ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı:2024/233
Karar Sayısı:2025/181
Karar Tarihi:10/9/2025
R.G.Tarih-Sayı:31/12/2025-33124
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: İstanbul 8. Aile Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU: 22/11/2001
tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 132. maddesinin Anayasa’nın 2.,
10., 17., 20. ve 90. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar
verilmesi talebidir.
OLAY: Bekleme
süresinin kaldırılması davasında itiraz
konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptali için
başvurmuştur.
I. İPTALİ İSTENEN VE İLGİLİ GÖRÜLEN KANUN HÜKÜMLERİ
A. İptali İstenen Kanun Hükmü
Kanun’un itiraz konusu
132. maddesi şöyledir:
“Kadın için bekleme süresi
Madde 132- Evlilik sona ermişse, kadın, evliliğin sona
ermesinden başlayarak üçyüz gün geçmedikçe evlenemez.
Doğurmakla süre biter.
Kadının önceki evliliğinden gebe olmadığının anlaşılması
veya evliliği sona eren eşlerin yeniden birbiriyle evlenmek istemeleri hâllerinde
mahkeme bu süreyi kaldırır.”
B. İlgili Görülen Kanun Hükümleri
1. Kanun’un;
a. 287. maddesi
şöyledir:
“1. Evlilik içinde ana rahmine düşme
Madde 287- Çocuk
evlilik içinde ana rahmine düşmüşse davacı, kocanın baba olmadığını ispat etmek
zorundadır.
Evlenmeden başlayarak en az yüzseksen gün geçtikten sonra
ve evliliğin sona ermesinden başlayarak en fazla üçyüz gün içinde doğan çocuk
evlilik içinde ana rahmine düşmüş sayılır.”
b. 290. maddesi
şöyledir:
“C. Karinelerin çakışması
Madde 290- Çocuk
evliliğin sona ermesinden başlayarak üçyüz gün içinde doğmuş ve ana da bu arada
yeniden evlenmiş olursa, ikinci evlilikteki koca baba sayılır.
Bu karine çürütülürse ilk evlilikteki koca baba sayılır.”
2. 25/4/2006
tarihli ve 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun 26. maddesi şöyledir:
“Kadının bekleme süresinin başlangıcı
MADDE 26- (1)
Kadının bekleme süresi, mahkeme kararının kesinleştiği tarihten itibaren hüküm
ifade eder.”
II. İLK İNCELEME
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Kadir
ÖZKAYA, Hasan Tahsin GÖKCAN, Basri BAĞCI, Engin YILDIRIM, Rıdvan GÜLEÇ, Recai
AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ, İrfan
FİDAN, Kenan YAŞAR Muhterem İNCE, Yılmaz AKÇİL, Ömer ÇINAR ve Metin KIRATLI’nın
katılımlarıyla 16/1/2025 tarihinde yapılan ilk
inceleme toplantısında öncelikle uygulanacak kural ve sınırlama sorunları
görüşülmüştür.
2. Anayasa’nın 152. ile 30/3/2011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 40.
maddelerine göre bir davaya bakmakta olan mahkeme, o dava sebebiyle uygulanacak
bir kanunun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin hükümlerini Anayasa’ya aykırı
görmesi hâlinde veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının
ciddi olduğu kanısına varması durumunda bu hükümlerin iptali için Anayasa
Mahkemesine başvurmaya yetkilidir. Ancak anılan maddeler uyarınca bir
mahkemenin Anayasa Mahkemesine başvurabilmesi için elinde yöntemince açılmış ve
mahkemenin görev kapsamına giren bir davanın bulunması, iptali talep edilen
kuralın da o davada uygulanacak olması gerekir. Uygulanacak kural ise
bakılmakta olan davanın değişik evrelerinde ortaya çıkan sorunların çözümünde
veya davayı sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde etki yapacak nitelikteki
kurallardır.
3. İtiraz yoluna başvuran Mahkeme 4721 sayılı
Kanun’un 132. maddesinin iptalini talep etmiştir.
4. Bakılmakta olan davada davacı kadın, eski eşiyle
evlenmek için bekleme süresinin kaldırılmasını talep etmektedir. Davada doğum
nedeniyle bekleme süresinin kaldırılmasına ilişkin bir durum söz konusu
olmadığından anılan maddenin doğurmakla bekleme süresinin sona ereceğini
düzenleyen ikinci fıkrasının davada uygulanma imkânı bulunmamaktadır.
5. Ayrıca söz konusu maddenin üçüncü fıkrasında yer alan
“Kadının önceki evliliğinden gebe olmadığının anlaşılması…” ibaresi
bekleme süresi içinde kadının eski eşi dışında başka biriyle evlenmek istemesi
durumunda gebe olmamasını bekleme süresinin kaldırılmasını gerektiren hâllerden
biri olarak düzenlemektedir. Somut davada davacının boşandıktan sonra başka
birisiyle evlenme durumunun söz konusu olmaması nedeniyle anılan ibarenin davada
uygulanma imkânı bulunmamaktadır.
6. Bu itibarla itiraz konusu maddenin ikinci fıkrasının
ve üçüncü fıkrasında yer alan “Kadının
önceki evliliğinden gebe olmadığının anlaşılması...” ibaresinin itiraz
başvurusunda bulunan Mahkemenin bakmakta olduğu davada uygulanma imkânı
bulunmadığından bu kurallara yönelik başvurunun Mahkemenin yetkisizliği
nedeniyle reddi gerekir.
7. Diğer yandan
maddenin üçüncü fıkrasında yer alan “…hâllerinde mahkeme bu süreyi kaldırır.”
ibaresi, davada uygulanma imkânı olmayan “Kadının önceki evliliğinden gebe
olmadığının anlaşılması…” ibaresi ile uygulanacak kural olan “…veya
evliliği sona eren eşlerin yeniden birbiriyle evlenmek istemeleri…” ibaresi
yönünden geçerli, ortak kural niteliğindedir. Dolayısıyla bakılmakta olan
davanın konusu gözetilerek söz konusu fıkranın kalan kısmının esasına ilişkin
incelemenin fıkrada yer alan “…veya evliliği sona eren eşlerin yeniden
birbiriyle evlenmek istemeleri…” ibaresi ile sınırlı olarak
yapılması gerekir.
8. Açıklanan nedenlerle 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı
Türk Medeni Kanunu’nun 132. maddesinin;
A. Birinci
fıkrasının esasının incelenmesine,
B. İkinci fıkrasının itiraz başvurusunda bulunan Mahkemenin bakmakta olduğu
davada uygulanma imkânı bulunmadığından bu fıkraya yönelik başvurunun
Mahkemenin yetkisizliği nedeniyle REDDİNE,
C. 1. Üçüncü fıkrasında yer alan “Kadının
önceki evliliğinden gebe olmadığının anlaşılması...” ibaresinin itiraz
başvurusunda bulunan Mahkemenin bakmakta olduğu davada uygulanma imkânı
bulunmadığından bu ibareye yönelik başvurunun Mahkemenin yetkisizliği nedeniyle
REDDİNE,
2. Üçüncü fıkrasının kalan
kısmının esasının incelenmesine, esasa ilişkin incelemenin anılan fıkrada yer
alan “…veya evliliği sona eren eşlerin yeniden birbiriyle evlenmek
istemeleri…” ibaresi ile sınırlı olarak yapılmasına,
OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
III. ESASIN
İNCELENMESİ
9. Başvuru
kararı ve ekleri, Raportör Elif ÇELİKDEMİR ANKITCI tarafından hazırlanan işin
esasına ilişkin rapor, itiraz konusu ve ilgili görülen kanun hükümleri,
dayanılan ve ilgili görülen Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer
yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A. Sınırlama Sorunu
10. 4721 sayılı Kanun’un itiraz konusu birinci fıkrası,
genel olarak bekleme süresinin kaldırılmasına ilişkin düzenleme öngörmekte olup
kadının hem önceki eşiyle hem de önceki eşinden farklı bir kişiyle evlenmek
istemesi hâllerini kapsamına almaktadır.
11. Bakılmakta olan davanın konusunun davacı kadının, önceki
eşiyle evlenmek için bekleme süresinin kaldırılması talebine ilişkin olduğu
gözetildiğinde anılan fıkranın esasına ilişkin incelemenin “evliliği sona
eren eşlerin yeniden birbiriyle evlenmek istemeleri hâli” yönünden
yapılması gerekir.
Engin YILDIRIM, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Selahaddin MENTEŞ
ve Kenan YAŞAR bu görüşe katılmamışladır.
B. Anlam ve Kapsam
12. 4721 sayılı
Kanun’un 132. maddesinde evliliğin sona ermesinden itibaren kadının geçici bir
süre yeniden evlenmesini engelleyen bekleme süresi düzenlenmiştir. Anılan
maddenin itiraz konusu birinci fıkrasında evliliğin sona ermesi hâlinde kadının
evliliğin sona ermesinden başlayarak üç yüz gün geçmedikçe evlenemeyeceği hükme
bağlanmıştır. İtiraz konusu fıkra “evliliği sona eren eşlerin yeniden
birbiriyle evlenmek istemeleri hâli” yönünden incelenmiştir.
