“A. CUMHURBAŞKANLIĞI KARARNAMELERİNİN (CBK) ANAYASAL ÇERÇEVESİ
21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, 16 Nisan 2017 tarihli
halkoylamasıyla kabul edilmiş, böylece daha önce 1982 Anayasasının sadece 107.
maddesinde belirtilen cumhurbaşkanlığı kararnamesi, Anayasanın farklı
maddelerinde hem kapsamı genişletilerek hem de niteliği farklılaştırılarak
yeniden düzenlenmiştir. 107. maddenin önceki halinde Cumhurbaşkanlığı Genel
Sekreterliğinin kuruluşu, çalışma esasları ve personel atama işlemlerinin
Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenleneceği belirtiliyordu. Bu iki tür
düzenleme, ad benzerliği dışında kapsam ve sınırları açısından birbirinden
farklıdır.
6771 sayılı Kanun ile getirilen Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin
temel ilke ve koşulları, Anayasa’nın 104. maddesinin 17. fıkrasında ortaya
konulmuştur.
“Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisine ilişkin konularda
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir.
Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer
alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi
haklar ve ödevler Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenemez.
Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz.
Kanunda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
çıkarılamaz.
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler
bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanır.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması
durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelir.”
Anayasanın 106. maddesinin 11. fıkrasına göre de; “Bakanlıkların
kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri, teşkilat yapısı ile merkez ve
taşra teşkilatlarının kurulması Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenir.”
Görüldüğü üzere 2017 Anayasa kurgusu ile, kanun ile
cumhurbaşkanlığı kararnamesi arasındaki hukuki ilişki belirginleştirilmiş ve
Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinin kanunlara aykırı olamayacağı açıkça
belirtilmiştir.
1- Yasama Yetkisinin Devri Yasağı Karşısında Cumhurbaşkanlığı
Kararnameleri
6771 sayılı Kanun ile Anayasa’dan kaynaklanan doğrudan
düzenleme yetkisiyle yürütme fonksiyonu daha da güçlendirilmiştir. Bu bağlamda,
Türk anayasa hukukunda tartışılan konulardan biri olan idarenin, kanunla
düzenlenmeyen bir alanda düzenleme yapıp yapamayacağı hususu üzerinde
durulmalıdır. Bunun için öncelikle, yasama yetkisinin devri yasağına Anayasa
Mahkemesi’nin yaklaşımı göz önüne alınmalıdır. Anayasa'nın 7. maddesi, "
Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki
devredilemez. " kuralının öngörmektedir. Bu kral ışığında Anayasa
Mahkemesi’ne göre, “Anayasa'da kanun ile düzenlenmesi öngörülen konularda
yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisinin verilmesi
olanaklı değildir. Ancak yasama organının temel kuralları saptadıktan sonra,
uzmanlık ve idare tekniğine ilişkin hususları yürütmeye bırakması, yasama
yetkisinin devri olarak yorumlanamayacağı gibi yürütme organının yasama organı
tarafından çerçevesi çizilmiş alanda genel nitelikte hukuksal tasarruflarda
bulunması, hukuk devletinin belirlilik ilkesine de aykırı düşmez.” (Anayasa
Mahkemesi Kararı, E.2013/114 K.2014/184, 4.12.2014).
AYM, bir başka kararında ise, yasama yetkisinin devredilmezliği
ilkesini şu şekilde ifade etmiştir. “Anayasa Mahkemesinin pek çok kararında
yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesinden ne anlaşılması gerektiği hususu
açıklanmıştır. Buna göre, kanunla düzenleme ilkesi, düzenlenen konudan yalnız
kavram, ad ve kurum olarak söz edilmesi değil, bunların kanun metninde kurallaştırılmasıdır.
Kurallaştırma ise düzenlenen alanda temel ilkelerin konulmasını ve çerçevenin
çizilmiş olmasını ifade eder… Anayasa’da öngörülen ayrık durumlar dışında,
kanunlarla düzenlenmemiş bir alanda, kanun ile yürütmeye genel nitelikte kural
koyma yetkisi verilemez. Yürütme organına düzenleme yetkisi veren bir yasa
kuralının Anayasa’nın 7. maddesine uygun olabilmesi için temel ilkeleri
koyması, çerçeveyi çizmesi, sınırsız, belirsiz, geniş bir alanı yürütmenin
düzenlemesine bırakmaması gerekir” (Anayasa Mahkemesi Kararı, E.2013/47
K.2013/72, 6/6/2013).
Bununla beraber Anayasa Mahkemesi’nin daha yakın tarihli
kararlarında bu içtihadı bir miktar esnettiği görülmektedir.
“15… yasama yetkisinin devredilmezliği esasen kanun koyma
yetkisinin TBMM dışında başka bir organca kullanılamaması anlamına gelmektedir.
Anayasa’nın 7. maddesi ile yasaklanan husus, kanun yapma yetkisinin
devredilmesi olup bu madde, yürütme organına hiçbir şekilde düzenleme yapma
yetkisi verilemeyeceği anlamına gelmemektedir. Kanun koyucu, yasama yetkisinin
genelliği ilkesi uyarınca bir konuyu doğrudan kanunla düzenleyebileceği gibi bu
hususta düzenleme yapma yetkisini yürütme organına da bırakabilir.
16. Yürütmenin türevselliği ilkesi gereğince yürütme organının
bir konuda düzenleme yapabilmesi için yasama organınca yetkilendirilmesi
gerekmektedir. Kural olarak, kanun koyucunun genel ifadelerle yürütme organını
yetkilendirmesi yeterli olmakla birlikte Anayasa’da kanunla düzenlenmesi
öngörülen konularda genel ifadelerle yürütme organına düzenleme yapma yetkisi
verilmesi, yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine aykırılık
oluşturmaktadır. Bu nedenle Anayasa’da temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması, vergi ve benzeri mali yükümlülüklerin konması ve memurların
atanmaları, özlük hakları gibi münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen
konularda, kanunun temel esasları, ilkeleri ve çerçeveyi belirlemiş olması
gerekmektedir. Anayasa koyucunun açıkça kanunla düzenlenmesini öngördüğü
konularda, yasama organının temel kuralları saptadıktan sonra, uzmanlık ve
idare tekniğine ilişkin hususları yürütmeye bırakması, yasama yetkisinin devri
olarak yorumlanamaz.” (Anayasa Mahkemesi Kararı, E.2017/143 K.2018/40, 2/5/2018).
Sonuçta yalnızca yakın dönem AYM kararları dikkate alındığında,
ilkesel olarak kanun koyucunun “genel ifadelerle yürütme organını
yetkilendirmesi yeterli”dir, denilebilir. Ancak Mahkemenin, Anayasa’da farklı
kavramlarla ifade ettiği kanunla düzenleme kaydı içeren konularda ise,
“Anayasa’da kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda”, “münhasıran kanunla
düzenlenmesi öngörülen konularda”, “Anayasa koyucunun açıkça kanunla
düzenlenmesini öngördüğü konularda” genel ifadelerle yetkilendirme yapılması
kabul edilemez.
2- İdarenin Yasallığı Kuralı Karşısında Cumhurbaşkanlığı
Kararnameleri
Öte yandan, yasal idare ilkesi, Türk idare hukukunun temelini
oluşturur. Anayasanın 123/1. maddesinde karşılığını bulan bu ilke uyarınca, “İdare,
kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir.” Bu ilke,
idarenin kendiliğinden bir teşkilatlanma yetkisi olmadığını bu yetkinin yasama
organında olduğunu ifade etmektedir. Anayasa Mahkemesi’ne göre, “Bu maddede
yer alan düzenleme, idarenin kanuniliği ilkesine vücut vermektedir. İdarenin
kanuniliği ilkesi, idarenin ve organlarının görev ve yetkilerinin kanunla
düzenlenmesini gerekli kılar.” (Anayasa Mahkemesi Kararı, E.2013/114
K.2014/184, 4.12.2014). Bu ilkeyle kamusal kaynakların toplumun hangi tür
gereksinimlerinin öncelikle karşılanacağını ve bunun hangi usuller uygulanarak
sağlanacağını tespit etme yetkisi yasama organına verilir. Ayrıca, idarenin
toplumsal gereksinimleri karşılarken kamu gücü ve ayrıcalıklarını kullanması ve
bunun da kişilerin temel hak ve hürriyetleri üzerinde olumsuz etkiler de
doğurabilmesi, bu yetkinin yasamaya verilmesi sonucunu getirmiştir.
Yasal idare ilkesi, idarenin eylem ve işlemlerinin hem kanuna
dayanmasını, hem de bu eylem ve işlemlerin kanuna aykırı olmamasını ifade eder.
Asli ve ilksel bir yetki olan yasama yetkisine dayanarak yasama organı,
Anayasaya ve kamu yararına aykırı olmamak şartıyla, Anayasanın herhangi bir
şekilde düzenlemediği bir konuyu düzenleyebilir. Buna karşılık idare, önceden
yasa ile düzenlenmeyen bir alanda faaliyette bulunamaz, ancak böyle bir konuda
yasadan aldığı bir yetkiye dayanarak bir işlem ve eylemde bulunabilir.
6771 sayılı Kanunla getirilen Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle,
her ne kadar ciddi kısıtlılıklarla çerçevelenmiş olsa da, yürütme organı yasaya
dayanmaksızın ilk elden kural koyma yetkisine sahip olmuştur. Başka bir
ifadeyle, yasama organı yanında yürütme organı da Anayasa’da kanun kaydı olan,
kanunun açıkça düzenlediği konuları içermemek ve kanunlara aykırı olmamak
şartıyla Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle ilk elden düzenleme yapabilecektir.
Bununla birlikte, Cumhurbaşkanlığı kararnamesine konu olan alan, yasama konusu
olmaktan çıkmamaktadır. Çünkü Anayasa, Cumhurbaşkanlığı kararnamesine ilişkin
olarak özerk bir normatif alan öngörmemiştir. TBMM, CBK ile düzenlenen bir
alanda her zaman yasa çıkarabilir; bu durumda CBK hükümsüz kalır: “Türkiye
Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi hükümsüz hale gelir.” (madde 104/17). O halde Anayasa’da yasayla
düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamayacak
iken, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenleneceği belirtilen ve düzenlenmiş
olan konularda dahi TBMM yasa çıkarabilecektir. Şu halde, Anayasa’ya uygunluk
kaydıyla asli düzenleme yetkisi, konu bakımından herhangi bir mutlak istisna
bulunmadan, TBMM’ye ait bulunmaktadır. Başka bir anlatımla, Anayasa’nın CBK
konusu olabilecek kimi alanları doğrudan belirlemiş olması, o alanlarda yasama
yetkisinin kullanılmasını engellememektedir.
Bu son saptamayı biraz daha ayrıntılı olarak ele almakta fayda
vardır. 6771 sayılı Kanun ile Anayasa’nın 7. maddesindeki yasama yetkisinin
devri yasağı ve 123. maddedeki idarenin yasallığı ilkesi muhafaza edilmiş,
ancak belirli idari konuların Anayasa’da açıkça Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
ile düzenleneceği öngörülmüştür. “Bakanlıkların kurulması, kaldırılması,
görevleri ve yetkileri, teşkilat yapısı ile merkez ve taşra teşkilatlarının
kurulması Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenir.” (madde 106/son). Ayrıca
123. maddenin son fıkrasında kamu tüzel kişiliğinin Kanunla veya
Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle kurulacağı kuralına yer verilmiştir. Anayasa
hükümleri arasında hiyerarşi söz konusu olmadığından, bir çelişki kabul
edilmediğinden, bu iki hükmün bir arada, Anayasanın bütünlüğü ve sistematiği
içinde bağdaştırılarak yorumlanması gerekir. Gerçekte Anayasa koyucu 123/1.
maddede genel kuralı, idarenin yasallığı ilkesini koymuş; bakanlıkların
kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri ile kamu tüzel kişiliği kurulması
yönünden bu genel kurala bir istisna getirmiştir. Bu cihetle; her ne kadar,
Anayasa, idarenin yasallığı ilkesinin 106/son ve 123/son maddelerde belirtilen
hususlar açısından geçerli olmamasına olanak tanısa da; bu alanların
cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenip düzenlenmeyeceği konusunda son sözü
TBMM’ye bırakmaktadır. Yukarıda değinildiği üzere, “Türkiye Büyük Millet
Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
hükümsüz hale gelir.” hükmü; (madde 104/17), Anayasa m.106/son ve m.123/son
açısından da geçerlidir. Gerçekten de, Anayasa koyucu eğer öyle öngörseydi,
tıpkı Anayasa’nın bazı hükümlerinde söz konusu alanın ancak ve ancak kanunla
düzenlenebileceğini amir ifadelerle belirttiği gibi, bazı alanların da yine ancak
ve ancak cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenebileceğini ve a contrario,
kanunla düzenlenemeyeceğini yine açıkça ve amir ifadelerle ortaya koyardı.
