“Uygulamada belirsiz alacak davası, kanun hükmü gereği, dava
değeri ne olursa olsun 10-20 TL veya 1.000-2.000 TL gibi temsili miktarlar
üzerinden açılmaktadır. Bu şekilde cüzi miktarlar üzerinden dava açılması hem
itiraza konu ettiğimiz kanun maddesinin ilgili kısmı için hem de fazla harç
ödememek ve bu şekilde alacağı parçalara bölerek davanın başarı şansını denemek
için açılmaktadır.
Belirsiz alacak davasına yönelik olarak uygulamada ortaya çıkan
sorunlardan birisi, davacının dava türüne ilişkin iradesinin dava dilekçesinden
açıkça anlaşılamadığı hâllerde mahkemece ne şekilde karar verilmesi
gerektiğidir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından verilen kararlarda,
belirsiz alacak davasının istisnaî niteliği haiz olduğu ve bu davanın
açıldığının dava dilekçesinde açıkça belirtilmesi gerektiği kabul edilmiş; bu
şekilde bir belirleme yapılmadan açılan davalarda Yargıtay’ın bazı daireleri
davaya kısmî dava olarak devam edilmesi gerektiğine, bazı daireleri ise hukukun
hâkim tarafından re’sen uygulanması gerektiğinden hareketle hâkimin davayı
belirsiz alacak davası olarak görmesi gerektiğine karar vermiştir. Kısmi davaya
ilişkin hükmün iptali ile birlikte artık bu tartışmalar da son bulacaktır.
Belirsiz alacak davası özünde bir eda davası olup bu davada
davacı, alacağının varlığının tespitini ve tamamının ödenmesine hükmedilmesini
istemektedir. Belirsiz alacak davasını genel eda davasından ayıran yön, talep
sonucunun zamanaşımı veya davanın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın
artırılabilmesine imkân sağlamasıdır. Belirsiz alacak davasında davacı,
alacağının miktarını veya değerini tam olarak belirleyemediği için davasının
miktarını ya da değerini sonradan artırmak üzere en düşük miktar veya değerden
göstermektedir. Ancak alacağın varlığının tespiti ile karşı tarafın bunu
ödemeye mahkûm edilmesi yönünden belirsiz alacak davasının genel eda davasından
hiçbir farkı bulunmamaktadır. Bunun yanında belirsiz alacak davası,
zamanaşımının tüm alacak yönünden kesilmesi ve alacağın miktarının veya
değerinin kesin olarak belirlenebilir olmasından sonra davanın genişletilmesi
yasağına tabi olmaksızın değerinin artırılabilmesi imkânı sağlaması yönüyle eda
davasına nazaran avantajlar sağlamaktadır. Bu sebeple bir alacağın belirsiz
alacak davası olarak yargılamaya konu edilmesi alacaklılar yönünden tercih
edilen bir durumdur.
Tüm bu anlattıklarımız kapsamında ilgili hükmün iptali ile
birlikte iki yol olacaktır. Ya alacak belirli olacak ve belirli (tam eda) dava
açılacak ve eksiklik olması halinde HMK m. 119/2 uyarınca talebin açık olmadığı
kabul edilerek, alacağın belirli hale getirilmesi için davacıya bir haftalık
kesin süre verilecek, talep sonucu netleştirilecek, ya da belirsiz olması
halinde bunun gerekçeleri ile ortaya konulması istenecek ve yaklaşık değeri (11
numaralı iptal davasına konu ettiğimiz hüküm) üzerinden dava açılacaktır.
