Anayasa Mahkemesi Kararı
Esas
Sayısı : 1981/13
Karar
Sayısı : 1983/8
Karar
Tarihi : 28/4/1983
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Ankara Asliye 1. Hukuk
Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU: 25.8.1971 günlü, 1475 sayılı
İş Kanunu’nun 5. maddesi 10. bendinin 1961 Anayasası’nın eşitlik ilkesine
aykırılığı nedeniyle iptali istemidir.
I- OLAY:
Ankara 7. İş Mahkemesi esasında kayıtlı 6.5.1930
günlü dava dilekçesinde davacının 1969 yılından 1980 yılına kadar davalı Yardım
Sevenler Derneğinde hizmet akdine dayalı olarak çalıştığı, 15.1.1980 gününde
akdin haksız ve kötü niyetle feshedildiği belirtilerek fazla çalışma ücreti,
asgari ücret farkı, ihbar ve kıdem tazminatları, çalışan cumartesi günleri
ücretleri ile kötü niyet tazminatından oluşan alacağının adı geçen Dernekten
tahsiline karar verilmesi istenmiş ve 1475 sayılı İş Kanunu’nun 5/10. maddesinin
Anayasa’ya aykırılığı savında bulunmuştur.
Ankara 7. İş Mahkemesinin görevsizlik kararı üzerine
davaya bakan Ankara Asliye 1. Hukuk Mahkemesi, ileri sürülen Anayasa’ya
aykırılık savını ciddi görerek dosyanın Anayasa Mahkemesine gönderilmesine
karar vermiştir.
III- YASA METİNLERİ:
A- İptali İstenen
Yasa Metni:
25.8.1971 günlü, 1475 sayılı İş Kanunu’nun itiraz
konusu kuralın da yer aldığı 5. maddesinin birinci fıkrası hükmü şöyledir:
“Madde 5.-
Aşağıda belirtilen hususlarda bu kanun hükümleri uygulanmaz:
1- Deniz ve hava taşıma işlerinde,
2- Tarım işlerinde (Orman tali yolları dahil)
3- Bir ailenin üyeleri veya hısımları arasında
dışarıdan başka birisi katılmayarak evlerde ve el sanatlarının yapıldığı
işlerde,
4- Ev işlerinde,
5- 507 sayılı Esnaf ve Küçük Sanatkarlar
Kanunu’nun 2. maddesinin tarifine uygun üç kişinin çalıştığı işyerlerinde
6- 18 yaşını bitirmemiş çıraklar hakkında,
7- Aile ekonomisi hududu içinde kalan tarımla
ilgili her çeşit yapı işlerinde,
8- Konutların kapıcılık hizmetlerinde,
9- Sporcular hakkında
10- Yardım Sevenler Derneği merkez ve taşra
atelyelerinde çalışanlar hakkında,
11- Rehabilite edilenler hakkında”.
B- Dayanılan Anayasa Maddesi:
1982 Anayasasının 10. maddesi şöyledir:
“Madde 10.- Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet,
siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım
gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa
imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde
kanun Önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.”
IV- İLK İNCELEME:
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğünün 15. maddesi
uyarınca Şevket Müftügil Ahmet H. Boyacıoğlu, Ahmet Zeyneloğlu, Hakkı
Müderrisoğlu, Nihat O. Akçakayalıoğlu, Hüseyin Karamüstantikoğlu, H. Semih Özmert,
Orhan Onar, Selahattin Metin, Mehmet Çınarlı, Mahmut C.Cuhruk, Necdet Darıcıoğlu,
Servet Tüzün, Yılmaz Aliefendioğlu ve Yekta Güngör Özden’in
katılmalarıyla 26.11.1981 gününde yapılan toplantıda 9.4.1981 günlü kararda
belirtilen noksanlıkların giderildiği ve böylece dosyada eksiklik bulunmadığı
anlaşıldığından işin esasının incelenmesine oybirliğiyle karar vermiştir.
V- ESASIN İNCELENMESİ:
İşin esasına ilişkin rapor, Ankara Asliye 1.
Hukuk Mahkemesinin başvurma kararı ve ekleri, Anayasa’ya aykırılığı ileri
sürülen yasa kuralı ve Mahkememizin 11.11.1982 gününde yaptığı toplantıda
“Yürürlüğe giren yeni Anayasa hükümlerine ve bunların dayanağı belgelere göre
raportörce incelemenin derinleştirilerek ek rapor düzenlenmesine” dair
oybirliğiyle verdiği ara kararı üzerine hazırlanan ek rapor, sözü edilen
yasalarla ilgili gerekçeler ve öteki metinler okunduktan sonra gereği görüşüp
düşünüldü:
Anayasa’ya uygunluk denetimine geçilmeden
önce aşağıdaki sorun üzerinde durulması zorunlu olmuştur:
Bilindiği üzere 9.11.1982 günlü, 17863
mükerrer sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası, 177. maddesinde belirtildiği biçimde aynı gün yürülüğe girmiş ve
1961 günlü, 334 sayılı Anayasa bütünüyle yürürlükten kalkmıştır 1475 sayılı İş
Kanunu’nun itiraz konusunu hükmünün Anayasa’ya aykırılığı iddiasını ciddi bulan
Mahkeme, karar verdiği tarihte yürürlükte olan 1961 Anayasası hükümlerini
dikkate alarak bu sonuca varmıştır. Bu durumda, sözü edilen yasa kuralının
Anayasa’ya uygunluk denetiminde 334 sayılı Anayasa’nın da Anayasa’ya aykırılık sorununun
çözümünde esas ve ölçü olarak ele alınıp alınamayacağı husususun saptanması
gerekmiştir.
