“1) 14.07.2023 tarihli ve 7456 sayılı 06.02.2023 Tarihinde
Meydana Gelen Depremlerin Yol Açtığı Ekonomik Kayıpların Telafisi İçin Ek
Motorlu Taşıtlar Vergisi İhdası ile Bazı Kanunlarda ve 375 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 3. maddesiyle
15.05.1959 tarihli ve 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısiyle
Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun’a eklenen geçici madde
27’nin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan ‘‘borçlandırmaları’’
ibaresinin Anayasa’ya aykırılığı
7456 sayılı Kanun’un 3. maddesiyle 15.05.1959 tarihli ve 7269
sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısiyle Alınacak Tedbirlerle Yapılacak
Yardımlara Dair Kanun’a geçici 27. madde eklenmiştir. Anılan geçici 27. madde,
06.02.2023 tarihinde meydana gelen dehşet depremler nedeniyle genel hayata
etkili afet bölgesi olarak kabul edilen yerlerde yaşanılan yıkımların
onarılmasına yöneliktir. Bu kapsamda söz konusu maddenin ikinci fıkrasının
birinci cümlesine göre 06.02.2023 tarihinde meydana gelen depremler nedeniyle
genel hayata etkili afet bölgesi olarak kabul edilen yerlerde Çevre, Şehircilik
ve İklim Değişikliği Bakanlığı fen heyetleri tarafından tespit edilmiş olan
yıkık veya ağır hasarlı konut, işyeri ve ahır sahibi afetzedeler için bu Kanun
hükümleri gereğince hak sahibi olmak ve borçlandırmaları yapılmak kaydıyla
konut, işyeri, ahır ve her türlü altyapı ve sosyal donatıların inşası veya
kredi desteği sağlanmasına ilişkin olarak 29. maddenin sekizinci fıkrasında
belirtilen hususlar aranmaksızın işlem yapılacaktır. Ancak iptali talep edilen
ibareyle söz konusu yıkık veya ağır hasarlı konut, işyeri, ahır ve her türlü
altyapı ve sosyal donatıların inşası veya kredi desteği sağlanması için
afetzedelerin borçlandırılması kaydının aranması, Anayasa’ya aykırıdır.
Öncelikle belirtmek gerekir ki borçlandırma konusu, iptali talep
edilen ibarenin yer aldığı cümleye göre ‘‘konut, işyeri, ahır ve her türlü
altyapı ve sosyal donatılar’’dır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, konut
kapsamını geniş yorumlamakta ve işyerini dahil etmektedir:
‘‘343. Bu kavram, bir bireyin işyerlerini de kapsar, örneğin bir
meslek sahibinin ofisi (Buck /Almanya, § 31; Niemietz /Almanya, §§ 29-31), bir
gazetenin ofisi (Saint-Paul Lüksemburg S.A. /Lüksemburg, § 37), bir noterin
ofisi (Popovi /Bulgaristan, § 103), veya bir üniversite profesörünün ofisi
(Steeg /Almanya (kar.)). Ayrıca kayıtlı merkez ofisine ve bir şirketin
şubelerine veya diğer işyerlerine de uygulanır (Société Colas Est ve Diğerleri
/Fransa, § 41; Kent Pharmaceuticals Limited ve Diğerleri /Birleşik Krallık
(kar.)).’’
Yine Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu, ‘‘tesis ve
altyapının kullanılırlığı”nı konut hakkı bağlamında değerlendirmiştir. O
nedenle konut bakımından yapılan açıklamalar, mutatis mutandis işyeri, ahır ve
her türlü altyapı ve sosyal donatılar bakımından geçerli olacaktır.
i)Onurlu bir hayat sürdürme, sosyal devlet ilkesi, Devletin
temel amaç ve görevleri, maddi ve manevi varlığını koruma hakkı, konut hakkı
muvacehesinde barınma hakkı bakımından:
Anayasa’nın Başlangıç bölümünde her Türk vatandaşının onurlu bir
hayat sürdürme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu vurgulanmıştır.
Anayasa’nın 2. maddesinde Devletin nitelikleri arasında ‘‘sosyal devlet’’
sayılmıştır. Anayasa Mahkemesi’nin belirttiği üzere sosyal devlet, ‘‘ insan
haklarına dayanan, kişilerin huzur, refah ve mutluluk içinde yaşamalarını
güvence altına alan, kişi hak ve özgürlükleriyle kamu yararı arasında adil bir denge
kurabilen, çalışma hayatını geliştirmek ve ekonomik önlemler almak suretiyle
çalışanlarını koruyan, onların insan onuruna uygun hayat sürdürmelerini
sağlayan, milli gelirin adalete uygun biçimde dağıtılması için gereken
önlemleri alan, sosyal güvenlik hakkını yaşama geçirebilen, sosyal adaleti ve
toplumsal dengeleri gözeten devlettir. Çağdaş devlet anlayışı sosyal devletin
tüm kurum ve kurallarıyla Anayasa'nın özüne ve ruhuna uygun biçimde kurularak
işletilmesini, bu yolla bireylerin refah, huzur ve mutluluğunun sağlanmasını
gerekli kılar.’’ (Anayasa Mahkemesi’nin 14.07.2016 tarihli ve 2015/105 E.;
2016/133 K. sayılı Kararı). Anayasa’nın 5. maddesinde Devletin temel amaç ve
görevleri arasında ‘‘kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak;
kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle
bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri
kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları
hazırlamaya çalışmak’’ sayılmıştır. Anayasa’nın kişinin dokunulmazlığı, maddi
ve manevi varlığını düzenleyen 17. maddesinin birinci fıkrasına göre herkes,
yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
Anayasa’nın konut hakkını düzenleyen 57. maddesine göre Devlet, şehirlerin
özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut
ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır, ayrıca toplu konut teşebbüslerini
destekler. Ne var ki Anayasa’da barınma hakkı açık bir şekilde
tanımlanmamıştır. Ancak Anayasa’nın Başlangıç bölümü, 2, 5, 17 ve 57. maddeleri
bir kül halinde değerlendirildiğinde; herkesin temel insan hakkı niteliği
bulunan, sosyal devlet ilkesinin icaplarını karşılayacak ve insan onuruna
yaraşır biçimde barınma hakkına sahip olduğu ortaya çıkacaktır. Bu bağlamda;
‘‘En temel insani ihtiyaçlardan biri olarak barınma, insan
onuruna yaraşır biçimde bir yaşamın sürdürülebilmesi için belirli
standartlardan ödün verilmeden karşılanması gereken temel bir insan hakkıdır. …
Sosyal devletin en önemli gereklerinden biri olarak bireylere
insan onuruna yaraşır asgari yaşam standardını sağlamanın kritik araçlarından
biri de barınma/konut hakkıdır. …
Böylece temel bir insani ihtiyaç olarak barınmanın güvencesini
oluşturan konut hakkı, insan haklarının ahlaki esasını teşkil eden insan
onurunu güvence altına alacak yaşamsal tedbirlerden birisidir. …
…
Bu çerçevede vatandaşlarına; insanın temel ihtiyaçlarını
karşılayabilen, onlara güvenli ve sağlıklı bir ortam sunan, insan hayatını ve
vücut bütünlüğünü tehlikeye atmayacak sağlamlıkta ve konumda inşa edilmiş,
insan onuruna yaraşır bir “yeterli konut” sağlama konusunda yükümlülük altında
olan devletlerin, bireylerin sahip oldukları konut haklarını gereği gibi
karşıladıklarının kabulü için “yasal güvenlik”, “hizmet, malzeme, tesis ve
altyapının kullanılırlığı”, “karşılanabilirlik”, “oturulabilirlik”,
“erişilebilirlik”, “iskân yeri” ve “kültürel yeterlilik” ilkelerini asgari
olarak sağlaması gerekmektedir.’’
Barınma hakkı; İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi (Md. 25); Gözden
Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı (Md.31) gibi birçok uluslararası belgeye de konu
olmuştur:
‘‘Bu çerçevede ilk olarak İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin
25. maddesinde “Her şahsın, gerek kendisi gerekse ailesi için, yiyecek, giyim,
mesken, tıbbi bakım, gerekli sosyal hizmetler dâhil olmak üzere sağlığı ve
refahını temin edecek uygun bir hayat seviyesine ve işsizlik, hastalık,
sakatlık, dulluk, ihtiyarlık veya geçim imkânlarından iradesi dışında mahrum
bırakacak diğer hallerde güvenliğe hakkı vardır.” şeklinde düzenlenmiştir.
BM Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin
Uluslararası Sözleşme’nin 5. maddesi ise “Sözleşme’nin 2. maddesinde sayılan
temel yükümlülüklere uygun olarak, Taraf Devletler her şekliyle ırk
ayrımcılığını yasaklamak ve ortadan kaldırmak ve ırk, renk ya da ulusal veya
etnik köken ayrımı yapmaksızın, özellikle aşağıdaki haklardan yararlanmada
herkesin kanun önünde eşitlik hakkını garanti altına almak yükümlülüğünü
üstlenirler.” şeklinde tanzim edilerek aşağıda saydığı haklardan biri olarak
(iii) bendinde mesken edinme hakkını açıkça zikretmiştir.
BM Çocuk Hakları Sözleşmesi, konut hakkından dolaylı olarak
bahsettiği 27. maddesinde “Taraf Devletler, her çocuğun bedensel, zihinsel,
ruhsal, ahlaksal ve toplumsal gelişmesini sağlayacak yeterli bir hayat
seviyesine hakkı olduğunu kabul ederler. Çocuğun gelişmesi için gerekli hayat
şartlarının sağlanması sorumluluğu; sahip oldukları imkânlar ve maligüçleri
çerçevesinde öncelikle çocuğun ana–babasına veya çocuğun bakımını üstlenen
diğer kişilere düşer. Taraf Devletler, ulusal durumlarına göre ve olanakları
ölçüsünde, ana babaya ve çocuğun bakımını üstlenen diğer kişilere, çocuğun bu
hakkının uygulanmasında yardımcı olmak amacıyla gerekli önlemleri alır ve
gereksinim olduğu takdirde özellikle beslenme, giyim ve barınma konularında
maddi yardım ve destek programları uygularlar. Taraf Devletler, Taraf Devlet
ülkesinde veya başka ülkede bulunsun; ana–babası veya çocuğa karşı mali
sorumluluğu bulunan diğer kişiler tarafından, çocuğun bakım giderlerinin
karşılanmasını sağlamak amacıyla her türlü uygun önlemi alırlar. Özellikle
çocuğa karşı mali sorumluluğu olan kişinin, çocuğun ülkesinden başka bir ülkede
yaşaması halinde, Taraf Devletler bu konuya ilişkin uluslararası anlaşmalara
katılmayı veya bu tür anlaşmalar akdinin yanı sıra başkaca uygun düzenlemelerin
yapılmasını teşvik ederler.” düzenlemesine yer vermiştir
BM Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılmasına
Dair Sözleşme’nin 14/2. maddesi şu şekilde tanzim edilmiştir; “Taraf Devletler,
kadın ve erkeklerin eşitliği prensibine dayanarak, kırsal kalkınmaya
katılmalarını ve bundan yararlanmalarını sağlamak için kırsal kesimdeki
kadınlara karşı ayrımı ortadan kaldıran tüm uygun önlemleri alacaklar ve özellikle
kırsal kesim kadınlarına aşağıdaki hakları sağlayacaklardır.” Söz konusu haklar
kapsamında (h) bendinde özellikle konut, sağlık, elektrik ve su temini,
ulaştırma ve haberleşme konularında yeterli yaşam standartlarından yararlanma
haklarının sağlanmasının gerektiği ifade edilmiştir.
BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’nin 11.
maddesi ise şu düzenlemeyi içermektedir: “Bu Sözleşmeye Taraf Devletler,
herkese, kendisi ve ailesi için beslenme, giyim ve konut dâhil, yeterli bir
yaşam düzeyi ve yaşama koşullarını sürekli olarak geliştirme hakkı tanır. Taraf
Devletler, özgür isteğe dayalı uluslararası işbirliğinin bu alandaki temel
önemini tanıyarak bu hakkın gerçekleştirilmesini sağlama yolunda gerekli
girişimlerde bulunur.”
BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Sözleşme’nin
Uygulanmasına İlişkin Limburg İlkeleri’nde konuya ilişkin şu hususlar
belirtilmiştir; “Sözleşme’ye uyumu izleyen tüm organlar, Taraf Devletlerin
Sözleşme’ye uyup uymadığını değerlendirirken, ayrımcılık yasağı ve kanun önünde
eşitlik ilkelerine özel önem vermelidirler. (A/13) Hakların tam olarak
kullanılmasını aşamalı olarak sağlama yükümlülüğü, Taraf Devletlerin, hakları
hayata geçirmek üzere mümkün olan en hızlı şekilde harekete geçmelerini
gerektirir. (m. 2/1)
Kaynakların yetersizliği veya başka nedenlerle ekonomik, sosyal
ve kültürel haklardan eşitsiz yararlanma sonucunda ortaya çıkan fiili
ayrımcılık, mümkün olan en hızlı şekilde sona erdirilmelidir. (m. 2/2)”
BM Yeterli Konut Hakkı Özel Raportörü Balakrishnan Rajagopal
tarafından yayımlanan Konut Ayrımcılığı ve Mekânsal Ayrışma Raporu’nda (2021)
ise konuya ilişkin yapılan değerlendirmede Taraf Devlet yükümlükleri konusunda
şu hususlar ifade edilmiştir;
“a) Kadınlar, çocuklar, engelliler, göçmenler, ülke içinde yerinden
edilenler ve mülteciler, evsizler, etnik ve dini azınlık grupları dâhil olmak
üzere tüm korunmasız grupları kapsayan ve yeterli konut hakkı ile ilgili her
türlü ayrımcılığı yasaklayan bir yasal mevzuatın kabul edilerek, kamu ve özel
konut ve kredi sağlayıcılar tarafından uygulanmasını sağlamak,
b) Bölgesel ve ulusal düzeyde konut ayrımcılığına ilişkin
bireysel ve toplu şikâyetleri araştırma yetkisine sahip, erişilebilir ve
yeterli kaynaklara sahip yargı dışı mekanizmalar (eşitlik kurumları,
ombudsmanlık kurumları, barınma hakları büroları vb.) oluşturarak,
“istatistiksel analiz, anketler ve diğer yollarla konutla ilgili ayrımcılığı
izlemek, konut ayrımcılığını bertaraf etmek için önerilerde bulunmak ve konut
ayrımcılığına maruz kalanlara yasal tavsiye ve etkili çözümler sunmak” ,
c) Yaş, cinsiyet, gelir, engellilik, etnik köken, din, milliyet,
azınlık olma hali, yerinden edilme durumu, mültecilik statüsü ve ikamet
durumunu ortaya koyan konut ayrımcılığına ilişkin kiracılık ve ev sahipliği
durumlarını gösteren ayrıştırılmış verileri düzenli olarak toplamak ve
yayınlamak.”
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2. maddesi “Herkesin yaşam
hakkı yasayla korunur.” düzenlemesine sahipken, 5. maddesi “Herkes özel ve aile
hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.”
şeklinde düzenlenmiştir. Sözleşme’nin 14. maddesi ise “Bu Sözleşme’de tanınan
hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya
diğer kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet,
servet, doğum başta olmak üzere herhangi başka bir duruma dayalı hiçbir
ayrımcılık gözetilmeksizin sağlanmalıdır.” hükmünü haizdir.49 1952yılında
Sözleşme’ye Ek Protokol 1 ile birlikte, devletlerin “hiç kimsenin”
“mülkiyetinden yoksun bırakılmaması” için önlemler alması gerektiği
vurgulanmıştır.
1996 tarihli Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı’nın 31.
maddesi ise konuya ilişkin şu düzenlemeyi ihtiva etmektedir; “Herkes konut
edinme hakkına sahiptir.” Avrupa Parlamentosu’nun (AB) herkesin nezih ve ödenebilir
barınmaya erişimi üzerine 2021 tarihli 2019/2187 (INI) no’lu çözüm önerisinde
ise konuya ilişkin şu açıklama yapılmıştır; “Barınma hakkının çerçevesini,
sosyal sorunlarla iklim krizinin yarattığı eşitsizliklerle ilişkilendirerek
genişletmiştir. Herkesin temiz ve içilebilir suya, yeterli ve hijyenik altyapı
sistemine erişebilirliği ve konut içi kullanım kolaylığı, sürdürülebilir
(ödenebilir ve güvenli) enerji kullanım olanaklarına eşit erişim meselesi ile
birlikte ele alınmıştır. (1. par.) “Bu çerçevede kiracıların korunmasını
sağlayacak düzenlemelerin (vergi indirimleri, evden çıkarmalara karşı korunma,
ayrımcılığın önlenmesi, yoksulluğa ve pandemi ile artan işsizliğe karşı sosyal
konut ya da kira destekleri ve diğer sosyal hizmetlerin sunumu gibi) özellikle
kırılgan grupların evsizlik riskiyle karşılaşmasını önlemeyi hedefleyecek
biçimde genişletilmesi gerekliliği vurgulanmıştır (17. ve 18. par.).”
