelen Sosyal Sigortalar Kurumu'nu bu mali
güçlükten kurtarmayı, prime esas olan kazanç tavanını ve emeldi maaşlarını
makûl bir düzeye getirmeyi amaçlamaktadır.
Burada özellikle üzerinde durulması gereken husus, 3395 sayılı
Yasa'dan önce emekli olan sigortalıların durumudur. Yeni düzenleme ile sağlanan
malî olanaklarla bunların maaşlarında da bir miktar artış sağlandığı
gözlenmekte ise de, ödedikleri primlerin ve ilk emekli aylıklarının alım gücüne
ve 3395 sayılı Yasa'ya göre emekli olanlara yaklaşık bir düzeye getirilmesi,
zaman içinde ödedikleri primle orantılı olmak koşuluyla emekliler arasında
farklılık yaratmayacak bir sisteme gidilmesi, Yasa'nın malî kaynakları arttırma
amacının nedenleri arasında görülmektedir. Nitekim, sözlü açıklamada, "...
Bu bakımdan, biz bu sistemi biraz da zaman içinde çözmeye bıraktık.Yani, bir
gösterge tablosu var diyelim eski emekliler için, bu gösterge tablosu, ileride
gösterge tablolarının değişmesi suretiyle, ileride bazı düzenlemeler yapmak
suretiyle hatta gerektiğinde ilerde bunlar için belki daha değişik katsayılar
uygulamak suretiyle bu sistemde iyileştirmeler mutlaka yapılacaktır; çünkü, l
milyon 400 bin ailenin mutlak surette emeklilik durumlarının da günün şartları
çerçevesi içinde diğerlerine yak-laştırıcı çalışmalar da zaman içinde yine
yürür hale gelecektir ..." biçimindesözlerle Yönetimin konuya yaklaşımı
anlatılmıştır.
Nitekim verilen bilgilere göre, 3395 sayılı Yasa eski ve yeni
emeklilerin durumlarını iyileştirici çalışmalara malî kaynak sağlamıştır.
Sosyal sigortalarda sistem, çalışanın ücretinden kesilen işçi payı
ile ödenen işveren payından oluşan sosyal sigorta primlerinin zaman içinde
sosyal güvenlik kuruluşlarınca değerlendirilerek, kısa vadeli sigorta kollan ve
uzun vadeli sigorta kolları içinde, doğan hakların finanse edilmesidir.
Yukarıda belirlendiği gibi bu genel anlayış dışında gelişen yasal düzenlemeler
sosyal sigorta sistemini darboğaza sokmuştur.
Sosyal güvenlik sistemine uymayan hakların verilmesi ve sık sık
Yasakoyucu tarafından tekrarlanması, sosyal güvenliğin temel ilkelerine aykırı
olması yanında, sistemin de çökmesine neden olmaktadır. Sistemin zedelenmesi,
finansmanda darboğazın yaratılması, sosyal güvenlik kuruluşlarınca Anayasa'nın
60. maddesinde öngörülen sosyal güvenlik haklarının verilmesini önleyici bir
etken olarak görülmektedir. Bu nedenle yasal düzenlemelerde, Sosyal Sigortalar
Kurumu'nun bu durumu gözönünde bulundurulmalıdır.
Yukarıdaki açıklamalar karşısında, söz konusu yasal düzenlemeler,
Anayasa'nın ilgili maddeleri yönünden incelenecektir.
1- Anayasa'nın 2. Maddesi ve 60. Maddesinin Birinci Fıkrasına
Aykırılık Yönünden İnceleme:
Gerekçe bölümüne alınan başvuru kararında, yapılan söz konusu
düzenleme ile farklı gruplar yaratılmasının, sigortalıları âdeta birbirine
düşman ettiği, böylece toplumsal huzur, millî dayanışma ve adalet anlayışı ve
sosyal hukuk devleti niteliğiyle bağdaşmayan bir durumun ortaya çıktığı, sosyal
güvenlik ilkelerine aykırı olarak düşük sayı ve orandaki varlıklı sigortalılara
ayrımlı büyük menfaatler sağlandığı belirtilerek Anayasa'nın 2. ve 60/1.
maddelerine aykırılıkileri sürülmektedir.
İleri sürülen savların karşılanabilmesi için, öncelikle sosyal
güvenlik kavramı ile bunun alt yapısını oluşturan sosyal sigortaları, Anayasa
ve diğer normlar açısından ortaya koymak yararlı olacaktır.
Sosyal güvenlik, sosyal hukuk devleti niteliğini oluşturan temel
kavramlardan birisidir. Aralarında ayrılmaz bir ilişki vardır. Sosyal güvenlik
hukuku alanında oluşturulacak tüm kuralların, özde, bu kavrama uygun-olması
zorunludur. Bu nedenle öncelikle, Anayasal kavram olan ve Anayasa'nın60.
maddesinde yer alan "sosyal güvenliğin" temel esaslarını ortaya koymak
gerekmektedir.
Sosyal güvenlik, tüm boyutlarıyla değerlendirildiğinde, insanlığın
eski ve derin gereksinmesinin somut belirtisidir. Bu gereksinme, yarından emin
olma isteğidir. Tehlikeyle karşılaşan ve yoksulluğa düşen bireye asgari bir
güvence sağlamak, sosyal güvenliğin varoluş nedenidir. Çağdaş hukuk sistemleri
karşılaştırıldığında, sosyal güvenlik deyiminin, "sosyal risk" olarak
kavramını yaratan kimi olayların sonuçlarını onarmadüşüncesine bağlandığı
görülür. Böylece sosyal güvenlik kavramı, gelirleri ne olursa olsun, kişilere
belirli sosyal riskler karşısında ekonomik güvence sağlama görevine sahip kurum
ve kuruluşları kapsar. Başka bir deyimle sosyal güvenlik, bir meslekî,
fizyolojik ya da sosyoekonomik riskten ötürü geliri sürekli veya geçici olarak
kesilmiş kimselerin geçinme ve yaşama gereksinimlerini karşılayan bir
sistemdir.
Sosyal güvenliğin ödevleri şöylece sıralanabilir:
Sosyal güvenlik, herşeyden önce, herhangi bir nedenle kısmen ya da
tamamen çalışamayanlara ve bu nedenle gelir kaybına uğrayarak muhtaç duruma
düşenlere, insan onuruna yaraşır asgarî bir hayat sürmeleri için gerekli olan
geliri sağlar. Sosyal güvenlik, ekonomik yönden güçsüzleri, insanca yaşamak
için yeterli geliri olmayanları korumayı amaçlar. Bir toplum içinde yaşayan bu kişilerin,
ihtiyaçlarını doğrudan kendilerinin sağlaması olanaksız bulunduğundan,
işverenlerin katkısı zorunludur. Zenginlerden vergi veya sigorta primi adı
altında alınan değerlerin,fakir sınıfların gelirlerine yansıtılması ulusal
gelirin dengeli dağıtılması anlamına gelir. Böylece toplumdaki ekonomik
eşitsizlikler bir ölçüde azaltılmış ve sosyal adaletin sağlanmasına yardım
edilmiş olur. Türkiye'nin Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda, sosyal
güvenliğin temel amacı şöyle açıklanmıştır: "Toplumsal güvenlik
politikasının temel hedefi, kalkınmanın yüklerinin ve nimetlerinin topluma
hakça ve dengeli bir biçimde yansıması, toplumsal gelişme ve değişmenin,
Anayasa'da öngörülen sosyal devlet ve sosyal adalet ilkesine uygun olarak
gerçekleştirilmesidir."
Öte yandan, sosyal güvenliğin yukarıda gösterilen gerekleri sosyal
sigortalar ya da sosyal yardımlar veya sosyal hizmetler yoluyla yerine
getirilir. Sosyal güvenlik bir amaç, bir düşünce, sosyal sigortalar ve
diğerleri bunun en önemli araçlarıdır. Sosyal güvenlik üst kavram, sosyal
sigortalar bu üst kavramı oluşturan Önemli bir kurumdur. Bu Kurum, sosyal
sigorta tekniğine, "primli rejim"e uygun olarak çalışır. Sosyal
Sigortalar, çalışan nüfusun bir bölümünü, hayatın değişen olaylarına, özellikle
çalışma güçlerinin zarara uğramasına karşın korumak zorundadır. Sosyal sigorta
kurumlarının görevlerinden biri de, işçinin karşılaştığı rizikoyu birçok
kişilere dağıtmaktır. Şu halde sigorta şu iki unsuru içinde taşımak zorundadır.