Yasa koyucu herhangi bir yasada değişiklik
yaptığı veya yeni bir düzenlemede bulunduğu takdirde bu yasa kurallarının
yürürlüğe girmeleriyle birlikte uygulamalarını da istemiş demektir. Bu kural,
Anayasa değişikliklerinde veya yeni bir Anayasa’nın yürürlüğe girmesi hâllerinde
öncelikle geçerlidir.
Anayasa kurallarının bir taraftan kamu
düzenini doğrudan ilgilendirmesi, öte yandan Anayasaların üstünlüğü prensibi
gereği olarak yürürlüğe girdiği andan itibaren etkisini göstermesi zorunludur.
Anayasa yargısı ile güdülen Anayasa kurallarının üstünlüğünü koruma, Anayasa’yı
egemen kılma gereğini gerçekleştirmenin doğal sonuca da budur.
Anayasa Mahkemesi, bir yasa kuralının Anayasa’ya
aykırı olup olmadığını inceleyip Anayasa’ya aykırı yasa kurallarını iptal
etmekle, hukuk düzenini Anayasa’ya aykırı kurallardan arıtma görevini yaptığına
göre bu denetimin elbette yürürlükte bulunan Anayasa’ya göre yapılması
gerekecektir.
Diğer taraftan yürürlükten kalkan Anayasa’nın
belli koşullarla uygulana bileceğine dair geçici bir hüküm de yeni Anayasa’da
yer almış değildir.
Bu nedenledir ki yeni
bir Anayasa’nın yürürlüğe girmesinden sonra karara bağlanacak davalarda bu
Anayasa hükümlerinin Anayasa’ya aykırılık denetiminde ölçü olarak ele
alınmaları, tüm hukuk kurallarının bu Anayasa hükümlerine uygun hâle
getirmeleri gerektiğinde kuşku yoktur. Aksi hâlin kabulü, yürürlükte olmayan
bir Anayasa’nın varlığını sürdürdüğü sonucunu doğurur ki elbette bu sonuç,
Anayasa’nın üstünlüğü ilkesine ve kamu düzeni düşüncesine aykırı düşer.
Anayasa açısından anılan bu kurala ayrık
durum sayılabilecek birtakım olayların söz konusu edilip edilmeyeceği, ayrıca
tartışılmaya değer bir yöndür. Anayasa’nın 11. maddesinde yer alan kural
karşısında ve ayrıca eldeki iş bakımından ayrık sayılabilecek bir durum da söz
konusu olmadığından “itiraza konu edilen yasa kuralının Anayasa’ya uygunluk
denetiminin 2709 sayılı Anayasa hükümlerine göre yapılması gerektiği” sonucuna
varılmıştır.
Muammer Turan bu görüşe katılmamıştır.
İtiraz yoluna başvuran Mahkeme, Yardım
Sevenler Derneği’nin merkez ve taşra atelyelerinde çalışanları, İş Kanunu’nun
kapsamı dışında bırakan söz konusu hükmün Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı
olduğu savında bulunmaktadır.
Anayasanın 10. maddesinde herkesin, hiçbir
ayırım yapılmadan kanun önünde eşit olduğu kabul edilmiştir. Madde metninden de
açıkça anlaşılacağı üzere, yasaların uygulanmasında dil, ırk, renk, cinsiyet,
siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle bir ayırım
yapılamayacak, yasalar herkese eşitlikle uygulanacaktır. Şu kadar ki "kanun
önünde eşitlik" ilkesi Mahkemenizin pek çok kararlarında belirtildiği gibi
tüm yurttaşların mutlaka her yönden, her zaman aynı kurallara bağlı tutulmaları
zorunluğunu da içermez. Birtakım yurttaşların başka kurallara bağlı tutulmaları
haklı bir nedene dayanmakta ise böyle bir durumda kanun önünde eşitlik ilkesine
ters düşüldüğünden söz edilemez.
İnsanlar arasında yaradılış ve çalışma gücü
veya sağlık bakımından veya nitelikçe buna eşit nedenler dolayısıyla pek çok
ayırım bulunduğu açık bir gerçektir. Bundan dolayıdır ki eşitliği bozan bir
kuralın varlığı ancak o kuralın kamu yararına veya başka haklı bir nedene
dayanmamış olması hâllerinde ileri sürülebilecektir.
Yardım Sevenler Derneğinin kamu yararına
çalışan bir kuruluş olduğu kuşkusuzdur. Derneğin kuruluş amacına ve bu amaca
yönelik çalışmalarına bakıldığında çalıştırılanların emeğinden şu veya bu kişi
adına bir kazanç sağlanmadığı, emeğin ve emek mahsulü değerin sakat, hasta,
güçsüz ve bu nedenle yardıma muhtaç kimselere yoksul annelere, fakir öğrencilere
aktarıldığı, böylece o kimselerin başkalarına el açmadan yaşayabilmelerini,
okuyabilmelerini sağlamaya yönelik olduğu görülmektedir.
Derneğin bunun dışında ve faaliyetlerinin
başında, bedeni sakatlıkları, yaşlılıkları ve benzeri nitelikteki arızaları
nedeniyle hiçbir yerde belli koşullarla çalışamayan muhtaç kimseleri açmış
olduğu iş yerlerinde çalıştırmak, onlara iş öğretmek gelmektedir.
Dernekte bu şekilde çalışan, iş öğrenen
kimselerin emeği de karşılıksız bırakılmamakta, belli ölçülere veya toplu iş
sözleşmelerine göre bir ücret de kendilerine ödenmekte ve Derneğe yardımları
böylece değerlendirilmektedir.
