“A. CUMHURBAŞKANLIĞI
KARARNAMELERİNİN (CBK) ANAYASAL ÇERÇEVESİ
21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, 16 Nisan 2017 tarihli
halkoylamasıyla kabul edilmiş, böylece daha önce 1982 Anayasasının sadece 107.
maddesinde belirtilen cumhurbaşkanlığı kararnamesi, Anayasanın farklı
maddelerinde hem kapsamı genişletilerek hem de niteliği farklılaştırılarak
yeniden düzenlenmiştir. 107. maddenin önceki halinde Cumhurbaşkanlığı Genel
Sekreterliğinin kuruluşu, çalışma esasları ve personel atama işlemlerinin
Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenleneceği belirtiliyordu. Bu iki tür
düzenleme, ad benzerliği dışında kapsam ve sınırları açısından birbirinden
farklıdır.
6771 sayılı Kanun ile getirilen Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin
temel ilke ve koşulları, Anayasa’nın 104. maddesinin 17. fıkrasında ortaya
konulmuştur.
“Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisine ilişkin konularda
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir.
Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer
alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi
haklar ve ödevler Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenemez.
Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz.
Kanunda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
çıkarılamaz.
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler
bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanır.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması
durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelir.”
Anayasanın 106. maddesinin 11. fıkrasına göre de; “Bakanlıkların
kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri, teşkilat yapısı ile merkez ve
taşra teşkilatlarının kurulması Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenir.”
Görüldüğü üzere 2017 Anayasa kurgusu ile, kanun ile
cumhurbaşkanlığı kararnamesi arasındaki hukuki ilişki belirginleştirilmiş ve
Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinin kanunlara aykırı olamayacağı açıkça
belirtilmiştir.
1- Yasama Yetkisinin Devri Yasağı Karşısında Cumhurbaşkanlığı
Kararnameleri
6771 sayılı Kanun ile Anayasa’dan kaynaklanan doğrudan düzenleme
yetkisiyle yürütme fonksiyonu daha da güçlendirilmiştir. Bu bağlamda, Türk
anayasa hukukunda tartışılan konulardan biri olan idarenin, kanunla
düzenlenmeyen bir alanda düzenleme yapıp yapamayacağı hususu üzerinde
durulmalıdır. Bunun için öncelikle, yasama yetkisinin devri yasağına Anayasa
Mahkemesi’nin yaklaşımı göz önüne alınmalıdır. Anayasa'nın 7. maddesi, "
Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki
devredilemez. " kuralının öngörmektedir. Bu kural ışığında Anayasa
Mahkemesi’ne göre, “Anayasa'da kanun ile düzenlenmesi öngörülen konularda
yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisinin verilmesi
olanaklı değildir. Ancak yasama organının temel kuralları saptadıktan sonra,
uzmanlık ve idare tekniğine ilişkin hususları yürütmeye bırakması, yasama
yetkisinin devri olarak yorumlanamayacağı gibi yürütme organının yasama organı
tarafından çerçevesi çizilmiş alanda genel nitelikte hukuksal tasarruflarda
bulunması, hukuk devletinin belirlilik ilkesine de aykırı düşmez.” (Anayasa
Mahkemesi Kararı, E.2013/114 K.2014/184, 4.12.2014).
AYM, bir başka kararında ise, yasama yetkisinin devredilmezliği
ilkesini şu şekilde ifade etmiştir. “Anayasa Mahkemesinin pek çok kararında
yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesinden ne anlaşılması gerektiği hususu
açıklanmıştır. Buna göre, kanunla düzenleme ilkesi, düzenlenen konudan yalnız
kavram, ad ve kurum olarak söz edilmesi değil, bunların kanun metninde
kurallaştırılmasıdır. Kurallaştırma ise düzenlenen alanda temel ilkelerin
konulmasını ve çerçevenin çizilmiş olmasını ifade eder… Anayasa’da öngörülen
ayrık durumlar dışında, kanunlarla düzenlenmemiş bir alanda, kanun ile
yürütmeye genel nitelikte kural koyma yetkisi verilemez. Yürütme organına
düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralının Anayasa’nın 7. maddesine uygun
olabilmesi için temel ilkeleri koyması, çerçeveyi çizmesi, sınırsız, belirsiz,
geniş bir alanı yürütmenin düzenlemesine bırakmaması gerekir” (Anayasa
Mahkemesi Kararı, E.2013/47 K.2013/72, 6/6/2013).
Bununla beraber Anayasa Mahkemesi’nin daha yakın tarihli
kararlarında bu içtihadı bir miktar esnettiği görülmektedir.
“15… yasama yetkisinin devredilmezliği esasen kanun koyma
yetkisinin TBMM dışında başka bir organca kullanılamaması anlamına gelmektedir.
Anayasa’nın 7. maddesi ile yasaklanan husus, kanun yapma yetkisinin
devredilmesi olup bu madde, yürütme organına hiçbir şekilde düzenleme yapma
yetkisi verilemeyeceği anlamına gelmemektedir. Kanun koyucu, yasama yetkisinin
genelliği ilkesi uyarınca bir konuyu doğrudan kanunla düzenleyebileceği gibi bu
hususta düzenleme yapma yetkisini yürütme organına da bırakabilir.
16. Yürütmenin türevselliği ilkesi gereğince yürütme organının
bir konuda düzenleme yapabilmesi için yasama organınca yetkilendirilmesi
gerekmektedir. Kural olarak, kanun koyucunun genel ifadelerle yürütme organını
yetkilendirmesi yeterli olmakla birlikte Anayasa’da kanunla düzenlenmesi
öngörülen konularda genel ifadelerle yürütme organına düzenleme yapma yetkisi
verilmesi, yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine aykırılık
oluşturmaktadır. Bu nedenle Anayasa’da temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması, vergi ve benzeri mali yükümlülüklerin konması ve memurların
atanmaları, özlük hakları gibi münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen
konularda, kanunun temel esasları, ilkeleri ve çerçeveyi belirlemiş olması
gerekmektedir. Anayasa koyucunun açıkça kanunla düzenlenmesini öngördüğü
konularda, yasama organının temel kuralları saptadıktan sonra, uzmanlık ve
idare tekniğine ilişkin hususları yürütmeye bırakması, yasama yetkisinin devri
olarak yorumlanamaz.” (Anayasa Mahkemesi Kararı, E.2017/143 K.2018/40,
2/5/2018).
Sonuçta yalnızca yakın dönem AYM kararları dikkate alındığında,
ilkesel olarak kanun koyucunun “genel ifadelerle yürütme organını
yetkilendirmesi yeterli”dir, denilebilir. Ancak Mahkemenin, Anayasa’da farklı
kavramlarla ifade ettiği kanunla düzenleme kaydı içeren konularda ise,
“Anayasa’da kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda”, “münhasıran kanunla
düzenlenmesi öngörülen konularda”, “Anayasa koyucunun açıkça kanunla
düzenlenmesini öngördüğü konularda” genel ifadelerle yetkilendirme yapılması
kabul edilemez.
2- İdarenin Yasallığı Kuralı Karşısında Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri
Öte yandan, yasal idare ilkesi, Türk idare hukukunun temelini
oluşturur. Anayasanın 123/1. maddesinde karşılığını bulan bu ilke uyarınca,
“İdare, kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir.” Bu ilke,
idarenin kendiliğinden bir teşkilatlanma yetkisi olmadığını bu yetkinin yasama
organında olduğunu ifade etmektedir. Anayasa Mahkemesi’ne göre, “Bu maddede yer
alan düzenleme, idarenin kanuniliği ilkesine vücut vermektedir. İdarenin
kanuniliği ilkesi, idarenin ve organlarının görev ve yetkilerinin kanunla
düzenlenmesini gerekli kılar.” (Anayasa Mahkemesi Kararı, E.2013/114
K.2014/184, 4.12.2014). Bu ilkeyle kamusal kaynakların toplumun hangi tür
gereksinimlerinin öncelikle karşılanacağını ve bunun hangi usuller uygulanarak
sağlanacağını tespit etme yetkisi yasama organına verilir. Ayrıca, idarenin
toplumsal gereksinimleri karşılarken kamu gücü ve ayrıcalıklarını kullanması ve
bunun da kişilerin temel hak ve hürriyetleri üzerinde olumsuz etkiler de
doğurabilmesi, bu yetkinin yasamaya verilmesi sonucunu getirmiştir.
Yasal idare ilkesi, idarenin eylem ve işlemlerinin hem kanuna
dayanmasını, hem de bu eylem ve işlemlerin kanuna aykırı olmamasını ifade eder.
Asli ve ilksel bir yetki olan yasama yetkisine dayanarak yasama organı,
Anayasaya ve kamu yararına aykırı olmamak şartıyla, Anayasanın herhangi bir
şekilde düzenlemediği bir konuyu düzenleyebilir. Buna karşılık idare, önceden
yasa ile düzenlenmeyen bir alanda faaliyette bulunamaz, ancak böyle bir konuda
yasadan aldığı bir yetkiye dayanarak bir işlem ve eylemde bulunabilir.
6771 sayılı Kanunla getirilen Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle,
her ne kadar ciddi kısıtlılıklarla çerçevelenmiş olsa da, yürütme organı yasaya
dayanmaksızın ilk elden kural koyma yetkisine sahip olmuştur. Başka bir ifadeyle,
yasama organı yanında yürütme organı da Anayasa’da kanun kaydı olan, kanunun
açıkça düzenlediği konuları içermemek ve kanunlara aykırı olmamak şartıyla
Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle ilk elden düzenleme yapabilecektir. Bununla
birlikte, Cumhurbaşkanlığı kararnamesine konu olan alan, yasama konusu olmaktan
çıkmamaktadır. Çünkü Anayasa, Cumhurbaşkanlığı kararnamesine ilişkin olarak
özerk bir normatif alan öngörmemiştir. TBMM, CBK ile düzenlenen bir alanda her
zaman yasa çıkarabilir; bu durumda CBK hükümsüz kalır: “Türkiye Büyük Millet
Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
hükümsüz hale gelir.” (madde 104/17). O halde Anayasa’da yasayla düzenlenmesi
öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamayacak iken,
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenleneceği belirtilen ve düzenlenmiş olan
konularda dahi TBMM yasa çıkarabilecektir. Şu halde, Anayasa’ya uygunluk
kaydıyla asli düzenleme yetkisi, konu bakımından herhangi bir mutlak istisna
bulunmadan, TBMM’ye ait bulunmaktadır. Başka bir anlatımla, Anayasa’nın CBK
konusu olabilecek kimi alanları doğrudan belirlemiş olması, o alanlarda yasama
yetkisinin kullanılmasını engellememektedir.
Bu son saptamayı biraz daha ayrıntılı olarak ele almakta fayda
vardır. 6771 sayılı Kanun ile Anayasa’nın 7. maddesindeki yasama yetkisinin
devri yasağı ve 123. maddedeki idarenin yasallığı ilkesi muhafaza edilmiş,
ancak belirli idari konuların Anayasa’da açıkça Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
ile düzenleneceği öngörülmüştür. “Bakanlıkların kurulması, kaldırılması,
görevleri ve yetkileri, teşkilat yapısı ile merkez ve taşra teşkilatlarının
kurulması Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenir.” (madde 106/son). Ayrıca
123. maddenin son fıkrasında kamu tüzel kişiliğinin Kanunla veya
Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle kurulacağı kuralına yer verilmiştir. Anayasa
hükümleri arasında hiyerarşi söz konusu olmadığından, bir çelişki kabul
edilmediğinden, bu iki hükmün bir arada, Anayasanın bütünlüğü ve sistematiği
içinde bağdaştırılarak yorumlanması gerekir. Gerçekte Anayasa koyucu 123/1.
maddede genel kuralı, idarenin yasallığı ilkesini koymuş; bakanlıkların
kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri ile kamu tüzel kişiliği
kurulması yönünden bu genel kurala bir istisna getirmiştir. Bu cihetle; her ne
kadar, Anayasa, idarenin yasallığı ilkesinin 106/son ve 123/son maddelerde
belirtilen hususlar açısından geçerli olmamasına olanak tanısa da; bu alanların
cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenip düzenlenmeyeceği konusunda son sözü
TBMM’ye bırakmaktadır. Yukarıda değinildiği üzere, “Türkiye Büyük Millet
Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
hükümsüz hale gelir.” hükmü; (madde 104/17), Anayasa m.106/son ve m.123/son
açısından da geçerlidir. Gerçekten de, Anayasa koyucu eğer öyle öngörseydi,
tıpkı Anayasa’nın bazı hükümlerinde söz konusu alanın ancak ve ancak kanunla
düzenlenebileceğini amir ifadelerle belirttiği gibi, bazı alanların da yine
ancak ve ancak cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenebileceğini ve a
contrario, kanunla düzenlenemeyeceğini yine açıkça ve amir ifadelerle ortaya
koyardı. Özetle; Anayasa koyucu, bazı konuların kanunla düzenlenmesini zorunlu
kılmış, doğrudan cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenebileceğini belirttiği
alanlarda da son sözü (o konuda kanun çıkarmak ya da çıkarmamak suretiyle)
kanun koyucuya bırakmıştır.
Genel kural ve istisna kural ilişkisine dair kamu hukukunda
kabul edilen birtakım yorum ilkeleri vardır: 1. Bir istisna kuralın varlığından
söz edebilmek için, bu istisnanın ayrıca ve açıkça konulmuş olması gerekir. 2.
İstisna kural, sadece ve sadece genel kuralı koyan makam tarafından
konulabilir, başka bir makamın istisna kural getirme yetkisi yoktur. 3. Genel
kuralı koyan makam açıkça yetkilendirmedikçe, bir başka makam genel kurala
istisna getiremez. 4. İstisna kural koymak, genel kuralı değiştirmek anlamına
geldiğinden istisna kural, yorum yoluyla genişletilemez; yani, yorum yoluyla
genel kurala istisna getirilemez. 5. Genel kuralın geniş yorumlanması esası
benimsenmiştir. 6. İstisna kural, dar yorumlanır. Çünkü istisna kural, genel
kuralın kapsamını daralttığından genel kuralı değiştirir, oysa onu değiştirme
salt genel kuralı koyana aittir.
Öte yandan, kamu hukukunda mevzuatın açıkça belirttiği bir
makama ya da makamın görevlisine verdiği yetkiler, devre konu olamazlar. Yargı
kararlarında da yetkinin, mevzuat tarafından kime verilmiş ise, ancak onun bu
yetkiyi kullanabileceği belirtilmiştir. Yetki devrinde yetki devredilen makamın
devraldığı bu yetkiyi kendinden alt bir makama devrinin yasak olduğu hususu,
idare hukukunda ve kamu yönetiminde benimsenen bir ilkedir.
Anayasanın 104. maddesinin 17. fıkrasında öngörülen
Cumhurbaşkanlığı kararnameleri, normlar hiyerarşisinde yasaya eşdeğer işlemler
değildir. Anayasanın bu tür kararnamelerin salt “yürütme yetkisine ilişkin
konular”la sınırlı olarak çıkarılacağını öngörmesi, bunların yasaya eşdeğer,
yasayla aynı düzeyde kurallar olamayacağını gösterir. Çünkü yürütme yetkisi,
kanunların uygulanmasına yönelik, kanunlara uygun kullanılması gereken bir
yetkidir. Ayrıca aynı fıkrada yer alan “Anayasada münhasıran kanunla
düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz;
Kanunda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz;
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde,
kanun hükümleri uygulanır; Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun
çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelir.”
şeklindeki düzenlemeler, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin yasaya eşdeğer
olmadığının bir başka açık göstergesidir. Bu düzenlemelerden CBK ile
düzenleneceği belirtilen konuların yasayla düzenlenmesi, Anayasa’nın yasama
organına açıkça tanıdığı bir yetkidir.
Kanunsuz emre dair Anayasanın 137. maddesinde yapılan değişiklik
ise, Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin, Anayasanın konuya ilişkin diğer
düzenlemeleri ile birlikte değerlendirildiğinde, normlar hiyerarşisindeki yeri
açıkça anlaşılır: “Kamu hizmetlerinde herhangi bir sıfat ve suretle çalışmakta
olan kimse, üstünden aldığı emri, yönetmelik, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi,
kanun veya Anayasa hükümlerine aykırı görürse, yerine getirmez ve bu aykırılığı
o emri verene bildirir…”.
6771 sayılı Yasa değişikliği ile Cumhurbaşkanına Anayasada
tanınan diğer yetkiler ise şöyledir: Anayasanın 123. maddenin son fıkrasında
“Kamu tüzelkişiliği, ancak kanunla veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle
kurulur” denilerek, CBK ile kamu tüzelkişiliği kurulmasına da olanak
tanınmıştır. Bununla birlikte, “Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda
kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz kalır”
(md.104/fıkra 17 son) kuralı gereğince, yasa ile kurulmuş bir kamu tüzelkişiliği
CBK ile kaldırılamaz; ancak CBK ile kurulan bir kamu tüzelkişiliği, yasal
düzenlemenin konusunu oluşturabilir.
124. ve 137. maddelerde yer alan tüzük ibaresi, Anayasadan
tamamen çıkarılmıştır. Böylece tüzük uygulaması yürürlükten kaldırılmış; onun
yerine çok daha geniş bir kapsama sahip olan Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
konulmuştur. Yönetmelikleri düzenleyen 124. maddede, “Cumhurbaşkanı,
bakanlıklar ve kamu tüzelkişileri, kendi görev alanlarını ilgilendiren
kanunların ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin uygulanmasını sağlamak üzere ve
bunlara aykırı olmamak şartıyla, yönetmelikler çıkarabilirler.” hükmünü
öngörmüştür. Ancak bu, tüzük ve cumhurbaşkanlığı kararnamesinin aynı hukuki
nitelikte olduğu şeklinde anlaşılmamalıdır. Öte yandan, Cumhurbaşkanı,
“kanunların uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla
yönetmelik çıkarır” (md.104/18).
Kanunların ve CBK’lerin uygulanması amacıyla çıkarılacak
yönetmeliklerde gerekçe, yol gösterici işlev görür. Ne var ki, kanunlar
gerekçeli olduğu halde CBK’lerin gerekçesiz olması, yönetmelik hazırlığı
sırasında üst normun yol gösterici işlevinde farklılaşmaya neden olacaktır.
Böylece, kanunun uygulanması için çıkarılacak yönetmelik ile Cumhurbaşkanlığı
kararnamesinin uygulanması için çıkarılacak yönetmelik eşit olanak ve
koşullarda hazırlanamayacaktır. CBK’yi uygulamaya yönelik yönetmeliğin
hazırlanmasını, yasanın uygulanmasına ilişkin yönetmeliğe göre zorlaştıran ve
belirsiz kılarak, iki ayrı uygulama yönetmeliğini farklı kılacak hiçbir haklı
neden bulunmadığı için, eşitlik ilkesi yönünden Anayasa madde 10’a aykırılık
oluşturmaktadır. CBK gerekçesizliğinin uygulama yönetmeliğinde yaratması
muhtemel belirsizlikler ise, hukuk devleti ilkelerini zedeleyici sonuçlar
doğuracaktır (md.2).
3.- Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılmasının sınırları
Anayasanın 104/17. maddesiyle getirilen CBK ile yürütmeye
tanınan düzenleme alanı oldukça dar ve sınırlıdır. Bu çerçeve, dört kalemde
açıklanabilir:
a) “Yürütme yetkisine ilişkin konular”: İlk olarak Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi, “yürütme yetkisine ilişkin konularda” çıkarılabilecektir. Maddenin
gerekçesinde ise, cumhurbaşkanına “genel siyasetin yürütülmesinde yürütme
yetkisi ile ilgili ihtiyaç duyduğu konularda kararname çıkarabilme” yetkisi
verildiği ifade edilmektedir. Bu nedenle CBK’leri ancak yürütme yetkisinin
gerektirdiği hususlarda ihtiyaç duyulduğunda çıkarılabilecek, yasama ve yargı
yetkilerinden herhangi birinin alanına giren bir konuda ise, CBK çıkarılması
mümkün olmayacaktır. AYM, bu açık hususu teyit etmektedir: “...
Cumhurbaşkanı’nın yürütme yetkisine ilişkin konularda CBK çıkarabileceği ifade
edilmiştir. Buna göre yürütme yetkisine ilişkin konular dışında CBK ile
düzenleme yapılması mümkün değildir”. (AYM, E. 2018/125, K. 2020/4, 22/1/2020,
R.G. 13/5/2020 – 31126, §9. Aynı yönde bkz. AYM, E. 2018/55; K. 2020/27,
11/6/2020, R.G. 20/7/2020-31194).
b) “Düzenleme yasağı”: İkinci olarak CBK’ler, “Anayasanın ikinci
kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve
ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler”le ilgili
konularda düzenleme yapamaz.
Ancak bu yasak karşısında yanıtlanması gereken soru, sosyal ve
ekonomik haklar ve özgürlüklerin tamamının CBK ile düzenlenip
düzenlenemeyeceğidir. Sadece yukarıdaki ifadeden yola çıkarak yapılan bir
değerlendirme bu soruya olumlu cevap vermeyi gerektirir. Ancak bu cümlenin aynı
fıkradaki diğer hükümler ve Anayasanın konuya ilişkin diğer ilke ve kuralları
dikkate alınarak, Anayasanın bütünlüğü içinde tartışılması ve anlaşılması
gerekir.
Bu konuda, öncelikle “münhasır yasa kaydı” belirtilmelidir:
“Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi çıkarılamaz.” Bu açık yasak gereği, ilgili maddede yasayla
düzenlenmesi kaydı bulunan sosyal ve ekonomik hak ve ödevler, Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi ile düzenlenemeyecektir. Örneğin Anayasa’nın 42/2. maddesinde
“Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir.”, 51. maddesinde
“Sendika kurma hakkı … kanunla sınırlanabilir. Sendika kurma hakkının
kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.”, 63.
maddesinde Tarih, kültür ve tabiat varlıklarından “özel mülkiyet konusu
olanlara getirilecek sınırlamalar ve bu nedenle hak sahiplerine yapılacak yardımlar
ve tanınacak muafiyetler kanunla düzenlenir.” denilmektedir. Dolayısıyla
belirtilen konular CBK ile düzenlenemez. Eğer böyle bir düzenleme yapılırsa bu,
hem Anayasanın 104/17. maddesine hem de o hak ve ödev için kanun kaydı koyan
hükme aykırılık oluşturur. Ancak yasa kaydı içermeyen sosyal ve ekonomik
haklar, Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin konusu olabilecektir. Örneğin konut
hakkını düzenleyen Anayasanın 57. maddesi böyledir. Bu durumda, dikkat edilmesi
gereken husus, söz konusu hakların sadece düzenleme konusu olabileceği, ancak
bunun sınırlama yetkisini içermediğidir.