Bunlardan birincisi, tehlike ortaklığıdır. Yani aynı tehlikelere açık kişilerin
bir arada toplanmış olmasıdır. İkincisi, tehlike ortaklığı içinde, bağımsız
talep hakları ile rizikonun denkleştirilmesidir. Sosyal sigortalar,özel
sigortaların dayandığı esasları uygulamaz. Ancak sosyal sigorta, muhtemel
bütünlüğü içinde, ölçülebilen zararların örgütlenmiş bir çoğunluğa bölünmesini
anlatır.
Sosyal sigortalar, özel türden bir sosyal güvenliktir. Burada
rizikonun denkleştirilmesi yanında, sosyal denkleştirme de önem taşır. Esasen
bu yüzden primlerin ve yapılacak yardımların miktarı sosyal görüşler esas
tutularak saptanmıştır. Primlerin yüksekliği, kural olarak, sigorta edilen
riske göre değil de, sigortalının ödeme gücüne göre saptanır. Türk sosyal
sigorta sistemi, başlangıçtan beri, özel ve isteğe bağlı sigortadan ayrı
düzenlenmiş sigorta ve sosyal yardım kurumlarının öğelerini içinde
birleştirmiştir. Bu nedenle Sosyal Sigortalar Yasası'nın 133. maddesiyle
"özel sigortalara ilişkinkanunlardaki hükümler sosyal sigortalar hakkında
uygulanmaz." esası konulmuştur.
Sosyal güvenlik ve bunu gerçekleştirme aracı olan sosyal
sigortaların Anayasal yönden değerlendirilmesi yapılacak olursa, Anayasa'nın,
bireylerin, gelecekte karşılaşacağı sosyal riskler karşısında yoksulluğa
düşmemeleri için bunlara asgarî ölçülerde bir yaşam düzeyi amaçlandığı ve bunu
bir hak olarak benimsediği görülmektedir. Bu amaç, sosyal sigorta
kuruluşlarınca, kendi kuralları çerçevesinde gerçekleştirilir ve yerine
getirilir. Bu kuruluş, Anayasal görevlerini yapabilmek için, önceden gelir (prim)
elde etmek ve bu gelirleri finansman yöntemlerine göre değerlendirmek, sonuçta,
risklere mâruz kalanlara, kendi ilkelerine göre dağıtmakla yükümlüdürler.
Sosyal sigorta kuruluşları, yükümlülüklerini yerine getirmek için, zorunlu
olarak sosyal sigorta hukukunun temel ilkelerini uygularlar.
Sosyal güvenlik, uluslararası hukuk belgelerinde ve çağdaş
anayasalarda temel bir hak niteliğinde görülerek, "ekonomik ve sosyal
haklar" bölümü içinde düzenlenmiştir. Toplumun tüm bireylerini kapsamına
alma çabalarının bir sonucu olarak sosyal güvenlik, temel bir insanlık hakkı
görünümü kazanmıştır.
Bu yöndeki bir değerlendirme, hiç kuşkusuz, sosyal güvenlik
hakkının somut uygulanış biçimlerinde, ülkeden ülkeye değişen ayrımları ortadan
kaldırmaz. Ülkenin ekonomik düzeyi ile doğrudan bağlantısı nedeniyle, gelişmiş
ülkelerdeki sosyal güvenlik, gelişmekte olan ülkelere oranla gerek kapsam,
gerekse içerik açısından daha ileridedir. Gelişmiş bir kaç ülkedışında ve
özellikle gelişmekte olan ülkelerde yoksulluk sorunu henüz çözümlenememiştir.
Yaşanan ekonomik bunalım, anılan soruna daha da güncellik ve ivedilik
kazandırmıştır.
Uluslararası normlar açısından konuya yaklaşıldığında, sosyal
güvenliğin malî kaynak sorunu ile yakın ilişkisinin kurulduğu gözlenmektedir.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 10 Aralık 1948'de kabul edilen
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 22. maddesinde, "Her kişinin,
toplumun üyesi olarak sosyal güvenlik hakkına sahip olduğu" ilkesi
konulduktan sonra, bu hakkın gelişimi için gerekli ekonomik, sosyal ve kültürel
hakların her ülkenin ekonomik kaynakları gözönünde tutularak, ulusal çaba ve
uluslararası işbirliğinin katkısıyla sağlanabileceği vurgulanmıştır. Sosyal
güvenlikleilgili en önemli belgelerden biri olan, 1952 tarihli, 35.
Uluslararası Çalışma Konferansınca kabul edilmiş olan; "Sosyal Güvenliğin
Asgarî Normlarına İlişkin 102 Sayılı Sözleşme" de ise, asgarî normlar,
istenerek çok düşük saptanmıştır. Devletlere, ülkelerinde uygulayacakları
sosyal güvenlik sisteminin idarî ve malî örgütü konusunda geniş serbestlik
tanınmıştır. Böylece, gelişmekte olan ülkelerin cesaretlendirilmesi
istenmiştir. Sosyal güvenliğin, kişiler ve sosyal riskler açısından kapsamının
genişlemesi,yapılan yardımların artması ve özellikle sağlık yardımlarının
pahalı olması ve ödenen yaşlılık aylıklarının geniş boyutlara ulaşması, sosyal
güvenliğin finansman sorununa güncellik kazandırmıştır. Günümüzde, sosyal
güvenlik sistemlerinin içinde bulunduğumalî bunalım, finansman sorunlarına
çözüm arayışlarını yoğunlaştırmıştır. Sonuç olarak, sosyal güvenliğin
sağlanması her şeyden önce bir finans sorunudur. Sosyal güvenliğe kaynak
ayırabilme, kaynak yaratma sorunudur. Bunu da her ülke kendi koşulları
içerisinde çözümlemektedir.
Anayasa, sosyal güvenliğin sağlanması konusunda Devlete büyük
görevler vermiş, alınabilecek tedbirlerin tümünü alma yükümlülüğünü
getirmiştir.
Ne var ki, bu alanda kimi kayıt ve koşullar da öngörülmüştür.
1982 Anayasası, sosyal güvenlik görevini, Devletin malî gücü ile
sınırlamıştır. Gerçekten, 65. maddesinde aynen şu hüküm vardır:
"Devlet, sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasa ile belirlenen
görevlerini, ekonomik istikrarın korunmasını gözeterek, malî kaynaklarının
yeterliliği ölçüsünde yerine getirir". Burada, Devletin sosyal güvenliği
sağlama görevine iki sınır çizilmiştir. Bu sınırlardan biri, Devletin,
kişilere, malî kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde sosyal güvenlik
sağlamasıdır. İkinci sınır ise Devletin, sosyal güvenliğe malî kaynaklarını
tahsis ederken, ekonomik istikrarın bozulmamasına dikkat etmesi ve sosyal
güvenlik alanına, ekonomik istikrarı bozmayacak derecede malî kaynak
aktarılması ile yetinmesidir. Bu arada belirtilmelidir ki, Anayasa, sosyal
güvenliğin sağlanmasında,sadece Sosyal Sigortalar Kurumu'na görev vermeyip bu
konuda, Devlete her türlü tedbirleri alma ve teşkilatı kurma yükümlülüğünü
getirmiştir. Bu nedenle, sosyal güvenlik, bir çok ülkede ve bizde sadece Sosyal
Sigortalar Kurumu ile karşılanmaz. Bunun dışındabaşka sosyal yardım ve sosyal
hizmetleri gören kuruluşlar da vardır. Sosyal güvenlik sistemimizde bunlar da
geniş yer tutar.
3395 sayılı Yasa ile getirilen üst gösterge sistemi bir bütün
olarak daha iyi boyutlarda sosyal güvenliği amaçlamaktadır. Ülkemiz
çalışanlarının en büyük kesiminin sosyal güvenliğini sağlama görevi ile
Devletçe kurulan ve denetlenen bir güvenlik kuruluşu olan Sosyal Sigortalar
Kurumu'nun, gelir kaynaklarının azalarak işlevlerini yerine getirememe
tehlikesi ile karşılaşması sonucu, itiraz konusu sistem ortaya çıkarılmıştır.