13. Söz konusu Kanun
hükümlerine göre evliliğin sona ermesi ölüm, gaiplik (evliliğin feshi),
evliliğin iptali (butlanı) veya boşanma hâllerinde gerçekleşmektedir. Kuralda
evliliğin sona ermesi hâlleri açıkça belirtilmemekle birlikte bekleme süresinin
evliliği sona erdiren tüm hâller için geçerli olacağı açıktır. Mülga 17/2/1926
tarihli ve 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi’nin 95. maddesinde ise üç yüz günlük
bekleme süresinin kocanın vefatı, boşanma ve evliliğin butlanı kararından
itibaren başlayacağı belirtilmek suretiyle evliliği sona erdiren hâllere açıkça
yer verilmiştir. 4721 sayılı Kanun’un 132. maddesinde evliliğin sona erme
hâlleri sayılmasa da madde gerekçesinde anılan maddenin mülga 743 sayılı
Kanun’un 95. maddesini karşıladığı ifade edilmiştir. Dolayısıyla kuralla
boşanmanın yanı sıra boşanma dışındaki evliliği sona erdiren hâller yönünden de
bekleme süresinin öngörüldüğü anlaşılmaktadır.
14. Kuralda öngörülen
üç yüz günlük bekleme süresi eşin ölümü hâlinde nüfus kayıtlarında geçen ölüm
tarihinden; boşanma, evliliğin butlanı ve gaiplik durumunda ise bunlara ilişkin
mahkeme kararlarının kesinleşme tarihinden itibaren başlayacaktır.
15. 4721 sayılı
Kanun’un 132. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarında bekleme süresini
kendiliğinden sona erdiren hâller ile bu sürenin mahkemece kaldırılmasına
ilişkin durumlar düzenlenmiştir. Buna göre kadının doğum yapmasıyla bekleme
süresi kendiliğinden sona ermekte, evliliği sona eren eşlerin birbiriyle
yeniden evlenmek istemeleri hâlinde veya kadının gebe olmadığını ispatlamasıyla
mahkemece söz konusu süre kaldırılabilmektedir. Anılan maddenin üçüncü fıkrasında yer alan “…veya evliliği sona eren eşlerin
yeniden birbiriyle evlenmek istemeleri…” ibaresi ise itiraz konusu diğer
kuralı oluşturmaktadır.
C. İtirazın
Gerekçesi
16. Başvuru kararında
özetle; kadınların medeni durumunun kişisel ve sosyal kimliklerinin bir parçası
olduğu, bunun evlenme ve özel hayata saygı haklarıyla yakından ilgisinin
bulunduğu, kadınların boşandıktan sonra bekleme süresine tabi tutulmaları ve bu
sürenin kaldırılması amacıyla yargı makamlarına başvurmak zorunda
bırakılmalarının mahremiyet hakkını zedelediği, itiraz konusu kurallarla
boşanan bir kadının yeniden evlenebilmek için cinsel hayatının kamu
makamlarının incelemesine tabi tutulduğu, bu durumun eşitlik ilkesini ihlal
ettiği ve uluslararası sözleşmelerle bağdaşmadığı, boşanan kadının yeniden
evlenmesi için hamile olup olmadığını açıklamak zorunda bırakıldığı, çocuğun
nesebinin doğru belirlenmesi amacıyla getirilen kuralların teknolojik
gelişmeler ve DNA inceleme yöntemleri nedeniyle gerekliliğini yitirdiği belirtilerek
kuralların Anayasa’nın 2., 10., 17., 20. ve 90. maddelerine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
Ç. Anayasa’ya
Aykırılık Sorunu
17. 6216
sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca kurallar, ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 13.
maddesi yönünden de incelenmiştir.
18.
Anayasa’nın “Özel hayatın gizliliği” başlıklı 20. maddesinin birinci fıkrasında “Herkes,
özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir.
Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz.” denilmiştir.
19. Anayasa’nın
anılan maddesinin gerekçesinde de belirtildiği üzere özel hayata ve aile hayatına
saygı gösterilmesini isteme hakkı bir yönüyle özel hayatın gizliliğinin
korunmasını, başkalarının gözleri önüne serilmemesini, bir başka ifadeyle
kişinin özel hayatında yaşananların yalnız kendisi veya kendisinin bilmesini
istediği kimseler tarafından bilinmesini isteme hakkını korurken diğer yönüyle
resmî makamların özel hayata müdahale edememesi yani kişinin ferdî ve aile
hayatını kendi anladığı gibi düzenleyip yaşayabilmesi hakkını güvence altına
almaktadır (AYM, E.2020/64, K.2020/70, 12/11/2020, §10; E.2022/105, K.2023/54,
22/3/2023, § 16; E.2023/116, K.2024/56, 22/2/2024, § 14).
20. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kapsamında verdiği
kararlarda sıkça vurgulandığı üzere özel
hayat eksiksiz bir tanımı bulunmayan
geniş bir kavramdır. Bu kapsamda korunan hukuki değer esasen kişisel
bağımsızlıktır. Özel hayata saygı hakkının kapsamının belirlenmesinde bireyin
kişiliğini geliştirmesi ve gerçekleştirmesi kavramı temel alınmaktadır.
Anılan hak; herkesin istenmeyen bütün müdahalelerden uzak, kendine özel bir
ortamda yaşama hakkına sahip olduğuna işaret etmekle birlikte kişiliğin
serbestçe geliştirilmesiyle uyumlu birçok hukuki menfaati de içermektedir (Serap
Tortuk [1. B.], B. No: 2013/9660, 21/1/2015, §§ 31-36; Bülent Polat [GK],
B. No: 2013/7666, 10/12/2015, §§ 61-63; Tevfik Türkmen [GK], B. No:
2013/9704, 3/3/2016, §§ 50-52; Ata Türkeri [1. B.], B. No: 2013/6057,
16/12/2015, §§ 30-32).
21. Evlilik
birliğinin kurulması özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme
hakkıyla doğrudan ilgilidir (bazı değişikliklerle bkz. AYM, E.2023/116,
K.2024/56, 22/2/2024, § 17).
22. İtiraz
konusu kurallar kapsamında evliliği sona eren kadın bakımından öngörülen bekleme
süresi ve bu sürenin kaldırılması için kadının mahkemeye başvurması, kadının
önceki eşiyle yeniden evlenebilmesi açısından bir zorunluluk teşkil etmektedir.
Kişisel ve sosyal kimliğinin bir parçası olan medeni hâle ilişkin olan bu durum
özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sınırlama getirmektedir.
23.
Anayasa’nın 13. maddesinde “Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” denilmektedir. Buna göre özel hayata
ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sınırlama getiren
düzenlemelerin kanunla yapılması, Anayasa’da öngörülen sınırlama sebebine,
demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine uygun olması
gerekir.
24. Bu kapsamda özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesini
isteme hakkını sınırlamaya yönelik bir
kanuni düzenlemenin şeklen var olması yeterli olmayıp kuralların keyfîliğe izin
vermeyecek şekilde belirli ve öngörülebilir nitelikte olması gerekir.
25. Esasen temel
hakları sınırlayan kanunun bu niteliklere sahip olması Anayasa’nın 2.
maddesinde güvenceye alınan hukuk devleti ilkesinin de bir gereğidir. Hukuk
devletinde, kanuni düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi
bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır,
uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına
karşı koruyucu önlem içermesi gerekir. Kanunda bulunması gereken bu nitelikler
hukuki güvenliğin sağlanması bakımından da zorunludur. Zira bu ilke hukuk
normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete
güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu
zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (AYM, E.2015/41, K.2017/98,
4/5/2017, §§ 153, 154). Dolayısıyla Anayasa’nın 13. maddesinde sınırlama ölçütü
olarak belirtilen kanunilik, Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye bağlanan hukuk
devleti ilkesi ışığında yorumlanmalıdır.
26. Kurallarda evliliği
sona eren kadının önceki eşiyle yeniden evlenebilmesi için öngörülen bekleme
süresinin ve bunun kaldırılmasına ilişkin usul ve şartların herhangi bir
tereddüde yer vermeyecek şekilde açık ve net olarak düzenlendiği gözetildiğinde
kuralların kanunilik şartını sağladığı sonucuna ulaşılmıştır.
27. Anayasa’nın 20.
maddesinin ikinci fıkrasında kişilerin özel hayatına saygı gösterilmesini
isteme hakkına çeşitli sebeplerle sınırlamalar getirilebileceği belirtilerek bu
hakkın mutlak olmadığı kabul edilmiştir. Söz konusu fıkrada bu sınırlama
sebepleri arasında millî güvenliğin ve kamu düzeninin korunması ile suç
işlenmesinin önlenmesi sebepleri de sayılmıştır. Ancak fıkrada söz konusu
sınırlama sebepleri arama ve elkoyma tedbirlerine yönelik düzenlendiğinden bu
sebepler 20. madde bağlamında kurallar yönünden meşru bir sınırlama nedeni
olarak kabul edilemez. Bu itibarla anılan hakkın Anayasa’da güvence altına
alınan diğer temel hak ve özgürlüklerin korunması veya Anayasa’nın diğer
maddelerinde devlete yüklenen ödevler nedeniyle sınırlanması mümkündür (AYM,
E.2020/82, K.2021/20, 18/3/2021, § 15).
28. Kurallarla,
evliliği sona eren eşlerin yeniden evlenmek istemeleri hâlinde kadın için söz
konusu olan bekleme süresinin mahkeme tarafından kaldırılmasının aranmasının, bu
yönde ortaya çıkabilecek uyuşmazlıkların önüne geçilerek çocuğun gerçek
babasının nüfus kaydına işlenmesine ve böylece soy bağının karışmasının
önlenmesi suretiyle kamu düzeninin sağlanmasına ve çocuğun korunmasına katkı
sunacağı açıktır. Dolayısıyla kuralların anayasal anlamda meşru amaca dayandığı
anlaşılmaktadır.