Bu nedenle, 104/17. maddenin ikinci cümlesi, sosyal ve ekonomik
haklar alanının CBK ile düzenlenmesini kabul ederken, bu düzenlemenin
sınırlarını da belirtir: ilki, fıkranın ilk cümlesindeki CBK’nin sadece yürütme
yetkisine ilişkin konularda çıkarılabilmesi, diğeri ise üçüncü cümlesindeki
münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda çıkarılamamasıdır. Öte
yandan, Anayasanın 13. maddesindeki temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla
sınırlanabileceği kuralı dikkate alındığında, CBK’ye konu olabilecek sosyal ve
ekonomik hak ve ödevlerle ilgili cumhurbaşkanının sınırlama değil sadece bir
düzenleme yetkisinden bahsedilebilir. Yani düzenleme ve sınırlama ayrımı
dikkate alındığında, CBK ile sosyal ve ekonomik haklar ve ödevlerin
gerçekleşmesi için birtakım pozitif tedbirleri içeren düzenlemeler
yapabileceği, fakat kişilerin bundan yararlanmasına sınırlama getirilemeyeceği
belirtilmelidir. Zira anayasal çerçevede, bir hakkın kısıtlanması ancak ve
ancak kanun ile yapılabilir.
c) Üçüncü sınır, “Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi
öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz.” hükmüdür. AYM
tarafından yasama yetkisinin devir yasağı çerçevesinde yürütmenin düzenleme yetkisi
açıklanırken kullanılan “münhasıran” kanunla düzenlenmesi gereken konular
ibaresi, Anayasa kuralı haline getirilmiştir (Bkz., AYM E. 2017/143, K.2018/40,
2/5/2018). AYM’ye göre, “Kural olarak, kanun koyucunun genel ifadelerle yürütme
organını yetkilendirmesi yeterli olmakla birlikte Anayasa’da kanunla
düzenlenmesi öngörülen konularda genel ifadelerle yürütme organına düzenleme
yapma yetkisi verilmesi, yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine aykırılık
oluşturmaktadır. Bu nedenle Anayasa’da temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması, vergi ve benzeri mali yükümlülüklerin konması ve memurların
atanmaları, özlük hakları gibi münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen
konularda, kanunun temel esasları, ilkeleri ve çerçeveyi belirlemiş olması
gerekmektedir. Anayasa koyucunun açıkça kanunla düzenlenmesini öngördüğü
konularda, yasama organının temel kuralları saptadıktan sonra, uzmanlık ve
idare tekniğine ilişkin hususları yürütmeye bırakması, yasama yetkisinin devri
olarak yorumlanamaz.”.
Bu nedenle, Anayasa’nın münhasıran kanunla düzenlenmesini
gerektirdiği konularda yürütmeye düzenleme yetkisi verilirken, yasanın “temel
esasları, ilkeleri ve çerçeveyi belirlemiş olması gerekmektedir”. AYM ayrıca,
Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi gereken birtakım konuları örnek
olarak sıralamıştır: “Anayasa’da temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması,
vergi ve benzeri mali yükümlülüklerin konması ve memurların atanmaları, özlük
hakları gibi”.
AYM’nin, münhasıran kavramını açıklarken verdiği örnekler ve
açıklamalardan bir konunun münhasıran yasa alanında olması için Anayasanın
özellikle ve ısrarla o konunun yasayla düzenleme öngörmesi, yasayla düzenlemeye
çok özel vurgu yapması gerekmemektedir. Bu çerçevede temel hak ve hürriyetlerin
sınırlanmasına dair 13. maddede, sınırlamanın “ancak” kanunla yapılabileceği
şartı vardır: “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca
Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir”. Oysa vergilerle ilgili 73. maddede (Vergi, resim, harç
ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır.)
ve kamu hizmeti görevlileriyle ilgili genel ilkeleri koyan 128. maddede
(Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve
yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri
kanunla düzenlenir.) yasayla düzenleme öngörülmüş, hiçbir özel vurgu
yapılmamıştır.
Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konular
kavramı, bu nedenle yasa kaydı olarak anlaşılmak ve uygulanmak durumundadır.
Anayasanın 126. maddesindeki birden çok ili içine alan merkezi idare
teşkilatının (bölge teşkilatının) “görev ve yetkileri kanunla düzenlenir”, 127.
maddesindeki “Mahalli idarelerin kuruluş ve görevleri ile yetkileri, yerinden
yönetim ilkesine uygun olarak kanunla düzenlenir.”, 128. maddesindeki
“Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve
yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri
kanunla düzenlenir” ve “üst kademe yöneticilerinin yetiştirilme usul ve
esasları, kanunla özel olarak düzenlenir.” hükümleri buna örnek oluşturur.
Özellikle bu son husus, CBK ile yasanın konu itibarıyla iç içe geçme riskini
içerir, karmaşaya yol açma ihtimalini barındırır. Çünkü Anayasanın 104/9.
maddesi, cumhurbaşkanı CBK ile “üst kademe kamu yöneticilerini atar,
görevlerine son verir ve bunların atanmalarına ilişkin usul ve esasları …
düzenler” hükmünü içerirken, üst kademe yöneticilerinin yetiştirilme usul ve
esasları 128. maddeye göre yasa ile özel olarak düzenlenmek zorundadır.
Anayasa Mahkemesi, Anayasa’da salt bir kanunla düzenleme
kaydının bulunmasının, ilgili konuyu cumhurbaşkanlığı kararnamesinin konu
bakımından yetki alanından çıkarmak açısından yeterli olduğunu ifade etmiştir.
“... Anayasa’da münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen
konularda CBK çıkarılamayacağı hüküm altına alınmıştır. Ancak Anayasa’da hangi
konuların münhasıran kanunla düzenleneceğine ilişkin özel bir hüküm
bulunmamaktadır. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadında
anayasa koyucunun kanunla düzenlenmesini öngördüğü konuların bu kapsamda
görülmesi gerektiği kabul edilmektedir (AYM, E.2016/150, K.2017/179,
28/12/2017, § 57; E.2016/180, K.2018/4, 18/1/2018, § 17; E.2017/51, K.2017/163,
29/11/2017, § 13; E.2016/139, K.2016/188, 14/12/2016, § 9; E.2013/47,
K.2013/72, 6/6/2013). Buna göre Anayasa’da kanunla düzenleneceği belirtilen
alanlarda Cumhurbaşkanı’nın CBK çıkarma yetkisi bulunmamaktadır”. (AYM, E.
2018/125, K. 2020/4, 22/1/2020, R.G. 13/5/2020 – 31126, §11).
Dolayısıyla, 104/17. maddede geçen “münhasıran kanunla
düzenlenmesi öngörülen konular” ibaresinin Anayasada “kanunla düzenlenir veya
kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır” vb. ifadelerin bulunduğu
maddelere bakarak belirlenmesi gerekir. O halde Anayasanın bir maddesinde bir
konunun yasayla düzenlenmesi öngörülmüşse, o konunun Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi ile düzenlenmesi Anayasa’nın 7. ve 104/17. maddelerine aykırılık
oluşturacaktır.
d) Bir diğer sınır ise, “Kanunda açıkça düzenlenen konularda
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz” kuralıdır. Bir konu yasa ile açıkça
düzenlenmişse Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Elbette CBK’lerin
çıkarılması için KHK’lerde olduğu gibi yasa ile yetkilendirme gerekmez. Ancak
KHK’ler yasaları değiştirebilirken, CBK’ler yasaların açıkça düzenlediği
hususlarda bir düzenleme yapamamakta, “Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile
kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanmakta,
“Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda,
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelmektedir”. Bu hükümler açıkça
Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin yasa gücünde olmadığını, Cumhurbaşkanlığı
kararnamesiyle yasaların değiştirilemeyeceğini gösterir.
Burada değinilen sınır, kanun hükmünde kararnamelerle açıkça
düzenlenen konuları da kapsar. AYM, bu hususu açıkça ifade etmiştir: “ ...
KHK’ların kanun hükmünde oldukları görülmektedir. Dolayısıyla KHK ile açıkça
düzenlenen bir konuda da Anayasa’nın 104. maddesinin on yedinci fıkrasının
dördüncü cümlesi uyarınca CBK çıkarılamaması gerekir” (AYM, E. 2019/78, K.
2020/6, 23/1/2020, R.G. 13/5/2020–31126, §39).
Bu açıklamalar ışığında Anayasa’nın Cumhurbaşkanı kararnamesiyle
doğrudan düzenleme yetkisi verdiği konularda dahi CBK ile kanunlarda değişiklik
yapılması mümkün değildir. Örneğin Anayasanın 106/son maddesine göre,
“Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri, teşkilat yapısı
ile merkez ve taşra teşkilatlarının kurulması Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle
düzenlenir.” Ancak bu, bakanlıkların kurulmasına ilişkin olarak yürürlükteki
yasalarda CBK ile değişiklik yapılabileceği anlamına gelmemektedir. Sonuç
olarak, Anayasanın 104. maddesinin on yedinci fıkrasının mevcut hükümleri
karşısında hangi konuda olursa olsun CBK ile bir yasayı değiştirmek veya
yürürlükten kaldırmak mümkün değildir.
Nitekim 1 No.lu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkarılmadan önce
2/7/2018 tarihli ve 703 sayılı Anayasada Yapılan Değişikliklere Uyum Sağlanması
Amacıyla Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile bakanlıkları düzenleyen birçok yasa ve
yasa gücünde kararname yürürlükten kaldırılmıştır.
4. Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerine İlişkin Anayasa Mahkemesi
Denetiminin Kapsamı
Anayasa Mahkemesi’nin denetim kapsamına giren işlemlerden birisi
de cumhurbaşkanlığı kararnamesidir. Anayasanın 148., 150., 151., 152. ve 153.
maddelerinde daha önce mevcut olan kanun hükmünde kararname yerine
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ibaresi konulmuştur. CBK, Anayasa Mahkemesi
tarafından, “şekil ve esas” bakımından denetlenir.
“Anayasa Mahkemesi, kanunların, Cumhurbaşkanlığı
kararnamelerinin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve
esas bakımlarından uygunluğunu denetler…” (md.148/1).
“Şekil bozukluğuna dayalı iptal davaları Anayasa Mahkemesince
öncelikle incelenip karara bağlanır” (md.149/4).
“Şekil ve esas…” ölçütü, madde 150’de de öngörülmekle, türev
kurucu iktidar, herhangi bir tartışmaya yer vermeyecek biçimde “şekil ve esas”
denetim ölçütlerinin birlikteliğini sürekli teyit ettiği gibi, “şekil
bozukluğunu denetime öncelik” yükümlülüğü getirmiştir.
a) Gerekçe, başlıca şekil denetimi ölçütlerindendir
Hukuk devletinde her türlü resmi işlemin gerekçeli olması,
hukukun genel ilkesidir. Bu ilke, anayasa ve/ya yasalarda yazılı olmasa da,
yargısal içtihat yoluyla uzun zamandan beri kabul edilen bir hukukun genel
ilkesidir. Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin gerekçesiz olması ise, hukuk
devletine açıkça aykırılık oluşturduğu gibi, bu, normatif metinlerin anlaşılır
ve öngörülebilir olmalarını da zorlaştırmaktadır. Bu itibarla; AYM, artık
CBK’ler üzerinde şekil denetimi de yaparak gerekçe yokluğunu Anayasa’ya
aykırılık nedeni saymalıdır.
Esasen, Anayasa Mahkemesi’nin bir Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi
üzerinde verdiği yeni bir kararında CBK’lerin gerekçesizliğine dikkat çekmesi,
yeni bir hukuki durum olarak nitelenebilir:
“22. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 39. maddesinin (4) numaralı
fıkrasında “İptal davalarında Mahkemece esasın incelenmesine karar verilmesi
hâlinde, dava dilekçesi ile ekleri Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı,
Cumhurbaşkanlığı ile iptal davası açmaya yetkili siyasi parti gruplarına
gönderilir. Bu makamlar, iptal davasıyla ilgili yazılı görüşlerini
değerlendirilmek üzere Mahkemeye bildirebilirler.” denilmektedir. CBK’lar
gerekçeleri olmaksızın yayımlanmaktadırlar. Bu nedenle CBK kurallarının
getiriliş amacının tespiti bakımından 6216 sayılı Kanun’un anılan hükmüne
istinaden Cumhurbaşkanlığınca dosyaya sunulan görüş yazıları önem arz
etmektedir.” (AYM, E.2019/96, K.2022/17, 24/02/2022, § 22).
Gerekçe konusu hukukumuzda az işlenmiş olmakla birlikte,
kanunların ve Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinin gerekçeli olması gerekliliği
doktrinde de savunulan bir görüştür.: “Kanunların ve CB kararnamelerinin
gerekçeli olması gerekir”
2017 Anayasa kurgusu ürünü olan Cumhurbaşkanlığı kararnamesi,
dört yılda yasaların önüne geçti: Çıkarılan toplam 106 CBK’nin madde sayısı,
2696’dır. Bunların 55 torba tarzında olup, madde sayısı 808’dir. CBK’ler,
hiçbir gerekçe içermemektedir.
6771 sayılı kanunla gerçekleşen Anayasa değişikliği ile 104.
maddede sınırları belirlendiği şekliyle anayasal düzenimize giren
Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerine ilişkin bir AYM içtihadı tam anlamıyla
oluşturulabilmiş değildir. Temmuz 2022 itibariyle çıkarılan ve yürürlüğe
konulan 106 Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 77’ine ilişkin iptal talebinde
bulunulmuştur. Açılan iptal davalarında, sistematik şekilde, söz konusu
Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinin konu bakımından yetki yönünden Anayasa
m.104/17’ye aykırı olduğu ve yürütmenin yasamanın yetki alanına tecavüz ettiği
ortaya koyulmuştur. AYM, Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerine ilişkin 16 karar
vermiştir. Bu kararların 8’inde tümden veya kısmen iptal veya iptal edilen
ögeler bulunmakla birlikte diğer 8’i ret edilmiştir. AYM, Cumhurbaşkanlığı
Kararnameleri üzerine ortalama 17 ayda karar verebilmiştir. Yapılan başvuru ve
verilen karar oranlandığında ise, tam olarak başvuruların yaklaşık 1/5’i karara
bağlanmıştır. CBK yoluyla kural koyma alanına ilişkin ivedi ve esaslı bir
içtihat oluşturulamamış olması, çok sayıda ve torba tarzda Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesi çıkarılmasına neden olmaktadır. Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinin
gerekçesiz olması olgusu, sürekli şekilde erkler ayrılığını ihlal eden bir
kapsamda ihdas edilen bu norm kategorisinin temel kusurlarından birisi olarak
göze çarpmaktadır.
• GEREKÇE, HUKUK DEVLETİ GEREĞİDİR
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak
yazılır” hükmü (md.141/3) dışında ‘gerekçe gereği’, Anayasa’da, yasama ve
yürütme işlemleri için doğrudan öngörülmemektedir.
Bu bir eksiklik değil; zira hukuk devleti, bütün resmi
işlemlerin gerekçeli olmasını gerekli kılar. Nitekim, yasalar ve idari işlemler
açısından, açık hüküm yokluğuna karşın gerekçe yükümlülüğü, Anayasa madde 2’den
kaynaklanır. Anayasalarda gerekçe gerekliliği açıkça öngörülmüş olmasa da,
birel veya düzenleyici işlemler bütünü için gerekçe gerekliliği, içerik olarak
hukuk devleti kavramına içkindir. CBK’lerin gerekçeli olma zorunluluğu da, bu
genel ilke içinde yer alır.
Gerekçesiz CBK’lerde saydamlık yokluğu, işlemin yapılma nedenini
perdeler; ancak daha önemlisi, işlemi yapanın öznel ve keyfi davranma riskini
yaratır ve yine uygulamada da keyfiliğe neden olur. Nitekim torba CBK tarzı,
bunun göstergesidir. Daha önemli sakıncası ise, gerekçesiz CBK, Anayasa
Mahkemesi (AYM) denetimini zorlaştırır. Gerekçe yokluğunun torba düzenleme
yöntemiyle birleşmesi ise, denetimi geciktirdiği gibi etkisizleşmektedir.
Gerekçe, hazırlık aşamasında işlemin nedenleri ve amaçlarının
belirlenmesini gerekli kılar. Bu gereklilik, işlemi yapan makamı daha özenli
davranmaya yöneltir. Eğer gerekçeli olarak hazırlansa idi, CBK’ler, muhtemelen
özenli ve ihtiyatlı çalışmalar eşliğinde, haliyle öncekiler ile bağlantıları da
gözetileceği için torba CBK tarzında değil, nicelik olarak daha az, ama hukuk
devleti ilkesine yaraşır şekilde daha nitelikli düzenlemeler olacaktı.
Torba CBK’ler, tıpkı torba yasalar gibi AYM denetimini de
güçleştirmektedir; çünkü, AYM raportörleri dosyaları uzmanlık ilkesine göre
inceledikleri için, onlarca konuyu düzenleyen bir torba CBK, o denli çok sayıda
raportör arasında paylaşma güçlüğü nedeniyle, uzmanlık ilkesi ikinci plana
geçmektedir (bkz. AYM İçtüzüğü, md.47). Bu durum ise, CBK’ler üzerinde
derinleştirilmiş denetim sürecini engellemektedir.
TBMM’de bir CBK İzleme ve Değerlendirme Komisyonu kurma
önerisinin TBMM Genel Kurulu’nda reddedilmiş olması da, CBK gerekçelerinin
önemini arttırmaktadır.
Bu bağlamda emsal olabilecek bir uygulamaya da ayrıca dikkat
çekmekte yarar var:
Bilindiği üzere önceki sistemde yürütme tarafından yapılan kanun
hükmünde kararnameler (KHK) için de tıpkı kanunlar gibi Anayasada açıkça
gerekçeli olma zorunluluğu öngörülmemişti. Bununla birlikte uygulamada
KHK’ler’in gerekçesi (gerek Genel Gerekçe gerek madde gerekçeleri) Resmi Gazetede
yayımlanmamakla birlikte, Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar biriminde KHK’ler’in
de tıpkı kanunlar gibi gerekçeleri (gerek Genel Gerekçe gerek madde
gerekçeleri) hazırlanmaktaydı ve sonradan KHK’ler TBMM’ye sunulduğunda mutlaka
işbu gerekçeleri ile birlikte sunulmaktaydı.
Diğer bir ifadeyle KHK’lerin de aslında gerekçeleri
bulunmaktaydı.
Nitekim bu bağlamda bir işlem veya düzenlemenin gerekçesinin
“bulunması” ile bu gerekçenin “yayımlanması veya ilan edilmesi” farklı
kavramlardır.
Kanunlar, KHK’ler, CBK’ler gibi genel kural koyucu üst hukuk
kurallarının gerekçelerinin “bulunması”, hukuk devleti açısından mutlaka
zorunludur. Çünkü gerek bu hukuk normlarının uygulayıcılar tarafından nasıl
yorumlanacağının anlaşılması açısından; gerekse bu üst normların dayanak
alındığı daha alt normların işbu üst normlara uygun biçimde tesis edilebilmesi
açısından, bahsi geçen gerekçenin “bulunması”, hukuka saygılı bir yönetim
anlayışının gereğidir.
Söz konusu gerekçenin en başta, yani normun yürürlüğe girdiği
zamanda kamuya ilan edilip edilmemesi ise farklı bir olgudur. Aslında hukuka
saygılı ve vatandaşların kamusal faaliyetler için bilgilenmesini ve saydamlığı
önemseyen bir yönetim anlayışında işbu gerekçelerin en baştan da kamuya
duyurulması daha doğru bir yaklaşımdır. Ancak burada olduğu gibi anılan
gerekçelerin en başta kamuya duyurulmasının zorunlu olduğuna dair açık yasal
kurallar yoksa, gerekçenin baştan kamuya duyurulmamış olması açık bir hukuka
aykırılık olarak görülmeyebilir.
Ne var ki gerekçenin en başta kamuya duyurulmaması hukuka
aykırılık taşımasa da, gerekçenin “hiç bulunmaması” hukuka aykırılık
oluşturacaktır.
Bu bağlamda Türk hukukunda öteden beri kabul edilen yaklaşım,
gerekçenin baştan kamuya ilan edilme zorunluluğu bulunmasa da, gerekçenin yönetimin
elinde bulunmasının ve örneğin dava açıldığında mahkemeye gerekçenin
sunulmasının zorunlu olmasıdır. Böylece hukuka uygunluk denetimi daha mükellef
biçimde yapılabilecektir.
Nitekim Danıştay’ın da uzun süredir yerleşik içtihadı,
yönetmelikler ve tüzükler dahil idari işlemlerin gerekçesinin baştan ilgililere
duyurulması zorunlu olmamakla birlikte, bunlara karşı dava açıldığında idarenin
bunların gerekçesini mahkemeye sunmasının zorunlu olduğu yönündedir.
Dolayısıyla gerekçe “bulunmadan” mahkemeye sunulması da mümkün olmayacağına
göre, bu düzenlemelerin gerekçesinin yönetimin elinde ve kayıtlarında
“bulunması” yani varolması hukuken zorunludur.
Aynı durum, CBK’ler açısından da evleviyetle (a priori) geçerli
olmalıdır. Zira CBK’lerin diğer idari düzenlemelere göre daha üst hukuk
normları olduğu kuşkusuzdur.
• ANAYASA MAHKEMESİ, “CUMHURBAŞKANLIĞI KARARNAMELERİNİN…
ANAYASAYA ŞEKİL VE ESAS BAKIMLARINDAN UYGUNLUĞUNU DENETLER”
“Anayasa Mahkemesi, kanunların, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin
ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas
bakımlarından uygunluğunu denetler…” (md.148/1)
• AYM, yasalardan farklı olarak, CBK’lerin Anayasa’nın
belirlediği çerçeve içinde çıkarılıp çıkarılmadığını yetki yönünden denetledikten
sonra esasa ilişkin denetime geçmektedir. Yetki yönünden denetim, açık olarak
bir şekil denetimidir. AYM bugüne kadar verdiği kararlarda sadece CBK’lerin
yetki yönünden şekil denetimini dolaylı şekilde yaptığı görülmektedir. Oysa
şekil denetimi salt “yetki unsuruyla” sınırlı değildir. AYM’nin, Anayasanın
CBK’lerin şekil yönünden denetimini sadece “yetki” unsuruyla sınırlı olarak
yapması, Anayasanın amir hükmüyle de bağdaşmamaktadır.
• CBK’leri şekil yönünden denetim, AYM yetkisinde olduğundan,
gerekçe yokluğu böyle bir denetimi işlevsel kılacak belirleyici ölçüttür.
• Nitekim, AYM’nin yukarıda alıntılanan kararı,
Cumhurbaşkanlığından örtülü bir gerekçe istemi anlamına gelmektedir.
• Bu itibarla, AYM’ye tarihsel bir görev düşmektedir: Gerekçe
gerekliliğini biçim yönünden denetim kapsamına almak.
• AYM denetimi, bugüne kadar CBK’ler üzerinde yetki ve esas
yönünden denetimle sınırlı kaldı. Ne var ki, madde 148, açıkça şekil denetimini
öngörmektedir ve alıntılanan kararında AYM’nin gerekçe gerekliliğine işareti,
bu denetim yoluna ilişkindir. Aksi halde, Anayasa’nın CBK’ler bakımından
öngördüğü şekil bakımından denetim kuralı, anlamını büyük ölçüde yitirmiş
olacaktır. Gerekçe yokluğunun iptal nedeni sayılması, CBK’lerin Anayasaya
uygunluk kaygısı ile hazırlanmasını gerekli kılacağından, AYM denetimi de
işlevsellik kazanacaktır.