Kısaca, sosyal güvenliği sağlama yönünden bir finans sorunu olarak bu yönteme
başvurulmuştur. Gerçek ücretlerle, prime esas ücretler arasında büyük farkların
oluşmasıyla prim gelirleri istenilen düzeyde yükseltilememiştir. Öncelikle,
mevcut tek gösterge tablo sistemi de bu ayarlamayı engellemiştir. Buna karşın,
ekonomik koşulların hızla değişmesi, enflasyon ve hayat pahalılığı nedeniyle
katsayıların artırılması, sosyal sigorta yardımlarının da çoğaltılmasını
zorunlukılmıştır. Bir yandan, kendilerine yeni gelir ve aylık bağlanacaklara
yapılan sigorta yardımlarını, sembolik nitelikten çıkararak, daha gerçekçi
rakamlara yaklaştırma çabası, diğer taraftan, mevcut pasif sigortalılara
katsayı ve sosyal yardım zamları yoluyla asgari ölçülerde yardım zorunluluğu bu
sistemi getirmiştir. Bu sistemle sigortalılar arasında büyük farklılıklar
yaratılmamıştır. Sistem, sosyal adaletin sağlanması yolunda, kendi önlemlerini
de birlikte getirmiştir. Öncelikle "üst gösterge" üzerinden
bağlanacak aylıklarda oran, normal gösterge üzerinden bağlanacak aylıklara göre
% 10 daha düşük tutularak bir denge kurulmuştur. Ayrıca, sosyal yardım zamları
bu farkın büyümesini önlemiştir. Böylece, bugün için gelir ve aylıklarda, en
düşük gösterge (= 700)ile, en üst gösterge (= 4050) arasında yaklaşık 6 kat
fark olmasına karşın, aylıklarda, belirtilen önlemlerle fark 2.3 oranında
gerçekleşmiştir. Kaldıki, göstergelerin ayarlanması konusunda yürütme organına
görev verilerek esnek ve duyarlı bir yöntem konulmak istenmiştir. Öte yandan,
çoğunluğu oluşturan düşük ücretlilerden alınacak primlerle, az sayıdaki yüksek
ücretlilerin finanse edildiği ve bunlara imtiyaz sağlandığı savının bir
dayanağı yoktur. Gerçekten, Sosyal Sigortalar Kurumu kaynaklarından alınanbilgilere
göre, üst gösterge tablosundan yararlanan veya bunun üzerinden prim ödeyenlerin
sayısı, aktif sigortalı tutarının % 40'ına yaklaşmaktadır. Önümüzdeki yıllarda,
çalışan sigortalıların tamamının üst göstergeye geçmesi beklenmektedir. Ayrıca,
üst göstergeden yararlananlara yapılan sigorta yardımlarının oranı, elde edilen
sigorta prim gelirlerine göre çok düşük boyutlarda kalmaktadır. Aynı durumun
yakın gelecekte de değişmeyeceği kabul edilebilir. Buna göre, "çok düşük
sayı ve orandaki varlıklı sigortalılara, imtiyaz mertebesinde ayrımlı büyük
menfaatler sağlandığı"na ilişkin savın gerçeğe uygun düşmediği
anlaşılmaktadır. Pasif sigortalı sayısının, kısa bir zaman da, çok büyük
boyutlara yükselmesi, içinde bulunulan ekonomik koşullar, fiyat artışları,bu
tür bir sistemi zorunlu kılmıştır. Bununla birlikte, ortaya konulan sistem
Anayasa'nın öngördüğü "sosyal güvenlik" kavramına ters düşmemiş
aksine, bu temel ilke yönünden daha iyi boyutlara ulaşılması amaçlanmıştır. Bu
sistemle sosyal adalet, toplumun huzuru ve ulusal dayanışma zedelenmemiş,
"primli rejim"in bir sonucu olarak ve anayasal sınırlar içinde tüm
iştirakçiler arasında ödedikleri prim tutarlarına göre nimet-külfet ilkesi
gereğince adaletli bir denge sağlanmak istenmiştir. Nitekim bu düzenleme
neticesinde yukarıda belirtildiği gibi tüm sigortalı çalışanlar ve emekliler
için daha olumlu bir gelişme yoluna girilmiştir.
Bu nedenlerle, ileri sürüldüğü biçimde anayasal aykırılık
saptanamamıştır.
2- Anayasa'nın 10. Maddesine Aykırılık Yönünden İnceleme:
İtiraz yoluna başvuran Yargıtay 10. Hukuk Dairesi, bu konuda,
"Malûllük, yaşlılık, ölüm sigortalarından yararlanan veya yararlanacak
olanları, normal emekli, süper emekli şeklinde ayırmak ve süper emekliliği mali
gücü olanlara tanımak, sigortalılık aylıkhesabına ilişkin ortalama kazançlar
bakımından ve ayrıca aylık oranları açısından, sonuçları değişik bölümlere
taksim etmek, değişik gösterge tabloları ihdas ederek ve aşın farklılıklar
yaratarak benzer durumda ve aynı sigorta kollarından yararlanacak olansigortalılar
arasına, eşitsizliğe yol açmak Anayasal eşitlik kuralına ters düşmektedir.
Ayrıca 10. maddesine açıkça aykırıdır." görüşüne yer vermiştir.
Anâyasa'nın 10. maddesinde yer alan eşitlik ilkesi, Anayasa
Mahkemesi'nin birçok kararında "... yasa önünde eşitlik, herkesin her
yönden aynı kurallara bağlı olacağı anlamına gelmez. Yasaların uygulanmasında
dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din ve mezhep ayrılığı
gözetilmesi ve bu nedenlerle eşitsizliğe, yol açılması Anayasa katındageçerli
görülemez. Bu mutlak yasak, birbirinin aynı durumda olanlara ayrı kuralların
uygulanmasını ve ayrıcalıklı kişi ve toplulukların yaratılmasını
engellemektedir. Kimi yurttaşların haklı bir nedene dayanılarak değişik
kurallara bağlı tutulmaları eşitlikilkesine aykırılık oluşturmaz. Durum ve
konumlamadaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları
ve değişik uygulamaları gerekli kılabilir. Özellikler, ayrılıklara dayandığı
için haklı olan nedenler, ayrı düzenlemeyi aykırı değil,geçerli kılar. Aynı
durumda olanlar için ayrı düzenleme aykırılık oluşturur. Anâyasa'nın amaçladığı
eşitlik, eylemli değil hukuksal eşitliktir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı
hukuksal durumlar ayrı kurallara bağlı tutulursa Anâyasa'nın öngördüğü eşitlikçiğnenmiş
olmaz. Başka bir anlatımla, kişisel nitelikleri ve durumları özdeş olanlar
arasında, yasalara konulan kurallarla değişik uygulamalar yapılamaz.
Durumlardaki değişikliğin doğurduğu zorunluluklar, kamu yararı ya da başka
haklı nedenlere dayanılarakyasalarla farklı uygulamalar getirilmesi durumunda
Anâyasa'nın eşitlik ilkesinin çiğnendiği sonucu çıkarılamaz. O halde, Anayasa
Mahkemesi'nin yerleşik kararlarına göre, eşitliği bozduğu iddia edilen kural
haklı bir nedene dayanmakta veya kamu yaran amacıyla yürürlüğe konulmuş ise bu
kuralın eşitlik ilkesini zedelediğinden söz edilemez." biçiminde
değerlendirilmiştir.
Üst gösterge tablo sistemi, yukarıdaki bölümlerde ortaya konulduğu
üzere bir zorunluluktan doğmuştur. Tek tablo düzeninin, sosyal güvenlik
alanında kendinden beklenilen işlevleri yerine getirememesi ve Sosyal
Sigortalar Kurumu'nu finansman açısından darboğaza sokması, Yasakoyucuyu bu
alanda, önlemler almaya zorlamış ve bunun sonucu, sosyal sigortalar hukuku
alanında, yeni bir düzenleme getirilmiştir. Getirilen bu sistemle, sigortalılar
ve Sosyal Sigortalar Kurumu yönünden yenilik ve iyileştirme amaçlanmıştır.
Günün koşullarına ayarlanabilen esnek ve gerçekçi bir yöntemle, Sosyal
Sigortalar Kurumu'nun karşılaştığı malî sorunların çözümü hedeflenmiştir.
Yasakoyucu, yürütme organına verdiği görevle, birbirini tamamlayıcı nitelikteki
çift gösterge tablolarının ekonomik ve sosyal koşullara göre oluşturulmasını
istemiştir. Öte yandan, yeni sistemde, tablolara bağlı sigortalılar açısından,
ileri sürüldüğü biçimde büyük farklılıklar yaratacak bir uygulamaya yer verilmemiş,
tersine, sosyal dengelerin korunması yönünden sistem, kendine özgü önlemleri de
birlikte getirmiştir. Bir yandan, prim ödemede oran farkı aranmadığı halde, üst
göstergeden yararlanacakların aylık bağlama oranlan, diğer göstergeye göre
düşük tutulurken, öte yandan üst göstergeli sigortalılardan olabildiğince uzun
süreli ve fazla miktarda prim alınması öngörülmüştür. Ayrıca, sosyal yardım
zamlarıyla, tüm sigortalıların eşit yararlanabilecekleri yeni bir yöntem
benimsenmiştir.