Avrupa Konseyi’nin 5 No’lu 2009 tarihli barınma hakkının
uygulanması üzerine yayımladığı önerisinde, konut hakkına dair Avrupa
standartları şu şekildedir: “1) konuta erişim için sözleşmelerde düzenleme
yapılması, yeterli konutun bulunması ve sosyal konutların sunumu, 2) yeterli
konutun güvenlik, sağlık ve sosyal hizmetler ile temel altyapı hizmetlerine erişimi
sağlayacak, kişilerin kültürel yapılarını yok saymayan, yaşanabilir bir yaşam
alanı olarak sunumu, 3) evsizliğe karşı koruyucu önlemlerin ve var olan
evsizlik koşullarının giderilmesi konusundaki önlemlerin alınması, 4)
konutların ödenebilir olması için konut sahiplerini destekleyen düşük ücretli
konutların sunumu ve konut harcamaları için destek hizmetlerinin
geliştirilmesi.”
1976, 1996 ve 2016 yıllarında BM tarafından düzenlenen İnsan
Yerleşimleri Konferansları, diğer adıyla Habitat Konferanslarında da yeterli
bir konuta sahip olmanın temel bir insan hakkı olduğu hususu vurgulanmıştır.54
BM Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi’nin Ekonomik, Sosyal ve Kültürel
Haklar Sözleşmesi’nin 11. maddesine ait 4 ve 7 numaralı Genel Yorumları da
konuya ilişkin olarak belirtilmesi gereken diğer önemli metinler olarak
karşımıza çıkmaktadır.’’
Anayasa Mahkemesi de bir bireysel başvuru kararında barınmanın
bireyin en temel ihtiyaçlarından biri olduğunu ve barınma imkanından yoksun
kalmanın bireyin maddi ve manevi varlığı üzerinde ciddi etki oluşturacağına
vurgu yapmıştır (Anayasa Mahkemesi’nin 12.12.2019 tarihli ve 2016/10454 Başvuru
No’lu Emine Göksel Kararı):
‘‘10. Aile konutu üzerindeki haczin kaldırılması istemiyle
yaptığı şikâyeti aktif dava ehliyeti bulunmadığı gerekçesiyle reddedilen
başvurucunun adil yargılanma hakkı ile aile hayatına saygı hakkını ihlal
ettiğini ileri sürdüğü somut başvuruda ise, Mahkememiz çoğunluğunca, 2004
sayılı Kanun'un 82. maddesinin birinci fıkrasının (12) numaralı bendinde öngörülen
borçlunun hâline münasip evinin haczedilemeyeceği kuralıyla, borçlunun
kullanımında olan evin haczedilmesinin barınma hakkı üzerindeki etkisi ile
alacaklının mülkiyet hakkı arasında bir dengelenme yapıldığı, sonuç olarak da
borçlunun sosyal ve ekonomik durumuna uygun olduğu tespit edilen mesken ile
ilgili bir koruma sağlanarak barınma hakkına üstünlük tanındığı, böyle
yapılmakla barınmanın bireyin en temel ihtiyaçlarından biri olduğunun
gözetildiği ve barınma imkânından yoksun kalmanın borçlunun maddi ve manevi
varlığı üzerinde oluşturacağı ciddi etkinin dikkate alındığı; hacze konu
meskenin aynı zamanda aile konutu niteliğinde olması hâlinde borçlu ile
alacaklının farklı menfaatlerinin dengelenmesinde artık Anayasa'nın 20. ve 41.
maddelerinde öngörülen aile hayatına saygı hakkına yönelik güvencelerin de
devreye girdiği, bu durumda da hacze konu olan evin borçlunun hâline münasip
olup olmadığı değerlendirilirken bunun aynı zamanda bir aile konutu olduğu
hususunun da göz önünde bulundurulmasını zorunlu kıldığı, dolayısıyla
haczedilen evin aile konutu olduğu hâllerde hâle münasip ev kavramının sadece
borçlunun değil, borçlunun ve ailesinin sosyal ve ekonomik durumuna uygun olan
konut biçiminde anlaşılması gerektiği; Anayasa'nın 20. ve 41. maddelerinin aile
konutuyla ilgili olarak devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerin mülkiyet
hakkından bağımsız olduğu, aile konutundan kaynaklanan anayasal güvencelerin
ihlalinin tespiti, durdurulması ve giderilmesi amacıyla oluşturulacak
mekanizmalara başvuru imkânının sadece konuta malik olan eş tarafından değil
bazı durumlarda malik olmayan eş tarafından da kullanılabilmesi gerektiği, bu
bağlamda aile konutunun haczedilmesine karşı borçlunun eşinin de yargı yoluna
gitmekte hukuki yararının olduğu; aile konutu güvencesinden kaynaklanan
haklarını ileri sürebilme ve bunları yargı mercilerinde tartıştırabilme
imkânına sahip olması icap ettiği, aksi takdirde ailenin yaşamını sürdürdüğü
konutun aile konutu güvencesinden yararlanmasının hiçbir anlamının kalmayacağı
gerekçeleriyle başvurucunun Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan
aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir.’’
Ancak kanun koyucu, iptali talep edilen ibare nedeniyle
Anayasa’nın Başlangıç bölümü, 2, 5, 17 ve 57. maddelerinin somut bir görünümü
olan barınma hakkı bakımından Devlete yüklenen yükümlülüğü yerine
getirememektedir. Başka bir anlatımla afetzedelere borçlandırmaları yapılmak
kaydıyla konut, işyeri, ahır ve her türlü altyapı ve sosyal donatıların inşası
veya kredi desteği sağlanacaktır. İnşa ve kredi desteği sağlanmasını,
borçlandırma kaydına bağlamak; insan onuruna yaraşır biçimde maddi ve manevi
varlığını koruyup geliştirme hakkını ihlal ettiği kadar; Devletin temel amaç ve
görevleri ile ‘‘sosyal’’ niteliğinin gereklerine de aykırıdır. Zira Devlet,
Anayasa’nın Başlangıç bölümü, 2, 5, 17 ve 57. maddeleri karşısında;
afetzedelerin barınma hakkını karşılıksız olarak temin etmelidir. Ancak Devlet,
afeti önlemeye ve riski yönetilebilir kılmaya yönelik tedbirleri almamış;
olağan dönemde fay hattına yakın bölgeleri imara açmış ve denetim yükümlülüğünü
tam manasıyla yerine getirmemiş olduğundan; 06.02.2023 tarihinde çok büyük
yıkımlara maruz kalınmıştır. Dezavantajlı konuma gelen afetzedelerin bir de
borçlandırılması, bu kimseleri tamamen korumasız bırakmakta ve
yoksullaştırmaktadır. Elbette depremin şiddeti oldukça yüksektir; ancak dünya
standartlarında gelişen teknolojinin kullanımıyla şiddetli bir depremin
etkileri en aza indirilebilirdi.
Bu noktada belirtmek gerekir ki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi,
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. maddesinin bir konut sağlanması hakkı
tanımadığını hüküm altına almıştır (Ward /Birleşik Krallık (kar.); Codona
/Birleşik Krallık (kar.)). (‘‘352. madde 8, bir kişiye ev sağlanmasına yönelik
bir hak tanıyan (Chapman /Birleşik Krallık [BD], § 99) veya belli bir yerde
yaşama hakkı veren bir şekilde yorumlanamaz (Garib /Hollanda [BD], § 141’’). Ancak
eldeki dava konusunda afetzedelere sıfırdan konut verilmesi söz konusu
değildir. Afetzedelerin konut, işyeri, ahır ve her türlü altyapı ve sosyal
donatıları, 06.02.2023 tarihinde meydana gelen dehşet deprem neticesinde
yıkılmıştır. Söz konusu büyük yıkımın asıl sebebi, Devletin denetleme
yükümlülüğünü gereği gibi yerine getirmemesinden kaynaklanmaktadır. O halde
Devlet, kendi ihmali davranışı nedeniyle meydana gelen zararı gidermek için söz
konusu konut, işyeri, ahır ve her türlü altyapı ve sosyal donatıların inşasını
ve kredi desteği sağlayacaktır. Burada bahse konu olan, afetzedelere en baştan
tanınan konut hakkı değil; Devletin ihmalinden doğan maddi kaybın telafi
edilmesine yönelik tanınan konut hakkıdır. Başka bir anlatımla Devlet,
afetzedelerin yıkılan konut, işyeri, ahır ve her türlü altyapı ve sosyal
donatıları bakımından gerekli denetimleri zamanında yapmamak suretiyle konut
hakkını ihlal etmiştir ve depremden sonra yıkılmasına neden olduğu konut,
işyeri, ahır ve her türlü altyapı ve sosyal donatıların karşılıksız olarak
yeniden inşasını ve kredi desteği verilmesini sağlamalıdır; diğer bir deyişle yıkılan
konut, işyeri, ahır ve her türlü altyapı ve sosyal donatıları bakımından ihlal
ettiği bu hakkı, afetzedelere borçlandırılmaksızın vermek suretiyle yeniden
tesis etmelidir. Zira somut olayda Devlet, konut hakkının korunması için
gerekli tedbirleri almamıştır (denetim yükümlülüğünü yerine getirmemiştir).
Bu nedenlerle iptali talep edilen ibare, Anayasa’nın Başlangıç
bölümüne, 2, 5, 17 ve 57. maddelerine aykırıdır.
ii)Devletin iktisadi ve sosyal ödevlerinin sınırları bakımından:
Anayasa’nın 65. maddesine göre Devlet, sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasa ile
belirlenen görevlerini, bu görevlerin amaçlarına uygun öncelikleri gözeterek
mali kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getirir. Konut hakkı da
Anayasa’nın ikinci kısmının ‘‘Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler’’ kenar
başlıklı üçüncü bölümünde yer alması itibariyle; anılan madde 65’in kapsama
alanında kalmaktadır.
Yine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre Devletlerin konut
hakkı bakımından öngörülen yükümlülükler bağlamında takdir hakkı bulunmaktadır:
‘‘3. Takdir yetkisi 351. Bu alanda söz konusu meselelerin çok
sayıda yerel etkene bağlı olabilmesi ve şehir seçimi ve ülke planlama
politikalarına ilişkin olabilmesi bakımından, Âkit Devletler prensipte geniş
bir takdir yetkisine sahiptir (Noack ve Diğerleri /Almanya (kar)). Ancak
Mahkeme’nin bariz bir takdir hatası yapılmış olduğu sonucuna varması da
mümkündür (Chapman /Birleşik Krallık [BD], § 92). Bu seçimlerin uygulanması,
bir kimsenin konutuna saygı hakkını çiğneyebilir, ama bazı koşulların sağlandığı
ve ilave tedbirlerin uygulandığı durumda, Sözleşme kapsamında bir sorun
doğurmaz (Noack ve Diğerleri /Almanya (kar.)). Ancak söz konusu hak, bireyin
mahrem veya temel haklarından etkili şekilde faydalanması için vazgeçilmez ise,
takdir yetkisi daha dar olacaktır (Connors /Birleşik Krallık, § 82).’’
Anayasa Mahkemesi de bir kararında Anayasa’nın 57 ve 65.
maddeleri arasındaki ilişkiyi şu biçimde ortaya koymaktadır (Anayasa
Mahkemesi’nin 27.02.2014 tarihli ve 2012/87E.; 2014/41 K. sayılı Kararı):
‘‘Konut hakkı, Anayasa’nın ikinci kısmının “Sosyal Haklar ve
Ödevler” başlığını taşıyan üçüncü bölümünün 57. maddesinde düzenlenmiştir.
Anayasa’nın 65 maddesi uyarınca, Devlet, sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasa
ile belirlenen görevlerini, bu görevlerin amaçlarına uygun öncelikleri
gözeterek mali kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getirecek olup
Devletin fark gözetmeksizin herkese konut sağlama yükümlülüğü
bulunmamaktadır.’’
Başka bir anlatımla Anayasa’nın 65. maddesi; Anayasa’nın 2 ve 5.
maddelerinde nitelendirilen sosyal Devletin, anayasal temel hak ve özgürlüklere
ilişkin (bilhassa pozitif) yükümlülüğünü yerine getirirken esas alacağı mali
ölçüttür. Bu hüküm, ‘‘işin mahiyetinin gerektirdiği bir düzenlemedir; çünkü
aksi halde, devletin hareketsizliği ya da yeterince sosyal katkı sağlayamaması,
sürekli anayasa ihlâli iddialarıyla karşılaşmak gibi bir rahatsızlık doğurur.
Fakat böyle bir hüküm sosyal ödevlerini savsaklayan devlet organlarını ve
iktidarlar için de bir mazeret ya da sığınak oluşturabilir.’’ O halde
afetzedelerin borçlandırılması için mali kaynakların yetersizliği mazeretinin
serdedilmesi, ‘‘sosyal ödevlerini savsaklayan devlet organlarını ve iktidarlar
için bir sığınaktır’’.
Öyle ki, Anayasa’nın 65. maddesi açık şekilde “Devlet, sosyal ve
ekonomik alanlarda Anayasa ile belirlenen görevlerini, bu görevlerin amaçlarına
uygun öncelikleri gözeterek malî kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine
getirir” hükmünü öngörmektedir. Güçsüzlerin koruyucusu olan sosyal devlet,
sosyal ve ekonomik alanlarda (afetzedelere konut hakkının temin edilmesi gibi)
Anayasa ile belirlenen görevini ifa ederken; ilk merhalede ‘‘mali kaynakların
yetersizliği’’ mazeretini ileri sürememelidir. Aksi bir tutumda siyasi iktidar,
mali kaynakların (kendisinin öngörülebilir şekilde sebebiyet verdiği)
yetersizliğini her seferinde sosyal devletin inkarı gerekçesi olarak öne
sürebilecek ve Anayasa’nın 2, 5 ve 65. maddeleri, bu açıdan uygulaması olmayan,
etkisiz normlara indirgenebilecektir.
Başka bir anlatımla burada aslonan, kamunun mali kayaklarının
öncelikle hangi alan için sarf edileceği meselesidir. Burada, afetzedeler için
ayrıcalıklı bir durum söz konusudur. Onların ihtiyaçlarını karşılayabilmek
adına çeşitli yardımlar toplanmış, bazı vergi türleri tekrar salınmış , net
borç kullanım tutarının üç katı olarak uygulanması öngörülmüş , ek bütçe
mahiyetinde düzenlemeler yapılmıştır. O halde mali kaynakların yetersizliği
nedeniyle borçlandırılma yapılması, meşru ve haklı bir gerekçe olmaktan oldukça
uzaktadır. Aksine çeşitli düzenlemeler ve uygulamalarla sağlanan nakdi birikim;
afetzedelere konut, işyeri, ahır ve her türlü altyapı ve sosyal donatıların
inşası ve kredi desteği sağlanmasının karşılıksız yapılması bakımından mali
kaynakları yeterli kılmaktadır. Bu nedenlerle iptali talep edilen ibare,
borçlanma yapılması yüzünden yeterli mali kaynakların kullanılamaması sonucunu
doğurduğundan; Anayasa’nın 2, 5 ve 65. maddelerine aykırıdır.
iii)Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılma ilkeleri ve
güvence ölçütleri ile mülkiyet hakkı bakımından: İptali talep edilen ibarenin
yer aldığı cümleye konu konut, işyeri, ahır ve her türlü altyapı ve sosyal
donatı; mülkiyet hakkının konusu kapsamında kalmaktadır. Nitekim anılan geçici
27. maddenin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde bulunan ‘‘hak sahibi olmak’’
ibaresi de bu duruma delalet etmektedir.
Yine konut hakkı, çoğu noktada mülkiyet hakkı ile iç içe geçmiş
durumdadır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de çeşitli kararlarında
anılan kararların kümülatif biçimde bir somut uyuşmazlıkta bulunabileceğine
delalet etmiştir:
‘‘f. 1 No.lu Protokol’ün 1. Maddesi (mülkiyetin korunması)
55. 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesi uyarınca “konut” ve
“mülkiyet” kavramları arasında dikkate değer bir örtüşme olabilir, ancak
“konut”un varlığı gerçek bir mülkiyet açısından bir hakkın ya da menfaatin
varlığına bağlı değildir (Surugiu /Romanya, § 63). Bir kişi, mülküyle Madde 8
bağlamında “konutu” teşkil etmesine yetecek ölçüde bağlantısı olmaksızın, 1
No.lu Protokol’ün 1. maddesi bakımından belli bir bina ya da arazi üzerinde bir
mülkiyet hakkına sahip olabilir (Khamidov /Rusya, § 128).
56. madde 8 altında güvenceye alınan, bireyin kişilik, kendi
kaderini tayin etme ve fiziksel ve zihinsel bütünlük haklarının kritik önemi
uyarınca, barındırma meselelerinde Devletlere tanınan takdir yetkisi Madde 8’de
tanınan haklar yönünden 1 No.lu Protokol’ün 1. Maddesinde tanınan haklara
kıyasla daha dardır (Gladysheva /Rusya, § 93). Madde 8 ihlali teşkil eden bazı
tedbirler 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesi ihlali bulunması sonucunu
doğurmayabilir (Ivanova ve Cherkezov /Bulgaristan, §§ 62-76). Ivanova ve
Cherkezov /Bulgaristan’daki karar, iki Madde tarafından korunan menfaatler
arasındaki farkı ve dolayısıyla maddelerin sağladıkları korumanın farklı
kapsamını, özellikle de orantılılık gereklerinin belli bir davanın şartlarına
uygulanması bakımından vurgulamaktadır (§ 74).