29. Kuralların
meşru bir amacının bulunmasının yanı sıra demokratik toplum düzeninin
gereklerine uygun ve ölçülü olması gerekir.
30. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir sınırlamanın demokratik
toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal
ihtiyacı karşılaması gerekir.
31. Kamu düzeninin sağlanması ve çocuğun
korunması için soy bağına ilişkin kayıtların sağlıklı ve güvenilir olmasına
ihtiyaç duyulduğu gözetildiğinde evliliği
sona eren kadın bakımından bekleme süresi öngören kuralların zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamaya
yönelik olmadığı söylenemez.
32. Anayasa’nın 13. maddesinde ifade edilen ölçülülük
ilkesi, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında dikkate alınması
gereken bir diğer ilkedir. Anayasa’nın anılan maddesinde güvence altına alınan ölçülülük
ilkesi; elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere
üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen sınırlamanın
ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak
istenen amaç bakımından sınırlamanın zorunlu olmasını, diğer bir ifadeyle aynı
amaca daha hafif bir sınırlama aracı ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık
ise hakka getirilen sınırlama ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir
dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir.
33. Evliliği sona eren kadın bakımından kurallarda
öngörülen bekleme süresinin nüfus kayıtlarının gerçeğe uygun tutularak kamu
düzeninin sağlanması ve çocuğun korunması amacı bakımından elverişli ve gerekli
olmadığı söylenemez.
34. Öte yandan kadın için öngörülen bekleme süresinin
evliliğin sona erdiği eşle yeniden evlenmek istenmesi hâlinde sadece mahkemeye
başvuru yapılarak bu durumun tespitiyle kaldırılacağı, mahkemenin bu hususta
takdir yetkisinin de bulunmadığı dikkate alındığında kuralların bireyler
açısından aşırı külfete neden olmadığı, dolayısıyla kurallarla özel hayata ve aile hayatına saygı
gösterilmesini isteme hakkına getirilen
sınırlamanın meşru amaç bakımından orantılı olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
35. Açıklanan nedenlerle
kurallar, Anayasa’nın 13. ve 20. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi
gerekir.
Engin YILDIRIM, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Selahaddin MENTEŞ
ve Kenan YAŞAR bu görüşe katılmamışlardır.
Kuralların Anayasa’nın 2. ve 17. maddelerine
de aykırı olduğu ileri sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların
Anayasa’nın 13. ve 20. maddeleri kapsamında ele alınmış olması nedeniyle
Anayasa’nın 2. ve 17. maddeleri yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek
görülmemiştir.
Kuralların Anayasa’nın 10. ve 90. maddeleriyle ilgisi
görülmemiştir.
IV. HÜKÜM
22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun
132. maddesinin;
A. Birinci
fıkrasının esasına ilişkin incelemenin “evliliği sona eren eşlerin yeniden
birbiriyle evlenmek istemeleri hâli” yönünden yapılmasına, Engin YILDIRIM, Yusuf
Şevki HAKYEMEZ, Selahaddin MENTEŞ ile Kenan YAŞAR’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
B. 1. Birinci
fıkrasının “evliliği sona eren eşlerin yeniden birbiriyle evlenmek
istemeleri hâli” yönünden,
2. Üçüncü fıkrasında yer alan “…veya evliliği sona eren
eşlerin yeniden birbiriyle evlenmek istemeleri…” ibaresinin,
Anayasa’ya aykırı olmadıklarına ve itirazın REDDİNE, Engin
YILDIRIM, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Selahaddin MENTEŞ ile Kenan YAŞAR’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
10/9/2025 tarihinde karar verildi.
|
Başkan
Kadir ÖZKAYA
|
Başkanvekili
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Başkanvekili
Basri BAĞCI
|
|
Üye
Engin YILDIRIM
|
Üye
Rıdvan GÜLEÇ
|
Üye
Recai AKYEL
|
|
Üye
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
Üye
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
Üye
Selahaddin MENTEŞ
|
|
Üye
İrfan FİDAN
|
Üye
Kenan YAŞAR
|
Üye
Muhterem İNCE
|
|
Üye
Yılmaz AKÇİL
|
Üye
Ömer ÇINAR
|
|
|
|
|
|
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
1.
4721 sayılı Kanun’un 132. maddesinin birinci
fıkrasında evliliğin sona ermesi halinde kadının, evliliğin sona ermesinden
başlayarak üç yüz gün geçmedikçe evlenemeyeceği hükme bağlanmıştır. Aynı
maddenin ikinci ve üçüncü fıkralarında bekleme süresini kendiliğinden sona
erdiren hal ile mahkemece kaldırılmasına ilişkin durumlar düzenlenmiştir. Buna
göre kadının doğum yapmasıyla bekleme süresi kendiliğinden sona ermekte,
evliliği sona eren eşlerin birbiriyle yeniden evlenmek istemeleri halinde veya
kadının gebe olmadığını ispatlamasıyla mahkemece söz konusu süre
kaldırılabilmektedir.
2.
Anayasa’nın 10. maddesinde “Herkes,
dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri
sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir." Kadınlar ve
erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini
sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı
olarak yorumlanamaz… Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde
kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.”
düzenlemesi yer almaktadır.
3.
Anayasa’nın 10. maddesinde ifade
edilen kanun önünde eşitlik ilkesinin amacı aynı durumda bulunan kişilerin
kanunlar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, kişilere ayrım
yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda
bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak kanun karşısında
eşitliğin ihlali yasaklanmıştır (AYM, E.2017/47, K.2017/84, 29/3/2017, § 18).
4.
Anayasa’nın 20. maddesinin birinci
fıkrasında “Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme
hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz.”
denilmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında özel hayata ve aile hayatına saygı
gösterilmesini isteme hakkına çeşitli sebeplerle sınırlamalar getirilebileceği
belirtilerek bu hakkın mutlak olmadığı kabul edilmiştir. Söz konusu maddede bu
sınırlama sebepleri arasında millî güvenliğin ve kamu düzeninin korunması ile
suç işlenmesinin önlenmesi sebepleri de sayılmıştır. Ancak, bu sınırlama sebepleri
arama ve el koyma tedbirlerine yönelik olduğundan 20. madde bağlamında
incelenen kural yönünden meşru bir sınırlama nedeni olarak kabul edilemez. Bu
itibarla anılan hakkın Anayasa’da güvence altına alınan diğer temel hak ve
özgürlüklerin korunması veya Anayasa’nın diğer maddelerinde devlete yüklenen
ödevler nedeniyle sınırlanması mümkündür (AYM, E.2020/82, K.2021/20, 18/3/2021,
§ 15).
5.
Anayasa’nın 41. maddesinin birinci
fıkrasında “Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe
dayanır.” hükmü bulunmaktadır.
6.
Anayasa’nın 13. maddesinde “Temel hak
ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili
maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir.
Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve
lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
denilmektedir. Buna göre özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesini
isteme hakkına sınırlama getiren düzenlemelerin kanunla yapılması, Anayasa’da
öngörülen sınırlama sebebine, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve
ölçülülük ilkesine uygun olması gerekir.
7.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin
(Sözleşme) Ek (7) Numaralı Protokol’ün 5. maddesinde de “Eşler evlilikte,
evlilik süresince ve evliliğin sona ermesi durumunda, kendi aralarında ve
çocukları ile ilişkilerinde medeni haklar ve sorumluluklardan eşit şekilde
yararlanırlar” denilmek suretiyle sadece evliliği süresince değil evliliğin
sona ermesi durumunda da kadın-erkek arasındaki eşitlik ilkesi özel olarak
düzenlenmiştir. Söz konusu Ek Protokol, 10/3/2016 tarihli ve 6684 sayılı
Kanun’la onaylanmasının uygun bulunması üzerine 8/4/2016 tarihli ve 29678
sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 28/3/2016 tarihli ve 2016/8717 sayılı
Bakanlar Kurulu kararı ile onaylanmıştır.
8.
Türkiye’nin 24.7.1985 tarih ve
85/9722 sayılı kararla onayladığı Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın
Önlenmesine Dair Sözleşme’nin 1. maddesi, kadınların medeni durumlarına
bakılmaksızın ve kadın-erkek eşitliğine dayalı olarak siyasi, iktisadi, sosyal,
kültürel, medeni ve diğer alanlardaki insan hakları ve temel özgürlüklerinin
tanınmasını, kullanılmasını ve bunlardan yararlanılmasını engelleyen ya da
ortadan kaldıran işleve ya da amaca sahip cinsiyet temelindeki herhangi bir
ayrımın kadına yönelik ayrımcılık teşkil edeceğini kabul etmektedir. Bu
Sözleşme’nin 16. maddesinin birinci fıkrasında “Taraf Devletler evlilik ve aile
ilişkileri ile ilgili bütün konularda kadınlara karşı ayrımcılığı tasfiye etmek
için gerekli her türlü tedbiri alır ve özellikle erkeklerle kadınların
eşitliğini öngören aşağıdaki hakları tanır:” denilmektedir. Buna göre fıkranın
(a) bendinde “Evlenmede aynı hakka sahip olma;” ve (c) bendinde “Evlilik
döneminde ve boşanma sırasında aynı haklara ve yükümlülüklere sahip olma;”
hakları yönünden erkeklerle kadınların eşitliği öngörülmektedir.
