"...
A.
“CUMHURBAŞKANLIĞI KARARNAMELERİNİN (CBK) ANAYASAL ÇERÇEVESİ
21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, 16 Nisan 2017 tarihli
halkoylamasıyla kabul edilmiş, böylece daha önce 1982 Anayasasının sadece 107.
maddesinde belirtilen cumhurbaşkanlığı kararnamesi, Anayasanın farklı
maddelerinde hem kapsamı genişletilerek hem de niteliği farklılaştırılarak
yeniden düzenlenmiştir. 107. maddenin önceki halinde Cumhurbaşkanlığı Genel
Sekreterliğinin kuruluşu, çalışma esasları ve personel atama işlemlerinin
Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenleneceği belirtiliyordu. Bu iki tür
düzenleme, ad benzerliği dışında kapsam ve sınırları açısından birbirinden
farklıdır.
6771 sayılı Kanun ile getirilen Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin
temel ilke ve koşulları, Anayasa’nın 104. maddesinin 17. fıkrasında ortaya
konulmuştur.
“Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisine ilişkin konularda
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir.
Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer
alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi
haklar ve ödevler Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenemez.
Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz.
Kanunda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
çıkarılamaz.
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler
bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanır.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması
durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelir.”
Anayasanın 106. maddesinin 11. fıkrasına göre de; “Bakanlıkların
kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri, teşkilat yapısı ile merkez ve
taşra teşkilatlarının kurulması Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenir.”
Görüldüğü üzere 2017 Anayasa kurgusu ile, kanun ile
cumhurbaşkanlığı kararnamesi arasındaki hukuki ilişki belirginleştirilmiş ve
Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinin kanunlara aykırı olamayacağı açıkça
belirtilmiştir.
1- Yasama Yetkisinin Devri Yasağı Karşısında Cumhurbaşkanlığı
Kararnameleri
6771 sayılı Kanun ile Anayasa’dan kaynaklanan doğrudan
düzenleme yetkisiyle yürütme fonksiyonu daha da güçlendirilmiştir. Bu bağlamda,
Türk anayasa hukukunda tartışılan konulardan biri olan idarenin, kanunla
düzenlenmeyen bir alanda düzenleme yapıp yapamayacağı hususu üzerinde
durulmalıdır. Bunun için öncelikle, yasama yetkisinin devri yasağına Anayasa
Mahkemesi’nin yaklaşımı göz önüne alınmalıdır. Anayasa'nın 7. maddesi, "
Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki
devredilemez. " kuralının öngörmektedir. Bu kral ışığında Anayasa
Mahkemesi’ne göre, “Anayasa'da kanun ile düzenlenmesi öngörülen konularda
yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisinin verilmesi
olanaklı değildir. Ancak yasama organının temel kuralları saptadıktan sonra,
uzmanlık ve idare tekniğine ilişkin hususları yürütmeye bırakması, yasama
yetkisinin devri olarak yorumlanamayacağı gibi yürütme organının yasama organı
tarafından çerçevesi çizilmiş alanda genel nitelikte hukuksal tasarruflarda
bulunması, hukuk devletinin belirlilik ilkesine de aykırı düşmez.” (Anayasa
Mahkemesi Kararı, E.2013/114 K.2014/184, 4.12.2014).
AYM, bir başka kararında ise, yasama yetkisinin devredilmezliği
ilkesini şu şekilde ifade etmiştir. “Anayasa Mahkemesinin pek çok kararında
yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesinden ne anlaşılması gerektiği hususu
açıklanmıştır. Buna göre, kanunla düzenleme ilkesi, düzenlenen konudan yalnız
kavram, ad ve kurum olarak söz edilmesi değil, bunların kanun metninde kurallaştırılmasıdır.
Kurallaştırma ise düzenlenen alanda temel ilkelerin konulmasını ve çerçevenin
çizilmiş olmasını ifade eder… Anayasa’da öngörülen ayrık durumlar dışında,
kanunlarla düzenlenmemiş bir alanda, kanun ile yürütmeye genel nitelikte kural
koyma yetkisi verilemez. Yürütme organına düzenleme yetkisi veren bir yasa
kuralının Anayasa’nın 7. maddesine uygun olabilmesi için temel ilkeleri
koyması, çerçeveyi çizmesi, sınırsız, belirsiz, geniş bir alanı yürütmenin
düzenlemesine bırakmaması gerekir” (Anayasa Mahkemesi Kararı, E.2013/47
K.2013/72, 6/6/2013).
Bununla beraber Anayasa Mahkemesi’nin daha yakın tarihli
kararlarında bu içtihadı bir miktar esnettiği görülmektedir.
“15… yasama yetkisinin devredilmezliği esasen kanun koyma
yetkisinin TBMM dışında başka bir organca kullanılamaması anlamına gelmektedir.
Anayasa’nın 7. maddesi ile yasaklanan husus, kanun yapma yetkisinin
devredilmesi olup bu madde, yürütme organına hiçbir şekilde düzenleme yapma
yetkisi verilemeyeceği anlamına gelmemektedir. Kanun koyucu, yasama yetkisinin
genelliği ilkesi uyarınca bir konuyu doğrudan kanunla düzenleyebileceği gibi bu
hususta düzenleme yapma yetkisini yürütme organına da bırakabilir.
16. Yürütmenin türevselliği ilkesi gereğince yürütme organının
bir konuda düzenleme yapabilmesi için yasama organınca yetkilendirilmesi
gerekmektedir. Kural olarak, kanun koyucunun genel ifadelerle yürütme organını
yetkilendirmesi yeterli olmakla birlikte Anayasa’da kanunla düzenlenmesi
öngörülen konularda genel ifadelerle yürütme organına düzenleme yapma yetkisi
verilmesi, yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine aykırılık
oluşturmaktadır. Bu nedenle Anayasa’da temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması, vergi ve benzeri mali yükümlülüklerin konması ve memurların
atanmaları, özlük hakları gibi münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen
konularda, kanunun temel esasları, ilkeleri ve çerçeveyi belirlemiş olması
gerekmektedir. Anayasa koyucunun açıkça kanunla düzenlenmesini öngördüğü
konularda, yasama organının temel kuralları saptadıktan sonra, uzmanlık ve
idare tekniğine ilişkin hususları yürütmeye bırakması, yasama yetkisinin devri
olarak yorumlanamaz.” (Anayasa Mahkemesi Kararı, E.2017/143 K.2018/40, 2/5/2018).
Sonuçta yalnızca yakın dönem AYM kararları dikkate alındığında,
ilkesel olarak kanun koyucunun “genel ifadelerle yürütme organını
yetkilendirmesi yeterli”dir, denilebilir. Ancak Mahkemenin, Anayasa’da farklı
kavramlarla ifade ettiği kanunla düzenleme kaydı içeren konularda ise,
“Anayasa’da kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda”, “münhasıran kanunla
düzenlenmesi öngörülen konularda”, “Anayasa koyucunun açıkça kanunla
düzenlenmesini öngördüğü konularda” genel ifadelerle yetkilendirme yapılması
kabul edilemez.
2- İdarenin Yasallığı Kuralı Karşısında Cumhurbaşkanlığı
Kararnameleri
Öte yandan, yasal idare ilkesi, Türk idare hukukunun temelini
oluşturur. Anayasanın 123/1. maddesinde karşılığını bulan bu ilke uyarınca, “İdare,
kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir.” Bu ilke,
idarenin kendiliğinden bir teşkilatlanma yetkisi olmadığını bu yetkinin yasama
organında olduğunu ifade etmektedir. Anayasa Mahkemesi’ne göre, “Bu maddede
yer alan düzenleme, idarenin kanuniliği ilkesine vücut vermektedir. İdarenin
kanuniliği ilkesi, idarenin ve organlarının görev ve yetkilerinin kanunla
düzenlenmesini gerekli kılar.” (Anayasa Mahkemesi Kararı, E.2013/114
K.2014/184, 4.12.2014). Bu ilkeyle kamusal kaynakların toplumun hangi tür
gereksinimlerinin öncelikle karşılanacağını ve bunun hangi usuller uygulanarak
sağlanacağını tespit etme yetkisi yasama organına verilir. Ayrıca, idarenin
toplumsal gereksinimleri karşılarken kamu gücü ve ayrıcalıklarını kullanması ve
bunun da kişilerin temel hak ve hürriyetleri üzerinde olumsuz etkiler de
doğurabilmesi, bu yetkinin yasamaya verilmesi sonucunu getirmiştir.
Yasal idare ilkesi, idarenin eylem ve işlemlerinin hem kanuna
dayanmasını, hem de bu eylem ve işlemlerin kanuna aykırı olmamasını ifade eder.
Asli ve ilksel bir yetki olan yasama yetkisine dayanarak yasama organı,
Anayasaya ve kamu yararına aykırı olmamak şartıyla, Anayasanın herhangi bir
şekilde düzenlemediği bir konuyu düzenleyebilir. Buna karşılık idare, önceden
yasa ile düzenlenmeyen bir alanda faaliyette bulunamaz, ancak böyle bir konuda
yasadan aldığı bir yetkiye dayanarak bir işlem ve eylemde bulunabilir.
6771 sayılı Kanunla getirilen Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle,
her ne kadar ciddi kısıtlılıklarla çerçevelenmiş olsa da, yürütme organı yasaya
dayanmaksızın ilk elden kural koyma yetkisine sahip olmuştur. Başka bir
ifadeyle, yasama organı yanında yürütme organı da Anayasa’da kanun kaydı olan,
kanunun açıkça düzenlediği konuları içermemek ve kanunlara aykırı olmamak
şartıyla Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle ilk elden düzenleme yapabilecektir.
Bununla birlikte, Cumhurbaşkanlığı kararnamesine konu olan alan, yasama konusu
olmaktan çıkmamaktadır. Çünkü Anayasa, Cumhurbaşkanlığı kararnamesine ilişkin
olarak özerk bir normatif alan öngörmemiştir. TBMM, CBK ile düzenlenen bir
alanda her zaman yasa çıkarabilir; bu durumda CBK hükümsüz kalır: “Türkiye
Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi hükümsüz hale gelir.” (madde 104/17). O halde Anayasa’da yasayla
düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamayacak
iken, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenleneceği belirtilen ve düzenlenmiş
olan konularda dahi TBMM yasa çıkarabilecektir. Şu halde, Anayasa’ya uygunluk
kaydıyla asli düzenleme yetkisi, konu bakımından herhangi bir mutlak istisna
bulunmadan, TBMM’ye ait bulunmaktadır. Başka bir anlatımla, Anayasa’nın CBK
konusu olabilecek kimi alanları doğrudan belirlemiş olması, o alanlarda yasama
yetkisinin kullanılmasını engellememektedir.
Bu son saptamayı biraz daha ayrıntılı olarak ele almakta fayda
vardır. 6771 sayılı Kanun ile Anayasa’nın 7. maddesindeki yasama yetkisinin
devri yasağı ve 123. maddedeki idarenin yasallığı ilkesi muhafaza edilmiş,
ancak belirli idari konuların Anayasa’da açıkça Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
ile düzenleneceği öngörülmüştür. “Bakanlıkların kurulması, kaldırılması,
görevleri ve yetkileri, teşkilat yapısı ile merkez ve taşra teşkilatlarının
kurulması Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenir.” (madde 106/son). Ayrıca
123. maddenin son fıkrasında kamu tüzel kişiliğinin Kanunla veya
Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle kurulacağı kuralına yer verilmiştir. Anayasa
hükümleri arasında hiyerarşi söz konusu olmadığından, bir çelişki kabul
edilmediğinden, bu iki hükmün bir arada, Anayasanın bütünlüğü ve sistematiği
içinde bağdaştırılarak yorumlanması gerekir. Gerçekte Anayasa koyucu 123/1.
maddede genel kuralı, idarenin yasallığı ilkesini koymuş; bakanlıkların
kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri ile kamu tüzel kişiliği
kurulması yönünden bu genel kurala bir istisna getirmiştir. Bu cihetle; her ne
kadar, Anayasa, idarenin yasallığı ilkesinin 106/son ve 123/son maddelerde
belirtilen hususlar açısından geçerli olmamasına olanak tanısa da; bu alanların
cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenip düzenlenmeyeceği konusunda son sözü
TBMM’ye bırakmaktadır. Yukarıda değinildiği üzere, “Türkiye Büyük Millet
Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
hükümsüz hale gelir.” hükmü; (madde 104/17), Anayasa m.106/son ve m.123/son
açısından da geçerlidir. Gerçekten de, Anayasa koyucu eğer öyle öngörseydi,
tıpkı Anayasa’nın bazı hükümlerinde söz konusu alanın ancak ve ancak kanunla
düzenlenebileceğini amir ifadelerle belirttiği gibi, bazı alanların da yine
ancak ve ancak cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenebileceğini ve a
contrario, kanunla düzenlenemeyeceğini yine açıkça ve amir ifadelerle ortaya
koyardı. Özetle; Anayasa koyucu, bazı konuların kanunla düzenlenmesini zorunlu
kılmış, doğrudan cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenebileceğini belirttiği
alanlarda da son sözü (o konuda kanun çıkarmak ya da çıkarmamak suretiyle)
kanun koyucuya bırakmıştır.
Genel kural ve istisna kural ilişkisine dair kamu hukukunda
kabul edilen birtakım yorum ilkeleri vardır: 1. Bir istisna kuralın varlığından
söz edebilmek için, bu istisnanın ayrıca ve açıkça konulmuş olması gerekir. 2.
İstisna kural, sadece ve sadece genel kuralı koyan makam tarafından
konulabilir, başka bir makamın istisna kural getirme yetkisi yoktur. 3. Genel
kuralı koyan makam açıkça yetkilendirmedikçe, bir başka makam genel kurala istisna
getiremez. 4. İstisna kural koymak, genel kuralı değiştirmek anlamına
geldiğinden istisna kural, yorum yoluyla genişletilemez; yani, yorum yoluyla
genel kurala istisna getirilemez. 5. Genel kuralın geniş yorumlanması esası
benimsenmiştir. 6. İstisna kural, dar yorumlanır. Çünkü istisna kural, genel
kuralın kapsamını daralttığından genel kuralı değiştirir, oysa onu değiştirme
salt genel kuralı koyana aittir.
Öte yandan, kamu hukukunda mevzuatın açıkça belirttiği bir
makama ya da makamın görevlisine verdiği yetkiler, devre konu olamazlar. Yargı
kararlarında da yetkinin, mevzuat tarafından kime verilmiş ise, ancak onun bu
yetkiyi kullanabileceği belirtilmiştir. Yetki devrinde yetki devredilen makamın
devraldığı bu yetkiyi kendinden alt bir makama devrinin yasak olduğu hususu,
idare hukukunda ve kamu yönetiminde benimsenen bir ilkedir.
Anayasanın 104. maddesinin 17. fıkrasında öngörülen
Cumhurbaşkanlığı kararnameleri, normlar hiyerarşisinde yasaya eşdeğer işlemler
değildir. Anayasanın bu tür kararnamelerin salt “yürütme yetkisine ilişkin
konular”la sınırlı olarak çıkarılacağını öngörmesi, bunların yasaya eşdeğer,
yasayla aynı düzeyde kurallar olamayacağını gösterir. Çünkü yürütme yetkisi,
kanunların uygulanmasına yönelik, kanunlara uygun kullanılması gereken bir
yetkidir. Ayrıca aynı fıkrada yer alan “Anayasada münhasıran kanunla
düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz;
Kanunda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz;
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde,
kanun hükümleri uygulanır; Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun
çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelir.”