Böylece denilebilir ki, eşitliği bozduğu öne sürülen sistem,
ortaya kamu yararına yönelik bir sonuç getirmiştir. Kaldıki primli rejimlerin
uygulandığı bu tür sistemlerde, sigortalılar arasında, yardımlardan yararlanma
yönünden, sosyal adalet ilkesini zedelememek koşuluyla ödedikleri primlerden
dolayı farklılıklar oluşması kaçınılmazdır. Esasen çalışan tüm sigortalılar
yönünden bir ayrıcalık yaratılmamıştır.
Yukarıda ilgili bölümlerde belirtildiği gibi, söz konusu
düzenleme, Kurumun aktüeryal dengesini düzeltmek üzere uygulamaya konulmuştur.
Eski emeklilerin durumlarının iyileştirilmesinin ise, ayrı bir yasa konusu
oluşturacağı, eksik düzenlemenin Anayasa'ya aykırılık teşkil etmeyeceği
açıktır.
Sosyal Sigortalar Kurumu,tüzelkişiliği olan ve kendi Yasası'ndaki
hükümler dışında, özel hukuk hükümlerine bağlı bulunan malî ve idarî bakımdan
özerk bir kuruluştur. Finansmanı, işçi ve işverenlerden alınan ikili prim
sistemiyle sağlanmaktadır. Bu nedenle, toplanan primlerin Kurum'un aktüeryal
dengesine, güvenlik ilkelerine ve finansman tekniğine uygun biçimde
nemalandırılması ve kullanılması gerekir.
Sosyal Sigortalar Kurumu'nun malvarlığı ve gelirleri, sosyal
sigortalardan yararlananlara ayrılmış olmasına karşın, Kurum'un geliri devlet
geliri, malı devlet malı ve kendisi de devlet kurumudur.
Sosyal sigorta kuruluşları devletin yönetimi ve denetimi
altındadır. Bu durum devlete büyük sorumluluklar yüklemektedir. Devlet, sosyal
sigortaların gerektirdiği mevzuatın hazırlanması ve bunların
güncelleştirilme-siyle Kurum'un güçlü malî yapıda tutulmasından sorumludur.
Siyasal iktidarlar, Sosyal Sigortalar Kurumu'nun yönetiminde, sosyal
sigortacılığın teknik gereklerine uyarak hareket etmek zorundadırlar.
Bu nedenle, bundan böyle, Kurum'un aktüeryal dengesini bozacak
düzenlemelere gidilmemesi, eski emeklilerin ödedikleri primlerin kesildikleri
yılların ve emekli aylıklarının bağlandığı yılki alım gücüne, o günün para
değerine ve üst göstergeden emekli olanların aylıklarına yaklaşık bir düzeyegetirilmesi
sosyal hukuk devleti ve sosyal güvenlik ilkelerinin gereğidir. Gerektiğinde
Kurum'un malî gereksinimi, aktüeryal dengeyi bozan yasaları çıkaran Devletçe
karşılanmalıdır.
Diğer taraftan, Sosyal Sigortalar Kurumu emeklileri ile Emekli
Sandığı'na bağlı emekliler arasında ana ilkeler dışında ayrıntılara göre
kıyaslama yapmak ve bu yolla sonuca ulaşmak uygun değildir. Her iki grup
emekliler, bağlı oldukları kurallar, gelirlerin bağlanma koşulları, oranları ve
ölçüleri yönünden birbirlerinden oldukçafarklıdır. Farklı durumlar, farklı
statüleri gerektirdiğinden bu yönden de eşitsizlik savında bulunulmaz. Anayasal
aykırılıkların saptanabilmesi için, yasa kurallarının kendi aralarında değil,
anayasal kurallarla karşılaştırılmaları gerekir.
İtiraz konusu geçici 4. madde, Yasa'nın yürürlüğe girişinden
başlayarak üst göstergeden prim ödeyenlerden, 5 yıl içinde emekli olanlara ne
biçimde emekli maaşı ödeneceğini düzenlemektedir. Buna göre, 1.1.1983-9.7.1987
süresinde, gösterge tablosunun tavan göstergesi üzerinden; 3395 sayılı Yasa'nın
yürürlüğe girdiği 9.7.1987-31.12.1987 süresinde ise 6400 gösterge üzerinden
prim ödeyip 1988 yılı içinde emekli olanların göstergesi 2050;
9.7.1987-31.12.1988 süresinde 6400 göstergeden prim ödemeye devam edenlerden
1989 yılıiçinde emekli olanlara 3050; 31.12.1989'a kadar devam edenlerden 1990
yılı içinde emekli olacakların göstergesi 4050 olarak belirlenmiştir.
Aynı maddeye göre gösterge, 1991 yılında emekli olacaklar için
5100, 1992 yılında emekli olacaklar için de 6200 olarak belirlenecek, 1993
yılında emekli olacaklar ise 6400 göstergeye ulaşacaklardır.
Bu düzenleme, sigortalıların, emsallerine göre fazla ödedikleri
primlerin 5 yıllık geçiş döneminde emekli aylıklarına dengeli ve adaletli bir
biçimde yansımasını sağlamıştır.
Bir önlem niteliğindeki 3395 sayılı Yasa, Sosyal Sigortalar
Kurumu'na malî yönden işlerlik, sigortalı çalışanlara daha iyi güvenlik
olanakları kazandırmış ve eski emeklilerin durumlarını iyileştirme için
yapılacak düzenlemelere malî kaynak sağlamıştır.
Yukarıdaki açıklamalara göre, göstergelere ilişkin yeni
düzenlemenin Anayasa'nın 10. maddesine ayıkırı bir yönü yoktur.
3- Anayasa'nın 60. Maddesinin İkinci Fıkrası ve 65. Maddesi
Yönünden inceleme:
îtiraz yoluna başvuran Mahkemenin bu yönlere ilişkin savlan aynen
şöyledir:
"Çok düşük sayı ve orandaki varlıklı sigortalılara, imtiyaz
mertebesinde ayrımlı büyük menfaatler sağlayarak, herkesin sosyal güvenliğini
sağlayacak tedbirleri gereken biçimde aldığını gösterir bir içerik
taşımamasından dolayı, Anayasa'nın 60'ıncı maddesine de aykırı düşmektedir.
Öte yandan, bu maddelerle getirilen sistemin, kurumun aktüeryal
dengesini bozduğu, kaynaklarını haksız bir biçimde tükettiği ve giderek onu
göstermelik bir hale getireceği anlaşılmaktadır. Anayasa Mahkemesi'nin
17.10.1972 tarih ve 16/ 49 sayılı kararında belirtildiği gibi Sosyal Sigortalar
Kurumu tüzelkişiliği olan ve kendi kanunundaki hükümler dışında özel hukuk
hükümlerine tabi tutulan malî ve idarî bakımdan özerk bir devlet kurumudur.
Yürütme içinde yer alır veÇalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'na bağlıdır.
Finansmanı, işçi ve işverenlerden alınan ikili prim sistemiyle olmaktadır. 4792
Sayılı Kanun M. 19/9'da genel bütçeden yapılacak yardımlardan sözedilmekte ise
de, bunun Kurumun görevini yerine getirmesini engelleyecek bir durumla karşı
karşıya kalması halinde, Devletin yükümlülüğünü belli eden bir hüküm olarak
anlamak gerekir. Uygulamada şimdiye kadar genel bütçe yardımı
gerçekleşmemiştir. Gerçekleşmesi de yakın bir gelecekte olanaklı
görülmemektedir. SosyalSigortalar Kurumu aktüeryasında uygulanan kapitalizasyon
yöntemi de fonların mevcut enflasyondan büyük çapta etkilenmesi de, sistemin
aktüeryal dengeyi bozucu etkisini artırmaktadır. Bu durum, sistemin, Devlet
sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasa ile belirlenen görevlerini, ekonomik
istikrarın korunmasını gözeterek, malî kaynakların yeterliliği ölçüsünde yerine
getirir' diyen Anayasa'nın 65'inci maddesine aykırı olduğu ve bunun da öteki
tüm sigortalıların aleyhine olarak onların sosyal güvenliğini tehlikeyedüşürme
olasılığını yarattığı ortadadır".