• Öte yandan, 1982 Anayasası madde 148 ve 6216 sayılı Kanun ve
AYM İçtüzüğü hükümlerinin, kanunlardan farklı olarak CBK'lerin şekil denetimine
ilişkin bir düzenleme içermemeleri, CBK'lerin şekil denetiminin
yapıl(a)mayacağı sonucunu doğurmamaktadır. Tam aksine, Anayasa ve diğer
düzenlemelerde bu konuda hüküm bulunmaması AYM'yi, AY m.151'de yer alan şekil
denetiminin CBK'ler bakımından nasıl uygulanacağını belirleme yükümlülüğü altına
sokmaktadır. Şekil, bir normun Resmi Gazete'de yayımlanana kadar geçen
yöntemsel süreçleri kapsamakta ve bu süreç de normun gerekçesiyle birlikte
oluşturulmasıyla başlamaktaysa, CBK'lerin gerekçesiz şekilde yayımlanması, daha
baştan hukuk devleti kuralına aykırılık oluşturmaktadır. Buna ilişkin olarak
TBMM, CBK'lerin nasıl hazırlanacağına ilişkin ve gerekçelerin nerede ve nasıl
yayınlanacağına ilişkin bir kanun yapma yetkisini haiz olmasına rağmen TBMM'ce
böyle bir kanunun yapılmamış olması varılan sonucu değiştirmemekte, AYM'nin
yükümlülüğünün önemini ortaya çıkarmaktadır. AYM, CBK’ler üzerinde şekil
denetiminde yasalara göre daha geniş bir takdir marjına sahiptir; çünkü yasa
için şekil ölçütü Anayasa’da doğrudan öngörülmektedir. Bu itibarla, CBK’ler
üzerinde şekil denetim ölçütlerinin Anayasa Mahkemesi tarafından belirlenmesi,
Anayasa Mahkemesi’nin varlık nedeni ve hukuk devletinin oluşum süreci
bakımından da yerinde ve yararlı olacaktır.
• Gerekçe gereği, norm olarak uygulamada ortaya çıkacak
tereddütlerin giderilmesi için de gereklidir. (AYM bile buna haklı olarak
gereksinim duyduğuna göre…), CBK’yi uygulamak konumunda olan yargı organları ve
idare makamları buna haydi haydi gerek duyar.
• Öte yandan, CBK’ler, çok geniş bir düzenleme alanına
yayılmakta ve hatta sosyal ve ekonomik haklar bile CBK’lerle düzenlenebilmesi
ötesinde, TBMM çoğunluğunun, madde 104/17 cümle sonun verdiği yetkiyi bile
kullanmaktan kaçınması, CBK yoluyla geniş bir yelpazeye yayılan normatif
düzenlemeleri, adeta “sürekli” bir hale getirmiştir.
b) Yetki yönünden şekil denetimi
Anayasa Mahkemesi, bir şekil denetimi türü olan bu denetimi
nasıl ve hangi çerçevede yapmalıdır? Yargısal denetimde AYM öncelikle bir
CBK’nin Anayasada CBK ile düzenlenmesi öngörülen hususlarda düzenleme içerip
içermediği yani yetki yönünden denetleyecektir. Dolayısıyla CBK yetki kapsamı
dışında bir konuyu düzenlemişse doğrudan yetkisizlik dolayısıyla iptal
edilmelidir. CBK’nin yetki kapsamı içinde olduğu sonucuna varırsa AYM, bu kez
düzenlemenin esas bakımından Anayasa’nın ilgili maddelerine uygunluğunu
inceleyecektir. Her ne kadar Anayasanın 148. maddesinde CBK’lerin şekil ve esas
bakımlarından Anayasaya uygunluk denetiminden söz edilmişse de, bu denetim 104.
maddenin 17. fıkrasındaki koşulların bir bütün olarak AYM tarafından
denetlenmesini gerektirir. Çünkü Anayasa’da, Cumhurbaşkanına ancak fıkrada
belirtilen sınırlar içinde CBK çıkarma yetkisi verilmiştir. Bu sınırların
aşılması, CBK’yi Anayasa’ya aykırı hale getirir. Böylece, CBK’nin, örneğin
kanunun açıkça düzenlediği bir hususu içermesi onun Anayasa’ya aykırı olması
sonucunu doğurur: “Dava konusu kural 5018 sayılı Kanun’a ekli (1) Sayılı
Cetvel’e bazı eklemeler yapmak suretiyle kanun metninde değişiklik yapılmasını
öngörmektedir. Kanunları değiştirmenin TBMM’nin görev ve yetkileri kapsamında
bulunduğu ve 6771 sayılı Kanun’la yapılan Anayasa değişikliğiyle bu hususta
farklı bir düzenleme öngörülmediği gözetildiğinde kuralın yürütme yetkisine
değil yasama yetkisine ilişkin olduğu açıktır. Dolayısıyla kural, Anayasa’nın
104. Maddesinin on yedinci fıkrasının birinci cümlesiyle bağdaşmamaktadır”
(AYM, E.S.: 2018/55; K.S.: 2020/27; K. T.:11/6/2020; R.G.: 20 Temmuz
2020-31194).
Bu açıdan CBK’lerin denetimi yasaların denetiminden farklıdır.
Yasaların esas denetiminde sadece yasanın maddi bakımdan anayasaya uygunluğu
inceleme konusu olurken, CBK’lerin, şekil denetiminden sonra esas yönünden
denetime geçmeden önce yetki yönünden incelenerek, Anayasanın 104/17. maddedeki
sınırlara uyulup uyulmadığı denetlemelidir. Bu çerçevede CBK’nin bir özgürlük
ve hakkı düzenleyip düzenlemediği, Anayasada yasa kaydı olan ya da bir kanun
tarafından düzenlenmiş bulunan bir konuda düzenlemeye yer verilip verilmediği
öncelikle ele alınmalıdır.
AYM de, konuya ilişkin ilk kararlarında, cumhurbaşkanlığı
kararnamelerinin öncelikle yetki açısından denetlenmesi gerekliliğini açıkça
ifade etmiştir:
“CBK’ların ... konu bakımından yetki kurallarına uygun olarak
çıkarılması gerekmektedir. Aksi takdirde içeriği Anayasa’ya aykırılık
oluşturmasa bile bu düzenlemelerin Anayasa’ya uygunluğundan söz edilemez.
Dolayısıyla CBK’ların yargısal denetiminde öncelikle Anayasa’nın 104.
maddesinin on yedinci fıkrasında belirtilen konu bakımından yetki kurallarına
uygunluğunun ele alınması gerekir. Anılan fıkra yönünden herhangi bir aykırılık
tespit edilmemesi durumunda ise bu defa CBK’ların içerik yönünden Anayasa’ya
uygunluk denetimi yapılmalıdır” (Bkz. örneğin : AYM, E.S. :2018/125, K.S.:2020/4,
K.T.:22/1/2020, R.G. Tarih – Sayı: 13/5/2020 – 31126, §13. Aynı yönde bkz. AYM,
E.S.: 2018/55; K.S.: 2020/27; K. T.:11/6/2020; R.G.: 20 Temmuz 2020-31194).
Ayrıca sosyal ve ekonomik haklar konusunda CBK’lerin özgürlük ve
hak üzerindeki somut etkisi incelemede dikkate alınmalıdır. Bu yönden, bir CBK
hak ve hürriyet sınırlayıcı nitelikte ise, konu yasama yetkisinin alanına
kayacak ve CBK Anayasaya aykırı hale gelebilecektir. Bu nedenle sosyal ve
ekonomik haklara ilişkin olarak CBK’lerde yer alan her bir hükmün somut
etkileri dikkate alınarak bir değerlendirme yapılmalıdır. Bu bağlamda, örneğin
CBK’de öngörülen sosyal ve ekonomik haklarla ilgili düzenleyici kuralların,
sosyal ve/veya ekonomik haklar bakımından pozitif ayrımcılık yapılmasının
gerekli olduğu bir alanda bunu yapmamaktan ya da tetikleyebileceği dolaylı
ayrımcı sonuçlardan da sorumlu olacağını vurgulamak gerekir. Bu çerçevede hangi
kuralın hak ve hürriyetleri kısıtlayıcı, hangi kuralın sadece düzenleyici
nitelikte olduğunun tespiti oldukça zor olacaktır.
Anayasa Mahkemesi’nin cumhurbaşkanlığı kararnamelerini yetki
açısından denetlemesinin, sıradan bir Anayasa’ya uygunluk denetimi sorunu
oluşturmadığı vurgulanmalıdır. Anayasa’nın Başlangıç bölümünde, açık şekilde
erkler ayrılığı ilkesine yollama yapılmakla yetinilmemekte, ilkenin aynı
zamanda tanımı da yapılmaktadır. Madde 2’nin öngördüğü hukuk devletinin
gerekleri, normlar hiyerarşisi çerçevesinde kuralı koyan organ ile onu
uygulayan organın birbirinden ayrılmasını, denetim organının ise bağımsız
olmasını ifade eder. Normların aşamalı sırası ise, üst normun alt normun varlık
nedeni olduğu, üst norma uygunluk ise, alt normun geçerlilik koşulu olduğu
anlamına gelir. Anayasa’nın 7., 8. ve 9. maddeleri; yasama, yürütme ve yargı
yetkilerini ayrı ayrı düzenlemektedir. Anayasa’nın 11. maddesine göre; Anayasa
hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını bağlamaktadır. 2017 Anayasa
değişikliğiyle ortaya çıkan kurguda, her ne kadar cumhurbaşkanlığı kararnamesi
adı altında yürütmeye düzenleme yetkisi tanınmış olsa da bu yetkinin, gerek
çerçevesinin belirlendiği madde 104/17 sınırları içerisinde, gerekse
Anayasa’nın değinilen Başlangıç ve genel esasları kapsamında kullanılıp
kullanılmadığı konusunda AYM tarafından gerçekleştirilecek Anayasa’ya uygunluk
denetimi, temel bir önem kazanmaktadır. Öyle ki, AYM tarafından
cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin yetki alanlarında çıkarılıp çıkarılmadığına
ilişkin olarak yapılacak her denetim; bir anlamda, aynı anda Anayasa’nın 2.,
6., 7., 8., 11. ve 104. maddelerinin ihlal edilip edilmediğine ilişin bir ortak
bir denetim anlamına da gelecektir. Özellikle vurgulanmalıdır ki; Anayasa madde
6/3’e göre, “Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet
yetkisi kullanamaz”. Bu itibarla, erkler ayrılığı ilkesine uyulup uyulmadığına
ilişkin bir denetim olan cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin yetki alanlarında
kalıp kalmadıklarına ilişkin denetim; son tahlilde, egemenliğin Anayasa’ya
uygun şekilde kullanılıp kullanılmadığını ve anayasal yetkilerin, “Anayasanın
sözüne ve ruhuna uygun” olarak kullanılıp kullanılmadığını denetlemek anlamına
gelmektedir. Kısaca, AYM’nin Cumhurbaşkanlığı kararnamelerini denetimi
vesilesiyle yapacağı gözlemler, belirleyeceği ilkeler ve sistemleştireceği
ölçütler, Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasal bir devlet olup olmayacağı konusunda
belirleyici olacaktır.
c) Esas yönünden
Bu konuda gösterilmesi gereken hassasiyet ve titizlik; Anayasa
Mahkemesi’nin cumhurbaşkanlığı kararnamelerini yetki açısından denetlemesinin,
denetimine tabi tutulan diğer normatif düzenlemelerin Anayasa’ya uygunluk
denetiminden farklı özellikler taşımasına dayanmaktadır. Anayasa, Başlangıç
bölümünde, Devlet örgütlenmesinin erkler ayrılığı üzerine inşa edileceğini açık
bir biçimde öngörmektedir. Cumhuriyet’in niteliklerini sıralayan ve somutlaştıran
madde 2 ise, Türkiye Cumhuriyeti’nin “başlangıçta belirtilen temel ilkelere
dayan”dığını öngörmekte olup, bunu hukuk devleti olarak tanımlamaktadır. Hukuk
devleti, mekanizma olarak, devlet örgütünün erkler ayrılığı çerçevesinde
örgütlendiği, hukuki yapılanmanın ise normlar hiyerarşisine dayandığı bir
siyasal örgüt ve hukuki yapı olarak tanımlanır. Madde 2, madde 14 (değişik:
3/10/2001-4709/3 md.) ışığında okunduğunda hukuk devletinin içerik olarak da
tanımlanmış olduğu görülür: “insan haklarına dayanan demokratik ve laik
Cumhuriyet” ve aynı zamanda “sosyal devlet”; yani sosyal hukuk devleti. Bu
arada; AYM’nin hukuk devleti kavramına ilişkin olarak kanunların Anayasa’ya
uygunluğu denetimi bağlamında oluşturduğu içtihadının, cumhurbaşkanlığı
kararnamelerinin denetiminde de aynı şekilde referans oluşturacağı açıktır (bu
yönde bkz.: AYM, E.S. :2018/125, K.S.:2020/4, K.T.:22/1/2020, R.G. Tarih –
Sayı: 13/5/2020 – 31126, §26–28). AYM’ye göre: “Anayasa’nın 2. maddesinde
belirtilen hukuk devleti; eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına
saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk
düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, hukuki güvenliği sağlayan, Anayasa’ya
aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuk kurallarıyla kendini bağlı sayan ve
yargı denetimine açık olan devlettir” (AYM, E.S. :2018/125, K.S.:2020/4,
K.T.:22/1/2020, R.G. Tarih – Sayı: 13/5/2020 – 31126, §26). Oysa, cumhurbaşkanlığı
kararnamelerine ilişkin (ve özellikle de bunların konu bakımından
yetkisizliğine dayalı) iptal başvurularının böylesine çok sayıda ve bu kadar
uzun süreler karara bağlanmamış şekilde AYM önünde birikmiş olması, AYM’nin
verdiği hukuk devleti tanımındaki her bir unsurun adeta dondurulması anlamına
gelmekte; yürütmeyi, dolaylı olarak, yetkisi dışındaki alanları sistematik
şekilde Anayasa’ya aykırı cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle düzenleme refleksi
konusunda cesaretlendirmektedir.
Anayasa’nın genel esaslar kısmındaki maddeleri, madde 2’nin
yaptığı çerçeve ve temel tanımlar doğrultusunda okumak ve anlamlandırmak
gerekir:
Anayasa’nın 7., 8. ve 9. maddeleri; Devlet örgütü olarak yasama,
yürütme ve yargı yetkilerini ayrı ayrı düzenlemektedir. Normlar hiyerarşisinin
ana çerçevesini koyan madde 11’e göre; Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve
yargı organlarını bağlamaktadır. Bu itibarla, Anayasa Mahkemesi’nin,
Anayasa’nın bu temel hükümleri ışığında, iptal davası konusu cumhurbaşkanlığı
kararnamelerine ilişkin denetimini titizlikle gerçekleştirmesi, ivedi bir
gerekliliktir.
B. 108 sayılı Üst Kademe Kamu
Yöneticileri İle Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Atama Usullerine Dair
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde Değişiklik Yapılması Hakkında Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesi’nin bütünü, şekil yönünden
Anayasa’ya aykırıdır
108 sayılı Üst Kademe Kamu Yöneticileri İle Kamu Kurum ve
Kuruluşlarında Atama Usullerine Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde Değişiklik
Yapılması Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin bütünü, şekil yönünden Anayasa’ya aykırıdır. Aşağıda, söz konusu
Anayasa’ya aykırılığın sebepleri gösterilmiştir.
1. AYM’nin CBK’leri Şekil Bakımından İnceleme
Yetkisi
CBK’leri şekil yönünden denetim, AYM’nin
yetkisindedir. Anayasa’nın, AYM’nin görev ve yetkilerine ilişkin 148.
maddesinin 1. fıkrasına göre:
“Anayasa Mahkemesi, kanunların, Cumhurbaşkanlığı
kararnamelerinin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve
esas bakımlarından uygunluğunu denetler ve bireysel başvuruları karara bağlar.”
Anayasa’nın lafzı, tereddütsüz bir açıklıkla,
CBK’lerin Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetleme görev ve
yetkisine sahip olduğunu ortaya koymaktadır.
2. Süre Yönünden
Anayasa’nın “Dava açma süresi” başlıklı 151.
Maddesine göre:
“Anayasa Mahkemesinde doğrudan doğruya iptal
davası açma hakkı, iptali istenen kanun, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi veya
içtüzüğün Resmî Gazetede yayımlanmasından başlayarak altmış gün sonra düşer.”
Yine Anayasa’nın 148. Maddesinin 2. fıkrasına
göre,
“Kanunların şekil bakımından denetlenmesi, son
oylamanın, öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı; Anayasa değişikliklerinde
ise, teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup
uyulmadığı hususları ile sınırlıdır. Şekil bakımından denetleme,
Cumhurbaşkanınca veya Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin beşte biri
tarafından istenebilir. Kanunun yayımlandığı tarihten itibaren on gün geçtikten
sonra, şekil bozukluğuna dayalı iptal davası açılamaz; def'i yoluyla da ileri
sürülemez.”
Görüldüğü üzere, Anayasa, AYM’nin soyut norm
denetimine yönelik başvurulara ilişkin olarak iki farklı süre öngörmüştür.
Kanunların şekil bozukluğuna dayalı iptal davaları, Kanunun yayımlandığı
tarihten itibaren on gün içerisinde açılmalıdır. Söz konusu on günlük hak
düşürücü süre, yalnızca kanunlar bakımından geçerlidir. CBK’ler bakımından bu
konuda bir lex specialis bulunmamaktadır ve CBK’lerin şekil bakımından
Anayasa’ya aykırılığına dair iptal davasının açılması, Anayasa’nın 151.
maddesinde öngörülen altmış günlük süreye tabidir. Gerçekten de, eğer Anayasa koyucu
öyle öngörse idi, 148. maddeye, -tıpkı kanunlar için yaptığı şekilde- CBK’lerin
şekil bakımından Anayasa’ya aykırılıklarına ilişkin olarak iptal davası açması
süresinin altmış günden daha kısa olduğuna ilişkin bir hüküm koyardı.
3. 108 sayılı Üst Kademe Kamu Yöneticileri İle Kamu Kurum ve
Kuruluşlarında Atama Usullerine Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde Değişiklik
Yapılması Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin
Gerekçesiz Çıkarılmasının Şekil Bakımından Hukuk Devleti İlkesi Aykırılığı
Anayasa Mahkemesi, yakın tarihli bir kararında CBK’lerin
gerekçesizliği olgusuna aşağıdaki gibi dikkat çekmiştir:
“22. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 39. maddesinin (4) numaralı
fıkrasında “İptal davalarında Mahkemece esasın incelenmesine karar verilmesi
hâlinde, dava dilekçesi ile ekleri Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı,
Cumhurbaşkanlığı ile iptal davası açmaya yetkili siyasi parti gruplarına
gönderilir. Bu makamlar, iptal davasıyla ilgili yazılı görüşlerini
değerlendirilmek üzere Mahkemeye bildirebilirler.” denilmektedir. CBK’lar
gerekçeleri olmaksızın yayımlanmaktadırlar. Bu nedenle CBK kurallarının
getiriliş amacının tespiti bakımından 6216 sayılı Kanun’un anılan hükmüne
istinaden Cumhurbaşkanlığınca dosyaya sunulan görüş yazıları önem arz
etmektedir.” (AYM, E.2019/96, K.2022/17, 24/02/2022, § 22).
Hukuk devletinde her türlü resmi işlemin gerekçeli olması,
hukukun genel ilkesidir. Bunun, yargı kararlarıyla ilgili olarak adil yargılanma
hakkı bakımından böyle olduğu iyi bilinmektedir. Anayasa m. 141/3 uyarınca
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” AİHM
içtihatlarına göre, yargı kararları, dayandıkları gerekçeleri yeterli şekilde
ortaya koymalıdır (AİHM, Papon/Fransa n° 2 (kabul edilebilirlik kararı),
15/11/2001, başvuru n° 54210/00). Yargı kararlarını gerekçelendirme
zorunluluğu, AİHS m.6/1’in içerdiği zımni güvencelere dahildir (AİHM,
H/Belçika, 30/11/1987, başvuru n° 8950/80 § 53). Yargı organları gerekçelerin
seçimi ve kanıtların kabulü konusunda belirli bir takdir marjına sahip olsa da,
kararlarının gerekçelerini belirterek işlemlerinin haklılığını ortaya
koymalıdır (AİHM, Suominen/Finlandiya, 01/07/2003, başvuru n° 37801/97, § 36).
Bir taraf tarafından ileri sürülen bir iddia davanın sonucu açısından
belirleyici olduğunda, o iddia, yargı organının özgül ve açık bir yanıtını
gerektirir (AİHM, Ruiz Torija/İspanya, 09/12/1994, başvuru n° 18390/91, § 30).
Yargı kararları ve bireysel normlar açısından gerekli bu gerekçe
zorunluluğunun; belirsiz sayıda kişiye ve beşeri ilişkiye uygulanacak genel
normlar açısından evleviyetle gerekli olduğu kabul edilmek gerekir.
Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin gerekçesiz olması ise, hukuk devletine açıkça
aykırılık oluşturduğu gibi, bu türdeki normların anlaşılır ve öngörülebilir
olmalarını da zorlaştırmaktadır. AYM, CBK’ler üzerinde şekil denetimi de
yaparak gerekçe yokluğunu Anayasa’ya aykırılık nedeni saymalıdır.
Gerçekten de; hukuk devleti, bütün işlem ve eylemlerinin hukuk
kurallarına uygunluğunu başlıca geçerlik koşulu sayan, her alanda adaletli bir
hukuk düzeni kurmayı amaçlayan ve bunu geliştirerek sürdüren, hukuku tüm devlet
organlarına egemen kılan, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, insan
haklarına saygı duyarak bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, Anayasa’ya
ve hukuk kurallarına bağlılığa özen gösteren, yargı denetimine açık olan,
yasaların üstünde yasa koyucunun da uymak zorunda olduğu temel hukuk ilkeleri
ile Anayasa’nın bulunduğu bilinci olan devlettir (Anayasa Mahkemesi’nin 02.06.2009
tarihli ve 2004/10 E.; 2009/68 K. sayılı Kararı). Hukuk devletinin ön
koşullarından olan hukuki güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir
olmasını, hukuki belirlilik ilkesi de kanun hükümlerinin şüpheye yer vermeyecek
şekilde açık, net, anlaşılabilir olmasını ve ayrıca kamu otoritelerinin keyfi
uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (bkz. AYM
9.2.2017, 2016/143 E.– 2017/23 K. par. 13; RG. 12.4.2017-30036) (Anayasa
Mahkemesi’nin 04.05.2017 tarihli ve 2015/41 E.; 2017/98 K. sayılı Kararı).
Hukuki belirlilik ve güvenlik ilkeleri, hiç kuşku yok ki,
CBK’ler bakımından da geçerlidir: “CBK’ların da hem kişiler hem idare yönünden
herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net,
anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması gerekir" (AYM, E.S. :2018/125,
K.S.:2020/4, K.T.:22/1/2020, R.G. Tarih – Sayı: 13/5/2020 – 31126, §28).
Oysa gerekçe yokluğu, CBK’lerin açık, net, anlaşılır,
uygulanabilir olma gerekliliklerine aykırıdır. AYM’nin yukarıda alıntılanan
kararında ifade edildiği üzere, “CBK’lar gerekçeleri olmaksızın
yayımlanmaktadırlar. Bu nedenle CBK kurallarının getiriliş amacının tespiti
bakımından 6216 sayılı Kanun’un anılan hükmüne istinaden Cumhurbaşkanlığınca
dosyaya sunulan görüş yazıları önem arz etmektedir.” (AYM, E.2019/96,
K.2022/17, 24/02/2022, § 22). Şu halde, CBK’lerin gerekçesizliğinin, onların
getiriliş amacının bilinmemesi anlamına geldiğini AYM de kabul etmektedir. Oysa
bir normun uygulanabilmesi, onun ratio legis’inin bilinmesini zorunlu olarak
gerektirir. Anayasa’da gerekçe gerekliliği açıkça öngörülmüş olmasa da, birel
veya düzenleyici işlemler bütünü için gerekçe gerekliliği, içerik olarak hukuk
devleti kavramının içerdiği hukuki güvenlik ve belirlilik alt ilkelerine
içkindir. Gerekçesiz CBK normları, norm kapsamı konusunda gerekli belirlilik ve
öngörülebilirliğin olmamasına yol açmaktadır.