şeklindeki düzenlemeler, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin yasaya eşdeğer
olmadığının bir başka açık göstergesidir. Bu düzenlemelerden CBK ile
düzenleneceği belirtilen konuların yasayla düzenlenmesi, Anayasa’nın yasama
organına açıkça tanıdığı bir yetkidir.
Kanunsuz emre dair Anayasanın 137. maddesinde yapılan değişiklik
ise, Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin, Anayasanın konuya ilişkin diğer
düzenlemeleri ile birlikte değerlendirildiğinde, normlar hiyerarşisindeki yeri
açıkça anlaşılır: “Kamu hizmetlerinde herhangi bir sıfat ve suretle çalışmakta
olan kimse, üstünden aldığı emri, yönetmelik, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi,
kanun veya Anayasa hükümlerine aykırı görürse, yerine getirmez ve bu aykırılığı
o emri verene bildirir…”.
6771 sayılı Yasa değişikliği ile Cumhurbaşkanına Anayasada
tanınan diğer yetkiler ise şöyledir: Anayasanın 123. maddenin son fıkrasında
“Kamu tüzelkişiliği, ancak kanunla veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle
kurulur” denilerek, CBK ile kamu tüzelkişiliği kurulmasına da olanak
tanınmıştır. Bununla birlikte, “Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda
kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz kalır”
(md.104/fıkra 17 son) kuralı gereğince, yasa ile kurulmuş bir kamu
tüzelkişiliği CBK ile kaldırılamaz; ancak CBK ile kurulan bir kamu
tüzelkişiliği, yasal düzenlemenin konusunu oluşturabilir.
124. ve 137. maddelerde yer alan tüzük ibaresi, Anayasadan
tamamen çıkarılmıştır. Böylece tüzük uygulaması yürürlükten kaldırılmış; onun
yerine çok daha geniş bir kapsama sahip olan Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
konulmuştur. Yönetmelikleri düzenleyen 124. maddede, “Cumhurbaşkanı,
bakanlıklar ve kamu tüzelkişileri, kendi görev alanlarını ilgilendiren
kanunların ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin uygulanmasını sağlamak üzere ve
bunlara aykırı olmamak şartıyla, yönetmelikler çıkarabilirler.” hükmünü
öngörmüştür. Ancak bu, tüzük ve cumhurbaşkanlığı kararnamesinin aynı hukuki
nitelikte olduğu şeklinde anlaşılmamalıdır. Öte yandan, Cumhurbaşkanı,
“kanunların uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla
yönetmelik çıkarır” (md.104/18).
Kanunların ve CBK’lerin uygulanması amacıyla çıkarılacak
yönetmeliklerde gerekçe, yol gösterici işlev görür. Ne var ki, kanunlar
gerekçeli olduğu halde CBK’lerin gerekçesiz olması, yönetmelik hazırlığı
sırasında üst normun yol gösterici işlevinde farklılaşmaya neden olacaktır.
Böylece, kanunun uygulanması için çıkarılacak yönetmelik ile Cumhurbaşkanlığı
kararnamesinin uygulanması için çıkarılacak yönetmelik eşit olanak ve
koşullarda hazırlanamayacaktır. CBK’yi uygulamaya yönelik yönetmeliğin hazırlanmasını,
yasanın uygulanmasına ilişkin yönetmeliğe göre zorlaştıran ve belirsiz kılarak,
iki ayrı uygulama yönetmeliğini farklı kılacak hiçbir haklı neden bulunmadığı
için, eşitlik ilkesi yönünden Anayasa madde 10’a aykırılık oluşturmaktadır. CBK
gerekçesizliğinin uygulama yönetmeliğinde yaratması muhtemel belirsizlikler
ise, hukuk devleti ilkelerini zedeleyici sonuçlar doğuracaktır (md.2).
3.- Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılmasının anayasal
çerçevesi ve sınırları
Anayasanın 104/17. maddesiyle getirilen CBK ile yürütmeye
tanınan düzenleme alanı oldukça dar ve sınırlıdır. Bu çerçeve, dört kalemde
açıklanabilir:
a) “Yürütme yetkisine ilişkin konular”: İlk olarak
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, “yürütme yetkisine ilişkin konularda”
çıkarılabilecektir. Maddenin gerekçesinde ise, cumhurbaşkanına “genel siyasetin
yürütülmesinde yürütme yetkisi ile ilgili ihtiyaç duyduğu konularda kararname
çıkarabilme” yetkisi verildiği ifade edilmektedir. Bu nedenle CBK’leri ancak
yürütme yetkisinin gerektirdiği hususlarda ihtiyaç duyulduğunda
çıkarılabilecek, yasama ve yargı yetkilerinden herhangi birinin alanına giren
bir konuda ise, CBK çıkarılması mümkün olmayacaktır. AYM, bu açık hususu teyit
etmektedir: “... Cumhurbaşkanı’nın yürütme yetkisine ilişkin konularda CBK çıkarabileceği
ifade edilmiştir. Buna göre yürütme yetkisine ilişkin konular dışında CBK ile
düzenleme yapılması mümkün değildir”. (AYM, E. 2018/125, K. 2020/4, 22/1/2020,
R.G. 13/5/2020 – 31126, §9. Aynı yönde bkz. AYM, E. 2018/55; K. 2020/27,
11/6/2020, R.G. 20/7/2020-31194).
b) “Düzenleme yasağı”: İkinci olarak CBK’ler, “Anayasanın
ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi
hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler”le
ilgili konularda düzenleme yapamaz.
Ancak bu yasak karşısında yanıtlanması gereken soru, sosyal ve
ekonomik haklar ve özgürlüklerin tamamının CBK ile düzenlenip
düzenlenemeyeceğidir. Sadece yukarıdaki ifadeden yola çıkarak yapılan bir
değerlendirme bu soruya olumlu cevap vermeyi gerektirir. Ancak bu cümlenin aynı
fıkradaki diğer hükümler ve Anayasanın konuya ilişkin diğer ilke ve kuralları
dikkate alınarak, Anayasanın bütünlüğü içinde tartışılması ve anlaşılması
gerekir.
Bu konuda, öncelikle “münhasır yasa kaydı” belirtilmelidir: “Anayasada
münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi çıkarılamaz.” Bu açık yasak gereği, ilgili maddede yasayla
düzenlenmesi kaydı bulunan sosyal ve ekonomik hak ve ödevler, Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi ile düzenlenemeyecektir. Örneğin Anayasa’nın 42/2. maddesinde
“Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir.”, 51. maddesinde
“Sendika kurma hakkı … kanunla sınırlanabilir. Sendika kurma hakkının
kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.”, 63.
maddesinde Tarih, kültür ve tabiat varlıklarından “özel mülkiyet konusu
olanlara getirilecek sınırlamalar ve bu nedenle hak sahiplerine yapılacak
yardımlar ve tanınacak muafiyetler kanunla düzenlenir.” denilmektedir.
Dolayısıyla belirtilen konular CBK ile düzenlenemez. Eğer böyle bir düzenleme
yapılırsa bu, hem Anayasanın 104/17. maddesine hem de o hak ve ödev için kanun
kaydı koyan hükme aykırılık oluşturur. Ancak yasa kaydı içermeyen sosyal ve
ekonomik haklar, Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin konusu olabilecektir. Örneğin
konut hakkını düzenleyen Anayasanın 57. maddesi böyledir. Bu durumda, dikkat
edilmesi gereken husus, söz konusu hakların sadece düzenleme konusu
olabileceği, ancak bunun sınırlama yetkisini içermediğidir.
Bu nedenle, 104/17. maddenin ikinci cümlesi, sosyal ve ekonomik
haklar alanının CBK ile düzenlenmesini kabul ederken, bu düzenlemenin
sınırlarını da belirtir: ilki, fıkranın ilk cümlesindeki CBK’nin sadece yürütme
yetkisine ilişkin konularda çıkarılabilmesi, diğeri ise üçüncü cümlesindeki
münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda çıkarılamamasıdır. Öte
yandan, Anayasanın 13. maddesindeki temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla
sınırlanabileceği kuralı dikkate alındığında, CBK’ye konu olabilecek sosyal ve
ekonomik hak ve ödevlerle ilgili cumhurbaşkanının sınırlama değil sadece bir
düzenleme yetkisinden bahsedilebilir. Yani düzenleme ve sınırlama ayrımı
dikkate alındığında, CBK ile sosyal ve ekonomik haklar ve ödevlerin
gerçekleşmesi için birtakım pozitif tedbirleri içeren düzenlemeler
yapabileceği, fakat kişilerin bundan yararlanmasına sınırlama getirilemeyeceği
belirtilmelidir. Zira anayasal çerçevede, bir hakkın kısıtlanması ancak ve
ancak kanun ile yapılabilir.
c) Üçüncü sınır, “Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi
öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz.”
hükmüdür. AYM tarafından yasama yetkisinin devir yasağı çerçevesinde yürütmenin
düzenleme yetkisi açıklanırken kullanılan “münhasıran” kanunla düzenlenmesi
gereken konular ibaresi, Anayasa kuralı haline getirilmiştir (Bkz., AYM E.
2017/143, K.2018/40, 2/5/2018). AYM’ye göre, “Kural olarak, kanun koyucunun
genel ifadelerle yürütme organını yetkilendirmesi yeterli olmakla birlikte
Anayasa’da kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda genel ifadelerle yürütme
organına düzenleme yapma yetkisi verilmesi, yasama yetkisinin devredilmezliği
ilkesine aykırılık oluşturmaktadır. Bu nedenle Anayasa’da temel hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılması, vergi ve benzeri mali yükümlülüklerin konması
ve memurların atanmaları, özlük hakları gibi münhasıran kanunla düzenlenmesi
öngörülen konularda, kanunun temel esasları, ilkeleri ve çerçeveyi belirlemiş
olması gerekmektedir. Anayasa koyucunun açıkça kanunla düzenlenmesini öngördüğü
konularda, yasama organının temel kuralları saptadıktan sonra, uzmanlık ve
idare tekniğine ilişkin hususları yürütmeye bırakması, yasama yetkisinin devri
olarak yorumlanamaz.”.
Bu nedenle, Anayasa’nın münhasıran kanunla düzenlenmesini
gerektirdiği konularda yürütmeye düzenleme yetkisi verilirken, yasanın “temel
esasları, ilkeleri ve çerçeveyi belirlemiş olması gerekmektedir”. AYM ayrıca,
Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi gereken birtakım konuları örnek
olarak sıralamıştır: “Anayasa’da temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması,
vergi ve benzeri mali yükümlülüklerin konması ve memurların atanmaları, özlük
hakları gibi”.
AYM’nin, münhasıran kavramını açıklarken verdiği örnekler ve
açıklamalardan bir konunun münhasıran yasa alanında olması için Anayasanın
özellikle ve ısrarla o konunun yasayla düzenleme öngörmesi, yasayla düzenlemeye
çok özel vurgu yapması gerekmemektedir. Bu çerçevede temel hak ve hürriyetlerin
sınırlanmasına dair 13. maddede, sınırlamanın “ancak” kanunla yapılabileceği
şartı vardır: “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca
Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir”. Oysa vergilerle ilgili 73. maddede (Vergi, resim, harç
ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır.)
ve kamu hizmeti görevlileriyle ilgili genel ilkeleri koyan 128. maddede
(Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve
yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri
kanunla düzenlenir.) yasayla düzenleme öngörülmüş, hiçbir özel vurgu
yapılmamıştır.
Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konular
kavramı, bu nedenle yasa kaydı olarak anlaşılmak ve uygulanmak durumundadır.
Anayasanın 126. maddesindeki birden çok ili içine alan merkezi idare
teşkilatının (bölge teşkilatının) “görev ve yetkileri kanunla düzenlenir”, 127.
maddesindeki “Mahalli idarelerin kuruluş ve görevleri ile yetkileri, yerinden
yönetim ilkesine uygun olarak kanunla düzenlenir.”, 128. maddesindeki “Memurların
ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri,
hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla
düzenlenir” ve “üst kademe yöneticilerinin yetiştirilme usul ve esasları,
kanunla özel olarak düzenlenir.” hükümleri buna örnek oluşturur. Özellikle bu
son husus, CBK ile yasanın konu itibarıyla iç içe geçme riskini içerir,
karmaşaya yol açma ihtimalini barındırır. Çünkü Anayasanın 104/9. maddesi,
cumhurbaşkanı CBK ile “üst kademe kamu yöneticilerini atar, görevlerine son
verir ve bunların atanmalarına ilişkin usul ve esasları … düzenler” hükmünü
içerirken, üst kademe yöneticilerinin yetiştirilme usul ve esasları 128.
maddeye göre yasa ile özel olarak düzenlenmek zorundadır.
Anayasa Mahkemesi, Anayasa’da salt bir kanunla düzenleme
kaydının bulunmasının, ilgili konuyu cumhurbaşkanlığı kararnamesinin konu
bakımından yetki alanından çıkarmak açısından yeterli olduğunu ifade etmiştir.
“... Anayasa’da münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen
konularda CBK çıkarılamayacağı hüküm altına alınmıştır. Ancak Anayasa’da hangi
konuların münhasıran kanunla düzenleneceğine ilişkin özel bir hüküm
bulunmamaktadır. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadında
anayasa koyucunun kanunla düzenlenmesini öngördüğü konuların bu kapsamda
görülmesi gerektiği kabul edilmektedir (AYM, E.2016/150, K.2017/179,
28/12/2017, § 57; E.2016/180, K.2018/4, 18/1/2018, § 17; E.2017/51, K.2017/163,
29/11/2017, § 13; E.2016/139, K.2016/188, 14/12/2016, § 9; E.2013/47,
K.2013/72, 6/6/2013). Buna göre Anayasa’da kanunla düzenleneceği belirtilen
alanlarda Cumhurbaşkanı’nın CBK çıkarma yetkisi bulunmamaktadır”. (AYM, E.
2018/125, K. 2020/4, 22/1/2020, R.G. 13/5/2020 – 31126, §11).
Dolayısıyla, 104/17. maddede geçen “münhasıran kanunla
düzenlenmesi öngörülen konular” ibaresinin Anayasada “kanunla düzenlenir veya
kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır” vb. ifadelerin bulunduğu
maddelere bakarak belirlenmesi gerekir. O halde Anayasanın bir maddesinde bir
konunun yasayla düzenlenmesi öngörülmüşse, o konunun Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi ile düzenlenmesi Anayasa’nın 7. ve 104/17. maddelerine aykırılık
oluşturacaktır.
d) Bir diğer sınır ise, “Kanunda açıkça düzenlenen
konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz” kuralıdır. Bir konu
yasa ile açıkça düzenlenmişse Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Elbette
CBK’lerin çıkarılması için KHK’lerde olduğu gibi yasa ile yetkilendirme
gerekmez. Ancak KHK’ler yasaları değiştirebilirken, CBK’ler yasaların açıkça
düzenlediği hususlarda bir düzenleme yapamamakta, “Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanmakta,
“Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda,
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelmektedir”. Bu hükümler açıkça
Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin yasa gücünde olmadığını, Cumhurbaşkanlığı
kararnamesiyle yasaların değiştirilemeyeceğini gösterir.