İleri sürüldüğü gibi, itiraz konusu sistemin, Kurumun aktüeryal
dengesini bozduğundan, kaynaklarını tükettiğinden, bu gelişmenin, giderek onu
göstermelik duruma getireceğinden söz edilebilmesi için, öncelikle, bu savı doğrular
nitelikte ciddî veri ve kanıtların da birlikte getirilmesi veya sözü edilen
yasal kuralların sonuçlarını gösterir bu yöndeki açık tabloların ortaya
konulması gerekir. Oysa, itiraz yoluna başvuran Mahkeme, bir takım varsayımları
esas alarak sonuca ulaşmış, özellikle yüksek gelirli sigortalılara bağlanacak
yüksek düzeydeki aylıkların bu duruma neden olacağı önyargısından hareket
etmiştir. Yasa'nın getirdiği üst gösterge sisteminin incelenmesinden, bu tür
bir sonucu belirleyebilmek mümkün olamamaktadır. Tersine, itiraz konusu
kuralların öngördüğü düzenlemenin, prim gelirlerinin yükseltilmesine olanak
verecek bir nitelik taşıdığı, eski sisteme göre ortalama kazanca esas alınacak
sürelerin uzatıldığı, üst gösterge koşullarının zorlaştırıldığı ve gerçek ücretlere
yakın kazançlar üzerinden prim gelirlerinin artırılmasının hedeflendiği
görülmektedir.
Bunun birlikte, bu konuda daha açık bir saptama yapabilmek, kesin
bir yargıya ulaşabilmek için, sistemin ortaya çıkardığı rakamların, aktif-pasif
sigortalı sayısıyla sigortalıların ortalama kazanç durumlarının ve geçmiş
yıllarda sigorta kollarından yararlananların sayısının ayrıca, Kurum
bilançoları ile diğer tüm verilerin birlikte değerlendirilmesi zorunludur.
Yukarıdaki bölümlerde yapılan ayrıntılı açıklamalar savların tersine bir
tabloyu sergilemektedir.
Öncelikle, üst gösterge tablolarından yararlananların, kısa bir
süre sonunda, tüm sigortalıların (aktif) % 40'ı oranına yükseldiği, önümüzdeki
yıllarda çalışanların tamamının üst göstergeye geçirileceği ve kamu kesiminde
çalışanların tümünün üst gösterge tablosundan prim ödediği, bunun sonucu prim
gelirlerinin, ilk aşamada % 100'lere ulaşan artılar gösterdiği, emekli olanlar
yönünden getirilen ek' malî yükümlülüğün, elde edilen gelir artışına göre çok
düşükdüzeyde kaldığı esasen, katsayı ve hızlı fiyat arışları nedeniyle tek
tablo sistemindeki ücretlerin çok sembolik duruma düştüğü, Kurum sigorta
giderlerindeki artışların eski sistemde karşılanmasının mümkün olamayacağı
saptanmıştır.
İtiraz yoluna başvuran Mahkemece belirtildiği gibi, Anayasa
Mahkemesi, 17.10.1972 günlü, E. 1972/16, K. 1972/49 sayılı Kararında; 1186
sayılı Yasa'ya ilişkin geçmiş 10 yıllık hizmetlerin borçlanmasına olanak veren
kuralları iptal etmiştir. Sözü edilen Yasa, geçmişte kalan, primiödenmemiş 10
yıla kadar hizmet sürelerinin, o günkü ücretler üzerinden" primi
ödenilerek esas hizmetlere katılmasını öngörmüştü. Gerçekten, böyle bir
sistemin bir süre daha yürürlükte kalmasına izin vermek Kurum'-un büsbütün
ortadan kalkmasına neden olacak nitelikteydi. Çok sembolik sayılabilecek
ücretler üzerinden yatırılacak primlerle, yıllarca değerlendirilmemiş
hizmetlerin bir çırpıda, sigortalı geçmiş kabul edilmesi ve bu kişilerin
sigorta yardımlarından yararlanabilecek duruma gelmeleri, Kurumun kaynaklarım
tüketmek anlamında idi. Nitekim, Anayasa. Mahkemesi de bu nedenle aynen:
"Sigorta sisteminin gereği olan elde edilecek gerçek ücretin
primi yerine, borçlanmanın, borçlanılacak dönemin ilk ayında alınan ücretin
primi üzerinden yürütülmesi, aktüerya hesaplarının yapılmamış olması,
hizmetleri birleştirilecek kişilerin ve bunların Kuruma yükleyeceği külfetin
hesaplanarak tedbir alınmasına olanak tanıyan bir yönetimin getirilmemiş
bulunması, primlerin zamanında işletmemenin Kurum bünyesindeki olumsuz
etkileri, ..... SSK'nın malî olanaklarını zorlamak ve giderek bunları tüketmek
suretiyle sosyal güvenliği ve sosyal adaleti sağlamakla yükümlü bu kuruluşun
yetersiz ve Devletin sosyal güvenliği sağlamakta göstermelik bir Sosyal Sigorta
kurmuş duruma düşmesineyol açabilecek bir ağırlık taşımaktadır." demek
suretiyle iptal kararını vermişti.
Anayasa Mahkemesi, aynı biçimde, 3395 sayılı Yasa'nın geçici 5.
maddesiyle getirilen borçlanma sistemini de benzer gerekçelerle iptal etmişti.
Anayasa Mahkemesi'nin böyleceortaya çıkan içtihadına göre
Kurum'-un kaynaklarını dengesiz bir biçimde tüketecek ve onun göstermelik bir
sosyal sigorta kurulusu durumuna düşmesine neden olabilecek bir düzeyde
bulunmadıkça, Anayasa'nın belirtilen ilkelerine dayalı olarak, sosyal güvenliğe
ilişkin bir yasal düzenlemenin iptaline karar vermek olanaklı değildir.
İtiraz konusu sistem ise; Anayasa'nın, sosyal güvenlik alanında
ortaya koyduğu esaslara uygun olarak gerçekleşmiştir. Başka bir deyişle eski,
tek tablo sisteminin, Kurum kaynaklarını yeterli ölçüde besleyememesi ve
Kurum'un giderek, kendisinden beklenilen sosyal güvenliği yerine getirebilme
görevinden uzaklaşması üzerine Yasakoyucu tarafından öngörülen bir önlem olarak
getirilmiştir.
Anayasa'nın 60. maddesinin ikinci fıkrasında sosyal güvenlik
alanında, Devlete gerekli önlemleri alma görevini yüklenmiş, 65. maddesinde
ise, bu yükümlülüğün sınırları çizilmiştir. Sosyal güvenlik konusunda, ancak
devletin ekonomik ve malî kaynakları ölçüsünde ve ekonomik istikrarın
bozulmaması koşuluylaönlem alma yükümlülüğü verilmiştir. Bu yolda kabul edilen
kuralların getirdiği birbirini tamamlayan iki tablo sistemiyle, bir yanda,
Kuruma yeterli ölçüde kaynak bulabilmek amacıyla, aktif sigortalıların prime
esas ücretlerini gerçek ücretlere yaklaştırmak suretiyle değerlendirmek
isterken, öbür yandan, bu kişilere daha iyi boyutlarda sosyal güvenlik
koşulları hazırlamak istemiş ve bu arada, ortaya çıkacak malî bunalımı önlemeyi
amaçlamıştır.
Bu Yasa, aslında Yasakoyucu'nun, Devletin en büyük sosyal güvenlik
kuruluşunun finansman sorunlarının çözümünde yardımcı olmak yönünden,
getirilmiş yeni düzenlemedir.
Gelişmiş ülkeler dahil, tüm ülkeler, sosyal güvenliğin içinde
bulunduğu bunalımı çözmek için arayış içerisindedirler. Her ülke, kendisine
özgü koşullar içerisinde sorunlara çözüm bulma çabasındadır.
Sonuç olarak 3395 sayılı Yasa'nın itiraz konusu kuralları bu
bölümde ileri sürülen yönlerden de Anayasa'ya aykırı değildir.
Yılmaz ALİEFENDİOĞLU, Ahmet N. SEZER ve Güven DİNÇER bu görüşe katılmamışlardır.