Bunun yanında; Anayasa’nın 2’nci maddesindeki hukuk devleti
ilkesi gereğince, yasama işlemlerinin kişisel yararları değil kamu yararını
gerçekleştirmek ama-cıyla yapılması zorunludur (Anayasa Mahkemesi’nin 17. 06.
2015 karar tarihli ve 2014/179 E.; 2015/54 K. sayılı Kararı). Aynı yönde; “Yasa
koyucuya verilen düzenleme yetkisi, hiçbir şekilde kamu yararını ortadan
kaldıracak veya engelleyecek... biçimde kullanılamaz …” (Anayasa Mahkemesi’nin
24.01.2008 tarihli ve 2007/76 E.; 2008/46 K. sayılı Kararı). Gerekçesiz olan,
ratio legis’i bilinmeyen ve gerekçesizliği sebebiyle bütünüyle keyfiliğe açık
olan yapıdaki CBK’lerin kamu yararını gerçekleştirmeye elvermeyeceği açıktır.
Bütünüyle hüsnüniyetle ihdas edildiğinde dahi, getiriliş amacı bilinmeyen bir
CBK’nin uygulamada beklenen sonuçları getiremeyeceği, uzlaşmaz yorum
farklılıklarına yol açacağı ve son tahlilde yürütmenin normatif iradesinin
hayata geçirilmesinin mümkün olmayacağı da ortadadır. Bir başka deyişle,
Anayasa’nın Cumhurbaşkanı’na verdiği yetkinin kullanılabilmesi ve hukuk
düzeninde etki doğurması, yine CBK’lerin gerekçeli olması şartına bağlıdır. Bu
itibarla, CBK’lerin gerekçesizliği, hukuk devleti ilkesinin alt ilkesi olan
kamu yararı ilkesine de aykırıdır.
Torba CBK tarzının olağan uygulama haline getirilmiş olması
nedeniyle, konulan ve yürürlükten kaldırılan kuralları izleme zorluğu da
açıktır: Gerekçelendirme, neden bir maddenin konulduğu, değiştirildiği veya
kaldırıldığı konusunda bilgi vereceğinden, hem CBK hazırlayıcısı bürokratları
daha özenli davranmaya yönlendirir hem de AYM denetimini kolaylaştırır ve
etkili kılar. Dahası, CBK uygulamasında yargı ve idare makamları için olası
tereddütleri giderici işlev görür.
C. 108 SAYILI CUMHURBAŞKANLIĞI KARARNAMESİ’NİN BAZI HÜKÜMLERİNİN
ANAYASA AYKIRILIĞI
108 sayılı Üst Kademe Kamu Yöneticileri İle Kamu Kurum ve
Kuruluşlarında Atama Usullerine Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde Değişiklik
Yapılması Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 1. maddesiyle 3 sayılı
CBK’nin 9. maddesinin 3. fıkrasına eklenen cümlenin Anayasaya Aykırılığı
108 sayılı CBK’nin 1. maddesi ile 3 sayılı CBK’nin 9. Maddesinin
üçüncü fıkrasına eklenen cümle ile Genel Kurmay Başkanının görev süresinin
birer yıllık sürelerle Cumhurbaşkanınca Genel Kurmay Başkanının emeklilik yaş
haddine kadar uzatılabileceği düzenlenmiştir. Öncelikle belirtmek gerekir ki
Genelkurmay Başkanlarının yaş haddi, 926 sayılı Kanun’un 49’uncu maddesinin
birinci fıkrasının (h) bendinde düzenlenmiş; görev süresi, 3 sayılı Üst Kademe
Kamu Yöneticileri ile Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Atama Usûllerine Dair
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin (CBK) 9’uncu maddesinin üçüncü fıkrasında
düzenlenmiştir. 3 sayılı CBK’nin 9’uncu maddesinin üçüncü fıkrasının ikinci
cümlesine göre Genelkurmay Başkanının görev süresi 4 yıldır. Ancak 04.08.2022
tarihli ve 108 sayılı Üst Kademe Kamu Yöneticileri ile Kamu Kurum ve
Kuruluşlarında Atama Usûllerine Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nde
Değişiklik Yapılması Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 1’inci
maddesiyle 3 sayılı CBK’nin 9’uncu maddesinin birinci fıkrasının ikinci
cümlesinden sonra gelmek üzere cümle eklenmiştir. Söz konusu eklenen cümleye
göre Genelkurmay Başkanının görev süresi, birer yıllık sürelerle
Cumhurbaşkanınca yaş haddine kadar uzatılabilecektir. Belirtmek gerekir ki 108
sayılı CBK, 04.08.2022 tarihlidir ve 04.08.2022 tarihli ve 31913 sayılı
(Mükerrer) Resmi Gazete’de yayınlanmıştır. 04.08.2022 tarihi ise; Yüksek Askerî
Şûra’nın (YAŞ) toplantı tarihine tekabül etmektedir. Söz konusu toplantı
akabinde 05.08.2022 tarihli ve 31914 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan
04.08.2022 tarihli ve 2022/350 sayılı atama kararı ile Genelkurmay Başkanı
Yaşar Güler’in yaş haddi ve görev süresi, 30 Ağustos 2022 tarihinden geçerli
olmak üzere bir yıl uzatılmıştır. (10.07.2018 tarihli ve 30474 sayılı Resmi
Gazete’de yayınlanan 09.07.2018 tarihli ve 2018/2 sayılı atama kararı ile Kara
Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Güler, Genelkurmay Başkanlığı’na atanmış
idi. İptali talep edilen düzenlemeden önce 1954 doğumlu olan Genelkurmay
Başkanı Yaşar Güler, 04.08.2022 tarihli YAŞ toplantısında yaş haddinden resen
emekliye ayrılacak idi.)
Söz konusu düzenleme, Anayasanın 104. maddesinin 17. fıkrası
kapsamında CBK’lerle düzenlenebilecek alanın çerçevesi dışındadır ve aşağıda
gösterildiği üzere, Anayasanın birçok maddesine aykırılık taşımaktadır.
1- Anayasa’nın 104. maddesine konu bakımından yetki yönünden
Aykırılık
a) Anayasanın 104. Maddesinin 17. Fıkrasının birinci cümlesinde
“Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisine ilişkin konularda Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi çıkarabilir.” kuralı bulunmaktadır. Bu norm, Cumhurbaşkanının
cumhurbaşkanı kararnamesi ile düzenleme yapacağı alanı belirleyen temel normdur
ve bu çerçevede yürütmeye ilişkin konularda CBK ile düzenleme yapılabileceği
düzenlenmiştir.
Anayasa Mahkemesi, “yürütme yetkisine ilişkin konular” hususunu
şu şekilde açıklamıştır:
“5. Anayasa’nın 104. maddesinin on yedinci fıkrasının birinci
cümlesinde Cumhurbaşkanı’nın yürütme yetkisine ilişkin konularda CBK
çıkarabileceği hüküm altına alınmıştır. Düzenlemeyle yürütme yetkisine ilişkin
olmak kaydıyla CBK çıkarma konusunda Cumhurbaşkanı’na genel bir yetki
verilmiştir. Maddenin gerekçesinde, yeni hükûmet sistemi gözetilerek
Cumhurbaşkanı’nın genel siyasetin yürütülmesinde yürütme yetkisi ile ilgili
olarak ihtiyaç duyduğu konularda CBK çıkarabilmesine imkân tanımak amacıyla ilk
elden düzenleme yapma yetkisinin tanındığı ifade edilmiştir.
6. Cumhurbaşkanı’na yürütme yetkisine ilişkin konularda CBK
çıkarma yetkisinin genel olarak verilmesinin yanı sıra Anayasa’nın diğer bazı
maddelerinde belirtilen kimi konuların da CBK ile düzenleneceği ayrıca ifade
edilmiştir. Bu kapsamda Anayasa’nın 104. maddesinin dokuzuncu fıkrasında üst
kademe kamu yöneticilerinin atanmalarına ilişkin usul ve esasların; 106.
maddesinin on birinci fıkrasında bakanlıkların kurulması, kaldırılması,
görevleri ve yetkileri, teşkilat yapısı ile merkez ve taşra teşkilatlarının
kurulmasının; 108. maddesinin dördüncü fıkrasında Devlet Denetleme Kurulunun
işleyişi, üyelerinin görev süresi ve diğer özlük işlerinin; 118. maddesinin
altıncı fıkrasında Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinin teşkilatı ve
görevlerinin CBK’larla düzenleneceği hüküm altına alınmıştır. Anayasa’nın 123.
maddesinin üçüncü fıkrasında ise kamu tüzel kişiliğinin kanunla veya CBK ile
kurulacağı belirtilmiştir.” (AYM, E.S. :2018/119, K.S.:2020/25, K.T.:11/6/2020)
Görüldüğü üzere Anayasa Mahkemesi, yürütme yetkisine ilişkin
genel ve özel yetkilerin neler olduğunu tanımlamıştır. Cumhurbaşkanı,
Anayasanın 104. Maddesinin dokuzuncu fıkrası çerçevesinde üst kademe kamu
yöneticilerinin atanmalarına ilişkin usul ve esasları belirleme yetkisine
sahiptir. Yine, Anayasanın 117. Maddesi gereğince de özel olarak Genelkurmay
Başkanını “atama” yetkisine haizdir. Ancak bu genel ve özel yetki, atanmış bir
Genelkurmay Başkanının görev süresinin uzatılmasına ilişkin bir yetkiyi
kapsamamaktadır.
Anayasa’nın 117’nci maddesinin ilgili üçüncü fıkrası:
‘‘Cumhurbaşkanınca atanan Genelkurmay Başkanı; Silahlı Kuvvetlerin komutanı
olup, savaşta Başkomutanlık görevlerini Cumhurbaşkanlığı namına yerine
getirir.’’ şeklindedir. Genelkurmay Başkanının Cumhurbaşkanı tarafından
atanmasının Anayasal sebeplerinden biri; Başkomutanlığın Cumhurbaşkanı
tarafından temsil olunması ve Genelkurmay Başkanının Başkomutanlık görevini,
Cumhurbaşkanlığı namına yerine getirmesidir. Ancak Genelkurmay Başkanının
atanmasına ilişkin Anayasal kurgunun bu biçimde inşa edilmesinin özünde,
tarafsız olan Cumhurbaşkanının yine tarafsız olan Genelkurmay Başkanını ataması
bulunmaktadır. Zira Cumhurbaşkanı, Devletin başı sıfatı; Genelkurmay Başkanı,
Silahlı Kuvvetlerin komutanı sıfatına sahip olmakla; tarafsızdır. Bu nedenle
Anayasa’nın 117’nci maddesinde yer alan ‘‘Cumhurbaşkanınca atanan Genelkurmay
Başkanı’’ ibaresinde geçen ve bireysel idari işlem olan atama, bir kez
uygulanmakla tükenen bir hukuki işlem türüdür. Başka bir anlatımla Genelkurmay
Başkanı, Cumhurbaşkanı tarafından bir kez atanır ve ondan sonra artık
Cumhurbaşkanı, Anayasal düzlemde Anayasal inisiyatif kullanamaz. Aksi bir
Anayasal yorum (aynı kimsenin Genelkurmay Başkanlığı makamına pek çok kez
atanabilmesi), Anayasal amaca (tarafsız Genelkurmay Başkanının tarafsız
Cumhurbaşkanınca atanması) ters düşecektir. Zira bilhassa 2017 Anayasa
değişikliklerinden sonra Cumhurbaşkanının siyasi parti ile ilişiğinin
kesilmemesi ve uygulamada siyasi çekişmelere taraf bir parti genel başkanına
dönüşmesi göz önünde bulundurulduğunda; aynı kimsenin pek çok kez
Genelkurmay Başkanı olarak atanması; Genelkurmay Başkanlığı’nı sembolik bir
konuma dönüştürmeyi aşan, adeta Anayasal statüye sahip anılan Başkanlığı
lağvetme ve Genelkurmay Başkanını Cumhurbaşkanlığı’nda
görevli herhangi bir kimse konumuna indirgeme sonucunu doğuracaktır. Nitekim
milli savunma ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin iç işleyişiyle ilgili teknik bilgiye
sahip olan Genelkurmay Başkanının, tekrar atanma kaygısıyla; Anayasal görevini
gereği gibi ifa edememe tehlikesiyle karşı karşıya kalması, pek muhtemeldir. Bir
başka deyişle, ihtilaflı kural, ülkenin en hassas makamlarından birisini, soyut
statü hukukundan kişisel ve keyfi taleplerin yerine getirileceği bir kişisel
ikbal koltuğuna dönüşmeye yöneltmektedir. Bu durum ise; Türk Silahlı
Kuvvetleri’nin siyasallaşmasına, askeri hiyerarşinin (hiyerarşik yapı içindeki
emir-komuta zincirinin işleyişinin) bozulmasına, Genelkurmay Başkanlığı
özelinde amirlik makamının gereklerinin yerine getirilememesine, disiplin
zafiyeti yaşanmasına (astların üste karşı sorumluluğu ve bağlılığı yönünden
askeri disipline zarar verilmesine), genel idare usulündekinden daha sıkı olan
askeri otoriteye ve Genelkurmay Başkanlığı makamının itibarına halel gelmesine
neden olabilecektir. Diğer bir deyişle askeri örgütü belirleyen özellik
hiyerarşik yapı olup, bunun zedelenmesi, Silahlı Kuvvetleri ve yurt
savunmasını- egemenliği zaafa uğratabilecektir. O halde aynı kimsenin pek çok
kez Genelkurmay Başkanlığı makamına atanabilmesine olanak veren, Genelkurmay
Başkanının görev süresinin birer yıllık süre ile 72 yaşına kadar
Cumhurbaşkanınca uzatılabilmesine ilişkin iptali talep edilen cümle, Anayasa’nın
117’nci maddesine aykırıdır.
Anayasa’nın 104’üncü maddesinde, Cumhurbaşkanının görev ve
yetkileri sayılmıştır. Bu görev ve yetkiler arasında ‘‘Genelkurmay Başkanının
görev süresinin birer yıllık süre ile 72 yaşına kadar uzatılabilmesi’’ görev ve
yetkisi sayılmadığı gibi; iptali talep edilen cümlede yer alan düzenlemeyi
yapmayı dayandırabileceği (Anayasa’nın 104’üncü maddesinde) genel ve kapsayıcı
mahiyette bir hüküm de bulunmamaktadır. Bu nedenle iptali talep edilen cümle,
Anayasa’nın 104’üncü maddesine aykırıdır.
b) Anayasanın 104/17. maddesinde, “Anayasada münhasıran kanunla
düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz.”
kuralı bulunmaktadır.
Anayasanın 104/17. maddede geçen “münhasıran kanunla
düzenlenmesi öngörülen konular” ibaresinin Anayasada “kanunla düzenlenir veya
kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır” vb. ifadelerle yasal düzenlemeye
yollama yapan maddelere bakarak belirlenmesi gerekir. Anayasa’nın bu şekilde
ortaya çıkan açık sözü, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarma yetkisinin konu
bakımından sınırını oluşturur. O halde Anayasa’nın bir maddesinde bir konunun
yasayla düzenlenmesi öngörülmüşse o konunun Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile
düzenlenmesi, Anayasa’nın 7. ve 104/17. maddelerine aykırılık oluşturacaktır.
Anayasa Mahkemesi, Anayasa’da salt bir kanunla düzenleme
kaydının bulunmasının, söz konusu konuyu Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin konu
bakımından yetki alanı dışına çıkarmak açısından yeterli olduğunu saptamıştır:
“... Anayasa’da münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen
konularda CBK çıkarılamayacağı hüküm altına alınmıştır. Ancak Anayasa’da hangi
konuların münhasıran kanunla düzenleneceğine ilişkin özel bir hüküm bulunmamaktadır.
Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadında anayasa koyucunun
kanunla düzenlenmesini öngördüğü konuların bu kapsamda görülmesi gerektiği
kabul edilmektedir (AYM, E.2016/150, K.2017/179, 28/12/2017, § 57; E.2016/180,
K.2018/4, 18/1/2018, § 17; E.2017/51, K.2017/163, 29/11/2017, § 13; E.2016/139,
K.2016/188, 14/12/2016, § 9; E.2013/47, K.2013/72, 6/6/2013). Buna göre
Anayasa’da kanunla düzenleneceği belirtilen alanlarda Cumhurbaşkanı’nın CBK
çıkarma yetkisi bulunmamaktadır”. (AYM, E.S. :2018/125, K.S.:2020/4,
K.T.:22/1/2020, R.G. Tarih – Sayı: 13/5/2020 – 31126, §11). Yine Anayasa
Mahkemesi’ne göre: “Anayasa’nın 104. maddesinin on yedinci fıkrasının üçüncü
cümlesinde Anayasa’da münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda CBK
çıkarılamayacağı hükmüne yer verilmiştir. Anayasa koyucunun bir konunun kanunla
düzenlenmesini özel olarak öngörmesi bu alanın münhasıran kanunla
düzenlenmesini istediği anlamına gelir. Bu kapsamda Anayasa bir konunun kanunla
düzenleneceğini öngörmüşse bu konuda CBK çıkarılamaz” (AYM, Esas Sayısı:
2020/71, K.S.: 2021/33, K.T.: 29/4/2021, R.G.: 16/6/2021-31513, §17).
İhtilaflı kural, kamu görevlilerinin özlük hakları bağlamında
kanunilik ilkesine aykırılık taşımaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin ifade ettiği
üzere; Anayasa'nın 128’inci maddesinin birinci fıkrası kapsamındaki görevleri
yürüten bütün personelin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları
ve yükümlülüklerinin kanunla düzenlenmesi gerekir (Anayasa Mahkemesi’nin
22.11.2012 tarihli ve 2011/107 E.; 2012/184 K. sayılı Kararı). Anayasa
Mahkemesi’nin sıkça vurguladığı gibi kanunilik ölçütünün sağlandığından söz
edilebilmesi için kanunun şeklen var olması yeterli olmayıp yasal kurallar
keyfiliğe izin vermeyecek şekilde belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir
nitelikte olmalıdır. Esasen kanunun bu niteliklere sahip olması, Anayasa’nın
2’nci maddesinde güvenceye bağlanan hukuk devleti ilkesinin de bir gereğidir.
Dolayısıyla Anayasa’nın 128’inci maddesinde yer verilen kanunilik ölçütü,
Anayasa’nın 2’nci maddesinde güvence altına alınan hukuk devleti ilkesi
ışığında yorumlanmalıdır (aynı yöndeki değerlendirme için bkz. AYM, E.2018/88,
K.2020/24, 11/6/2020 §§ 13, 14) (Anayasa Mahkemesi’nin, 22.10.2020 tarihli ve
2020/1 E.; 2020/563 K. sayılı Kararı, § 41).
Ancak Genelkurmay Başkanının özlük hakları kapsamında kalan
görev süresinin uzatılmasına ilişkin iptali talep edilen cümle, birer yıllık
süre ile 72 yaşına uzatılmasını (tüm idari teşkilatın makamına bağlı bulunduğu
ve yürütme ve devleti temsil yetkilerinin bir kişide birleştiği monist yapılı
yürütme organının başı konumunda bulunan) Cumhurbaşkanın takdirine, idarenin
düzenleyici (ve dahi birel) işlemlerine bıraktığından hem şekli anlam da hem de
maddi anlamda bir kanun niteliğini haiz değildir. Oysa bir kamu görevlisi olan
Genelkurmay Başkanının görev süresinin uzatılması özelindeki özlük hakkının
şekli ve maddi anlamda kanun düzeyinde belirlenmesi ve Cumhurbaşkanının öznel
ve keyfiliğe açık takdirine bağlı işlem ve eylemlerine terk edilmemesi gerekirdi.
İptal istenen cümle, kanunilik ilkesinin gereklerini sağlamaması hasebiyle
Anayasa’nın 128’inci maddesine aykırıdır.
Diğer yandan; kanunilik ilkesini ihlal eden iptali talep edilen
cümle, hukuk devleti ilkesine de aykırılık teşkil etmektedir. Hukuk devleti, bütün
işlem ve eylemlerinin hukuk kurallarına uygunluğunu başlıca geçerlik koşulu
sayan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurmayı amaçlayan ve bunu
geliştirerek sürdüren, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa’ya
aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, insan haklarına saygı duyarak bu hak ve
özgürlükleri koruyup güçlendiren, Anayasa’ya ve hukuk kurallarına bağlılığa
özen gösteren, yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde yasa koyucunun da
uymak zorunda olduğu temel hukuk ilkeleri ile Anayasa’nın bulunduğu bilinci
olan devlettir (Anayasa Mahkemesi’nin 02.06.2009 tarihli ve 2004/10 E.; 2009/68
K. sayılı Kararı).
Hukuk devletinin ön koşullarından olan hukuki güvenlik ilkesi
hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, hukuki belirlilik ilkesi de kanun
hükümlerinin şüpheye yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılabilir olmasını
ve ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem
içermesini ifade etmektedir (bkz. AYM 9.2.2017, 2016/143 E.– 2017/23 K. par.
13; RG. 12.4.2017-30036) (Anayasa Mahkemesi’nin 04.05.2017 tarihli ve 2015/41
E.; 2017/98 K. sayılı Kararı). Başka bir deyişle, hukuk devleti ilkesi
gereğince, idareye işlem tesis ederken ve eylemde bulunurken veya görevlerini
yerine getirirken belirli ölçüde hareket serbestliği sağlayan takdir yetkisinin
kullanımı mutlak, sınırsız, keyfi biçimde gerçekleşemez; idarenin takdir
yetkisinin sınırları, keyfi işlem ve eylemleri önlemek amacıyla kanunla
çizilmelidir.
Öte yandan Anayasa’nın 123’üncü maddesinde yer alan idarenin
kanuniliği ilkesinin iki boyutu bulunmaktadır. İlk boyutu, idarenin secundum
legem özelliğidir (kanuna dayanma ilkesidir). Bu ilkeye göre idarenin düzenleme
yetkisi kanundan kaynaklanır. İkinci boyutu, idarenin intra legem özelliğidir
(kanuna aykırı olmama ilkesidir). Bu ilkeye göre idarenin işlem ve eylemleri
kanunun çizdiği sınırlar içinde kalmalıdır.
Bu nedenle Genelkurmay Başkanının görev süresinin uzatılmasına
ilişkin hususun; Anayasa’nın 128’inci maddesinde hüküm altına alınan ve hukuk
devletinin temel taşı olan maddi anlamdaki kanunilik kıstasının gereklerini
karşılaması ve kanuna dayanması ile kanuna aykırı olmaması için; genel
çerçevesinin keyfi uygulamaya yer vermeyecek açıklıkta kanun düzeyinde
çizilmesi gerekmektedir. Diğer bir deyişle kanun koyucu, –Anayasal ilkelerin
aksine- Cumhurbaşkanının hangi nesnel ölçüte istinaden Genelkurmay Başkanının
görev süresini uzatacağı hakkında tamamen sessiz kalmış, bu konuyu tamamen
idarenin (Cumhurbaşkanının) uhdesine bırakmıştır. Başka bir anlatımla Cumhurbaşkanı,
67 yaşındaki bir Genelkurmay Başkanının görev süresini (üst sınır 72
olduğundan) beş kez uzatabilecektir; ancak her defasında niçin uzattığını
dayandırabileceği ve söz konusu idari işlemin konu – sebep ve amaç bakımından
hukuka uygun kılınmasını sağlayacak kanun düzeyinde nesnel ölçüt
bulunmamaktadır. Söz gelimi atayan ile atanan aynı dünya görüşüne veya yaşam
tarzına sahip olduğunda mı görev süresi uzatılacaktır? Bu durum, ordunun
siyasallaşmasına neden olacaktır. Kaldı ki görev süresinin uzatılması için söz
gelimi Milli Güvenlik Kurulu’ndan (istişari nitelikte olsa da) görüş alınması
dahi CBK düzeyinde öngörülmemiştir. Yine Cumhurbaşkanının görev süresi uzatma
hususunda kanun düzeyinde açık, net, anlaşılabilir kıstaslarla kayıtlanmaması, keyfi
olduğu kadar eşitsiz de olan uygulamaların önünü açacaktır. Her ne
kadar, görev süresinin uzatılabileceği sınır, 72 olarak tayin edilse de; 72
yaşın hangi ölçüte istinaden belirlendiği, iptali talep edilen cümlenin
gerekçesinde temellendirilmemiştir.