Anayasa mahkemesi kararları da bu doğrultudadır. Şöyle ki;
İsmail Avcı Başvurusu, AYM, Başvuru No: 2019/12190, K. T. 22.02.2022, para.69
vd., Resmî Gazete, S: 31815, T: 20.04.2022; Faysal Çifçi ve Diğerleri
Başvurusu, AYM, Başvuru No: 2019/17969, K. T. 08.06.2023, para.21, Resmî
Gazete, S: 32331, T: 06.10.2023. Söz konusu kararlarda Anayasa Mahkemesi,
belirsiz alacak davasının özünde bir eda davası olmasından hareketle belirli
alacaklar bakımından belirsiz alacak davası açılması hâlinde, ancak Hukuk
Muhakemeleri Kanunu’nun 119. maddesinin 2. fıkrası uyarınca davacıya süre
verilerek talep sonucuna ilişkin eksikliğin giderilmesinin talep
edilebileceğini, dava şartı eksikliğinin giderilebilir olduğu hâllerde
öncelikle bu eksikliğin tamamlanmaya çalışılması gerektiğini ifade ederek
davanın hukukî yarar eksikliği yönünden reddinin hem zamanaşımına ilişkin maddî
hukuktan kaynaklanan sorunlara sebebiyet vermesi hem de yeniden dava açmaya
zorlanması nedeni ile davacı bakımından aşırı külfetli olduğunu kabul etmiştir.
Alacak tamamen belirli ise belirli alacak davası olarak
açılmalı, eksiklik olması halinde talebini netleştirmek üzere HMK 119/1-ğ ve
119/2 maddesi uyarınca mahkemece süre verilmelidir. Belirsiz alacak davası
açılması halinde ise yaklaşık değer üzerinden dava açılmalı, diğer iptal
davalarına konu ettiğimiz üzere harç tamamlamaya ve ıslaha gerek kalmadan
talebin netleşmesi halinde tarafça belirlenen miktara uygun olarak arttırılıp
azaltılma beyanına uygun olarak hüküm kurulmalıdır. Yoksa kısmi davada olduğu
gibi 10 TL üzerinden dava açılarak harçtan kaçınmak, yargılamanın gidişatına
göre ıslah yoluna başvurmak veya harç ödemek herşeyden öte dürüstlük kuralına
aykırıdır. Bir hak talep ediliyorsa en net şekliyle ortaya konulmalıdır. Parça
parça talep edilmesi doğru değildir. Yine şu hususa açıklık getirmek gerekir ki
bir hakkın talep edilmesi her zaman taraflardan belirlenmesi mümkün
olmayabilir. Ancak Harçlar kanunu'nun "Değer esası" madde başlığıyla
düzenlenen 16/3; "Değer tayini mümkün olan hallerde dava dilekçelerinde
değer gösterilmesi mecburidir. Gösterilmemişse davacıya tesbit ettirilir.
Tesbitten kaçınma halinde, dava dilekçesi muameleye konmaz.
" maddesinde de belirtildiği üzere dava açılırken yaklaşık
bir değerin belirlenmesi gerekmektedir.
Belirsiz alacak davası, alacağın miktarının davacı tarafından
beklenmesinin imkansız veya çok zor olduğu durumlarda uygulama alanı bulmaktadır.
Yol kenarında bulunan evin duvarına iş makinasının çarpması ile evde oluşan
hasar, aracıyla kaza yapan şoförün araçta oluşan maddi hasar, aynı araçta
yaralanan yolcunun uğradığı cismani zarar, fazla mesai yapan ve bunu yazılı
delil ile ispatlayamayan işçinin talep ettikleri belirsiz alacak davasına konu
edilecek alacaklardır. Ancak bu alacaklar için 10-20 TL gibi göstermelik dava
değerleri değil, yaklaşık değerlerin gösterilmesi gerekir. Mesala evin duvarı
için metrekare başına inşaat maliyeti hesabı ile yaklaşık bir değer
belirlenebilir, aracın hasara uğraması halinde ise tamir için tamircilerce
tahmini bir bedel çıkarılabilir, yaralanan yolcunun sgk tarafından hazırlanan
malüliyet ve işverenin kusuruna göre isteyebileceği tazminat, haftada veya ayda
ortalama kaç saat fazla mesai yaptığını beyan eden işçinin talep edeceği fazla
mesai ücreti tam olarak belirlenemese de yaklaşık olarak belirlenebilir.