Çalıştırılanlar açısından bakıldığında bu
kimseler hem geçim sağlayan bir uğraşı bulmakta ve hem de emekleriyle kendileri
gibi bakıma muhtaç diğer kimselere yardım etmiş olmaktadırlar. İtiraz konusu
kuralla, gerçekte dernek değil derneğin iş sağladığı kimseler korunmuş
bulunmaktadır. Derneğin faaliyetini sürdürebilmesi bu muhtaç kimselerin
yararınadır. Bu da ancak Derneğin kimi yasaların hükümlülükleri dışında
bırakılmasıyla mümkün olabilir. Nitekim bu gerçekten hareketle Derneğin vergi
dışı bırakılmasıyla yardıma muhtaç birçok kişiye iş sağlama olanağı
yaratılmıştır.
Nitelikçe yukarıda belirtilenlerin dışında
kimi kişilerin bu dernekte çalışmış olmaları, Derneği faaliyetlerinin gereği
olarak tanınan bu ayrık durumu etkileyemez.
Görülüyor ki burada bilinen anlamda bir
işçi-işveren bulunmamaktadır. Bu işçi ve işveren münasebetinde kişilerin yararı
yanında daha çok sosyal yarar gözetilmektedir. Bundan dolayı, davalı Dernekte
çalışanların değişik bir yasal düzenlemeye bağlı tutulmaları zorunlu olmuştur.
Böyle haklı bir nedene dayandığı içindir ki yasa önünde eşitlik ilkesinin
ihlali ve dolayısıyla Anayasa’ya aykırılık söz konusu olamayacaktır.
Anayasa’ya aykırılık savında bulunan davacı
vekilinin bu konudaki dilekçesinde itiraz konusu hükmün aynı zamanda 1961
Anayasası’nın 2. ve 42. maddelerine aykırılığının da ileri sürdüğü
görülmektedir.
Sözü edilen bu maddelerle ilgili olarak
dilekçede özetle İtiraz konusu hüküm Anayasanın “sosyal-hukuk devleti” ilkesine
aykırıdır. Dernek atelyelerinde çalışanlar İş Kanunu’na tabi olmayı önleyen
neden ne olursa olsun hukuk devleti ile bağdaşmaz.
Çalışanların korunması, emeğin sömürü aracı
olmasının (angarya) önlenmesi devletin en büyük ve en önde gelen
ödevlerindendir. Devlet bunu sosyal içerikli birçok yasa ile yerine
getirmiştir. Öteki derneklerde çalışanların İş Kanunu’na güvencesinden
yararlandırılıp Yardım Sevenler Derneği işçilerinin bu yararlandırılmanın
dışında bırakılmasının anayasal kurallarla bağdaşır yanı yoktur, denilmektedir.
Bu hükümler, 2079 sayılı Anayasa’da şu
şekilde düzenlenmiştir:
“Madde 2.- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun
huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı,
Atatürk Milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.”
“Madde 18.- Hiç kimse zorla çalıştırılamaz.
Angarya yasaktır.
......................”
“Madde 49.- Çalışma, herkesin hakkı ve
ödevidir.
Devlet çalışanların hayat seviyesini
yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları korumak, çalışmayı
desteklemek ve işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak için
gerekli tedbirleri alır.
…”
Anayasa’nın 2. maddesine tanımlanan “sosyal
hukuk devleti” ilkesinden ne anlaşılması gerektiğini Anayasa koyucu bu maddeye
ait gerekçede açıklamıştır. Bu gerekçeye göre sosyal hukuk devleti ilkesinden
devletin kendi koyduğu hukuk kurallarına uyacağı ve çalışan, çalıştığı halde
karşılığını yeterince alamayan ve mutlu bir yaşantıya kavuşamayan kişilere
yardımcı olunacağının amaçlandığı anlaşılmaktadır.
Bu ilke ile, devletin yürürlüğe koyduğu
yasalara bağlı kalacağı vurgulanmakta; kişilerin huzur ve refahının sağlanması
amaçlanmaktadır.
Kişi ile toplum arasında denge kurulması,
çalışanların insanca yaşaması ve çalışma hayatının kararlılık içinde geçmesini
sağlayıcı önlemlerin alınması da bu amaca dâhildir.
Anayasa’nın 49. maddesi de bu amacın gerçekleştirilmesi
ereğiyle konulmuş diğer bir hükümdür. Bu madde ile aynı zamanda herkese çalışma
bir hak ve ödev olarak tanınmış ve devlete çalışanların korunmasıyla ilgili
önemleri almak görevi verilmiştir.
Bu nedenle sağlıklı bir sonucu varılabilmesi açısından
bu iki Anayasa hükmünün birlikte gözönünde bulundurulmasında yarar vardır.
Gerek 2. maddenin gerek 49. maddenin
öngördüğü ilkeler açısından itiraz konusu kurala bakıldığında Yardım Sevenler
Derneğinin merkez ve taşra atelyelerinde, yukarıda belirtilen nitelikteki
çalışanların İş Kanunu kapsamı dışında tutulmuş olmalarının Anayasanın bu
hükümleriyle bağdaşmaz bir yönü yoktur. Çünkü devlete, anılan maddeler uyarınca
verilen önemli ödevler arasında güçsüzlerin, yoksulların korunması da vardır.
Devlet, bu yükümlülüğünü ancak olanakları ölçüsünde yerine getirebilecektir. Bu
nedenle yurttaşların hayır kurumlarının bu konuda devlete yardımcı olmaları
yurttaşlık ödevidir.
İşte bu düşüncelere Yardım Sevenler Derneği,
yardıma muhtaç kimselere bir iş, bir güvence ve dolayısıyla huzur sağlamıştır.