Cumhurbaşkanı, görev süresinin uzatılması hususunu
Cumhurbaşkanının düzenleyici (ve dahi birel) işlemlerinin düzenleme alanının
konusu yapmış; emeklilik rejimine ilişkin görev süresini kanuni dayanaktan
yoksun bırakmıştır. Kanun düzeyinde belirlenmesi gereken görev süresinin
uzatılmasına ilişkin objektif ölçütlerin içeriği hususunu Cumhurbaşkanının
düzenleyici (ve dahi birel) düzenleyici işlemlerine tevdi eden ve yukarıda
tanımlandığı anlamda maddi anlamda kanunilik ilkesinin gereklerini yerine
getirmeyen ihtilaflı cümle, Anayasa’nın 2 ve 123’üncü maddelerine de aykırıdır.
Bunun yanında, Anayasa Mahkemesi’nin bir kararında, ‘‘Kamu kurum
ve kuruluşlarının kadrolarının ihdası başka bir deyişle kadro usulüne ilişkin
düzenlemeler, idarenin teşkilat yapısı ile ilgili olup idarenin kuruluş ve
görevlerinin belirlenmesinin bir parçasını oluşturmaktadır. Anayasa
Mahkemesinin bir kararında konuyla ilgili olarak, “Bir kurumun kuruluşu deyince
her şeyden önce o kurumu yürütecek personele ait kadrolar hatıra gelir. Zira kurumun
temelinden çatısına kadar bütün örgütünün bu kadrolar teşkil eder. Personel
kadroları mevcut olmayan bir kurum, henüz kuruluş haline geçmemiş demektir. Şu
halde bir kurumu çalışır hale getirecek olan Personel kadrolarının, en
küçüğünden en büyüğüne kadar, bütününü kuruluştan ayrı düşünmeğe imkân yoktur.”
denilmektedir (AYM E. 1965/32, K. 1966/3, 4/2/1966)’’ (Anayasa Mahkemesi’nin
11.06.2020 tarihli ve 2018/119 E.; 2020/25 K. sayılı Kararı, § 18). Ancak
iptali talep edilen cümle hükmünde; kadro ihdası gibi özlük işleri kapsamında
değerlendirilen görev süresinin uzatılması hususunun genel çerçevesi; hukuki
işlem olarak kanun ile açıkça ortaya konulmamıştır.
Öte yandan, normlar arasında hukuka uygun kademelenmenin
sağlanabilmesi, diğer bir deyişle normlar hiyerarşisinde görev süresinin
uzatılmasına ilişkin Cumhurbaşkanının düzenleyici (ve dahi birel) işleminin
hukukilik ölçütü, bu işlemin bir kanun yoluyla temel ilkelerin ortaya
konulmasıyla mümkündür. Aksi takdirde, Kanun’un genel çerçeveyi çizmemesi,
Cumhurbaşkanının düzenleyici (ve dahi birel) işleminin hukuka uygunluk
denetiminde gözetilecek ölçü normun (926 sayılı Kanun’un) şekli ve maddi
anlamda kanunun asgari ögelerini karşılamaması durumunda, Cumhurbaşkanının
düzenleyici (ve dahi birel) işlemini hukuki dayanaktan yoksun kılınacaktır.
Yine Cumhurbaşkanın yapacağı düzenlemeleri, tek başına ve çok kısa vadede
değiştirebilmesi olasılığı da; Genelkurmay Başkanlarının emeklilikleri ve görev
süreleri bakımından hukuki öngörülebilirlik ilkesini zedelemektedir.
Cumhurbaşkanının uhdesine sınırları belirsiz, çok geniş bir düzenleme alanının
bırakılması, anılan maddenin uygulanmasını sağlamaya ilişkin Anayasal işlevinin
ötesine geçerek, şekli anlamda CBK aracılığıyla, Cumhurbaşkanının (düzenleyici
ve dahi birel) işlemlerine, maddi anlamda kanun koyma yetkisinin tanınması
anlamına gelecektir.
Tüm bu nedenlerle iptali talep edilen cümle, Anayasa’nın 2, 123
ve 128’inci maddelerine aykırıdır.
c) Yine Anayasanın 104/17. maddesi, “Kanunda açıkça düzenlenen
konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz” kuralını öngörmektedir. Bir
konu yasa ile açıkça düzenlenmişse Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkartılamaz.
108 sayılı CBK’nin 1. maddesiyle değiştirilen 3 sayılı CBK’nin
9. maddesinin üçüncü fıkrasına eklenen cümle ile Genelkurmay Başkanının görev
süresi birer yıllık sürelerle yaş haddine (72 yaş) kadar Cumhurbaşkanınca
uzatılabilmesine ilişkin yetki verilmektedir. Öncelikle, yukarıda da
belirtildiği üzere görev süresi, bir kamu görevlisinin özlük hakları ile sosyal
güvenlik hakları ile doğrudan bağlantılı olan bir kavramdır. Kamu gücünü
kullanan ve kamu hizmetlerinde görev yapan askeri personel olarak tanımlanan memurların
ve diğer kamu görevlilerinin özlük haklarının, görev ve yükümlülükleri özel bir
kanun ile düzenlenmiştir.
Bu konularda düzenleme yapılan esas kanun, 27/7/1967 tarih ve
926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu’dur. Kanun’un amaç başlıklı 2.
maddesinde “Bu kanun subayların ve astsubayların yetiştirilmelerini,
sınıflandırılmalarını, görev ve yükümlülüklerini, terfi ve taltifleri ile her
türlü özlük haklarını düzenler.” şeklindeki norm Genelkurmay Başkanı da dahil
olmak üzere subay ve astsubayların özlük haklarının görevlerinin ve görev
sürelerinin de bu kanun kapsamında düzenlenen bir konu olduğunu belirtmektedir.
Genelkurmay başkanlığı esas olarak subay olarak nasıp edilmiş olan ve
orgeneraller veya oramirallerin yaptığı bir görevdir. Dolayısıyla genelkurmay
başkanının görev süresi ve görev süresinin uzatılması da görev ve özlük hakları
kapsamında olması nedeniyle bu kanun ile düzenlenmiş konulardandır.
Nitekim, Kanunun 49. maddesi ile generallerin ve amirallerin
görev süreleri, rütbelerde bekleme süreleri, görev sürelerinin uzatılması gibi
konular tanımlanmış olup, özellikle general ve amirallerin görev sürelerinin
uzatılması, re’sen emekliliğe sevkleri hususunda Yüksek Askerî Şûra
yetkilendirilmiştir. Dolayısıyla, Genelkurmay Başkanı’nın özlük hakları da bir
orgeneral olduğundan 926 sayılı Kanunun 49. maddesi ile yapılan düzenleme
çerçevesinde ele alınması gereken bir konudur. Kaldı ki söz konusu madde ile
Genelkurmay Başkanının görev süresinin uzatılmasına ilişkin bir düzenleme
yapılmadığı gibi bu hususta madde ile Cumhurbaşkanına bir yetki devri de
yapılmamıştır. Genelkurmay Başkanının özlük haklarına ilişkin yapılan
düzenlemede Cumhurbaşkanına verilen yetki re’sen emeklilik yaşını uzatmadır.
Oysa Cumhurbaşkanı’na yönelik olarak Genelkurmay Başkanının görev süresine
ilişkin bir uzatma yetkisi tanımlanmamıştır. Dolayısıyla, aşağıda aktarılan 926
sayılı Kanunun 49. maddesine göre genelkurmay başkanının görev süresinin
uzatılması mümkün değildir.
“III – General ve amiral miktarları:
Madde 49 – (Değişik: 28/6/1978 - 2159/2 md.)
General ve Amiral miktarları aşağıdaki esaslara göre saptanır.
a) (Değişik: 2/1/2017-KHK- 681/21 md.; Aynen kabul:
1/2/2018-7073/21 md.) Türk Silahlı Kuvvetlerinde general-amiral kadroları (b)
bendinde gösterilen rütbe miktarlarına ait kontenjanları aşmamak, görev ve
hizmet ile kadro ve teşkilat ihtiyaçları da dikkate alınmak suretiyle
Genelkurmay Başkanlığının görüşü alınarak Milli Savunma Bakanlığınca
belirlenir.
b) (Değişik: 29/7/1983 - 2870/3 md.) Barışta Silahlı
Kuvvetlerdeki general ve amiral miktarlarına ait rütbe kontenjanları aşağıdaki
cetvelde gösterilmiştir.
Rütbeler K.K.K. Dz. K.K. (1) Hv.K.K. J.Gn.K. (2)
Orgeneral - Oramiral 9 (J. Dahil) 2 2 –
Korgeneral - Koramiral 20 5 8 3
Tümgeneral - Tümamiral 44 12 16 6
Tuğgeneral - Tuğamiral 96 28 32 18
T 0 P L A M: 169 47 58 27
(Değişik son cümle : 19/4/2000 - 4564/2md.) Amiral
kontenjanlarından ikisi 2692 sayılı Kanunla eklenen kontenjan miktarıdır.
c) (Değişik: 2/1/2017-KHK- 681/21 md.; Aynen kabul:
1/2/2018-7073/21 md.) (b) bendindeki cetvelde gösterilen rütbe miktarlarında
her rütbenin yıllık kontenjanlarının eşit olması esastır. Ancak lağv, tensik,
teşkilatta vaki olabilecek değişiklik veya hizmet gerekleri nedeniyle
Genelkurmay Başkanlığının görüşü alınarak Milli Savunma Bakanının teklifi ve
Yüksek Askerî Şûranın kararı ile yukarıdaki cetvelde gösterilen rütbe
miktarlarındaki genel toplam sayısı aynı kalmak kaydı ile tuğgeneral-tuğamiral,
tümgeneral-tümamiral ve korgeneral-koramiral rütbelerinde değişiklik
yapılabilir.
Değişiklik yapılan tuğgeneral-tuğamiral, tümgeneral-tümamiral ve
korgeneral-koramiral rütbelerine ait yıl kontenjan miktarları buna göre yeniden
düzenlenir. Ayrıca her terfi yılı için yıllık kontenjan verilmesi mümkün
olmayan orgeneral-oramirallerin yıllık kontenjanlarının hangi yıllarda
kullanılacağı kadro ve hizmet gerekleri esas alınarak Yüksek Askerî Şûraca
saptanır.
Her yıl terfi sırasına girenlere, terfi edecekleri rütbenin birinci
yılına ait kontenjanlar verilmek suretiyle, bir üst rütbeye terfileri sağlanır.
Bu şekilde yapılan terfilerde o rütbeye ait general-amiral miktarlarının
tamamlanamadığı hallerde birinci yıl kontenjanı artırılabilir. Şu kadar ki yıl
kontenjanı artırılarak terfi ettirilen general-amiraller en geç üçüncü yılın
sonunda rütbe bekleme süresinin sonuna kadar (b) bendinde gösterilen miktarlar
dışına çıkarılırlar ve rütbe bekleme süresi sonunda, 47 nci maddenin (f) bendi
hükmü saklı kalmak şartıyla 54 üncü madde esaslarına göre değerlendirmeye tabi
tutulurlar.
Düzenlenen bu miktarlara göre terfi sırasına giren albaylardan
tuğgeneral-tuğamiral olacakların yıl kontenjanının kara, deniz ve hava
kuvvetlerindeki sınıflara dağılımı, kadro ve hizmet gerekleri gözetilerek ve
Genelkurmay Başkanlığının görüşü alınarak Milli Savunma Bakanının teklifi
üzerine Yüksek Askerî Şûraca tespit edilir.
d) (Değişik: 2/1/2017-KHK- 681/21 md.; Aynen kabul:
1/2/2018-7073/21 md.) Hizmet ve görev ihtiyacı sebebiyle bulundukları rütbede hizmete
devam etmelerinde zaruret görülen muharip ve yardımcı sınıf general ve
amirallerden her yıl en fazla 36 general ve amiral, terfi için yapılan yeterlik
sıralamasında yıllık kontenjana göre yeterlik notu bir üst rütbeye
yükseltilenlerden sonra gelmek şartıyla, Genelkurmay Başkanlığının görüşü
alınarak Milli Savunma Bakanının teklifi üzerine Yüksek Askerî Şûranın üçte iki
çoğunluğunun kararı ile bir yıl daha aynı rütbede hizmete devam edebilirler.
Bir üst rütbede yıllık kontenjanı olmayan gruplardaki general-amirallerin
aynı rütbede bir yıl daha hizmete devam edebilmeleri diğer kuvvetlerden yıllık
kontenjanı olan gruplardaki emsalinin terfi veya hizmete devam ederken aldığı
yeterlik notu kadar veya daha fazla not alması şartıyla, yukarıdaki fıkra hükümlerine
göre olur. Görev süreleri uzatılanlar 47 nci maddenin (f) bendi hükümleri saklı
kalmak kaydıyla müteakip yıl 54 üncü madde esaslarına göre yeniden
değerlendirmeye tabi tutulur.
Normal rütbe bekleme süresi sonunda bu bendin birinci ve ikinci
fıkralarındaki esaslara göre, görev süresi uzatılarak bir yıl daha hizmete
devam edenler, aynı esaslara göre her yıl yeniden değerlendirilmek ve rütbeye
mahsus yaş haddini geçmemek şartıyla üç yıl daha bulundukları rütbede hizmete
devam ettirilebilirler. Ayrıca bu bentteki hükümlere göre görev süresi
uzatılarak hizmete devam ettirilen tabip, yüksek mühendis, mühendis, askeri
hakim ve öğretmen sınıflarından olan tümgeneral-tümamiral,
tuğgeneral-tuğamirallerden ihtiyaç duyulanlar her yıl yeniden değerlendirilmek
kaydıyla Genelkurmay Başkanlığının görüşü alınarak Milli Savunma Bakanının
teklifi üzerine Yüksek Askerî Şûranın üçte iki çoğunluğunun kararı ile
rütbesinin yaş haddine kadar hizmete devam ettirilebilirler.
Zaruri hallerde hizmetin gereklerine göre Genelkurmay
Başkanlığının görüşü alınarak Milli Savunma Bakanının teklifi üzerine Yüksek
Askerî Şûranın kararı ile bu bendin birinci, ikinci ve üçüncü fıkraları
uyarınca hizmete devam ettirilen general ve amiral miktarı 47’ye kadar
artırılabilir.
Yukarıdaki fıkralara göre hizmete devamına karar verilen
general-amiraller (b) bendinde gösterilen miktarlar dışına çıkarılırlar.
e) Askerî Yargıtay ve Askerî Yüksek İdare Mahkemesinde görevli
general-amiraller ile, Gülhane Askerî Tıp Akademisinde görevli öğretim üyesi
general - amiraller ve Üniversiteler Kanununa göre Doçent ve Profesör unvanını
kazanmış olup, Türk Silahlı Kuvvetlerinin diğer öğrenim kurumlarında görevli
general- amiraller (b) bendinde gösterilen miktarlar dışına çıkarılarak özel
kanunlarına göre hizmete devam ederler.
f) (Değişik: 9/8/1993 - KHK - 499/9 md.) Bekleme süreleri
sonunda terfi ettirilemeyen general ve amiraller emekliye sevk edilirler.
Bunlardan:
I – Bekleme ve görev süresi sonunuda emekliye sevk edilen veya
bu süreler içerisinde kendi isteği üzerine emekliye ayrılan
orgeneral-oramiraller,
II – Bekleme süresi sonunda, kadrosuzluk sebebiyle terfi
ettirilemeyerek emekliye sevk edilen general ve amiraller,
III – Bu maddenin (d) bendi gereğince aynı rütbede hizmete devam
ettirilerek kadrosuzluk nedeniyle, bir üst rütbeye terfi ettirilmeyip emekliye
sevk edilen general ve amiraller,
IV – 47 nci maddenin (f) bendine göre korgeneral-koramiralliğe
yükselemeyen ve bekleme süresi sonunda emekliye sevk edilen
tümgeneral-tümamiraller,
V – Yaş haddinden emekliye ayrılan general-amiral ve albaylar
ile,
VI – Kadrosuzluk nedeniyle yaş haddinden önce emekliye sevk
edilen albay, yarbay, binbaşı ve yüzbaşılara,
emekliye sevk edildikleri tarihi takip eden aybaşından itibaren,
orgeneral aylığının (ek gösterge dahil); yüzbaşılara % 30'u, binbaşılara %
50'si, yarbaylara % 55'i, albaylara % 70'i, tuğgeneral-tuğamirallere % 75'i,
tümgeneral-tümamirallere % 80'i, korgeneral-koramirallere % 90'ı,
orgeneral-oramirallere % 100'ü oranında kadrosuzluk tazminatı rütbelerinin ve
makamının yaş haddinden az olmamak üzere 65 yaşına kadar olan sürede Emekli
Sandığınca ödenir. Ancak bu suretle verilecek emekli aylığı ve kadrosuzluk
tazminatının toplamı, Silahlı Kuvvetlerde görevli aynı rütbedeki bütün
emsalinden en az istihkak, tazminat ve aylık alanın eline geçenden fazla
olamaz. (1)
Emekli Sandığı, 3 aylık devreler halinde bu meblağı faturası
karşılığında Hazineden tahsil eder.
Bu tazminatlar vergiye tabi değildir ve yaş haddinden önce
ölenlerin varislerine intikal etmez.
g) Kazai kararlarla bir üst rütbeye yükselen albay ve general -
amirallerden ancak kadrosuzluk nedeniyle (Bekleme süresini doldurmadan)
emekliye sevkedilenlere de yeni rütbesi üzerinden (f) bendindeki esas ve
usullere göre kadrosuzluk tazminatı verilir.
h) (Değişik: 2/7/2018 – KHK/703/127 md.) Genelkurmay
Başkanlığına atanan orgeneral-oramirallerin yaş haddi 67’dir. (Ek
cümle:30/6/2022-7415/3 md.) Genelkurmay Başkanının yaş haddi birer yıllık süre
ile 72 yaşına kadar Cumhurbaşkanınca uzatılabilir. Genelkurmay Başkanlığına
atanan orgeneral-oramiraller (b) bendinde gösterilen miktarların dışında
tutulur. Genelkurmay Başkanlığına atanan orgeneral-oramiraller (b) bendinde
gösterilen miktarların dışında tutulur.
i) (Mülga birinci paragraf: 2/7/2018 - KHK/703/127 md.)
(Mülga ikinci paragraf: 2/7/2018 - KHK/703/127 md.)
Kuvvet Komutanlığı esnasında rütbe bekleme süresi dolan
orgeneral-oramiraller (b) bendinde belirtilen miktarlar dışına çıkarılırlar.
j) (Ek: 24/5/1983-2825/1 md.; Değişik: 2/1/2017-KHK-681/21 md.;
Aynen kabul: 1/2/2018-7073/21 md.; Mülga birinci paragraf: 2/7/2018 -
KHK/703/127 md.)
(Mülga ikinci paragraf: 2/7/2018 - KHK/703/127 md.)
Bu şekilde hizmete devam ettirilen orgeneral-oramiraller (b)
bendinde gösterilen miktarlar dışına çıkarılır.”
Buna ilave olarak 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel
Kanunu’nda komuta kademesinin terfi usul ve esasları hüküm altına alınmıştır.
Anılan terfi usul ve esaslar, “görevin gerektirdiği nitelikler” nazara alınarak
düzenlenmiştir: söz gelimi general ve amirallerin üst rütbeye terfi ettirilmesi
için aranan şartlar 926 sayılı Kanun’un 47’nci maddesinde (bu Kanun’un 54’üncü
maddesinde belirtilen durumlar haricinde rütbeye mahsus bekleme süresini
tamamlamış olmak, rütbeye mahsus en az bir yıllık sicili bulunmak, üst rütbe
kadrosunda 49’uncu maddedeki oranlar içinde açık bulunmak, Yüksek Askeri Şuraca
54’üncü madde esaslarına göre seçilmiş olmak, Subay Sicil Yönetmeliği’nde
belirtilen kıt’a hizmetini yapmış olmak, korgeneral ve koramiralliğe
yükselebilmek için harp akademileri öğrenimini başarı ile bitirmiş bulunmak ve
aynı zamanda Kara Kuvvetlerinde muharip sınıfı general, Deniz Kuvvetlerinde
güverte veya deniz sınıfı amiral ve Hava Kuvvetlerinde pilot sınıfı generali
olmak) sıralanmıştır. Ancak iptali talep edilen düzenleme, söz konusu terfi
silsilesini bozacaktır. Zira hiyerarşik yapıda, kuvvet komutanlığına terfi ve
oradan Genelkurmay Başkanlığı’na terfi sırasını bekleyen komutanlar, “görevin
gerektirdiği nitelikler”e sahip olmadıkları için değil; komuta kademesinin
zirvesinde görev yapan kişinin, her yıl ve birel bir işlemle, üstelik hiçbir
gerekçe gereği de öngörülmeksizin görevinin beş kez uzatılmasından dolayı bir
üst rütbeye atanamayacaktır. Bu itibarla, her yıl, komuta kademesindeki birçok
generalin terfi hakkı ihlal edilecek veya ortadan kaldırılacaktır. Başka bir
anlatımla komutanların terfiinde belirleyici olan “görevin gerektirdiği
nitelikler”, TSK Personel Kanunu’nda belirlenmiş olmakla, Cumhurbaşkanının
öznel takdirine bırakılan uzatma işlemi, TSK mevzuatı açısından da sorunludur.
Bu itibarla, görevdeki Genelkurmay Başkanının görev süresinin birel bir işlemle
beş yıla varan şekilde uzatılmasına olanak tanıyan düzenleme, görev süresi
uzatılan Genelkurmay Başkanı açısından olduğu kadar daha güçlü nedenle, üst
rütbeye terfi hakları engellenen komutanlar bakımından, “görevi gerektirdiği
nitelikler” kuralını ihlal etmesinin yanı sıra, “Memurların ve diğer kamu
görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve
yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir”
kuralına da aykırı olması nedeniyle, Anayasa’nın 70 ve 128’inci maddelerini
ihlal etmektedir.
108 sayılı CBK’nın 1. maddesi ile 3 sayılı CBK’nın 9. Maddesinin
üçüncü fıkrasına eklenen cümle, 926 sayılı yasanın yukarıda belirtilen
maddelerinde açıkça düzenlenmiş bir konuda düzenleme yapmaktadır. Üstelik söz
konusu maddelere de aykırı olan CBK düzenlemesi, kanun ile düzenlenmiş
konularda düzenleme yapması nedeniyle de, Anayasanın 104. maddesine aykırılık
taşımaktadır, bu nedenle iptali gerekir.