Burada değinilen sınır, kanun hükmünde kararnamelerle açıkça
düzenlenen konuları da kapsar. AYM, bu hususu açıkça ifade etmiştir: “...
KHK’ların kanun hükmünde oldukları görülmektedir. Dolayısıyla KHK ile açıkça
düzenlenen bir konuda da Anayasa’nın 104. maddesinin on yedinci fıkrasının
dördüncü cümlesi uyarınca CBK çıkarılamaması gerekir” (AYM, E. 2019/78, K.
2020/6, 23/1/2020, R.G. 13/5/2020–31126, §39).
Bu açıklamalar ışığında Anayasa’nın Cumhurbaşkanı kararnamesiyle
doğrudan düzenleme yetkisi verdiği konularda dahi CBK ile kanunlarda değişiklik
yapılması mümkün değildir. Örneğin Anayasanın 106/son maddesine göre,
“Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri, teşkilat yapısı
ile merkez ve taşra teşkilatlarının kurulması Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle
düzenlenir.” Ancak bu, bakanlıkların kurulmasına ilişkin olarak yürürlükteki yasalarda
CBK ile değişiklik yapılabileceği anlamına gelmemektedir. Sonuç olarak,
Anayasanın 104. maddesinin on yedinci fıkrasının mevcut hükümleri karşısında
hangi konuda olursa olsun CBK ile bir yasayı değiştirmek veya yürürlükten
kaldırmak mümkün değildir.
Nitekim 1 No.lu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkarılmadan önce
2/7/2018 tarihli ve 703 sayılı Anayasada Yapılan Değişikliklere Uyum Sağlanması
Amacıyla Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile bakanlıkları düzenleyen birçok yasa ve
yasa gücünde kararname yürürlükten kaldırılmıştır.
4. Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerine İlişkin Anayasa Mahkemesi
Denetiminin Kapsamı
Anayasa Mahkemesi’nin denetim kapsamına giren işlemlerden birisi
de cumhurbaşkanlığı kararnamesidir. Anayasanın 148., 150., 151., 152. ve 153.
maddelerinde daha önce mevcut olan kanun hükmünde kararname yerine
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ibaresi konulmuştur. CBK, Anayasa Mahkemesi
tarafından, “şekil ve esas” bakımından denetlenir.
“Anayasa Mahkemesi, kanunların, Cumhurbaşkanlığı
kararnamelerinin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve
esas bakımlarından uygunluğunu denetler…” (md.148/1).
“Şekil bozukluğuna dayalı iptal davaları Anayasa Mahkemesince
öncelikle incelenip karara bağlanır” (md.149/4).
“Şekil ve esas…” ölçütü, madde 150’de de öngörülmekle, türev
kurucu iktidar, herhangi bir tartışmaya yer vermeyecek biçimde “şekil ve esas”
denetim ölçütlerinin birlikteliğini sürekli teyit ettiği gibi, “şekil
bozukluğunu denetime öncelik” yükümlülüğü getirmiştir.
a) Gerekçe, başlıca şekil denetimi ölçütlerindendir
Hukuk devletinde her türlü resmi işlemin gerekçeli olması,
hukukun genel ilkesidir. Bu ilke, anayasa ve/ya yasalarda yazılı olmasa da,
yargısal içtihat yoluyla uzun zamandan beri kabul edilen bir hukukun genel
ilkesidir. Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin gerekçesiz olması ise, hukuk
devletine açıkça aykırılık oluşturduğu gibi, bu, normatif metinlerin anlaşılır
ve öngörülebilir olmalarını da zorlaştırmaktadır. Bu itibarla; AYM, artık
CBK’ler üzerinde şekil denetimi de yaparak gerekçe yokluğunu Anayasa’ya
aykırılık nedeni saymalıdır.
2017 Anayasa kurgusu ürünü olan Cumhurbaşkanlığı kararnamesi,
dört yılda yasaların önüne geçti: Çıkarılan toplam 111 CBK’nin madde sayısı,
2719’dır. Bunların 57torba tarzında olup, madde sayısı 821’dir. CBK’ler, hiçbir
gerekçe içermemektedir.
6771 sayılı kanunla gerçekleşen Anayasa değişikliği ile 104.
maddede sınırları belirlendiği şekliyle anayasal düzenimize giren
Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerine ilişkin bir AYM içtihadı tam anlamıyla
oluşturulabilmiş değildir. Açılan iptal davalarında, sistematik şekilde, söz
konusu Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinin konu bakımından yetki yönünden Anayasa
m.104/17’ye aykırı olduğu ve yürütmenin yasamanın yetki alanına tecavüz ettiği
ortaya koyulmuştur. CBK yoluyla kural koyma alanına ilişkin ivedi ve esaslı bir
içtihat oluşturulamamış olması, çok sayıda ve torba tarzda Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesi çıkarılmasına neden olmaktadır. Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinin
gerekçesiz olması olgusu, sürekli şekilde erkler ayrılığını ihlal eden bir
kapsamda ihdas edilen bu norm kategorisinin temel kusurlarından birisi olarak
göze çarpmaktadır.
Oysa “gerekçe”, hukuk devletinin bir gereğidir.
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak
yazılır” hükmü (md.141/3) dışında ‘gerekçe gereği’, Anayasa’da, yasama ve
yürütme işlemleri için doğrudan öngörülmemektedir.
Bu bir eksiklik değil; zira hukuk devleti, bütün resmi
işlemlerin gerekçeli olmasını gerekli kılar. Nitekim, yasalar ve idari işlemler
açısından, açık hüküm yokluğuna karşın gerekçe yükümlülüğü, Anayasa madde 2’den
kaynaklanır. Anayasalarda gerekçe gerekliliği açıkça öngörülmüş olmasa da,
birel veya düzenleyici işlemler bütünü için gerekçe gerekliliği, içerik olarak
hukuk devleti kavramına içkindir. CBK’lerin gerekçeli olma zorunluluğu da, bu
genel ilke içinde yer alır.
Gerekçesiz CBK’lerde saydamlık yokluğu, işlemin yapılma nedenini
perdeler; ancak daha önemlisi, işlemi yapanın öznel ve keyfi davranma riskini
yaratır ve yine uygulamada da keyfiliğe neden olur. Nitekim torba CBK tarzı,
bunun göstergesidir. Daha önemli sakıncası ise, gerekçesiz CBK, Anayasa
Mahkemesi (AYM) denetimini zorlaştırır. Gerekçe yokluğunun torba düzenleme
yöntemiyle birleşmesi ise, denetimi geciktirdiği gibi etkisizleşmektedir.
Gerekçe, hazırlık aşamasında işlemin nedenleri ve amaçlarının
belirlenmesini gerekli kılar. Bu gereklilik, işlemi yapan makamı daha özenli
davranmaya yöneltir. Eğer gerekçeli olarak hazırlansa idi, CBK’ler, muhtemelen
özenli ve ihtiyatlı çalışmalar eşliğinde, haliyle öncekiler ile bağlantıları da
gözetileceği için torba CBK tarzında değil, nicelik olarak daha az, ama hukuk
devleti ilkesine yaraşır şekilde daha nitelikli düzenlemeler olacaktı.
Torba CBK’ler, tıpkı torba yasalar gibi AYM denetimini de
güçleştirmektedir; çünkü, AYM raportörleri dosyaları uzmanlık ilkesine göre
inceledikleri için, onlarca konuyu düzenleyen bir torba CBK, o denli çok sayıda
raportör arasında paylaşma güçlüğü nedeniyle, uzmanlık ilkesi ikinci plana
geçmektedir (bkz. AYM İçtüzüğü, md.47). Bu durum ise, CBK’ler üzerinde
derinleştirilmiş denetim sürecini engellemektedir.
TBMM’de bir CBK İzleme ve Değerlendirme Komisyonu kurma
önerisinin TBMM Genel Kurulu’nda reddedilmiş olması da, CBK gerekçelerinin
önemini arttırmaktadır.
Bu bağlamda emsal olabilecek bir uygulamaya da ayrıca dikkat
çekmekte yarar vardır.
Bilindiği üzere önceki sistemde yürütme tarafından yapılan kanun
hükmünde kararnameler (KHK) için de tıpkı kanunlar gibi Anayasada açıkça
gerekçeli olma zorunluluğu öngörülmemişti. Bununla birlikte uygulamada
KHK’ler’in gerekçesi (gerek Genel Gerekçe gerek madde gerekçeleri) Resmi
Gazetede yayımlanmamakla birlikte, Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar biriminde
KHK’ler’in de tıpkı kanunlar gibi gerekçeleri (gerek Genel Gerekçe gerek madde
gerekçeleri) hazırlanmaktaydı ve sonradan KHK’ler TBMM’ye sunulduğunda mutlaka
işbu gerekçeleri ile birlikte sunulmaktaydı.
Diğer bir ifadeyle KHK’lerin de aslında gerekçeleri
bulunmaktaydı.
Nitekim bu bağlamda bir işlem veya düzenlemenin gerekçesinin
“bulunması” ile bu gerekçenin “yayımlanması veya ilan edilmesi” farklı
kavramlardır.
Kanunlar, KHK’ler, CBK’ler gibi genel kural koyucu üst hukuk
kurallarının gerekçelerinin “bulunması”, hukuk devleti açısından mutlaka
zorunludur. Çünkü gerek bu hukuk normlarının uygulayıcılar tarafından nasıl
yorumlanacağının anlaşılması açısından; gerekse bu üst normların dayanak
alındığı daha alt normların işbu üst normlara uygun biçimde tesis edilebilmesi
açısından, bahsi geçen gerekçenin “bulunması”, hukuka saygılı bir yönetim
anlayışının gereğidir.
Söz konusu gerekçenin en başta, yani normun yürürlüğe girdiği
zamanda kamuya ilan edilip edilmemesi ise farklı bir olgudur. Aslında hukuka
saygılı ve vatandaşların kamusal faaliyetler için bilgilenmesini ve saydamlığı
önemseyen bir yönetim anlayışında işbu gerekçelerin en baştan da kamuya
duyurulması daha doğru bir yaklaşımdır. Ancak burada olduğu gibi anılan
gerekçelerin en başta kamuya duyurulmasının zorunlu olduğuna dair açık yasal
kurallar yoksa, gerekçenin baştan kamuya duyurulmamış olması açık bir hukuka
aykırılık olarak görülmeyebilir.
Ne var ki gerekçenin en başta kamuya duyurulmaması hukuka
aykırılık taşımasa da gerekçenin “hiç bulunmaması” hukuka aykırılık oluşturacaktır.
Bu bağlamda Türk hukukunda öteden beri kabul edilen yaklaşım,
gerekçenin baştan kamuya ilan edilme zorunluluğu bulunmasa da gerekçenin
yönetimin elinde bulunmasının ve örneğin dava açıldığında mahkemeye gerekçenin
sunulmasının zorunlu olmasıdır. Böylece hukuka uygunluk denetimi daha mükellef
biçimde yapılabilecektir.
Nitekim Danıştay’ın da uzun süredir yerleşik içtihadı,
yönetmelikler ve tüzükler dahil idari işlemlerin gerekçesinin baştan ilgililere
duyurulması zorunlu olmamakla birlikte, bunlara karşı dava açıldığında idarenin
bunların gerekçesini mahkemeye sunmasının zorunlu olduğu yönündedir.
Dolayısıyla gerekçe “bulunmadan” mahkemeye sunulması da mümkün olmayacağına
göre, bu düzenlemelerin gerekçesinin yönetimin elinde ve kayıtlarında “bulunması”
yani varolması hukuken zorunludur.
Aynı durum, CBK’ler açısından da evleviyetle (a priori)
geçerli olmalıdır. Zira CBK’lerin diğer idari düzenlemelere göre daha üst hukuk
normları olduğu kuşkusuzdur.
Anayasa Mahkemesi’nin görev tanımı Anayasa’da belirtilmiştir:
“Anayasa Mahkemesi, kanunların, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin ve Türkiye
Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından
uygunluğunu denetler…” (md.148/1)
• AYM, yasalardan farklı olarak, CBK’lerin Anayasa’nın belirlediği
çerçeve içinde çıkarılıp çıkarılmadığını yetki yönünden denetledikten sonra
esasa ilişkin denetime geçmektedir. Yetki yönünden denetim, açık olarak bir
şekil denetimidir. AYM bugüne kadar verdiği kararlarda sadece CBK’lerin yetki
yönünden şekil denetimini dolaylı şekilde yaptığı görülmektedir. Oysa şekil
denetimi salt “yetki unsuruyla” sınırlı değildir. AYM’nin, Anayasanın CBK’lerin
şekil yönünden denetimini sadece “yetki” unsuruyla sınırlı olarak yapması,
Anayasanın amir hükmüyle de bağdaşmamaktadır.
• CBK’leri şekil yönünden denetim, AYM yetkisinde olduğundan,
gerekçe yokluğu böyle bir denetimi işlevsel kılacak belirleyici ölçüttür.
• Nitekim, AYM’nin yukarıda alıntılanan kararı,
Cumhurbaşkanlığından örtülü bir gerekçe istemi anlamına gelmektedir.
• Bu itibarla, AYM’ye tarihsel bir görev düşmektedir: Gerekçe
gerekliliğini biçim yönünden denetim kapsamına almak.
• AYM denetimi, bugüne kadar CBK’ler üzerinde yetki ve esas
yönünden denetimle sınırlı kaldı. Ne var ki, madde 148, açıkça şekil denetimini
öngörmektedir ve alıntılanan kararında AYM’nin gerekçe gerekliliğine işareti,
bu denetim yoluna ilişkindir. Aksi halde, Anayasa’nın CBK’ler bakımından
öngördüğü şekil bakımından denetim kuralı, anlamını büyük ölçüde yitirmiş
olacaktır. Gerekçe yokluğunun iptal nedeni sayılması, CBK’lerin Anayasaya
uygunluk kaygısı ile hazırlanmasını gerekli kılacağından, AYM denetimi de
işlevsellik kazanacaktır.
• Öte yandan, 1982 Anayasası madde 148 ve 6216 sayılı Kanun ve
AYM İçtüzüğü hükümlerinin, kanunlardan farklı olarak CBK'lerin şekil denetimine
ilişkin bir düzenleme içermemeleri, CBK'lerin şekil denetiminin
yapıl(a)mayacağı sonucunu doğurmamaktadır. Tam aksine, Anayasa ve diğer
düzenlemelerde bu konuda hüküm bulunmaması AYM'yi, AY m.151'de yer alan şekil
denetiminin CBK'ler bakımından nasıl uygulanacağını belirleme yükümlülüğü
altına sokmaktadır. Şekil, bir normun Resmi Gazete'de yayımlanana kadar geçen
yöntemsel süreçleri kapsamakta ve bu süreç de normun gerekçesiyle birlikte
oluşturulmasıyla başlamaktaysa, CBK'lerin gerekçesiz şekilde yayımlanması, daha
baştan hukuk devleti kuralına aykırılık oluşturmaktadır. Buna ilişkin olarak
TBMM, CBK'lerin nasıl hazırlanacağına ilişkin ve gerekçelerin nerede ve nasıl
yayınlanacağına ilişkin bir kanun yapma yetkisini haiz olmasına rağmen TBMM'ce
böyle bir kanunun yapılmamış olması varılan sonucu değiştirmemekte, AYM'nin
yükümlülüğünün önemini ortaya çıkarmaktadır. AYM, CBK’ler üzerinde şekil
denetiminde yasalara göre daha geniş bir takdir marjına sahiptir; çünkü yasa
için şekil ölçütü Anayasa’da doğrudan öngörülmektedir. Bu itibarla, CBK’ler
üzerinde şekil denetim ölçütlerinin Anayasa Mahkemesi tarafından belirlenmesi,
Anayasa Mahkemesi’nin varlık nedeni ve hukuk devletinin oluşum süreci
bakımından da yerinde ve yararlı olacaktır.