VI- SONUÇ:
I- 20.6.1987 günlü, 3395 sayılı "506 Sayılı Sosyal Sigortalar
Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine ve Bu Kanuna Ek ve Geçici Maddeler
Eklenmesine Dair Kanun"la yapılan düzenlemelere yönelik itiraza ilişkin
esas incelemenin;
A. 4. maddenin tümüyle, B. 14. maddeyle değiştirilen;
1- Ek 1. maddenin (20.) ikinci fıkrasında yer alan "... ve
üst gösterge ..." sözcükleriyle,
2- Ek 2. maddede (21.) yer alan "... ve Üst Gösterge Tespit
Tabloları ..." sözcükleri ve bu maddenin (B) bölümünün tümüyle,
3- Ek 3. maddede (22.) yollama yapılan ve fıkra olarak sözü edilen
"ve (B)" belirlemesiyle,
C. 161 maddeyle eklenen;
1- Ek 2. (34.) maddenin ikinci fıkrasının tümüyle,
2- Ek 3. (35.) maddenin tümüyle,
D. 17. maddeyle eklenen geçici 4. maddenin (69.) tümüyle; sınırlı
olarak yapılmasına, OYBİRLİĞİYLE,
II- Sınırlama kararı uyarınca incelenen; A. Adı geçen Yasa'nın 4.
maddesinin,
B. 14. maddesiyle değiştirilen, 506 sayılı Yasa'ya 2422 sayılı
Yasa'nın 17. maddesiyle eklenen;
1- Ek 1. maddenin (20.) ikinci fıkrasındaki "... ve üst
gösterge ..." sözcüklerinin,
2- Ek 2. maddesinin (21.) "... ve Üst Gösterge Tesbit
Tabloları, sözcükleriyle (B) bölümünün,
3- Ek 3. maddesindeki (22.) "ve (B)" belirlemesinin, C.
16. maddesiyle 506 sayılı Yasa'ya eklenen; l- Ek 2. maddesinin (34.) ikinci
fıkrasının, 2- Ek 3. maddesinin (35.),
D. 17. maddesiyle 506 sayılı Yasa'ya eklenen geçici 4. (69.)
maddesinin,
Anayasa'ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE, Yılmaz
ALİEFENDİOĞLU, Ahmet N. SEZER ile Güven DİNÇER'in karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
14.11.1990 gününde karar verildi.
Başkan
Necdet
DAR1C1OĞLU
|
Başkanvekili
Yekta Güngör
ÖZDEN
|
Üye
Yılmaz
ALİEFENDİOĞLU
|
Üye
Servet TÜZÜN
|
Üye
Mustafa ŞAHİN
|
Üye
İhsan PEKEL
|
Üye
Selçuk TÜZÜN
|
Üye
Ahmet N. SEZER
|
Üye
Erol CANSEL
|
Üye
Yavuz
NAZAROĞLU
|
Üye
Güven DİNÇER
|
|
|
|
|
KARŞIOY
YAZISI
Esas Sayısı : 1990/5
Karar Sayısı : 1990/28
I- Sosyal Sigortalar Kurumu'nun gelirleri kamu kaynaklı
gelirlerdir. Kurum'un sigortalılardan ve işverenden aldığı primler ile diğer kurum
gelirleri kanunlarla belirlenmiş ve bu gelirlerin tahsilleri de devlet
gelirleri gibi yine kanunlarla güvence altına alınmıştır. Ayrıca, sigorta
primlerinin vergi matrahından indirilmesi kabul edilerek bunlara önemli bir
kamusal malî destek sağlanmıştır. Sosyal Sigortalar Kurumu'nun mal varlığı ve
gelirleri sosyal sigortadan yararlananların istifadesinde olmasına karşın
yasalarımıza göre Kurum'un geliri devlet geliri, malı devlet malı ve kendisi de
devlet kurumudur.
Sosyal Sigortalar Kurumu devletin yönetimi ve denetimi altındadır.
Bu durum devlete büyük sorumluluklar yüklemektedir. Sosyal sigortaların
gerektirdiği mevzuatın hazırlanması ve bunların güncelleştirilmesi, üst
yöneticilerin seçilmesi ve atanması ve kurumun bugünden yarına daha güçlü bir malî
yapıda intikal etmesinden devlet sorumludur.
Siyasal iktidarlar, kendine ait. görevlerini yerine getirirken
siyasal tercihlerini anayasa ve yasaların hudutları içinde serbestçe yapma
imkanına sahip iken sosyal sigorta konusunda bu tercihleri daha sınırlı bir
biçimde kullanmak zorundadır. Zira siyasal iktidarlar, Sosyal Sigortalar
Kurumu'-nun yönetiminde sosyal sigortacılığın teknik sınırları içinde hareket
etmek zorundadırlar. Siyasal iktidarlar, sosyal güvenlik yapısına ekledikleri
munzam güvenlik tedbirlerinin getirdiği malî yükleri ve uzun yılların birikimi
ile ortaya çıkan malî yetersizlikleri genel bütçe ile karşılamak zorundadırlar.
İtiraz konusu olayda beli bir tarihten itibaren Sosyal Sigorta
Kuruma, sigortalıdan aldığı prim miktarlarım yükseltmiş ve buna karşılık da
ihdas edilen yeni bir üst gösterge tablosundan sigortalılara aylık ve diğer
haklardan yararlanma imkânı sağlanmıştır. Ancak, yeni üst gösterge tablosundan
daha önce yaşlılık aylığı bağlananların istifadesi önlenmiştir. Yeni üst gösterge
sisteminden yararlanamayan pasif sigortalı grup;
1- Çalışma hayatında iken o günün yasal ölçülerine göre
bulundukları dereceden prim ödemişlerdir.
2- Ödenen primler, o günün yasal ölçülerine göre ve değerine göre
tesbit edilmiştir.
Sosyal Sigortalar Kurumu'nun bütün mal varlığı, hizmet binaları,
sağlık tesisleri ve akarını sağlayan tüm binalar, dünün aktif ve bugünün pasif
sigortalılarının primleri ile elde edilmiştir.
Üst gösterge tablosuna dayanan yeni sistem;
1- İki grup sigortalı yaratmış ve eşitliğe dayanan sistemi
bozmuştur.
2- Sigorta sisteminde imtiyaz yaratılmıştır.
3- Pasif sigortalıların yarattığı mal varlığı yeni ve imtiyazlı
sigortalı gurubunun emrine verilmiştir.
4- Gelecek için belirsizlik yaratılmıştır. Bugün gelir bakımından
ikiye bölünen sigortalılar için yarın üç veya daha fazla gruba ayrılma yolu
açılmıştır.
5- Yasalara dayanan statü hukuku bozulmuş ve istikrarsızlık
başlatılmıştır.
6- Sosyal Sigortalar Kurumu kaynaklan malî gücü daha yüksek
olanların daha çok yararlanmasına tahsis edilmiştir.
Böylece sosyal sigorta emeklileri arasında eşitsizlik
yaratılmıştır.
Sosyal sigorta sistemi bir bütündür. Bu istem devletçe sağlanacak
asgari güvenlik demektir. Sosyal sigortalar, prim sistemi ve sağlanan güvenlik
olarak istikrar fikrine dayanır.
Sosyal güvenlik sisteminin getirdiği teminat sigortalılar arasında
farklılıklar yaratarak ve imtiyaz kurularak değil yeni ve munzam güvenlik
sistemleri ile takviye olunabilir.
Bu sebeplerden itiraz yolu ile ileri sürülen Anayasaya aykırılık
iddialarının kabul edilerek dava konusu hükümlerin Anayasa'nın 10. ve 60.
maddelerine aykırılığı sebebi ile iptali gerekir.
II- Kamuoyunda "Süper Emeklilik" olarak adlandırılan
(20.6.1987 günlü ve 3395 sayılı Kanun'la 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'na
eklenen geçici 5. madde) Anayasa Mahkemesi'nin 26.10.1988 tarihli ve E: 1988/
19, K: 1988/33 sayılı Kararı ile iptal edilmiştir.
iptal Kararı gerekçesinde aşağıdaki hukukî düşünceler
benimsenmiştir:
a) "Aynı sosyal güvenlik kurumu içerisinde yer alarak
bütünleşmiş, kaynaşmış ve aynı amaçlar için riziko ortaklığına girmiş
sigortalılardan derecesi ne olursa olsun, bir grubun, diğerlerinden ayrılarak
kendilerine "özel" denilebilecek bir güvenliğin sağlanması ve yine
temelde birbirinde çok farklı olmayan yakın derece ve göstergede bulunanlar
için çok farklı boyutlardasosyal güvence öngörülerek kurumun kaynaklarının
dengesiz bir biçimde tahsisi, sosyal güvenliğin dayandığı ilkelerle
bağdaşamaz."
"... itiraz konusu madde ile bir grup sigortalının yaşam
düzeylerinin ötekilere oranla çok farklı bir biçimde yükseltilmesi yoluna
gidilmiştir."