Meclis komisyon görüşmeleri de göz önünde bulundurulduğunda
asgari miktarın HUMK döneminden kalma kısmi alacak davasından esinlenilerek
getirilen bir düzenleme olduğu aşikardır. Her ne kadar belirsiz alacak
davasının getirilmesi ile hukuk yargılamasında büyük bir adım atılmışsa da
asgari bir tutar belirtilmek suretiyle dava açılmasının öngürülmesi kısmi davadaki
kalıpların tamamen kırılamadığının bir göstergesidir. Belirsiz alacak davası
açılması halinde yaklaşık değer üzerinden dava açılmalı, diğer iptal davalarına
konu ettiğimiz üzere harç tamamlamaya ve ıslaha gerek kalmadan talebin
netleşmesi halinde tarafça belirlenen miktara uygun olarak arttırılıp azaltılma
beyanına uygun olarak hüküm kurulmalıdır. 10 TL gibi göstermelik değerler
üzerinden dava açılarak hem harçtan kaçınmak hem de yargılamanın gidişatına
göre talep arttırımında bulunmak herşeyden öte dürüstlük kuralına aykırıdır.
Bir hak talep ediliyorsa en net şekliyle ortaya konulmalıdır.
İPTALİ İSTENEN KANUN MADDESİNİN ANAYASA'ya ve AİHS'ye AYKIRILIĞI
VE HUKUKİ GEREKÇESİ :
Anayasa'nın 2. maddesi (Cumhuriyetin nitelikleri-Hukuk devleti)
uyarınca yapılan değerlendirmede;
Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti eylem ve
işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren,
hukuki güvenliği sağlayan, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan,
hukuk kurallarıyla kendini bağlı sayan ve yargı denetimine açık olan devlettir.
(AYM, E.2023/161, K.2024/53, 22/02/2024, § …) (AYM, E.2017/48, K.2017/129,
26/07/2017, § …)
Anayasa’nın anılan maddesinde güvence altına alınan hukuk
devleti ilkesi gereği kanunlar kamu yararı amacıyla çıkarılır. Anayasa
Mahkemesinin kararlarına göre kamu yararı genel bir ifadeyle bireysel, özel
çıkarlardan ayrı ve bunlara üstün olan toplumsal yararı ifade etmektedir. Kanunun
amaç ögesi bakımından Anayasa’ya uygun sayılabilmesi için çıkarılmasında kamu
yararı dışında bir amacın gözetilmemiş olması gerekir. Kanunun kamu yararı
dışında bir amaçla yalnız özel çıkarlar için veya yalnızca belirli kişilerin
yararına olarak çıkarılmış olduğu açıkça anlaşılabiliyorsa amaç unsuru
bakımından Anayasa’ya aykırılık söz konusudur. (AYM, E.2023/161, K.2024/53,
22/02/2024, § …)
Kural uyarınca belirsiz alacak davalarında yaklaşık değer
üzerinden, yani davacı tarafça belirlenebilecek miktar üzerinden dava açılaması
gerekirken temsili rakamlar üzerinden dava açılması ve buna yasalarca müsade
edilmesi kamu yararına aykırı olup, adil bir düzen kurmak yerine orantısız
şekilde yargılama gideri gibi bir kısım konularda orantısız olarak davacının yararına
hareket edilmektedir. Bu uygulamanın adil bir düzen öngörmemesi nedeniyle
hukuki güvenlik ilkesini zedelemektedir.