Devlete görev olarak verilen hizmeti, henüz devlet eli uzatılmadan yapma çabası
içerisinde bulunmuştur. Öte yandan davacı vekilinin de kabul ettiği gibi bu
kimseler aynı zamanda 274 sayılı Sendikalar Kanunu, 275 sayılı Toplu İş
Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu gibi
çalışanların korunması ve sosyal yardım amacıyla yürürlüğe konulan kanunların
tanıdığı tüm hak ve olanaklardan da yararlanmışlardır. Bu Dernekte çalışanlar,
yalnız İş Kanunu kapsamı dışında bırakılmışlardır ki bu da sayılan hizmetlerin
yapılabilmesi için gereklidir.
Açıklanan bu nedenlerle itiraz konusu kuralın
Anayasa’nın 2. ve 49. maddelerine de aykırı bir yönü bulunmamaktadır.
Anayasa’nın 18. maddesiyle “zorla çalıştırma”
ve “angarya” yasaklanmıştır. Olayda bir zorlama ve bir ücret ödenmeden
çalıştırma bulunmadığına göre itiraza konu kuralın bu yönlerden Anayasa’ya
aykırılığının ileri sürülmesi mümkün değildir.
İtiraz konusu kural ile yalnız Yardım
Sevenler Derneğinin korunup diğer kamuya yararlı derneklerin dışarıda
bırakılmaları ve bu Dernekte çalışanlardan (kapıcı, bekçi, büro hizmetlileri
gibi) bir kesimin İş Kanunun kapsamına alınıp bir kesiminin kapsam
tutulmalarının da “yasa önünde eşitlik” ilkesi ile bağdaşmadığı yolundaki
savlarına gelince:
Kuşkusuz ülkemizde kamu yararına çalışan pek
çok dernek bulunmaktadır. Fakat Yardım Sevenler Derneğini bu kuruluşlarla bir
tutmak, özellikle bu Dernekte çalışanlar açısından mümkün değildir. Çünkü anılan
Dernekte çalışanlar başka yerlerde çalışma olanağı bulunmayan ve bu yüzden
Demek tarafından korunmaya alınmış kimselerdir. Çalışma yöntemleri ve çalışma
süreleri de farklıdır. Belli bir zaman birimi içinde çalışmak gibi bir
zorunlulukları yoktur. Parça başına iş yapmakta ve geçici olarak
çalışmaktadırlar. Bu etkenler, bu Dernekte ve burada çalışanları diğerlerinden
ayıran en belirgin özelliklerdir.
Öte yandan Mahkememizin daha önce verdiği bir
kararında açıklandığı üzere "Bir yasanın Anayasaya aykırılığı savı, söz konusu
yasanın metin olarak Anayasa ilkelerine aykırı bir kural koyması durumunda
ileri sürülebilir. Anayasa Mahkemesinden ancak Anayasaya aykırı olan bir yasa
kuralının uygulama alanından kaldırılmasını sağlamak amacıyla iptal kararı
istenebilir. Yoksa bir kuralın uygulama alanının genişletilmesi amacıyla
değiştirilmesini sağlamak için iptali istenemez. Çünkü, böyle bir istemde söz
konusu kuralın iptali değil, daha kapsamlı olarak uygulanması amacı
bulunmaktadır ki, istemin kendisi bile, mevcut kuralda Anayasaya aykırılık
değil, ancak bir eksiklik bulunduğunu anlatmış olur."(Anayasa Mahkemesi Kararlar
Dergisi S l, s. 442). Bu nedenlerle itiraz konusu kuralın, diğer kamuya yararlı
dernekler açısından bir eşitsizlik yarattığı savı ile Anayasaya aykırılığının ileri
sürülmesine olanak yoktur.
Davalı Dernekte çalışanlardan bir kesimin İş
Kanunu kapsamına alınıp bir kesiminin kapsam dışında bırakılmaları, bunların
niteliklerinden ve çalışma koşullarından ileri gelen bir ayrımdır. İş Kanunu’na
göre çalışanlar olağan iş ilişkisiyle sürekli çalışan kimselerdir. Sözü
edilenlerin yaşlılık veya sakatlık gibi özürleri nedeniyle başka yerlerde iş
bulamamaları söz konusu değildir. Böyle kimselerin İş Kanunu kapsamı dışında
tutulmalarının haklı bir nedeni olamayacağından bunlar için ayrımlı hükümler
koyma yoluna gidilmemiştir. Derneğe tanınan olanak salt korunmaya muhtaç
çalışanlara özgüdür.
Yardım Sevenler Derneğinin kamu yararına olan
sosyal yardım faaliyetlerini daha etkin bir biçimde sürdürülebilmesi amacıyla
yasaya konulan itiraz konusu hükmün Anayasa kurallarına aykırı bir yönü
bulunmamaktadır.
İtirazın bu nedenle reddi gerekir.
Ahmet H. Boyacıoğlu, H. Semih Özmert, Mehmet
Çınarlı, Mahmut C. Cuhruk, Necdet
Darıcıoğlu, Servet Tüzün ve Yekta Güngör
Özden bu görüşe katılmamışlardır.
VI- SONUÇ:
1- İtiraza
konu edilen yasa kuralının Anayasaya uygunluk denetiminin 2709 sayılı Anayasa
hükümlerine göre yapılması gerektiğine, Muammer Turan’ın incelemenin ayrıca
1961 Anayasasına göre de yapılması gerektiği yolundaki karşıoyuyla ve
oyçokluğuyla,
2- 25.8.1971
günlü, 1475 sayılı İş Kanunu’nun "Yardım Sevenler Derneği merkez ve taşra
atelyelerinde çalışanlar hakkında” uygulanmayacağını öngören 5. maddesinin 10.
bendinin Anayasa hükümlerine aykırı olmadığına ve başvurunun reddine Ahmet H. Boyacıoğlu,
H.Semih Özmert, Mehmet Çınarlı, Mahmut C. Cuhruk, Necdet Darıcıoğlu, Servet Tüzün
ve Yekta Güngör Özden’in karşıoylarıyla ve oyçokluğuyla,
28.4.1983 gününde
karar verildi.