57. Bir Madde 8 ihlali, 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesi ihlali
bulunmasından kaynaklanabilir (Doğan ve Diğerleri /Türkiye [BD], § 159;
Chiragov ve Diğerleri /Ermenistan [BD], § 207; Sargsyan /Azerbaycan [BD], §§
259-260) ve Mahkeme ayrıca bu iki Maddeden birinin ihlaline de karar verebilir
(Kıbrıs /Türkiye [BD], §§ 175 ve 189; Khamidov /Rusya, §§ 139 ve 146; Rousk
/İsveç, §§ 126 ve 142; Kolyadenko ve Diğerleri /Rusya, § 217). Yine Mahkeme bu
iki şikâyetten biri hakkında karar vermeye gerek görmeyebilir (Öneryıldız
/Türkiye [BD], § 160; Surugiu /Romanya, § 75).
58. Ancak, konuttan istifadeyi etkileyen bazı tedbirlerin,
özellikle de standart kamulaştırma davalarında, 1 No.lu Protokol’ün 1.
maddesine göre incelenmesi gerekir (Mehmet Salih ve Abdülsamet Çakmak /Türkiye,
§ 22; Mutlu /Türkiye, § 23).’’
Buna ilave olarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Ek 1 No’lu
Protokolü’nün 1. maddesinde ve Anayasa’nın 35. maddesinde temelini bulan
mülkiyet hakkı; sahibine mülkiyetine müdahale edilmeksizin yararlanma,
mülkiyetten yoksun bırakılmama, mülkiyetinin kullanımının kontrol edilmemesi
imkanı sağlar. Bununla birlikte mülkiyet hakkı; bir kimsenin, başkasının hakkına
zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara da uymak koşulu ile bir şey
üzerinde dilediği biçimde kullanma, ürünlerinden yararlanma, tasarruf etme
(başkasına devretme, biçimini değiştirme, harcama ve tüketme, hatta yok etme)
şeklinde tanımlanmaktadır (Anayasa Mahkemesi’nin 21.06.1989 tarihli ve 1988/ 34
E., 1989/26 K. sayılı Kararı).
O halde afetzedelerin yıkık veya ağır hasarlı konut, işyeri,
ahır ve her türlü altyapı ve sosyal donatıların inşasını (ve buna ilişkin kredi
desteği sağlanmasını), Anayasa’nın mülkiyet hakkı bağlamında ele almak
gerekmektedir. Açıklandığı üzere mülkiyet hakkı, Devlete birtakım yükümlülükler
yüklemektedir. Şöyle ki mülkiyet hakkının muhafazasını teminen Devlet, mülkün
inşa edileceği yerin imar mevzuatına uygun olup olmadığını, o mülkün depreme
dayanıklı olup olmadığını denetlemekle mükelleftir. Söz gelimi bu yükümlülüğün
ifa edilmesi için 09.05.2012 tarihli ve 6305 sayılı Afet Sigortaları Kanunu ile
zorunlu deprem sigortasına tabi yapılar belirlenmiştir. Ancak deprem bölgesinde
Devletin söz konusu denetim / kolluk görevi gereği gibi ifa edilmediğinden;
konut, işyeri, ahır ve her türlü altyapı ve sosyal donatı üzerinde mülkiyet
hakkı sahiplerinin mülkiyet haklarının özü ortadan kalkmış diğer bir ifade ile
bu yapılar, yıkılmış yahut ağır hasar görmüştür. Sosyal bir devlette bu
zararın, nakdi yahut aynı olarak tazmini gerekirken (ivazsız biçimde inşa ya da
kredi desteği sağlanması); kanun koyucu, borçlandırma yoluna giderek;
Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan sınırlandırmanın sınırlarının aksine;
demokratik bir toplumda olmayacak biçimde mülkiyet hakkının özüne dokunmuş;
başkasından kaynaklanan hatayı, zaten dezavantajlı konumdaki hak sahibinin
sırtına yüklemiştir. Bu nedenlerle iptali talep edilen ibare, Anayasa’nın 13 ve
35. maddelerine aykırıdır.
iv) Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılma ilkeleri ve
güvence ölçütleri ile teşebbüs hürriyeti bakımından: Anayasa’nın 48. maddesinin
ikinci fıkrası uyarınca Devlet, özel teşebbüslerin milli ekonominin gereklerine
ve sosyal amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını
sağlayacak tedbirleri alır. O halde özel teşebbüs statüsünde bulunan işyeri
(ahır ve her türlü altyapı ve sosyal donatı) sahiplerine bunların inşası veya
kredi desteği sağlanması için kanunlaştırılan anılan ikinci fıkranın birinci
cümlesini, Devletin Anayasa’nın anılan hükmü bağlamındaki tedbir alma
yükümlülüğü kapsamında değerlendirmek mümkündür. Nitekim Anayasa Mahkemesi’ne
göre de Devletin, ‘‘özel teşebbüsün gelişmesini sağlamaya dönük ekonomik ve
sosyal politikalar uygulama ve özel teşebbüse güvenli çalışma ortamı sağlamak
için önlemler alma yetkisi de bulunmaktadır’’ (Anayasa Mahkemesi’nin 25.02.2010
tarihli ve 2007/65 E.; 2010/43 K. sayılı Kararı). Ancak kanun koyucu, (özel
teşebbüs statüsünde bulunan) işyeri (ahır ve her türlü altyapı ve sosyal
donatı) sahiplerinin bu yapılarının inşası (veya kredi desteği sağlanması) için
borçlanma şartı öngörmüştür. Bu itibarla kanun koyucu, bazı sektörlerde
borçlanamayan özel teşebbüsler bakımından çalışma ortamının güvensiz ve
belirsiz hale gelmesine dahası çalışma ortamının hiç hazırlanamamasına yol
açmaktadır. Söz konusu durumda, ancak ekonomik yeterliliğe sahip işyeri (ahır
ve her türlü altyapı ve sosyal donatı) sahipleri, borçlanabilecek; teşebbüs
hürriyetlerini kullanabilecek ve fakat ekonomik yeterliliğe sahip olmayan
işyeri (ahır ve her türlü altyapı ve sosyal donatı) sahipleri, borçlanamayacak;
teşebbüs hürriyetlerini kullanamayacaktır. Bu ise Devletin sosyal niteliğine ve
demokratik toplumun gereklerine uygun düşmez. Zira Devlet zarar görmüş tüm özel
teşebbüsler bakımından teşebbüs hürriyetinin kullanılmasına elverişli ortamı
hazırlamalıdır. Kanun koyucu, zarar görmüş özel teşebbüsün teşebbüs hürriyetini
tekrar kullanabilmesi için onun ekonomik yeterliliğini kıstas olarak belirlemek
suretiyle; Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan sınırlandırmanın sınırlarının
aksine; anılan hürriyetin özüne dokunmuştur. Bu nedenle anılan ibare,
Anayasa’nın 13 ve 48. maddelerine aykırıdır.
v)Uluslararası anlaşmaların iç hukuka etkisi bakımından:
Anayasa’nın 90. maddesine göre temel hak ve özgürlüklere ilişkin usulüne göre
yürürlüğe konmuş uluslararası anlaşmalar, (kanunlara nazaran hakkı koruyucu,
kullanımını genişletici hükümler barındırması kaydıyla) normlar hiyerarşisinde
kanunun üstündedir. İptali talep edilen ibare, Anayasa hükümleriyle benzer
hükümler içeren yaşama (maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme) ile
barınma hakkına ilişkin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2 ve 8.
maddelerini, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 3 ve 25. maddelerini,
Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı’nın 31. maddesini; Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin Ek 1 No’lu Protokolü’nün mülkiyet hakkına ilişkin 1. maddesini
de ihlal ettiğinden Anayasa’nın 90. maddesine de aykırıdır.
Tüm bu nedenlerle 7456 sayılı Kanun’un 3. maddesiyle 15.05.1959
tarihli ve 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısiyle Alınacak
Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun’a eklenen geçici madde 27’nin
ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan ‘‘borçlandırmaları’’ ibaresi,
Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 2, 5, 13, 17, 35, 48, 57, 65 ve 90. maddelerine
aykırıdır; anılan ibarenin iptali gerekir.
2) 14.07.2023 tarihli ve 7456 sayılı 06.02.2023 Tarihinde
Meydana Gelen Depremlerin Yol Açtığı Ekonomik Kayıpların Telafisi İçin Ek
Motorlu Taşıtlar Vergisi İhdası ile Bazı Kanunlarda ve 375 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 10. maddesiyle
12.04.2000 tarihli ve 4562 sayılı Organize Sanayi Bölgeleri Kanunu’na eklenen
geçici 17. maddenin altıncı fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan
‘‘borçlandırılarak’’ ibaresi ile yedinci fıkrasında yer alan
‘‘borçlandırılmak’’ ibaresinin Anayasa’ya aykırılığı
7456 sayılı Kanun’un 10. maddesiyle 12.04.2000 tarihli ve 4562
sayılı Organize Sanayi Bölgeleri Kanunu’na geçici 17. madde eklenmiştir. Anılan
geçici 17. madde, 06.02.2023 tarihinde meydana gelen dehşet depremler nedeniyle
genel hayata etkili afet bölgesi olarak kabul edilen yerlerde sanayi özelinde
yaşanılan yıkımların onarılmasına yöneliktir. Bu kapsamda söz konusu geçici
maddenin;
-altıncı fıkrasının birinci cümlesine göre belirlenen sanayi
alanlarında altyapı ve üstyapı dahil yeni işyerlerinin her türlü inşaatını
yapmaya veya yaptırmaya, arsa paylarını belirlemeye, cins değişikliği yapmaya,
kat irtifakı, kat mülkiyeti kurmaya Bakanlık yetkilidir; söz konusu altıncı
fıkranın ikinci cümlesine göre inşası tamamlanan sanayi işyerleri, Bakanlıkça
belirlenen talep sahiplerine borçlandırılarak verilecektir,
-yedinci fıkrasına göre malikleri tarafından bölgenin afet
bölgesi ilan edilmesine dair kararın yayımından itibaren bir yıl içerisinde
talep edilmesi halinde, 06.02.2023 tarihinde meydana gelen depremler nedeniyle
yıkılan veya kullanılamayacak kadar hasarlı durumda olan sanayi işyerlerinin
borçlandırılmak suretiyle, yerinde yeniden inşası veya güçlendirilmesi
Bakanlıkça yapılabilecek / yaptırılabilecektir.
Ancak altıncı fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan iptali
talep edilen ibare bakımından altıncı fıkraya konu yeni sanayi işyerlerinin
talep sahiplerine verilmesi için ve yedinci fıkrasında yer alan iptali talep
edilen ibare bakımından yedinci fıkraya konu yıkılan veya kullanılamayacak
kadar hasarlı durumda olan sanayi işlerinin yerinde yeniden inşası veya
güçlendirilmesi için afetzedelerin borçlandırılması kaydının aranması,
Anayasa’ya aykırıdır.
Öncelikle belirtmek gerekir ki borçlandırma konusu, iptali talep
edilen ibarelerin yer aldığı cümlelere göre ‘‘sanayi işyeri’’dir. Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi, konut kapsamını geniş yorumlamakta ve işyerini dahil
etmektedir:
‘‘343. Bu kavram, bir bireyin işyerlerini de kapsar, örneğin bir
meslek sahibinin ofisi (Buck /Almanya, § 31; Niemietz /Almanya, §§ 29-31), bir
gazetenin ofisi (Saint-Paul Lüksemburg S.A. /Lüksemburg, § 37), bir noterin
ofisi (Popovi /Bulgaristan, § 103), veya bir üniversite profesörünün ofisi
(Steeg /Almanya (kar.)). Ayrıca kayıtlı merkez ofisine ve bir şirketin
şubelerine veya diğer işyerlerine de uygulanır (Société Colas Est ve Diğerleri
/Fransa, § 41; Kent Pharmaceuticals Limited ve Diğerleri /Birleşik Krallık
(kar.)).’’
Yine Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu, ‘‘tesis ve
altyapının kullanılırlığı”nı konut hakkı bağlamında değerlendirmiştir. O
nedenle konut bakımından yapılan açıklamalar, mutatis mutandis işyeri
bakımından geçerli olacaktır.
i)Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılma ilkeleri ve güvence
ölçütleri ile mülkiyet hakkı bakımından: İptali talep edilen ibarelerin yer
aldığı cümlelere konu sanayi işyerleri; mülkiyet hakkının konusu kapsamında
kalmaktadır. Nitekim anılan geçici 17. maddenin altıncı fıkrasının ikinci
cümlesinde bulunan ‘‘talep sahiplerine’’ ibaresi ile yedinci fıkrasında bulunan
‘‘malikleri’’ ibaresi de bu duruma delalet etmektedir.
Yine konut hakkı, çoğu noktada mülkiyet hakkı ile iç içe geçmiş
durumdadır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de çeşitli kararlarında
anılan kararların kümülatif biçimde bir somut uyuşmazlıkta bulunabileceğine
delalet etmiştir:
‘‘f. 1 No.lu Protokol’ün 1. Maddesi (mülkiyetin korunması)
55. 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesi uyarınca “konut” ve
“mülkiyet” kavramları arasında dikkate değer bir örtüşme olabilir, ancak
“konut”un varlığı gerçek bir mülkiyet açısından bir hakkın ya da menfaatin
varlığına bağlı değildir (Surugiu /Romanya, § 63). Bir kişi, mülküyle Madde 8
bağlamında “konutu” teşkil etmesine yetecek ölçüde bağlantısı olmaksızın, 1
No.lu Protokol’ün 1. maddesi bakımından belli bir bina ya da arazi üzerinde bir
mülkiyet hakkına sahip olabilir (Khamidov /Rusya, § 128).
56. madde 8 altında güvenceye alınan, bireyin kişilik, kendi
kaderini tayin etme ve fiziksel ve zihinsel bütünlük haklarının kritik önemi
uyarınca, barındırma meselelerinde Devletlere tanınan takdir yetkisi Madde 8’de
tanınan haklar yönünden 1 No.lu Protokol’ün 1. Maddesinde tanınan haklara
kıyasla daha dardır (Gladysheva /Rusya, § 93). Madde 8 ihlali teşkil eden bazı
tedbirler 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesi ihlali bulunması sonucunu
doğurmayabilir (Ivanova ve Cherkezov /Bulgaristan, §§ 62-76). Ivanova ve
Cherkezov /Bulgaristan’daki karar, iki Madde tarafından korunan menfaatler
arasındaki farkı ve dolayısıyla maddelerin sağladıkları korumanın farklı
kapsamını, özellikle de orantılılık gereklerinin belli bir davanın şartlarına
uygulanması bakımından vurgulamaktadır (§ 74).
57. Bir Madde 8 ihlali, 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesi ihlali
bulunmasından kaynaklanabilir (Doğan ve Diğerleri /Türkiye [BD], § 159;
Chiragov ve Diğerleri /Ermenistan [BD], § 207; Sargsyan /Azerbaycan [BD], §§
259-260) ve Mahkeme ayrıca bu iki Maddeden birinin ihlaline de karar verebilir
(Kıbrıs /Türkiye [BD], §§ 175 ve 189; Khamidov /Rusya, §§ 139 ve 146; Rousk
/İsveç, §§ 126 ve 142; Kolyadenko ve Diğerleri /Rusya, § 217). Yine Mahkeme bu
iki şikâyetten biri hakkında karar vermeye gerek görmeyebilir (Öneryıldız
/Türkiye [BD], § 160; Surugiu /Romanya, § 75).
58. Ancak, konuttan istifadeyi etkileyen bazı tedbirlerin,
özellikle de standart kamulaştırma davalarında, 1 No.lu Protokol’ün 1.
maddesine göre incelenmesi gerekir (Mehmet Salih ve Abdülsamet Çakmak /Türkiye,
§ 22; Mutlu /Türkiye, § 23).’’
Buna ilave olarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Ek 1 No’lu
Protokolü’nün 1. maddesinde ve Anayasa’nın 35. maddesinde temelini bulan
mülkiyet hakkı; sahibine mülkiyetine müdahale edilmeksizin yararlanma, mülkiyetten
yoksun bırakılmama, mülkiyetinin kullanımının kontrol edilmemesi imkanı sağlar.
Bununla birlikte mülkiyet hakkı; bir kimsenin, başkasının hakkına zarar
vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara da uymak koşulu ile bir şey
üzerinde dilediği biçimde kullanma, ürünlerinden yararlanma, tasarruf etme
(başkasına devretme, biçimini değiştirme, harcama ve tüketme, hatta yok etme)
şeklinde tanımlanmaktadır (Anayasa Mahkemesi’nin 21.06.1989 tarihli ve 1988/ 34
E., 1989/26 K. sayılı Kararı).