9.
AİHM,
Nurcan Bayraktar/Türkiye (B. No: 27094/20, 27.06.2023) kararında, evliliği sona
eren kadın için öngörülen bekleme süresi ve bu sürenin kısaltılması için hamile
olmadığını kanıtlama şartının, Sözleşme’nin 8. maddesindeki özel hayata saygı
hakkını ve 12. madde bağlamında 14. maddede güvence altına alınan ayrımcılık yasağını ihlal ettiğine
hükmetmiştir.
10. AİHM’e göre, cinsiyet temelli farklı muamelelerin
Sözleşme’ye uygun sayılabilmesi için son derece güçlü gerekçeler bulunmalıdır
(Bayraktar, §74). Mahkeme, boşanmış kadınlara hamile olabilecekleri
varsayımıyla bekleme süresi uygulanmasını ve bu süreden muafiyet için hamile
olmadıklarını ispatlama zorunluluğunu, cinsiyet temelinde doğrudan ayrımcılık
olarak değerlendirmiştir (§88). Ayrıca, tıbbi muayene ile hamile olmadığını
kanıtlayamayan kadınlara üç yüz günlük bekleme şartı getirilmesinin, doğmamış
çocuğun soybağındaki belirsizliği önleme amacıyla haklı gösterilemeyeceğini ve
bu nedenle cinsiyet temelli doğrudan ayrımcılık oluşturduğunu belirtmiştir
(§90). Mahkeme, başvurucunun cinsiyeti nedeniyle maruz kaldığı farklı
muamelenin ne objektif olarak haklı ne de gerekli olduğuna karar vermiştir
(§91).
11. İncelenen kural, evliliğin sona ermesinden sonra kadının
yeniden evlenebilmesi için üç yüz günlük bir bekleme süresi öngörmektedir.
Evliliği sona eren kadın ve erkeğin benzer durumda olmalarına rağmen yalnızca
kadın için bu şartın getirilmesi, cinsiyete dayalı bir farklı muamele
oluşturmaktadır. Ayrıca bekleme süresi, kadının yeniden evlenme hakkını
sınırlandırdığı ve medeni haline doğrudan etki ettiği için özel ve aile
hayatına saygı hakkına müdahale niteliği taşımaktadır.
12. Eşitlik ilkesine dayalı bir anayasallık denetiminde
öncelikle Anayasa’nın 10. maddesi uyarınca benzer ya da aynı konumda bulunan
kişiler arasında farklı bir muamelenin söz konusu olup olmadığı
belirlenmelidir. Bu aşamada, karşılaştırılabilir durumlarda bulunan kişiler
arasında bir ayrım yapılıp yapılmadığı saptanır. Ardından, tespit edilen farklı
muamelenin nesnel ve makul bir gerekçeye dayanıp dayanmadığı incelenir. Eğer
böyle bir gerekçe mevcutsa, son olarak bu farklı muamelenin ölçülülük ilkesine
uygun olup olmadığı, yani kullanılan araç ile ulaşılmak istenen amaç arasında
adil bir dengenin bulunup bulunmadığı değerlendirilir. Ölçülülük ilkesi, farklı
muamelenin güdülen meşru amaçla orantılı olmasını zorunlu kılar (AYM, E.2021/1,
K.2021/32, 29/4/2021, § 32).
13. Benzer durumdaki kişiler arasında farklı muamelenin
nesnel ve makul bir gerekçeye dayanıp dayanmadığını değerlendirirken kamu
makamlarının belirli bir takdir yetkisi vardır. Ancak, farklı muamelenin
cinsiyete dayandığı durumlarda bu takdir yetkisi önemli ölçüde daralmaktadır
(Ayşe Tezel ve diğerleri [GK], B. No: 2018/14186, 20/10/2022, § 91).
14. Kural, doğacak çocuğun biyolojik babasının doğru
belirlenerek soybağının karışmaması ve kamu düzeninin korunması amacını
taşımaktadır. Bu doğrultuda, eşitlik denetiminde söz konusu amacın kadın ve
erkek arasında farklı bir uygulamayı haklı kılıp kılmadığı incelenmelidir.
15. Türk hukukunda babalık karinesi geçerlidir. 4721 sayılı
Kanun’un 285. maddesine göre, evlilik süresince veya sona ermesinden itibaren
üç yüz gün içinde doğan çocuğun babası koca kabul edilir. Buna göre, evlilik
içinde ya da sona ermesinden sonraki bekleme süresinde doğan çocuğun babası
kadının önceki eşi sayılır.
16. Soybağının gerçeğe uygun biçimde belirlenmesi biyolojik
babanın tespitine bağlıdır. Günümüzde DNA testi gibi tıbbi yöntemlerle babalık
her zaman belirlenebildiğinden, yasal babalık karinesinin aksi de çeşitli
hukuki yollarla ispatlanabilir. Bu nedenle, soybağının doğru tespiti amacıyla
kadınlar aleyhine getirilen ve üç yüz günlük bekleme süresi içeren farklı
muamelenin nesnel ve makul bir temele dayandığı söylenemez.
17. Kuralın meşru bir amacı olsa da
demokratik toplumda zorunlu bir ihtiyaca karşılık gelmesi ve ölçülü olması
gerekir. Ancak günümüzde babalığın DNA testiyle her zaman belirlenebilmesi karşısında, kadının evliliğin sona ermesinden itibaren üç yüz gün bekleme
süresine tabi tutulmasının demokratik bir toplumda zorunlu bir ihtiyaca
karşılık geldiği söylenemez.
18. Evliliği sona eren kadın için öngörülen bekleme süresi
mutlak olmayıp, kadının eski eşiyle yeniden evlenmek istemesi ya da gebe
olmadığının mahkeme kararıyla tespit edilmesi hâlinde kaldırılabilmektedir.
Ancak başka biriyle evlenmek isteyen kadın, gebelik durumu ve cinsel yaşamına
ilişkin özel bilgilerini kamu makamlarıyla paylaşmak ve tıbbi muayeneden geçmek
zorunda bırakılmaktadır.
19. Öte yandan kuralda öngörülen üç yüz günlük bekleme
süresi, 5490 sayılı Kanun’un 26. maddesinin (1) numaralı fıkrasında öngörüldüğü
üzere evliliğin sona ermesinin kesinleşmesinden itibaren başlamakta olup
özellikle evliliğin mahkeme kararıyla sonlandırıldığı durumlarda yargılama
sürelerinin söz konusu süreye dahil olmadığı, özellikle çekişmeli
yargılamalarla evliliğin sonlandırılması hallerinde kuralda bu sürenin yıllarca
devam edebileceği açıktır. Dolayısıyla kuralın hedeflenen amaçla ölçülü olduğu
da söylenemez.
20. Soybağını koruma amacıyla kadının yeniden evlenme
hakkının sınırlandırılması, toplumsal cinsiyet eşitsizliği açısından
sorunludur, zira erkek lehine ayrımcılığı meşrulaştırmaktadır. Böylece kural,
boşanmış bir kadının kendi hayatı üzerinde özgürce tasarrufta bulunma hakkına
ve özel yaşamını yeniden şekillendirme iradesine ölçüsüz biçimde müdahale
etmektedir. Kadının evlenme hakkının belirli bir süre sınırlandırılması,
yalnızca onun aile kurma özgürlüğünü değil, aynı zamanda kişisel kimliğini ve özel
hayatını etkileyen bir kısıtlama niteliğindedir. Bu yönüyle kural, demokratik
toplumlarda kadın-erkek eşitliği anlayışıyla bağdaşmayan, cinsiyet temelli
ayrımcılığı yeniden üreten bir uygulama olarak değerlendirilebilir.
21. İtiraz konusu kuralın yeniden evlenmek için üç yüz gün
gün beklemek istemeyen boşanmış kadın açısından neden olabileceği
sakıncaları/maliyetleri oyun teorisinden yararlanarak göstermek mümkündür.
22. Oyun teorisi birden
fazla tarafın (oyuncunun) birbirlerinin davranışlarını dikkate
alarak stratejik kararlar aldığı
durumları incelemektedir. Oyun kavramı “oyuncuların
yapabilecekleri hareketler ve bu hareketler sonucunda alacakları faydalar
üzerinden kısıtları ifade eden stratejik etkileşim zemini” olarak
tanımlanmaktadır.
Oyun teorisi oyuncuların rasyonel davranarak kendi çıkarlarını maksimize etmeyi
amaçladıklarını ve her oyuncunun seçebileceği çeşitli stratejilerin mevcut
olduğunu varsaymaktadır.
Bu, oyuncuların her zaman “doğru” kararı vereceği anlamına gelmez, ama
amaçlarının farkında olduklarını ve bu doğrultuda tutarlı tercihlerde
bulundukları kabul edilir.
23. Diğer taraftan oyun teorisinin normatif bir değerlendirme
sunmayan analitik bir yaklaşım olduğunun altı çizilmelidir. Oyun teorisi hukuki
bir normun “doğru” ya da “yanlış” olduğunu belirlememektedir. Bunun yerine, söz
konusu normun aktörlerin davranışlarını nasıl şekillendirdiğini, hangi
stratejik etkileşimlere yol açtığını ve bu etkileşimlerin sonuçlarını gösterme
imkanı sunmaktadır.