ç) Anayasanın 104/17. maddesinde, “Anayasanın ikinci kısmının
birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve
ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler Cumhurbaşkanlığı
kararnamesiyle düzenlenemez” kuralı da bulunmaktadır.
İptali istenen cümle açısından Genel Kurmay Başkanının görev
süresinin uzatılmasına ilişkin düzenleme her şeyden önce Anayasanın 70.
Maddesinde düzenlenen kamu hizmetine girme hakkı kapsamında olduğundan temel
haklara ilişkin bir düzenlemedir. Zira, kamu hizmetine girme hakkını düzenleyen
söz konusu 70. madde, Anayasa'nın “Temel Haklar ve Ödevler” başlıklı ikinci
kısmının “Siyasi Haklar ve Ödevler” başlıklı dördüncü bölümü içerisinde
konumlanmıştır. Şu hâlde, bu hak, Anayasanın 104/17. Maddesine göre, Anayasada
siyasi haklar ve ödevler başlığı altında düzenlendiğinden, CBK ile hakkında
düzenleme yapılamayacak konular arasındadır.
Nitekim AYM, bir kararında bu hususların kanun ile düzenlenmesi
gerektiğini ifade etmiştir: “Kamu hizmetine girişin ve hizmet içinde
yükselmenin koşulları, statü hukukunun gereği olarak kanunlarla
belirlenmektedir. Bu durum Anayasa'nın kamu hizmetine girme hakkının
düzenlendiği 70. maddesi ile kamu hizmeti görevlileriyle ilgili genel ilkelerin
düzenlendiği 128. maddesinden kaynaklanan bir zorunluluktur. Kanun koyucu,
statü hukuku çerçevesinde yürütülen memuriyet hizmetine girmeye, yükselmeye,
memuriyetin sona ermesine vb. hususlara ilişkin koşulları anayasal ilkelere
uygun olarak belirleme yetkisine sahiptir. Kişilerin ise kanunlarla öngörülen
bu statüye girip girmemek konusunda tercihte bulunma hakları vardır.” (AYMK,
10.9.2015 tarih, E.2015/5, K.2015/82). Cumhurbaşkanlığı kararnamelerini hukuk
düzenine dahil eden 2017 Anayasa değişikliği, AYM’nin bu içtihadının
geçerliliğini etkilememektedir. Esasen 2017 Anayasa değişikliği sonrasında
verdiği bir kararda, Anayasa Mahkemesi, kamu görevlilerine ilişkin statü
hukukunun normatif eksenini kanunun oluşturduğunu tekrar etmektedir: “Kamu
görevlilerinin devlet ile olan ilişkileri statü hukuku içinde yürütülmektedir.
Devlet, statüleri kanunlarla belirlenen ve bu statü kurallarına göre mesleğe
alınan kamu görevlilerine atama, yükselme, aylık, ödül, nakil ve sınav gibi hak
veya yükümlülükler getirebilir” (AYM, E.S.: 2018/73, K.S.: 2019/65, K.T.:
24/7/2019, § 195).
Anayasa’nın 70’inci maddesi ele alındığında görüleceği üzere;
kamu hizmetine girme hakkının temel bir hak olarak etkililiği, kamu hizmeti
öncesinde olduğu kadar kamu hizmetinde bulunulan devre açısından da etki
doğurmak gereken maddenin “Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden
başka hiçbir ayırım gözetilemez” şeklindeki ikinci fıkrasında yer alan
‘‘görevin’’ ibaresinin; kamu hizmeti görülürken ifa edilecek görevin (ve görev
süresini etkileyecek görev süresinin uzatılmasına ilişkin objektif
kriterlerin), (Genelkurmay Başkanının milli savunma özelindeki kamu hizmetini liyakat
esasına göre yürütebilmesi amacıyla) kanun düzeyinde açıklanmasını gerektirir.
Aksi bir tutum, bir başka deyişle milli savunma özelindeki kamu hizmeti görecek
Genelkurmay Başkanının yaş haddinin uzatılmasına ilişkin usul ve esasları
belirleme yetkisini Cumhurbaşkanının keyfi uygulamalarına, kayırmacılığa neden
olabilecek takdir yetkisine bırakmak; Anayasal amacın (Türk vatanı, milleti ve
Devletinin bölünmez bütünlüğünün korunmasını teminen; Türk Silahlı Kuvvetleri
marifetiyle yürütülen; milli savunma özelindeki kamu hizmetini yerine getirecek
Genelkurmay Başkanının atanmasının liyakate dayalı bir sistem içerisinde
gerçekleşmesi) bertaraf edilmesine neden olacak, anılan hakkın her bir
Genelkurmay Başkanı (ve Genelkurmay Başkanı olmaya namzet komutanlar:
Genelkurmay Başkanının hiyerarşik astı durumunda olan komutanlar) bakımından
eşit düzeyde güvence altına alınmasına engel oluşturacaktır. Diğer bir deyişle,
görev süresinin uzatılması özelinde özlük işlerinin liyakat esasının
gereklerini karşılayacak açıklıkta olması ve vatandaşların eşit şekilde kamu
hizmetine girmesinin akabinde görev süresinin belirlenmesinin, Cumhurbaşkanının
öznel ve keyfî işlemler tesis etme ihtimaline karşı kanun seviyesinde korunması
gerekmektedir.
Yukarıda belirtildiği üzere söz konusu düzenleme açık bir
biçimde, temel hak ve özgülükler ile siyasi haklarla ilgilidir. İptali istenen
kural, bu itibarla, Anayasa’nın 104. maddesinin 17. fıkrası anlamında CBK ile
düzenlenemeyecek olan temel hak ve özgürlükler ile siyasi haklara ilişkin bir
düzenleme oluşturmaktadır ve söz konusu maddeye aykırıdır.
Dolayısıyla, yukarıda belirtildiği üzere ihtilaflı düzenleme,
Anayasa’nın 104/17. maddesinde belirlenen sınırları aşarak Anayasanın ikinci
kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve
ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler alanında
düzenleme yapması nedeniyle; konu bakımından yetkisizlikle maluldür ve
Anayasa’nın 104/17. fıkrasına aykırıdır. Bu cihetle, ihtilaflı kuralın iptali
gerekir.
2- Anayasa’nın 123. ve 128. maddelerine aykırılık
İptali talep edilen düzenleme, Anayasa’nın 123. maddesinde ifade
edildiği üzere idarenin bütünlüğü içerisinde yer alan Genelkurmay Başkanlığında
görevli olan genel kurmay başkanının görev süresinin uzatılması ve bu hususta
Cumhurbaşkanına verilen yetkinin iptaline ilişkindir.
İhtilaflı kural, kamu görevlilerinin özlük hakları bağlamında
kanunilik ilkesine aykırılık taşımaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin ifade ettiği
üzere; Anayasa'nın 128’inci maddesinin birinci fıkrası kapsamındaki görevleri
yürüten bütün personelin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları
ve yükümlülüklerinin kanunla düzenlenmesi gerekir (Anayasa Mahkemesi’nin
22.11.2012 tarihli ve 2011/107 E.; 2012/184 K. sayılı Kararı). Anayasa
Mahkemesi’nin sıkça vurguladığı gibi kanunilik ölçütünün sağlandığından söz
edilebilmesi için kanunun şeklen var olması yeterli olmayıp yasal kurallar
keyfiliğe izin vermeyecek şekilde belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir
nitelikte olmalıdır. Esasen kanunun bu niteliklere sahip olması, Anayasa’nın
2’nci maddesinde güvenceye bağlanan hukuk devleti ilkesinin de bir gereğidir.
Dolayısıyla Anayasa’nın 128’inci maddesinde yer verilen kanunilik ölçütü,
Anayasa’nın 2’nci maddesinde güvence altına alınan hukuk devleti ilkesi
ışığında yorumlanmalıdır (aynı yöndeki değerlendirme için bkz. AYM, E.2018/88,
K.2020/24, 11/6/2020 §§ 13, 14) (Anayasa Mahkemesi’nin, 22.10.2020 tarihli ve
2020/1 E.; 2020/563 K. sayılı Kararı, § 41).
Ancak Genelkurmay Başkanının özlük hakları kapsamında kalan
görev süresinin uzatılmasına ilişkin iptali talep edilen cümle, birer yıllık
süre ile 72 yaşına uzatılmasını (tüm idari teşkilatın makamına bağlı bulunduğu
ve yürütme ve devleti temsil yetkilerinin bir kişide birleştiği monist yapılı
yürütme organının başı konumunda bulunan) Cumhurbaşkanın takdirine, idarenin
düzenleyici (ve dahi birel) işlemlerine bıraktığından hem şekli anlam da hem de
maddi anlamda bir kanun niteliğini haiz değildir. Oysa bir kamu görevlisi olan
Genelkurmay Başkanının görev süresinin uzatılması özelindeki özlük hakkının
şekli ve maddi anlamda kanun düzeyinde belirlenmesi ve Cumhurbaşkanının öznel
takdirine bağlı işlem ve eylemlerine terk edilmemesi gerekirdi. İptali istenen
cümle, kanunilik ilkesinin gereklerini sağlamaması hasebiyle Anayasa’nın
128’inci maddesine aykırıdır.
Öte yandan, Anayasa’nın 123’üncü maddesinde yer alan idarenin
kanuniliği ilkesinin iki boyutu bulunmaktadır. İlk boyutu, idarenin secundum
legem özelliğidir (kanuna dayanma ilkesidir). Bu ilkeye göre idarenin düzenleme
yetkisi kanundan kaynaklanır. İkinci boyutu, idarenin intra legem özelliğidir
(kanuna aykırı olmama ilkesidir). Bu ilkeye göre idarenin işlem ve eylemleri
kanunun çizdiği sınırlar içinde kalmalıdır.
Bu nedenle Genelkurmay Başkanının görev süresinin uzatılmasına
ilişkin hususun; Anayasa’nın 128’inci maddesinde hüküm altına alınan ve hukuk
devletinin temel taşı olan maddi anlamdaki kanunilik kıstasının gereklerini
karşılaması ve kanuna dayanması ile kanuna aykırı olmaması için; genel
çerçevesinin keyfi uygulamaya yer vermeyecek açıklıkta kanun düzeyinde çizilmesi
gerekmektedir. Diğer bir deyişle kanun koyucu, –Anayasal ilkelerin aksine-
Cumhurbaşkanının hangi nesnel ölçüte istinaden Genelkurmay Başkanının görev
süresini uzatacağı hakkında tamamen sessiz kalmış, bu konuyu tamamen idarenin
(Cumhurbaşkanının) uhdesine bırakmıştır. Başka bir anlatımla Cumhurbaşkanı, 67
yaşındaki bir Genelkurmay Başkanının görev süresini (üst sınır 72 olduğundan)
beş kez uzatabilecektir; ancak her defasında niçin uzattığını dayandırabileceği
ve söz konusu idari işlemin konu – sebep ve amaç bakımından hukuka uygun
kılınmasını sağlayacak kanun düzeyinde nesnel ölçüt bulunmamaktadır. Söz gelimi
atayan ile atanan aynı dünya görüşüne veya yaşam tarzına sahip olduğunda mı
görev süresi uzatılacaktır? Bu durum, ordunun siyasallaşmasına neden olacaktır.
Kaldı ki görev süresinin uzatılması için söz gelimi Milli Güvenlik Kurulu’ndan
(istişari nitelikte olsa da) görüş alınması dahi CBK düzeyinde öngörülmemiştir.
Yine Cumhurbaşkanının görev süresi uzatma hususunda kanun düzeyinde açık, net,
anlaşılabilir kıstaslarla kayıtlanmaması, keyfi olduğu kadar eşitsiz
de olan uygulamaların önünü açacaktır. Her ne kadar, görev süresinin
uzatılabileceği sınır, 72 olarak tayin edilse de; 72 yaşın hangi ölçüte
istinaden belirlendiği, iptali talep edilen cümlenin gerekçesinde
temellendirilmemiştir.
Cumhurbaşkanı, görev süresinin uzatılması hususunu
Cumhurbaşkanının düzenleyici (ve dahi birel) işlemlerinin düzenleme alanının
konusu yapmış; emeklilik rejimine ilişkin görev süresini kanuni dayanaktan
yoksun bırakmıştır. Kanun düzeyinde belirlenmesi gereken görev süresinin
uzatılmasına ilişkin objektif ölçütlerin içeriğini hususunu Cumhurbaşkanının
düzenleyici (ve dahi birel) düzenleyici işlemlerine tevdi eden ve yukarıda
tanımlandığı anlamda maddi anlamda kanunilik ilkesinin gereklerini yerine
getirmeyen ihtilaflı cümle, Anayasa’nın 2 ve 123’üncü maddelerine de aykırıdır.
Bunun yanında, Anayasa Mahkemesi’nin bir kararında, ‘‘Kamu kurum
ve kuruluşlarının kadrolarının ihdası başka bir deyişle kadro usulüne ilişkin düzenlemeler,
idarenin teşkilat yapısı ile ilgili olup idarenin kuruluş ve görevlerinin
belirlenmesinin bir parçasını oluşturmaktadır. Anayasa Mahkemesinin bir
kararında konuyla ilgili olarak, “Bir kurumun kuruluşu deyince her şeyden önce
o kurumu yürütecek personele ait kadrolar hatıra gelir. Zira kurumun temelinden
çatısına kadar bütün örgütünün bu kadrolar teşkil eder. Personel kadroları
mevcut olmayan bir kurum, henüz kuruluş haline geçmemiş demektir. Şu halde bir
kurumu çalışır hale getirecek olan Personel kadrolarının, en küçüğünden en
büyüğüne kadar, bütününü kuruluştan ayrı düşünmeğe imkân yoktur.” denilmektedir
(AYM E. 1965/32, K. 1966/3, 4/2/1966)’’ (Anayasa Mahkemesi’nin 11.06.2020
tarihli ve 2018/119 E.; 2020/25 K. sayılı Kararı, § 18). Ancak iptali talep
edilen cümle hükmünde; kadro ihdası gibi özlük işleri kapsamında
değerlendirilen görev süresinin uzatılması hususunun genel çerçevesi; hukuki
işlem olarak kanun ile açıkça ortaya konulmamıştır.
Yine Cumhurbaşkanın yapacağı düzenlemeleri, tek başına ve çok
kısa vadede değiştirebilmesi olasılığı da; Genelkurmay Başkanlarının
emeklilikleri ve görev süreleri bakımından hukuki öngörülebilirlik ilkesini
zedelemektedir. Cumhurbaşkanının uhdesine sınırları belirsiz, çok geniş bir
düzenleme alanının bırakılması, anılan maddenin uygulanmasını sağlamaya ilişkin
Anayasal işlevinin ötesine geçerek, şekli anlamda CBK aracılığıyla,
Cumhurbaşkanının (düzenleyici ve dahi birel) işlemlerine, maddi anlamda kanun
koyma yetkisinin tanınması anlamına gelecektir.
Tüm bu nedenlerle iptali talep edilen cümle, Anayasa’nın 123. ve
128’inci maddelerine aykırıdır.
3- Anayasa’nın 13. ve 70. Maddelerine Aykırılık
Anayasa’nın 70’inci maddesinde yer alan ve her Türk vatandaşına
eşit şekilde tanınan kamu hizmetine girme hakkı, kamu hizmeti icra edecek
personellerin istihdamının liyakata dayalı bir sistem içerisinde
gerçekleşmesini sağlar. Anayasa; ödevle nitelik arasında sıkı bir ilişki
bulunduğunu, bunun dışında hizmete alınmada hiçbir nedenin gözetilemeyeceğini,
daha açık bir anlatımla ayrımın yalnızca ödev-nitelik ilişkisi yönünden
yapılması gerektiğini buyurmaktadır. O halde ödevle, onun gerektirdiği niteliği
birbirinden ayrı düşünmeye olanak yoktur. Buna göre, o nitelikler görevlilerde
bulunmadıkça o ödev yerine getirilemeyecek ya da ödev, görevin gerekleri
doğrultusunda yerine getirilmemiş olacak demektir. Kamu hizmetlerinin
özellikleri olduğu ve bu hizmetleri gören idare ajanlarının da özel statülere
bağlı bulunduğu bilinen bir gerçektir. Memurlarda yasalarca aranan nitelikler
ve onlar hakkında yasalarda öngörülen kısıtlamalar, kamu hizmetinin etkin ve
esenlikli bir biçimde yürütülmesi amacına yöneliktir (Anayasa Mahkemesi’nin
09.10.1979 tarihli ve 1979/19 E.; 1979/39 K. sayılı Kararı).
Buna ilave olarak Anayasa’nın 2’nci maddesinde yer alan hukuk
devleti ilkesinin bir görünümü olan ölçülülük ilkesi, Anayasa’nın 13’üncü
maddesinde açıkça hüküm altına alınmıştır.
Yukarıda da belirtildiği üzere, Genel Kurmay Başkanının görev
süresinin uzatılmasına ilişkin düzenleme her şeyden önce Anayasanın 70.
Maddesinde düzenlenen kamu hizmetine girme hakkı kapsamında olduğundan temel
haklara ilişkin bir düzenlemedir. Zira, kamu hizmetine girme hakkını düzenleyen
söz konusu 70. madde, Anayasa'nın “Temel Haklar ve Ödevler” başlıklı ikinci
kısmının “Siyasi Haklar ve Ödevler” başlıklı dördüncü bölümü içerisinde
konumlanmıştır. Şu hâlde, bu hak, Anayasanın 104/17. maddesine göre, Anayasada
siyasi haklar ve ödevler başlığı altında düzenlendiğinden, CBK ile hakkında
düzenleme yapılamayacak konular arasındadır.
Nitekim AYM, bir kararında bu hususların kanun ile düzenlenmesi
gerektiğini ifade etmiştir: “Kamu hizmetine girişin ve hizmet içinde
yükselmenin koşulları, statü hukukunun gereği olarak kanunlarla
belirlenmektedir. Bu durum Anayasa'nın kamu hizmetine girme hakkının
düzenlendiği 70. maddesi ile kamu hizmeti görevlileriyle ilgili genel ilkelerin
düzenlendiği 128. maddesinden kaynaklanan bir zorunluluktur. Kanun koyucu,
statü hukuku çerçevesinde yürütülen memuriyet hizmetine girmeye, yükselmeye,
memuriyetin sona ermesine vb. hususlara ilişkin koşulları anayasal ilkelere
uygun olarak belirleme yetkisine sahiptir. Kişilerin ise kanunlarla öngörülen
bu statüye girip girmemek konusunda tercihte bulunma hakları vardır.” (AYMK,
10.9.2015 tarih, E.2015/5, K.2015/82). Cumhurbaşkanlığı kararnamelerini hukuk
düzenine dahil eden 2017 Anayasa değişikliği, AYM’nin bu içtihadının
geçerliliğini etkilememektedir. Esasen 2017 Anayasa değişikliği sonrasında
verdiği bir kararda, Anayasa Mahkemesi, kamu görevlilerine ilişkin statü
hukukunun normatif eksenini kanunun oluşturduğunu tekrar etmektedir: “Kamu
görevlilerinin devlet ile olan ilişkileri statü hukuku içinde yürütülmektedir.
Devlet, statüleri kanunlarla belirlenen ve bu statü kurallarına göre mesleğe
alınan kamu görevlilerine atama, yükselme, aylık, ödül, nakil ve sınav gibi hak
veya yükümlülükler getirebilir” (AYM, E.S.: 2018/73, K.S.: 2019/65, K.T.:
24/7/2019, § 195).
Anayasa’nın 70’inci maddesi ele alındığında görüleceği üzere;
kamu hizmetine girme hakkının temel bir hak olarak etkililiği, kamu hizmeti
öncesinde olduğu kadar kamu hizmetinde bulunulan devre açısından da etki
doğurmak gereken maddenin “Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden
başka hiçbir ayırım gözetilemez” şeklindeki ikinci fıkrasında yer alan
‘‘görevin’’ ibaresinin; kamu hizmeti görülürken ifa edilecek görevin (ve görev
süresini etkileyecek görev süresinin uzatılmasına ilişkin objektif
kriterlerin), (Genelkurmay Başkanının milli savunma özelindeki kamu hizmetini
liyakat esasına göre yürütebilmesi amacıyla) kanun düzeyinde açıklanmasını
gerektirir. Aksi bir tutum, bir başka deyişle milli savunma özelindeki kamu
hizmeti görecek Genelkurmay Başkanının yaş haddinin uzatılmasına ilişkin usul
ve esasları belirleme yetkisini Cumhurbaşkanının keyfi uygulamalarına,
kayırmacılığa neden olabilecek takdir yetkisine bırakmak; Anayasal amacın (Türk
vatanı, milleti ve Devletinin bölünmez bütünlüğünün korunmasını teminen; Türk
Silahlı Kuvvetleri marifetiyle yürütülen; milli savunma özelindeki kamu
hizmetini yerine getirecek Genelkurmay Başkanının atanmasının liyakate dayalı
bir sistem içerisinde gerçekleşmesi) bertaraf edilmesine neden olacak, anılan
hakkın her bir Genelkurmay Başkanı (ve Genelkurmay Başkanı olmaya namzet
komutanlar: Genelkurmay Başkanının hiyerarşik astı durumunda olan komutanlar)
bakımından eşit düzeyde güvence altına alınmasına engel oluşturacaktır. Diğer
bir deyişle, görev süresinin uzatılması özelinde özlük işlerinin liyakat
esasının gereklerini karşılayacak açıklıkta olması ve vatandaşların eşit
şekilde kamu hizmetine girmesinin akabinde görev süresinin belirlenmesinin,
Cumhurbaşkanının öznel ve keyfî işlemler tesis etme ihtimaline karşı kanun
seviyesinde korunması gerekmektedir.
Yine görev süresinin 5 yıl uzatılabilmesi, ölçülülük ilkesinin
gereğine aykırıdır. Zira bir Genelkurmay Başkanının olağan görev süresi (3
sayılı CBK’nin 9’uncu maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca), 4 yıldır. Söz konusu
5 yıllık uzatım, olağan görev süresini ölçüsüz biçimde aşmaktadır. Halbuki bir
kamu görevinde, süre sınırının getirilmesindeki amaç; çağdaş demokratik hukuk
devletinin asgari gerekleri ile kariyer ve liyakat ilkelerine uygun olarak; o
görevi ifa eden kimsenin otoriterleşmesinin (o kimsenin kullandığı kamu erkinin
kişiselleşmesinin) engellenmesi, görev + yetki + sorumluluk zinciri
doğrultusunda etkin, dinamik ve verimli şekilde iş, işlem ve eylemlerde
bulunması, hesap verebilmesidir. Bu sayede kişi, kamu hizmetinin yürütülmesini
aksatıyorsa veya hizmetin yürütülmesinde başarısız ise; görevine son
verilecektir. Ancak iptali talep edilen cümle, hiçbir nesnel ölçüt olmaksızın
görev başında bulunan bir kişinin görev süresinin uzatılması (bir kimsenin en
az 9 yıl Genelkurmay Başkanlığı yapması) sonucunu doğurduğundan; görev süresi
sınırının belirlenmesine ilişkin söz konusu amaç, gerçekleşemeyecektir.
Yukarıda belirtildiği üzere söz konusu ihtilaflı düzenlemenin
temel bir hakkın uygulanma alanında keyfiliği olanaklı kılması, onun Anayasa’ya
aykırılığını tespit bakımından yeterlidir. Bu nedenle anılan gereklilikleri
karşılamayan ihtilaflı cümle, bu itibarla, Anayasa’nın 70. ve 13. maddelerine
aykırıdır.