O halde afetzedelere (altıncı fıkra bakımından) yeni sanayi
işyeri verilmesi ile (yedinci fıkra bakımından) yıkılan veya kullanılamayacak
kadar hasarlı durumda olan sanayi işlerinin yerinde yeniden inşası veya
güçlendirilmesini, Anayasa’nın mülkiyet hakkı bağlamında ele almak
gerekmektedir. Açıklandığı üzere mülkiyet hakkı, Devlete birtakım yükümlülükler
yüklemektedir. Şöyle ki mülkiyet hakkının muhafazasını teminen Devlet, mülkün
inşa edileceği yerin imar mevzuatına uygun olup olmadığını, o mülkün depreme
dayanıklı olup olmadığını denetlemekle mükelleftir. Söz gelimi bu yükümlülüğün
ifa edilmesi için 09.05.2012 tarihli ve 6305 sayılı Afet Sigortaları Kanunu ile
zorunlu deprem sigortasına tabi yapılar belirlenmiştir. Ancak deprem bölgesinde
Devletin söz konusu denetim / kolluk görevi gereği gibi ifa edilmediğinden;
sanayi alanları yerle bir olmuş; işyerileri üzerinde mülkiyet hakkı
sahiplerinin mülkiyet haklarının özü ortadan kalkmış diğer bir ifade ile bu
yapılar (işyerleri), yıkılmış yahut ağır hasar görmüştür. Sosyal bir devlette
bu zararın, nakdi yahut aynı olarak tazmini gerekirken (ivazsız biçimde talep
sahiplerine kredi desteği verilmesi ya da yerinde yeniden inşası veya
güçlendirilmesi); kanun koyucu, borçlandırma yoluna giderek; Anayasa’nın 13.
maddesinde yer alan sınırlandırmanın sınırlarının aksine; demokratik bir
toplumda olmayacak biçimde mülkiyet hakkının özüne dokunmuş; başkasından
kaynaklanan hatayı, zaten dezavantajlı konumdaki altıncı fıkra bakımından
mülkiyeti elde etmeye talip kimse ile yedinci fıkra bakımından halihazırda
mülkiyet hakkı sahibinin sırtına yüklemiştir. Bu nedenlerle iptali talep edilen
ibareler, Anayasa’nın 13 ve 35. maddelerine aykırıdır.
ii) Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılma ilkeleri ve
güvence ölçütleri ile teşebbüs hürriyeti bakımından: Anayasa’nın 48. maddesinin
ikinci fıkrası uyarınca Devlet, özel teşebbüslerin milli ekonominin gereklerine
ve sosyal amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını
sağlayacak tedbirleri alır. O halde özel teşebbüs statüsünde bulunan yeni
sanayi işyerlerinin talep sahiplerine verilmesi için kanunlaştırılan anılan
altıncı fıkranın ikinci cümlesi ile malikleri tarafından talep edilmesi halinde
yıkılan veya kullanılamayacak kadar hasarlı durumda olan sanayi işyerlerinin
yerinde yeniden inşası veya güçlendirilmesi için kanunlaştırılan anılan yedinci
fıkrayı, Devletin Anayasa’nın anılan hükmü bağlamındaki tedbir alma yükümlülüğü
kapsamında değerlendirmek mümkündür. Nitekim Anayasa Mahkemesi’ne göre de
Devletin, ‘‘özel teşebbüsün gelişmesini sağlamaya dönük ekonomik ve sosyal
politikalar uygulama ve özel teşebbüse güvenli çalışma ortamı sağlamak için
önlemler alma yetkisi de bulunmaktadır’’ (Anayasa Mahkemesi’nin 25.02.2010
tarihli ve 2007/65 E.; 2010/43 K. sayılı Kararı). Ancak kanun koyucu, (özel
teşebbüs statüsünde bulunan) (altıncı fıkra bakımından) yeni sanayi işyerinin
talep sahiplerine verilmesi ve (yedinci fıkra bakımından) yıkılan veya
kullanılamayacak kadar hasarlı durumda olan sanayi işyerlerinin yerinde yeniden
inşası veya güçlendirilmesi için borçlanma şartı öngörmüştür. Bu itibarla kanun
koyucu, sanayi sektöründe borçlanamayan özel teşebbüsler bakımından çalışma
ortamının güvensiz ve belirsiz hale gelmesine dahası çalışma ortamının hiç
hazırlanamamasına yol açmaktadır. Söz konusu durumda, ancak ekonomik
yeterliliğe sahip yeni sanayi işyeri almaya talipler ile yıkılan veya
kullanılamayacak kadar hasarlı durumda olan sanayi işyerlerinin malikleri,
borçlanabilecek; teşebbüs hürriyetlerini kullanabilecek ve fakat ekonomik
yeterliliğe sahip olmayan yeni sanayi işyeri almaya talipler ile yıkılan veya
kullanılamayacak kadar hasarlı durumda olan sanayi işyerlerinin malikleri,
borçlanamayacak; teşebbüs hürriyetlerini kullanamayacaktır. Bu ise Devletin
sosyal niteliğine ve demokratik toplumun gereklerine uygun düşmez. Zira Devlet
zarar görmüş tüm özel teşebbüsler bakımından teşebbüs hürriyetinin
kullanılmasına elverişli ortamı hazırlamalıdır. Kanun koyucu, zarar görmüş özel
teşebbüsün teşebbüs hürriyetini tekrar kullanabilmesi için onun ekonomik
yeterliliğini kıstas olarak belirlemek suretiyle; Anayasa’nın 13. maddesinde
yer alan sınırlandırmanın sınırlarının aksine; anılan hürriyetin özüne
dokunmuştur. Bu nedenle anılan ibareler, Anayasa’nın 13 ve 48. maddelerine
aykırıdır.
iii)Onurlu bir hayat sürdürme, sosyal devlet ilkesi, Devletin
temel amaç ve görevleri, maddi ve manevi varlığını koruma hakkı, konut hakkı
muvacehesinde barınma hakkı bakımından:
Anayasa’nın Başlangıç bölümünde her Türk vatandaşının onurlu bir
hayat sürdürme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu vurgulanmıştır.
Anayasa’nın 2. maddesinde Devletin nitelikleri arasında ‘‘sosyal devlet’’
sayılmıştır. Anayasa Mahkemesi’nin belirttiği üzere sosyal devlet, ‘‘ insan
haklarına dayanan, kişilerin huzur, refah ve mutluluk içinde yaşamalarını
güvence altına alan, kişi hak ve özgürlükleriyle kamu yararı arasında adil bir
denge kurabilen, çalışma hayatını geliştirmek ve ekonomik önlemler almak
suretiyle çalışanlarını koruyan, onların insan onuruna uygun hayat
sürdürmelerini sağlayan, milli gelirin adalete uygun biçimde dağıtılması için
gereken önlemleri alan, sosyal güvenlik hakkını yaşama geçirebilen, sosyal
adaleti ve toplumsal dengeleri gözeten devlettir. Çağdaş devlet anlayışı sosyal
devletin tüm kurum ve kurallarıyla Anayasa'nın özüne ve ruhuna uygun biçimde
kurularak işletilmesini, bu yolla bireylerin refah, huzur ve mutluluğunun
sağlanmasını gerekli kılar.’’ (Anayasa Mahkemesi’nin 14.07.2016 tarihli ve
2015/105 E.; 2016/133 K. sayılı Kararı). Anayasa’nın 5. maddesinde Devletin
temel amaç ve görevleri arasında ‘‘kişilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti
ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve
sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için
gerekli şartları hazırlamaya çalışmak’’ sayılmıştır. Anayasa’nın kişinin
dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığını düzenleyen 17. maddesinin birinci
fıkrasına göre herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme
hakkına sahiptir. Anayasa’nın konut hakkını düzenleyen 57. maddesine göre
Devlet, şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama
çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır, ayrıca toplu konut
teşebbüslerini destekler. Ne var ki Anayasa’da barınma hakkı açık bir şekilde
tanımlanmamıştır. Ancak Anayasa’nın Başlangıç bölümü, 2, 5, 17 ve 57. maddeleri
bir kül halinde değerlendirildiğinde; herkesin temel insan hakkı niteliği
bulunan, sosyal devlet ilkesinin icaplarını karşılayacak ve insan onuruna
yaraşır biçimde barınma hakkına sahip olduğu ortaya çıkacaktır. Bu bağlamda;
‘‘En temel insani ihtiyaçlardan biri olarak barınma, insan
onuruna yaraşır biçimde bir yaşamın sürdürülebilmesi için belirli standartlardan
ödün verilmeden karşılanması gereken temel bir insan hakkıdır. …
Sosyal devletin en önemli gereklerinden biri olarak bireylere
insan onuruna yaraşır asgari yaşam standardını sağlamanın kritik araçlarından
biri de barınma/konut hakkıdır. …
Böylece temel bir insani ihtiyaç olarak barınmanın güvencesini
oluşturan konut hakkı, insan haklarının ahlaki esasını teşkil eden insan
onurunu güvence altına alacak yaşamsal tedbirlerden birisidir. …
…
Bu çerçevede vatandaşlarına; insanın temel ihtiyaçlarını karşılayabilen,
onlara güvenli ve sağlıklı bir ortam sunan, insan hayatını ve vücut bütünlüğünü
tehlikeye atmayacak sağlamlıkta ve konumda inşa edilmiş, insan onuruna yaraşır
bir “yeterli konut” sağlama konusunda yükümlülük altında olan devletlerin,
bireylerin sahip oldukları konut haklarını gereği gibi karşıladıklarının kabulü
için “yasal güvenlik”, “hizmet, malzeme, tesis ve altyapının kullanılırlığı”,
“karşılanabilirlik”, “oturulabilirlik”, “erişilebilirlik”, “iskân yeri” ve
“kültürel yeterlilik” ilkelerini asgari olarak sağlaması gerekmektedir.’’
Barınma hakkı; İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi (Md. 25); Gözden
Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı (Md.31) gibi birçok uluslararası belgeye de konu
olmuştur:
‘‘Bu çerçevede ilk olarak İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin
25. maddesinde “Her şahsın, gerek kendisi gerekse ailesi için, yiyecek, giyim,
mesken, tıbbi bakım, gerekli sosyal hizmetler dâhil olmak üzere sağlığı ve
refahını temin edecek uygun bir hayat seviyesine ve işsizlik, hastalık,
sakatlık, dulluk, ihtiyarlık veya geçim imkânlarından iradesi dışında mahrum
bırakacak diğer hallerde güvenliğe hakkı vardır.” şeklinde düzenlenmiştir.
BM Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin
Uluslararası Sözleşme’nin 5. maddesi ise “Sözleşme’nin 2. maddesinde sayılan
temel yükümlülüklere uygun olarak, Taraf Devletler her şekliyle ırk
ayrımcılığını yasaklamak ve ortadan kaldırmak ve ırk, renk ya da ulusal veya
etnik köken ayrımı yapmaksızın, özellikle aşağıdaki haklardan yararlanmada
herkesin kanun önünde eşitlik hakkını garanti altına almak yükümlülüğünü
üstlenirler.” şeklinde tanzim edilerek aşağıda saydığı haklardan biri olarak
(iii) bendinde mesken edinme hakkını açıkça zikretmiştir.
BM Çocuk Hakları Sözleşmesi, konut hakkından dolaylı olarak
bahsettiği 27. maddesinde “Taraf Devletler, her çocuğun bedensel, zihinsel,
ruhsal, ahlaksal ve toplumsal gelişmesini sağlayacak yeterli bir hayat
seviyesine hakkı olduğunu kabul ederler. Çocuğun gelişmesi için gerekli hayat
şartlarının sağlanması sorumluluğu; sahip oldukları imkânlar ve maligüçleri
çerçevesinde öncelikle çocuğun ana–babasına veya çocuğun bakımını üstlenen
diğer kişilere düşer. Taraf Devletler, ulusal durumlarına göre ve olanakları
ölçüsünde, ana babaya ve çocuğun bakımını üstlenen diğer kişilere, çocuğun bu
hakkının uygulanmasında yardımcı olmak amacıyla gerekli önlemleri alır ve
gereksinim olduğu takdirde özellikle beslenme, giyim ve barınma konularında
maddi yardım ve destek programları uygularlar. Taraf Devletler, Taraf Devlet
ülkesinde veya başka ülkede bulunsun; ana–babası veya çocuğa karşı mali
sorumluluğu bulunan diğer kişiler tarafından, çocuğun bakım giderlerinin
karşılanmasını sağlamak amacıyla her türlü uygun önlemi alırlar. Özellikle
çocuğa karşı mali sorumluluğu olan kişinin, çocuğun ülkesinden başka bir ülkede
yaşaması halinde, Taraf Devletler bu konuya ilişkin uluslararası anlaşmalara
katılmayı veya bu tür anlaşmalar akdinin yanı sıra başkaca uygun düzenlemelerin
yapılmasını teşvik ederler.” düzenlemesine yer vermiştir
BM Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılmasına
Dair Sözleşme’nin 14/2. maddesi şu şekilde tanzim edilmiştir; “Taraf Devletler,
kadın ve erkeklerin eşitliği prensibine dayanarak, kırsal kalkınmaya
katılmalarını ve bundan yararlanmalarını sağlamak için kırsal kesimdeki
kadınlara karşı ayrımı ortadan kaldıran tüm uygun önlemleri alacaklar ve
özellikle kırsal kesim kadınlarına aşağıdaki hakları sağlayacaklardır.” Söz
konusu haklar kapsamında (h) bendinde özellikle konut, sağlık, elektrik ve su
temini, ulaştırma ve haberleşme konularında yeterli yaşam standartlarından
yararlanma haklarının sağlanmasının gerektiği ifade edilmiştir.
BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’nin 11.
maddesi ise şu düzenlemeyi içermektedir: “Bu Sözleşmeye Taraf Devletler, herkese,
kendisi ve ailesi için beslenme, giyim ve konut dâhil, yeterli bir yaşam düzeyi
ve yaşama koşullarını sürekli olarak geliştirme hakkı tanır. Taraf Devletler,
özgür isteğe dayalı uluslararası işbirliğinin bu alandaki temel önemini
tanıyarak bu hakkın gerçekleştirilmesini sağlama yolunda gerekli girişimlerde
bulunur.”
BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Sözleşme’nin
Uygulanmasına İlişkin Limburg İlkeleri’nde konuya ilişkin şu hususlar
belirtilmiştir; “Sözleşme’ye uyumu izleyen tüm organlar, Taraf Devletlerin
Sözleşme’ye uyup uymadığını değerlendirirken, ayrımcılık yasağı ve kanun önünde
eşitlik ilkelerine özel önem vermelidirler. (A/13) Hakların tam olarak
kullanılmasını aşamalı olarak sağlama yükümlülüğü, Taraf Devletlerin, hakları
hayata geçirmek üzere mümkün olan en hızlı şekilde harekete geçmelerini
gerektirir. (m. 2/1)
Kaynakların yetersizliği veya başka nedenlerle ekonomik, sosyal
ve kültürel haklardan eşitsiz yararlanma sonucunda ortaya çıkan fiili
ayrımcılık, mümkün olan en hızlı şekilde sona erdirilmelidir. (m. 2/2)”
BM Yeterli Konut Hakkı Özel Raportörü Balakrishnan Rajagopal
tarafından yayımlanan Konut Ayrımcılığı ve Mekânsal Ayrışma Raporu’nda (2021)
ise konuya ilişkin yapılan değerlendirmede Taraf Devlet yükümlükleri konusunda şu
hususlar ifade edilmiştir;
“a) Kadınlar, çocuklar, engelliler, göçmenler, ülke içinde
yerinden edilenler ve mülteciler, evsizler, etnik ve dini azınlık grupları
dâhil olmak üzere tüm korunmasız grupları kapsayan ve yeterli konut hakkı ile
ilgili her türlü ayrımcılığı yasaklayan bir yasal mevzuatın kabul edilerek,
kamu ve özel konut ve kredi sağlayıcılar tarafından uygulanmasını sağlamak,
b) Bölgesel ve ulusal düzeyde konut ayrımcılığına ilişkin
bireysel ve toplu şikâyetleri araştırma yetkisine sahip, erişilebilir ve
yeterli kaynaklara sahip yargı dışı mekanizmalar (eşitlik kurumları,
ombudsmanlık kurumları, barınma hakları büroları vb.) oluşturarak,
“istatistiksel analiz, anketler ve diğer yollarla konutla ilgili ayrımcılığı
izlemek, konut ayrımcılığını bertaraf etmek için önerilerde bulunmak ve konut
ayrımcılığına maruz kalanlara yasal tavsiye ve etkili çözümler sunmak” ,
c) Yaş, cinsiyet, gelir, engellilik, etnik köken, din, milliyet,
azınlık olma hali, yerinden edilme durumu, mültecilik statüsü ve ikamet
durumunu ortaya koyan konut ayrımcılığına ilişkin kiracılık ve ev sahipliği
durumlarını gösteren ayrıştırılmış verileri düzenli olarak toplamak ve
yayınlamak.”