• Gerekçe gereği, norm olarak uygulamada ortaya çıkacak
tereddütlerin giderilmesi için de gereklidir. (AYM bile buna haklı olarak
gereksinim duyduğuna göre…), CBK’yi uygulamak konumunda olan yargı organları ve
idare makamları buna haydi haydi gerek duyar.
• Öte yandan, CBK’ler, çok geniş bir düzenleme alanına
yayılmakta ve hatta sosyal ve ekonomik haklar bile CBK’lerle düzenlenebilmesi
ötesinde, TBMM çoğunluğunun, madde 104/17 cümle sonun verdiği yetkiyi bile
kullanmaktan kaçınması, CBK yoluyla geniş bir yelpazeye yayılan normatif
düzenlemeleri, adeta “sürekli” bir hale getirmiştir.
b) Yetki yönünden şekil denetimi
Anayasa Mahkemesi, bir şekil denetimi türü olan bu denetimi
nasıl ve hangi çerçevede yapmalıdır? Yargısal denetimde AYM öncelikle bir
CBK’nin Anayasada CBK ile düzenlenmesi öngörülen hususlarda düzenleme içerip
içermediği yani yetki yönünden denetleyecektir. Dolayısıyla CBK yetki kapsamı
dışında bir konuyu düzenlemişse doğrudan yetkisizlik dolayısıyla iptal
edilmelidir. CBK’nin yetki kapsamı içinde olduğu sonucuna varırsa AYM, bu kez
düzenlemenin esas bakımından Anayasa’nın ilgili maddelerine uygunluğunu
inceleyecektir. Her ne kadar Anayasanın 148. maddesinde CBK’lerin şekil ve esas
bakımlarından Anayasaya uygunluk denetiminden söz edilmişse de bu denetim 104.
maddenin 17. fıkrasındaki koşulların bir bütün olarak AYM tarafından
denetlenmesini gerektirir. Çünkü Anayasa’da, Cumhurbaşkanına ancak fıkrada
belirtilen sınırlar içinde CBK çıkarma yetkisi verilmiştir. Bu sınırların
aşılması, CBK’yi Anayasa’ya aykırı hale getirir. Böylece, CBK’nin, örneğin
kanunun açıkça düzenlediği bir hususu içermesi onun Anayasa’ya aykırı olması
sonucunu doğurur: “Dava konusu kural 5018 sayılı Kanun’a ekli (1) Sayılı
Cetvel’e bazı eklemeler yapmak suretiyle kanun metninde değişiklik yapılmasını
öngörmektedir. Kanunları değiştirmenin TBMM’nin görev ve yetkileri kapsamında
bulunduğu ve 6771 sayılı Kanun’la yapılan Anayasa değişikliğiyle bu hususta
farklı bir düzenleme öngörülmediği gözetildiğinde kuralın yürütme yetkisine değil
yasama yetkisine ilişkin olduğu açıktır. Dolayısıyla kural, Anayasa’nın 104.
Maddesinin on yedinci fıkrasının birinci cümlesiyle bağdaşmamaktadır” (AYM,
E.S.: 2018/55; K.S.: 2020/27; K. T.:11/6/2020; R.G.: 20 Temmuz 2020-31194).
Bu açıdan CBK’lerin denetimi yasaların denetiminden farklıdır.
Yasaların esas denetiminde sadece yasanın maddi bakımdan anayasaya uygunluğu
inceleme konusu olurken, CBK’lerin, şekil denetiminden sonra esas yönünden
denetime geçmeden önce yetki yönünden incelenerek, Anayasanın 104/17. maddedeki
sınırlara uyulup uyulmadığı denetlemelidir. Bu çerçevede CBK’nin bir özgürlük
ve hakkı düzenleyip düzenlemediği, Anayasada yasa kaydı olan ya da bir kanun
tarafından düzenlenmiş bulunan bir konuda düzenlemeye yer verilip verilmediği
öncelikle ele alınmalıdır.
AYM de, konuya ilişkin ilk kararlarında, cumhurbaşkanlığı
kararnamelerinin öncelikle yetki açısından denetlenmesi gerekliliğini açıkça
ifade etmiştir:
“CBK’ların ... konu bakımından yetki kurallarına uygun olarak
çıkarılması gerekmektedir. Aksi takdirde içeriği Anayasa’ya aykırılık
oluşturmasa bile bu düzenlemelerin Anayasa’ya uygunluğundan söz edilemez.
Dolayısıyla CBK’ların yargısal denetiminde öncelikle Anayasa’nın 104.
maddesinin on yedinci fıkrasında belirtilen konu bakımından yetki kurallarına
uygunluğunun ele alınması gerekir. Anılan fıkra yönünden herhangi bir aykırılık
tespit edilmemesi durumunda ise bu defa CBK’ların içerik yönünden Anayasa’ya
uygunluk denetimi yapılmalıdır” (Bkz. örneğin : AYM, E.S. :2018/125, K.S.:2020/4,
K.T.:22/1/2020, R.G. Tarih – Sayı: 13/5/2020 – 31126, §13. Aynı yönde bkz. AYM,
E.S.: 2018/55; K.S.: 2020/27; K. T.:11/6/2020; R.G.: 20 Temmuz 2020-31194).
Ayrıca sosyal ve ekonomik haklar konusunda CBK’lerin özgürlük ve
hak üzerindeki somut etkisi incelemede dikkate alınmalıdır. Bu yönden, bir CBK
hak ve hürriyet sınırlayıcı nitelikte ise, konu yasama yetkisinin alanına
kayacak ve CBK Anayasaya aykırı hale gelebilecektir. Bu nedenle sosyal ve
ekonomik haklara ilişkin olarak CBK’lerde yer alan her bir hükmün somut
etkileri dikkate alınarak bir değerlendirme yapılmalıdır. Bu bağlamda, örneğin
CBK’de öngörülen sosyal ve ekonomik haklarla ilgili düzenleyici kuralların,
sosyal ve/veya ekonomik haklar bakımından pozitif ayrımcılık yapılmasının
gerekli olduğu bir alanda bunu yapmamaktan ya da tetikleyebileceği dolaylı
ayrımcı sonuçlardan da sorumlu olacağını vurgulamak gerekir. Bu çerçevede hangi
kuralın hak ve hürriyetleri kısıtlayıcı, hangi kuralın sadece düzenleyici
nitelikte olduğunun tespiti oldukça zor olacaktır.
Anayasa Mahkemesi’nin cumhurbaşkanlığı kararnamelerini yetki
açısından denetlemesinin, sıradan bir Anayasa’ya uygunluk denetimi sorunu
oluşturmadığı vurgulanmalıdır. Anayasa’nın Başlangıç bölümünde, açık şekilde
erkler ayrılığı ilkesine yollama yapılmakla yetinilmemekte, ilkenin aynı
zamanda tanımı da yapılmaktadır. Madde 2’nin öngördüğü hukuk devletinin
gerekleri, normlar hiyerarşisi çerçevesinde kuralı koyan organ ile onu
uygulayan organın birbirinden ayrılmasını, denetim organının ise bağımsız olmasını
ifade eder. Normların aşamalı sırası ise, üst normun alt normun varlık nedeni
olduğu, üst norma uygunluk ise, alt normun geçerlilik koşulu olduğu anlamına
gelir. Anayasa’nın 7., 8. ve 9. maddeleri; yasama, yürütme ve yargı yetkilerini
ayrı ayrı düzenlemektedir. Anayasa’nın 11. maddesine göre; Anayasa hükümleri,
yasama, yürütme ve yargı organlarını bağlamaktadır. 2017 Anayasa değişikliğiyle
ortaya çıkan kurguda, her ne kadar cumhurbaşkanlığı kararnamesi adı altında
yürütmeye düzenleme yetkisi tanınmış olsa da bu yetkinin, gerek çerçevesinin
belirlendiği madde 104/17 sınırları içerisinde, gerekse Anayasa’nın değinilen
Başlangıç ve genel esasları kapsamında kullanılıp kullanılmadığı konusunda AYM
tarafından gerçekleştirilecek Anayasa’ya uygunluk denetimi, temel bir önem
kazanmaktadır. Öyle ki, AYM tarafından cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin yetki
alanlarında çıkarılıp çıkarılmadığına ilişkin olarak yapılacak her denetim; bir
anlamda, aynı anda Anayasa’nın 2., 6., 7., 8., 11. ve 104. maddelerinin ihlal
edilip edilmediğine ilişin bir ortak bir denetim anlamına da gelecektir.
Özellikle vurgulanmalıdır ki; Anayasa madde 6/3’e göre, “Hiçbir kimse veya
organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz”. Bu itibarla,
erkler ayrılığı ilkesine uyulup uyulmadığına ilişkin bir denetim olan
cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin yetki alanlarında kalıp kalmadıklarına
ilişkin denetim; son tahlilde, egemenliğin Anayasa’ya uygun şekilde kullanılıp
kullanılmadığını ve anayasal yetkilerin, “Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun”
olarak kullanılıp kullanılmadığını denetlemek anlamına gelmektedir. Kısaca,
AYM’nin Cumhurbaşkanlığı kararnamelerini denetimi vesilesiyle yapacağı
gözlemler, belirleyeceği ilkeler ve sistemleştireceği ölçütler, Türkiye
Cumhuriyeti’nin anayasal bir devlet olup olmayacağı konusunda belirleyici
olacaktır.
c) Esas yönünden
Bu konuda gösterilmesi gereken hassasiyet ve titizlik; Anayasa
Mahkemesi’nin cumhurbaşkanlığı kararnamelerini yetki açısından denetlemesinin,
denetimine tabi tutulan diğer normatif düzenlemelerin Anayasa’ya uygunluk
denetiminden farklı özellikler taşımasına dayanmaktadır. Anayasa, Başlangıç
bölümünde, Devlet örgütlenmesinin erkler ayrılığı üzerine inşa edileceğini açık
bir biçimde öngörmektedir. Cumhuriyet’in niteliklerini sıralayan ve
somutlaştıran madde 2 ise, Türkiye Cumhuriyeti’nin “başlangıçta belirtilen
temel ilkelere dayan”dığını öngörmekte olup, bunu hukuk devleti olarak
tanımlamaktadır. Hukuk devleti, mekanizma olarak, devlet örgütünün erkler
ayrılığı çerçevesinde örgütlendiği, hukuki yapılanmanın ise normlar
hiyerarşisine dayandığı bir siyasal örgüt ve hukuki yapı olarak tanımlanır.
Madde 2, madde 14 (değişik: 3/10/2001-4709/3 md.) ışığında okunduğunda hukuk
devletinin içerik olarak da tanımlanmış olduğu görülür: “insan haklarına
dayanan demokratik ve laik Cumhuriyet” ve aynı zamanda “sosyal devlet”; yani
sosyal hukuk devleti. Bu arada; AYM’nin hukuk devleti kavramına ilişkin olarak
kanunların Anayasa’ya uygunluğu denetimi bağlamında oluşturduğu içtihadının,
cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin denetiminde de aynı şekilde referans
oluşturacağı açıktır (bu yönde bkz.: AYM, E.S. :2018/125, K.S.:2020/4,
K.T.:22/1/2020, R.G. Tarih – Sayı: 13/5/2020 – 31126, §26–28). AYM’ye göre: “Anayasa’nın
2. maddesinde belirtilen hukuk devleti; eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan
haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil
bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, hukuki güvenliği sağlayan,
Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuk kurallarıyla kendini
bağlı sayan ve yargı denetimine açık olan devlettir” (AYM, E.S. :2018/125,
K.S.:2020/4, K.T.:22/1/2020, R.G. Tarih – Sayı: 13/5/2020 – 31126, §26). Oysa, cumhurbaşkanlığı
kararnamelerine ilişkin (ve özellikle de bunların konu bakımından yetkisizliğine
dayalı) iptal başvurularının böylesine çok sayıda ve bu kadar uzun süreler
karara bağlanmamış şekilde AYM önünde birikmiş olması, AYM’nin verdiği hukuk
devleti tanımındaki her bir unsurun adeta dondurulması anlamına gelmekte;
yürütmeyi, dolaylı olarak, yetkisi dışındaki alanları sistematik şekilde
Anayasa’ya aykırı cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle düzenleme refleksi
konusunda cesaretlendirmektedir.
Anayasa’nın genel esaslar kısmındaki maddeleri, madde 2’nin
yaptığı çerçeve ve temel tanımlar doğrultusunda okumak ve anlamlandırmak
gerekir:
Anayasa’nın 7., 8. ve 9. maddeleri; Devlet örgütü olarak yasama,
yürütme ve yargı yetkilerini ayrı ayrı düzenlemektedir. Normlar hiyerarşisinin
ana çerçevesini koyan madde 11’e göre; Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve
yargı organlarını bağlamaktadır. Bu itibarla, Anayasa Mahkemesi’nin,
Anayasa’nın bu temel hükümleri ışığında, iptal davası konusu cumhurbaşkanlığı
kararnamelerine ilişkin denetimini titizlikle gerçekleştirmesi, ivedi bir
gerekliliktir.
B. 174 SAYILI “BAZI CUMHURBAŞKANLIĞI KARARNAMELERİNDE DEĞİŞİKLİK
YAPILMASI HAKKINDA CUMHURBAŞKANLIĞI KARARNAMESİ’NİN TÜMÜNÜN ANAYASA’YA
AYKIRILIĞI
174 sayılı “Bazı Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinde Değişiklik
Yapılması Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile 1 sayılı Cumhurbaşkanlığı
Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 5 inci, 6 ncı, 10/A, 11
inci, 12 nci, 13 üncü, 14 üncü, 15 inci, 16 ncı, 34 üncü maddelerinde
değişiklik yapılmış ve İkinci Kısmına Geçici Madde 2 şeklinde geçici bir madde
eklenmiş, 2 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesinin 3 üncü maddesi değiştirilmiş ve 5 sayılı Devlet Denetleme Kurulu
Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 14 üncü, 15 inci ve 23 üncü maddeleri
değiştirilmiştir. İptal talebimizin konusunu oluşturan 174 sayılı CBK ile
değiştirilen her üç CBK’da da yapılan değişikliklerle Cumhurbaşkanlığı idare
teşkilatı içerisinde yer alan Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanlığı,
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği şeklinde ve İdari İşler Başkanı olarak
görev yapan kamu görevlisinin unvanı da Genel Sekreteri olarak
değiştirilmiştir.