Özetle; Anayasa koyucu, bazı konuların kanunla düzenlenmesini zorunlu kılmış,
doğrudan cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenebileceğini belirttiği
alanlarda da son sözü (o konuda kanun çıkarmak ya da çıkarmamak suretiyle)
kanun koyucuya bırakmıştır.
Genel kural ve istisna kural ilişkisine dair kamu hukukunda
kabul edilen birtakım yorum ilkeleri vardır: 1. Bir istisna kuralın varlığından
söz edebilmek için, bu istisnanın ayrıca ve açıkça konulmuş olması gerekir. 2.
İstisna kural, sadece ve sadece genel kuralı koyan makam tarafından
konulabilir, başka bir makamın istisna kural getirme yetkisi yoktur. 3. Genel
kuralı koyan makam açıkça yetkilendirmedikçe, bir başka makam genel kurala
istisna getiremez. 4. İstisna kural koymak, genel kuralı değiştirmek anlamına
geldiğinden istisna kural, yorum yoluyla genişletilemez; yani, yorum yoluyla
genel kurala istisna getirilemez. 5. Genel kuralın geniş yorumlanması esası
benimsenmiştir. 6. İstisna kural, dar yorumlanır. Çünkü istisna kural, genel
kuralın kapsamını daralttığından genel kuralı değiştirir, oysa onu değiştirme
salt genel kuralı koyana aittir.
Öte yandan, kamu hukukunda mevzuatın açıkça belirttiği bir
makama ya da makamın görevlisine verdiği yetkiler, devre konu olamazlar. Yargı
kararlarında da yetkinin, mevzuat tarafından kime verilmiş ise, ancak onun bu
yetkiyi kullanabileceği belirtilmiştir. Yetki devrinde yetki devredilen makamın
devraldığı bu yetkiyi kendinden alt bir makama devrinin yasak olduğu hususu,
idare hukukunda ve kamu yönetiminde benimsenen bir ilkedir.
Anayasanın 104. maddesinin 17. fıkrasında öngörülen
Cumhurbaşkanlığı kararnameleri, normlar hiyerarşisinde yasaya eşdeğer işlemler
değildir. Anayasanın bu tür kararnamelerin salt “yürütme yetkisine ilişkin
konular”la sınırlı olarak çıkarılacağını öngörmesi, bunların yasaya eşdeğer,
yasayla aynı düzeyde kurallar olamayacağını gösterir. Çünkü yürütme yetkisi,
kanunların uygulanmasına yönelik, kanunlara uygun kullanılması gereken bir
yetkidir. Ayrıca aynı fıkrada yer alan “Anayasada münhasıran kanunla
düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz;
Kanunda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz;
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde,
kanun hükümleri uygulanır; Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun
çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelir.”
şeklindeki düzenlemeler, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin yasaya eşdeğer
olmadığının bir başka açık göstergesidir. Bu düzenlemelerden CBK ile
düzenleneceği belirtilen konuların yasayla düzenlenmesi, Anayasa’nın yasama
organına açıkça tanıdığı bir yetkidir.
Kanunsuz emre dair Anayasanın 137. maddesinde yapılan değişiklik
ise, Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin, Anayasanın konuya ilişkin diğer
düzenlemeleri ile birlikte değerlendirildiğinde, normlar hiyerarşisindeki yeri
açıkça anlaşılır: “Kamu hizmetlerinde herhangi bir sıfat ve suretle çalışmakta
olan kimse, üstünden aldığı emri, yönetmelik, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi,
kanun veya Anayasa hükümlerine aykırı görürse, yerine getirmez ve bu aykırılığı
o emri verene bildirir…”.
6771 sayılı Yasa değişikliği ile Cumhurbaşkanına Anayasada
tanınan diğer yetkiler ise şöyledir: Anayasanın 123. maddenin son fıkrasında
“Kamu tüzelkişiliği, ancak kanunla veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle
kurulur” denilerek, CBK ile kamu tüzelkişiliği kurulmasına da olanak
tanınmıştır. Bununla birlikte, “Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda
kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz kalır”
(md.104/fıkra 17 son) kuralı gereğince, yasa ile kurulmuş bir kamu
tüzelkişiliği CBK ile kaldırılamaz; ancak CBK ile kurulan bir kamu
tüzelkişiliği, yasal düzenlemenin konusunu oluşturabilir.
124. ve 137. maddelerde yer alan tüzük ibaresi, Anayasadan
tamamen çıkarılmıştır. Böylece tüzük uygulaması yürürlükten kaldırılmış; onun
yerine çok daha geniş bir kapsama sahip olan Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
konulmuştur. Yönetmelikleri düzenleyen 124. maddede, “Cumhurbaşkanı,
bakanlıklar ve kamu tüzelkişileri, kendi görev alanlarını ilgilendiren
kanunların ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin uygulanmasını sağlamak üzere ve
bunlara aykırı olmamak şartıyla, yönetmelikler çıkarabilirler.” hükmünü
öngörmüştür. Ancak bu, tüzük ve cumhurbaşkanlığı kararnamesinin aynı hukuki
nitelikte olduğu şeklinde anlaşılmamalıdır. Öte yandan, Cumhurbaşkanı,
“kanunların uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla
yönetmelik çıkarır” (md.104/18).
Kanunların ve CBK’lerin uygulanması amacıyla çıkarılacak
yönetmeliklerde gerekçe, yol gösterici işlev görür. Ne var ki, kanunlar
gerekçeli olduğu halde CBK’lerin gerekçesiz olması, yönetmelik hazırlığı
sırasında üst normun yol gösterici işlevinde farklılaşmaya neden olacaktır.
Böylece, kanunun uygulanması için çıkarılacak yönetmelik ile Cumhurbaşkanlığı
kararnamesinin uygulanması için çıkarılacak yönetmelik eşit olanak ve
koşullarda hazırlanamayacaktır. CBK’yi uygulamaya yönelik yönetmeliğin
hazırlanmasını, yasanın uygulanmasına ilişkin yönetmeliğe göre zorlaştıran ve
belirsiz kılarak, iki ayrı uygulama yönetmeliğini farklı kılacak hiçbir haklı
neden bulunmadığı için, eşitlik ilkesi yönünden Anayasa madde 10’a aykırılık
oluşturmaktadır. CBK gerekçesizliğinin uygulama yönetmeliğinde yaratması
muhtemel belirsizlikler ise, hukuk devleti ilkelerini zedeleyici sonuçlar
doğuracaktır (md.2).
3. - Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılmasının anayasal
çerçevesi ve sınırları
Anayasanın 104/17. maddesiyle getirilen CBK ile yürütmeye
tanınan düzenleme alanı oldukça dar ve sınırlıdır. Bu çerçeve, dört kalemde
açıklanabilir:
a) “Yürütme yetkisine ilişkin konular”: İlk olarak Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi, “yürütme yetkisine ilişkin konularda” çıkarılabilecektir. Maddenin
gerekçesinde ise, cumhurbaşkanına “genel siyasetin yürütülmesinde yürütme
yetkisi ile ilgili ihtiyaç duyduğu konularda kararname çıkarabilme” yetkisi
verildiği ifade edilmektedir. Bu nedenle CBK’leri ancak yürütme yetkisinin
gerektirdiği hususlarda ihtiyaç duyulduğunda çıkarılabilecek, yasama ve yargı
yetkilerinden herhangi birinin alanına giren bir konuda ise, CBK çıkarılması
mümkün olmayacaktır. AYM, bu açık hususu teyit etmektedir: “...
Cumhurbaşkanı’nın yürütme yetkisine ilişkin konularda CBK çıkarabileceği ifade
edilmiştir. Buna göre yürütme yetkisine ilişkin konular dışında CBK ile
düzenleme yapılması mümkün değildir”. (AYM, E. 2018/125, K. 2020/4, 22/1/2020,
R.G. 13/5/2020 – 31126, §9. Aynı yönde bkz. AYM, E. 2018/55; K. 2020/27,
11/6/2020, R.G. 20/7/2020-31194).
b) “Düzenleme yasağı”: İkinci olarak CBK’ler, “Anayasanın ikinci
kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve
ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler”le ilgili
konularda düzenleme yapamaz.
Ancak bu yasak karşısında yanıtlanması gereken soru, sosyal ve
ekonomik haklar ve özgürlüklerin tamamının CBK ile düzenlenip
düzenlenemeyeceğidir. Sadece yukarıdaki ifadeden yola çıkarak yapılan bir
değerlendirme bu soruya olumlu cevap vermeyi gerektirir. Ancak bu cümlenin aynı
fıkradaki diğer hükümler ve Anayasanın konuya ilişkin diğer ilke ve kuralları
dikkate alınarak, Anayasanın bütünlüğü içinde tartışılması ve anlaşılması
gerekir.
Bu konuda, öncelikle “münhasır yasa kaydı” belirtilmelidir:
“Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi çıkarılamaz.” Bu açık yasak gereği, ilgili maddede yasayla
düzenlenmesi kaydı bulunan sosyal ve ekonomik hak ve ödevler, Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi ile düzenlenemeyecektir. Örneğin Anayasa’nın 42/2. maddesinde
“Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir.”, 51. maddesinde
“Sendika kurma hakkı … kanunla sınırlanabilir. Sendika kurma hakkının
kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.”, 63.
maddesinde Tarih, kültür ve tabiat varlıklarından “özel mülkiyet konusu
olanlara getirilecek sınırlamalar ve bu nedenle hak sahiplerine yapılacak
yardımlar ve tanınacak muafiyetler kanunla düzenlenir.” denilmektedir.
Dolayısıyla belirtilen konular CBK ile düzenlenemez. Eğer böyle bir düzenleme
yapılırsa bu, hem Anayasanın 104/17. maddesine hem de o hak ve ödev için kanun
kaydı koyan hükme aykırılık oluşturur. Ancak yasa kaydı içermeyen sosyal ve
ekonomik haklar, Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin konusu olabilecektir. Örneğin
konut hakkını düzenleyen Anayasanın 57. maddesi böyledir. Bu durumda, dikkat
edilmesi gereken husus, söz konusu hakların sadece düzenleme konusu
olabileceği, ancak bunun sınırlama yetkisini içermediğidir.
Bu nedenle, 104/17. maddenin ikinci cümlesi, sosyal ve ekonomik
haklar alanının CBK ile düzenlenmesini kabul ederken, bu düzenlemenin
sınırlarını da belirtir: ilki, fıkranın ilk cümlesindeki CBK’nin sadece yürütme
yetkisine ilişkin konularda çıkarılabilmesi, diğeri ise üçüncü cümlesindeki
münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda çıkarılamamasıdır. Öte
yandan, Anayasanın 13. maddesindeki temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla sınırlanabileceği
kuralı dikkate alındığında, CBK’ye konu olabilecek sosyal ve ekonomik hak ve
ödevlerle ilgili cumhurbaşkanının sınırlama değil sadece bir düzenleme
yetkisinden bahsedilebilir. Yani düzenleme ve sınırlama ayrımı dikkate
alındığında, CBK ile sosyal ve ekonomik haklar ve ödevlerin gerçekleşmesi için
birtakım pozitif tedbirleri içeren düzenlemeler yapabileceği, fakat kişilerin
bundan yararlanmasına sınırlama getirilemeyeceği belirtilmelidir. Zira anayasal
çerçevede, bir hakkın kısıtlanması ancak ve ancak kanun ile yapılabilir.
c) Üçüncü sınır, “Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi
öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz.” hükmüdür.