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2. maddesi “Herkesin yaşam
hakkı yasayla korunur.” düzenlemesine sahipken, 5. maddesi “Herkes özel ve aile
hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.”
şeklinde düzenlenmiştir. Sözleşme’nin 14. maddesi ise “Bu Sözleşme’de tanınan
hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya
diğer kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet,
servet, doğum başta olmak üzere herhangi başka bir duruma dayalı hiçbir
ayrımcılık gözetilmeksizin sağlanmalıdır.” hükmünü haizdir.49 1952yılında
Sözleşme’ye Ek Protokol 1 ile birlikte, devletlerin “hiç kimsenin”
“mülkiyetinden yoksun bırakılmaması” için önlemler alması gerektiği
vurgulanmıştır.
1996 tarihli Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı’nın 31.
maddesi ise konuya ilişkin şu düzenlemeyi ihtiva etmektedir; “Herkes konut
edinme hakkına sahiptir.” Avrupa Parlamentosu’nun (AB) herkesin nezih ve
ödenebilir barınmaya erişimi üzerine 2021 tarihli 2019/2187 (INI) no’lu çözüm
önerisinde ise konuya ilişkin şu açıklama yapılmıştır; “Barınma hakkının
çerçevesini, sosyal sorunlarla iklim krizinin yarattığı eşitsizliklerle
ilişkilendirerek genişletmiştir. Herkesin temiz ve içilebilir suya, yeterli ve
hijyenik altyapı sistemine erişebilirliği ve konut içi kullanım kolaylığı,
sürdürülebilir (ödenebilir ve güvenli) enerji kullanım olanaklarına eşit erişim
meselesi ile birlikte ele alınmıştır. (1. par.) “Bu çerçevede kiracıların
korunmasını sağlayacak düzenlemelerin (vergi indirimleri, evden çıkarmalara
karşı korunma, ayrımcılığın önlenmesi, yoksulluğa ve pandemi ile artan
işsizliğe karşı sosyal konut ya da kira destekleri ve diğer sosyal hizmetlerin
sunumu gibi) özellikle kırılgan grupların evsizlik riskiyle karşılaşmasını
önlemeyi hedefleyecek biçimde genişletilmesi gerekliliği vurgulanmıştır (17. ve
18. par.).”
Avrupa Konseyi’nin 5 No’lu 2009 tarihli barınma hakkının
uygulanması üzerine yayımladığı önerisinde, konut hakkına dair Avrupa
standartları şu şekildedir: “1) konuta erişim için sözleşmelerde düzenleme
yapılması, yeterli konutun bulunması ve sosyal konutların sunumu, 2) yeterli
konutun güvenlik, sağlık ve sosyal hizmetler ile temel altyapı hizmetlerine
erişimi sağlayacak, kişilerin kültürel yapılarını yok saymayan, yaşanabilir bir
yaşam alanı olarak sunumu, 3) evsizliğe karşı koruyucu önlemlerin ve var olan
evsizlik koşullarının giderilmesi konusundaki önlemlerin alınması, 4)
konutların ödenebilir olması için konut sahiplerini destekleyen düşük ücretli
konutların sunumu ve konut harcamaları için destek hizmetlerinin
geliştirilmesi.”
1976, 1996 ve 2016 yıllarında BM tarafından düzenlenen İnsan
Yerleşimleri Konferansları, diğer adıyla Habitat Konferanslarında da yeterli
bir konuta sahip olmanın temel bir insan hakkı olduğu hususu vurgulanmıştır.54
BM Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi’nin Ekonomik, Sosyal ve Kültürel
Haklar Sözleşmesi’nin 11. maddesine ait 4 ve 7 numaralı Genel Yorumları da
konuya ilişkin olarak belirtilmesi gereken diğer önemli metinler olarak
karşımıza çıkmaktadır.’’
Anayasa Mahkemesi de bir bireysel başvuru kararında barınmanın
bireyin en temel ihtiyaçlarından biri olduğunu ve barınma imkanından yoksun
kalmanın bireyin maddi ve manevi varlığı üzerinde ciddi etki oluşturacağına
vurgu yapmıştır (Anayasa Mahkemesi’nin 12.12.2019 tarihli ve 2016/10454 Başvuru
No’lu Emine Göksel Kararı):
‘‘10. Aile konutu üzerindeki haczin kaldırılması istemiyle
yaptığı şikâyeti aktif dava ehliyeti bulunmadığı gerekçesiyle reddedilen
başvurucunun adil yargılanma hakkı ile aile hayatına saygı hakkını ihlal
ettiğini ileri sürdüğü somut başvuruda ise, Mahkememiz çoğunluğunca, 2004
sayılı Kanun'un 82. maddesinin birinci fıkrasının (12) numaralı bendinde
öngörülen borçlunun hâline münasip evinin haczedilemeyeceği kuralıyla,
borçlunun kullanımında olan evin haczedilmesinin barınma hakkı üzerindeki
etkisi ile alacaklının mülkiyet hakkı arasında bir dengelenme yapıldığı, sonuç
olarak da borçlunun sosyal ve ekonomik durumuna uygun olduğu tespit edilen
mesken ile ilgili bir koruma sağlanarak barınma hakkına üstünlük tanındığı,
böyle yapılmakla barınmanın bireyin en temel ihtiyaçlarından biri olduğunun
gözetildiği ve barınma imkânından yoksun kalmanın borçlunun maddi ve manevi
varlığı üzerinde oluşturacağı ciddi etkinin dikkate alındığı; hacze konu
meskenin aynı zamanda aile konutu niteliğinde olması hâlinde borçlu ile
alacaklının farklı menfaatlerinin dengelenmesinde artık Anayasa'nın 20. ve 41.
maddelerinde öngörülen aile hayatına saygı hakkına yönelik güvencelerin de
devreye girdiği, bu durumda da hacze konu olan evin borçlunun hâline münasip
olup olmadığı değerlendirilirken bunun aynı zamanda bir aile konutu olduğu
hususunun da göz önünde bulundurulmasını zorunlu kıldığı, dolayısıyla
haczedilen evin aile konutu olduğu hâllerde hâle münasip ev kavramının sadece
borçlunun değil, borçlunun ve ailesinin sosyal ve ekonomik durumuna uygun olan
konut biçiminde anlaşılması gerektiği; Anayasa'nın 20. ve 41. maddelerinin aile
konutuyla ilgili olarak devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerin mülkiyet
hakkından bağımsız olduğu, aile konutundan kaynaklanan anayasal güvencelerin
ihlalinin tespiti, durdurulması ve giderilmesi amacıyla oluşturulacak
mekanizmalara başvuru imkânının sadece konuta malik olan eş tarafından değil
bazı durumlarda malik olmayan eş tarafından da kullanılabilmesi gerektiği, bu
bağlamda aile konutunun haczedilmesine karşı borçlunun eşinin de yargı yoluna
gitmekte hukuki yararının olduğu; aile konutu güvencesinden kaynaklanan
haklarını ileri sürebilme ve bunları yargı mercilerinde tartıştırabilme imkânına
sahip olması icap ettiği, aksi takdirde ailenin yaşamını sürdürdüğü konutun
aile konutu güvencesinden yararlanmasının hiçbir anlamının kalmayacağı
gerekçeleriyle başvurucunun Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan
aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir.’’
Ancak kanun koyucu, iptali talep edilen ibareler nedeniyle
Anayasa’nın Başlangıç bölümü, 2, 5, 17 ve 57. maddelerinin somut bir görünümü
olan barınma hakkı bakımından Devlete yüklenen yükümlülüğü yerine
getirememektedir. Başka bir anlatımla afetzedelere borçlandırmaları yapılmak
kaydıyla (altıncı fıkra bakımından) yeni sanayi işyeri verilecek; (yedinci
fıkra bakımından) yıkılan veya kullanılamayacak kadar hasarlı durumda olan
sanayi işyerlerinin yerinde yeniden inşası veya güçlendirilmesi yapılacaktır.
(Yukarıda işyerinin, konut bağlamında değerlendirildiği açıklanmıştır.) Yeni
sanayi işyeri verilmesini ve yerinde yeniden inşa / güçlendirme yapılmasını,
borçlandırma kaydına bağlamak; insan onuruna yaraşır biçimde maddi ve manevi
varlığını koruyup geliştirme hakkını ihlal ettiği kadar; Devletin temel amaç ve
görevleri ile ‘‘sosyal’’ niteliğinin gereklerine de aykırıdır. Zira Devlet,
Anayasa’nın Başlangıç bölümü, 2, 5, 17 ve 57. maddeleri karşısında;
afetzedelerin barınma hakkını karşılıksız olarak temin etmelidir. Ancak Devlet,
afeti önlemeye ve riski yönetilebilir kılmaya yönelik tedbirleri almamış;
olağan dönemde fay hattına yakın bölgeleri imara açmış, buralarda sanayi alanı
kurmuş ve denetim yükümlülüğünü tam manasıyla yerine getirmemiş olduğundan;
06.02.2023 tarihinde çok büyük yıkımlara maruz kalınmıştır. Dezavantajlı konuma
gelen afetzedelerin bir de borçlandırılması, bu kimseleri tamamen korumasız
bırakmakta ve yoksullaştırmaktadır. Elbette depremin şiddeti oldukça yüksektir;
ancak dünya standartlarında gelişen teknolojinin kullanımıyla şiddetli bir
depremin etkileri en aza indirilebilirdi.
Bu noktada belirtmek gerekir ki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi,
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. maddesinin bir konut sağlanması hakkı
tanımadığını hüküm altına almıştır (Ward /Birleşik Krallık (kar.); Codona
/Birleşik Krallık (kar.)). (‘‘352. madde 8, bir kişiye ev sağlanmasına yönelik
bir hak tanıyan (Chapman /Birleşik Krallık [BD], § 99) veya belli bir yerde
yaşama hakkı veren bir şekilde yorumlanamaz (Garib /Hollanda [BD], § 141’’). Ancak
eldeki dava konusunda afetzedelere sıfırdan sanayi işyeri verilmesi söz konusu
değildir. (Altıncı fıkra kapsamındaki yeni sanayi işyerlerinin verilmesini,
afetzedelere sıfırdan sanayi işyeri verilmesi olarak kabul etmek mümkün
değildir. Zira burada olağan dönemde kategorik olarak bir gruba sağlanan
avantaj söz konusu değildir; sanayici afetzedelerin kayıplarının telafi
edilmesi mevzubahistir.)
Afetzedelerin sanayi işyerleri 06.02.2023 tarihinde meydana
gelen dehşet deprem neticesinde yıkılmıştır. Söz konusu büyük yıkımın asıl
sebebi, Devletin denetleme yükümlülüğünü gereği gibi yerine getirmemesinden
kaynaklanmaktadır. O halde Devlet, kendi ihmali davranışı nedeniyle meydana
gelen zararı gidermek için (altıncı fıkra bakımından) yeni sanayi işyeri
verecek yahut (yedinci fıkra bakımından) yıkılan veya kullanılamayacak kadar
hasarlı durumda olan sanayi işyerlerinin yerinde yeniden inşasını veya
güçlendirilmesini yapacaktır. Burada bahse konu olan, afetzedelere en baştan
tanınan (sanayi işyeri özelinde) konut hakkı değil; Devletin ihmalinden doğan
maddi kaybın telafi edilmesine yönelik tanınan (sanayi işyeri özelinde) konut
hakkıdır. Başka bir anlatımla Devlet, afetzedelerin sanayi alanları bakımından
gerekli denetimleri zamanında yapmamak suretiyle (sanayi işyeri özelinde) konut
hakkını ihlal etmiştir ve depremden sonra yıkılmasına neden olduğu sanayi
alanlarının (ve yeniden belirleyeceği sanayi alanlarının) karşılıksız olarak
yeniden inşasını sağlamalıdır; diğer bir deyişle yıkılan sanayi alanları
bakımından ihlal ettiği bu hakkı, afetzedelere borçlandırılmaksızın vermek
suretiyle yeniden tesis etmelidir. Zira somut olayda Devlet, (sanayi işyeri
özelinde) konut hakkının korunması için gerekli tedbirleri almamıştır (denetim
yükümlülüğünü yerine getirmemiştir).
Bu nedenlerle iptali talep edilen ibareler, Anayasa’nın
Başlangıç bölümüne, 2, 5, 17 ve 57. maddelerine aykırıdır.
iv)Devletin iktisadi ve sosyal ödevlerinin sınırları bakımından:
Anayasa’nın 65. maddesine göre Devlet, sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasa ile
belirlenen görevlerini, bu görevlerin amaçlarına uygun öncelikleri gözeterek
mali kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getirir. Konut hakkı da
Anayasa’nın ikinci kısmının ‘‘Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler’’ kenar
başlıklı üçüncü bölümünde yer alması itibariyle; anılan madde 65’in kapsama
alanında kalmaktadır.
Yine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre Devletlerin konut
hakkı bakımından öngörülen yükümlülükler bağlamında takdir hakkı bulunmaktadır:
‘‘3. Takdir yetkisi 351. Bu alanda söz konusu meselelerin çok
sayıda yerel etkene bağlı olabilmesi ve şehir seçimi ve ülke planlama
politikalarına ilişkin olabilmesi bakımından, Âkit Devletler prensipte geniş
bir takdir yetkisine sahiptir (Noack ve Diğerleri /Almanya (kar)). Ancak
Mahkeme’nin bariz bir takdir hatası yapılmış olduğu sonucuna varması da
mümkündür (Chapman /Birleşik Krallık [BD], § 92). Bu seçimlerin uygulanması,
bir kimsenin konutuna saygı hakkını çiğneyebilir, ama bazı koşulların
sağlandığı ve ilave tedbirlerin uygulandığı durumda, Sözleşme kapsamında bir
sorun doğurmaz (Noack ve Diğerleri /Almanya (kar.)). Ancak söz konusu hak,
bireyin mahrem veya temel haklarından etkili şekilde faydalanması için
vazgeçilmez ise, takdir yetkisi daha dar olacaktır (Connors /Birleşik Krallık,
§ 82).’’
Anayasa Mahkemesi de bir kararında Anayasa’nın 57 ve 65.
maddeleri arasındaki ilişkiyi şu biçimde ortaya koymaktadır (Anayasa
Mahkemesi’nin 27.02.2014 tarihli ve 2012/87E.; 2014/41 K. sayılı Kararı):
‘‘Konut hakkı, Anayasa’nın ikinci kısmının “Sosyal Haklar ve
Ödevler” başlığını taşıyan üçüncü bölümünün 57. maddesinde düzenlenmiştir.
Anayasa’nın 65 maddesi uyarınca, Devlet, sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasa
ile belirlenen görevlerini, bu görevlerin amaçlarına uygun öncelikleri
gözeterek mali kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getirecek olup
Devletin fark gözetmeksizin herkese konut sağlama yükümlülüğü
bulunmamaktadır.’’
Başka bir anlatımla Anayasa’nın 65. maddesi; Anayasa’nın 2 ve 5.
maddelerinde nitelendirilen sosyal Devletin, anayasal temel hak ve özgürlüklere
ilişkin (bilhassa pozitif) yükümlülüğünü yerine getirirken esas alacağı mali
ölçüttür. Bu hüküm, ‘‘işin mahiyetinin gerektirdiği bir düzenlemedir; çünkü
aksi halde, devletin hareketsizliği ya da yeterince sosyal katkı sağlayamaması,
sürekli anayasa ihlâli iddialarıyla karşılaşmak gibi bir rahatsızlık doğurur.
Fakat böyle bir hüküm sosyal ödevlerini savsaklayan devlet organlarını ve
iktidarlar için de bir mazeret ya da sığınak oluşturabilir.’’ O halde
afetzedelerin altıncı fıkranın ikinci cümlesi kapsamındaki yeni sanayi
işyerleri ile yedinci fıkrası kapsamındaki yıkılan veya kullanılamayacak kadar
hasarlı durumda olan sanayi işyerleri bakımından borçlandırılması için mali kaynakların
yetersizliği mazeretinin serdedilmesi, ‘‘sosyal ödevlerini savsaklayan devlet
organlarını ve iktidarlar için bir sığınaktır’’.
Öyle ki, Anayasa’nın 65. maddesi açık şekilde “Devlet, sosyal ve
ekonomik alanlarda Anayasa ile belirlenen görevlerini, bu görevlerin amaçlarına
uygun öncelikleri gözeterek malî kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine
getirir” hükmünü öngörmektedir. Güçsüzlerin koruyucusu olan sosyal devlet,
sosyal ve ekonomik alanlarda (afetzedelere sanayi işyeri özelinde konut hakkının
temin edilmesi gibi) Anayasa ile belirlenen görevini ifa ederken; ilk merhalede
‘‘mali kaynakların yetersizliği’’ mazeretini ileri sürememelidir. Aksi bir
tutumda siyasi iktidar, mali kaynakların (kendisinin öngörülebilir şekilde
sebebiyet verdiği) yetersizliğini her seferinde sosyal devletin inkarı
gerekçesi olarak öne sürebilecek ve Anayasa’nın 2, 5 ve 65. maddeleri, bu
açıdan uygulaması olmayan, etkisiz normlara indirgenebilecektir.