4- Anayasa’nın 10. Maddesinde Belirlenen Eşitlik İlkesine
Aykırılık
Ayrıca iptali talep edilen cümleyle genelkurmay başkanının görev
süresinin uzatılması ve bu hususta Cumhurbaşkanına yetki verilmesi özelinde
mali özlük işlerine ilişkin kanun düzeyinde çerçeve çizilmemesi (esas alınacak
objektif esas ve usullerin öngörülmemesi) dolayısıyla Cumhurbaşkanına verilen
sınırsız takdir yetkisi, aynı nitelikteki Genelkurmay Başkanları arasında idare
tarafından kayırma/ayrımcılık yapılmasına neden olabileceğinden; anılan cümle,
Anayasa’nın 10’uncu maddesinde yer alan eşitlik ilkesine de aykırıdır. Zira
eşitlik ilkesinin ihlal edilip edilmediği hususunun tespiti, münferit olayda
benzer kişi kategorileri arasında gerçekleştirilen ayrıma ilişkin bir ‘‘haklı
neden’’in var olup olmadığına göre yapılır.
Anayasa Mahkemesi’nin ifade ettiği üzere; “[Eşitlik ilkesi] ile
güdülen amaç, benzer koşullar içinde olan, özdeş nitelikte bulunan durumların
yasalarca aynı işleme uyruk tutulmasını sağlamaktır.” (Anayasa Mahkemesi’nin
13.04.1976 tarihli ve 1976/3 E.; 1976/3 K. sayılı Kararı). Yine AYM’ye göre;
“Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalar karşısında
aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayırım yapılmasını ve ayrıcalık
tanınmasını önlemektir” (Anayasa Mahkemesi’nin 07.02.2006 tarihli ve 2006/11
E.; 2006/17 K. sayılı Kararı). Eşitlik ilkesinin ihlal edilip edilmediği
hususunun tespitinde, somut olayda yapılan ayrımın haklı bir nedene dayanıp
dayanmadığı noktası dikkate alınır: “Anayasa'nın 10. maddesinde öngörülen
eşitlik, mutlak anlamda bir eşitlik olmayıp, ortada haklı nedenlerin bulunması
halinde, farklı uygulamalara imkan veren bir ilkedir” (Anayasa Mahkemesi’nin
11.12.1986 tarihli ve 1985/11 E.; 1986/29 K. sayılı Kararı).
Ne var ki, iptali talep edilen cümlenin Cumhurbaşkanına verdiği
keyfi uygulamalara sebep olabilecek sınırsız takdir yetkisi, idare tarafından
aynı nitelikteki Genelkurmay Başkanlarının birinin görev süresinin uzatılmasına
ve fakat diğerinin uzatılmamasına; birinin görev süresinin söz gelimi 1 yıl,
diğerinin 4 yıl uzatılmasına ilişkin haklı nedeni somutlaştırmaya elverişli
değildir. Başka bir anlatımla, emekliliğe ilişkin özlük işleri kapsamında kalan
görev süresinin uzatılmasına ilişkin usul ve esasların belirlenmesinin idareye
bırakılması, aynı nitelikteki milli savunma hizmeti sunan kişi kategorileri
arasında haklı nedene dayanmayan ve keyfî muamele farklılıklarına yol
açacaktır. İptali istenen kuralın aynı durumdaki Genelkurmay Başkanları
arasında muamele farklılığına yol açabileceği hasebiyle kanun önünde eşitlik
ilkesine aykırı olduğunun tespiti için, ihtilaflı kuralın haklı gerekçeye
dayanmayan muamele farklılığını yalnızca olası kıldığının tespiti yeterli
addedilmek gerekir. Bu nedenle anılan cümle, Anayasa’nın 10’uncu maddesine
aykırıdır.
5- Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 6 ve 104’üncü maddelerine
aykırılık
Anayasa’nın 104’üncü maddesinde, Cumhurbaşkanının görev ve
yetkileri sayılmıştır. Bu görev ve yetkiler arasında ‘‘Genelkurmay Başkanının
görev süresinin birer yıllık süre ile 72 yaşına kadar uzatılabilmesi’’ görev ve
yetkisi sayılmadığı gibi; iptali talep edilen cümlede yer alan düzenlemeyi
yapmayı dayandırabileceği (Anayasa’nın 104’üncü maddesinde) genel ve kapsayıcı
mahiyette bir hüküm de bulunmamaktadır. Cumhurbaşkanı, görevi ve yetkisi
dahilinde olmayan bir konuda kendisini yetkilendirmek suretiyle; Anayasa’nın
Başlangıç bölümünde yer alan kuvvetler ayrılığı ilkesini ve 6’ncı maddesinde
öngörülen hiçbir organın kaynağını Anayasa’dan almayan bir devlet yetkisi
kullanamamasına yönelik hükmü ve 104’üncü maddesini ihlal etmiştir. Bu nedenle
iptali talep edilen cümle, Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 6 ve 104’üncü
maddelerine aykırıdır.
6- Anayasa’nın 7. Maddesinde Belirlenen Yasama Yetkisinin
Devredilemezliği İlkesine Aykırılık
Yürütme organı (ya da idare), Anayasada öngörülmüş durumlar
dışında kanunların düzenlemediği bir alanda kendiliğinden kural koyamaz ya da
bir kanuna aykırı olarak bir kural koyamaz.
108 sayılı CBK’nin 1. maddesiyle değiştirilen 3 sayılı CBK’nin
9. Maddesinin üçüncü fıkrasına eklenen cümle ile genelkurmay başkanının görev
süresinin uzatılması ve bu hususta cumhurbaşkanına uzatma yetkisi verilmesine
ilişkin düzenleme yapılmaktadır.
Söz konusu CBK düzenlemesiyle, Anayasa’nın 128. ve 123.
maddelerinde yasa ile düzenlenmesi öngörülmüş bir alanda ve 926 sayılı Kanunda
düzenlenmiş konularda (kamu görevlilerinin özlük haklarında) düzenleme
yapılmaktadır. Bu şekilde; yürütme, fonksiyon gaspı yapmak suretiyle, Anayasa
tarafından kanun koyucunun konu bakımından yetki alanına inhisar ettirilen bir
alanda düzenleme yapmıştır. Yürütme organı (ya da idare), Anayasada öngörülmüş
durumlar dışında kanunların düzenlemediği bir alanda kendiliğinden kural
koyamaz.
Dolayısıyla kamu görevlilerinin özlük haklarının
değiştirilmesinin kanunla düzenlenmesi yolundaki Anayasa kuralına aykırı bir
düzenleme yapılması ve 926 sayılı Kanunda düzenlenmiş konularda yürütmeye
Anayasa’ya aykırı bir yetki tanımlanması, yasama yetkisinin devrine ilişkin
sınırın aşıldığını ve yürütmenin yasamanın yetki alanına müdahale ettiğini
göstermektedir. Bu nedenle, söz konusu madde, Anayasa’nın 7. maddesinde
belirlenen yasama yetkisini devretme yasağına aykırıdır, iptali gerekir.
7- Anayasa’nın 2. Maddesine ve Başlangıç İlkelerine Aykırılık
Anayasa’nın Başlangıç bölümünde ‘‘Türk Vatanı ve Milletinin
ebedi varlığı ve Yüce Türk Devletinin bölünmez bütünlüğü’’ vurgulanmış;
değiştirilemez hükümlerinden olan 3’üncü maddesinde Türkiye Devletinin, ülkesi
ve milletiyle bölünmez bir bütün olduğu esası tesahup edilmiş; 5’inci
maddesinde ise Devletin temel amaç ve görevleri arasında ‘‘Türk milletinin
bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve
demokrasiyi korumak’’ sayılmıştır.
Milli savunma özelinde bu amacın gerçekleştirilmesini teminen;
Anayasa koyucu, Anayasa’nın 117 ve 118’nci maddelerini ihdas etmiştir:
‘‘İ. Milli Savunma
1. Başkomutanlık ve Genelkurmay Başkanlığı
Madde 117 – Başkomutanlık, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
manevi varlığından ayrılamaz ve Cumhurbaşkanı tarafından temsil olunur.
Milli güvenliğin sağlanmasından ve Silahlı Kuvvetlerin yurt
savunmasına hazırlanmasından, Türkiye Büyük Millet Meclisine karşı,
Cumhurbaşkanı sorumludur.
Cumhurbaşkanınca atanan Genelkurmay Başkanı; Silahlı Kuvvetlerin
komutanı olup, savaşta Başkomutanlık görevlerini Cumhurbaşkanlığı namına yerine
getirir.
(Mülga dördüncü fıkra: 21/1/2017-6771/16 md.)
(Mülga beşinci fıkra: 21/1/2017-6771/16 md.)
2. Milli Güvenlik Kurulu
Madde 118 – (Değişik birinci fıkra: 3/10/2001-4709/32 md.) Millî
Güvenlik Kurulu; Cumhurbaşkanının başkanlığında, Cumhurbaşkanı yardımcıları,
Adalet, Millî Savunma, İçişleri, Dışişleri Bakanları, Genelkurmay Başkanı,
Kara, Deniz ve Hava kuvvetleri komutanlarından kurulur.
Gündemin özelliğine göre Kurul toplantılarına ilgili bakan ve
kişiler çağrılıp görüşleri alınabilir.
(Değişik birinci cümle: 3/10/2001-4709/32 md.) Millî Güvenlik
Kurulu; Devletin millî güvenlik siyasetinin tayini, tespiti ve uygulanması ile
ilgili alınan tavsiye kararları ve gerekli koordinasyonun sağlanması
konusundaki görüşlerini Cumhurbaşkanına bildirir. Kurulun, Devletin varlığı ve
bağımsızlığı, ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliği, toplumun huzur ve güvenliğinin
korunması hususunda alınmasını zorunlu gördüğü tedbirlere ait kararlar
Cumhurbaşkanınca değerlendirilir.
Milli Güvenlik Kurulunun gündemi; Cumhurbaşkanı yardımcıları ve
Genelkurmay Başkanının önerileri dikkate alınarak Cumhurbaşkanınca düzenlenir.
Cumhurbaşkanı katılamadığı zamanlar Milli Güvenlik Kurulu
Cumhurbaşkanı yardımcısının başkanlığında toplanır.
Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinin teşkilatı ve
görevleri Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenir.’’
Anılan maddelerin lafzından anlaşılacağı üzere milli savunma
özelinde kamu hizmeti, Türk Silâhlı Kuvvetleri marifetiyle yerine getirilir.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin komutanı olan Genelkurmay Başkanı ise milli
savunmaya ilişkin kamu hizmetini yürüten Anayasal statüye sahip üst düzey kamu
görevlisidir.
Cumhuriyetimizin kurucusu ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün
Ankara Hipodromu’nda yapılan Cumhuriyet Bayramının on beşinci yıldönümü
vesilesiyle (Ulus, 30.10.1938) geçit resminden önce Başbakan Celâl Bayar
tarafından okunan Türkiye Cumhuriyeti ordularına mesajında da bu husus,
vurgulanmıştır:
‘‘Zaferleri ve geçmişi insanlık tarihi ile başlayan, her zaman
zaferle beraber uygarlık nurlarını taşıyan kahraman Türk ordusu!
Memleketini en buhranlı ve zor anlarda eziyetten, felâketlerden,
belâlardan ve düşman işgâlinden nasıl korumuş ve kurtarmış isen cumhuriyetin
bugünkü verimli devrinde de askerlik tekniğinin bütün modern silâh ve araçları
ile donatılmış olduğun halde görevini aynı bağlılıkla yapacağına hiç şüphem
yoktur.
Bugün, cumhuriyetin on beşinci yılını devamlı artan büyük bir
rahatlık ve kudret içinde kavrayan büyük Türk milletinin karşısında kahraman
ordu, sana kalpten teşekkürlerimi sunar ve bildirirken büyük ulusumuzun övünme
duygularını da dile getiriyorum.
Türk vatanının ve Türklük toplumunun şan ve şerefini, iç ve dış
her türlü tehlikelere karşı korumaktan oluşan görevini her an yerine getirmeye
hazır olduğuna benim ve büyük ulusumuzun tam bir inanç ve güvenimiz vardır.
Büyük ulusumuzun orduya verdiği en son sistem fabrikalar ve silâhlar ile bir
kat daha kuvvetlenerek büyük bir kendini fedâ etme ve yaşamayı değersiz
görmekle her türlü görevi yerine getirmeye hazır olduğunuza eminim. Bu inançla
kara, deniz, hava ordularımızın kahraman ve deneyimli komutanları ile subay ve
erlerini selâmlar ve övgülerimi bütün ulus karşısında bildiririm.
Cumhuriyet Bayramı’nın on beşinci yıldönümü hakkınızda kutlu
olsun.’’
Buna ilave olarak belirtmek gerekir ki Devlette, devamlılık
esastır. Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk "Benim
naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak Türkiye Cumhuriyeti
ilelebet payidar kalacaktır." şeklindeki sözüyle Devletin devamlılığı
ilkesini vurgulamıştır.
Kaboğlu, Devlet iktidarının ayırt edici özellikleri arasında
sayılan süreklilik ilkesini şu şekilde kaleme almıştır:
‘‘Süreklilik: iktidarın kurumsallaşması
Elde edilmesi ve kullanılması öğelerine, iktidarın el
değiştirmesi biçiminde süreklilik eklenmelidir. Siyasal iktidar, belli bir anda
onu elinde tutan ve kullanan kişi ve gruplardan ayrı olarak ‘‘sürekli bir
meşruiyete’’ sahip iktidardır. Burada bir kurumsallaşma sürecine tanık olunur.
Siyasal iktidarın bu özelliği, devletin bir kurum
(müessese/örgüt) olarak algılanması ve açıklanması sonucunu doğurmuştur.
Profesör Hauriou, devleti bir kurum olarak, ‘‘belli bir düzeni gerçekleştirmek
amacıyla yapılaşmış olan toplumsal organizma’’ şeklinde tanımlar. Bu özgül
örgütlenme, organlarından yarılır, onları aşar. Bu bakımdan devlet,
yöneticilerin kişiliklerinden ayrılır. Yöneticiler devlet adına (demokratik
devlet ise halk adına) hareket ederler; kendisi kalıcı, yöneticiler ise
geçicidir. Aslında yöneticiler sadece belli bir işlevi yerine getirmekle
görevlidir.
Böylece meşruluk öğesinin aşkın özelliği ortaya çıkmış
olmaktadır. İktidarı elinde tutanlar gelip geçer; ancak süreklilik, onun
kesintiye uğramasını dışlar. Vekalet, iktidarın el değiştirmesinde bir tür
‘‘eklemleme’’ kurumudur. Cumhurbaşkanına kimin vekalet edeceğinin belli olması,
istifa eden hükümetin yenisi kuruluncaya kadar işbaşında kalması, yasama
seçimlerinin parlamento feshedilmeksizin yenilenmesi, önceki ile yenisi
arasında ‘‘geçiş’’ yapmayı sağlar.’’
Milli savunma özelindeki kamu hizmeti için de devamlılık ilkesi
geçerlidir. Zira Gözler’in de belirttiği üzere;
‘‘Devamlılık ilkesi (principe de continuité)’’, kamu
hizmetlerinin kanunların öngördükleri dışında kesintisiz ve düzenli olarak
yürütülmesini öngören bir ilkedir. ‘‘Devamlılık (continuit é)’’,
‘‘kesintisizlik (permanence)’’ demek değildir. Şüphesiz, ulusal savunma,
güvenlik, itfaiye, telefon, elektrik, gaz, su gibi yılın 365 günü ve günün 24
saati kesintisiz şekilde yürütülmesi gereken hizmetler vardır. … Kamu
hizmetlerinin devamlılığı ilkesi, ‘‘devletin devamlılığı (continuité de
l’Etat)’’ ilkesinin bir sonucudur.’’
Devletin (ve dolayısıyla kamu hizmetinin) devamlılığı ilkesi, o
düzende var olan kurallar bütününün genel ve soyut olmasını, bir kişiye
hasredilmemesini gerektirir. Başka bir anlatımla hukuk devletinde, kişiler
değil kurumlar esastır. Bununla birlikte Anayasa’nın bağlayıcılığı ve
üstünlüğünü vurgulayan 11’inci maddesinde yer alan ‘‘Kanunlar, Anayasa’ya
aykırı olamaz.’’ şeklindeki hükümde ifade edilen kanunlar, hem şekli hem de
maddi anlamda kanuna tekabül etmekte; dolayısıyla anılan 11’inci madde,
kanunların genelliği ve soyutluğunu bir kez daha Anayasal düzlemde ortaya
koymaktadır.
Başka bir anlatımla Lon L. Fuller, yasa koymanın iç ahlakını
sekiz başlık altında toplamaktadır: kurallar, genel olmalıdır; yayınlanmış
olmalıdır; geçmişe yürür olmamalıdır; açık olmalıdır; çelişik olmamalıdır;
yapılması imkansız olanı gerektirmemelidir; zaman içinde tutarlı olmalıdır;
yetkililerin eylemi ile yayınlanmış kurallar arasında uyum olmalıdır. Sayılı
sekiz başlık altında yer alan genellik ilkesi şu şekilde açıklanmaktadır:
‘‘Buradaki temel mesaj, belirli durumları amaçlayan çok detaylı
kurallardan kaçınmamız gerektiğidir. Almanların Gesetzgebung für den Einzelfall
olarak adlandırdığı şey, yani tek durum için kural koyma. Bu tür kural koyma,
hukuku çok karmaşık ve kolayca tutarsız hale getirebilir. Genellik ilkesinden
yapılabilecek ahlaki çıkarım, en azından, minimum bir adalet formudur; yani
formel adalet, benzer durumlarda benzer davranmaktır. Daha da ötesi genellik
ihtiyacı, ayrıca, keyfiliğe ve özel çıkarları kolaylaştırmak amacıyla hukukun
siyasi manipülasyonuna karşı belirli bir güvence sağlar. Böylelikle genellik,
önemsiz bir konu değildir; asgari adaleti garanti eder ve keyfiliğin önüne
geçer.’’
Yine Anayasa Mahkemesi, çeşitli kararlarında hem şekli hem de
maddi anlamda kanun tanımına yer vermiştir. Söz gelimi 12.07.1965 tarihli ve
1965/19 E.; 1965/42 K. sayılı Kararında ‘‘…nitelikleri ne olursa olsun T. B.
Millet Meclisince kanun adı altında yapılan bütün tasarrufların Anayasa
Mahkemesinin denetimine tabi olacağı esası açıkça belirtilmiş bulunmaktadır.
…’’ şeklindeki temellendirmeyi kaleme almak suretiyle şekli anlamda kanun
anlayışını; 24.09.1990 tarihli ve 1990/31 E.; 1990/24 K. sayılı Kararında
‘‘…Bilindiği gibi, yasalar ya da yasalarla eşdeğerdeki pozitif hukuk metinleri
nesnel, soyut, genel ve sürekli nitelikteki hukuk kurallarını içeren, etkileri
yönünden de objektif hukuk alanında yeni bir durum yaratan ya da var olan bir
durumu düzenleyen veya ortadan kaldıran kural-işlemler bölümüne girerler. …’’
şeklindeki temellendirmeyi kaleme almak suretiyle maddi anlamda kanun
anlayışını ortaya koymuştur.
Eldeki dava konusu, söz konusu genel perspektiften ele
alındığında şu sonuç ortaya çıkacaktır:
İptali talep edilen cümle, kamu yararını haiz değildir. Halbuki
Anayasa’nın 2’nci maddesindeki hukuk devleti ilkesi gereğince, yasama
işlemlerinin kişisel yararları değil kamu yararını gerçekleştirmek amacıyla yapılması
zorunludur (Anayasa Mahkemesi’nin 17. 06. 2015 karar tarihli ve 2014/179 E.;
2015/54 K. sayılı Kararı).
Ancak iptali talep edilen cümlenin bahsi geçen 04.08.2022
tarihli YAŞ toplantısından hemen önce 108 sayılı CBK’nin söz konusu YAŞ
toplantısının yapıldığı gün olan 04.08.2022 tarihli ve (Mükerrer) 31913 sayılı
Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdiği nazara alındığında; bu
hükümlerin, doğrudan hâlihazırda görev yapan Genelkurmay Başkanının görev
süresinin uzatılması için hukuki norm haline getirildiği ortaya çıkacaktır.
Elbette tecrübe, milli savunma özelindeki kamu hizmetinin etkin ve verimli
biçimde yürütülmesi için azami önem taşımaktadır. Ancak Türk vatanı, milleti ve
Devletinin bölünmez bütünlüğünün korunmasını teminen; Türk Silahlı Kuvvetleri
marifetiyle yürütülen; milli savunma özelindeki kamu hizmetinin etkin ve
verimli biçimde ifa edilmesi, tek bir kişinin tecrübesine
hasredilemez. Zira Devlette (ve dolayısıyla kamu hizmetinde) devamlılık esas
olduğundan; Genelkurmay Başkanlığı makamına atanmak için gerekli tecrübe ve
donanıma sahip komutanlar, yetiştirilmektedir. Hukuk devleti ilkesinin bir
tezahürü olan kanunların genelliği ve soyutluğu ilkesinin aksine bir kişiye
özgü kanun çıkarılması, milli savunma özelindeki kamu hizmetinin etkin ve
verimli biçimde yürütülememesine; Genel Kurmay Başkanının Anayasa’nın 117 ve
118’inci maddeleriyle kendisine tevdi edilen görev ve yetkileri, ifa
edememesine neden olacaktır. Bu nedenlerle iptali talep edilen cümle,
Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 2, maddesine aykırıdır.
Ayrıca, hukuk devleti, bütün işlem ve eylemlerinin hukuk
kurallarına uygunluğunu başlıca geçerlik koşulu sayan, her alanda adaletli bir
hukuk düzeni kurmayı amaçlayan ve bunu geliştirerek sürdüren, hukuku tüm devlet
organlarına egemen kılan, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, insan
haklarına saygı duyarak bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, Anayasa’ya
ve hukuk kurallarına bağlılığa özen gösteren, yargı denetimine açık olan,
yasaların üstünde yasa koyucunun da uymak zorunda olduğu temel hukuk ilkeleri
ile Anayasa’nın bulunduğu bilinci olan devlettir (Anayasa Mahkemesi’nin 02.06.2009
tarihli ve 2004/10 E.; 2009/68 K. sayılı Kararı). Hukuk devletinin
önkoşullarından olan hukuki güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir
olmasını, hukuki belirlilik ilkesi de kanun hükümlerinin şüpheye yer vermeyecek
şekilde açık, net, anlaşılabilir olmasını ve ayrıca kamu otoritelerinin keyfi
uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (bkz. AYM
9.2.2017, 2016/143 E.– 2017/23 K. par. 13; RG. 12.4.2017-30036) (Anayasa
Mahkemesi’nin 04.05.2017 tarihli ve 2015/41 E.; 2017/98 K. sayılı Kararı).
Başka bir deyişle, hukuk devleti ilkesi gereğince, idareye işlem tesis ederken
ve eylemde bulunurken veya görevlerini yerine getirirken belirli ölçüde hareket
serbestliği sağlayan takdir yetkisinin kullanımı mutlak, sınırsız, keyfi
biçimde gerçekleşemez; idarenin takdir yetkisinin sınırları, keyfi işlem ve
eylemleri önlemek amacıyla kanunla çizilmelidir.