24. Bu çerçevede boşanmış kadının yeniden evlenmesi için
itiraz konusu kuralla getirilen üç yüz günlük bekleme süresi (iddet müddeti),
devlet ve kadın arasında asimetrik bilgi içeren iki oyunculu bir oyun
oluşturmaktadır. Oyun asimetriktir, çünkü oyuncular olarak devlet ve kadın aynı
bilgilere sahip değildir. Kadının gerçekten gebe olup olmadığını devlet oyunun
başlangıcında bilemez. Kadın bu konuda bilgi sahibidir. Buna karşılık, kadın
mahkemelerin ne kadar sürede karar vereceğini, bu kararın öngörülebilirliğini
ve karşılaştığı yükümlülüklerin fiili maliyetini tam olarak bilemez.
25. Devlet, kamu yararı gerekçesiyle soybağını korumayı ve
babalık karinesine ilişkin belirsizlikleri en aza indirmeyi amaçlamaktadır.
Kadın ise boşanmanın hemen ardından kendi özel hayatı ve tercihleri
çerçevesinde, aile kurma ve evlenme hakkı ve kişisel özerkliği doğrultusunda
yeniden evlenmek istemektedir. Bu iki aktör, aynı oyunda farklı çıkar, bilgi ve
beklentilere sahip oldukları için, itiraz konusu kural oyunun başlangıç koşullarını
devlet lehine tek taraflı olarak belirlemektedir.
26. İtiraz konusu düzenleme kapsamında devlet ve yeniden
evlenmek isteyen boşanmış kadın iki ana oyuncu yani taraftır. Devlet, kamu
menfaati olarak, soybağını koruma ve açıklığa kavuşturmayı, soybağı
belirsizliğini azaltmayı hedeflerken, boşanmış kadın bireysel özerkliğini, özel
hayatını korumayı ve evlenme hakkını kullanmayı hedeflemektedir. Temel çatışma,
kadının yeniden evlenme hakkını kullanma stratejileri ile devletin soybağının
karışmasını önleme amacına dayanan düzenleme arasındadır.
27. Oyun Teorisi Modelinin Kurulması.
1. Aktörler:
A1: Yeniden
Evlenmek İsteyen Boşanmış Kadın (K)
A2:
Devlet / Kanun Koyucu (D)
2.
Strateji Setleri:
Kadının
stratejileri (K):
K1: 300
gün beklemek: Aslında bu bir seçim değil, kanunun emrettiği pasif bir durumdur.
Dolayısıyla kadının stratejisi, “beklemeyi kabul etmek” veya “beklemeyi reddetmektir.
Burada kadının 300 gün beklemesi zaman kaybı ve özel hayatın gereksiz biçimde
sınırlandırılması anlamına gelmektedir.
K2:
Gebe olmadığını ispatlamaya çalışmak: Bu, K1'den kaçınmanın bir alt
stratejisidir. Bu, Türk Medeni Kanunu m.132/2'ye göre, iddet müddetinin
kaldırılması için dava açma stratejisidir. Kadın, mahkemeye başvurma
zorunluluğu nedeniyle ekonomik, psikolojik ve zaman maliyetine katlanmak
durumundadır. Üstelik, devletin koyduğu karinenin yanlışlanmasının tamamen
kadın üzerine bırakılması kadın için ek bir asimetri doğurmaktadır.
K3:
Evliliği sona eren eski eşiyle yeniden evlenmek (m.132/3 istisnası): Aslında bu,
kadının stratejilerinden biri değildir. Zira, boşanmış bir kadının amacı
genellikle eski eşiyle değil, başka birisiyle evlenmektir.
K4:
Resmi olmayan birliktelik: Bu strateji hukuki güvenceler içermeyen riskleri
bünyesinde barındırmaktadır. Ayrıca, bu birlikteliğin toplum tarafından ahlaki
açıdan olumsuzlanması da kadın için ilave bir maliyet doğuracaktır.
Devletin
stratejileri (D):
D1:
Bekleme süresini sürdürmek,
D2:
Bekleme süresini kısaltmak / kaldırmak,
D3: DNA
testi veya tanıma/soybağı davaları gibi teknik araçları esas almak.
3.
Fayda Fonksiyonları:
P
(Soybağı Korunması): Devlet'in temel kazancı, D1 ve D3 stratejilerinde
önemlidir.
H
(Yeniden Evlilik Mutluluğu): Kadın'ın temel kazancı. Yeniden evlenmekten elde
edilen pozitif fayda.
R
(Anayasal Risk): Devlet'in kaybı. D1 stratejisinde yüksektir. D2 ve D3'te
düşer.
B
(Bekleme Süresi Maliyeti): Kadın'ın kaybı. K1'de yüksektir.
C
(Dava/Test Maliyeti): Kadın'ın kaybı. K2'de yüksektir.
S(Gayri
Resmi Birliktelik Maliyeti): Kadın'ın kaybı. K4’te yüksektir (hukuki
güvencesizlik, sosyal damgalanma).
4. Fayda
(K, D) Gösterimi:
UK
(K2, D1) = H -
C (Kadın dava açar, Devlet kuralı korur),
UD(K2, D1) = P - R - Dava
Maliyeti (Kadın dava açar, Devlet kuralı korur)
5. Oyun
Türü:
Bu bir
asimetrik bilgi oyunudur. Devlet, soybağının karışma ihtimalini bilmiyor
(belirsizlik). Kadın ise kendi gebelik durumunu biliyor (tam bilgi). Dolayısıyla
asimetrik bilgi söz konusudur.
6. Nash
Dengesi Analizi:
Kadın,
başka biriyle evlenmek istemektedir. Devlet ise D1'i (Üç yüz gün bekleme
süresi) uygulamaktadır.
Kadın
Stratejileri (K) Devletin D1'i Uygulaması
K1:
Beklemek UK = -B
K2:
Dava Açmak UK = H - C
K3:
Eski Eşle Evlenmek UK = Geçersiz (Başka biriyle evlenme
isteği)
K4:
Resmi Olmayan Birliktelik UK = H – S
H > B > C ve S > C
varsayımıyla (Yeniden evlenme faydası maliyetlerden büyük, dava maliyeti
bekleme maliyetinden düşük, gayri resmi birliktelik maliyeti en yüksek).
Eğer H
- C > - B ise, K2 (Dava Açmak) stratejisi K1'den baskındır.
K2 aynı
zamanda K4’ten de (H-S) baskın olacaktır.
Sonuç:
Devlet D1’i sürdürürse, boşanmış kadın için baskın strateji K2 olacaktır. Çünkü
dava açmak, maliyetli olsa bile (-C), beklemenin maliyetinden (- B) daha azdır
ve pozitif faydaya (+ H) daha hızlı ulaştırır.
Denge:
(D1, K2)
D1
(Devlet): Soybağı karinesini P korur, ama anayasal risk R ve dava
maliyetleri oluşur. UD = P - R - Dava
Maliyetleri
K2
(Kadın): Azami faydaya H ulaşır ama dava maliyetine C katlanır. UK
= H - C
7. Alternatif
Oyun: Devlet D3'ü Seçerse (DNA Testini Esas Alırsa):
D3
Stratejisi: Kanun Koyucu, bekleme süresini kaldırır ve soybağını kesinleştirmek
için DNA testi/uzman raporu gibi teknik kanıtları esas alır.
Kadın
Stratejisi (K): Bekleme süresi kalktığı için K1 ve K2 stratejileri ortadan
kalkar.
K:
Serbestçe Evlenmek (Hemen evlenmek için)
Devlet
Faydası: UD = Pyüksek - Rdüşük - Mdüşük (Soybağı
kesinleşti, anayasaya aykırılık riski azaldı).
Kadın
Faydası: UK = Hyüksek (Maliyet B ve C ortadan kalktı). Alternatif
Denge: (D3, K)
Alternatif
Denge: Bu denge, Pareto İyileşmesini sağlar, çünkü her iki oyuncunun da faydası
artmaktadır. Mevcut hukuki düzenleme (D1) yüksek bir maliyet içermektedir. Modelin
Nash Dengesi, kadının eski eşle evlenme istisnası dışlanarak kurulduğunda,
(Mevcut Kuralı Korumak, Dava Açmak) olarak ortaya çıkmakla birlikte, bu denge
noktasının (DNA testi gibi teknik bir aracı esas almak, serbestçe evlenmek)
dengesine göre daha verimsiz/maliyetli olduğu görülmektedir.
28. Kural yeniden evlenmek isteye boşanmış kadın üzerinde
gereksiz ve fazla maliyet (–B, –C, –S) oluşturmaktadır. Devletin amacı (P) daha
hafif araçlarla elde edilebilir (D3). Devlet açısından mevcut düzenleme,
babalık karinesi bakımından sıfır maliyetli ve tek taraflı bir çözüm
sunmaktadır. Bu da oyunun Nash dengesini kadın açısından sürekli dezavantajlı
bir strateji setine dönüştürmektedir. Nash Dengesi, bir oyunda yer alan
oyuncuların her birinin, kendi faydasını (kazancını) en üst düzeye çıkaran
stratejiyi seçtiği durumdur.
Bu denge noktasında yeniden evlenmek arzusu taşıyan boşanmış kadın hangi
stratejiyi seçerse seçsin özgürlük alanı daralmaktadır.
29. Boşanmış kadının yeniden evlenmesi için üç yüz gün
bekleme süresi öngören kural, günümüzdeki teknik imkanlar (mesela DNA testi)
karşısında hem kadın hem de devlet açısından hukuki, ekonomik ve toplumsal
maliyet yaratan, verimsiz bir dengeye yol açmaktadır. Alternatif bir devlet
stratejisi (DNA testi) hem kadının hem devletin, dolayısıyla toplumun da faydasını
artırmaktadır.