Başka bir anlatımla burada aslonan, kamunun mali kayaklarının
öncelikle hangi alan için sarf edileceği meselesidir. Burada, afetzedeler için
ayrıcalıklı bir durum söz konusudur. Onların ihtiyaçlarını karşılayabilmek
adına çeşitli yardımlar toplanmış, bazı vergi türleri tekrar salınmış , net
borç kullanım tutarının üç katı olarak uygulanması öngörülmüş , ek bütçe
mahiyetinde düzenlemeler yapılmıştır. O halde mali kaynakların yetersizliği
nedeniyle borçlandırılma yapılması, meşru ve haklı bir gerekçe olmaktan oldukça
uzaktadır. Aksine çeşitli düzenlemeler ve uygulamalarla sağlanan nakdi birikim,
afetzedelere (altıncı fıkra bakımından) yeni sanayi işyeri verilmesinin yahut
(yedinci fıkra bakımından) yıkılan veya kullanılamayacak kadar hasarlı durumda
olan sanayi işyerlerinin yerinde yeniden inşasının veya güçlendirilmesinin karşılıksız
yapılması bakımından mali kaynakları yeterli kılmaktadır. Bu nedenlerle iptali
talep edilen ibareler, borçlanma yapılması yüzünden yeterli mali kaynakların
kullanılamaması sonucunu doğurduğundan; Anayasa’nın 2, 5 ve 65. maddelerine
aykırıdır.
v)Uluslararası anlaşmaların iç hukuka etkisi bakımından:
Anayasa’nın 90. maddesine göre temel hak ve özgürlüklere ilişkin usulüne göre
yürürlüğe konmuş uluslararası anlaşmalar, (kanunlara nazaran hakkı koruyucu,
kullanımını genişletici hükümler barındırması kaydıyla) normlar hiyerarşisinde
kanunun üstündedir. İptali talep edilen ibareler, Anayasa hükümleriyle benzer
hükümler içeren yaşama (maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme) ile
barınma hakkına ilişkin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2 ve 8. maddelerini,
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 3 ve 25. maddelerini, Gözden Geçirilmiş
Avrupa Sosyal Şartı’nın 31. maddesini; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Ek 1
No’lu Protokolü’nün mülkiyet hakkına ilişkin 1. maddesini de ihlal ettiğinden
Anayasa’nın 90. maddesine de aykırıdır.
Tüm bu nedenlerle 7456 sayılı Kanun’un 10. maddesiyle 12.04.2000
tarihli ve 4562 sayılı Organize Sanayi Bölgeleri Kanunu’na eklenen geçici 17.
maddenin altıncı fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan ‘‘borçlandırılarak’’
ibaresi ile yedinci fıkrasında yer alan ‘‘borçlandırılmak’’ ibaresi,
Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 2, 5, 13, 17, 35, 48, 57, 65 ve 90. maddelerine
aykırıdır; anılan ibarelerin iptali gerekir.
3) 14.07.2023 tarihli ve 7456 sayılı 06.02.2023 Tarihinde
Meydana Gelen Depremlerin Yol Açtığı Ekonomik Kayıpların Telafisi İçin Ek
Motorlu Taşıtlar Vergisi İhdası ile Bazı Kanunlarda ve 375 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 26. maddesiyle 7452
sayılı Kanun’a eklenen ek madde 1’in yedinci fıkrasının üçüncü cümlesinde yer
alan ‘‘borç’’ ibaresi ile dördüncü cümlesinde yer alan ‘‘borç’’ ibaresi ve
‘‘borçlandırılır’’ ibaresinin Anayasa’ya aykırılığı
7456 sayılı Kanun’un 26. maddesiyle 05.04.2023 tarihli ve 7452
sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Yerleşme ve Yapılaşmaya İlişkin
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin Kabul Edilmesine Dair Kanun’a ek 1. madde
eklenmiştir. Anılan ek 1. madde, birinci fıkrası uyarınca; 06.02.2023 tarihinde
meydana gelen depremlerden etkilenen yerlerde 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir
Afetler Dolayısiyle Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun
kapsamında orta hasar ve üzeri hasarlı olarak tespit edilen yapıların yerinde
yeniden yapımına yöneliktir. Bu kapsamda söz konusu maddenin yedinci fıkrasının
birinci ve ikinci cümlesine göre yapım işinin tamamlanmasından sonra, Hazine
adına tescil olunan hisselerin maliklerine, dördüncü fıkraya göre oluşturulan
cetvel uyarınca belirlenen bağımsız bölümlerini teslim almaları için tebligat
yapılacaktır; tebligatta belirtilen süre içerisinde teslim alınmaması halinde,
maliklerin bu bağımsız bölüm/bölümler üzerindeki hakkı sona erecek; dördüncü
fıkra kapsamında taşınmazın önceki vasfına göre belirlenen değeri güncellenerek
ve bu miktara, bu madde kapsamında yapılacak hibe yardımı ilave edilerek
belirlenen tutar, malik/malikler adına açılacak vadeli bir hesaba yatırılacak;
malikin önceki taşınmazının tapu kaydında yer alan ipotek, ihtiyati haciz,
haciz ve intifa hakkı gibi haklar ve şerhler malik adına yatırılan taşınmazın
bedeli üzerinde devam ettirilecek; tapu kaydındaki haklar ve şerhler yetkili
idarenin talebi üzerine tapu müdürlüğünce resen terkin edilecek ve durum
maliklere bildirilecektir.
Anılan yedinci fıkranın üçüncü cümlesine göre malikin dağıtım
cetveline göre kendisine düşen bağımsız bölümü kabul etmesi durumunda ise,
yapım için harcanan toplam bedelden hibe olarak yapılan yardım miktarı
düşülecek, geriye kalan yapım maliyeti Hazine tarafından karşılandığı tarih ile
bağımsız bölümün malike teslim edildiği tarih arasında geçen süre dikkate
alınarak, borç TÜFE oranında güncellenecektir. Malikler güncellenen borç
üzerinden 84 ay vade ile borçlandırılacaktır. Ancak anılan ek maddeye konu
yapım işlerinden doğan yapım maliyetinin bir kısmının borç olarak
nitelendirilmesine; bu borcun TÜFE oranında güncellenerek 84 ay vade ile
maliklerden tahsiline cevaz veren iptali talep edilen ve anılan yedinci
fıkranın üçüncü cümlesinde yer alan ‘‘borç’’ ibaresi ile dördüncü cümlesinde
yer alan ‘‘borç’’ ibaresi ve ‘‘borçlandırılır’’ ibaresi, Anayasa’ya aykırıdır.
Öncelikle belirtmek gerekir ki borçlandırma konusu, iptali talep
edilen ibarelerin yer aldığı fıkraya göre yapım için harcanan toplam bedelden
hibe olarak yapılan yardım miktarı düşüldükten sonra geriye kalan yapım
maliyetinin Hazine tarafından karşılandığı tarih ile bağımsız bölümün malike
teslim edildiği tarih arasında geçen süre dikkate alınarak TÜFE oranında
güncellenen kısmıdır (borçtur). TÜFE oranında güncellenen ve 84 ay vade ile
borçlandırılan borç, ek madde 1’e konu yapılardan doğmaktadır. Bu yapıların
neleri kapsadığı 7452 sayılı Kanun’da tahdidi biçimde sıralanmamaktadır,
ekseriyeti konuttur ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, konut kapsamını geniş
yorumlamakta ve işyerini dahil etmektedir:
‘‘343. Bu kavram, bir bireyin işyerlerini de kapsar, örneğin bir
meslek sahibinin ofisi (Buck /Almanya, § 31; Niemietz /Almanya, §§ 29-31), bir
gazetenin ofisi (Saint-Paul Lüksemburg S.A. /Lüksemburg, § 37), bir noterin
ofisi (Popovi /Bulgaristan, § 103), veya bir üniversite profesörünün ofisi
(Steeg /Almanya (kar.)). Ayrıca kayıtlı merkez ofisine ve bir şirketin
şubelerine veya diğer işyerlerine de uygulanır (Société Colas Est ve Diğerleri
/Fransa, § 41; Kent Pharmaceuticals Limited ve Diğerleri /Birleşik Krallık
(kar.)).’’
Yine Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu, ‘‘tesis ve
altyapının kullanılırlığı”nı konut hakkı bağlamında değerlendirmiştir. O
nedenle konut bakımından yapılan açıklamalar, mutatis mutandis işyeri ve her
türlü altyapı vd. bakımından geçerli olacaktır.
i)Onurlu bir hayat sürdürme, sosyal devlet ilkesi, Devletin
temel amaç ve görevleri, maddi ve manevi varlığını koruma hakkı, konut hakkı
muvacehesinde barınma hakkı bakımından:
Anayasa’nın Başlangıç bölümünde her Türk vatandaşının onurlu bir
hayat sürdürme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu vurgulanmıştır.
Anayasa’nın 2. maddesinde Devletin nitelikleri arasında ‘‘sosyal devlet’’
sayılmıştır. Anayasa Mahkemesi’nin belirttiği üzere sosyal devlet, ‘‘ insan
haklarına dayanan, kişilerin huzur, refah ve mutluluk içinde yaşamalarını
güvence altına alan, kişi hak ve özgürlükleriyle kamu yararı arasında adil bir
denge kurabilen, çalışma hayatını geliştirmek ve ekonomik önlemler almak
suretiyle çalışanlarını koruyan, onların insan onuruna uygun hayat
sürdürmelerini sağlayan, milli gelirin adalete uygun biçimde dağıtılması için
gereken önlemleri alan, sosyal güvenlik hakkını yaşama geçirebilen, sosyal
adaleti ve toplumsal dengeleri gözeten devlettir. Çağdaş devlet anlayışı sosyal
devletin tüm kurum ve kurallarıyla Anayasa'nın özüne ve ruhuna uygun biçimde
kurularak işletilmesini, bu yolla bireylerin refah, huzur ve mutluluğunun
sağlanmasını gerekli kılar.’’ (Anayasa Mahkemesi’nin 14.07.2016 tarihli ve
2015/105 E.; 2016/133 K. sayılı Kararı). Anayasa’nın 5. maddesinde Devletin temel
amaç ve görevleri arasında ‘‘kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu
sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet
ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal
engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli
şartları hazırlamaya çalışmak’’ sayılmıştır. Anayasa’nın kişinin
dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığını düzenleyen 17. maddesinin birinci
fıkrasına göre herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme
hakkına sahiptir. Anayasa’nın konut hakkını düzenleyen 57. maddesine göre
Devlet, şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama
çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır, ayrıca toplu konut
teşebbüslerini destekler. Ne var ki Anayasa’da barınma hakkı açık bir şekilde
tanımlanmamıştır. Ancak Anayasa’nın Başlangıç bölümü, 2, 5, 17 ve 57. maddeleri
bir kül halinde değerlendirildiğinde; herkesin temel insan hakkı niteliği
bulunan, sosyal devlet ilkesinin icaplarını karşılayacak ve insan onuruna
yaraşır biçimde barınma hakkına sahip olduğu ortaya çıkacaktır. Bu bağlamda;
‘‘En temel insani ihtiyaçlardan biri olarak barınma, insan
onuruna yaraşır biçimde bir yaşamın sürdürülebilmesi için belirli standartlardan
ödün verilmeden karşılanması gereken temel bir insan hakkıdır. …
Sosyal devletin en önemli gereklerinden biri olarak bireylere
insan onuruna yaraşır asgari yaşam standardını sağlamanın kritik araçlarından
biri de barınma/konut hakkıdır. …
Böylece temel bir insani ihtiyaç olarak barınmanın güvencesini
oluşturan konut hakkı, insan haklarının ahlaki esasını teşkil eden insan
onurunu güvence altına alacak yaşamsal tedbirlerden birisidir. …
…
Bu çerçevede vatandaşlarına; insanın temel ihtiyaçlarını
karşılayabilen, onlara güvenli ve sağlıklı bir ortam sunan, insan hayatını ve
vücut bütünlüğünü tehlikeye atmayacak sağlamlıkta ve konumda inşa edilmiş,
insan onuruna yaraşır bir “yeterli konut” sağlama konusunda yükümlülük altında
olan devletlerin, bireylerin sahip oldukları konut haklarını gereği gibi
karşıladıklarının kabulü için “yasal güvenlik”, “hizmet, malzeme, tesis ve
altyapının kullanılırlığı”, “karşılanabilirlik”, “oturulabilirlik”,
“erişilebilirlik”, “iskân yeri” ve “kültürel yeterlilik” ilkelerini asgari
olarak sağlaması gerekmektedir.’’
Barınma hakkı; İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi (Md. 25); Gözden
Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı (Md.31) gibi birçok uluslararası belgeye de konu
olmuştur:
‘‘Bu çerçevede ilk olarak İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin
25. maddesinde “Her şahsın, gerek kendisi gerekse ailesi için, yiyecek, giyim,
mesken, tıbbi bakım, gerekli sosyal hizmetler dâhil olmak üzere sağlığı ve
refahını temin edecek uygun bir hayat seviyesine ve işsizlik, hastalık,
sakatlık, dulluk, ihtiyarlık veya geçim imkânlarından iradesi dışında mahrum
bırakacak diğer hallerde güvenliğe hakkı vardır.” şeklinde düzenlenmiştir.
BM Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin
Uluslararası Sözleşme’nin 5. maddesi ise “Sözleşme’nin 2. maddesinde sayılan
temel yükümlülüklere uygun olarak, Taraf Devletler her şekliyle ırk
ayrımcılığını yasaklamak ve ortadan kaldırmak ve ırk, renk ya da ulusal veya
etnik köken ayrımı yapmaksızın, özellikle aşağıdaki haklardan yararlanmada
herkesin kanun önünde eşitlik hakkını garanti altına almak yükümlülüğünü
üstlenirler.” şeklinde tanzim edilerek aşağıda saydığı haklardan biri olarak
(iii) bendinde mesken edinme hakkını açıkça zikretmiştir.
BM Çocuk Hakları Sözleşmesi, konut hakkından dolaylı olarak
bahsettiği 27. maddesinde “Taraf Devletler, her çocuğun bedensel, zihinsel,
ruhsal, ahlaksal ve toplumsal gelişmesini sağlayacak yeterli bir hayat
seviyesine hakkı olduğunu kabul ederler. Çocuğun gelişmesi için gerekli hayat
şartlarının sağlanması sorumluluğu; sahip oldukları imkânlar ve maligüçleri
çerçevesinde öncelikle çocuğun ana–babasına veya çocuğun bakımını üstlenen
diğer kişilere düşer. Taraf Devletler, ulusal durumlarına göre ve olanakları
ölçüsünde, ana babaya ve çocuğun bakımını üstlenen diğer kişilere, çocuğun bu
hakkının uygulanmasında yardımcı olmak amacıyla gerekli önlemleri alır ve
gereksinim olduğu takdirde özellikle beslenme, giyim ve barınma konularında
maddi yardım ve destek programları uygularlar. Taraf Devletler, Taraf Devlet
ülkesinde veya başka ülkede bulunsun; ana–babası veya çocuğa karşı mali
sorumluluğu bulunan diğer kişiler tarafından, çocuğun bakım giderlerinin
karşılanmasını sağlamak amacıyla her türlü uygun önlemi alırlar. Özellikle
çocuğa karşı mali sorumluluğu olan kişinin, çocuğun ülkesinden başka bir ülkede
yaşaması halinde, Taraf Devletler bu konuya ilişkin uluslararası anlaşmalara
katılmayı veya bu tür anlaşmalar akdinin yanı sıra başkaca uygun düzenlemelerin
yapılmasını teşvik ederler.” düzenlemesine yer vermiştir
BM Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılmasına
Dair Sözleşme’nin 14/2. maddesi şu şekilde tanzim edilmiştir; “Taraf Devletler,
kadın ve erkeklerin eşitliği prensibine dayanarak, kırsal kalkınmaya
katılmalarını ve bundan yararlanmalarını sağlamak için kırsal kesimdeki
kadınlara karşı ayrımı ortadan kaldıran tüm uygun önlemleri alacaklar ve
özellikle kırsal kesim kadınlarına aşağıdaki hakları sağlayacaklardır.” Söz
konusu haklar kapsamında (h) bendinde özellikle konut, sağlık, elektrik ve su
temini, ulaştırma ve haberleşme konularında yeterli yaşam standartlarından
yararlanma haklarının sağlanmasının gerektiği ifade edilmiştir.
BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’nin 11.
maddesi ise şu düzenlemeyi içermektedir: “Bu Sözleşmeye Taraf Devletler, herkese,
kendisi ve ailesi için beslenme, giyim ve konut dâhil, yeterli bir yaşam düzeyi
ve yaşama koşullarını sürekli olarak geliştirme hakkı tanır. Taraf Devletler,
özgür isteğe dayalı uluslararası işbirliğinin bu alandaki temel önemini
tanıyarak bu hakkın gerçekleştirilmesini sağlama yolunda gerekli girişimlerde
bulunur.”
BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Sözleşme’nin
Uygulanmasına İlişkin Limburg İlkeleri’nde konuya ilişkin şu hususlar
belirtilmiştir; “Sözleşme’ye uyumu izleyen tüm organlar, Taraf Devletlerin
Sözleşme’ye uyup uymadığını değerlendirirken, ayrımcılık yasağı ve kanun önünde
eşitlik ilkelerine özel önem vermelidirler. (A/13) Hakların tam olarak
kullanılmasını aşamalı olarak sağlama yükümlülüğü, Taraf Devletlerin, hakları
hayata geçirmek üzere mümkün olan en hızlı şekilde harekete geçmelerini
gerektirir. (m. 2/1)
Kaynakların yetersizliği veya başka nedenlerle ekonomik, sosyal
ve kültürel haklardan eşitsiz yararlanma sonucunda ortaya çıkan fiili
ayrımcılık, mümkün olan en hızlı şekilde sona erdirilmelidir. (m. 2/2)”
BM Yeterli Konut Hakkı Özel Raportörü Balakrishnan Rajagopal
tarafından yayımlanan Konut Ayrımcılığı ve Mekânsal Ayrışma Raporu’nda (2021)
ise konuya ilişkin yapılan değerlendirmede Taraf Devlet yükümlükleri konusunda
şu hususlar ifade edilmiştir;
“a) Kadınlar, çocuklar, engelliler, göçmenler, ülke içinde
yerinden edilenler ve mülteciler, evsizler, etnik ve dini azınlık grupları
dâhil olmak üzere tüm korunmasız grupları kapsayan ve yeterli konut hakkı ile
ilgili her türlü ayrımcılığı yasaklayan bir yasal mevzuatın kabul edilerek,
kamu ve özel konut ve kredi sağlayıcılar tarafından uygulanmasını sağlamak,
b) Bölgesel ve ulusal düzeyde konut ayrımcılığına ilişkin
bireysel ve toplu şikâyetleri araştırma yetkisine sahip, erişilebilir ve
yeterli kaynaklara sahip yargı dışı mekanizmalar (eşitlik kurumları,
ombudsmanlık kurumları, barınma hakları büroları vb.) oluşturarak,
“istatistiksel analiz, anketler ve diğer yollarla konutla ilgili ayrımcılığı
izlemek, konut ayrımcılığını bertaraf etmek için önerilerde bulunmak ve konut
ayrımcılığına maruz kalanlara yasal tavsiye ve etkili çözümler sunmak” ,
c) Yaş, cinsiyet, gelir, engellilik, etnik köken, din, milliyet,
azınlık olma hali, yerinden edilme durumu, mültecilik statüsü ve ikamet durumunu
ortaya koyan konut ayrımcılığına ilişkin kiracılık ve ev sahipliği durumlarını
gösteren ayrıştırılmış verileri düzenli olarak toplamak ve yayınlamak.”
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2. maddesi “Herkesin yaşam
hakkı yasayla korunur.” düzenlemesine sahipken, 5. maddesi “Herkes özel ve aile
hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.”
şeklinde düzenlenmiştir. Sözleşme’nin 14. maddesi ise “Bu Sözleşme’de tanınan
hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya
diğer kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet,
servet, doğum başta olmak üzere herhangi başka bir duruma dayalı hiçbir
ayrımcılık gözetilmeksizin sağlanmalıdır.” hükmünü haizdir.49 1952yılında
Sözleşme’ye Ek Protokol 1 ile birlikte, devletlerin “hiç kimsenin”
“mülkiyetinden yoksun bırakılmaması” için önlemler alması gerektiği
vurgulanmıştır.
1996 tarihli Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı’nın 31.
maddesi ise konuya ilişkin şu düzenlemeyi ihtiva etmektedir; “Herkes konut
edinme hakkına sahiptir.” Avrupa Parlamentosu’nun (AB) herkesin nezih ve
ödenebilir barınmaya erişimi üzerine 2021 tarihli 2019/2187 (INI) no’lu çözüm
önerisinde ise konuya ilişkin şu açıklama yapılmıştır; “Barınma hakkının
çerçevesini, sosyal sorunlarla iklim krizinin yarattığı eşitsizliklerle
ilişkilendirerek genişletmiştir. Herkesin temiz ve içilebilir suya, yeterli ve
hijyenik altyapı sistemine erişebilirliği ve konut içi kullanım kolaylığı,
sürdürülebilir (ödenebilir ve güvenli) enerji kullanım olanaklarına eşit erişim
meselesi ile birlikte ele alınmıştır. (1. par.) “Bu çerçevede kiracıların
korunmasını sağlayacak düzenlemelerin (vergi indirimleri, evden çıkarmalara
karşı korunma, ayrımcılığın önlenmesi, yoksulluğa ve pandemi ile artan
işsizliğe karşı sosyal konut ya da kira destekleri ve diğer sosyal hizmetlerin
sunumu gibi) özellikle kırılgan grupların evsizlik riskiyle karşılaşmasını
önlemeyi hedefleyecek biçimde genişletilmesi gerekliliği vurgulanmıştır (17. ve
18. par.).”
Avrupa Konseyi’nin 5 No’lu 2009 tarihli barınma hakkının
uygulanması üzerine yayımladığı önerisinde, konut hakkına dair Avrupa
standartları şu şekildedir: “1) konuta erişim için sözleşmelerde düzenleme
yapılması, yeterli konutun bulunması ve sosyal konutların sunumu, 2) yeterli
konutun güvenlik, sağlık ve sosyal hizmetler ile temel altyapı hizmetlerine
erişimi sağlayacak, kişilerin kültürel yapılarını yok saymayan, yaşanabilir bir
yaşam alanı olarak sunumu, 3) evsizliğe karşı koruyucu önlemlerin ve var olan
evsizlik koşullarının giderilmesi konusundaki önlemlerin alınması, 4)
konutların ödenebilir olması için konut sahiplerini destekleyen düşük ücretli
konutların sunumu ve konut harcamaları için destek hizmetlerinin
geliştirilmesi.”
1976, 1996 ve 2016 yıllarında BM tarafından düzenlenen İnsan
Yerleşimleri Konferansları, diğer adıyla Habitat Konferanslarında da yeterli
bir konuta sahip olmanın temel bir insan hakkı olduğu hususu vurgulanmıştır.54
BM Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi’nin Ekonomik, Sosyal ve Kültürel
Haklar Sözleşmesi’nin 11. maddesine ait 4 ve 7 numaralı Genel Yorumları da
konuya ilişkin olarak belirtilmesi gereken diğer önemli metinler olarak
karşımıza çıkmaktadır.’’
Anayasa Mahkemesi de bir bireysel başvuru kararında barınmanın
bireyin en temel ihtiyaçlarından biri olduğunu ve barınma imkanından yoksun
kalmanın bireyin maddi ve manevi varlığı üzerinde ciddi etki oluşturacağına
vurgu yapmıştır (Anayasa Mahkemesi’nin 12.12.2019 tarihli ve 2016/10454 Başvuru
No’lu Emine Göksel Kararı):
‘‘10. Aile konutu üzerindeki haczin kaldırılması istemiyle
yaptığı şikâyeti aktif dava ehliyeti bulunmadığı gerekçesiyle reddedilen
başvurucunun adil yargılanma hakkı ile aile hayatına saygı hakkını ihlal
ettiğini ileri sürdüğü somut başvuruda ise, Mahkememiz çoğunluğunca, 2004
sayılı Kanun'un 82. maddesinin birinci fıkrasının (12) numaralı bendinde
öngörülen borçlunun hâline münasip evinin haczedilemeyeceği kuralıyla,
borçlunun kullanımında olan evin haczedilmesinin barınma hakkı üzerindeki
etkisi ile alacaklının mülkiyet hakkı arasında bir dengelenme yapıldığı, sonuç
olarak da borçlunun sosyal ve ekonomik durumuna uygun olduğu tespit edilen
mesken ile ilgili bir koruma sağlanarak barınma hakkına üstünlük tanındığı,
böyle yapılmakla barınmanın bireyin en temel ihtiyaçlarından biri olduğunun
gözetildiği ve barınma imkânından yoksun kalmanın borçlunun maddi ve manevi
varlığı üzerinde oluşturacağı ciddi etkinin dikkate alındığı; hacze konu
meskenin aynı zamanda aile konutu niteliğinde olması hâlinde borçlu ile
alacaklının farklı menfaatlerinin dengelenmesinde artık Anayasa'nın 20. ve 41.
maddelerinde öngörülen aile hayatına saygı hakkına yönelik güvencelerin de
devreye girdiği, bu durumda da hacze konu olan evin borçlunun hâline münasip
olup olmadığı değerlendirilirken bunun aynı zamanda bir aile konutu olduğu
hususunun da göz önünde bulundurulmasını zorunlu kıldığı, dolayısıyla
haczedilen evin aile konutu olduğu hâllerde hâle münasip ev kavramının sadece
borçlunun değil, borçlunun ve ailesinin sosyal ve ekonomik durumuna uygun olan
konut biçiminde anlaşılması gerektiği; Anayasa'nın 20. ve 41. maddelerinin aile
konutuyla ilgili olarak devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerin mülkiyet
hakkından bağımsız olduğu, aile konutundan kaynaklanan anayasal güvencelerin
ihlalinin tespiti, durdurulması ve giderilmesi amacıyla oluşturulacak
mekanizmalara başvuru imkânının sadece konuta malik olan eş tarafından değil
bazı durumlarda malik olmayan eş tarafından da kullanılabilmesi gerektiği, bu
bağlamda aile konutunun haczedilmesine karşı borçlunun eşinin de yargı yoluna
gitmekte hukuki yararının olduğu; aile konutu güvencesinden kaynaklanan
haklarını ileri sürebilme ve bunları yargı mercilerinde tartıştırabilme imkânına
sahip olması icap ettiği, aksi takdirde ailenin yaşamını sürdürdüğü konutun
aile konutu güvencesinden yararlanmasının hiçbir anlamının kalmayacağı
gerekçeleriyle başvurucunun Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan
aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir.’’
Ancak kanun koyucu, iptali talep edilen ibareler nedeniyle
Anayasa’nın Başlangıç bölümü, 2, 5, 17 ve 57. maddelerinin somut bir görünümü
olan barınma hakkı bakımından Devlete yüklenen yükümlülüğü yerine
getirememektedir. Başka bir anlatımla malikler borçlandırılmak suretiyle; yapım
maliyetinin bir kısmı, afetzedelerin üstünde bırakılacaktır. Geriye kalan yapım
maliyetini borç olarak nitelendirip TÜFE oranında güncelleyerek malikleri 84 ay
vade ile borçlandırmak; insan onuruna yaraşır biçimde maddi ve manevi varlığını
koruyup geliştirme hakkını ihlal ettiği kadar; Devletin temel amaç ve görevleri
ile ‘‘sosyal’’ niteliğinin gereklerine de aykırıdır. Zira Devlet, Anayasa’nın
Başlangıç bölümü, 2, 5, 17 ve 57. maddeleri karşısında; afetzedelerin barınma
hakkını karşılıksız olarak temin etmelidir. Ancak Devlet, afeti önlemeye ve
riski yönetilebilir kılmaya yönelik tedbirleri almamış; olağan dönemde fay
hattına yakın bölgeleri imara açmış ve denetim yükümlülüğünü tam manasıyla yerine
getirmemiş olduğundan; 06.02.2023 tarihinde çok büyük yıkımlara maruz
kalınmıştır. Dezavantajlı konuma gelen afetzedelerin bir de geriye kalan yapım
maliyetinin TÜFE oranında güncellenerek borçlandırılması, bu kimseleri tamamen
korumasız bırakmakta ve yoksullaştırmaktadır. Elbette depremin şiddeti oldukça
yüksektir; ancak dünya standartlarında gelişen teknolojinin kullanımıyla
şiddetli bir depremin etkileri en aza indirilebilirdi.
Bu noktada belirtmek gerekir ki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi,
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. maddesinin bir konut sağlanması hakkı
tanımadığını hüküm altına almıştır (Ward /Birleşik Krallık (kar.); Codona
/Birleşik Krallık (kar.)). (‘‘352. madde 8, bir kişiye ev sağlanmasına yönelik
bir hak tanıyan (Chapman /Birleşik Krallık [BD], § 99) veya belli bir yerde
yaşama hakkı veren bir şekilde yorumlanamaz (Garib /Hollanda [BD], § 141’’). Ancak
eldeki dava konusunda afetzedelere sıfırdan konut verilmesi söz konusu
değildir. Afetzedelerin yapıları, 06.02.2023 tarihinde meydana gelen dehşet
deprem neticesinde yıkılmıştır. Söz konusu büyük yıkımın asıl sebebi, Devletin
denetleme yükümlülüğünü gereği gibi yerine getirmemesinden kaynaklanmaktadır. O
halde Devlet, kendi ihmali davranışı nedeniyle meydana gelen zararı gidermek için
06.02.2023 tarihinde meydana gelen depremlerden etkilenen yerlerde 7269 sayılı
Kanun kapsamında orta hasar ve üzeri hasarlı olarak tespit edilen yapıların
yerinde yeniden yapım maliyetini, bizatihi karşılamalıdır. Burada bahse konu
olan, afetzedelere en baştan tanınan konut hakkı değil; Devletin ihmalinden
doğan maddi kaybın telafi edilmesine yönelik tanınan konut hakkıdır. Başka bir
anlatımla Devlet, afetzedelerin yıkılan yapıları bakımından gerekli denetimleri
zamanında yapmamak suretiyle konut hakkını ihlal etmiştir ve depremden sonra
yıkılmasına neden olduğu yapıların karşılıksız olarak yerinde yeniden yapımını
sağlamalıdır; diğer bir deyişle yıkılan yapılar bakımından ihlal ettiği bu
hakkı, afetzedelere borçlandırılmaksızın vermek suretiyle yeniden tesis
etmelidir. Zira somut olayda Devlet, konut hakkının korunması için gerekli
tedbirleri almamıştır (denetim yükümlülüğünü yerine getirmemiştir).
Bu nedenlerle iptali talep edilen ibareler, Anayasa’nın
Başlangıç bölümüne, 2, 5, 17 ve 57. maddelerine aykırıdır.
ii)Devletin iktisadi ve sosyal ödevlerinin sınırları bakımından:
Anayasa’nın 65. maddesine göre Devlet, sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasa ile
belirlenen görevlerini, bu görevlerin amaçlarına uygun öncelikleri gözeterek
mali kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getirir. Konut hakkı da
Anayasa’nın ikinci kısmının ‘‘Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler’’ kenar
başlıklı üçüncü bölümünde yer alması itibariyle; anılan madde 65’in kapsama
alanında kalmaktadır.
Yine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre Devletlerin konut
hakkı bakımından öngörülen yükümlülükler bağlamında takdir hakkı bulunmaktadır:
‘‘3. Takdir yetkisi 351. Bu alanda söz konusu meselelerin çok
sayıda yerel etkene bağlı olabilmesi ve şehir seçimi ve ülke planlama
politikalarına ilişkin olabilmesi bakımından, Âkit Devletler prensipte geniş
bir takdir yetkisine sahiptir (Noack ve Diğerleri /Almanya (kar)). Ancak
Mahkeme’nin bariz bir takdir hatası yapılmış olduğu sonucuna varması da
mümkündür (Chapman /Birleşik Krallık [BD], § 92). Bu seçimlerin uygulanması,
bir kimsenin konutuna saygı hakkını çiğneyebilir, ama bazı koşulların
sağlandığı ve ilave tedbirlerin uygulandığı durumda, Sözleşme kapsamında bir
sorun doğurmaz (Noack ve Diğerleri /Almanya (kar.)). Ancak söz konusu hak,
bireyin mahrem veya temel haklarından etkili şekilde faydalanması için
vazgeçilmez ise, takdir yetkisi daha dar olacaktır (Connors /Birleşik Krallık,
§ 82).’’
Anayasa Mahkemesi de bir kararında Anayasa’nın 57 ve 65.
maddeleri arasındaki ilişkiyi şu biçimde ortaya koymaktadır (Anayasa
Mahkemesi’nin 27.02.2014 tarihli ve 2012/87E.; 2014/41 K. sayılı Kararı):
‘‘Konut hakkı, Anayasa’nın ikinci kısmının “Sosyal Haklar ve
Ödevler” başlığını taşıyan üçüncü bölümünün 57. maddesinde düzenlenmiştir.
Anayasa’nın 65 maddesi uyarınca, Devlet, sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasa
ile belirlenen görevlerini, bu görevlerin amaçlarına uygun öncelikleri
gözeterek mali kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getirecek olup
Devletin fark gözetmeksizin herkese konut sağlama yükümlülüğü
bulunmamaktadır.’’
Başka bir anlatımla Anayasa’nın 65. maddesi; Anayasa’nın 2 ve 5.
maddelerinde nitelendirilen sosyal Devletin, anayasal temel hak ve özgürlüklere
ilişkin (bilhassa pozitif) yükümlülüğünü yerine getirirken esas alacağı mali
ölçüttür. Bu hüküm, ‘‘işin mahiyetinin gerektirdiği bir düzenlemedir; çünkü
aksi halde, devletin hareketsizliği ya da yeterince sosyal katkı sağlayamaması,
sürekli anayasa ihlâli iddialarıyla karşılaşmak gibi bir rahatsızlık doğurur.