AYM tarafından yasama yetkisinin devir yasağı çerçevesinde yürütmenin düzenleme
yetkisi açıklanırken kullanılan “münhasıran” kanunla düzenlenmesi gereken
konular ibaresi, Anayasa kuralı haline getirilmiştir (Bkz., AYM E. 2017/143,
K.2018/40, 2/5/2018). AYM’ye göre, “Kural olarak, kanun koyucunun genel
ifadelerle yürütme organını yetkilendirmesi yeterli olmakla birlikte Anayasa’da
kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda genel ifadelerle yürütme organına
düzenleme yapma yetkisi verilmesi, yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine
aykırılık oluşturmaktadır. Bu nedenle Anayasa’da temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması, vergi ve benzeri mali yükümlülüklerin konması ve memurların
atanmaları, özlük hakları gibi münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen
konularda, kanunun temel esasları, ilkeleri ve çerçeveyi belirlemiş olması
gerekmektedir. Anayasa koyucunun açıkça kanunla düzenlenmesini öngördüğü
konularda, yasama organının temel kuralları saptadıktan sonra, uzmanlık ve
idare tekniğine ilişkin hususları yürütmeye bırakması, yasama yetkisinin devri
olarak yorumlanamaz.”.
Bu nedenle, Anayasa’nın münhasıran kanunla düzenlenmesini
gerektirdiği konularda yürütmeye düzenleme yetkisi verilirken, yasanın “temel
esasları, ilkeleri ve çerçeveyi belirlemiş olması gerekmektedir”. AYM ayrıca,
Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi gereken birtakım konuları örnek
olarak sıralamıştır: “Anayasa’da temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması,
vergi ve benzeri mali yükümlülüklerin konması ve memurların atanmaları, özlük
hakları gibi”.
AYM’nin, münhasıran kavramını açıklarken verdiği örnekler ve
açıklamalardan bir konunun münhasıran yasa alanında olması için Anayasanın
özellikle ve ısrarla o konunun yasayla düzenleme öngörmesi, yasayla düzenlemeye
çok özel vurgu yapması gerekmemektedir. Bu çerçevede temel hak ve hürriyetlerin
sınırlanmasına dair 13. maddede, sınırlamanın “ancak” kanunla yapılabileceği
şartı vardır: “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca
Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir”. Oysa vergilerle ilgili 73. maddede (Vergi, resim, harç
ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır.)
ve kamu hizmeti görevlileriyle ilgili genel ilkeleri koyan 128. maddede
(Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve
yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri
kanunla düzenlenir.) yasayla düzenleme öngörülmüş, hiçbir özel vurgu
yapılmamıştır.
Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konular
kavramı, bu nedenle yasa kaydı olarak anlaşılmak ve uygulanmak durumundadır.
Anayasanın 126. maddesindeki birden çok ili içine alan merkezi idare
teşkilatının (bölge teşkilatının) “görev ve yetkileri kanunla düzenlenir”, 127.
maddesindeki “Mahalli idarelerin kuruluş ve görevleri ile yetkileri, yerinden
yönetim ilkesine uygun olarak kanunla düzenlenir.”, 128. maddesindeki
“Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve
yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri
kanunla düzenlenir” ve “üst kademe yöneticilerinin yetiştirilme usul ve
esasları, kanunla özel olarak düzenlenir.” hükümleri buna örnek oluşturur.
Özellikle bu son husus, CBK ile yasanın konu itibarıyla iç içe geçme riskini
içerir, karmaşaya yol açma ihtimalini barındırır. Çünkü Anayasanın 104/9.
maddesi, cumhurbaşkanı CBK ile “üst kademe kamu yöneticilerini atar,
görevlerine son verir ve bunların atanmalarına ilişkin usul ve esasları …
düzenler” hükmünü içerirken, üst kademe yöneticilerinin yetiştirilme usul ve
esasları 128. maddeye göre yasa ile özel olarak düzenlenmek zorundadır.
Anayasa Mahkemesi, Anayasa’da salt bir kanunla düzenleme
kaydının bulunmasının, ilgili konuyu cumhurbaşkanlığı kararnamesinin konu
bakımından yetki alanından çıkarmak açısından yeterli olduğunu ifade etmiştir.
“... Anayasa’da münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen
konularda CBK çıkarılamayacağı hüküm altına alınmıştır. Ancak Anayasa’da hangi
konuların münhasıran kanunla düzenleneceğine ilişkin özel bir hüküm
bulunmamaktadır. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadında
anayasa koyucunun kanunla düzenlenmesini öngördüğü konuların bu kapsamda
görülmesi gerektiği kabul edilmektedir (AYM, E.2016/150, K.2017/179,
28/12/2017, § 57; E.2016/180, K.2018/4, 18/1/2018, § 17; E.2017/51, K.2017/163,
29/11/2017, § 13; E.2016/139, K.2016/188, 14/12/2016, § 9; E.2013/47,
K.2013/72, 6/6/2013). Buna göre Anayasa’da kanunla düzenleneceği belirtilen
alanlarda Cumhurbaşkanı’nın CBK çıkarma yetkisi bulunmamaktadır”. (AYM, E.
2018/125, K. 2020/4, 22/1/2020, R.G. 13/5/2020 – 31126, §11).
Dolayısıyla, 104/17. maddede geçen “münhasıran kanunla
düzenlenmesi öngörülen konular” ibaresinin Anayasada “kanunla düzenlenir veya
kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır” vb. ifadelerin bulunduğu
maddelere bakarak belirlenmesi gerekir. O halde Anayasanın bir maddesinde bir
konunun yasayla düzenlenmesi öngörülmüşse, o konunun Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi ile düzenlenmesi Anayasa’nın 7. ve 104/17. maddelerine aykırılık
oluşturacaktır.
d) Bir diğer sınır ise, “Kanunda açıkça düzenlenen konularda
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz” kuralıdır. Bir konu yasa ile
açıkça düzenlenmişse Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Elbette
CBK’lerin çıkarılması için KHK’lerde olduğu gibi yasa ile yetkilendirme
gerekmez. Ancak KHK’ler yasaları değiştirebilirken, CBK’ler yasaların açıkça
düzenlediği hususlarda bir düzenleme yapamamakta, “Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanmakta,
“Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda,
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelmektedir”. Bu hükümler açıkça
Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin yasa gücünde olmadığını, Cumhurbaşkanlığı
kararnamesiyle yasaların değiştirilemeyeceğini gösterir.
Burada değinilen sınır, kanun hükmünde kararnamelerle açıkça
düzenlenen konuları da kapsar. AYM, bu hususu açıkça ifade etmiştir: “...
KHK’ların kanun hükmünde oldukları görülmektedir. Dolayısıyla KHK ile açıkça
düzenlenen bir konuda da Anayasa’nın 104. maddesinin on yedinci fıkrasının
dördüncü cümlesi uyarınca CBK çıkarılamaması gerekir” (AYM, E. 2019/78, K.
2020/6, 23/1/2020, R.G. 13/5/2020–31126, §39).
Bu açıklamalar ışığında Anayasa’nın Cumhurbaşkanı kararnamesiyle
doğrudan düzenleme yetkisi verdiği konularda dahi CBK ile kanunlarda değişiklik
yapılması mümkün değildir. Örneğin Anayasanın 106/son maddesine göre,
“Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri, teşkilat yapısı
ile merkez ve taşra teşkilatlarının kurulması Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenir.”
Ancak bu, bakanlıkların kurulmasına ilişkin olarak yürürlükteki yasalarda CBK
ile değişiklik yapılabileceği anlamına gelmemektedir. Sonuç olarak, Anayasanın
104. maddesinin on yedinci fıkrasının mevcut hükümleri karşısında hangi konuda
olursa olsun CBK ile bir yasayı değiştirmek veya yürürlükten kaldırmak mümkün
değildir.
Nitekim 1 No.lu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkarılmadan önce
2/7/2018 tarihli ve 703 sayılı Anayasada Yapılan Değişikliklere Uyum Sağlanması
Amacıyla Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile bakanlıkları düzenleyen birçok yasa ve
yasa gücünde kararname yürürlükten kaldırılmıştır.
4. Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerine İlişkin Anayasa Mahkemesi
Denetiminin Kapsamı
Anayasa Mahkemesi’nin denetim kapsamına giren işlemlerden birisi
de cumhurbaşkanlığı kararnamesidir. Anayasanın 148., 150., 151., 152. ve 153.
maddelerinde daha önce mevcut olan kanun hükmünde kararname yerine
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ibaresi konulmuştur. CBK, Anayasa Mahkemesi
tarafından, “şekil ve esas” bakımından denetlenir.
“Anayasa Mahkemesi, kanunların, Cumhurbaşkanlığı
kararnamelerinin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve
esas bakımlarından uygunluğunu denetler…” (md.148/1).
“Şekil bozukluğuna dayalı iptal davaları Anayasa Mahkemesince
öncelikle incelenip karara bağlanır” (md.149/4).
“Şekil ve esas…” ölçütü, madde 150’de de öngörülmekle, türev
kurucu iktidar, herhangi bir tartışmaya yer vermeyecek biçimde “şekil ve esas”
denetim ölçütlerinin birlikteliğini sürekli teyit ettiği gibi, “şekil
bozukluğunu denetime öncelik” yükümlülüğü getirmiştir.
a) Gerekçe, başlıca şekil denetimi ölçütlerindendir
Hukuk devletinde her türlü resmi işlemin gerekçeli olması,
hukukun genel ilkesidir. Bu ilke, anayasa ve/ya yasalarda yazılı olmasa da,
yargısal içtihat yoluyla uzun zamandan beri kabul edilen bir hukukun genel
ilkesidir. Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin gerekçesiz olması ise, hukuk
devletine açıkça aykırılık oluşturduğu gibi, bu, normatif metinlerin anlaşılır
ve öngörülebilir olmalarını da zorlaştırmaktadır. Bu itibarla; AYM, artık
CBK’ler üzerinde şekil denetimi de yaparak gerekçe yokluğunu Anayasa’ya
aykırılık nedeni saymalıdır.
2017 Anayasa kurgusu ürünü olan Cumhurbaşkanlığı kararnamesi,
dört yılda yasaların önüne geçti: Çıkarılan toplam 111 CBK’nin madde sayısı,
2719’dır. Bunların 57torba tarzında olup, madde sayısı 821’dir. CBK’ler, hiçbir
gerekçe içermemektedir.
6771 sayılı kanunla gerçekleşen Anayasa değişikliği ile 104.
maddede sınırları belirlendiği şekliyle anayasal düzenimize giren
Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerine ilişkin bir AYM içtihadı tam anlamıyla
oluşturulabilmiş değildir. Açılan iptal davalarında, sistematik şekilde, söz
konusu Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinin konu bakımından yetki yönünden Anayasa
m.104/17’ye aykırı olduğu ve yürütmenin yasamanın yetki alanına tecavüz ettiği
ortaya koyulmuştur. CBK yoluyla kural koyma alanına ilişkin ivedi ve esaslı bir
içtihat oluşturulamamış olması, çok sayıda ve torba tarzda Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesi çıkarılmasına neden olmaktadır. Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinin
gerekçesiz olması olgusu, sürekli şekilde erkler ayrılığını ihlal eden bir
kapsamda ihdas edilen bu norm kategorisinin temel kusurlarından birisi olarak
göze çarpmaktadır.
Oysa “gerekçe”, hukuk devletinin bir gereğidir.
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak
yazılır” hükmü (md.141/3) dışında ‘gerekçe gereği’, Anayasa’da, yasama ve
yürütme işlemleri için doğrudan öngörülmemektedir.
Bu bir eksiklik değil; zira hukuk devleti, bütün resmi
işlemlerin gerekçeli olmasını gerekli kılar. Nitekim, yasalar ve idari işlemler
açısından, açık hüküm yokluğuna karşın gerekçe yükümlülüğü, Anayasa madde 2’den
kaynaklanır. Anayasalarda gerekçe gerekliliği açıkça öngörülmüş olmasa da,
birel veya düzenleyici işlemler bütünü için gerekçe gerekliliği, içerik olarak
hukuk devleti kavramına içkindir. CBK’lerin gerekçeli olma zorunluluğu da, bu
genel ilke içinde yer alır.
Gerekçesiz CBK’lerde saydamlık yokluğu, işlemin yapılma nedenini
perdeler; ancak daha önemlisi, işlemi yapanın öznel ve keyfi davranma riskini
yaratır ve yine uygulamada da keyfiliğe neden olur. Nitekim torba CBK tarzı,
bunun göstergesidir. Daha önemli sakıncası ise, gerekçesiz CBK, Anayasa
Mahkemesi (AYM) denetimini zorlaştırır. Gerekçe yokluğunun torba düzenleme
yöntemiyle birleşmesi ise, denetimi geciktirdiği gibi etkisizleşmektedir.