30. 4721 sayılı Kanun’un 132. maddesinin birinci fıkrasının
iptalini için belirtilen gerekçeler maddenin ikinci ve üçüncü fıkraları
yönünden de geçerlidir.
31. Açıklanan nedenlerle kuralın, Anayasa’nın 10., 13., 20.
ve 41. maddelerine aykırı olduğu gerekçesiyle çoğunluk kararına katılmadım.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Mahkememiz çoğunluğunun 22/11/2001 tarihli ve 4721
sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 132. maddesinin birinci fıkrasının ve üçüncü
fıkrasında yer alan “…veya evliliği sona eren eşlerin yeniden birbiriyle
evlenmek istemeleri…” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ilişkin kanaatine
katılmamaktayım.
2. “Kadın için bekleme süresi” başlığı altında
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 132. maddesinin iptali talep edilen birinci
fıkrasında; evlilik sona ermişse, kadının evliliğin sona ermesinden başlayarak
üçyüz gün geçmedikçe evlenemeyeceği hüküm altına alınmaktadır. Maddenin üçüncü
fıkrasında yer alan dava konusu ibarede ise evliliği sona eren eşlerin yeniden
birbiriyle evlenmek istemeleri hâllerinde mahkemenin kadın için öngörülen bu
süreyi kaldıracağı öngörülmektedir.
3. Somut norm denetimi yolu ile Anayasa Mahkemesinin
önüne gelen bu başvuruda Anayasa Mahkemesi yapmış olduğu ilk incelemede
Kanun’un 132. maddesinin birinci fıkrasının ve üçüncü fıkrasında yer alan “…veya
evliliği sona eren eşlerin yeniden birbiriyle evlenmek istemeleri…”
ibaresinin davada uygulanacak kurallar olduğuna oybirliğiyle karar vermiştir.
Ancak işin esasının incelenmesi aşamasında ise Mahkememiz çoğunluğunca
bakılmakta olan davanın konusunun davacı kadının önceki eşiyle evlenmek için bekleme
süresinin kaldırılması talebine ilişkin olduğu gözetildiğinde birinci fıkranın
üçüncü fıkradaki ibare yönünden incelenmesi şeklinde bir sınırlama uygulamasına
gidilmiştir (bkz.: §§ 10-11).
4. Öncelikle belirtmek gerekir ki yöntemsel olarak çoğunluk
kararındaki yaklaşım, Anayasa Mahkemesinin norm denetimindeki Anayasa’ya
uygunluk denetimini olması gerektiği biçimde yapması yönüyle sorunludur. Zira
he ne kadar somut norm denetiminde o davada uygulanacak kurallar dikkate
alınarak Anayasa Mahkemesi tarafından ilk inceleme aşamasında iptali talep
edilen kurala ilişkin bir tespit ve sınırlama yapılmakta ise de, davada
uygulanan kurallar netleştirildiğinde ilk incelemedeki bu aşamadan sonra
Anayasa Mahkemesi artık bu kuralların Anayasa’ya uygunluk denetimini bağımsız
birer norm olarak ayrı ayrı gerçekleştirmek durumundadır.
5. Bu nedenle de ilk kural olan birinci fıkra hükmü de
kendi anlamı itibariyle aynen bir iptal davasında Anayasa Mahkemesinin önüne
getirilen müstakil bir norm gibi denetlenip bu şekilde sonuca ulaşılmalıdır. Bu
yönü ile de bakıldığında artık denetlenen kuralın Anayasa’ya uygunluk denetimi
sürecinde kuralın iptal davası ya da itiraz yolu ile Anayasa Mahkemesinin önüne
gelmiş olması arasında bir fark bulunmamaktadır.
6. Aradaki fark, itiraz yolu ile gelen kuralların iptali
durumunda yapılan sınırlama ile bağlantılı olarak kuralın birden fazla farklı
durumu düzenlemesi halinde ortaya çıkmakta ve bu durumda Anayasa Mahkemesi
sadece sınırlama yaptığı şartlar dahilinde kuralı iptal etmektedir.
7. Oysa bu dosyada Mahkememiz çoğunluğu ilk inceleme
aşamasındaki yaptığı belirlemeden sonra Türk Medeni Kanunu’nun 132. maddesinin
dava konusu birinci fıkrasını tek başına bir Anayasa’ya uygunluk denetiminden
geçirmeyip dava konusu “…veya evliliği sona eren eşlerin yeniden birbiriyle
evlenmek istemeleri…” ibaresi yönünden denetim yaparak sonuca ulaşmıştır.
Doğaldır ki böyle bir denetim sonucunda ise birinci fıkranın müstakil bir norm
olarak Anayasa’ya uygunluk denetimi de gerçekleştirilememiş olacaktır. Bu
nedenle Mahkememiz çoğunluğunun bu inceleme yöntemine katılmamaktayım.
8. Dava konusu kuralların esas yönünden denetimine
geçildiğinde ise iptali talep edilen ilk kural olan “Evlilik sona ermişse,
kadın, evliliğin sona ermesinden başlayarak üçyüz gün geçmedikçe evlenemez.”
şeklindeki hükmün Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan kişilerin
özel ve aile hayatına saygı hakkına bir müdahale teşkil ettiğini tespit etmek
gerekir.
9. Kişilerin özel ve aile hayatına saygı hakkına
sınırlama getiren bu fıkra hükmünün belirli ve öngörülebilir bir kural olduğu
açık olduğundan, burada Anayasa’nın 13. maddesi bağlamında kuralın kanuniliği
noktasında bir sorun bulunmamaktadır.
10. Bu bağlamda ikinci olarak sınırlamayı gerçekleştiren
kuralın meşru amacı incelenmelidir. Kadının evliliğinin sona ermesinden
itibaren üçyüz gün geçmeden evlenemeyeceğini öngören kuralın meşru amacı
nesebin sağlıklı bir şekilde belirlenmesi ve kontrolü şeklinde kamu düzeninin
korunması ile doğrudan ilgilidir.
11. Öte yandan sınırlama yapan bu kuralın aynı zamanda
ölçülülük ilkesine aykırı olmaması gerekmektedir. Bu bağlamda kuralın nesebin
kontrolü yönü ile gerekli olduğu ve bu amacı gerçekleştirme hususunda elverişli
bir araç niteliği taşıdığı noktasında da bir duraksama bulunmamaktadır. Her ne
kadar nesebin kontrolü ve kadının evliliğinin sona ermesinden itibaren yeniden
evlenmesi aşamasında teknolojik gelişmelerle birlikte birtakım tıbbi
yöntemlerle de hamileliğin tespiti mümkün ise de evliliğin üzerinden belli bir
süre geçmesini beklemek de bu amaca hizmet etme imkanına sahip ve elverişli bir
araç olarak görülmelidir.
12. Sınırlamayı gerçekleştiren kuralın aynı zamanda
ölçülü olması gerekmektedir. Nesebin korunması amacını gerçekleştirmeyi
amaçlayan bu sürenin aynı zamanda kadının evliliğinin sona ermesinden itibaren
makul olanın ötesinde bu süreci uzatarak kişilerin özel ve aile hayatına saygı
hakkına orantısız bir müdahalede bulunmaması gerekmektedir.
13. Bu yönü ile bakıldığında dava konusu kural kadının
evliliğinin sona ermesinden başlayarak üçyüz gün geçmedikçe evlenmesine müsaade
etmemektedir. Toplam hamilelik süresi olan dokuz ay on günlük süreden bile daha
uzun olan bu sürenin bu bağlamda öngörülen meşru amacı gerçekleştirme
noktasında oldukça uzun olduğu aşikardır.
14. Bu itibarla dava konusu fıkra hükmü Anayasa’nın 20.
maddesinde güvence altına alınan kişilerin özel ve aile hayatına saygı hakkına
ölçüsüz bir müdahalede bulunmaktadır. Bu yönüyle kural Anayasa’nın 13. ve 20.
maddelerine aykırılık teşkil etmektedir.
15. İptali talep edilen diğer kural ise Kanun’un 132.
maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan “…veya evliliği sona eren eşlerin
yeniden birbiriyle evlenmek istemeleri…” ibaresidir. Bununla birlikte
kanaatimizce Kanun’un 132. maddesinin birinci fıkrasının iptali nedeniyle aynı
maddenin üçüncü fıkrasında yer alan dava konu ibarenin uygulanma imkânı
kalmamıştır.
16. Dolayısıyla, 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesinin (4)
numaralı fıkrası kapsamında değerlendirilerek, maddenin birinci fıkrasının
iptali nedeniyle ibarenin uygulanma imkanı kalmadığı gerekçesiyle dava konusu
ibarenin de iptali gerekmektedir.
17. Sonuç olarak yukarıda sıralanan gerekçelerle
22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 132. maddesinin
birinci fıkrasının ve üçüncü fıkrasında yer alan “…veya evliliği sona eren
eşlerin yeniden birbiriyle evlenmek istemeleri…” ibaresinin Anayasa’ya
aykırı olduğu için iptali gerektiği kanaatinde olduğumdan, Mahkememiz
çoğunluğunun aksi yöndeki kararına katılmamaktayım.