Söz konusu düzenlemeler, aşağıdaki açılardan Anayasa’ya
aykırıdır.
a)
Anayasa’nın 104. maddesine konu bakımından yetki yönünden
Aykırılık
6771
sayılı Kanun ile getirilen Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin temel ilke ve
koşulları Anayasa’nın 104. maddesinin 17. fıkrasında ortaya konulmuştur. Anayasanın
104/17. maddesiyle getirilen CBK ile yürütmeye tanınan düzenleme alanı oldukça
dar ve sınırlıdır. Cumhurbaşkanına yürütmeyle ilgili konularda cumhurbaşkanlığı
kararnamesiyle düzenleme yapma yetkisi verilmiştir. Anayasa CBK’ler için konu
bakımından açık şekilde üçlü bir sınır çizmiştir. Buna göre; birinci sınır
olarak Anayasa’da münhasıran kanun ile düzenlenmesi öngörülen konularda CBK
çıkarılamaz. İkinci sınır kanun ile düzenlenmiş konularda CBK ile düzenleme
yapılamaz iken, üçüncü sınır ise temel hak ve hürriyetlerle ilgili konularda
CBK ile düzenleme yapılamayacağıdır. İptali talep edilen 174 sayılı CBK
açısından cumhurbaşkanına tanınan yetki sınırı aşılmış ve CBK ile düzenleme
yapılamayacak alan olarak tanımlanmış, kanunda açıkça düzenlenmiş konularda
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile düzenleme yapılmıştır.
Kanunda Açıkça Düzenlenen Konuda Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesi Çıkarma Yasağına Aykırılık
Anayasanın 104/17. maddesinde, “Kanunda açıkça düzenlenen
konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz” kuralı bulunmaktadır. Bir
konu yasa ile açıkça düzenlenmişse, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkartılamaz.
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile yasaların açıkça düzenlediği hususlarda bir
düzenleme yapılamamakta, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı
hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanmakta, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
hükümsüz hale gelmektedir. Bu hükümler, açıkça Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin
yasa gücünde olmadığını, Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle yasaların
değiştirilemeyeceğini göstermektedir. Anayasa’nın 104. maddesinin on yedinci
fıkrasının herhangi bir tartışmaya açık olmayan belirgin hükümleri karşısında,
hangi konuda olursa olsun, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile bir yasayı
değiştirmek veya yürürlükten kaldırmak mümkün değildir. Anayasanın 104. maddesi
çerçevesinde kanunla düzenlenmesi öngörülen konuların haricinde kanunla
düzenlenmiş konularda da CBK ile düzenleme yapılamaz.
174 sayılı CBK ile 1 sayılı Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 5 inci, 6 ncı, 10/A, 11 inci, 12 nci, 13 üncü,
14 üncü, 15 inci, 16 ncı, 34 üncü maddelerinde değişiklik yapılmış ve İkinci
Kısmına Geçici Madde 2 şeklinde geçici bir madde eklenmiş, 2 sayılı Genel Kadro
ve Usulü Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 3 üncü maddesi değiştirilmiş
ve 5 sayılı Devlet Denetleme Kurulu Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 14
üncü, 15 inci ve 23 üncü maddeleri değiştirilerek iptal talebimizin konusunu
oluşturan 174 sayılı CBK ile değiştirilen her üç CBK’da da yapılan
değişikliklerle Cumhurbaşkanlığı idare teşkilatı içerisinde yer alan
Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanlığı, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği
şeklinde ve İdari İşler Başkanı olarak görev yapan kamu görevlisinin unvanı da
Genel Sekreteri olarak düzenlenmiştir.
İptale konu olan 174 sayılı CBK ile düzenlenen ve
Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanlığı’nın Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği
olarak değiştirilmesi ile İdari İşler Başkanının Genel Sekreter olarak unvanını
değiştirilmesine ilişkin konular, öncelikle 17/8/1983 tarih ve 2879 sayılı
Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanlığına İlişkin Bazı Düzenlemeler Hakkında
Kanun ile düzenlenmiş bir konudur.
Öncelikle yukarıda belirtilen 2879 sayılı Cumhurbaşkanlığı İdari
İşler Başkanlığına İlişkin Bazı Düzenlemeler Hakkında Kanunun adı “Cumhurbaşkanlığı
Genel Sekreterliği Teşkilatı Kanunu” iken, 2/7/2018 tarihli ve 703 sayılı
KHK’nin 46 ncı maddesiyle yukarıda belirtildiği şekilde bir Kanun Hükmünde
Kararname ile değiştirilmiştir. Söz konusu 703 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin 46. Maddesi ile yapılan bu değişikliğe bağlı olarak 1sayılı CBK, 2
sayılı CBK ve 5 sayılı CBK ile de buna bağlı düzenlemeler yapılmıştır.
2/7/2018 tarihli ve 703 sayılı Anayasada Yapılan Değişikliklere
Uyum Sağlanması Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 46. Maddesi şu şekildedir:
MADDE 46- 17/8/1983 tarihli ve 2879 sayılı
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği Teşkilatı Kanununun;
a) Adı "Cumhurbaşkanlığı İdari
İşler Başkanlığına İlişkin Bazı Düzenlemeler Hakkında Kanun" şeklinde
değiştirilmiştir.
b) 4 üncü maddesinin birinci, ikinci
ve dördüncü fıkralarında yer alan "Genel Sekreterliği" ibareleri
"İdari İşler Başkanlığı" şeklinde, ikinci ve üçüncü fıkralarında yer
alan "Genel Sekreterinin" ibareleri "İdari İşler
Başkanının" şeklinde değiştirilmiş ve aynı maddeye aşağıdaki fıkralar
eklenmiştir.
"Cumhurbaşkanınca atananlar
hakkında 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı
Kanununun 40 ıncı maddesinin birinci fıkrası uygulanmaz, bunlardan emeklilik
veya yaşlılık aylığı almakta olanların aylıkları kesilmez, yazılı talepte
bulunanların ise aylıkları kesilir ve Sosyal Güvenlik Kurumu ile
ilişkilendirilirler.
Cumhurbaşkanlığı hizmetlerinin
özelliği ve güvenlik şartına uygun şekilde yerine getirilmesini sağlamak
amacıyla; 10/2/1954 tarihli ve 6245 sayılı Harcırah Kanunu, 5/1/1961 tarihli ve
237 sayılı Taşıt Kanunu, 8/9/1983 tarihli ve 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu,
9/11/1983 tarihli ve 2946 sayılı Kamu Konutları Kanunu, 4/1/2002 tarihli ve
4734 sayılı Kamu İhale Kanunu, 5/1/2002 tarihli ve 4735 sayılı Kamu İhale
Sözleşmeleri Kanunu Cumhurbaşkanlığı Makamı ve İdari İşler Başkanlığı hakkında
uygulanmaz. Söz konusu kanunlarda düzenlenen hususlar ile mali iş ve işlemlere
ilişkin usul ve esaslar Cumhurbaşkanlığınca belirlenir."
c) 1 inci, 2 nci, 3 üncü maddeleri,
4 üncü maddesinin altıncı, yedinci ve sekizinci fıkraları ile geçici 1 inci ve
geçici 2 nci maddeleri ile 5 inci ve 6 ncı maddeleri yürürlükten
kaldırılmıştır.
Yukarıda belirtildiği üzere 703 sayılı KHK’nın 46. Maddesi
gereğince 2879 sayılı Kanunun adı “Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanlığına
İlişkin Bazı Düzenlemeler Hakkında Kanun" şeklinde değiştirilmiş ve
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği ve Genel Sekreteri, Cumhurbaşkanlığı İdari
İşler Başkanlığı ile İdari İşler Başkanı olarak tanımlanmıştır. 703 sayılı KHK
hale yürürlüktedir.
Söz konusu 703 sayılı KHK’nın bazı hükümlerinin iptaline yönelik
açılan iptal davasında 703 sayılı KHK’nın 46. maddesi ile 2879 sayılı Kanunun
4. Maddesine eklenen fıkralarının iptali de istenmiş olup, Anayasa Mahkemesi
2018/117 E., 2023/212 K., Karar sayılı kararıyla söz konusu fıkraları iptal
etmiş, ve 2879 sayılı Kanunda yapılan diğer değişiklikler ise hukuki olarak
yürürlükte kalmıştır.
25/12/2024 tarihli ve 7537 sayılı Devlet Memurları Kanunu ile
Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun
10. Maddesi ile 17/8/1983 tarihli ve 2879 sayılı Cumhurbaşkanlığı İdari İşler
Başkanlığına İlişkin Bazı Düzenlemeler Hakkında Kanunun 4 üncü maddesinde
değişiklik yapılmış ve söz konusu 7537 sayılı Kanun 27/12/2024 tarihinde Resmi
Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu çerçevede, yürürlükte olan 2879
sayılı Kanun hükümleri aşağıdaki şekildedir:
“CUMHURBAŞKANLIĞI İDARİ İŞLER BAŞKANLIĞINA
İLİŞKİN BAZI DÜZENLEMELER HAKKINDA KANUN[1]
Kanun Numarası : 2879
Kabul Tarihi : 17/8/1983
Yayımlandığı Resmî Gazete : Tarih : 19/8/1983 Sayı : 18140
Yayımlandığı Düstur : Tertip : 5 Cilt : 22 Sayfa : 551
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği teşkilatı
Madde 1 – (Mülga: 2/7/2018-KHK-703/46 md.)
Kadrolar
Madde 2 – (Mülga: 2/7/2018-KHK-703/46 md.)
Mali hükümler
Madde 3 – (Mülga: 2/7/2018-KHK-703/46 md.)
Personele ilişkin hükümler[2]
Madde 4 – Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanlığı
teşkilatı memurları hakkında, istisnai memurluklarla ilgili hükümler uygulanır.
Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanlığı teşkilatı
kadrolarında (…)[3] Cumhurbaşkanının tasvibi üzerine kamu kurum ve
kuruluşlarında görevli sivil ve asker personel ve adli, idari, askeri yargı
mensupları da Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanının talebi ile süreli veya
geçici olarak görevlendirilebilirler.
Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanının yukarıda belirlenen
personeli üç yılı aşmamak üzere süreli olarak ismen görevlendirme istekleri,
atamalarındaki kayıt ve usullere bakılmaksızın yetkili merci, kurum ve
kuruluşlarca yerine getirilir. Süresi bitenlerin görevlendirilmeleri
yenilenebilir. Bu şekilde görevlendirilen personel kurumlarından izinli
sayılır. Bu personelin aylık, ek gösterge, tazminatlar ve diğer mali ve sosyal
hak ve yardımları kurumlarınca ödenmeye devam olunur.
Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanlığı teşkilatında süreli veya
geçici olarak görevlendirilecek yüksek yargı organları mensupları ile hakim ve
savcıların muvafakatları alınır ve yüksek yargı organları mensupları hakkında
görevlendirme talebi, ilgili yüksek mahkemelerin başkanlarınca yerine
getirilir. (Ek cümle:25/12/2024-7537/10 md.) Hâkim ve savcı sınıfından
olanların terfileri mümtazen başka bir işleme gerek kalmaksızın süresinde
yapılır.
(Mülga beşinci fıkra: 11/10/2011-KHK-666/1 md.)
(Mülga altıncı fıkra: 2/7/2018-KHK-703/46 md.)
(Mülga yedinci fıkra: 2/7/2018-KHK-703/46 md.)
(Mülga sekizinci fıkra: 2/7/2018-KHK-703/46 md.)
(Ek fıkra:25/12/2024-7537/10 md.) Kadrolu
personelden hizmetine ihtiyaç kalmayanlar, diğer kamu kurum ve kuruluşlarının
durumlarına uygun kadrolarına atanırlar. İlgili kuruluşlar atamaya ilişkin
işlemleri genel hükümler çerçevesinde en kısa sürede yerine getirirler.
Bunların durumlarına uygun boş kadro bulunmaması halinde atama işlemi ile
birlikte söz konusu kadrolar herhangi bir işleme gerek olmaksızın kendiliğinden
ihdas edilmiş sayılır. Bu kadroların herhangi bir nedenle boşalması halinde
herhangi bir işleme gerek olmaksızın söz konusu kadrolar kendiliğinden iptal
edilmiş sayılır.
(Ek fıkra:25/12/2024-7537/10 md.) Süreli
olarak görevlendirilen personelden hizmetine gerek kalmayanlar, süresinin
bitiminden önce de kurumlarına geri gönderilebilir veya görevlerine son
verilebilir. Süreli olarak görevlendirilen personelden isteyenler, süreleri
bitmeden kurumlarına dönebilirler veya görevlerini bırakabilirler. Bunlardan üç
yıllık görev süresini tamamlayanlar, haklarında yeni bir işlem yapılıncaya
kadar görevlerine devam eder.
(Ek fıkra:25/12/2024-7537/10 md.) Cumhurbaşkanlığı
İdari İşler Başkanlığında 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu
veya diğer kanunların sözleşmeli personel çalıştırılmasına dair hükümlerine
bağlı kalınmaksızın sözleşmeli personel çalıştırılabilir. Sözleşme yapmaya
İdari İşler Başkanı yetkilidir. Sözleşmeli personel hakkında bu Kanunda ve
sözleşmede yer almayan hususlarda 657 sayılı Kanuna göre sözleşmeli personel
çalıştırılmasına ilişkin hükümler uygulanır. Sözleşmeli olarak
çalıştırılacaklara ödenecek ücret 657 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin (B)
fıkrasına göre çalıştırılanlar için uygulanmakta olan sözleşme ücreti tavanının
üç katını geçmemek üzere görevin mahiyeti ve çalıştırılacak kişinin vasfı gibi
kriterler gözetilerek İdari İşler Başkanı tarafından belirlenir. Geçici olarak
ve/veya haftanın belirli günlerinde ya da günün belirli saatlerinde sözleşmeli
statüde çalıştırılanlara, çalıştırılan günlerle veya saatlerle orantılı olarak
ödeme yapılır.
(Ek fıkra:25/12/2024-7537/10 md.) Bu
madde kapsamında istihdam edilecek sözleşmeli bilişim personeline ödenecek
ücret tavanı, en fazla on kişi için, 657 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin (B)
fıkrasına göre çalıştırılanlar için uygulanmakta olan sözleşme ücreti tavanının
beş katına kadar belirlenebilir. Bu şekilde istihdam edileceklerin;
a) Fakültelerin dört yıllık
bilgisayar mühendisliği, yazılım mühendisliği, elektrik mühendisliği,
elektronik mühendisliği, elektrik ve elektronik mühendisliği ve endüstri
mühendisliği bölümlerinden veya bunların dışında kalan dört yıllık eğitim veren
fakültelerin mühendislik bölümlerinden, fen edebiyat, eğitim ve eğitim
bilimleri fakültelerinin, bilgisayar ve teknoloji üzerine eğitim veren
bölümleri ile istatistik, matematik ve fizik bölümlerinden ya da bunlara
denkliği Yükseköğretim Kurulunca kabul edilmiş yurt dışındaki yükseköğretim
kurumlarından mezun olması,
b) Yazılım, yazılım tasarımı
ve geliştirilmesi ile bu sürecin yönetimi konusunda veya büyük ölçekli ağ
sistemlerinin kurulumu ve yönetimi konusunda en az 5 yıllık mesleki tecrübeye
sahip bulunmaları,
c) Bilgisayar çevre
birimlerinin donanımı ve kurulan ağ yönetimi güvenliği hakkında bilgi sahibi
olmaları kaydıyla, güncel programlama dillerinden en az birini bilmesi,
zorunludur.