Başkan
Ahmet H. BOYACIOĞLU
|
Başkan vekili
H. Semih ÖZMERT
|
Üye
Adil ESMER
|
Üye
Nahit SAÇLIOĞLU
|
Üye
Hüseyin
KARAMÜSTANTİKOĞLU
|
Üye
O. Mikdat KILIÇ
|
Üye
Mithat ÖZOK
|
Üye
Orhan ONAR
|
Üye
Selahattin METİN
|
Üye
Muammer TURAN
|
Üye
Mehmet ÇINARLI
|
Üye
Mahmut C. CUHRUK
|
Üye
Necdet DARICIOĞLU
|
Üye
Servet TÜZÜN
|
Üye
Yekta Güngör ÖZDEN
|
Karşıoy Yazısı
Anayasa’nın 10. maddesinde “eşitlik ilkesi”, “Herkes,
dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri
sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
Hiçbir kişiye, aileye, zümrüye veya sınıfa
imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün
işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek
zorundadırlar." biçiminde düzenlenmiş; Anayasa Mahkemesinin kimi kararlarında,
örneğin 29.11.1966 günlü, 1966/11-44 sayılı kararında, Anayasaca öngörülen
eşitliğin yurttaşların tümünün her yönden aynı kurallara bağlı tutulmaları
anlamına gelmeyeceği, bir bölük yurttaşın başka hükümlere bağlı tutulmaları
haklı bir nedene dayanıyorsa böyle bir durumda kanun önünde eşitlik ilkesinin
ihlalinden söz edilemeyeceği açıklıkla ortaya konulmuş bulunmaktadır.
Yasa koyucunun Yardım Sevenler Derneğinin
merkez ve taşra atelyelerinde çalışan kimseleri İş Kanunu’nun kapsamı dışında
tutan itiraz konusu hükmü düzenlerken anılan Derneğin kamu yararına çalışan
bir yardım derneği olduğu düşüncesinden hareket ettiğinde kuşku duyulamaz.
Sözü edilen Yardım Sevenler Derneği Tüzüğü’nün sosyal çalışma konularını
belirleyen 5. maddesinde “iş evleri açmak, iş bilmiyenlere iş evlerinde iş öğretmek,
bu iş evlerine iş sağlamak için gereken ihale ve pazarlıklara katılmak” gibi
çalışmalar, Derneğin amaçları arasında gösterilmektedir.
Yardım Sevenler Derneğinin Tüzük’ün bu
maddesinde sayılan amaçları gerçekleştirmeye yönelik olarak iş öğrenmekte ve
bulmakta zorluk çekenlere iş öğretmek veya iş vermek yolunda yaptığı
çalışmaları, elbette sosyal yardım çerçevesi içinde değerlendirmek gerekir.
Ancak işi öğrenen kişilerle bu aşamadan sonra Dernekle aralarındaki karşılıklı
edim niteliğine dönüşerek oluşan hizmet sözleşmesi ilişkilerini, sosyal yardım
düşüncesi kavramı ve kapsamı içinde görmeye veya göstermeye olanak yoktur. Bir
işyerinde, hizmet akdiyle ve bir işverene bağlı olarak ücretle çalışan kişilerin
çalıştıkları işyerinin haklı hiçbir dayanak gösterilmeksizin ve sadece
çalışılan yerin bir yardım derneği olması nedenine dayandırılarak İş Kanunu’nun
kapsamı dışında tutulması ve bu suretle İş Kanunu’nun öngördüğü kimi haklardan
bu gibilerin yoksun bırakılma durumunun yaratılması, elbette Anayasa’nın tanzim
ettiği eşitlik ilkesinin özünü zedeler ve ona açıkça aykırı düşer. Derneğin kâr
amacı gütmemesi, ayrıca elde edilen gelirleri yine fakir ve güçsüz kimselere
dağıtmakta olması, bu dernekte hizmet akdine dayanarak çalışanların İş Kanunu
kapsamı dışında tutulmalarının haklı nedeni olarak gösterilemez. Anayasa
Mahkemesinin 17.10.1972 günlü, 1972/16-49 sayılı kararında açıkça belirtildiği
gibi “Anayasanın 2. maddesi uyarınca Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk
Devletidir. Sosyal hukuk Devleti, güçsüzleri güçlüler karşısında koruyarak
gerçek eşitliği yani sosyal adaleti ve böylece toplumsal dengeyi sağlamakla hükümlü
Devlet demektir. Çağdaş uygar görüşe ve Anayasanın temel yapısı ve felsefesine
göre, gerçek hukuk devleti, ancak toplumsal devlet anlayışı içinde ise bir
anlam kazanır. Hukuk devletinin amaç edindiği kişiliğin korunması, toplumda
sosyal güvenliğin ve sosyal adaletin sağlanması, yoluyla gerçekleştirilebilir."
(Kararlar Dergisi, S 10, s. 539).
Amacı sosyal yardım olan bir derneğin
yasaların çalışanlar yararına öngördüğü kimi haklardan iş akdine dayanarak çalıştırdığı
kendi işçilerini yararlandırmayıp onlardan bu yasal yardımları esirgemesinin
yukarıda açıklandığı gibi sosyal hukuk devleti ilkesine ters düşmesi bir yana
bu durumun ayrıca ahlaki değer ve telakkilerle de bağdaşmayacağında kuşku
duyulamaz.