KARŞI OY GEREKÇESİ
1. Anayasa Mahkemesinin sayın çoğunluğunca; 22/11/2001 tarihli ve
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 132. maddesinin; Birinci fıkrasının esasına
ilişkin incelemenin “evliliği sona eren eşlerin yeniden birbiriyle evlenmek
istemeleri hali” yönünden yapılmasına ve itirazın reddine ,Üçüncü
fıkrasında yer alan “…veya evliliği sona eren eşlerin yeniden birbiriyle
evlenmek istemeleri…” ibaresinin Anayasa’ya
aykırı olmadıklarına ve itirazın reddine karar verilmiştir. Aşağıda
belirteceğim gerekçelerle sayın çoğunluğun görüşüne katılmadım.
2. Kuralın “evliliği
sona eren eşlerin birbiriyle evlenmek istemeleri hali” yönünden
sınırlandırılarak incelenmesi gerekmektedir. İtiraza konu olayda davacı eski
eşiyle evlenmek istemesi nedeniyle kuralda belirtilen üçyüz günlük süreyi ve
dava konusu kuralları Anayasa Mahkemesinin önüne getirmiştir. üçyüz günlük
sürenin kadının eski eşi dışında başka bir erkek ile evlenmesi durumunda
uygulanacak kuraldır. Eski eşle evlenmek talebinde bulunulduğunda bekleme
süresi bakımından kadın ve erkek arasında bir fark yoktur. Kadının başka
biriyle evlenmesi halinde, iddet müddeti rapor gibi durumlar söz konusu
olmaktadır. Bakılmakta olan davada eski eşler evlenmek istediklerinden kuralın
yukarıda belirtildiği gibi evliliği sona eren eşlerin yeniden birbirleriyle
evlenmek istemeleri hali yönünden sınırlı olarak incelenmesi gerekmektedir.
3. Kural Anayasa’nın 13., 20. Maddeleri bağlamında incelenmelidir.
4. Anayasa’nın “Özel hayatın
gizliliği” başlıklı 20. maddesinin birinci fıkrasında
“Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme
hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz.” denilmiştir.
5. Anılan maddenin gerekçesinde de
belirtildiği üzere özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme
hakkı bir yönüyle özel hayatın gizliliğinin korunmasını, başkalarının gözleri
önüne serilmemesini, bir başka ifadeyle kişinin özel
hayatında yaşananların yalnız kendisi veya kendisinin bilmesini istediği
kimseler tarafından bilinmesini isteme hakkını korurken diğer yönüyle resmî
makamların özel hayata müdahale edememesi yani kişinin ferdî ve aile hayatını
kendi anladığı gibi düzenleyip yaşayabilmesi hakkını güvence altına almaktadır
(AYM, E.2020/64, K.2020/70, 12/11/2020, §10; E.2022/105, K.2023/54, 22/3/2023,
§ 16; E.2023/116, K.2024/56, 22/2/2024, § 14).
6. Anayasa’nın 13. maddesinde “Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” denilmektedir. Buna göre özel hayata
ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sınırlama getiren
düzenlemelerin kanunla yapılması, Anayasa’da öngörülen sınırlama sebebine,
demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine uygun olması
gerekir.
7. Bu kapsamda özel hayatın gizliliği ve korunmasına yönelik düzenlemenin
meşru bir amacının bulunması gerekmektedir.
8. Esasen temel hak ve özgürlükleri sınırlayan kanunun bu nitelikleri
olması Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye alınan hukuk devleti ilkesinin de
bir gereğidir. Hukuk devletinde kanuni düzenlemelerin hem kişiler hem de idare
yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net,
anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî
uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir. Kanunda bulunması gereken
bu nitelikler hukuki güvenliğin sağlanması bakımından da zorunludur. Zira bu
ilke hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve
işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu
güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (AYM,
E.2015/41, K.2017/98, 4/5/2017, §§ 153, 154). Dolayısıyla Anayasa’nın 13.
maddesinde sınırlama ölçütü olarak belirtilen kanunilik, Anayasa’nın 2.
maddesinde güvenceye alınan hukuk devleti ilkesi ışığında yorumlanmalıdır.
9. Evliliği sona erdiren eşlerin yeniden birbirleriyle
evlenmek istemeleri halinde eşler yönünden bekleme, hakim kararı alma zorunluluğu nesebin korunması
şeklindeki meşru amacı ortadan kaldırmaktadır. Kural bu yönüyle Anayasa’nın 2.,
13, ve 20. Maddeleri yönünden incelenerek iptali gerekmektedir.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Mahkememiz çoğunluğu, Türk Medeni Kanunu’nun 132.
maddesinin birinci fıkrasındaki bekleme süresini, üçüncü fıkrada yer alan “…veya
evliliği sona eren eşlerin yeniden birbiriyle evlenmek istemeleri” ibaresi
yönünden sınırlı olarak incelemiş ve 132. maddesinin Anayasa’ya uygun olduğuna
karar vermiştir. Aşağıda açıklanan gerekçelerle inceleme yöntemine ve esasa
ilişkin çoğunluğun görüşüne katılmıyor, kuralın bütün halinde incelenerek iptal
edilmesi gerektiği kanaatindeyiz.
2. Zira TMK m.132/3 yalnızca bu ibareden ibaret değildir.
Hüküm, “kadının önceki evliliğinden gebe olmadığının anlaşılması” ya da
“eşlerin yeniden evlenmek istemeleri” durumlarında mahkemenin bekleme süresini
kaldırabilmesini düzenlemektedir. Dolayısıyla söz konusu düzenleme bir bütün
olarak değerlendirilmeden, yalnızca tek bir ibare yönünden inceleme yapılması,
Anayasa Mahkemesi’nin denetim işlevini daraltmakta ve anayasal güvencelerin
kapsamlı şekilde ortaya konulmasına engel olmaktadır.
3. İncelemenin yalnızca bir ibareye indirgenmesi, kuralın
sistematik bütünlüğünü göz ardı etmektedir. Oysa bekleme süresine getirilen tüm
istisnaların Anayasa’ya uygunluğu birlikte değerlendirilmelidir. Yargısal
denetimin bu şekilde parçalı yapılması hem norm denetiminin bütünlüğüne hem de
anayasal hakların etkili korunması ilkesine aykırıdır.
4. Bu nedenle, TMK m.132’nin üçüncü fıkrasının yalnızca
bir kısmı değil, tamamı yönünden inceleme yapılması gerektiği kanaatindeyim.
Çoğunluğun benimsediği yöntem, denetimin kapsamını daralttığı için isabetli
değildir.
5. Anayasa’nın 10. maddesinde “Herkes,
dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri
sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir./ Kadınlar ve erkekler
eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla
yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak
yorumlanamaz./ Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul
ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine
aykırı sayılmaz./ Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz
tanınamaz./ Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde
eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.” denilmek
suretiyle kanun önünde eşitlik ilkesine yer verilmiştir.
6. Anayasa’nın 10. maddesinde güvence altına alınan
eşitlik ilkesi, aynı hukuksal durumda bulunan kişilerin aynı işleme tabi tutulmasını,
farklı durumda bulunan kişilere ise farklı kurallar uygulanmasını öngörür. Bu
ilke, kişilere ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını yasaklamakta; farklı
muamelenin ancak nesnel, makul ve ölçülü bir temele dayanması hâlinde meşru
kabul edilebileceğini ifade etmektedir. Ölçülülük ise amaç ve araç arasında
adil bir denge bulunması gereğini ortaya koyar.
7. Türk Medeni Kanunu’nun 132. maddesinde öngörülen
kural, evliliğin sona ermesinden sonra kadının yeniden evlenebilmesi için üç
yüz gün geçmesini şart koşmaktadır. Bu düzenleme, mülga 743 sayılı Kanun’da da
aynı şekilde yer almıştır. Oysa tarihsel süreçte kadın-erkek eşitliğini
güçlendirmeye yönelik adımlar atılmış, eşitliğe aykırı görülen birçok hüküm
yeni Medeni Kanun’a alınmamış, evlilik hukuku eşitlik ilkesi doğrultusunda
büyük ölçüde yeniden şekillendirilmiştir. Buna rağmen, kadın için öngörülen
bekleme süresi eski Kanun’daki haliyle aynen korunmuştur.
8. Anayasa’nın 10. maddesi sadece herkesin kanun önünde
eşit olduğunu belirtmekle yetinmemekte, 2004 yılında yapılan değişiklikle kadın
ve erkeğin eşit haklara sahip olduğu ve devletin bu eşitliği yaşama geçirmekle
yükümlü bulunduğu açıkça düzenlenmiştir. Bu değişiklikle, demokratik açılımlara
uyum sağlamak ve temel hakları evrensel standartlara yükseltmek amaçlanmıştır.
9. Dolayısıyla kadın için bekleme süresinin korunması,
kadın ve erkek arasında farklı muamele yaratmakta, bu farklılığın nesnel, makul
ve ölçülü bir temele dayanmadığı için eşitlik ilkesi bakımından sorunlu
görünmektedir.
10. Öte yandan Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin (Sözleşme) Ek (7) Numaralı Protokol’ün 5. maddesinde de “Eşler
evlilikte, evlilik süresince ve evliliğin sona ermesi durumunda, kendi
aralarında ve çocukları ile ilişkilerinde medeni haklar ve sorumluluklardan
eşit şekilde yararlanırlar. Bu madde devletlerin çocuklar yararına gereken
tedbirleri almalarını engellemez.” denilmek suretiyle sadece evliliği
süresince değil evliliğin sona ermesi durumunda da kadın-erkek arasındaki
eşitlik ilkesi özel olarak düzenlenmiştir. Söz konusu Ek Protokol, 10/3/2016
tarihli ve 6684 sayılı Kanun’la onaylanmasının uygun bulunması üzerine 8/4/2016
tarihli ve 29678 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 28/3/2016 tarihli ve
2016/8717 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile onaylanmıştır.