(Ek fıkra:25/12/2024-7537/10 md.) Bu
maddeye göre istihdam edilen sözleşmeli personelden hizmetine ihtiyaç
kalmayanlar uygun görülmesi halinde diğer kamu kurum ve kuruluşlarında 657
sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin (B) fıkrası kapsamındaki durumlarına uygun
pozisyonlara atanabilir. Bunların atama teklifi İdari İşler Başkanlığınca
yapılır. Atama teklifi yapılan kurum veya kuruluşça personelin atama işlemleri
on beş gün içinde sonuçlandırılır. Bunlar, atama işlemi tamamlanıncaya kadar,
mevcut pozisyonlarına ait sözleşme ücretleri ile diğer mali haklarını
Cumhurbaşkanlığı bütçesinden almaya devam eder. Bu madde kapsamında
atanacakların pozisyonları, atama teklifinde belirtilen ünvan, sayı, nitelik,
sözleşme ücreti ve süreleri itibarıyla atama işleminin yapıldığı tarihte başka
bir işleme gerek kalmaksızın ihdas edilmiş sayılır. Doğum, evlat edinme veya
askerlik sebebiyle hizmet sözleşmesi feshedilen sözleşmeli personelin
pozisyonları hariç olmak üzere, bu madde kapsamında ihdas edilen pozisyonlar,
herhangi bir şekilde boşalmaları halinde hiçbir işleme gerek kalmaksızın iptal
edilmiş sayılır. Bu fıkra kapsamında atananlara iş sonu tazminatı ödenmez. Bu
personelin önceden iş sonu tazminatı ödenmiş süreleri hariç, iş sonu
tazminatına esas olan toplam hizmet süreleri, yeni pozisyonlarında iş sonu
tazminatına esas toplam hizmet süresi ile ücret ve izin sürelerinin hesabında
dikkate alınır.
(Ek fıkra:25/12/2024-7537/10 md.) Cumhurbaşkanlığı
İdari İşler Başkanlığında Cumhurbaşkanlığı Raportörü ve Cumhurbaşkanlığı
Raportör Yardımcısı ünvanlı kadrolarda 657 sayılı Kanunun ek 41 inci maddesinde
yer alan usul ve esaslar çerçevesinde personel istihdam edilebilir.
Cumhurbaşkanlığı Raportörlerine ve Cumhurbaşkanlığı Raportör Yardımcılarına,
sırasıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Yasama Uzmanı ve Yasama Uzman
Yardımcılarına mevzuatında kadrosuna bağlı olarak mali ve sosyal hak ve
yardımlar ile diğer özlük hakları kapsamında yapılması öngörülen ödemeler aynı
usul ve esaslar çerçevesinde ödenir ve bunlar 657 sayılı Kanunun 36 ncı
maddesinin “Ortak Hükümler” bölümünün (A) fıkrasının (11) numaralı bendi
hükmünden aynı usul ve esaslar çerçevesinde yararlanırlar.
(Ek fıkra: 2/7/2018-KHK-703/46 md.) Cumhurbaşkanınca
atananlar hakkında 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli
Sandığı Kanununun 40 ıncı maddesinin birinci fıkrası uygulanmaz, bunlardan
emeklilik veya yaşlılık aylığı almakta olanların aylıkları kesilmez, yazılı talepte
bulunanların ise aylıkları kesilir ve Sosyal Güvenlik Kurumu ile
ilişkilendirilirler.[4]
(Ek fıkra: 2/7/2018-KHK-703/46 md.) Cumhurbaşkanlığı
hizmetlerinin özelliği ve güvenlik şartına uygun şekilde yerine getirilmesini
sağlamak amacıyla; 10/2/1954 tarihli ve 6245 sayılı Harcırah Kanunu, 5/1/1961
tarihli ve 237 sayılı Taşıt Kanunu, 8/9/1983 tarihli ve 2886 sayılı Devlet
İhale Kanunu, 9/11/1983 tarihli ve 2946 sayılı Kamu Konutları Kanunu, 4/1/2002
tarihli ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu, 5/1/2002 tarihli ve 4735 sayılı Kamu
İhale Sözleşmeleri Kanunu Cumhurbaşkanlığı Makamı ve İdari İşler Başkanlığı
hakkında uygulanmaz. Söz konusu kanunlarda düzenlenen hususlar ile mali iş ve
işlemlere ilişkin usul ve esaslar Cumhurbaşkanlığınca belirlenir.
Geçici Madde 1 – (Mülga: 2/7/2018-KHK-703/46 md.)
Geçici Madde 2 – (Mülga : 2/7/2018-KHK-703/46 md.)
Geçici Madde 3- (Ek:25/12/2024-7537/11
md.)
Hâkimler ve savcılar,
kaymakamlar, Yasama Uzmanları ve belirli bir yetiştirme programı sonrası
yeterlik sınavına tabi tutularak yeterliklerini almış olmak kaydıyla 657 sayılı
Kanunun 36 ncı maddesinin “Ortak Hükümler” bölümünün (A) fıkrasının (11)
numaralı bendinde belirtilen merkez teşkilatı kadroları ile mesleğe alınmaları,
yetiştirilmeleri ve yeterlikleri aynı veya benzer nitelik arz eden merkez
teşkilatı kadro veya pozisyonlarında bulunan veya bulunmuş olanlardan
29/11/2024 tarihi itibarıyla Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanlığında kadroya
bağlı süreli personel statüsünde raportör ünvanıyla görev yapmakta olanlar, Cumhurbaşkanlığı
İdari İşler Başkanlığındaki toplam görev sürelerinin en az üç yıl olması
kaydıyla bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on beş gün içerisinde
başvurmaları ve uygun görülmeleri halinde başvuruyu takip eden bir ay içinde
Cumhurbaşkanlığı Raportörü ünvanlı kadrolara atanabilirler. Bu fıkra
kapsamındakilerden Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanlığındaki toplam görev
süreleri üç yıldan az olanlar, bu süreyi tamamlamaları halinde aynı usul ve
esaslar çerçevesinde Cumhurbaşkanlığı Raportörü kadrosuna atanabilirler.
657 sayılı Kanunun 36 ncı
maddesinin “Ortak Hükümler” bölümünün (A) fıkrasının (11) numaralı bendinde
belirtilen merkez teşkilatı kadroları ile mesleğe alınmaları, yetiştirilmeleri
ve yeterlikleri aynı veya benzer nitelik arz eden merkez teşkilatı kadro veya
pozisyonlarının yardımcıları ve stajyerlerinden 29/11/2024 tarihi itibarıyla
Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanlığında kadroya bağlı süreli personel
statüsünde görev yapmakta olanlar, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren
on beş gün içerisinde başvurmaları ve uygun görülmeleri kaydıyla başvuruyu
takip eden bir ay içinde Cumhurbaşkanlığı Raportör Yardımcısı ünvanlı kadrolara
atanabilirler.
Birinci fıkrada belirtilen
kadro veya pozisyonlarda bulunmuş olup bu maddenin yayımı tarihinde
Cumhurbaşkanlığı merkez teşkilatında yönetici olarak görev yapanlardan görevi
sona erenler, görevlerinin sona ermesinden itibaren on beş gün içinde
başvurmaları kaydıyla başvuruyu takip eden bir ay içinde Cumhurbaşkanlığı
Raportörü kadrolarına atanırlar.
Bu maddeye göre
Cumhurbaşkanlığı Raportörü ve Cumhurbaşkanlığı Raportör Yardımcısı ünvanlı
kadrolara atananların yöneticilik, adaylık, yardımcılık veya stajyerlik
süreleri dahil birinci, ikinci ve üçüncü fıkralar kapsamındaki kadro veya pozisyonlarda
geçirdikleri ve/veya geçirmiş sayıldıkları süreler Cumhurbaşkanlığı Raportörü
ve Cumhurbaşkanlığı Raportör Yardımcısı kadrolarında geçmiş sayılır.
Bu maddeye göre atananların
kadroları başka bir işleme gerek kalmaksızın ihdas edilmiş ve kadro cetvellerinin
ilgili bölümlerine eklenmiş sayılır.
Yönetmelik
Madde 5 – (Mülga: 2/7/2018-KHK-703/46 md.)
Yürürlükten kaldırılan kanun ve hükümler
Madde 6 – (Mülga: 2/7/2018-KHK-703/46 md.)
Yürürlük
Madde 7 – Bu Kanunun; Cumhurbaşkanlığı Konseyi
Üyelerine ilişkin hükümleri, ilk genel milletvekili seçimlerini muteakip
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı teşkilinde, Diğer hükümleri
yayımı tarihinde, yürürlüğe girer.
Yürütme
Madde 8 – Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu
yürütür.”
Görüldüğü üzere, 2879 sayılı Kanuna göre Cumhurbaşkanlığı İdari
İşler Başkanlığı Kanun ile düzenlenmiş bir konudur ve İdari İşler Başkanı’nın
çeşitli yetkileri, görev ve sorumlulukları da bu kanunun özellikle 4.
Maddesinde düzenlenmiştir. Bir Kadro unvanı olarak tanımlanan İdari İşler
Başkanı’nın unvanı ile yetkileri, görev ve sorumluluklarının kanunla
düzenlenmiş olması hasebiyle söz konusu kamu görevlisinin unvanı ile buna bağlı
olarak görev, yetki ve sorumluluklarının bir CBK ile değiştirilmesi, hem
kanunla düzenlenmiş konularda Cumhurbaşkanı kararnamesi ile düzenleme
yapılamayacağına ilişkin sınırın aşıldığını, hem de kanuna aykırı bir düzenleme
yapılması nedeniyle yasama yetkisine müdahale edildiğini göstermektedir ve bu
nedenle Anayasa’nın 104/17. Maddesinin dördüncü cümlesine aykırılık teşkil
etmektedir.
Ayrıca, 174 sayılı CBK ile yapılan ve Cumhurbaşkanlığı İdari
İşler Başkanlığı ile İdari İşler Başkanı’nın 174 sayılı CBK ile
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği ile Genel Sekreter olarak unvan değişikliği
düzenlemesi, aynı zamanda 27/6/1989 tarih ve 375 sayılı 657 Sayılı Devlet
Memurları Kanunu, 926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu, 2802
Sayılı Hakimler Ve Savcılar Kanunu, 2914 Sayılı Yükseköğretim Personel Kanunu,
5434 Sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu İle Diğer Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılması, Devlet Memurları Ve Diğer Kamu
Görevlilerine Memuriyet Taban Aylığı Ve Kıdem Aylığı İle Ek Tazminat Ödenmesi
Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile düzenleme yapılmış konularda düzenleme
yapması nedeniyle de CBK ile düzenleme yapılmasına ilişkin Anayasa’da
belirlenen yetki sınırlarını aşmaktadır.
İlgi 375 sayılı KHK’nın birden fazla maddesinde Cumhurbaşkanlığı
İdari İşler Başkanlığı teşkilatında görev yapan kamu görevlilerinin özlük hakları
ile mali hakları ile ilgili düzenlemeler yapılmıştır. Söz konusu 375 sayılı
KHK’nın ek 10. maddesinde Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanlığı teşkilatı
bünyesinde bulunan bazı kamu görevlilerinin özlük ve mali hakları
tanımlanmaktadır. 375 sayılı KHK’nın ek 10. Maddesi hükümleri aşağıdadır:
“Ek Madde 10- (Ek: 11/10/2011-KHK-666/1 md.)[34][35][36][37][38][39][40][41][42]
Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanlığı ve
Cumhurbaşkanlığına bağlı olarak kurulan başkanlıklar ve
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı İdari Teşkilatı,
Başbakanlık ve bakanlıklar ile bunların bağlı ve ilgili kuruluşları (Milli
İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı, Toplu Konut İdaresi Başkanlığı ile 2659
sayılı Kanunun 30 uncu maddesi ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin ek 2 nci
maddesi kapsamında bulunanlar hariç), sosyal güvenlik kurumları, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu, Türkiye İstatistik
Kurumu, Yüksek Seçim Kurulu, Yükseköğretim Kurulu, Üniversitelerarası Kurul ve
Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığının;3841[43][44]
a) Merkez teşkilatlarında Mülki İdare Amirliği Hizmetleri
Sınıfına ait kadrolarda yer alanlar ile 28/2/1985 tarihli ve 3160 sayılı Kanuna
göre tazminat alanlar hariç olmak üzere bu Kanun Hükmünde Kararnameye ekli (II)
sayılı Cetvelde yer alan unvanlı kadrolarda bulunanlardan,
b) Taşra teşkilatlarına ait kadrolarda bulunup, kadro unvanları
ekli (II) sayılı Cetvelde yer alanlardan,
c) (Değişik: 20/8/2016-6745/77 md.) Merkez
teşkilatlarında; Dışişleri Meslek Memuru ve Konsolosluk ve İhtisas Memurları,
özel yarışma sınavı sonucunda mesleğe yardımcı veya stajyer olarak alınıp
belirli süreli yetiştirme döneminden sonra özel bir yeterlik sınavı sonunda
müfettiş, uzman, denetçi, kontrolör, aktüer ve stenograf unvanlı kadrolara
(mevzuatı uyarınca söz konusu kadrolara atananlar dâhil) atananlar ve bunların
yardımcı ve stajyerleri ile iç denetçilerden ekli (III) sayılı Cetvelde yer
alan unvanlı kadrolarda bulunanlardan,
aylıklarını 657 sayılı Devlet Memurları
Kanununa göre almakta olanlara anılan Cetvellerde kadro unvanlarına karşılık
gelen gösterge rakamlarının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucu bulunacak
tutarlarda ücret ve tazminat verilir. Bu ödemelere hak kazanılmasında ve
bunların ödenmesinde aylıklara ilişkin hükümler uygulanır. Ekli (II) ve (III)
sayılı Cetvellerde atandıkları kadro dereceleri esas alınarak belirlenen ücret
ve tazminatlar, 657 sayılı Kanunun 45 inci maddesine göre atananlar ile
haklarında aynı Kanunun 67 nci maddesi uygulananlar için kazanılmış hak aylık
dereceleri dikkate alınarak ödenir. Tazminat damga vergisi hariç herhangi bir
vergiye tabi tutulmaz.
(Değişik ikinci fıkra: 3/11/2022-7420/41 md.) Bu
madde kapsamına giren personele; bu Kanun Hükmünde Kararnamenin 1 inci
maddesinin (D) bendi, 2 nci, 28 inci, ek 1 inci, ek 4 üncü ve ek 13 üncü
maddeleri hariç olmak üzere diğer maddelerinde öngörülen her türlü ödemeler ile
ek 9 uncu maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkralarında belirtilen mevzuat
hükümlerine göre yapılan ödemeler, 4/6/1937 tarihli ve 3201 sayılı Kanunun ek
21 inci maddesinde öngörülen ödeme, 657 sayılı Kanunda ödenmesi öngörülen
aylık, ek gösterge, zam ve tazminatlar, makam tazminatı, temsil tazminatı ve
avukatlık vekalet ücreti ödenmez
Ekli (II) sayılı Cetvel kapsamında yer alan kadrolara vekaleten
atananlara vekalet görevi nedeniyle birinci fıkrada belirtilen ödemeler
yapılmaz. Ekli (II) ve (III) sayılı Cetvellerde yer alan kadrolarda bulunan ve
ekli (II) sayılı Cetvel kapsamındaki başka kadrolara veya diğer kadrolara
vekaleten atanan personele, birinci fıkrada belirtilen ödemeler dikkate
alınmaksızın, 657 sayılı Kanunun 86 ncı maddesi hükümleri çerçevesinde ve 175
inci maddesine göre vekaleten atanılan kadrolar için belirlenmiş olan aylık
göstergeleri ve ek göstergeler esas alınarak
vekalet aylığı ve anılan Kanunun 152 nci maddesi uyarınca yürürlüğe konulan
Cumhurbaşkanı kararının vekalete ilişkin hükümleri uyarınca işgal ettikleri
kadrolar ve vekaleten atandıkları kadrolar için belirlenmiş olan zam ve
tazminatlarının toplam tutarı esas alınarak zam ve tazminat farkı ödenir.404243
Diğer kanunların bu maddeye aykırı hükümleri uygulanmaz.