Diğer yandan kanun koyucu, takdir yetkisi kapsamındaki
düzenlemeleri yaparken hukuk devleti ilkesinin de bir gereği olan ölçülülük ilkesiyle
bağlıdır. Söz konusu ilke, kuralda öngörülen düzenleme ile ulaşılmak istenen
amaç arasında makul bir dengenin bulunmasını gerektirmektedir (AYM, E.2020/95,
K.2022/3, 26/1/2022, § 17; E.2019/88, K.2022/159, 13/12/2022, § 28). (AYM,
E.2023/161, K.2024/53, 22/02/2024, § …)
Bu bağlamda belirsiz alacak davası açılırken asgari miktar
üzerinden dava açılması, öngörülen düzenlemenin ulaşılmak istenen amaç için
makul olmadığı sonucuna varılmıştır. Aynı amaca yaklaşık değer belirtilmek
suretiyle gidilebileceği de gözetildiğinde ölçülü bir düzenleme olmadığı
sonucuna varılmıştır.
Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön
koşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki
güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem
ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde
bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.
Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden
herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır
ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına
karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir. Bu bakımdan kanunun metni,
bireylerin gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle hangi somut eylem ve
olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını belli bir açıklık ve
kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek düzeyde kaleme alınmış olmalıdır.
Dolayısıyla kanunun uygulanması öncesinde muhtemel etki ve sonuçlarının yeterli
derecede öngörülebilir olması gereklidir (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013;
Karlis A.Ş., § 34). Belirlilik ilkesi hukuksal güvenlikle bağlantılı olup
birey, belirli bir kesinlik içinde hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal
yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini
doğurduğunu kanundan öğrenebilme imkânına sahip olmalıdır. Birey, ancak bu
durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörüp davranışlarını düzenleyebilir
(Karlis A.Ş., § 34).
Bu kapsamda yapılan değerlendirmede asgari değer üzerinden dava
açılması ve yasanın buna cevaz vermesi hukuki belirlilik ilkesine aykırılık
oluşturmaktadır. Yaklaşık değer üzerinden açılmayan dava nedeniyle davalı
açısından düzenlemenin öngörülebilir olmadığı da aşikardır.
Anayasa'nın 5. (Devletin Temel Amaç Ve Görevleri-kişinin temel
hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak
surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak) uyarınca
yapılan değerlendirmede;
Anayasa'nın 5. maddesinde "Devletin temel amaç ve
görevleri, Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin
bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun
refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini,
sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan
siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî
varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır." denilmektedir.
Buna göre kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak devletin
temel amaç ve görevlerindendir.
Anayasa'nın 5. maddesinde; kişinin temel hak ve hürriyetlerini,
sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal,
ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak, insanın maddi ve manevi varlığının
gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak devletin temel amaç ve
görevleri arasında sayılmıştır. Buna göre bireylerin yaşam şartlarının
iyileştirilmesi ve hak ve özgürlüklere ulaşmalarının önündeki her türlü engelin
kaldırılması devletin anayasal bir ödevidir. (Tuğçe Akgül Maraş, B. No:
2019/6744, 1/11/2023, § …)
Bu kapsamda yapılan değerlendirmede asgari bir miktar üzerinden
dava açılması adalet ilkeleriyle bağdaşmayan bir uygulamadır. Devletin,
yaklaşık değer üzerinden dava açılması sağlanacak şekilde yasal düzenleme
yapması devletin yükümlülüğündedir.
Anayasa'nın 10. maddesi (Kanun Önünde Eşitlik) uyarınca yapılan
değerlendirmede;
Anayasa’nın 10. maddesinde “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet,
siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım
gözetilmeksizin kanun önünde eşittir./ Kadınlar ve erkekler eşit haklara
sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu
maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz./
Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile
malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz./
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz./ Devlet organları
ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun
olarak hareket etmek zorundadırlar.” denilmek suretiyle kanun önünde eşitlik
ilkesine yer verilmiştir.
Anayasa’nın anılan maddesinde belirtilen kanun önünde eşitlik
ilkesi hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli
değil hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı aynı durumda
bulunan kişilerin kanunlar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak,
kişiler arasında ayrım yapılmasını ve kişilere ayrıcalık tanınmasını
önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı
kurallar uygulanarak kanun karşısında eşitliğin çiğnenmesi yasaklanmıştır.