"Bu yönlerden; geçici 5. maddenin getirdiği düzenleme
Anayasa'nın 2. maddesinde yeralan sosyal hukuk devleti ve 60. maddesinin
birinci fıkrasında gösterilen sosyal güvenlik kurumunun temel ilkelerine
aykırılık oluşturmaktadır."
b) "Birsosyal güvenlik kuruluşu olan Sosyal Sigortalar Kurumu
kapsamı içerisinde bulunan sigortalılar aynı hukukî statü içerisinde özdeş
durumda bulunan kişilerdir."
"Sosyal sigorta kapsamına giren sigortalılar, gelir düzeyleri
ne olursa olsun, sosyal sigortalar ilkeleri gereği saptanmış bulunan alt ve üst
sınırlar içerisinde derecelenmiş ve bütünlük gösteren bir sistemde yer
almışlardır."
"Bu derecelenme, sigortalıların değişik hukukî statüler
içerisinde değerlendirilmeleri anlamında değildir. Sadece, derece ya da
kademeler arasındaki farkı göstermek için gözönünde tutulan maddî durumlara
ilişkin bir konudur."
"Aynı sosyal risklere karşı asgari ölçülerde güvence altına
alınan ve aynı kurallara bağlı bulunan sigortalıların hukukî statüleri arasında
benzerlik vardır. Aynı durumda bulunan kişilerin yasanın öngördüğü haklardan
aynı esaslara göre yararlanmaları eşitlik ilkesinin gereğidir."
"Ayrıca, en üst göstergede bulunanlarla diğer göstergelerde
bulunanlar arasında sosyal güvenlik hakkı yönünden çok farklı hak durumları
yaratılmıştır. Aynı hakkın, dengeli ve makul ölçülerde, diğer göstergelerde
bulunanlara da tanınması gerekir. Bu nedenle Anayasa'nın 10. maddesine aykırı
bulunmuştur."
Anayasa Mahkemesi'nce iptal edilen geçici 5. maddedeki üst
gösterge sisteminin birbenzeri de dava konusu Ek 1. madde ile getirilmiştir.
Gerek geçici 5. gerekse Ek 1. maddede yer alan üst gösterge tablolarının aynı
hukukî anlayış ve sistemle düzenlendiği açıktır. Her iki maddenin anayasal temelleri
ve eleştirisi aynı olma mecburiyetindedir. Geçici 5. maddenin Anayasa
Mahkemesi'ndeki incelemesinde yapılan tartışmalar ve Karara bağlanmasında
benimsenen gerekçeler Ek l. madde için de aynen geçerlidir.
Anayasa'nın 153. maddesinde belirlenen "Anayasa Mahkemesi
kararlarının bağlayıcılığı" ilkesi, yargı organı olarak öncelikle Anayasa
Mahkemesi için geçerlidir. Üst gösterge tablosunu düzenleyen itiraz konusu yasa
kuralı ile buna bağlı yasa ibarelerinin, yukarıda sözü edilen Anayasa Mahkemesi
iptal kararının bağlayıcılığı sonucu olarak iptali gerekir.
Yukarıda açıklanan gerekçelerle Karara karşıyız.
Üye
Yılmaz
ALİEFENDİOĞLU
|
Üye
Güven
DİNÇER
|
KARŞIOY
YAZISI
Esas Sayısı : 1990/5
Karar Sayısı : 1990/28
I- 3395 Sayılı Yasa'nın yürürlüğünden önce sigorta emekli
aylıklarının hesaplanmasında son beş yılın kazançlar ortalaması esas alınmakta
ve tek gösterge tablosuna göre aylıklar hesaplanmakta iken bu yöntem yeni yasa
ile değiştirilmiştir. 3395 sayılı Yasa, evvelce var olan "normal gösterge
tablosu" yanında "üst gösterge tablosu" ve "geçici gösterge
tablosu"nu kabul etmiş; böylece üç gösterge tablo düzeni oluşturulmuştur.
Yasa'nın öngördüğü sistemle sigortalılar normal, geçici ve üst gösterge
tablosuna bağlı olanlar biçiminde gruplara ayrılmış ve bunun sonucu olarak
sigortalılara, değişik gösterge tabloları uygulanması nedeniyle değişik
aylıklar bağlanmasına bu yasa ile başlanılmıştır.
3395 Sayılı Yasa'nın ek 2. maddesi hükmüne göre; sigortalılara
veya hak sahiplerine bağlanacak aylıkların hesabında esas alınacak gösterge,
yasanın yürürlüğe girdiği tarihten sonra ilk kez sigortalı olarak çalışmaya
başlayanlar için tüm çalışma süresine ilişkin kazanç ortalamasına; yasanın
yürürlüğe girdiği tarihte emekliliğine beş yıldan fazla süresi bulunanlar için
yürürlük tarihinden sonra primi ödenmiş hizmet sürelerinin ortalamasına göre
saptanacaktır.
Asıl itiraz konusu yapılan geçici 4. madde ise, yasanın yürürlüğe
girdiği 9.7.1987 gününden itibaren beş yıldan daha az bir süre içinde
sigortalının aylık bağlanmasını istemesi veya ölümü durumunda gösterge tavan
sayısının saptanma yöntemini belirlemektedir. Bu durumdaki kişilerin üst
göstergeden prim ödemeleri kabul edilerek, yasanın yürürlüğe girdiği günden
itibaren birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü yılda emekli olmalarına göre
değişik hesaplama biçimi öngörülmüştür.
3395 Sayılı Yasa'nın 17. maddesi ile 506 Sayılı Yasa'ya eklenen
geçici 5. madde, yasanın yürürlüğe girdiği 9.7.1987 tarihinde malûllük,
yaşlılık ve ölüm sigortalarından gösterge tablosunun en üst göstergesinden
aylık almakta ilanlar ile, aylık talebinde bulunmuş olup, henüz işlemleri
tamamlanmamış olanlardan gösterge tablosunun en üst göstergesinden aylık
bağlanmaya hak kazananlara borçlanma olanağı tanıyarak, borçlanma koşullarını,
borçlanma primlerini ödeyenlerin geçici göstergelerini ve bunlara bağlanacak
aylığı saptamaktaydı.
3395 Sayılı Yasa'nın "geçici gösterge tablosu"na bağlı
olanlara ilişkin Geçici 5. maddesi Anayasa Mahkemesi'nin 26.10.1988 gün ve 1988/
19-33 sayılı kararı ile iptal edilmiştir.
Anayasa Mahkemesi bu düzenlemeyi özetle; aynı sosyal güvenlik
kurumu içerisinde yer alarak bütünleşmiş, kaynaşmış ve aynı amaçlar için riziko
ortaklığına girmiş sigortalılardan derecesi ne olursa olsun, bir grubun
diğerlerinden ayrılarak kendilerine "özel denilebilecek bir güvenliğin
sağlanması ve yinetemelde birbirinden çok farklı olmayan yakın derece ve
göstergede bulunanlar için çok farklı boyutlarda sosyal güvence öngörülerek
kurumun kaynaklarının dengesiz bir biçimde tahsisi sosyal güvenliğin dayandığı
ilkelerle bağdaşmadığından; ayrıca, en üst göstergede bulunanlarla diğer
göstergelerde bulunanlar arasında sosyal güvenlik hakkı yönünden çok farklı
durumlar yaratıldığı gibi; aynı hak dengeli ve makul ölçülerde, diğer
göstergelerde bulunanlara da tanınmadığından Anayasa'nın 2, 10 ve 60.
maddelerineaykırı bulmuştur.
II- Anayasa'nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti'nin nitelikleri
sayılırken O'nun "sosyal bir hukuk devleti olduğu belirtilmiştir."
"Sosyal devlet", vatandaşlarının sosyal durumlarıyla,
refahlarıyla ilgilenen onlara asgarî bir yaşam düzeyi sağlanmakla kendini
görevli sayan devlet olarak tanımlanmaktadır. Nitekim Anayasa'nın 5. maddesi de
"... kişilerin ve toplumun refah huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin
temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle
bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri
kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları
hazırlamaya çalışma"yı devletin temel amaç ve görevleri arasında
saymıştır.
Gerçekten sosyal devletin amacı, toplumdaki güçsüzlerin ezilmesini
ve toplumda dengesizlikler yaratılmasını önlemek olmalıdır. Devletin sosyal
alana girmesi ekonomik ve sosyal bakımdan güçsüzlerin korunmasına yöneliktir.
Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan "sosyal devlet" ilkesinin
"sosyal güvenlik"e ilişkin yönleri Anayasa'nın sosyal ve ekonomik
haklar ve ödevler bölümünde gösterilmiştir. Anayasa'nın 60. maddesi
"sosyal devlet" ilkesinin uygulanmasına ilişkin önemli bir kuralı
kapsamaktadır. Maddede şöyle denilmektedir. "Herkes, sosyalgüvenlik
hakkına sahiptir.
Devlet, bu güvenliği sağlayacak tedbirleri alır ve teşkilatı
kurar."
"Sosyal güvenlik" kavramı; gelirleri ne olursa olsun,
kişilere belirli sosyal riskler karşısında ekonomik güvence sağlama görevine
sahip kurum ve kurumlar topluluğudur. Başka bir anlatımla "sosyal
güvenlik" bir meslekî, fizyolojik veya sosyo-ekonomik riskten dolayı
geliri veya ücreti geçici veya sürekli olarak kesilmiş kimselerin geçinme ve
yaşama gereksinmelerini karşılayan bir yöntemdir. Buna göre yöntemin anailkesi,
gelirleri ne olursa olsun, sosyal bir riskle karşılaşan kişilere en az bir
yasam düzeyi sağlamak olanağına kavuşturulmasıdır.
Sosyal güvenlikte, kişilerin riskin gerçekleşmesinden önceki yaşam
düzeylerini aynen devam etmesinin sağlanması söz konusu değildir. Bu nedenle,
sosyal güvenlik alanında görev yapan en önemli kuruluşlardan biri olan sosyal
sigortada, kişilerin serbest kazançları değil, kendi ölçülerine göre
belirlediği alt ve üst sınırlar arasındaki kazançlar gerek prim ve gerekse
aylık ödemelerinde esas kabul edilir. Ancak bu düzenlemenin alt ve üst sınırlar
arasındaki derece ve kademelerin ölçülü, aşırı ayırımlardan uzak ve sosyal
devlet ilkesine uygun biçimde yapılması zorunludur. Oysa itiraz konusu yasa
kuralları ile "sosyal devlet" ve "sosyal güvenlik"
ilkelerine uygun bir düzenleme yapılmamıştır. Düşük kazançlı sigortalıların
durumlarında bir iyileştirme yapılmazken yüksek kazançlı kimi sigortalılar yararına
ve sosyal sigortanın aktüeryal dengesini bozacak bir düzenleme yapılmıştır.
Herkesi kapsamına alan tek gösterge tablosu yerine üst gösterge
tablosu yaratarak, yalnızca yüksek kazançlı kimi sigortalıları bundan
yararlandırıp düşük kazançlı büyük bir sigortalı kitlesini bu yeni tablodan
yararlandırmayan bir yasa "herkese" sosyal güvenlikhakkı tanıyan
Anayasa'nın 60. maddesi ve sosyal devlet ilkesi ile bağdaşmaz.
III- Çoğunluk kararında "Eski emeklilerin durumlarının
iyileştirilmesinin ise, ayrı bir yasa konusu(nu) oluşturacağı, eksik
düzenlemenin Anayasa'ya aykırılık teşkil etmeyeceği açıktır."
denilmektedir. Ve böylece itiraz konusu düzenlemenin eski emeklileri
kapsamaması nedeniyle eksik olduğu ve başka bir yasa ile bu durumun
düzeltilebileceği kabul edilmektedir. Oysa, bu görüsün kabulü olanaksızdır.
Çünkü, yasama organının bir konudave özellikle sosyal ve ekonomik haklara
ilişkin konularda eksik düzenlemesi Anayasa'nın bir ilkesine örneğin eşitlik
ilkesine aykırı sonuçlar doğuruyorsa, bu nedenle Anayasa'ya aykırılık
oluşturur. Bir yasa kuralının Anayasa'ya aykırı sayılabilmesi için mutlaka bir
Anayasa kuralına aykırı düşmesi gerekmez; sonucu bakımından Anayasa'daki bir
ilkeye uymayan veya Anayasa'daki bir zorunluluğu ortadan kaldıran bir yasa da Anayasa'ya
aykırı olur. Yasakoyucu, sosyal güvenlik alanında bazı hakları vermemeye veya
yalnızca bir kısmını vermeye yetkilidir. Fakat ekonomik gelişme veya malî
kaynakları yeterli görerek bir hakkı sağlayınca herkesi bunun kapsamına alması
zorunludur. İlgililer arasında bir ayrım yapamaz. Böyle bir ayırım, Anayasa'nın
60. maddesinin hem amacınahem de madde metnindeki "Herkes" sözcüğünün
anlamına aykırıdır. Bu nedenle, itiraz konusu yasa kuralları, herkesi (eski,
yeni tüm sosyal sigorta emeklilerini) sosyal güvenlikten eşit biçimde
yararlanmasını sağlayacak nitelikte olmadığından, Anayasa'nın 2,10 ve 60.
maddelerine aykırıdır.
IV- Çoğunluk kararında sosyal yardım zamlarıyla, tüm
sigortalıların eşit yararlanabilecekleri yeni bir yöntemin benimsendiğinden söz
edilmektedir. "Sosyal güvenlik" düşüncesinin temeli belki
"sosyal yardım" sayılabilir. Ancak sosyal yardımlarda "sosyal
güvenlik" niteliği yoktur, aksine sosyal yardımlar sosyal güvenliği
yeterli olmayanların düştüğü durumu hafifletmek amacını güderler. Devletin,
herkese sosyal güvenlik hakkını sağlayarak, toplumu sosyal yardıma gereksinimi
olanlar ile olmayanlar biçiminde ikiye ayrılmasını önlemesi gerekir.
Hiçbir ülkede, gelir ve gideri birbirine karşılayan bir sosyal
güvenlik ve sosyal sigorta sistemi mevcut değildir. Bu nedenle, sosyal
güvenlikte kuşaklar arası dayanışma, ulusal gelir dağılımını asgarî insan
yaşamında ortak bir ölçü sağlamak amacı ile dengeli olmalıdır. Sosyal sigorta
sisteminin parasal açığını kapatmak için Devlet, kaynaklar aramalı hatta sosyal
güvenliği ve sosyal adaleti sağlamak bakımından özveride bulunmalıdır. Çünkü
Anayasa Devleti sosyal bir hukuk devleti olarak tanımlamakta ve onu herkese
sosyal güvenliği sağlamakla görevli saymaktadır.
V- Gerçekleşmesi devletin desteğine bağlı olan sosyal hakların en
önemlisi sosyal güvenlik hakkıdır. Bu alanda da Devlet, sosyal sigortaların
kaynaklarına ilişkin düzenlemelerde bulunmak ödevindedir. Anayasa'nın 65.
maddesi, bu düzenlemenin savsaklanmasının bir nedeni olamaz. Devlet,
Anayasa'nın sosyal ve ekonomik haklar konusunda kendisine verdiği ödevleri
"Herkes" için belli ölçülerdeyerine getirmek zorundadır. "Sosyal
sigorta", "özel sigorta"dan birçok yönlerden farklıdır. Özel
sigortada, sadece belli riskleri karşılamak ve verdiği kadar almak söz
konusudur. Oysa, sosyal güvenlik sistemi içinde kimin ne verdiği buna karşılık
ne aldığı o kadar önemli değildir. İlgililerin primi ile yaşayabilen bir
sisteme yalnızca "sigorta" denir. "Sosyal (sigorta)
güvenlik" ise, kuşaklar arası dayanışmadır. Bu nedenle Devlet, gerekli
durumlarda toplam ulusal gelirden aktarmalar yaparak sosyal güvenliği herkes
için belli ölçülerde yerine getirmelidir.
Sosyal güvenlik yönünden aşırı ayırımlar yaratan, Anayasa'nın
sosyal devlet ve eşitlik ilkelerine aykırı olan geçici 4. maddenin getirdiği
düzenleme Anayasa'ya uygun görülemez. Aksi durumda zaman içerisinde yeni yeni
üst gösterge tablolarının kabulü kaçınılmaz olacaktır.
İtiraz konuşa Geçici 4. maddesinin getirdiği düzenleme ile evvelce
iptal edilen Geçici 5. maddenin yaptığı düzenleme arasında ve özellikle beş
yıllık prim tutarını bu süre içerisinde taksitle ödeyenler yönünden hiçbir
ayrım bulunmamaktadır. İtiraz başvurusunda da açıkça belirtildiği gibi Geçici
5. madde için kabul edilen iptal nedenleri tümüyle Geçici 4. madde için de
geçerlidir. Bu nedenlerle itiraz konusu yasa kurallarının iptalleri
gerekeceğinden çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.