Gerekçe, hazırlık aşamasında işlemin nedenleri ve amaçlarının
belirlenmesini gerekli kılar. Bu gereklilik, işlemi yapan makamı daha özenli
davranmaya yöneltir. Eğer gerekçeli olarak hazırlansa idi, CBK’ler, muhtemelen
özenli ve ihtiyatlı çalışmalar eşliğinde, haliyle öncekiler ile bağlantıları da
gözetileceği için torba CBK tarzında değil, nicelik olarak daha az, ama hukuk devleti
ilkesine yaraşır şekilde daha nitelikli düzenlemeler olacaktı.
Torba CBK’ler, tıpkı torba yasalar gibi AYM denetimini de
güçleştirmektedir; çünkü, AYM raportörleri dosyaları uzmanlık ilkesine göre
inceledikleri için, onlarca konuyu düzenleyen bir torba CBK, o denli çok sayıda
raportör arasında paylaşma güçlüğü nedeniyle, uzmanlık ilkesi ikinci plana
geçmektedir (bkz. AYM İçtüzüğü, md.47). Bu durum ise, CBK’ler üzerinde
derinleştirilmiş denetim sürecini engellemektedir.
TBMM’de bir CBK İzleme ve Değerlendirme Komisyonu kurma
önerisinin TBMM Genel Kurulu’nda reddedilmiş olması da, CBK gerekçelerinin
önemini arttırmaktadır.
Bu bağlamda emsal olabilecek bir uygulamaya da ayrıca dikkat
çekmekte yarar vardır.
Bilindiği üzere önceki sistemde yürütme tarafından yapılan kanun
hükmünde kararnameler (KHK) için de tıpkı kanunlar gibi Anayasada açıkça
gerekçeli olma zorunluluğu öngörülmemişti. Bununla birlikte uygulamada
KHK’ler’in gerekçesi (gerek Genel Gerekçe gerek madde gerekçeleri) Resmi
Gazetede yayımlanmamakla birlikte, Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar biriminde
KHK’ler’in de tıpkı kanunlar gibi gerekçeleri (gerek Genel Gerekçe gerek madde
gerekçeleri) hazırlanmaktaydı ve sonradan KHK’ler TBMM’ye sunulduğunda mutlaka
işbu gerekçeleri ile birlikte sunulmaktaydı.
Diğer bir ifadeyle KHK’lerin de aslında gerekçeleri
bulunmaktaydı.
Nitekim bu bağlamda bir işlem veya düzenlemenin gerekçesinin
“bulunması” ile bu gerekçenin “yayımlanması veya ilan edilmesi” farklı
kavramlardır.
Kanunlar, KHK’ler, CBK’ler gibi genel kural koyucu üst hukuk
kurallarının gerekçelerinin “bulunması”, hukuk devleti açısından mutlaka
zorunludur. Çünkü gerek bu hukuk normlarının uygulayıcılar tarafından nasıl
yorumlanacağının anlaşılması açısından; gerekse bu üst normların dayanak
alındığı daha alt normların işbu üst normlara uygun biçimde tesis edilebilmesi
açısından, bahsi geçen gerekçenin “bulunması”, hukuka saygılı bir yönetim
anlayışının gereğidir.
Söz konusu gerekçenin en başta, yani normun yürürlüğe girdiği
zamanda kamuya ilan edilip edilmemesi ise farklı bir olgudur. Aslında hukuka
saygılı ve vatandaşların kamusal faaliyetler için bilgilenmesini ve saydamlığı
önemseyen bir yönetim anlayışında işbu gerekçelerin en baştan da kamuya
duyurulması daha doğru bir yaklaşımdır. Ancak burada olduğu gibi anılan
gerekçelerin en başta kamuya duyurulmasının zorunlu olduğuna dair açık yasal
kurallar yoksa, gerekçenin baştan kamuya duyurulmamış olması açık bir hukuka
aykırılık olarak görülmeyebilir.
Ne var ki gerekçenin en başta kamuya duyurulmaması hukuka
aykırılık taşımasa da gerekçenin “hiç bulunmaması” hukuka aykırılık
oluşturacaktır.
Bu bağlamda Türk hukukunda öteden beri kabul edilen yaklaşım,
gerekçenin baştan kamuya ilan edilme zorunluluğu bulunmasa da gerekçenin
yönetimin elinde bulunmasının ve örneğin dava açıldığında mahkemeye gerekçenin
sunulmasının zorunlu olmasıdır. Böylece hukuka uygunluk denetimi daha mükellef
biçimde yapılabilecektir.
Nitekim Danıştay’ın da uzun süredir yerleşik içtihadı,
yönetmelikler ve tüzükler dahil idari işlemlerin gerekçesinin baştan ilgililere
duyurulması zorunlu olmamakla birlikte, bunlara karşı dava açıldığında idarenin
bunların gerekçesini mahkemeye sunmasının zorunlu olduğu yönündedir.
Dolayısıyla gerekçe “bulunmadan” mahkemeye sunulması da mümkün olmayacağına göre,
bu düzenlemelerin gerekçesinin yönetimin elinde ve kayıtlarında “bulunması”
yani varolması hukuken zorunludur.
Aynı durum, CBK’ler açısından da evleviyetle (a priori)
geçerli olmalıdır. Zira CBK’lerin diğer idari düzenlemelere göre daha üst hukuk
normları olduğu kuşkusuzdur.
Anayasa Mahkemesi’nin görev tanımı Anayasa’da belirtilmiştir:
“Anayasa Mahkemesi, kanunların, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin ve Türkiye
Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından
uygunluğunu denetler…” (md.148/1)
• AYM, yasalardan farklı olarak, CBK’lerin Anayasa’nın
belirlediği çerçeve içinde çıkarılıp çıkarılmadığını yetki yönünden
denetledikten sonra esasa ilişkin denetime geçmektedir. Yetki yönünden denetim,
açık olarak bir şekil denetimidir. AYM bugüne kadar verdiği kararlarda sadece
CBK’lerin yetki yönünden şekil denetimini dolaylı şekilde yaptığı
görülmektedir. Oysa şekil denetimi salt “yetki unsuruyla” sınırlı değildir.
AYM’nin, Anayasanın CBK’lerin şekil yönünden denetimini sadece “yetki” unsuruyla
sınırlı olarak yapması, Anayasanın amir hükmüyle de bağdaşmamaktadır.
• CBK’leri şekil yönünden denetim, AYM yetkisinde olduğundan,
gerekçe yokluğu böyle bir denetimi işlevsel kılacak belirleyici ölçüttür.
• Nitekim, AYM’nin yukarıda alıntılanan kararı,
Cumhurbaşkanlığından örtülü bir gerekçe istemi anlamına gelmektedir.
• Bu itibarla, AYM’ye tarihsel bir görev düşmektedir: Gerekçe
gerekliliğini biçim yönünden denetim kapsamına almak.
• AYM denetimi, bugüne kadar CBK’ler üzerinde yetki ve esas
yönünden denetimle sınırlı kaldı. Ne var ki, madde 148, açıkça şekil denetimini
öngörmektedir ve alıntılanan kararında AYM’nin gerekçe gerekliliğine işareti,
bu denetim yoluna ilişkindir. Aksi halde, Anayasa’nın CBK’ler bakımından
öngördüğü şekil bakımından denetim kuralı, anlamını büyük ölçüde yitirmiş
olacaktır. Gerekçe yokluğunun iptal nedeni sayılması, CBK’lerin Anayasaya
uygunluk kaygısı ile hazırlanmasını gerekli kılacağından, AYM denetimi de
işlevsellik kazanacaktır.
• Öte yandan, 1982 Anayasası madde 148 ve 6216 sayılı Kanun ve
AYM İçtüzüğü hükümlerinin, kanunlardan farklı olarak CBK'lerin şekil denetimine
ilişkin bir düzenleme içermemeleri, CBK'lerin şekil denetiminin
yapıl(a)mayacağı sonucunu doğurmamaktadır. Tam aksine, Anayasa ve diğer
düzenlemelerde bu konuda hüküm bulunmaması AYM'yi, AY m.151'de yer alan şekil
denetiminin CBK'ler bakımından nasıl uygulanacağını belirleme yükümlülüğü
altına sokmaktadır. Şekil, bir normun Resmi Gazete'de yayımlanana kadar geçen
yöntemsel süreçleri kapsamakta ve bu süreç de normun gerekçesiyle birlikte
oluşturulmasıyla başlamaktaysa, CBK'lerin gerekçesiz şekilde yayımlanması, daha
baştan hukuk devleti kuralına aykırılık oluşturmaktadır. Buna ilişkin olarak
TBMM, CBK'lerin nasıl hazırlanacağına ilişkin ve gerekçelerin nerede ve nasıl
yayınlanacağına ilişkin bir kanun yapma yetkisini haiz olmasına rağmen TBMM'ce
böyle bir kanunun yapılmamış olması varılan sonucu değiştirmemekte, AYM'nin
yükümlülüğünün önemini ortaya çıkarmaktadır. AYM, CBK’ler üzerinde şekil
denetiminde yasalara göre daha geniş bir takdir marjına sahiptir; çünkü yasa
için şekil ölçütü Anayasa’da doğrudan öngörülmektedir. Bu itibarla, CBK’ler
üzerinde şekil denetim ölçütlerinin Anayasa Mahkemesi tarafından belirlenmesi,
Anayasa Mahkemesi’nin varlık nedeni ve hukuk devletinin oluşum süreci
bakımından da yerinde ve yararlı olacaktır.
• Gerekçe gereği, norm olarak uygulamada ortaya çıkacak
tereddütlerin giderilmesi için de gereklidir. (AYM bile buna haklı olarak
gereksinim duyduğuna göre…), CBK’yi uygulamak konumunda olan yargı organları ve
idare makamları buna haydi haydi gerek duyar.
• Öte yandan, CBK’ler, çok geniş bir düzenleme alanına
yayılmakta ve hatta sosyal ve ekonomik haklar bile CBK’lerle düzenlenebilmesi
ötesinde, TBMM çoğunluğunun, madde 104/17 cümle sonun verdiği yetkiyi bile
kullanmaktan kaçınması, CBK yoluyla geniş bir yelpazeye yayılan normatif
düzenlemeleri, adeta “sürekli” bir hale getirmiştir.
b) Yetki yönünden şekil denetimi
Anayasa Mahkemesi, bir şekil denetimi türü olan bu denetimi
nasıl ve hangi çerçevede yapmalıdır? Yargısal denetimde AYM öncelikle bir
CBK’nin Anayasada CBK ile düzenlenmesi öngörülen hususlarda düzenleme içerip
içermediği yani yetki yönünden denetleyecektir. Dolayısıyla CBK yetki kapsamı
dışında bir konuyu düzenlemişse doğrudan yetkisizlik dolayısıyla iptal
edilmelidir. CBK’nin yetki kapsamı içinde olduğu sonucuna varırsa AYM, bu kez
düzenlemenin esas bakımından Anayasa’nın ilgili maddelerine uygunluğunu
inceleyecektir. Her ne kadar Anayasanın 148. maddesinde CBK’lerin şekil ve esas
bakımlarından Anayasaya uygunluk denetiminden söz edilmişse de bu denetim 104.
maddenin 17. fıkrasındaki koşulların bir bütün olarak AYM tarafından
denetlenmesini gerektirir. Çünkü Anayasa’da, Cumhurbaşkanına ancak fıkrada
belirtilen sınırlar içinde CBK çıkarma yetkisi verilmiştir. Bu sınırların
aşılması, CBK’yi Anayasa’ya aykırı hale getirir. Böylece, CBK’nin, örneğin
kanunun açıkça düzenlediği bir hususu içermesi onun Anayasa’ya aykırı olması
sonucunu doğurur: “Dava konusu kural 5018 sayılı Kanun’a ekli (1) Sayılı
Cetvel’e bazı eklemeler yapmak suretiyle kanun metninde değişiklik yapılmasını
öngörmektedir. Kanunları değiştirmenin TBMM’nin görev ve yetkileri kapsamında
bulunduğu ve 6771 sayılı Kanun’la yapılan Anayasa değişikliğiyle bu hususta farklı
bir düzenleme öngörülmediği gözetildiğinde kuralın yürütme yetkisine değil
yasama yetkisine ilişkin olduğu açıktır. Dolayısıyla kural, Anayasa’nın 104.