Kararda çoğunluk görüşü olarak belirtilen
derneğin merkez ve taşra atelyelerinde çalışanlardan çoğunun yaşlı, hasta veya
sakat olmaları yüzünden öteki kurumlarda iş bulamayan kişiler olduğu yolundaki
savı da yerinde görmek mümkün değildir. İş Kanunu’nun aradığı nitelikleri
taşımayan kişilerin elbette anılan yasadan yararlandırılmalarının söz konusu
olamayacağı açıktır. Ancak burada gözden uzak tutulmaması gereken nokta, İş
Kanunu’nun öngördüğü koşulları taşıdığı hâlde sırf Yardım Sevenler Derneğinin
merkez ve taşra atelyelerinde çalışmakta olmaları nedeniyle sözü edilen yasanın
tanıdığı olanaklardan yararlandırılmayan işçilerin durumudur. Şu husus açık bir
gerçektir ki bu işçiler, Dernekte yardım amacıyla değil hizmet akdine dayalı
olarak ve geçimlerini sağlayabilmek maksadıyla çalışmaktadırlar. Bunları, İş
Kanunu’nun kapsamı dışında tutmak, aslında kendileri yardıma muhtaç olan bu
kimseleri rızaları olmaksızın başkalarına yardıma zorlamak olur ki bu durumun
çalışanların korunması ilkesini benimseyen Anayasa’nın 49. maddesine aykırı
düştüğünde duraksamaya yer yoktur.
Özetlemek gerekirse İş Kanunu’nun 5.
maddesinin 10 numaralı bendinde yer alan itiraz konusu kuralın yukarıda
açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 2., 10. ve 49. maddelerine aykırı olduğu ve
iptaline karar verilmesi gerektiği kanaatiyle sözü edilen bu bent hükmünün
Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın reddine ilişkin olarak verilen
çoğunluk görüşüne ve kararına katılmıyorum.
|
|
|
|
Ahmet
H. BOYACIOĞLU
Başkan
|
Karşıoy Yazısı
İş Kanunu’nun amacı, hizmet sözleşmesinin
güçsüz tarafını oluşturan işçilerin korunması ve onlara güvenli bir çalışma
ortamının hazırlanması ve bu suretle sosyal barışın sağlanmasıdır.
Yardım Sevenler Derneğinin merkez ve taşra
atölyelerinde çalışanlar, bu kuruluşa yardım amacıyla değil bir hizmet
sözleşmesinin gereği olarak işçi sıfatıyla çalışmaktadırlar. Bu demek
atölyelerinde çalışan işçilerin emeklerinden yararlanmaktadır.
Yardım Sevenler Derneğinin atelyelerinde
çalışanları, diğer iş yerlerinde çalışanlara nisbetle birtakım haklardan yoksun
kılınması, Anayasa’nın 10. maddesindeki eşitlik ilkesine aykırıdır. Çünkü
burada çalışanların zararına, Yardım Sevenler Derneğinin ayrıcalıklı duruma
konulmasını haklı gösterecek objektif bir neden ileri sürülemez. Kamu yararına çalışan
yalnız Yardım Sevenler Derneği değildir, yüzlerce dernek bu kuruluş gibi kamu
yararına faaliyette bulunmaktadır.
Ayrıca bu durum Anayasa’nın Cumhuriyet’in
niteliklerini gösteren 2. maddesinde sosyal hukuk devleti kavramıyla da
bağdaşamaz. Çünkü burada çalışanların İş Kanunu’nun güvencesinden
yararlandırılmaması, sosyal hukuk devleti kavramının insancıl felsefesi ile
çelişmektedir.
Öte yandan bu durum devletin çalışanların
hayat seviyesinin yükseltilmesi, çalışma hayatının geliştirilmesi,
çalışanların korunması, çalışmanın desteklenmesi, işçi-işveren ilişkilerinde
çalışma barışının sağlanmasının kolaylaştırılması için gerekli tedbirlerin
alınmasını buyuran Anayasa’nın 49. maddesine de ters düşmektedir.
Bu nedenlerle çoğunluğun görüşüne
katılmıyorum.
|
|
|
|
H.
Semih ÖZMERT
Başkanvekili
|
KARŞIOY YAZISI
Her olaya, olguya, oluşa, eylem, işlem v.s.ye
vuku buldukları tarihteki mevzuat hükümlerinin uygulaması hukukun temel
ilkelerindendir.
9.7.1961 gün ve 334 sayılı Türkiye
Cumhuriyeti Anayasası’nın 33., 7.11.1982 gün ve 2709 sayılı Anayasanın 38.
maddelerindeki "Kimse işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç
saymadığı bir fiilinden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman
kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır ceza verilemez."
şeklindeki hükümler de aynı ilkeden kaynaklanmaktadır. Bu hükümlerdeki
"kanun" sözcüğünün kapsamına Anayasa da girmektedir. Yani işlendiği
zaman yürürlükte bulunan Anayasa’nın suç saymadığı bir fiilinden dolayı evleviyetiyle
kimseye ceza verilemez. Örneğini işlendiği zaman yürürlükte bulunan yasa, fiili
suç saysa o zaman yürürlükte bulunan Anayasa suç saymasa, dolayısıyla yasa
fiilin işlendiği zamanki Anayasa’ya aykırı olsa yasanın iptal edilip Anayasa’ya
uygun hareket eden kimsenin cezalandırılmaması gerekir. Fiilin işlendiği
zamandan sonra yürürlüğe giren ve yürürlüğe girdikten sonraki fiillere,
olgulara, olaylara, oluşlara ve işlemlere uygulanacak olan yeni Anayasa önceden
işlenen fiilin eşitini suç saysa ve yasa sonraki Anayasa’ya uygun olsa dahi
işlendiği zaman yürürlükte bulunan Anayasa’ya uygun fiilden dolayı kimsenin
cezalandırılmaması, hukukun ana ilkesi ve Anayasaların açık hükümleri
gereğidir. 1961 Anayasası’nın 8., 1982 Anayasası’nın 11. maddelerindeki
"Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare
makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.
Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz." şeklindeki hükümlerde fiilin işlendiği
ve olayın vuku bulduğu zamandaki Anayasa’ya göre de uygunluk denetimi
yapılmasını zorunlu kılmaktadır.
Bu konu; hukuki durumlar ve hukuki
tasarrufların sakat ve muteber oluşları, geri alınması, kaldırılması ve
değiştirilmesi konularıyla da yakınen ilgili bulunduğundan o konulara da kısaca
dokunmakta yarar vardır:
Hukuki tasarrufların doğurduğu kudret ve
yetkilerle mecburiyetler hukuki durumları oluşturur. Bu durular ya genel, gayrişahsi
ve objektif veya belirli, ferdî ve sübjektif olurlar.
Objektif tasarruflardan doğan objektif hukuki
durumlar, genel, gayrişahsi ve süreklidir. Ancak yeni bir objektif tasarrufla
kaldırılır veya değiştirilebilir.
Subjektif tasarruflardan doğan subjektif
hukuki durumlar ise objektif durumların aksine belirli, ferdî ve geçicidir
(İhtiva ettikleri borçların ve mükellefiyetlerin ifası ile ortadan kalkarlar.)
ve önemli özellikleri, kural tasarruflarla değiştirilemezler. Müktesep hak
teşkil ederler. Objektif hukuk alemindeki değişiklikler esas itibarıyla bunlara
etki etmez.
Sakat tasarruflar (Çıkarıldıkları zaman
yürürlükte bulunan Anayasa’ya aykırı yasalar sakat tasarruflardandır.):
Doğuşlarında, yapıcı unsurlarındaki sakatlıklar dolayısıyla hukuk nizamına,
hukuk âlemine uymayan tasarruflardır. Bunların ortadan kaldırılması; geri alınması
ve hukuki nizamının emrettiği müeyyidelerin tatbiki demektir. Sakat
tasarruflar hukuk aleminde, esasen vücut bulmadıkları için bir tesir de husule
getirmemiş sayılabilir. Nitekim idari mahkemeler ve Danıştayın iptal kararlan
makable şamildir. Dava konusu sakat idari tasarrufu (işlemi), tasarrufun
ittihaz edildiği andan itibaren ortadan kaldırır. Ancak yasalar yönünden istikrar
düşüncesi daha fazla ağırlık kazandığı için Anayasalar, Anayasa Mahkemesince verilen
iptal kararlarının geriye yürümeyeceğini kabul etmektedirler. Sakat tasarruflar
da ortadan kaldırılıncaya kadar tam ve muteber tasarrufların sonuçlarını
doğurur.
Tam ve muteber tasarruflar (öncekileri gibi
1961 ve 1982 Anayasaları da tam ve muteber hukuki tasarruflardandır. Aynı
şekilde çıkarıldığı zamanki Anayasa’ya uygun ve sonraki Anayasa’ya aykırı
"örneğin 1961 Anayasası’na uygun, 1982 Anayasası’na aykırı" yasalar
da tam ve muteber tasarruflardandır.) Bunlar da sonraki bir tasarrufla
kaldırılabilir veya değiştirilebilir. Fakat esas itibarıyla geri alınamaz.
Örneğin sonraki yasanın önceki kendine aykırı yasaları açıkça olmasa da zımnen
kaldıracağı veya değiştireceği ilkesi ile Anayasa’nın üstünlüğü ve
bağlayıcılığı ilkesi yeni Anayasa’ya aykırı yasaların da ortadan kaldırılmasını
gerektirir. Fakat tam ve sahih hukuki tasarruflar sonraki yasalar veya Anayasa
ile kaldırıldığında veya değiştirildiğinde onların o güne kadar ki doğurmuş
olduğu hükümler, hukuki durumlar ve bunlara dayanan tekmil hukuki hadiseler,
haklar ve yükümlülükler muteberdir. Çünkü tam ve muteber bir hukuki tasarrufu
(yasayı) sonraki bir tasarruf (yasa veya Anayasa), açıkça istisnai ve özel bir
hükümle geri almadıkça ancak kaldırabilir ve değiştirebilir. Önceki tasarrufun
mazideki değil istikbaldeki hükümlerini durdurabilir ve devam edegelmekte olan
hukuki duruna son verebilir.
Başlıca bu nedenlerle
subjektif hukuki tasarrufun veya fiilin vuku bulduğu ve subjektif durumun
hasıl olduğu zamanda yürürlükte olan önceki Anayasa’ya göre de uygunluk denetimi
yapılmadan yalnız 1982 Anayasası’na göre inceleme yapılarak karar verilmesine
karşıyım.
Karşıoy Yazısı
Çoğunluk kararına, Sayın Ahmet H.
Boyacıoğlu’nun karşıoy yazısında açıklanan gerekçelerle katılmıyorum.
Karşıoy
Yazısı
İşçi ve işveren arasındaki hizmet akdi
ilişkisine birtakım düzenleyici tasarruflarla yapılan devlet müdahalesinin
sözleşmenin güçsüz yanını oluşturan işçiyi bazı hak ve güvencelere sahip kılmak
ona güvenli ve istikrarlı bir çalışma ortamı hazırlamak suretiyle toplumun huzurunu
kamu yararını ve düzenini korumak gibi amaçlara yönelik bulunduğu kuşkusuzdur.