11. Bu itibarla kuralla evliliğin sona ermesinden sonra
yeniden evlenme yönünden kadın ile erkeğin karşılaştırmaya elverişli biçimde
benzer durumda oldukları sonucuna varılmaktadır. Buna rağmen yalnızca kadın
için bekleme süresi öngörülmesi, yeniden evlenme hususunda cinsiyet temelli
farklı bir uygulama yaratmaktadır.
12. Benzer durumda olanlara farklı
muamele yapılmasının nesnel ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığının veya
farklı muamele öngörülebilmesinin hangi dereceye kadar mümkün olacağının
değerlendirilmesinde kamu otoritelerinin belirli ölçüde takdir yetkisi
bulunmaktadır. Bununla birlikte bu takdir yetkisinin kapsamı farklı muameleye
konu hakkın niteliğine göre değişebilmektedir (Nuriye Arpa, B. No:
2018/18505, 16/6/2021, § 59). Diğer yandan cinsiyet temelli farklı muamele söz
konusu olduğunda kamu makamlarının takdir yetkisi daralmaktadır (Ayşe Tezel
ve diğerleri [GK], B. No: 2018/14186, 20/10/2022, § 91).
13. Bekleme süresinin gerekçesi, doğacak çocuğun
biyolojik babasının doğru şekilde belirlenmesi ve bu yolla nesebin
korunmasıdır. Ancak Türk hukukunda yasal babalık karinesi mevcut olup, evlilik
içinde ya da sona ermesinden itibaren üç yüz gün içinde doğan çocuğun babasının
koca olduğu kabul edilmektedir. Kadının yeniden evlenmesi hâlinde ise ikinci
evlilikteki kocanın baba sayılacağı hüküm altına alınmıştır.
14. Babalık karinesi adi karine niteliğindedir ve aksinin
ispatı mümkündür. Soybağının reddi davası yoluyla karine çürütülebilir, böylece
gerçek babalık durumu ortaya konulabilir. Ayrıca modern tıp imkânları sayesinde
DNA testi gibi araçlarla biyolojik babanın tespiti her zaman mümkündür.
15. Dolayısıyla nesebin doğru tespiti için kadın aleyhine
getirilen bekleme süresi gibi ağır ve ayrımcı bir sınırlamaya gerek
bulunmamaktadır. Nesnel ve makul temele dayanmayan bu düzenleme, cinsiyet
temelli farklı muamele oluşturarak eşitlik ilkesine aykırılık teşkil
etmektedir.
16. Nitekim kuralla ilgili Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Nurcan Bayraktar/Türkiye (B. No:27094/20,
27/6/2023) kararında evliliği sona eren kadın için bekleme süresi
öngörülerek bunun kısaltılması için hamile olmadığını teyit edecek muayeneden
geçme şartının Sözleşme’nin 8. maddesinde güvence altına alınan özel hayata
saygı hakkını ihlal ettiği ayrıca söz konusu uygulamanın Sözleşme’nin 12. maddesinde
düzenlenen evlenme hakkı bağlamında Sözleşme’nin 14. maddesinde güvence altına
alınan ayrımcılık yasağını ihlal ettiği sonucuna ulaşmıştır.
17. Diğer taraftan kuralla öngörülen
bekleme süresi, kadının yeniden evlenebilmesi için bir koşul oluşturduğu ve bu
durumun kadının hem evlenme hakkına hem de kişisel ve sosyal kimliğinin bir
parçası olan medeni haline ilişkin olması nedeniyle özel hayata ve aile
hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sınırlama teşkil etmektedir. Bu
nedenle kuralın Anayasa’nın 13. ve 20. maddesi yönünden de değerlendirilmesi
gerekir.
18. Anayasa’nın “Özel
hayatın gizliliği” başlıklı 20. maddesinin
birinci fıkrasında “Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı
gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine
dokunulamaz.” denilmiştir.
19. Anılan maddenin gerekçesinde de
belirtildiği üzere özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme
hakkı bir yönüyle özel hayatın gizliliğinin korunmasını, başkalarının gözleri
önüne serilmemesini, bir başka ifadeyle kişinin özel hayatında yaşananların
yalnız kendisi veya kendisinin bilmesini istediği kimseler tarafından
bilinmesini isteme hakkını korurken diğer yönüyle resmî makamların özel hayata
müdahale edememesi yani kişinin ferdî ve aile hayatını kendi anladığı gibi
düzenleyip yaşayabilmesi hakkını güvence altına almaktadır (AYM, E.2020/64,
K.2020/70, 12/11/2020, §10; E.2022/105, K.2023/54, 22/3/2023, § 16; E.2023/116,
K.2024/56, 22/2/2024, § 14).
20. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kapsamında verdiği
kararlarda sıkça vurgulandığı üzere özel hayat
kavramı eksiksiz bir tanımı bulunmayan geniş bir kavramdır. Bu kapsamda korunan
hukuki değer esasen kişisel bağımsızlıktır. Özel hayata saygı hakkının
kapsamının belirlenmesinde bireyin kişiliğini geliştirmesi ve
gerçekleştirmesi kavramı temel alınmaktadır. Anılan hak; herkesin
istenmeyen bütün müdahalelerden uzak, kendine özel bir ortamda yaşama hakkına
sahip olduğuna işaret etmekle birlikte kişiliğin serbestçe geliştirilmesiyle
uyumlu birçok hukuki menfaati de içermektedir (Serap Tortuk [1. B.], B.
No: 2013/9660, 21/1/2015, §§ 31-36; Bülent Polat [GK], B. No:
2013/7666, 10/12/2015, §§ 61-63; Tevfik Türkmen [GK], B. No: 2013/9704,
3/3/2016, §§ 50-52; Ata Türkeri [1. B.], B. No: 2013/6057, 16/12/2015,
§§ 30-32).
21. Anayasa’nın 13.
maddesinde “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca
Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine aykırı olamaz.” denilmektedir. Buna göre özel hayata ve aile
hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sınırlama getiren düzenlemelerin
kanunla yapılması, Anayasa’da öngörülen sınırlama sebebine, demokratik toplum
düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine uygun olması gerekir.
22. Anayasa’nın 20. maddesinin ikinci fıkrasında özel
hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına çeşitli sebeplerle
sınırlamalar getirilebileceği belirtilerek bu hakkın mutlak olmadığı kabul
edilmiştir. Söz konusu maddede bu sınırlama sebepleri arasında millî güvenliğin
ve kamu düzeninin korunması ile suç işlenmesinin önlenmesi sebepleri de
sayılmıştır. Ancak anılan fıkrada söz konusu sınırlama sebepleri arama ve el
koyma tedbirlerine yönelik düzenlendiğinden bu sebepler 20. madde bağlamında
kural yönünden meşru bir sınırlama nedeni olarak kabul edilemez. Bu itibarla
anılan hakkın Anayasa’da güvence altına alınan diğer temel hak ve özgürlüklerin
korunması veya Anayasa’nın diğer maddelerinde devlete yüklenen ödevler
nedeniyle sınırlanması mümkündür (AYM, E.2020/82, K.2021/20, 18/3/2021, § 15).
23. Kuralın meşru bir amacının bulunmasının yanı sıra
demokratik toplumda zorunlu bir ihtiyaca yönelik ve ölçülü olması da gerekir.
Yukarıda açıklandığı üzere çocuğun biyolojik babalığının DNA testi gibi tıbbi
yöntemlerle her zaman tespitinin mümkün olduğu gözetildiğinde babalık
karinesine göre nesebin belirlenmesi için kadının evliliğin sona ermesinden
itibaren üç yüz gün bekleme süresine tabi tutulmasının demokratik bir toplumda
zorunlu bir ihtiyaca karşılık geldiği söylenemez.
24. Bununla birlikte evliliği sona eren kadın için
kuralla öngörülen bekleme süresinin tamamlanması mutlak suretle beklenmemekte,
kadının yeniden eski eşiyle evlenmek istemesi veya gebe olmadığının
anlaşılmasıyla mahkeme kararıyla kaldırılabilmektedir. Ancak eski eşi dışında
başka biriyle evlenmek isteyen kadının mahremiyeti kapsamında kalan gebeliği
veya cinsel hayatına ilişkin özel hayatını kamu makamlarına açıklama yapması
yanı sıra gebe olmadığının ortaya konulması için tıbbi muayeneye maruz
bırakılmaktadır.
25. Öte yandan kuralda öngörülen üç yüz günlük bekleme
süresi, 5490 sayılı Kanun’un 26. maddesinin (1) numaralı fıkrasında öngörüldüğü
üzere evliliğin sona ermesinin kesinleşmesinden itibaren başlamakta olup
özellikle evliliğin mahkeme kararıyla sonlandırıldığı durumlarda yargılama
sürelerinin söz konusu süreye dahil olmadığı, özellikle çekişmeli
yargılamalarla evliliğin sonlandırılması hallerinde kuralda bu sürenin yıllarca
devam edebileceği açıktır. Dolayısıyla kuralın hedeflenen amaçla ölçülü olduğu
da söylenemez.
26. Açıklanan nedenlerle kural,
Anayasa’nın 10., 13. ve 20. maddelerine
aykırı olduğu ve iptal edilmesi gerektiği kanaati ile çoğunluk görüşüne iştirak
edilmemiştir.