Maddesinin on yedinci fıkrasının birinci cümlesiyle bağdaşmamaktadır” (AYM,
E.S.: 2018/55; K.S.: 2020/27; K. T.:11/6/2020; R.G.: 20 Temmuz 2020-31194).
Bu açıdan CBK’lerin denetimi yasaların denetiminden farklıdır.
Yasaların esas denetiminde sadece yasanın maddi bakımdan anayasaya uygunluğu
inceleme konusu olurken, CBK’lerin, şekil denetiminden sonra esas yönünden
denetime geçmeden önce yetki yönünden incelenerek, Anayasanın 104/17. maddedeki
sınırlara uyulup uyulmadığı denetlemelidir. Bu çerçevede CBK’nin bir özgürlük
ve hakkı düzenleyip düzenlemediği, Anayasada yasa kaydı olan ya da bir kanun
tarafından düzenlenmiş bulunan bir konuda düzenlemeye yer verilip verilmediği
öncelikle ele alınmalıdır.
AYM de, konuya ilişkin ilk kararlarında, cumhurbaşkanlığı
kararnamelerinin öncelikle yetki açısından denetlenmesi gerekliliğini açıkça
ifade etmiştir:
“CBK’ların ... konu bakımından yetki kurallarına uygun olarak
çıkarılması gerekmektedir. Aksi takdirde içeriği Anayasa’ya aykırılık
oluşturmasa bile bu düzenlemelerin Anayasa’ya uygunluğundan söz edilemez.
Dolayısıyla CBK’ların yargısal denetiminde öncelikle Anayasa’nın 104.
maddesinin on yedinci fıkrasında belirtilen konu bakımından yetki kurallarına
uygunluğunun ele alınması gerekir. Anılan fıkra yönünden herhangi bir aykırılık
tespit edilmemesi durumunda ise bu defa CBK’ların içerik yönünden Anayasa’ya
uygunluk denetimi yapılmalıdır” (Bkz. örneğin : AYM, E.S. :2018/125, K.S.:2020/4,
K.T.:22/1/2020, R.G. Tarih – Sayı: 13/5/2020 – 31126, §13. Aynı yönde bkz. AYM,
E.S.: 2018/55; K.S.: 2020/27; K. T.:11/6/2020; R.G.: 20 Temmuz 2020-31194).
Ayrıca sosyal ve ekonomik haklar konusunda CBK’lerin özgürlük ve
hak üzerindeki somut etkisi incelemede dikkate alınmalıdır. Bu yönden, bir CBK
hak ve hürriyet sınırlayıcı nitelikte ise, konu yasama yetkisinin alanına
kayacak ve CBK Anayasaya aykırı hale gelebilecektir. Bu nedenle sosyal ve
ekonomik haklara ilişkin olarak CBK’lerde yer alan her bir hükmün somut
etkileri dikkate alınarak bir değerlendirme yapılmalıdır. Bu bağlamda, örneğin
CBK’de öngörülen sosyal ve ekonomik haklarla ilgili düzenleyici kuralların,
sosyal ve/veya ekonomik haklar bakımından pozitif ayrımcılık yapılmasının
gerekli olduğu bir alanda bunu yapmamaktan ya da tetikleyebileceği dolaylı
ayrımcı sonuçlardan da sorumlu olacağını vurgulamak gerekir. Bu çerçevede hangi
kuralın hak ve hürriyetleri kısıtlayıcı, hangi kuralın sadece düzenleyici
nitelikte olduğunun tespiti oldukça zor olacaktır.
Anayasa Mahkemesi’nin cumhurbaşkanlığı kararnamelerini yetki
açısından denetlemesinin, sıradan bir Anayasa’ya uygunluk denetimi sorunu
oluşturmadığı vurgulanmalıdır. Anayasa’nın Başlangıç bölümünde, açık şekilde
erkler ayrılığı ilkesine yollama yapılmakla yetinilmemekte, ilkenin aynı
zamanda tanımı da yapılmaktadır. Madde 2’nin öngördüğü hukuk devletinin
gerekleri, normlar hiyerarşisi çerçevesinde kuralı koyan organ ile onu uygulayan
organın birbirinden ayrılmasını, denetim organının ise bağımsız olmasını ifade
eder. Normların aşamalı sırası ise, üst normun alt normun varlık nedeni olduğu,
üst norma uygunluk ise, alt normun geçerlilik koşulu olduğu anlamına gelir.
Anayasa’nın 7., 8. ve 9. maddeleri; yasama, yürütme ve yargı yetkilerini ayrı
ayrı düzenlemektedir. Anayasa’nın 11. maddesine göre; Anayasa hükümleri,
yasama, yürütme ve yargı organlarını bağlamaktadır. 2017 Anayasa değişikliğiyle
ortaya çıkan kurguda, her ne kadar cumhurbaşkanlığı kararnamesi adı altında
yürütmeye düzenleme yetkisi tanınmış olsa da bu yetkinin, gerek çerçevesinin
belirlendiği madde 104/17 sınırları içerisinde, gerekse Anayasa’nın değinilen
Başlangıç ve genel esasları kapsamında kullanılıp kullanılmadığı konusunda AYM
tarafından gerçekleştirilecek Anayasa’ya uygunluk denetimi, temel bir önem
kazanmaktadır. Öyle ki, AYM tarafından cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin yetki
alanlarında çıkarılıp çıkarılmadığına ilişkin olarak yapılacak her denetim; bir
anlamda, aynı anda Anayasa’nın 2., 6., 7., 8., 11. ve 104. maddelerinin ihlal
edilip edilmediğine ilişin bir ortak bir denetim anlamına da gelecektir.
Özellikle vurgulanmalıdır ki; Anayasa madde 6/3’e göre, “Hiçbir kimse veya
organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz”. Bu itibarla,
erkler ayrılığı ilkesine uyulup uyulmadığına ilişkin bir denetim olan
cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin yetki alanlarında kalıp kalmadıklarına
ilişkin denetim; son tahlilde, egemenliğin Anayasa’ya uygun şekilde kullanılıp
kullanılmadığını ve anayasal yetkilerin, “Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun”
olarak kullanılıp kullanılmadığını denetlemek anlamına gelmektedir. Kısaca,
AYM’nin Cumhurbaşkanlığı kararnamelerini denetimi vesilesiyle yapacağı
gözlemler, belirleyeceği ilkeler ve sistemleştireceği ölçütler, Türkiye
Cumhuriyeti’nin anayasal bir devlet olup olmayacağı konusunda belirleyici
olacaktır.
c) Esas yönünden
Bu konuda gösterilmesi gereken hassasiyet ve titizlik; Anayasa
Mahkemesi’nin cumhurbaşkanlığı kararnamelerini yetki açısından denetlemesinin,
denetimine tabi tutulan diğer normatif düzenlemelerin Anayasa’ya uygunluk
denetiminden farklı özellikler taşımasına dayanmaktadır. Anayasa, Başlangıç
bölümünde, Devlet örgütlenmesinin erkler ayrılığı üzerine inşa edileceğini açık
bir biçimde öngörmektedir. Cumhuriyet’in niteliklerini sıralayan ve
somutlaştıran madde 2 ise, Türkiye Cumhuriyeti’nin “başlangıçta belirtilen
temel ilkelere dayan”dığını öngörmekte olup, bunu hukuk devleti olarak
tanımlamaktadır. Hukuk devleti, mekanizma olarak, devlet örgütünün erkler
ayrılığı çerçevesinde örgütlendiği, hukuki yapılanmanın ise normlar
hiyerarşisine dayandığı bir siyasal örgüt ve hukuki yapı olarak tanımlanır.
Madde 2, madde 14 (değişik: 3/10/2001-4709/3 md.) ışığında okunduğunda hukuk
devletinin içerik olarak da tanımlanmış olduğu görülür: “insan haklarına
dayanan demokratik ve laik Cumhuriyet” ve aynı zamanda “sosyal devlet”; yani
sosyal hukuk devleti. Bu arada; AYM’nin hukuk devleti kavramına ilişkin olarak
kanunların Anayasa’ya uygunluğu denetimi bağlamında oluşturduğu içtihadının,
cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin denetiminde de aynı şekilde referans
oluşturacağı açıktır (bu yönde bkz.: AYM, E.S. :2018/125, K.S.:2020/4,
K.T.:22/1/2020, R.G. Tarih – Sayı: 13/5/2020 – 31126, §26–28). AYM’ye göre: “Anayasa’nın
2. maddesinde belirtilen hukuk devleti; eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan
haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil
bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, hukuki güvenliği sağlayan,
Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuk kurallarıyla kendini
bağlı sayan ve yargı denetimine açık olan devlettir” (AYM, E.S. :2018/125,
K.S.:2020/4, K.T.:22/1/2020, R.G. Tarih – Sayı: 13/5/2020 – 31126, §26). Oysa, cumhurbaşkanlığı
kararnamelerine ilişkin (ve özellikle de bunların konu bakımından
yetkisizliğine dayalı) iptal başvurularının böylesine çok sayıda ve bu kadar
uzun süreler karara bağlanmamış şekilde AYM önünde birikmiş olması, AYM’nin
verdiği hukuk devleti tanımındaki her bir unsurun adeta dondurulması anlamına
gelmekte; yürütmeyi, dolaylı olarak, yetkisi dışındaki alanları sistematik
şekilde Anayasa’ya aykırı cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle düzenleme refleksi
konusunda cesaretlendirmektedir.
Anayasa’nın genel esaslar kısmındaki maddeleri, madde 2’nin
yaptığı çerçeve ve temel tanımlar doğrultusunda okumak ve anlamlandırmak
gerekir:
Anayasa’nın 7., 8. ve 9. maddeleri; Devlet örgütü olarak yasama,
yürütme ve yargı yetkilerini ayrı ayrı düzenlemektedir. Normlar hiyerarşisinin
ana çerçevesini koyan madde 11’e göre; Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve
yargı organlarını bağlamaktadır. Bu itibarla, Anayasa Mahkemesi’nin,
Anayasa’nın bu temel hükümleri ışığında, iptal davası konusu cumhurbaşkanlığı
kararnamelerine ilişkin denetimini titizlikle gerçekleştirmesi, ivedi bir
gerekliliktir.
B. 169 SAYILI TÜRKİYE UZAY AJANSI HAKKINDA CUMHURBAŞKANLIĞI
KARARNAMESİNDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR CUMHURBAŞKANLIĞI KARARNAMESİ’NİN 1.
MADDESİ İLE DEĞİŞTİRİLEN 23 SAYILI CBK’NIN 4. MADDESİNİN BİRİNCİ FIKRASINA
EKLENEN (r) BENDİNİN ANAYASA’YA AYKIRILIĞI
169 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 1. maddesi ile
değiştirilen 23 sayılı Türkiye Uzay Ajansı Hakkında Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesinin 4. maddesi, değiştirilmiş ve Bu CBK ile kurulan Türkiye Uzay
Ajansının görev ve yetkilerine “Ajansın görev alanı ve faaliyetleri kapsamında
Cumhurbaşkanı onayıyla yurtiçinde ve/veya yurtdışında özel hukuk hükümlerine
tabi şirket kurmak ve/veya kurulmuş şirketlere ortak olmak, kurulmuş
şirketlerde imtiyazlı pay sahibi olmak, şirket satın almak, sahip olduğu
şirketleri veya hisselerini devretmek” görev ve yetkisi eklenmiştir.
169 sayılı CBK’nın 1. maddesi ile değiştirilen 23 sayılı
CBK’nın 4. maddesinin birinci fıkrasına eklenen (r) bendi ile Ajansın görevleri
arasına eklenen Cumhurbaşkanı onayıyla yurtiçinde ve/veya yurtdışında şirket
kurma veya bir şirkete ortak olma, kurulmuş şirketlerde imtiyazlı pay sahibi
olma, şirket satın alma, sahip olduğu şirketleri veya hisselerini devretme
yetkisi aşağıda detaylı olarak ele alındığı şekilde Anayasa’nın birden fazla
maddesine aykırıdır.
a. Anayasanın 104. Maddesine Aykırılık
6771 sayılı Kanun ile getirilen yeni tip Cumhurbaşkanlığı
sisteminde yürütmeye kanunlarla düzenlenmemiş alanlarda norm oluşturma yetkisi
getirilmiştir. Bu hukuki norm yetkisinin somutlaşmış hali olarak da
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi düzenleme yetkisi Cumhurbaşkanına verilmiştir.