Kanun önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı
anlamına gelmez. Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için
değişik kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı,
ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’da öngörülen
eşitlik ilkesi zedelenmez.
Belirsiz alacak davasında davanın yaklaşık değer üzerinden değil
de temsili rakamlar üzerinden açılması tarafların eşitliğine aykırı bir
durumdur. Davanın reddi halinde davacı taraf karşı vekalet ücreti ve diğer
yargılama giderinden sorumlu olmamak için bu şekilde hareket etmektedir.
Halbuki yargılamanın taraflarına eşit yaklaşılması gerekmektedir. Bu hali ile
ilgili kısım eşitlik ilkesine aykırıdır.
Anayasa'nın 13. maddesi (Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması)
uyarınca yapılan değerlendirmede;
Anayasa’nın 13. maddesinde “Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” denilmektedir. Buna göre mahkemeye erişim
hakkına sınırlama getiren düzenlemelerin kanunla yapılması, ayrıca Anayasa’da
öngörülen sınırlama sebebine uygun ve ölçülü olması gerekir.
Esasen temel hakları sınırlayan kanunun bu niteliklere sahip
olması Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye alınan hukuk devleti ilkesinin de
bir gereğidir. Hukuk devletinde, kanuni düzenlemelerin hem kişiler hem de idare
yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net,
anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî
uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir. Kanunda bulunması gereken
bu nitelikler hukuki güvenliğin sağlanması bakımından da zorunludur. Zira bu
ilke hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve
işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu
güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (AYM,
E.2015/41, K.2017/98, 4/5/2017, §§ 153, 154). Dolayısıyla Anayasa’nın 13. maddesinde
sınırlama ölçütü olarak belirtilen kanunilik, Anayasa’nın 2. maddesinde
güvenceye bağlanan hukuk devleti ilkesi ışığında yorumlanmalıdır.
Anayasa’nın 13. maddesinde güvence altına alınan ölçülülük
ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden
oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen sınırlamanın amaca ulaşmaya elverişli
olmasını, gereklilik amaç bakımından sınırlamanın zorunlu olmasını, diğer bir
ifadeyle aynı amaca daha hafif bir sınırlama ile ulaşılmasının mümkün
olmamasını, orantılılık ise hakka getirilen sınırlama ile amaç arasında makul
bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir. Kuralla mahkemeye
erişim hakkına getirilen sınırlamanın elverişlilik, gereklilik ve orantılılık
alt ilkelerine uygun olması gerekir.
Bu kapsamda mahkemeye erişim hakkını sınırlamaya yönelik bir
kanuni düzenlemenin şeklen var olması yeterli olmayıp kuralların keyfîliğe izin
vermeyecek şekilde belirli ve öngörülebilir nitelikte olması gerekir.
Belirsiz alacak davasında yaklaşık değer üzerinden dava
açılmaması davalının haklarını sınırlamaktadır. Karşı vekalet ücreti ve
yargılama giderlerinden kısmen kabul kısmen red kararı verilmesi halinde de
sorumluluk oranları değiştiğinden davalının haklarını orantısız bir şekilde
sınırlamaktadır.
Anayasa'nın 36. maddesi (Hak Arama Hürriyeti-adil yargılanma
hakkı) uyarınca yapılan değerlendirmede;
Anayasa’nın 36. maddesinde “Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir./Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi
içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.” denilmektedir. Anılan maddeyle güvence
altına alınan dava yoluyla hak arama özgürlüğü, bir temel hak niteliği
taşımasının ötesinde diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde
yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden
birini oluşturmaktadır. Kişinin bir haksızlığa uğradığını iddia edebilmesinin
ya da maruz kaldığı haksız bir uygulama veya işleme karşı haklılığını ileri
sürüp kanıtlayabilmesinin, uğradığı zararı giderebilmesinin en etkili ve
güvenceli yolu yargı mercileri önünde dava hakkını kullanabilmesidir (AYM, E.2017/178,
K.2018/82, 11/7/2018, § 11).