Fakat böyle bir hüküm sosyal ödevlerini savsaklayan devlet organlarını ve
iktidarlar için de bir mazeret ya da sığınak oluşturabilir.’’ O halde
afetzedelerin geriye kalan yapım maliyetinin TÜFE oranında güncellenerek
borçlandırılması için mali kaynakların yetersizliği mazeretinin serdedilmesi,
‘‘sosyal ödevlerini savsaklayan devlet organlarını ve iktidarlar için bir
sığınaktır’’.
Öyle ki, Anayasa’nın 65. maddesi açık şekilde “Devlet, sosyal ve
ekonomik alanlarda Anayasa ile belirlenen görevlerini, bu görevlerin amaçlarına
uygun öncelikleri gözeterek malî kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine
getirir” hükmünü öngörmektedir. Güçsüzlerin koruyucusu olan sosyal devlet,
sosyal ve ekonomik alanlarda (afetzedelere konut hakkının temin edilmesi gibi)
Anayasa ile belirlenen görevini ifa ederken; ilk merhalede ‘‘mali kaynakların
yetersizliği’’ mazeretini ileri sürememelidir. Aksi bir tutumda siyasi iktidar,
mali kaynakların (kendisinin öngörülebilir şekilde sebebiyet verdiği)
yetersizliğini her seferinde sosyal devletin inkarı gerekçesi olarak öne
sürebilecek ve Anayasa’nın 2, 5 ve 65. maddeleri, bu açıdan uygulaması olmayan,
etkisiz normlara indirgenebilecektir.
Başka bir anlatımla burada aslonan, kamunun mali kayaklarının
öncelikle hangi alan için sarf edileceği meselesidir. Burada, afetzedeler için
ayrıcalıklı bir durum söz konusudur. Onların ihtiyaçlarını karşılayabilmek
adına çeşitli yardımlar toplanmış, bazı vergi türleri tekrar salınmış , net
borç kullanım tutarının üç katı olarak uygulanması öngörülmüş , ek bütçe
mahiyetinde düzenlemeler yapılmıştır. O halde mali kaynakların yetersizliği
nedeniyle borçlandırılma yapılması, meşru ve haklı bir gerekçe olmaktan oldukça
uzaktadır. Aksine çeşitli düzenlemeler ve uygulamalarla sağlanan nakdi birikim,
afetzedelerin 06.02.2023 tarihinde meydana gelen depremlerden etkilenen
yerlerde 7269 sayılı Kanun kapsamında orta hasar ve üzeri hasarlı olarak tespit
edilen yapıların yerinde yeniden yapımının karşılıksız gerçekleştirilmesi
bakımından mali kaynakları yeterli kılmaktadır. Bu nedenlerle iptali talep edilen
ibareler, borçlanma yapılması yüzünden yeterli mali kaynakların kullanılamaması
sonucunu doğurduğundan; Anayasa’nın 2, 5 ve 65. maddelerine aykırıdır.
iii)Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılma ilkeleri ve
güvence ölçütleri ile mülkiyet hakkı bakımından: İptali talep edilen ibarelerin
yer aldığı fıkraya konu yapılar; mülkiyet hakkının konusu kapsamında
kalmaktadır. Nitekim anılan ek 1. maddenin yedinci fıkrasının üçüncü cümlesinde
bulunan ‘‘malikin’’ ve ‘‘malike’’ ibareleri ile dördüncü cümlesinde bulunan
‘‘malikler’’ ibaresi de bu duruma delalet etmektedir.
Yine konut hakkı, çoğu noktada mülkiyet hakkı ile iç içe geçmiş
durumdadır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de çeşitli kararlarında
anılan kararların kümülatif biçimde bir somut uyuşmazlıkta bulunabileceğine
delalet etmiştir:
‘‘f. 1 No.lu Protokol’ün 1. Maddesi (mülkiyetin korunması)
55. 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesi uyarınca “konut” ve
“mülkiyet” kavramları arasında dikkate değer bir örtüşme olabilir, ancak
“konut”un varlığı gerçek bir mülkiyet açısından bir hakkın ya da menfaatin
varlığına bağlı değildir (Surugiu /Romanya, § 63). Bir kişi, mülküyle Madde 8
bağlamında “konutu” teşkil etmesine yetecek ölçüde bağlantısı olmaksızın, 1
No.lu Protokol’ün 1. maddesi bakımından belli bir bina ya da arazi üzerinde bir
mülkiyet hakkına sahip olabilir (Khamidov /Rusya, § 128).
56. madde 8 altında güvenceye alınan, bireyin kişilik, kendi
kaderini tayin etme ve fiziksel ve zihinsel bütünlük haklarının kritik önemi
uyarınca, barındırma meselelerinde Devletlere tanınan takdir yetkisi Madde 8’de
tanınan haklar yönünden 1 No.lu Protokol’ün 1. Maddesinde tanınan haklara
kıyasla daha dardır (Gladysheva /Rusya, § 93). Madde 8 ihlali teşkil eden bazı
tedbirler 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesi ihlali bulunması sonucunu
doğurmayabilir (Ivanova ve Cherkezov /Bulgaristan, §§ 62-76). Ivanova ve
Cherkezov /Bulgaristan’daki karar, iki Madde tarafından korunan menfaatler
arasındaki farkı ve dolayısıyla maddelerin sağladıkları korumanın farklı
kapsamını, özellikle de orantılılık gereklerinin belli bir davanın şartlarına
uygulanması bakımından vurgulamaktadır (§ 74).
57. Bir Madde 8 ihlali, 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesi ihlali
bulunmasından kaynaklanabilir (Doğan ve Diğerleri /Türkiye [BD], § 159;
Chiragov ve Diğerleri /Ermenistan [BD], § 207; Sargsyan /Azerbaycan [BD], §§
259-260) ve Mahkeme ayrıca bu iki Maddeden birinin ihlaline de karar verebilir
(Kıbrıs /Türkiye [BD], §§ 175 ve 189; Khamidov /Rusya, §§ 139 ve 146; Rousk
/İsveç, §§ 126 ve 142; Kolyadenko ve Diğerleri /Rusya, § 217). Yine Mahkeme bu
iki şikâyetten biri hakkında karar vermeye gerek görmeyebilir (Öneryıldız
/Türkiye [BD], § 160; Surugiu /Romanya, § 75).
58. Ancak, konuttan istifadeyi etkileyen bazı tedbirlerin,
özellikle de standart kamulaştırma davalarında, 1 No.lu Protokol’ün 1.
maddesine göre incelenmesi gerekir (Mehmet Salih ve Abdülsamet Çakmak /Türkiye,
§ 22; Mutlu /Türkiye, § 23).’’
Buna ilave olarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Ek 1 No’lu
Protokolü’nün 1. maddesinde ve Anayasa’nın 35. maddesinde temelini bulan
mülkiyet hakkı; sahibine mülkiyetine müdahale edilmeksizin yararlanma,
mülkiyetten yoksun bırakılmama, mülkiyetinin kullanımının kontrol edilmemesi
imkanı sağlar. Bununla birlikte mülkiyet hakkı; bir kimsenin, başkasının hakkına
zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara da uymak koşulu ile bir şey
üzerinde dilediği biçimde kullanma, ürünlerinden yararlanma, tasarruf etme
(başkasına devretme, biçimini değiştirme, harcama ve tüketme, hatta yok etme)
şeklinde tanımlanmaktadır (Anayasa Mahkemesi’nin 21.06.1989 tarihli ve 1988/ 34
E., 1989/26 K. sayılı Kararı).
O halde afetzedelerin 06.02.2023 tarihinde meydana gelen
depremlerden etkilenen yerlerde 7269 sayılı Kanun kapsamında orta hasar ve
üzeri hasarlı olarak tespit edilen yapıların yerinde yeniden yapımını ve bundan
doğan yapım maliyetini, Anayasa’nın mülkiyet hakkı bağlamında ele almak
gerekmektedir. Açıklandığı üzere mülkiyet hakkı, Devlete birtakım yükümlülükler
yüklemektedir. Şöyle ki mülkiyet hakkının muhafazasını teminen Devlet, mülkün
inşa edileceği yerin imar mevzuatına uygun olup olmadığını, o mülkün depreme
dayanıklı olup olmadığını denetlemekle mükelleftir. Söz gelimi bu yükümlülüğün
ifa edilmesi için 09.05.2012 tarihli ve 6305 sayılı Afet Sigortaları Kanunu ile
zorunlu deprem sigortasına tabi yapılar belirlenmiştir. Ancak deprem bölgesinde
Devletin söz konusu denetim / kolluk görevi gereği gibi ifa edilmediğinden; ek
1. maddeye konu yapılar üzerinde mülkiyet hakkı sahiplerinin mülkiyet
haklarının özü ortadan kalkmış diğer bir ifade ile bu yapılar, yıkılmış yahut
ağır hasar görmüştür. Sosyal bir devlette bu zararın, nakdi yahut aynı olarak
tazmini gerekirken (ivazsız biçimde yerinde yeniden yapımı); kanun koyucu,
geriye kalan yapım maliyetinin TÜFE oranında güncellenerek borçlandırılması
yoluna giderek; Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan sınırlandırmanın
sınırlarının aksine; demokratik bir toplumda olmayacak biçimde mülkiyet
hakkının özüne dokunmuş; başkasından kaynaklanan hatayı, zaten dezavantajlı
konumdaki hak sahibinin sırtına yüklemiştir. Bu nedenlerle iptali talep edilen
ibareler, Anayasa’nın 13 ve 35. maddelerine aykırıdır.
iv) Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılma ilkeleri ve
güvence ölçütleri ile teşebbüs hürriyeti bakımından:
Öncelikle belirtmek gerekir ki anılan ek madde 1’e konu
06.02.2023 tarihinde meydana gelen depremlerden etkilenen yerlerde 7269 sayılı
Kanun kapsamında orta hasar ve üzeri hasarlı olarak tespit edilen yapılar
içinde işyerleri de bulunmaktadır.
Anayasa’nın 48. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca Devlet, özel
teşebbüslerin milli ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini,
güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri alır. O halde
özel teşebbüs statüsünde bulunan işyerlerini de içeren söz konusu yapıların
yerinde yeniden yapımı için kanunlaştırılan anılan ek madde 1’i, Devletin
Anayasa’nın anılan hükmü bağlamındaki tedbir alma yükümlülüğü kapsamında
değerlendirmek mümkündür. Nitekim Anayasa Mahkemesi’ne göre de Devletin, ‘‘özel
teşebbüsün gelişmesini sağlamaya dönük ekonomik ve sosyal politikalar uygulama
ve özel teşebbüse güvenli çalışma ortamı sağlamak için önlemler alma yetkisi de
bulunmaktadır’’ (Anayasa Mahkemesi’nin 25.02.2010 tarihli ve 2007/65 E.;
2010/43 K. sayılı Kararı). Ancak kanun koyucu, (özel teşebbüs statüsünde
bulunan) işyeri maliklerinin, bu yapıların yerinde yeniden yapımı bakımından
geriye kalan yapım maliyetinin TÜFE oranında güncellenerek borçlandırılması
şartı öngörmüştür. Bu itibarla kanun koyucu, bazı sektörlerde borçlanamayan özel
teşebbüsler bakımından çalışma ortamının güvensiz ve belirsiz hale gelmesine
dahası çalışma ortamının hiç hazırlanamamasına yol açmaktadır. Söz konusu
durumda, ancak ekonomik yeterliliğe sahip işyeri sahipleri, borçlanabilecek;
teşebbüs hürriyetlerini kullanabilecek ve fakat ekonomik yeterliliğe sahip
olmayan işyeri sahipleri, borçlanamayacak; teşebbüs hürriyetlerini
kullanamayacaktır. Bu ise Devletin sosyal niteliğine ve demokratik toplumun
gereklerine uygun düşmez. Zira Devlet zarar görmüş tüm özel teşebbüsler
bakımından teşebbüs hürriyetinin kullanılmasına elverişli ortamı
hazırlamalıdır. Kanun koyucu, zarar görmüş özel teşebbüsün teşebbüs hürriyetini
tekrar kullanabilmesi için onun ekonomik yeterliliğini kıstas olarak belirlemek
suretiyle; Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan sınırlandırmanın sınırlarının
aksine; anılan hürriyetin özüne dokunmuştur. Bu nedenle anılan ibareler,
Anayasa’nın 13 ve 48. maddelerine aykırıdır.
v)Uluslararası anlaşmaların iç hukuka etkisi bakımından:
Anayasa’nın 90. maddesine göre temel hak ve özgürlüklere ilişkin usulüne göre
yürürlüğe konmuş uluslararası anlaşmalar, (kanunlara nazaran hakkı koruyucu,
kullanımını genişletici hükümler barındırması kaydıyla) normlar hiyerarşisinde
kanunun üstündedir. İptali talep edilen ibareler, Anayasa hükümleriyle benzer
hükümler içeren yaşama (maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme) ile
barınma hakkına ilişkin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2 ve 8.
maddelerini, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 3 ve 25. maddelerini,
Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı’nın 31. maddesini; Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin Ek 1 No’lu Protokolü’nün mülkiyet hakkına ilişkin 1. maddesini
de ihlal ettiğinden Anayasa’nın 90. maddesine de aykırıdır.
Tüm bu nedenlerle 7456 sayılı Kanun’un 26. maddesiyle 7452
sayılı Kanun’a eklenen ek madde 1’in yedinci fıkrasının üçüncü cümlesinde yer
alan ‘‘borç’’ ibaresi ile dördüncü cümlesinde yer alan ‘‘borç’’ ibaresi ve
‘‘borçlandırılır’’ ibaresi, Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 2, 5, 13, 17, 35,
48, 57, 65 ve 90. maddelerine aykırıdır; anılan ibarelerin iptali gerekir.
III. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ
14.07.2023 tarihli ve 7456 sayılı 06.02.2023 Tarihinde Meydana
Gelen Depremlerin Yol Açtığı Ekonomik Kayıpların Telafisi İçin Ek Motorlu
Taşıtlar Vergisi İhdası ile Bazı Kanunlarda ve 375 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile getirilen iptali talep
edilen düzenlemeler, çeşitli kanunlarda hukuka aykırı eklemeler yapmaktadır.
Kamu yararına aykırı olan, telafisi mümkün olmayacak sonuçlara yol açacak bu
düzenlemelerin iptal davası sonuçlanana kadar yürürlüğünün durdurulması
gerekmektedir.
Nitekim anayasal düzenin hukuka aykırı kural ve düzenlemelerden
en kısa sürede arındırılması, hukuk devleti sayılmanın en önemli gerekleri
arasında sayılmaktadır. Anayasa’ya aykırılıkların sürdürülmesi, özenle
korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyecektir. Hukukun
üstünlüğünün sağlanamadığı bir düzende, kişi hak ve özgürlükleri güvence
altında sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesi hukuk devleti yönünden
giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol açacaktır.
Bu zarar ve durumların doğmasını önlemek amacıyla, Anayasa’ya
açıkça aykırı olan ve iptali istenen hükmün iptal davası sonuçlanıncaya kadar
yürürlüğünün de durdurulması istenerek Anayasa Mahkemesi’ne dava açılmıştır.
IV. SONUÇ VE İSTEM
14.07.2023 tarihli ve 7456 sayılı 06.02.2023 Tarihinde Meydana
Gelen Depremlerin Yol Açtığı Ekonomik Kayıpların Telafisi İçin Ek Motorlu
Taşıtlar Vergisi İhdası ile Bazı Kanunlarda ve 375 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un
1) 3. maddesiyle 15.05.1959 tarihli ve 7269 sayılı Umumi Hayata
Müessir Afetler Dolayısiyle Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair
Kanun’a eklenen geçici madde 27’nin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer
alan ‘‘borçlandırmaları’’ ibaresi, Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 2, 5, 13,
17, 35, 48, 57, 65 ve 90. maddelerine,
2) 10. maddesiyle 12.04.2000 tarihli ve 4562 sayılı Organize
Sanayi Bölgeleri Kanunu’na eklenen geçici 17. maddenin altıncı fıkrasının
ikinci cümlesinde yer alan ‘‘borçlandırılarak’’ ibaresi ile yedinci fıkrasında
yer alan ‘‘borçlandırılmak’’ ibaresi, Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 2, 5, 13,
17, 35, 48, 57, 65 ve 90. maddelerine,
3) 26. maddesiyle 7452 sayılı Kanun’a eklenen ek madde 1’in
yedinci fıkrasının üçüncü cümlesinde yer alan ‘‘borç’’ ibaresi ile dördüncü
cümlesinde yer alan ‘‘borç’’ ibaresi ve ‘‘borçlandırılır’’ ibaresi, Anayasa’nın
Başlangıç bölümüne, 2, 5, 13, 17, 35, 48, 57, 65 ve 90. maddelerine aykırı aykırı
olması nedeniyle iptaline ve uygulanması halinde giderilmesi güç ya da
olanaksız zarar ve durumlar olacağı için, iptal davası sonuçlanıncaya kadar
yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesine ilişkin istemimizi saygı ile arz
ederiz.”