Anayasanın 104. Maddesi ile verilen genel yetkinin yanında bazı alanlarda da
özel yetkiler tanınmıştır. Anayasada erkler arasında hukuki norm oluşturma
hususunda ortaya çıkacak çatışmaları ve hiyerarşik sorunları aşmaya yönelik bir
düzenleme yapılarak kanun koyucunun iradesi olarak tanımlanan yasa ile kararname
arasındaki ilişki ve sınırlar da tanımlanmıştır. Buna göre cumhurbaşkanlığı
kararnamesinin sınırları, temel ilke ve koşulları Anayasa’nın 104. maddesinin
17. fıkrasında ortaya konulmuştur. Anayasanın 104/17. maddesiyle getirilen CBK
ile yürütmeye tanınan düzenleme alanı oldukça dar ve sınırlıdır. Anayasa
CBK’lar için üçlü bir sınır çizmiştir. Birinci sınır olarak Anayasanın ikinci
kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve
ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevlerin
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle düzenlenemeyeceği belirlenmiştir. İkinci sınır
olarak Anayasa’da kanun ile düzenlenmesi öngörülen konular belirtilebilir.
Üçüncü sınır ise, kanun ile düzenlenmiş konulardır.
Anayasanın 104/17. maddede geçen “münhasıran kanunla
düzenlenmesi öngörülen konular” ibaresinin Anayasada “kanunla düzenlenir veya
kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır” vb. ifadelerin bulunduğu
maddelere bakarak belirlenmesi gerekir. Anayasa’nın bu şekilde ortaya çıkan açık
sözü, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarma yetkisinin konu bakımından sınırını
oluşturur. O halde Anayasa’nın bir maddesinde bir konunun yasayla düzenlenmesi
öngörülmüşse o konunun Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenmesi
Anayasa’nın 7. ve 104/17. maddelerine aykırılık oluşturacaktır.
Yine Anayasanın 104/17. Maddesinde, “Kanunda açıkça düzenlenen
konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz” kuralı bulunmaktadır. Bir
konu yasa ile açıkça düzenlenmişse Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkartılamaz.
Elbette CBK’lerin çıkarılması için kanun hükmünde kararnamelerde olduğu gibi
yasa ile yetkilendirme gerekmez. Ancak kanun hükmünde kararnameler yasaları
değiştirebilirken CBK’ler yasaların açıkça düzenlediği hususlarda bir düzenleme
yapamamakta, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler
bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanmakta; Türkiye Büyük Millet
Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
hükümsüz hale gelmektedir. Bu hükümler, açıkça Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin
yasa gücünde olmadığını, Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle yasaların
değiştirilemeyeceğini gösterir. Sonuç olarak, Anayasa’nın 104. maddesinin
onyedinci fıkrasının açık ve bağlayıcı hükümleri karşısında hangi konuda olursa
olsun CBK ile bir yasayı değiştirmek veya yürürlükten kaldırmak mümkün
değildir. Kaldı ki, Anayasa madde 137, Cumhurbaşkanlığı kararnamesini, normlar
hiyerarşisinde yasa altı kademede yer vermiştir.
Bu çerçevede 169 sayılı CBK’nın 1. Maddesi ile değiştirilen 23 sayılı
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 4. maddesinin birinci fıkrasına eklenen (r)
bendinde düzenlenen ve Türkiye Uzay Ajansı adlı kurumun görevleri arasına
eklenen Cumhurbaşkanı onayıyla yurtiçinde ve/veya yurtdışında şirket kurma veya
bir şirkete ortak olma, kurulmuş şirketlerde imtiyazlı pay sahibi olma, şirket
satın alma, sahip olduğu şirketleri veya hisselerini devretme yetkisi, yukarıda
belirtilen anayasal sınırları aşan bir düzenlemedir.
Öncelikle, söz konusu düzenleme ile Türkiye Uzay Ajansının görevleri
arasına Cumhurbaşkanı onayıyla yurtiçinde ve/veya yurtdışında şirket kurma veya
bir şirkete ortak olma, kurulmuş şirketlerde imtiyazlı pay sahibi olma, şirket
satın alma, sahip olduğu şirketleri veya hisselerini devretme yetkisi
eklenmektedir.
Anayasamızın 104. maddesinde açıkça kanunla düzenlenmesi gereken
alanlarda CK ile düzenleme yapılamayacağı belirtilmektedir. Dolayısıyla
öncelikle “Bir kamu tüzel kişiliği şirket kurma, şirkete ortak olma, şirket
satın alma, kurulmuş şirketlerde pay sahibi olma, sahip olduğu şirketleri veya
hisselerini devretme yetkisine sahip midir?” sorusunun cevabının verilmesi
gerekmektedir. Bir kamu şirketi, ister kamu hukukuna isterse özel hukuk
hükümlerine tabi olsa da, Anayasanın 123. maddesine göre bir kamu tüzel kişiliğidir
ve Kanun veya Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile kurulabilir. Ve bir kamu tüzel
kişiliği, yine kanun veya Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile bağlı bir teşebbüs
kurabilir. Ancak, bu teşebbüsün kurulabilmesi için ön hukuki şart kuruluşa
ilişkin yetkinin dayanağı olan hukuki normun Anayasaya uygun bir biçimde
teşebbüsün kurulmasını düzenlenmiş olmasıdır.
Bu çerçevede, bu kurma iradesi başka bir kuruma yetki devriyle
verilebilir mi ya da Anayasa’da bir yetki olarak belirlenmiş, Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesi haricinde bir normla düzenlenmesi mümkün müdür sorusu ikinci soru
olarak önümüzdedir. Anayasa’nın 123. Maddesine göre kurma iradesi açık bir
biçimde iki hukuki normu işaret etmektedir. Birinci ve asli olan norm yasadır.
İkincisi ise cumhurbaşkanlığı kararnamesidir. Burada her iki normun dışında
başka bir norm olarak bir kurumun yetkili organının kararı ile ve
Cumhurbaşkanınca onaylanması suretiyle bir kamu tüzel kişiliğinin kurulabilmesi
mümkün değildir. Anayasa’nın 123. maddesi açıkça kamu tüzel kişiliğinin (burada
kamuya ait şirket kurma, şirkete ortak olma, şirket satın alma da bu hususa
dahildir) kurulmasını İdarenin yasallığı ilkesi gereğince yasa ve özel yetki
düzenlemesi çerçevesinde de Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’ne vermiştir.
Dolayısıyla Türkiye Uzay Ajansına başka bir kamu tüzel kişiliği kurmaya,
ortaklık kurmaya ve özel hukuk tüzel kişileri olan şirketleri satın almaya
ilişkin yetki devrinin yapılması mevcut Anayasanın 123. maddesine göre mümkün
değildir. Ancak, 169 sayılı CBK ile Kuruma bu asli yetkinin verildiği
görülmektedir. Cumhurbaşkanına özel olarak tanımlanmış olan bu yetkinin devri,
Anayasa’nın 123. Maddesi çerçevesinde başka bir kuruma devredilemez
niteliktedir ve Cumhurbaşkanı karar alma yoluyla bir onay makamı haline
getirilemez. Ancak ve ancak bir Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle bir kamu tüzel
kişiliği olan şirket kurulabilir.
İdare Hukukunda “yetki”, idareye Anayasa ve yasalarla tanınmış
olan karar alma gücünü ifade eder ve idari işlemlerin en temel öğesini
oluşturur. Bir kamu düzeni sorunu olan yetki, ilgili norm çerçevesinde
Anayasa’da düzenlenmişse bu düzenlemeye uygun olarak kullanılmalıdır, yasa
koyucu tarafından hangi makam veya merciye verilmiş ise, ancak o makam veya
merci tarafından kullanılabilir. Bu bakımdan, normda açıkça belirtilmediği
sürece yetkili makam veya mercinin yetkisini devretmesi olanaklı değildir.
Aktarılan nitelikleri gereği, idare hukukunda yetkisizlik kural, yetkili olmak
istisnadır. Bu itibarla, yetki hükümlerinin sınır ve çerçevesinin ilgili normla
açıkça çizilmesi gerekir ve genişletici yoruma tabi tutulamaz; ancak açıkça
tanınmış bir yetki kullanılabilir. Anayasanın 123. Maddesinin üçüncü fıkrasına
göre Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kurulan kamu tüzel kişilikleri açısından
görev ve yetki belirleme hakkı cumhurbaşkanına tanınmamıştır. Dolayısıyla,
Cumhurbaşkanınca kurulan bir kamu kurumuna yetki devri ancak yasa ile
yapılabilir. Bunun dayanağı da Anayasanın 123. Maddesinde tanımlanan idarenin
yasallığı ilkesidir. Öte yandan iptale konu olan düzenleme, bir yetki devri
konusunu oluşturan bir düzenleyici işlem midir sorusu da önemlidir. Kanımızca
bir kamu tüzel kişiliğine başka bir kamu tüzel kişiliği (kamu şirketi) kurma
yetkisi yetki devri kapsamı dışındadır ve bu nedenle idarenin yetki alanının
sınırları içerisinde değildir. Anayasanın 124. maddesinde, idareye sadece
Cumhurbaşkanlığı kararnameleri veya yasalara aykırı olmamak üzere bunların
uygulanmasını sağlamak üzere yönetmelik çıkarabileceklerini belirterek idarenin
normatif alanını belirlemiş ve yetki devrinin sınırlarını da çizmiştir. Bu
nedenle Anayasanın 123. maddesinin birinci fıkrasında belirlenen idarenin
yasallığı ilkesi çerçevesinde görev ve yetkilerinin yasayla düzenlenmediği
hallerde bu tür kurumlara Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile yetki devri yapılamayacağı
açıktır.
Dolayısıyla söz konusu düzenleme Anayasanın 123. Maddesinin
birinci fıkrası kapsamında kanun ile düzenlenmesi gereken bir alandır ve 169
sayılı CBK’nın 1. Maddesiyle 23 sayılı CBK’nın 4. Maddesinin birinci fıkrasına
eklenen (r) bendi ile Türkiye Uzay Ajansına verilen şirket kurma veya bir
şirkete ortak olma yetkisi Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinin yetki alanı
dışındadır ve kanunla düzenlenmesi gerekir. Bu nedenle iptali talep edilen
düzenleme, Anayasanın 104. maddesinin 17. fıkrasına aykırıdır, iptali gerekir.
İkinci olarak Anayasanın 106. Maddesinin 11. fıkrasına göre
Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri, teşkilat yapısı
ile merkez ve taşra teşkilatlarının kurulması Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle
düzenlenebilir. Nitekim, 23 Sayılı CBK’nın 3. maddesi ile Sanayi ve Teknoloji
Bakanlığı ile ilgili Türkiye Uzay Ajansı kurulmuştur. 4. Maddesi ile de görev
ve yetkileri tanımlanmıştır. Ancak, iptale konu olan görev ve yetki ise
Anayasa’nın 106. Maddesinin 11. Fıkrasındaki düzenlemede belirlenen yetkinin
aşıldığını göstermekte ve Türkiye Uzay Ajansına ilgili yetkili organı kararı
ile Şirket Kurma, ortak olma, şirket satın alma, gibi yetkiler verilerek
bunların Cumhurbaşkanınca onaylanması halinde geçerli olacağını belirtmektedir
ve bu çerçevede bir yetki devri durumunu düzenlemektedir. Oysa, 106. Maddenin
11. Fıkrası ile Cumhurbaşkanına özel olarak verilen Cumhurbaşkanı kararnamesi
ile düzenleme yetkisi devredilemez nitelikte bir yetki olup, şirket kurmaya
ilişkin ilgili Bakanlığığa veya ilgili kuruma bu yetki devredilemez. Ayrıca,
norm hiyerarşisinde “Cumhurbaşkanı onayı” şeklindeki bir düzenleyici idari
işlem aracılığıyla bu yetki devri yapılamaz. Kaldı ki, Anayasa’nın 123. Maddesi
ile birlikte düşünüldüğünde söz konusu 106/11. Maddesi Cumhurbaşkanı yürütme
erki olarak tanımlandığından bu erke tanınan özel bir yetki türü olup, bir CBK
ile bu yetkinin devri mümkün olamaz. Ancak ve ancak, CBK ile düzenlenmiş
konularda teknik nitelikteki işlemlere yönelik ikincil mevzuat düzenlemesi
mümkün olabilir. Bir kamu tüzel kişiliği veya bir kamu şirketi kurma, şirkete
ortak olma, şirket satın alma ve satma gibi hususların asli düzenleme
kapsamında olduğu da Anayasa’nın 123. Maddesinde ayrıntılı olarak
tanımlandığından Türkiye Uzay Ajansına verilen bu yetki aynı zamanda
Anayasa’nın 106. Maddesine de aykırılık teşkil ettiğinden Cumhurbaşkanına
tanınan yürütme ile ilgili konulardan olmaması nedeniyle de Anayasa’nın 104/17.