Mahkemeye erişim hakkı bir uyuşmazlığı mahkeme önüne
taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, §
52).
Hak arama özgürlüğünün temel unsurlarından biri mahkemeye erişim
hakkıdır. Mahkemeye erişim hakkı, hukuki bir uyuşmazlığın bu konuda karar verme
yetkisine sahip bir mahkeme önüne götürülmesi hakkını da kapsar. Kişinin
uğradığı bir haksızlığa veya zarara karşı kendisini savunabilmesinin ya da
maruz kaldığı haksız bir uygulama veya işleme karşı haklılığını ileri sürüp
kanıtlayabilmesinin, zararını giderebilmesinin en etkili ve güvenceli yolu
yargı mercileri önünde dava hakkını kullanabilmesidir (AYM, E.2021/20,
K.2022/84, 30/6/2022, § 10).
Anayasa’nın 13. maddesinde “Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” denilmektedir. Buna göre temel hak ve
özgürlüklere sınırlama getiren düzenlemelerin kanunla yapılması, Anayasa’da
öngörülen sınırlama sebebine uygun ve ölçülü olması gerekir.
Bu itibarla mahkemeye erişim hakkını sınırlayan kanunun şeklen
var olması yeterli olmayıp yasal kuralların keyfîliğe izin vermeyecek şekilde
belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir düzenlemeler niteliğinde olması gerekir.
Adil yargılanma hakkı, niteliği gereği devletin düzenleme
yapmasını gerektiren bir haktır. Zira bu hakkın Anayasa'da zikredilmiş olması
kendi başına bir anlam ifade etmemekte, bireylerin bu haktan yararlanabilmesi
için devletin en azından yargı teşkilatını kurması ve yargılama usullerini
belirlemesi gerekmektedir. Devletin düzenleme yetkisini haiz olduğu alanlarda
belli ölçüde takdir yetkisine sahip olduğunun kabulü gerekir. Bu sebeple adil
yargılanma hakkına yönelik sınırlamalar getirilirken kanun koyucuyu bağlayan
belli bir meşru amaçlar listesi bulunmamaktadır. Ancak kanun koyucunun bu
takdir yetkisinin Anayasa Mahkemesinin denetimine tabi olduğu açıktır (İsmail
Avcı, B. No: 2019/12190, 22/2/2022, § 55).
Davacının harç ve yargılama giderinden kaçınmak için başta
temsili rakamlarla dava açması, akabinde talep arttırımı ile talebini
arttırması davalının haklarını ihlal etmektedir. Bu hali ile iptali istenen
kısımlar adil yargılanma ilkesine aykırıdır.
Anayasa'nın 40. maddesi (Temel Hak Ve Hirriyetlerin Korunması)
uyarınca yapılan değerlendirmede;
Anayasa’nın 40. maddesinin birinci fıkrasında “Anayasa ile
tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkes, yetkili makama
geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.”
denilmiştir. Anılan hükme göre kişilerin yargı makamları ile idari makamlar
önünde haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanması anayasal bir
zorunluluktur. Bu zorunluluk, temel hak ve özgürlüğü ihlal edilen ya da ihlal
edildiğini iddia eden kişilerin ilgili yargı veya idari merciler nezdinde
şikâyetlerini dile getirmesi hususunda devlete gerekli ve yeterli mekanizmaları
oluşturarak uygun koşulları sağlama yükümlülüğü getirmektedir (AYM, E.2019/102,
K.2019/99, 25/12/2019, § 16).