Böyle genel bir amaç çerçevesinde sınırlı bir
alan için olsa dahi getirilen hukuk düzeninde temel ilkeyi, hizmet akdine
dayalı olarak tüm çalışanların korunması teşkil eder; öte yandan kanunların
genelliği ilkesinde, yasaların aynı özellikleri taşıyan olaylara ve aynı
durumda bulunan herkese uygulanabilecek biçimde düzenlenmelerini zorunlu kılar.
Ancak bu zorunluluk mutlak değildir. Yasa koyucunun haklı nedenlere dayanmak
suretiyle getirdiği bir yasa kuralının istisnasını teşkil edecek halleri de
belirleme yetkisine sahip olduğu söz götürmez. Bu noktada yasa koyucunun daima
göz önünde bulundurması gereken husus, kamu yararı düşüncesidir. Kamu yararının
söz konusu olmadığı bir alanda sadece özel çıkarlar için ya da kişi yararı
gözetilerek kural getirilmesinin hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmayacağı Anayasa
Mahkemesinin çeşitli kararlarında açıkça vurgulanmıştır.
Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini bulan
sosyal hukuk devleti, hukukun üstünlüğü gibi temel bir ilke üzerine kuruludur.
Sözü edilen ilkenin en önemli dayanakları arasında adalet anlayışı ve her türlü
imtiyazı reddeden yasa önünde eşitlik ilkesi yer alır.
Yasa koyucunun getirdiği bir kuralın
istisnasını oluşturan hâlleri belli ederken kamu yararıyla ilişkili haklı bir
nedene dayanmak durumundadır. Aksi hâlde hukuk devleti ve dolaylı olarak da
yasa önünde eşitlik ilkelerini ihlal etmiş duruma düşer.
1475 sayılı İş Kanunu’ndan istisna edilen
hususlar belirlenirken 5. maddenin 10. bendinde, "Yardım Sevenler Derneği
merkez ve taşra atelyelerinde çalışanlar” yasa kapsamı dışında tutulmak
suretiyle, çeşitli işçi haklarından yoksun kılınmışlardır.
Aynı ya da benzeri amaçları paylaşan ve kamu
yararına faaliyet gösteren yüzlerce demek arasında sadece adı geçen derneğin
merkez ve taşra atelyelerinde hizmet akdi çerçevesinde çalışanların yasa
kapsamı dışında bırakılması sonucunu doğuran ayrık hükmün getirilişinde kamu
yararı ve adalet anlayışı içinde hareket olunduğu söylenemez. Gerek yasama
meclisi belgelerinde gerek çoğunluk gerekçesinde sübjektif bazı durumlar dikkate
alınarak ileri sürülen dayanaklar da tatminkâr olmaktan uzaktır.
Açıklanan nedenlerle itiraz davasına konu
bent hükmünün Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan ilkeye aykırı olduğundan
iptali gerektiği düşüncesiyle çoğunluk görüşüne karşıyız.
Üye
Mahmut C. CUHRUK
|
Üye
Necdet DARICIOĞLU
|
Üye
Servet TÜZÜN
|
Karşıoy Gerekçem
Anayasa’nın savsaklanması,
ödün verilmesi olanaksız, giderek güçlendirilip bilimsel gereklere ve çağdaş düzeye
uygun duruma getirilmesi zorunlu “eşitlik ilkesi” ülkemizde tüm kişi ve
kuruluşları kapsayan, uyulması kaçınılmaz bir hukuksal değerdir. Ancak “haklı
bir neden”in varlığında ayrıcalıklı uygulamanın aykırılığından söz edilemez.
Yardımseverler
Derneğinin toplumsal yönden önem taşıyan çalışmaları, kimi kuruluşlara örnek
olacak hizmetleri bulunsa da öbür kamu yararına çalışan ya da bu niteliği
almamış olan kimi derneklerin toplumsal içerikli çabalar sürdürdükleri
izlenmektedir, bilinmektedir. Kuruluşlar arasında Yardım Sevenler Derneğine
özellik verip ayrıcalık tanımanın, daha ileri gidip adı geçen Derneğin işçisine
karşı yükümlülüğünde, çalışanın zararına yararlandırılmasının hukuka aykırılığı
açıktır. İş Yasası dışında tutularak sözü edilen Yasa’nın getirdiği
olanaklardan yoksun bırakılan bir işçiye karşı duruşu ile Derneğin varlık ve
hizmet nedeni amacında çelişki ortadadır. Çalışan yerin niteliği, hizmet konusu
ve amacına sıkı sıkıya bağlıdır. Çalıştırdıklarını tüzel kişiliği yararına,
yasanın genelliği dışında tutan bir yasanın üstünlük hukuk ilkelerine
aykırılığı hukukça korunamaz. “eşitlik ilkesi”ni bu düzenleme ve uygulama ile
yasa koyucu gözardı etmiş, özel bir ayrıcalık yaratmıştır. Bunun savunulacak,
haklı gösterilecek hiçbir nedeni yoktur. Ayırım yapmadan adı geçen Derneğin
atelyelerinde çalışanları yasal olanaklardan uzak tutmak, Derneğe yarar
sağlayanı zararlı çıkarmak, yardım gereksinimi içinde olanları, başkalarına
yardım ederken kimi haklardan yoksun kılmak Yasa’nın da Derneğin de amacına
ters düşmektedir. Çalışma ve sözleşme özgürlüğüne aykırı bir görünüm sergileyen
uygulamanın yasal ayrıcalığa bağlanması da doğru değildir. Benzer durumdaki
derneklerin itiraz yoluyla denetime sunulan madde kapsamına alınması “eksikliği
giderme” değil iptali zorunlu kılan bir ekleme olurdu. Genelde işçiler …