Maddesine aykırılık teşkil etmektedir. Bu nedenle, Anayasanın 104. maddesine
aykırıdır, iptali gerekir.
b. Anayasa’nın 123. Maddesine Aykırılık
Anayasa’nın 123. Maddesinin birinci fıkrasında idarenin
bütünlüğü ilkesi tanımlanmıştır. “İdare, kuruluş ve görevleriyle bir bütündür
ve kanunla düzenlenir.” Şeklindeki ilkeye göre de; genel anlamda kamu kurum ve
kuruluşlarının kurulması ve görevlerinin belirlenmesinin dayanağı kanunilik
ilkesiyle uyumlu olmalıdır. Bir diğer deyişle kamu tüzel kişiliği kurma ve
görevlerini belirleme yetkisi kanun koyucudadır. 2018 yılında Anayasanın 123.
maddesinin üçüncü fıkrasında yapılan bir düzenleme ile daha önce kanun
koyucunun yetki devri yöntemi ile yürütmeye verebileceği yetki daraltılmış ve
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile kamu tüzel kişiliğinin kurulabilmesine olanak
sağlayan özel bir yetki Anayasal olarak tanımlanmıştır. Burada önemli olan
husus ise Anayasanın kanunilik ilkesinin ilkesi ile yarışan bir yetki tanıdığı
alan, sadece kamu tüzel kişiliğinin kurulmasıdır. Kamu tüzel kişiliğinin bir
şirket veya başka bir kamu tüzel kişiliği kurması, başka bir şirkete ortak olma
kararı alması gibi görev ve yetkilerinin belirlenmesi ise Cumhurbaşkanının
yetki devriyle Kurumca alınacak bir kararla yapılamaz. Bu görev ve
yetkilendirmenin yine kanun koyucunun uhdesinde olduğu görülmektedir.
İptal isteminin konusu olan Türkiye Uzay Ajansının Cumhurbaşkanı
onayıyla yurtiçinde ve/veya yurtdışında şirket kurma veya bir şirkete ortak
olma, kurulmuş şirketlerde imtiyazlı pay sahibi olma, şirket satın alma, sahip
olduğu şirketleri veya hisselerini devretme kararı alması da, bu doğrultuda ele
alınmalıdır. Türkiye Uzay Ajansının görevleri ile yetkileri ve hukuki statüsü,
bir bakanlığın bağlı kuruluşu olmaması, özerk bir bütçeye sahip olması
nedeniyle Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile belirlenebilecek alanın dışındadır.
Anayasa’nın 123. maddesi açıkça kamu tüzel kişiliğinin (burada
kamuya ait şirket kurma, şirkete ortak olma, şirket satın alma da bu hususa
dahildir) kurulmasını İdarenin yasallığı ilkesi gereğince yasa ve özel yetki
düzenlemesi çerçevesinde de Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’ne vermiştir.
Dolayısıyla Türkiye Uzay Ajansına başka bir kamu tüzel kişiliği kurmaya,
ortaklık kurmaya ve özel hukuk tüzel kişileri olan şirketleri satın almaya
ilişkin yetki devrinin yapılması mevcut Anayasanın 123. maddesine göre mümkün
değildir. Ancak, 169 sayılı CBK ile Kuruma bu asli yetkinin verildiği
görülmektedir. Cumhurbaşkanına özel olarak tanımlanmış olan bu yetkinin devri,
Anayasa’nın 123. Maddesi çerçevesinde başka bir kuruma devredilemez
niteliktedir ve Cumhurbaşkanı karar alma yoluyla bir onay makamı haline
getirilemez. Ancak ve ancak bir Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle bir kamu tüzel
kişiliği olan şirket kurulabilir.
Bu nedenle Anayasanın 123. maddesinin birinci fıkrasında
belirlenen idarenin yasallığı ilkesi çerçevesinde görev ve yetkilerinin yasayla
düzenlenmediği hallerde bu tür kurumlara Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile yetki
devri yapılamayacağı açıktır. Bu çerçevede iptali istenen kural ile getirilen
yükümlülüğün yasa ile düzenlenmesinin bir zorunluluk olduğu açıktır.
Dolayısıyla söz konusu düzenleme Anayasanın 123. Maddesinin
birinci fıkrası kapsamında kanun ile düzenlenmesi gereken bir alandır ve 169
sayılı CBK’nın 1. Maddesiyle 23 sayılı CBK’nın 4. Maddesinin birinci fıkrasına
eklenen (r) bendi ile Türkiye Uzay Ajansına verilen şirket kurma veya bir
şirkete ortak olma yetkisi Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinin yetki alanı
dışındadır ve kanunla düzenlenmesi gerekir. Bu nedenle iptali talep edilen
düzenleme, Anayasanın 123. maddesine aykırıdır, iptali gerekir.
c) Anayasanın 2. Maddesine Aykırılık
Hukuk devleti, bütün işlem ve eylemlerinin hukuk kurallarına
uygunluğunu başlıca geçerlik koşulu sayan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni
kurmayı amaçlayan ve bunu geliştirerek sürdüren, hukuku tüm devlet organlarına
egemen kılan, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, insan haklarına
saygı duyarak bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, Anayasa’ya ve hukuk
kurallarına bağlılığa özen gösteren, yargı denetimine açık olan, yasaların
üstünde yasa koyucunun da uymak zorunda olduğu temel hukuk ilkeleri ile
Anayasa’nın bulunduğu bilinci olan devlettir (Anayasa Mahkemesi’nin 02.06.2009
tarihli ve 2004/10 E.; 2009/68 K. sayılı Kararı). Hukuk devletinin ön
koşullarından olan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir
olmasını; hukuki belirlilik ilkesi de, kanun hükümlerinin şüpheye yer
vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılabilir olmasını ve ayrıca kamu
otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlemler içermesini ifade
etmektedir (bkz. AYM 9.2.2017, 2016/143 E.– 2017/23 K. par. 13; RG.
12.4.2017-30036) (Anayasa Mahkemesi’nin 04.05.2017 tarihli ve 2015/41 E.;
2017/98 K. sayılı Kararı). Başka bir deyişle, hukuk devleti ilkesi gereğince,
idareye işlem yaparken ve eylem tesisi ederken veya görevlerini yerine
getirirken belirli oranda hareket serbestliği sağlayan takdir yetkisinin
kullanımı mutlak, sınırsız, keyfi biçimde gerçekleşemez; idarenin takdir
yetkisinin sınırları, keyfi işlem ve eylemleri önlemek amacıyla kanunla
çizilmelidir. Öte yandan; Anayasa’nın 123’üncü maddesinde yer alan idarenin
kanuniliği ilkesinin iki boyutu bulunmaktadır. İlk boyutu, idarenin
secundumlegem özelliğidir (kanuna dayanma ilkesidir). Bu ilkeye göre idarenin
düzenleme yetkisi kanundan kaynaklanır. İkinci boyutu, idarenin intralegem
özelliğidir (kanuna aykırı olmama ilkesidir). Bu ilkeye göre idarenin işlem ve
eylemleri, kanunun çizdiği sınırlar içinde kalmalıdır.
Bu nedenle Türkiye Uzay Ajansının Cumhurbaşkanı onayıyla
yurtiçinde ve/veya yurtdışında şirket kurma veya bir şirkete ortak olma,
kurulmuş şirketlerde imtiyazlı pay sahibi olma, şirket satın alma, sahip olduğu
şirketleri veya hisselerini devretmeye yönelik kararının; hukuk devletinin
temel taşı olan maddi anlamdaki hukukilik kıstasının gereklerini karşılaması ve
bir CBK’ya dayanması ile aykırı olmaması için; genel çerçevesinin keyfi
uygulamaya yer vermeyecek açıklıkta CBK düzeyinde çizilmesi gerekmektedir.
Ancak CBK ile yapılan bu yetki devrinde, -anayasal ilkelerin aksine- hangi
hallerde şirkete ortak olunabileceği (söz gelimi bir faaliyeti gerçekleştirmek
için en baştan bizzat Ajans tarafından şirket kurulmasının, bir şirkete ortak
olunmasına nazaran daha maliyetli olduğunun fizibilite raporları ile tespit
edilmesi) ve hangi şirketlere üye olunabileceği (söz gelimi yerli şirketlere,
cirosu belirli eşiği aşmış şirketlere, yürütülecek faaliyet konusunda gerekli
deneyime sahip şirketlere) konusunda tamamen sessiz kalmış;
somut-nesnel-maddi-açık-anlaşılabilir ölçüt öngörmemiş; bu konuyu
Cumhurbaşkanının uhdesine bırakmıştır. Yine bu konuda teknik bilgiye sahip olan
Yönetim Kurulu’nun karar alınırken bir irade ortaya koyması, CBK düzeyinde
öngörülmemiştir. O kadar ki; iptali talep edilen düzenlemenin içerdiği
belirsizlik ve öngörülemezlik nedeniyle; Ajans yönetim kurulu, yurtiçinde
ve/veya yurtdışında sektörde faaliyet gösteren şirketleri keyfi şekilde tayin
edilecektir. Bu durum ise kamu kaynağı kullanan Ajansın bütçesinin israf
edilmesine neden olacaktır.
Bu kapsamda Ajansın yapacağı düzenlemeleri, tek başına ve çok
kısa vadede değiştirebilmesi olasılığı da; gerek Ajans gerek şirketler
bakımından hukuki öngörülebilirlik ilkesini zedelemektedir. Cumhurbaşkanının
uhdesine sınırları belirsiz, aşırı ölçüde geniş bir düzenleme alanının
bırakılması, iptali talep edilen bendin uygulanmasını sağlamaya ilişkin
anayasal işlevinin ötesine geçerek, şekli anlamda bir CBK aracılığıyla, Türkiye
Uzay Ajansının (düzenleyici ve dahi birel) işlemlerine, maddi anlamda CBK
çıkarma yetkisinin tanınması anlamına gelecektir.
Söz konusu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin iptali talep edilen
hükmü, şirketlere ortak olunmasına yönelik kararı, Ajansın işlemlerinin konusu
yapmış, Cumhurbaşkanını da bu işlemlerin onay merci haline getirmiştir ve
hukuki dayanaktan yoksun bırakmıştır. CBK düzeyinde nesnel ölçütlerle
belirlenmesi gereken şirketlere ortak olunabilecek haller ile ortak olunacak
şirketleri, Türkiye Uzay Ajansının düzenleyici (ve dahi birel) işlemlerine
tevdi eden ve yukarıda tanımlandığı anlamda maddi anlamda hukukilik ilkesinin
gereklerini yerine getirmeyen ihtilaflı düzenleme Anayasa’nın 2. maddesine
aykırıdır.
d. Anayasa’nın 6. ve 8. Maddelerine Aykırılık
Anayasa’nın 8. maddesinde “Yürütme yetkisi ve görevi,
Cumhurbaşkanı tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve
yerine getirilir” hükmüne yer verilmiştir.