Bu çerçevede Anayasa’nın anılan maddesinde güvence altına alınan
etkili başvuru hakkı; anayasal bir hakkının ihlal edildiğini ileri süren
herkese hakkın niteliğine uygun olarak iddialarını inceletebileceği makul,
erişilebilir, etkili, ihlalin gerçekleşmesini veya sürmesini engellemeye ya da
sonuçlarını ortadan kaldırmaya elverişli idari ve yargısal yollara başvuruda
bulunabilme imkânının sağlanmasını teminat altına almaktadır (AYM, E.2019/102,
K.2019/99, 25/12/2019, § 17).
Bu kapsamda davalının haklarını yargı mercileri önünde ileri
sürebilmesi için uygun şartların sağlanması etkili başvuru hakkının bir
gereğidir.
Anayasa'nın 141. maddesi (Duruşmaların Acık Ve Kararların
Gerekçeli Olması-Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle
sonuçlandırılması) uyarınca yapılan değerlendirmede;
Yargılamada taraflara belirli usule ilişkin güvenceler sağlayan
adil yargılanma hakkının önemli unsurlarından biri de makul sürede yargılanma
hakkıdır. Anayasa'nın 141. maddesinde "Davaların en az giderle ve mümkün
olan süratle sonuçlandırılması yargının görevidir" denilmek suretiyle davaların
makul bir süre içinde bitirilmesi gerekliliği açıkça ifade edilmiştir. Bu ilke
gereğince devlet, yargılamaların gereksiz yere uzamasını engelleyecek etkin
çareler oluşturmak zorundadır. Bu bağlamda hukuk sisteminin ve özellikle
yargılama usulünün yargılamaların makul süre içinde bitirilmesini mümkün
kılacak şekilde düzenlenmesi ve davaların nedensiz olarak uzamasına yol açacak
usul kurallarına yer verilmemesi, mahkemelerin nicelik ve nitelik bakımından
yeterli miktarda insan kaynağı, araç ve gereçlerle donatılması makul sürede
yargılanma ilkesinin bir gereğidir (AYM, E.2013/4, K.2013/35, 28/2/2013).
Dolayısıyla yargılamaların makul sürede tamamlanması amacıyla mahkemeye erişim
hakkına müdahalede bulunulması mümkündür.
Anayasa’nın hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkını
düzenleyen 36. maddesinde bu hakka yönelik herhangi bir sınırlama nedeni
öngörülmemiş ise de mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve
yargılama usullerinin kanunla düzenleneceğini öngören Anayasa’nın 142. ve davaların
mümkün olan süratle sonuçlandırılmasını ifade eden Anayasa’nın 141.
maddelerinin hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkının kapsamının
belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır. Nitekim Anayasa’nın tüm
maddeleri aynı etki ve değerde olup aralarında bir üstünlük sıralaması
bulunmadığından uygulamada bunlardan birine öncelik tanımak mümkün değildir. Bu
nedenle Anayasa kurallarından biri, diğerinin sınırını oluşturabilmektedir. Bu
bağlamda hukuk sisteminin ve özellikle yargılama usulünün, yargılamaların makul
süre içerisinde bitirilmesini mümkün kılacak şekilde düzenlenmesi ve bu
düzenlemelerde davaların nedensiz olarak uzamasına yol açacak usul kurallarına
yer verilmemesi makul sürede yargılanma ilkesinin bir gereğidir. Ancak bu
amaçla alınacak kanuni tedbirlerin yargılama sonucunda işin esasına yönelik
adil ve hakkaniyete uygun bir karar verilmesine engel oluşturmaması gerektiği
de tartışmasızdır. Bu ilkelere uygun olmak kaydıyla yargılama yöntemini
belirlemek ise Anayasa’nın 142. maddesi gereğince kanun koyucunun takdir
yetkisindedir.
Anayasa Sözleşme'nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak
ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, 18) Sözleşme metni
ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut
görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa'nın 36. maddesinde yer
verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de
Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili
hükmü Sözleşme'nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle
Sözleşme'nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma
hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara Anayasa'nın 36. maddesi
kapsamında yer vermektedir Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede
yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma
hakkının kapsamına dâhil olup ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan
süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa'nın 141.
maddesinin de -Anayasa'nın bütünselliği ilkesi gereği- makul sürede yargılanma
hakkının değerlendirilmesinde dikkate alınması gerektiği açıktır (Güher Ergun
ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).