Bu maddenin uygulamasına ilişkin olarak ortaya çıkabilecek
tereddütleri gidermeye ve uygulamayı yönlendirmeye Maliye Bakanlığı
yetkilidir.”
Yine söz konusu 375 sayılı KHK’nın ek 11. maddesinde, bu
maddeyle bağlantılı olan ekli (IV) sayılı Cetvelde, ek 34. maddesinde, ek 38.
maddesinde ve geçici 14. maddesinde Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanlığı
bünyesinde görev yapan kamu görevlilerinin mali ve özlük hakları ile İdari
İşler Başkanının özlük hakları ile mali hakları düzenlenmiştir. Aşağıda bu
maddeler sıralanmıştır:
“Ek Madde 11- (Ek:
11/10/2011-KHK-666/1 md.)[45][46][47]
Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra;
a) Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanlığı ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı İdari Teşkilatı kadro
ve pozisyonlarına ilk defa veya yeniden atanacak personel için uygulanacak ek
gösterge ve makam tazminatları bu Kanun Hükmünde Kararnameye ekli (IV) ve (V)
sayılı Cetvellerde belirlenmiştir. (Ek cümle:25/12/2024-7537/16 md.) Ekli
(IV) sayılı Cetvelde sayılmayan kadro unvanlarında veya hizmet sınıflarında
görev yapanlar hakkında 657 sayılı Kanuna ekli (I) sayılı Cetvelde yer alan ek
gösterge rakamları dikkate alınır. Bunların zam ve tazminatları, hizmet sınıfı,
kadro unvan ve derecesi dikkate alınmak kaydıyla 657 sayılı Kanunun 152 nci
maddesi uyarınca Cumhurbaşkanı kararıyla aynı hizmet sınıfındaki aynı veya
benzer unvanlı kadrolar için belirlenen puan ve oranlar aşılmamak kaydıyla ilgisine göre Cumhurbaşkanlığı Genel
Sekreterliği ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı tarafından
belirlenir.47[48]
b) (Değişik: 14/4/2016-6704/30 md.) 5018
sayılı Kanuna ekli (III) sayılı Cetvelde sayılan düzenleyici ve denetleyici
kurumlar ile Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun kadro ve pozisyonlarına
15/1/2012 tarihinden sonra ilk defa veya yeniden atanan kurul başkanı, kurul
üyesi ve başkan yardımcısı ile murakıp ve uzman unvanlı meslek personeline,
ilgili mevzuatı uyarınca ödenen her türlü maaş, aylık, ücret, ek ücret, prim,
zam, tazminat, ikramiye, fazla çalışma ücreti, kâr payı ve her ne ad altında
olursa olsun yapılan diğer ödemeler ile sosyal hak ve yardımlar kapsamında
yapılan bütün ayni ve nakdî ödemelerin bir aylık toplam net tutarı; kurul
başkanı için bakanlık müsteşarı, kurul üyesi için bakanlık müsteşar yardımcısı,
başkan yardımcısı için bakanlık genel müdürü, murakıp ve uzman unvanlı meslek
personeli için Başbakanlık uzmanlarına mevzuatında kadrosuna bağlı olarak mali
haklar ile sosyal hak ve yardımlar kapsamında yapılması öngörülen ödemelerin
bir aylık toplam net tutarını geçemez ve bunlar, emeklilik hakları bakımından
da emsali olarak belirlenen personel ile denk kabul edilir.
c) (Değişik: 12/7/2013-6495/73 md.) Türk Akreditasyon Kurumu Genel Sekreterliği, Ulusal Bor
Araştırma Enstitüsü Başkanlığı, Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeleri Geliştirme ve
Destekleme İdaresi Başkanlığı, Türk Standardları Enstitüsü Başkanlığı, kalkınma
ajansları ve Mesleki Yeterlilik Kurumu kadro ve pozisyonlarına ilk defa veya
yeniden atanan genel müdür, genel sekreter, genel müdür yardımcısı ve genel
sekreter yardımcısı unvanlı personel ile uzman unvanlı meslek personeline,
ilgili mevzuatı uyarınca ödenen her türlü maaş, aylık, ücret, ek ücret, prim,
zam, tazminat, ikramiye, fazla çalışma ücreti, kâr payı ve her ne ad altında
olursa olsun yapılan diğer ödemeler ile sosyal hak ve yardımlar kapsamında
yapılan bütün ayni ve nakdî ödemelerin bir aylık toplam net tutarı; genel müdür
ve genel sekreterler için bakanlık genel müdürü, genel müdür yardımcısı ve
genel sekreter yardımcıları için bakanlık genel müdür yardımcısı, uzman unvanlı
meslek personeli için Başbakanlık uzmanlarına mevzuatında kadrosuna bağlı
olarak malî haklar ile sosyal hak ve yardımlar kapsamında yapılması öngörülen
ödemelerin bir aylık toplam net tutarını geçemez.
Ç) (Değişik: 12/7/2013-6495/73 md.) (b) ve (c) bentlerinde yer alan idarelerde istihdam edilen
personelden anılan bentlerde emsali belirlenmemiş olan personele, ilgili mevzuatı
uyarınca ödenen her türlü maaş, aylık, ücret, ek ücret, prim, zam, tazminat,
ikramiye, fazla çalışma ücreti, kâr payı ve her ne ad altında olursa olsun
yapılan diğer ödemeler ile sosyal hak ve yardımlar kapsamında yapılan bütün
ayni ve nakdî ödemelerin bir aylık toplam net tutarı, Cumhurbaşkanınca
belirlenecek emsali Devlet memuruna ilgili mevzuatında kadrosuna bağlı olarak
malî haklar ile sosyal hak ve yardımlar kapsamında yapılması öngörülen
ödemelerin bir aylık toplam net tutarını geçemez. Emsal alınacak memur
unvanlarının tespitinde, kadro veya pozisyon unvanları ile ifa ettikleri
görevler itibarıyla 657 sayılı Kanuna göre girebilecekleri sınıflardaki aynı
veya benzer görevlerin aynı veya benzer kadro, unvan veya derecesi dikkate
alınır.[49]
d) (Değişik: 12/7/2013-6495/73 md.) Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği kadro ve pozisyonlarına
ilk defa veya yeniden atanacak personelin zam ve tazminatları hakkında 657
sayılı Kanunun 152 nci maddesi uyarınca yürürlüğe konulan Bakanlar Kurulu
kararı hükümleri uygulanır.
(Değişik ikinci fıkra: 12/7/2013-6495/73 md.) Diğer mevzuatın bu maddeye aykırı hükümleri uygulanmaz.”
“Ek Madde 34- (Ek: 2/7/2018 – KHK-703/178 md.)
En yüksek Devlet
memuru olan Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanı ile Cumhurbaşkanlığı İdari
İşler Başkanlığı Başkan Yardımcıları ile
daire başkanlarına; sırasıyla Başbakanlık Müsteşarına, bakanlık genel
müdürlerine ve daire başkanlarına (ana ve yardımcı hizmet birimi) mülga mevzuat
hükümlerinde kadrolarına bağlı olarak öngörülmüş mali ve sosyal hak ve
yardımlar kapsamındaki ödemeler aynı usul ve esaslar çerçevesinde yapılır. Bu
ödemelerden vergi ve diğer kesintilere tabi olmayanlar bu maddeye göre de vergi
ve diğer kesintilere tabi olmaz. Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanı ve
Başkan yardımcıları ile daire başkanları, emeklilik hakları bakımından
da sırasıyla Başbakanlık Müsteşarına, bakanlık genel müdürlerine ve daire
başkanlarına (ana ve yardımcı hizmet birimi) denk kabul edilir. İlgili
mevzuatta mali ve sosyal hak ve yardımlar ile emeklilik hakları bakımından Başbakanlık
Müsteşarına ve en yüksek Devlet memuruna yapılan atıflar Cumhurbaşkanlığı İdari
İşler Başkanına yapılmış sayılır.[63][64]
(Ek fıkra: 1/7/2022-7417/22 md.) Cumhurbaşkanlığı
İdari İşler Başkanı kadrosunda bulunanların ek göstergesi 400 puan ilave
edilmek suretiyle uygulanır. Bu ilave puan en yüksek
Devlet memuru aylığı veya diğer herhangi bir mali ve sosyal hakkın hesabında
dikkate alınmaz. Diğer kanunların bu fıkraya aykırı hükümleri uygulanmaz.
Cumhurbaşkanlığına bağlı Strateji ve Bütçe Başkanı ve başkan
yardımcılarına, sırasıyla bakanlık müsteşarı ve bakanlık genel müdürü için
kadrolarına bağlı olarak ilgili mevzuatta öngörülen mali ve sosyal hak ve
yardımlar kapsamındaki ödemeler aynı usul ve esaslar çerçevesinde yapılır. Bu ödemelerden
vergi ve diğer kesintilere tabi olmayanlar bu maddeye göre de vergi ve diğer
kesintilere tabi olmaz. Cumhurbaşkanlığına bağlı Strateji ve Bütçe Başkanı ve
Başkan yardımcıları emeklilik hakları bakımından da sırasıyla bakanlık
müsteşarı ve bakanlık genel müdürüne denk kabul edilir.64
Cumhurbaşkanlığına bağlı İletişim Başkanı, Devlet Arşivleri
Başkanı, Milli Saraylar Başkanına ve Başkan yardımcılarına, sırasıyla Türkiye
İstatistik Kurumu Başkan ve Başkan Yardımcıları için ilgili mevzuatta
kadrolarına bağlı olarak öngörülen mali ve sosyal hak ve yardımlar kapsamındaki
ödemeler aynı usul ve esaslar çerçevesinde yapılır. Bu ödemelerden vergi ve
diğer kesintilere tabi olmayanlar bu maddeye göre de vergi ve diğer kesintilere
tabi olmaz. Cumhurbaşkanlığına bağlı İletişim Başkanı, Devlet Arşivleri
Başkanı, Milli Saraylar Başkanına ve Başkan yardımcıları, emeklilik hakları
bakımından da sırasıyla Türkiye İstatistik Kurumu Başkan ve Başkan
Yardımcılarına denk kabul edilir.”
“Ek Madde 38- (Ek: 1/7/2022-7417/60 md.)
Ekli (II) sayılı Cetvelin;
a) (1) numaralı sırasında yer alan tazminat göstergesi 13.500
rakamının,
b) (2) numaralı sırasında yer alan tazminat göstergesi 12.300
rakamının,
c) (3) ve (3/A) numaralı sıralarında yer alan tazminat
göstergeleri 15.000 rakamının,
ç) (4) numaralı sırasında yer alan tazminat göstergesi 15.700
rakamının,
d) (5) numaralı sırasında yer alan tazminat göstergesi 12.000
rakamının,
e) (6) ve (7) numaralı sıralarında yer alan tazminat
göstergeleri 11.000 rakamının,
f) (8) ve (9) numaralı sırasının (a)
bendinde yer alan tazminat göstergeleri 6.000 rakamının,
g) (9) numaralı sırasının (b) bendinde yer alan tazminat
göstergesi 5.000 rakamının,
ğ) (9) numaralı sırasının (c) bendinde yer alan tazminat
göstergesi 4.000 rakamının,
eklenmesi suretiyle uygulanır.
Cumhurbaşkanlığı
İdari İşler Başkanına 16.000 gösterge
rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucu bulunacak tutarda ek
tazminat ödenir. Bu ödemeden damga vergisi hariç herhangi bir vergi ve kesinti
yapılmaz. Bu tazminat, ilgili mevzuatı uyarınca en yüksek Devlet memurunun mali
ve sosyal hakları esas alınmak suretiyle tespit edilen aylık, ikramiye, her
türlü mali ve sosyal hak ile başka bir ödeme veya ücret tavanının
hesaplanmasında ya da her ne ad altında olursa olsun ödenmekte olan aylık, zam,
tazminat, ücret ve benzeri ödemelerin hesabında dikkate alınmaz. Diğer
kanunların bu fıkraya aykırı hükümleri uygulanmaz.
(Ek
fıkra: 27/12/2023-7491/79 md.)
Bu maddenin uygulanmasında ortaya çıkabilecek tereddütleri gidermeye ve
uygulamayı yönlendirmeye Cumhurbaşkanlığı yetkilidir.”
“Geçici Madde 14 – (Ek:
11/10/2011-KHK-666/2 md.)[75][76]
Cumhurbaşkanlığı
İdari İşler Başkanlığı, Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığı İdari Teşkilatı ve Milli Güvenlik Kurulu Genel
Sekreterliğine ait kadro veya pozisyonlarda bu maddenin yürürlüğe girdiği
tarihte istihdam edilen personelin (Türkiye Büyük Millet Meclisinde çalışanlar
hariç, İçişleri Bakanlığınca tahsis edilen polis kuvvetine mensup personel ile
mevzuatı uyarınca görevlendirilmiş personel dahil) mali ve sosyal hakları
hakkında bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce yürürlükte bulunan mevzuat
hükümlerinin, geçici 10 uncu madde hükümleri dikkate alınmak suretiyle anılan
kurumlarda istihdam edildikleri sürece uygulanmasına devam olunur. (Ek
cümle: 1/12/2011-6253/41 md.) Geçici 12 ve geçici 16 ncı madde hükümleri bu
madde kapsamındaki personel hakkında uygulanmaz.
(Ek fıkra: 1/12/2011-6253/41 md.) Bu
madde kapsamına giren personelden kadro unvanları (II) ve (III) sayılı cetvelde
yer alanların, uygulanmasına devam olunan mevzuat hükümlerine göre mali haklar
kapsamında fiilen yapılması öngörülen her türlü ödemeler toplamı net tutarının,
herhangi bir nedenle ek 10 uncu maddeye göre ödenmesi öngörülen ücret ve
tazminat toplamı net tutarına eşit duruma geldiği veya daha düşük kaldığı
tarihten itibaren bunların mali hakları ek 10 uncu maddeye göre belirlenir.
(Ek fıkra: 1/12/2011-6253/41 md.) Bu
madde kapsamına giren personelden (II) ve (III) sayılı cetvellerde kadro
unvanları sayılmayanların, uygulanmasına devam olunan mevzuat hükümlerine göre
mali haklar kapsamında fiilen yapılması öngörülen her türlü ödemeler toplamı
net tutarının, herhangi bir nedenle ek 9 uncu madde uyarınca ek ödeme yapılan
emsali personel için kadrosuna bağlı olarak yapılan fiili ödemeler net
tutarıyla eşit duruma geldiği veya daha düşük kaldığı tarihten itibaren bunlar,
ek 9 uncu madde uyarınca yapılan ek ödemeden aradaki fark tutarı kadar
yararlandırılırlar.”