Öte yandan Anayasa’nın 123’üncü maddesinde yer alan idarenin
kanuniliği ilkesinin iki boyutu bulunmaktadır. İlk boyutu, idarenin secundum
legem özelliğidir (kanuna dayanma ilkesidir). Bu ilkeye göre idarenin düzenleme
yetkisi kanundan kaynaklanır. İkinci boyutu, idarenin intra legem özelliğidir
(kanuna aykırı olmama ilkesidir). Bu ilkeye göre idarenin işlem ve eylemleri
kanunun çizdiği sınırlar içinde kalmalıdır.
Bu nedenle Genelkurmay Başkanının görev süresinin uzatılmasına
ilişkin hususun; Anayasa’nın 128’inci maddesinde hüküm altına alınan ve hukuk
devletinin temel taşı olan maddi anlamdaki kanunilik kıstasının gereklerini
karşılaması ve kanuna dayanması ile kanuna aykırı olmaması için; genel
çerçevesinin keyfi uygulamaya yer vermeyecek açıklıkta kanun düzeyinde çizilmesi
gerekmektedir. Diğer bir deyişle kanun koyucu, –Anayasal ilkelerin aksine-
Cumhurbaşkanının hangi nesnel ölçüte istinaden Genelkurmay Başkanının yaş
haddini uzatacağı hakkında tamamen sessiz kalmış, bu konuyu tamamen idarenin
(Cumhurbaşkanının) uhdesine bırakmıştır. Başka bir anlatımla Cumhurbaşkanı,
görev süresi dolmuş bir Genelkurmay Başkanının görev süresini (üst sınır 72
olduğundan) beş kez uzatabilecektir; ancak her defasında niçin uzattığını
dayandırabileceği ve söz konusu idari işlemin konu – sebep ve amaç bakımından
hukuka uygun kılınmasını sağlayacak kanun düzeyinde nesnel ölçüt
bulunmamaktadır. Söz gelimi atayan ile atanan aynı dünya görüşüne veya yaşam
tarzına sahip olduğunda mı görev süresi uzatılacaktır? Bu durum, ordunun
siyasallaşmasına neden olacaktır. Kaldı ki görev süresinin uzatılması için söz
gelimi Milli Güvenlik Kurulu’ndan (istişari nitelikte olsa da) görüş alınması
dahi kanun düzeyinde öngörülmemiştir. Yine Cumhurbaşkanının genelkurmay
başkanının görev süresini uzatma hususunda kanun düzeyinde açık, net,
anlaşılabilir kıstaslarla kayıtlanmaması, bir CBK ile cumhurbaşkanı kararı ile
düzenlenebilmesine ilişkin yetki verilmesi keyfi olduğu kadar eşitsiz
de olan uygulamaların önünü açacaktır.
İptali talep edilen cümle, görev süresinin uzatılması hususunu
Cumhurbaşkanının düzenleyici (ve dahi birel) işlemlerinin düzenleme alanının
konusu yapmış; emeklilik rejimine ilişkin bir düzenlemeyi kanuni dayanaktan
yoksun bırakmıştır. Kanun düzeyinde belirlenmesi gereken görev süresinin
uzatılmasına ilişkin objektif ölçütlerin içeriği hususunu Cumhurbaşkanının
düzenleyici (ve dahi birel) düzenleyici işlemlerine tevdi eden ve yukarıda
tanımlandığı anlamda maddi anlamda kanunilik ilkesinin gereklerini yerine
getirmeyen ihtilaflı cümle, Anayasa’nın 2 maddesine aykırıdır.
Bunun yanında, Anayasa Mahkemesi’nin bir kararında, ‘‘Kamu kurum
ve kuruluşlarının kadrolarının ihdası başka bir deyişle kadro usulüne ilişkin
düzenlemeler, idarenin teşkilat yapısı ile ilgili olup idarenin kuruluş ve
görevlerinin belirlenmesinin bir parçasını oluşturmaktadır. Anayasa
Mahkemesinin bir kararında konuyla ilgili olarak, “Bir kurumun kuruluşu deyince
her şeyden önce o kurumu yürütecek personele ait kadrolar hatıra gelir. Zira
kurumun temelinden çatısına kadar bütün örgütünün bu kadrolar teşkil eder.
Personel kadroları mevcut olmayan bir kurum, henüz kuruluş haline geçmemiş
demektir. Şu halde bir kurumu çalışır hale getirecek olan Personel
kadrolarının, en küçüğünden en büyüğüne kadar, bütününü kuruluştan ayrı
düşünmeğe imkân yoktur.” denilmektedir (AYM E. 1965/32, K. 1966/3, 4/2/1966)’’
(Anayasa Mahkemesi’nin 11.06.2020 tarihli ve 2018/119 E.; 2020/25 K. sayılı
Kararı, § 18). Ancak iptali talep edilen cümle hükmünde; kadro ihdası gibi
özlük işleri kapsamında değerlendirilen görev süresinin uzatılması hususunun
genel çerçevesi; hukuki işlem olarak kanun ile açıkça ortaya konulmamıştır.
Yine Cumhurbaşkanın yapacağı düzenlemeleri, tek başına ve çok
kısa vadede değiştirebilmesi olasılığı da; Genelkurmay Başkanlarının
emeklilikleri ve görev süreleri bakımından hukuki öngörülebilirlik ilkesini
zedelemektedir. Cumhurbaşkanının uhdesine sınırları belirsiz, çok geniş bir
düzenleme alanının bırakılması, anılan maddenin uygulanmasını sağlamaya ilişkin
Anayasal işlevinin ötesine geçerek, şekli anlamda kanun aracılığıyla,
Cumhurbaşkanının (düzenleyici ve dahi birel) işlemlerine, maddi anlamda kanun koyma
yetkisinin tanınması anlamına gelecektir.
Tüm bu nedenlerle iptali talep edilen cümle, Anayasa’nın 2’nci
maddesine aykırıdır.
8- Anayasa’nın 60. Maddesine Aykırılık
Türkiye Cumhuriyeti, Anayasa’nın 2. maddesinde sosyal devlet
olarak nitelendirilmiş ve Anayasa’nın 5’inci maddesinde Devletin temel amaç ve
görevleri arasında ‘‘kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu
sağlamak’’ sayılmıştır. Söz konusu Anayasal hükümlerin bir tezahürü,
Anayasa’nın 60’ıncı maddesinde güvencelenen sosyal güvenlik hakkıdır. Nitekim
Anayasa Mahkemesi de bir kararında:
‘‘22. Anayasa’nın 60. maddesinde “Herkes, sosyal güvenlik
hakkına sahiptir./ Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve
teşkilatı kurar.” denilmektedir. Buna göre sosyal güvenlik herkes için bir hak
ve bunu gerçekleştirmek devlet için bir görevdir.
23. Sosyal güvenlik, kişilerin istek ve iradeleri dışında oluşan
sosyal risklerin, kendilerinin ve geçindirmekle yükümlü oldukları kişilerin
üzerlerindeki gelir azaltıcı ve harcama artırıcı etkilerinin en aza
indirilmesi, ayrıca sağlıklı ve asgari hayat standardının güvence altına
alınmasıdır. Bu güvencenin gerçekleştirilebilmesi için sosyal güvenlik
kuruluşları oluşturularak kişilerin yaşlılık, hastalık, malullük, kaza ve ölüm
gibi sosyal risklere karşı asgari yaşam düzeylerinin korunması amaçlanmaktadır.
Kişilere sağlanan bu anayasal güvencelerin yaşama geçirilebilmesi için devlet
tüm çalışanlara sosyal güvenlik hakkını sağlamak ve bunun için gerekli
önlemleri almakla yükümlüdür.’’ şeklinde sosyal güvenlik hakkını tanımlamıştır
(Anayasa Mahkemesi’nin 29.04.2021 tarihli ve 2021/1 E.; 2021/32 K. sayılı
Kararı).
O halde Devletin, söz konusu pozitif yükümlülüğüne istinaden;
Genelkurmay Başkanlarının da emeklilik özelinde sosyal güvenlik hakkını eşit
düzeyde temin etmesi gerekmektedir. Ancak Anayasa’nın 13’üncü maddesinde yer
alan sınırlandırmanın sınırlarının (bilhassa kanunilik ilkesinin) aksine iptali
talep edilen cümleyle Genelkurmay Başkanlarının görev süresinin birer yıllık
süre ile 72 yaşına kadar uzatılabilmesi, Cumhurbaşkanının düzenleyici (ve dahi
birel) işlemlerinin konusu yapıldığından; anılan hak, aynı konumda bulunan
Genelkurmay Başkanları bakımından eşit düzeyde temin edilemeyecektir. Her biri
bakımından emekliliğe konu işlemlerde, değişik görev süreleri ve dolayısıyla
yaş hadleri esas alınmak suretiyle mali nitelikteki özlük hakları
farklılaşacaktır. Bu nedenle iptali talep edilen cümle, Anayasa’nın 2, 13 ve
60’ıncı maddelerine aykırıdır.
9- Anayasa’nın 49. Maddesine Aykırılık
Anayasa’nın 2 ve 5’inci maddeleriyle Devlet için öngörülen
‘‘sosyal devlet’’ niteliğinin bir görünümü, Anayasa’nın 49’uncu maddesiyle
Devlete yüklenen çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbirleri alma
yükümlülüğüdür. Anayasa Mahkemesi, ‘‘Anayasa'nın 49. maddesine göre, çalışma,
herkesin hakkı ve ödevidir. Devlete karşı ileri sürülecek bu hak, bireylere
zorlama yetkisi ve yaptırımı vermemiştir. Devlet, olanakları ölçüsünde, yeterli
örgütler kurarak iş bulmayı kolaylaştırıp sağlamak için gerekli önlemleri almakla
yükümlüdür. Devletin herkese iş verme, herkesi işe yerleştirme zorunluluğu
bulunmamaktadır. İşsizliği önlemek amacıyla yapacağı çalışmalarla Devlet,
öncelikle kamu sektöründe iş vermek yolunu izleyecek, bu nedenle de yasal
düzenlemeler yapacaktır.’’ şeklinde hüküm kurmak suretiyle; Anayasa’nın 49’uncu
maddesinin kapsama alanında özel sektörün yanı sıra kamu sektörünün de
değerlendirileceğine işaret etmiştir (Anayasa Mahkemesi’nin 19.12.1989 tarihli
ve 1989/14 ve 1989/49 sayılı Kararı). O halde Devlet, hem özel sektörde hem de
kamu sektöründe çalışma barışını sağlamalıdır. Ancak iptali talep edilen cümle;
milli savunmanın bütüncül bir şekilde yerine getirildiği de göz önüne
alındığında; Genelkurmay Başkanı adayları ve Genelkurmay Başkanları arasında eşitsiz
muamelelere, farklı görev süreleri ve dolayısıyla yaş hadleri belirlenmesine
yol açacağından, çalışma barışının da (“görevin gerektirdiği nitelik” ölçütü
göz ardı edilerek) bozulmasına neden olacaktır. Çalışma barışının bozulması;
emir-komuta zincirinin bozulmasına, askeri disiplin ve hiyerarşiye halel
gelmesine, ordunu siyasallaşmasına, Milli savunma hizmetini yürütmekle görevli
olan Genelkurmay Başkanlarının ilgilerini başka alanlara yöneltmesine;
sorumluluklarını yeteri kadar yerine getirememelerine sebep olabilecektir. Bu
nedenle iptali talep edilen cümle, Anayasa’nın 2, 5 ve 49’uncu maddelerine de
aykırıdır.
Ayrıca herkese hak ve ödev olarak tanınan çalışma hakkı, Devlete
pozitif yükümlülük yüklemektedir. Devlet, herkes için uygun bir çalışma ortamı
hazırlamalıdır. Bu yükümlülüğün, Genelkurmay Başkanlığı makamına atanmada
görevin gerektirdiği nitelikler dışındaki diğer tüm keyfi tercih ölçütlerinin
kullanılmasına mani olacak koşulların sağlanmasını öncelikle içerdiği izahtan
varestedir. Ancak iptali talep edilen cümle, Devletin anılan yükümlülüğünü ifa
etmesine engel olacaktır. Nitekim Cumhurbaşkanı tarafından objektif kriterlere
dayanmadan Genelkurmay Başkanının görev süresinin uzatılması; Genelkurmay
Başkanı olmaya namzet komutanların (Genelkurmay Başkanının hiyerarşik astı
durumunda olan komutanların), Genelkurmay Başkanlığı makamına atanma özelindeki
çalışma hakkını engelleyecektir; onların emekliye ayrılmalarının önü
açılacaktır. Başka bir anlatımla Devlet tarafından onlar bakımından çalışma
hakkının kullanılması için gerekli ortam ve fırsat eşitliği
hazırlanamayacaktır. Kanun koyucu, söz konusu görev süresinin uzatılmasına
ilişkin usul ve esasların düzenlenmesini Cumhurbaşkanının uhdesine bırakmak
suretiyle; anılan hakka idari işlemlerle müdahale edilmesinin önünü açmıştır. Bu
nedenle anılan cümle, Anayasa’nın 2, 5, 13 ve 49’uncu maddelerine aykırıdır.
10- Anayasa’nın 8. Maddesine Aykırılık
Anayasa’nın 8. maddesine göre; “Yürütme yetkisi ve görevi,
Cumhurbaşkanı tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve
yerine getirilir”. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, yürütme yetkisi olarak,
Anayasa ve kanunlar çerçevesinde kullanılmalıdır. Oysa, 108 sayılı
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 1. Maddesi ile 3 sayılı CBK’nin 9. Maddesinin
üçüncü fıkrasına eklenen cümle ile genelkurmay başkanının görev süresi
uzatılmakta ve bu hususta cumhurbaşkanına yetki verilmektedir. Yukarıda
belirtildiği üzere bir CBK ile kanunla düzenlenmesi öngörülen bir alanda
düzenleme yapılması suretiyle kanun koyucunun alanına müdahale edilmesi,
anayasal çerçeve dışında yetki kullanımını ortaya koymaktadır. Bu itibarla 108
sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 1. maddesi 3 sayılı CBK’nin 9.
maddesinin üçüncü fıkrasına eklenen cümle, Anayasa’nın 8. maddesine de
aykırıdır, iptali gerekir.
11- Anayasa’nın 2. Maddesine ve Başlangıç İlkelerine Aykırılık
Başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik
ve sosyal bir hukuk Devleti” olan Cumhuriyet, erkler ayrılığı ilkesinde
somutlaşır: “Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması
anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret
ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak
Anayasa ve kanunlarda bulunduğu;” (Başlangıç, prg.4). Bu çerçevede; Anayasa’nın
7., 8. ve 9. maddeleri de yasama, yürütme ve yargı yetkilerini ayrı ayrı
düzenler.
108 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 1. maddesi ile 3
sayılı CBK’nin 9. maddesinin üçüncü fıkrasına eklenen cümle, yukarıda açıklanan
nedenlerle, “Anayasa ve kanunların üstünlüğü” ilkesini ihlal ettiğinden,
Anayasa’nın 2. maddesine ve Başlangıç prg. 4’e de aykırılık oluşturmaktadır.
Bu aykırılık durumu, “kaynağını Anayasa’dan almayan Devlet
yetkisi kullanma yasağı” (md.6) karşısında ve Anayasanın bağlayıcılığı ve
üstünlüğü ilkesi (md.11) ile daha belirgin hale gelmektedir. Başta yasama,
yürütme ve yargı organlarının saygı göstermesi gelmek üzere, “Anayasanın
üstünlüğü ve bağlayıcılığı” hükmünün etkililiği, Anayasa Mahkemesi’nin bu
kuralın biricik bekçiliğini yapması ölçüsünde mümkündür. Her vesile ile bu
hükmü anlamlandırmak ve güncellemek, hukuk devleti (md.2) açısından
yaşamsaldır. Bu bakımdan, yürütme tekeline sahip olan makamın, yasama
yetkisinin devredilmezliği kuralına saygı göstermesi, “Anayasanın üstünlüğü ve
bağlayıcılığı” hükmünün sürekli gözetilmesi ölçüsünde mümkündür.
Dahası, Cumhurbaşkanı’nın, “Anayasanın uygulanmasını, Devlet
organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını temin” etme yükümlülüğü (md.104/2),
aykırılık durumunu, aşikâr olmanın ötesinde tehlikeli hale getirmektedir. Bu
nedenle, söz konusu düzenleme, Anayasa’ya aykırı olarak bir yetki kullanımını
düzenlediğinden ve yukarıda belirtilen nedenlerle Anayasa’nın 6., 11. ve 104/2.
Maddelerine de aykırılık teşkil etmektedir.
Yukarıda belirtilen nedenlerle 108 sayılı Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesinin 1. maddesi ile değiştirilen 3 sayılı CBK’nin 9. maddesinin
üçüncü fıkrasına eklenen cümle, Anayasanın Başlangıç ilkelerine, 2., 5., 6.,
7., 8., 10., 11., 13., 49., 60., 70., 104/2, 104/17., 117., 118., 123. ve 128.
maddelerine aykırı olması nedeniyle iptali talep edilmektedir.
I.
YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ
Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri, 6771 sayılı Anayasa Değişikliği
Kanunu ile Anayasada yapılan değişikliklerle hukuk sistemimize girmiş ve 24
Haziran Seçimleri sonucunda Cumhurbaşkanının yemin ederek görevine başlamasıyla
yürürlüğe girmiştir. Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile ilk defa yürütme
organına, dayanağını doğrudan Anayasadan alan bir düzenleme yetkisi
tanınmıştır. Anayasa’da önemli sınırlamalar getirilerek tanınmış olan bu
yetkinin, anayasal sınırlar çerçevesinde kullanılması, kötüye kullanılmaması ve
yasama yetkisinin devri niteliği taşımaması, Anayasa’nın başta 6., 7. ve 8.
maddeleri gereği olup, örgütlenmesi, erkler ayrılığına dayanan demokratik hukuk
devletinin yaşama geçirilmesi açısından hayati önem taşımaktadır. Oldukça güçlü
yetkilerle donatılmış ve doğrudan halk tarafından seçilen Cumhurbaşkanının
Anayasa’da kendisine tanınan sınırlı alanı aşarak her konuda düzenlemeler
yapması, demokratik hukuk devletinin özünü oluşturan denge ve denetleme mekanizmalarını
işlevsiz hale getirecek, sistemi yürütmenin keyfi yönetimine dönüştürecektir.
Göreve başlamasının hemen ardından Cumhurbaşkanınca oldukça
kapsamlı pek çok CBK çıkarıldığı görülmektedir. Bu CBK’lerin pek çoğunda da
çerçevesini Anayasa’nın açıkça çizdiği yetki sınırlarının aşıldığı, Anayasanın
CBK ile düzenlenmesini yasakladığı alanlarda düzenlemeler yapıldığı
görülmektedir. Yukarıda iptali istenen kural da Anayasanın cumhurbaşkanlığı
kararnamesi ile düzenlenmesini yasakladığı alanlara ilişkin bir düzenleme
oluşturmaktadır. Bu nedenle ultra vires geçersizlikle maluldür. Bu bakımdan
Anayasa Mahkemesince ivedilikle incelenerek yetki dışı düzenlemelerin iptal
edilmesi ve hukuk sisteminden ayıklanması, normlar hiyerarşisine dayanan hukuk
düzeninin devamlılığı bakımından hayati önem taşımaktadır. Bu durum, örneğin,
Anayasa’nın 128. maddesinin 2. fıkrası gibi devletin yapılanmasını doğrudan
ilgilendiren bir düzenleme açısından özellikle böyledir.
Anayasanın tanıdığı yetki çerçevesinin dışında yapılan işlemler,
ultra vires geçersizlikle maluldür. Hukuki geçerliliği bulunmayan düzenlemelere
dayanarak işlemler tesis edilmesi, birey haklarına telafisi imkânsız zararlar
verecektir. Bu nedenle, bu düzenlemelerin bir an önce yürürlüklerinin
durdurulması, hukuki bir zorunluluktur.
Hukuk devleti ilkesini zedeleyen ve Anayasaya açıkça aykırı olan
bir düzenlemenin uygulanması halinde, sonradan giderilmesi olanaksız zararlara
yol açacağı çok açıktır. Anayasal düzenin en kısa sürede hukuka aykırı
kurallardan arındırılması, hukuk devleti sayılmanın da gereğidir. Anayasaya
aykırılığın sürdürülmesinin, bir hukuk devletinde sübjektif yararların üstünde,
özenle korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyeceği kuşkusuzdur.
Hukukun üstünlüğü ilkesinin sağlanamadığı bir düzende, kişi hak ve özgürlükleri
güvence altında sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesinin hukuk devleti
yönünden giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol açacağında duraksama
bulunmamaktadır.
Ayrıca, burada tekrar vurgulanmalıdır ki; Anayasa’nın
çerçevesini ve sınırlarını sınırlı sayı ilkesiyle (numerus clausus) belirlemiş
olduğu yetki alanı dışında çıkarılan cumhurbaşkanlığı kararnameleri, Türkiye
Cumhuriyeti’nin üzerine inşa edildiği erkler ayrılığı ilkesinin ve bu çerçevede
Devletin yönetim biçimine ilişkin emredici ve yasaklayıcı Anayasa hükümlerinin
ihlal edilmesi sonucunu doğurduğu kadar, Devlet’in hukuki yapılanmasının
çerçevesini oluşturan normlar hiyerarşisinin de bozulmasına sebep olmaktadır.
Siyasi rejimin demokrasiden monokrasiye kaydırıldığı, yargının bağımsızlığını
yitirdiğine ilişkin çok ciddi iddia ve tespitlerin bulunduğu bir tarihsel zaman
diliminde (bu son nokta hakkında bkz. Türkiye’nin AİHS’nin 18. maddesini ihlal
ettiğine karar veren müteakip karar: AİHM, Kavala/Türkiye, başvuru no:
28749/18, 10 Aralık 2019, p.197-232), AYM’nin, açık şekilde Anayasa’nın çizdiği
yetki çerçevesinin dışına çıkan cumhurbaşkanlığı kararnamesi maddelerinin
yürürlüklerinin durdurulmasına karar vermesi; Anayasa’nın tanımladığı şekliyle
Devlet düzeninin sağlıklı işleyişi, hukuk devletini ilkesinin asgari
gereklerinin işletilmesi ve demokrasinin devamı açısından yaşamsal olduğu
kadar, Anayasa Mahkemesi’nin varlık sebebi açısından da bir zorunluluktur.
Yukarıda sayılan türde zarar ve durumların doğmasını önlemek
amacıyla, Anayasaya açıkça aykırı olan söz konusu maddenin iptal davası
sonuçlanıncaya kadar yürürlüğünün de durdurulması istenerek Anayasa Mahkemesine
dava açılmıştır.
IV. SONUÇ VE İSTEM
4/08/2022 tarihli ve 108 sayılı Üst Kademe Kamu Yöneticileri İle
Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Atama Usullerine Dair Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesinde Değişiklik Yapılması Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin;
A. Tümünün, gerekçe yokluğunun Anayasa madde 2’ye aykırı olması
nedeniyle şekil yönünden iptaline,
B. 1. maddesi ile değiştirilen 3 sayılı CBK’nin 9. maddesinin
üçüncü fıkrasına eklenen cümle, Anayasanın Başlangıç ilkelerine, 2., 5., 6.,
7., 8., 10., 11., 13., 49., 60., 70., 104/2, 104/17., 117., 118., 123. ve 128.
maddelerine,
aykırı olması nedeniyle iptaline ve dava sonuçlanıncaya kadar
yürürlüğünün durdurulmasına, karar verilmesine ilişkin istemimizi saygı ile arz
ederiz.”