169 sayılı CBK’nın 1. maddesiyle değiştirilen 23 sayılı CBK’nın
4. maddesinin birinci fıkrasına eklenen (r) bendi, Anayasa’nın 123. maddesinde
belirlenen kanunilik ilkesiyle çelişmektedir. Bu düzenleme kanun koyucunun
yetkisi alanında olan bir kamu tüzel kişiliğinin Cumhurbaşkanı onayıyla
yurtiçinde ve/veya yurtdışında şirket kurma veya bir şirkete ortak olma,
kurulmuş şirketlerde imtiyazlı pay sahibi olma, şirket satın alma, sahip olduğu
şirketleri veya hisselerini devretme yetkisi verilmesi işleminin, hukuki olarak
idare hukukundaki yetki devri hakkı kapsamında değerlendirilemez. İptali talep
edilen bend, yasama yetkisini ihlal edici özellikte, adeta yeni bir yasal
düzenleme niteliğindedir. Anayasa’nın 123. maddesinde belirlenmiş olan
kanunilik ilkesini zedeleyici niteliktedir. Bu nedenle söz konusu düzenleme
Anayasa’nın 8. maddesine aykırıdır, iptali gerekir.
Öte yandan, Anayasa’nın 6. maddesine göre, ”Hiçbir kimse veya
organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz”. Ancak iptali
talep edilen düzenleme ise açık bir biçimde kanun ile düzenlenmesi gerektiği
belirtilen bir alanda yasama erkinin yetkisi alanına müdahale etmektedir.
Haliyle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 8. maddesine olduğu kadar 6. maddesine
de aykırıdır, iptali gerekir.
e. Anayasa’nın 7. Maddesinde Belirlenen Yasama Yetkisinin
Devredilemezliği İlkesine Aykırılık
Yürütme organı Anayasada öngörülmüş durumlar dışında kanunların
düzenlemediği bir alanda kendiliğinden kural koyamaz. Ya da bir kanuna aykırı
olarak bir kural koyamaz.
169 sayılı CBK’nın 1. maddesiyle değiştirilen 23 sayılı CBK’nın
4. maddesinin birinci fıkrasına eklenen (r) bendi ile Türkiye Uzay Ajansına,
Cumhurbaşkanı onayıyla yurtiçinde ve/veya yurtdışında şirket kurma veya bir
şirkete ortak olma, kurulmuş şirketlerde imtiyazlı pay sahibi olma, şirket
satın alma, sahip olduğu şirketleri veya hisselerini devretme yetkisi verilmesi
düzenlenmektedir.
Söz konusu düzenleme ile Anayasa’nın 123. maddesinde yasa ile
düzenlenmesi öngörülmüş bir alanda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenleme
yapılmaktadır. Yapılan bu düzenleme ile aynı zamanda Anayasa’nın 106/11.
Maddesindeki CBK ile düzenleme yapma yetkisinin devrinin sınırlarını aşan bir
düzenleme yapılmıştır. Yürütme organı Anayasada öngörülmüş durumlar dışında
hukuki norm hiyerarşisini ortadan kaldırarak kendiliğinden kural koyamaz.
Dolayısıyla kamu tüzel kişiliklerine Cumhurbaşkanı onayıyla
yurtiçinde ve/veya yurtdışında şirket kurma veya bir şirkete ortak olma,
kurulmuş şirketlerde imtiyazlı pay sahibi olma, şirket satın alma, sahip olduğu
şirketleri veya hisselerini devretme yetkisi gibi yetki verilmesi, yürütmeye
Anayasa’ya aykırı bir yetki tanımlanması, yasama yetkisinin veya CBK ile
düzenleme yapma yetkisinin devrine ilişkin sınırın aşıldığını ve yürütmenin
yasamanın yetki alanına müdahale ettiğini göstermektedir. Bu nedenle, söz
konusu madde, Anayasa’nın 7. maddesinde belirlenen yasama yetkisinin
devredilemezliği ilkesine aykırıdır, iptali gerekir.
f. Anayasa’nın Başlangıç İlkelerine ve 2., 6., 11. ve 104/2.
Maddelerine Aykırılık
Başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik
ve sosyal bir hukuk Devleti” olan Cumhuriyet, erkler ayrılığı ilkesinde
somutlaşır: “Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması
anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret
ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak
Anayasa ve kanunlarda bulunduğu;” (Başlangıç, prg.4). Anayasa’nın 7., 8. ve 9.
maddeleri de; yasama, yürütme ve yargı yetkilerini ayrı ayrı düzenlemektedir.
169 sayılı CBK’nın 1. maddesiyle değiştirilen 23 sayılı CBK’nın
4. maddesinin birinci fıkrasına eklenen (r) bendi, yukarıda açıklanan
nedenlerle, erkler ayrılığı ilkesini somutlaştırdığı şekliyle “Anayasa ve
kanunların üstünlüğü” ilkesini ihlal ettiğinden, Anayasa’nın 2. maddesine ve
Başlangıç prg. 4’e de aykırılık oluşturmaktadır.
Bu aykırılık durumu, “kaynağını Anayasa’dan almayan Devlet
yetkisi kullanma yasağı” (md.6) karşısında ve Anayasanın bağlayıcılığı ve
üstünlüğü ilkesi (md.11) ile daha belirgin hale gelmektedir. Dahası, CB’nin,
“Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını
temin” etme yükümlülüğü (md.104/2), aykırılık durumunu, aşikâr olmanın ötesinde
tehlikeli hale getirmektedir. Bu sebeplerle, erkler ayrılığı ilkesini çiğnemek
suretiyle Anayasa’ya aykırı bir yetki kullanımını öngören iptali istenen
düzenleme; Başlangıç kısmındaki ilkelerle beraber Anayasa’nın 2., 6., 11. ve
104/2. maddelerine de aykırılık teşkil etmektedir.
Yukarıda belirtilen nedenlerle 169 sayılı CBK’nın 1. maddesiyle
değiştirilen 23 sayılı CBK’nın 4. maddesinin birinci fıkrasına eklenen (r)
bendi, Anayasa’nın, Başlangıç ilkelerine, 2., 6., 7., 8., 11., 104/2, 104/17.,
106. ve 123. maddelerine aykırı olması nedeniyle iptali talep edilmektedir.
I.
YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ
Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri, 6771 sayılı Anayasa Değişikliği
Kanunu ile Anayasada yapılan değişikliklerle hukuk sistemimize girmiş ve 24
Haziran Seçimleri sonucunda Cumhurbaşkanının yemin ederek görevine başlamasıyla
yürürlüğe girmiştir. Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile ilk defa yürütme
organına, dayanağını doğrudan Anayasadan alan bir düzenleme yetkisi
tanınmıştır. Anayasa’da önemli sınırlamalar getirilerek tanınmış olan bu
yetkinin, anayasal sınırlar çerçevesinde kullanılması, kötüye kullanılmaması ve
yasama yetkisinin devri niteliği taşımaması, Anayasa’nın başta 6., 7. ve 8.
maddeleri gereği olup, örgütlenmesi, erkler ayrılığına dayanan demokratik hukuk
devletinin yaşama geçirilmesi açısından hayati önem taşımaktadır. Oldukça güçlü
yetkilerle donatılmış ve doğrudan halk tarafından seçilen Cumhurbaşkanının
Anayasa’da kendisine tanınan sınırlı alanı aşarak her konuda düzenlemeler
yapması, demokratik hukuk devletinin özünü oluşturan denge ve denetleme
mekanizmalarını işlevsiz hale getirecek, sistemi yürütmenin keyfi yönetimine
dönüştürecektir.
Göreve başlamasının hemen ardından Cumhurbaşkanınca oldukça
kapsamlı pek çok CBK çıkarıldığı görülmektedir. Gerekçesiz bu CBK’lerin pek
çoğunda da çerçevesini Anayasa’nın açıkça çizdiği yetki sınırlarının aşıldığı,
Anayasanın CBK ile düzenlenmesini yasakladığı alanlarda düzenlemeler yapıldığı
görülmektedir. Yukarıda iptali istenen kural da Anayasanın cumhurbaşkanlığı
kararnamesi ile düzenlenmesini yasakladığı alanlara ilişkin bir düzenleme
oluşturmaktadır. Bu nedenle ultra vires geçersizlikle maluldür. Bu
bakımdan Anayasa Mahkemesince ivedilikle incelenerek yetki dışı düzenlemelerin
iptal edilmesi ve hukuk sisteminden ayıklanması, normlar hiyerarşisine dayanan
hukuk düzeninin devamlılığı bakımından hayati önem taşımaktadır.
24/12/2024 tarihli ve 169 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin
iptali istenen hükümlerinin açıkça Anayasa’ya aykırı olduğu yukarıda etraflı
bir şekilde açıklanmıştır.
Anayasa’nın temel ilkelerine, insan hakları, hukuk devleti ve
demokrasi değerlerine ağır bir saldırı oluşturan kuralların yürürlüğünün derhal
durdurulması, hayati önem taşımaktadır.
Anayasal gereklere uymadan kabul edilen ve iptal edilmesi
gereken bir kuralın uygulanması halinde telafisi imkânsız zararların doğacağı
açıktır. O kadar ki; iptali istenen kurallar, demokratik hukuk devletinin
esasını ortadan kaldıracaktır.
Diğer taraftan, Anayasal düzenin hukuka aykırı kural ve
düzenlemelerden en kısa sürede arındırılması, hukuk devletinin temel gereğidir.
Anayasa’ya aykırılıkların sürdürülmesi, özenle korunması gereken hukukun
üstünlüğü ilkesini de zedeleyecektir. Hukukun üstünlüğünün sağlanamadığı bir
düzende, kişi hak ve özgürlükleri güvence altında sayılamayacağından, bu
ilkenin zedelenmesi, hukuk devleti yönünden giderilmesi olanaksız durum ve
zararlara yol açacaktır.
Ayrıca, burada tekrar vurgulanmalıdır ki; Anayasa’nın
çerçevesini ve sınırlarını sınırlı sayı ilkesiyle (numerus clausus)
belirlemiş olduğu yetki alanı dışında çıkarılan cumhurbaşkanlığı kararnameleri,
Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerine inşa edildiği erkler ayrılığı ilkesinin ve bu
çerçevede Devletin yönetim biçimine ilişkin emredici ve yasaklayıcı Anayasa
hükümlerinin ihlal edilmesi sonucunu doğurduğu kadar, Devlet’in hukuki
yapılanmasının çerçevesini oluşturan normlar hiyerarşisinin de bozulmasına
sebep olmaktadır. Siyasi rejimin, hesap verebilir hükümet sistemine dayanan demokrasiden,
hesap verebilirlik ilkesinden arındırılan ve yürütmenin, yani hükümet etme
yetkisinin tek başına Devlet başkanına tevdi edildiği monokrasiye kaydırıldığı,
yargının bağımsızlığını yitirdiğine ilişkin çok ciddi iddia ve tespitlerin
bulunduğu bir tarihsel zaman diliminde (bu son nokta hakkında bkz. Türkiye’nin
AİHS’nin 18. maddesini ihlal ettiğine karar veren müteakip karar: AİHM,
Kavala/Türkiye, başvuru no: 28749/18, 10 Aralık 2019, p.197-232), AYM’nin, açık
şekilde Anayasa’nın çizdiği yetki çerçevesinin dışına çıkan cumhurbaşkanlığı
kararnamesi maddelerinin yürürlüklerinin durdurulmasına karar vermesi;
Anayasa’nın tanımladığı şekliyle Devlet düzeninin sağlıklı işleyişi, hukuk
devletini ilkesinin asgari gereklerinin işletilmesi ve demokrasinin devamı
açısından yaşamsal olduğu kadar, Anayasa Mahkemesi’nin varlık sebebi açısından
da bir zorunluluktur.
Yukarıda sayılan türde zarar ve durumların doğmasını önlemek
amacıyla, Anayasaya açıkça aykırı olan söz konusu maddelerin iptal davası
sonuçlanıncaya kadar yürürlüğünün de durdurulması istenerek Anayasa Mahkemesine
dava açılmıştır.
IV. SONUÇ VE İSTEM
24/12/2024 tarihli ve 169 sayılı Türkiye Uzay Ajansı Hakkında
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesi’nin; 1. maddesi ile değiştirilen 23 sayılı CBK’nın 4. maddesinin
birinci fıkrasına eklenen (r) bendinin, Anayasa’nın, Başlangıç ilkelerine, 2.,
6., 7., 8., 11., 104/2, 104/17., 106. ve 123. maddelerine, aykırı olması
nedeniyle iptaline ve dava sonuçlanıncaya kadar yürürlüğünün durdurulmasına,
karar verilmesine ilişkin istemimizi saygı ile arz ederiz.”