Yukarıdaki maddelerde de görüleceği üzere hem Cumhurbaşkanlığı İdari
İşler Başkanlığı, hem de Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanı, teşkilat, görev
ve unvan olarak yasal mevzuatta tanımlanmıştır. Dahası, 375 sayılı KHK’nın ek
34. Maddesinin birinci fıkrasında açıkça belirtildiği üzere Cumhurbaşkanlığı
İdari İşler Başkanı en yüksek devlet memuru olarak tanımlanarak, diğer yasal
mevzuat ve diğer kamu görevlileri açısından belirleyici bir görev unvanı olarak
da belirlenmiştir. Dolayısıyla, 174 sayılı CBK’nın hem tümü açısından hem de
özelde 11. Maddesi açısından yasal düzenlemelerle belirlenmiş bir görev
unvanına ilişkin CBK ile bir düzenleme yapılamaz ve bu görev ve unvana yönelik
yasal atıfların Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğine ve genel sekretere
yapılacağına ilişkin bir düzenleme yapılamaz.
Ancak, 174 sayılı CBK’nın hem tümü açısından hem de 11. Maddesi
ile özel olarak CBK’lar yoluyla yürütmeye verilen yürütme ile ilgili konularda
CBK ile düzenleme yapma yetkisi aşılmış ve kanunla düzenlenmiş bir konuda
düzenleme yapılmış, aynı zamanda mevzuatta cumhurbaşkanlığı idari işler
Başkanlığı ile idari işler başkanına yapılan atıfların Cumhurbaşkanlığı genel
sekreterliğine ve genel sekretere yapılmış sayılacağı şeklindeki düzenlemeyle
yasa koyucunun alanına müdahale anlamına gelen yasaları CBK yoluyla değiştirme
suretiyle kanuna da aykırılık taşıyan bir düzenleme yapılarak Anayasa’nın
104/17. Maddesindeki sınırlar ihlal edilmiştir.
Dolayısıyla, kanunla düzenlenmiş bir konuda ve kanuna aykırı
olarak CBK ile düzenleme yapılmıştır. Şu halde; ihtilaflı kural, kanunda açıkça
düzenlenen konularda cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılması yasağını ihlal
etmektedir. Bu nedenle iptali talep edilen düzenleme, Anayasa’nın 104/17.
Maddesine aykırıdır, iptali gerekir.
b) Anayasa’nın 7. Maddesinde Belirlenen Yasama Yetkisinin
Devredilemezliği İlkesine Aykırılık
Yürütme organı (ya da idare), Anayasada öngörülmüş durumlar
dışında kanunların düzenlemediği bir alanda kendiliğinden kural koyamaz ya da
bir kanuna aykırı olarak bir kural koyamaz.
174 sayılı CBK ile 1 sayılı Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 5 inci, 6 ncı, 10/A, 11 inci, 12 nci, 13 üncü,
14 üncü, 15 inci, 16 ncı, 34 üncü maddelerinde değişiklik yapılmış ve İkinci
Kısmına Geçici Madde 2 şeklinde geçici bir madde eklenmiş, 2 sayılı Genel Kadro
ve Usulü Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 3 üncü maddesi değiştirilmiş
ve 5 sayılı Devlet Denetleme Kurulu Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 14
üncü, 15 inci ve 23 üncü maddeleri değiştirilerek iptal talebimizin konusunu
oluşturan 174 sayılı CBK ile değiştirilen her üç CBK’da da yapılan
değişikliklerle Cumhurbaşkanlığı idare teşkilatı içerisinde yer alan
Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanlığı, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği
şeklinde ve İdari İşler Başkanı olarak görev yapan kamu görevlisinin unvanı da
Genel Sekreteri olarak düzenlenmiştir..
Söz konusu düzenleme ile yürütme kanun ile düzenlenmiş bir
konuda CBK ile düzenleme yaparak yasama yetkisine müdahale etmektedir. Bu
şekilde; yürütme, fonksiyon gaspı yapmak suretiyle, Anayasa tarafından kanun
koyucunun konu bakımından yetki alanına inhisar ettirilen bir alanda düzenleme
yapmıştır. Yürütme organı (ya da idare), Anayasada öngörülmüş durumlar dışında
kanunların düzenlemediği bir alanda kendiliğinden kural koyamaz.
Dolayısıyla, kanunla düzenlenmiş bir konuda ve yürütmeye
Anayasa’ya aykırı bir yetki tanımlanması, yasama yetkisinin devrine ilişkin
sınırın aşıldığını ve yürütmenin yasamanın yetki alanına müdahale ettiğini
göstermektedir. Bu nedenle, söz konusu madde, Anayasa’nın 7. maddesinde
belirlenen yasama yetkisini devretme yasağına aykırıdır, iptali gerekir.
d) Anayasa’nın 8. Maddesine Aykırılık
Anayasa’nın 8. maddesine göre; “Yürütme yetkisi ve görevi,
Cumhurbaşkanı tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve
yerine getirilir”. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, yürütme yetkisi olarak,
Anayasa ve kanunlar çerçevesinde kullanılmalıdır. Oysa, 174 sayılı CBK ile 1
sayılı Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 5
inci, 6 ncı, 10/A, 11 inci, 12 nci, 13 üncü, 14 üncü, 15 inci, 16 ncı, 34 üncü
maddelerinde değişiklik yapılmış ve İkinci Kısmına Geçici Madde 2 şeklinde
geçici bir madde eklenmiş, 2 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 3 üncü maddesi değiştirilmiş ve 5 sayılı Devlet
Denetleme Kurulu Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 14 üncü, 15 inci ve
23 üncü maddeleri değiştirilmiş ve Cumhurbaşkanlığı idare teşkilatı içerisinde
yer alan Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanlığı, Cumhurbaşkanlığı Genel
Sekreterliği şeklinde ve İdari İşler Başkanı olarak görev yapan kamu
görevlisinin unvanı da Genel Sekreteri olarak düzenlenmesi öngörülmektedir.
Yukarıda belirtildiği üzere bir CBK ile kanunla düzenlenmiş bir konuda CBK ile
düzenleme yapılması ve kanuna aykırı düzenleme yapılması suretiyle kanun
koyucunun alanına müdahale edilmesi, anayasal çerçeve dışında yetki kullanımını
ortaya koymaktadır. Bu itibarla 174 sayılı CBK’nın tümü, Anayasa’nın 8.
maddesine de aykırıdır, iptali gerekir.
e) Anayasa’nın 2. Maddesine ve Başlangıç İlkelerine Aykırılık
Başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik
ve sosyal bir hukuk Devleti” olan Cumhuriyet, erkler ayrılığı ilkesinde
somutlaşır: “Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması
anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret
ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak
Anayasa ve kanunlarda bulunduğu;” (Başlangıç, prg.4). Bu çerçevede; Anayasa’nın
7., 8. ve 9. maddeleri de yasama, yürütme ve yargı yetkilerini ayrı ayrı
düzenler.
174 sayılı CBK’nın tümü, yukarıda açıklanan nedenlerle, “Anayasa
ve kanunların üstünlüğü” ilkesini ihlal ettiğinden, Anayasa’nın 2. maddesine ve
Başlangıç prg. 4’e de aykırılık oluşturmaktadır.
Bu aykırılık durumu, “kaynağını Anayasa’dan almayan Devlet
yetkisi kullanma yasağı” (md.6) karşısında ve Anayasanın bağlayıcılığı ve
üstünlüğü ilkesi (md.11) ile daha belirgin hale gelmektedir. Başta yasama,
yürütme ve yargı organlarının saygı göstermesi gelmek üzere, “Anayasanın
üstünlüğü ve bağlayıcılığı” hükmünün etkililiği, Anayasa Mahkemesi’nin bu
kuralın biricik bekçiliğini yapması ölçüsünde mümkündür. Her vesile ile bu
hükmü anlamlandırmak ve güncellemek, hukuk devleti (md.2) açısından yaşamsaldır.
Bu bakımdan, yürütme tekeline sahip olan makamın, yasama yetkisinin
devredilmezliği kuralına saygı göstermesi, “Anayasanın üstünlüğü ve
bağlayıcılığı” hükmünün sürekli gözetilmesi ölçüsünde mümkündür.
Dahası, Cumhurbaşkanı’nın, “Anayasanın uygulanmasını, Devlet
organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını temin” etme yükümlülüğü (md.104/2),
aykırılık durumunu, aşikâr olmanın ötesinde tehlikeli hale getirmektedir. Bu
nedenle, söz konusu düzenleme, Anayasa’ya aykırı olarak bir yetki kullanımını
düzenlediğinden ve yukarıda belirtilen nedenlerle Anayasa’nın 6., 11. ve 104/2.
Maddelerine de aykırılık teşkil etmektedir.
Yukarıda belirtilen nedenlerle 174 sayılı CBK’nın tümü,
Anayasanın Başlangıç ilkelerine, 2., 6., 7., 8., 11., 104/2. ve 104/17.
maddelerine aykırı olması nedeniyle iptali talep edilmektedir.
I.
YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ
Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri, 6771 sayılı Anayasa Değişikliği
Kanunu ile Anayasada yapılan değişikliklerle hukuk sistemimize girmiş ve 24
Haziran Seçimleri sonucunda Cumhurbaşkanının yemin ederek görevine başlamasıyla
yürürlüğe girmiştir. Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile ilk defa yürütme
organına, dayanağını doğrudan Anayasadan alan bir düzenleme yetkisi
tanınmıştır. Anayasa’da önemli sınırlamalar getirilerek tanınmış olan bu
yetkinin, anayasal sınırlar çerçevesinde kullanılması, kötüye kullanılmaması ve
yasama yetkisinin devri niteliği taşımaması, Anayasa’nın başta 6., 7. ve 8.
maddeleri gereği olup, örgütlenmesi, erkler ayrılığına dayanan demokratik hukuk
devletinin yaşama geçirilmesi açısından hayati önem taşımaktadır. Oldukça güçlü
yetkilerle donatılmış ve doğrudan halk tarafından seçilen Cumhurbaşkanının
Anayasa’da kendisine tanınan sınırlı alanı aşarak her konuda düzenlemeler
yapması, demokratik hukuk devletinin özünü oluşturan denge ve denetleme
mekanizmalarını işlevsiz hale getirecek, sistemi yürütmenin keyfi yönetimine
dönüştürecektir.
Göreve başlamasının hemen ardından Cumhurbaşkanınca oldukça
kapsamlı pek çok CBK çıkarıldığı görülmektedir. Gerekçesiz bu CBK’lerin pek
çoğunda da çerçevesini Anayasa’nın açıkça çizdiği yetki sınırlarının aşıldığı,
Anayasanın CBK ile düzenlenmesini yasakladığı alanlarda düzenlemeler yapıldığı
görülmektedir. Yukarıda iptali istenen kural da Anayasanın cumhurbaşkanlığı
kararnamesi ile düzenlenmesini yasakladığı alanlara ilişkin bir düzenleme
oluşturmaktadır. Bu nedenle ultra vires geçersizlikle maluldür. Bu
bakımdan Anayasa Mahkemesince ivedilikle incelenerek yetki dışı düzenlemelerin
iptal edilmesi ve hukuk sisteminden ayıklanması, normlar hiyerarşisine dayanan
hukuk düzeninin devamlılığı bakımından hayati önem taşımaktadır.
27/12/2024 tarihli ve 174 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin
tümünün açıkça Anayasa’ya aykırı olduğu yukarıda etraflı bir şekilde
açıklanmıştır.
Anayasa’nın temel ilkelerine, insan hakları, hukuk devleti ve
demokrasi değerlerine ağır bir saldırı oluşturan kuralların yürürlüğünün derhal
durdurulması, hayati önem taşımaktadır.
Anayasal gereklere uymadan kabul edilen ve iptal edilmesi
gereken bir kuralın uygulanması halinde telafisi imkânsız zararların doğacağı
açıktır. O kadar ki; iptali istenen kurallar, demokratik hukuk devletinin
esasını ortadan kaldıracaktır.
Diğer taraftan, Anayasal düzenin hukuka aykırı kural ve
düzenlemelerden en kısa sürede arındırılması, hukuk devletinin temel gereğidir.
Anayasa’ya aykırılıkların sürdürülmesi, özenle korunması gereken hukukun
üstünlüğü ilkesini de zedeleyecektir. Hukukun üstünlüğünün sağlanamadığı bir
düzende, kişi hak ve özgürlükleri güvence altında sayılamayacağından, bu
ilkenin zedelenmesi, hukuk devleti yönünden giderilmesi olanaksız durum ve
zararlara yol açacaktır.
Ayrıca, burada tekrar vurgulanmalıdır ki; Anayasa’nın
çerçevesini ve sınırlarını sınırlı sayı ilkesiyle (numerus clausus)
belirlemiş olduğu yetki alanı dışında çıkarılan cumhurbaşkanlığı kararnameleri,
Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerine inşa edildiği erkler ayrılığı ilkesinin ve bu
çerçevede Devletin yönetim biçimine ilişkin emredici ve yasaklayıcı Anayasa
hükümlerinin ihlal edilmesi sonucunu doğurduğu kadar, Devlet’in hukuki
yapılanmasının çerçevesini oluşturan normlar hiyerarşisinin de bozulmasına sebep
olmaktadır. Siyasi rejimin, hesap verebilir hükümet sistemine dayanan demokrasiden,
hesap verebilirlik ilkesinden arındırılan ve yürütmenin, yani hükümet etme
yetkisinin tek başına Devlet başkanına tevdi edildiği monokrasiye kaydırıldığı,
yargının bağımsızlığını yitirdiğine ilişkin çok ciddi iddia ve tespitlerin
bulunduğu bir tarihsel zaman diliminde (bu son nokta hakkında bkz. Türkiye’nin
AİHS’nin 18. maddesini ihlal ettiğine karar veren müteakip karar: AİHM,
Kavala/Türkiye, başvuru no: 28749/18, 10 Aralık 2019, p.197-232), AYM’nin, açık
şekilde Anayasa’nın çizdiği yetki çerçevesinin dışına çıkan cumhurbaşkanlığı
kararnamesi maddelerinin yürürlüklerinin durdurulmasına karar vermesi;
Anayasa’nın tanımladığı şekliyle Devlet düzeninin sağlıklı işleyişi, hukuk
devletini ilkesinin asgari gereklerinin işletilmesi ve demokrasinin devamı
açısından yaşamsal olduğu kadar, Anayasa Mahkemesi’nin varlık sebebi açısından
da bir zorunluluktur.
Yukarıda sayılan türde zarar ve durumların doğmasını önlemek
amacıyla, Anayasaya açıkça aykırı olan söz konusu maddenin iptal davası
sonuçlanıncaya kadar yürürlüğünün de durdurulması istenerek Anayasa Mahkemesine
dava açılmıştır.
IV. SONUÇ VE İSTEM
27/12/2024 tarihli ve 174 sayılı “Bazı Cumhurbaşkanlığı
Kararnamelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin
tamamının Anayasanın Başlangıç ilkelerine, 2., 6., 7., 8., 11., 104/2. ve
104/17. maddelerine, aykırı olması nedeniyle iptaline ve dava sonuçlanıncaya
kadar yürürlüğünün durdurulmasına, karar verilmesine ilişkin istemimizi saygı
ile arz ederiz".”