Asgari değere ilişkin hükmün iptali ile birlikte davalar
yaklaşık değer üzerinden açılacağından ve benzer şekilde harç tamamlamaya
ilişkin 12 numaralı itiraz davasının da kabulüyle birlikte karar duruşması harç
tamamlamak üzere talik edilmeden yaklaşık değer üzerinden açılan miktarın sözlü
beyanla arttırılmasıyla birlikte karar verilecek ve böylece davalar daha hızlı
sonuçlanacaktır.
Netice itibariyle belirsiz alacak davası olarak açılan davalarda
yaklaşık dava değeri yerine asgari bir tutar belirtilerek dava açılması
Anayasa'nın Hukuk devleti, Devletin, kişinin temel hak ve hürriyetlerini,
sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan
siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırma yükümlülüğüne, Kanun Önünde
Eşitlik, Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması, Mülkiyet Hakkı, Hak Arama
Hürriyeti, Temel Hak Ve Hürriyetlerin Korunması, ve Davaların en az giderle ve
mümkün olan süratle sonuçlandırılması maddelerine aykırılık teşkil ettiği
anlaşılmakla iptaline karar verilmesi gerekmektedir.
6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanunun 43. maddesinin 3. fıkrası uyarınca Mahkemenizce re'sen
gözetilecek diğer gerekçeler de göz önünde bulundurularak iptal kararı
verilmesi talep olunur.
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Yukarıda açıklanan gerekçelerle;
1- Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasının 152/1 maddesi uyarınca,
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun;
"Belirsiz alacak davası" madde başlığıyla düzenlenen
107. maddesinde 1. fıkrasında yer alan;
"...asgari bir..."
ibaresinin,
Anayasanın 2., 5., 10., 13., 36., 40. ve 141. maddelerine aykırı
olması nedeniyle re'sen Anayasa Mahkemesine itiraz yoluna başvurulmasına ve
hükmün bu ibaresinin İPTALİNİN istenilmesine,
2- 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanunun 40. maddesi uyarınca;
a- Başvuru kararının aslı ile tutanağın ve dava dosyasında yer
alan evrakın onaylı birer örneğinin oluşturulacak dizi listesine bağlanılarak
bir dosya halinde Anayasa Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
b- Başvuru dosyasının Anayasa Mahkemesine gönderilmesinden
itibaren 5 ay BEKLENİLMESİNE, bu süre içinde karar verilmezse davanın
yürürlükteki hükümlere göre (Anayasa Mahkemesinin kararı esas hakkında karar
kesinleşinceye kadar gelmesi halinde Anayasa Mahkemesi hükmüne uyulması
koşuluyla) SONUÇLANDIRILMASINA,
3- Sayın Mahkemenin iptal yönünde tam bir kanaate ulaşmaması ve
gerek görmesi halinde 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanunun 43/1. maddesi uyarınca, bilgilendirilmemiz halinde,
hazır BULUNULACAĞINA,
4- 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanunun 41/2; "İtiraz yoluna başvuran mahkemede itiraz
konusu kuralın uygulanacağı başka dava dosyalarının bulunması hâlinde, yapılmış
olan itiraz başvurusu bu dosyalar için de bekletici mesele sayılır."
maddesi uyarınca mahkememizde birçok davanın bekletici mesele yapılacağı, bu
minvalde tüm dosyalardaki yargılamaların uzayacağı anlaşılmakla hak kayıpların
mahal vermemek adına sayın Anayasa Mahkemesince uygun görülmesi halinde
itirazların İVEDİ OLARAK değerlendirilmesinin istenilmesine,
5- Kararın bir nüshasının bilgi amaçlı olarak taraflara
tebliğine,”