“Anayasa'nın hukuk devleti ilkesini düzenleyen
"Cumhuriyetin nitelikleri" başlıklı 2. maddesinde, "Türkiye
Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan
haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel
ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.";
"Yasama yetkisi" başlıklı 7. maddesinde,
"Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu
yetki devredilemez.";
"Temel hak ve özgürlüklerin sınırlanması"
başlıklı 13. maddesinde, "Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.";
"Mülkiyet hakkı" başlıklı 35. maddesinde,
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu
yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum
yararına aykırı olamaz.
" kuralları bulunmaktadır.
İtiraz yoluyla Anayasa Mahkemesi'ne başvurulmasına
karar verilen, 1567 sayılı Kanun'un 1. maddesinde öngörülen konularda
Cumhurbaşkanı'nca alınacak kararların, "yasama yetkisinin
devredilmezliği" ilkesi bakımından incelemesinden;
Anayasa’nın 7. maddesinde, yasama yetkisinin Türk
Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne (TBMM) ait olduğu ve bu yetkinin
devredilemeyeceği kurala bağlanmıştır. Yasama yetkisinin TBMM'ye ait olması ve
bu yetkinin devredilememesi, kuvvetler ayrılığı ilkesinin bir gereğidir. Bu
kurala yer veren Anayasa'nın 7. maddesinin gerekçesinde, yasama yetkisinin
parlamentoya ait olması "demokrasi rejimini benimseyen siyasî rejimlerde
kaçınılmaz bir durum" olarak nitelendirilmiştir. Ayrıca gerekçede,
"Millet adına kanun koyma yetkisini yasama meclisi yerine getirir. Bu
yetki devredilemez. Ancak, Anayasa'nın 99. ve 129. maddeleri hükümleri saklıdır."
açıklamalarına yer verilmek suretiyle bu ilkenin anlamı ve istisnaları
belirtilmiştir. Madde gerekçesinden de anlaşılacağı üzere yasama yetkisinin
devredilemezliği, esasen kanun koyma yetkisinin TBMM dışında başka bir organca
kullanılamaması anlamına gelmektedir. Anayasa'nın 7. maddesi ile yasaklanan,
kanun yapma yetkisinin devredilmesidir (AYM kararları; E:2021/73, K:2022/51,
21/04/2022, § 15; E:2022/103, K:2022/150, 30/11/2022, § 17; E:2022/21,
K:2024/79, 14/03/2024, § 13).
Türevsel nitelikteki düzenleyici işlemler
bakımından yürütmenin düzenleme yetkisi, sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir
yetkidir. Bu nedenle temel ilkeleri belirlenmeksizin ve çerçevesi
çizilmeksizin, yürütme organına düzenleme yetkisi veren bir kanun kuralıyla
sınırsız, belirsiz, geniş bir alanın yürütmenin düzenlemesine bırakılması
Anayasa'nın anılan maddesine aykırılık oluşturur. Bununla birlikte yasama
organının temel ilkeleri ve çerçeveyi kanunla belirledikten sonra uzmanlık ve
idare tekniğine ilişkin hususları yürütmeye bırakması, yasama yetkisinin devri
olarak yorumlanamaz (AYM kararları, E:2011/42, K:2013/60, 09/05/2013;
E:2021/73, K:2022/51, 21/04/2022, § 16; E:2022/21, K:2024/79, 14/03/2024, §
14).
Anayasa'nın kanunla düzenlenmesini açıkça
öngörmediği konularda kanunda genel ifadelerle düzenleme yapılarak ayrıntıların
tanzim edilmesinin yürütmenin türevsel nitelikteki düzenleyici işlemlerine
bırakılması mümkündür. Anayasa'da münhasıran kanunla düzenleme yapılması
öngörülmeyen konularda yasamanın asliliği ve Cumhurbaşkanlığı kararnameleri
haricinde geçerli olan yürütmenin türevselliği ilkeleri gereği idarî işlemlerin
kanuna dayanması zorunluluğu vardır. Ancak bu durumda kanunda belirlenmesi
gereken çerçeve, Anayasa'nın kanunla düzenlenmesini öngördüğü durumdakinden çok
daha geniş olabilecektir. Başka bir ifadeyle, Anayasa'ya göre kanunla
düzenlenmesi gerekmeyen bir konu, kanunî dayanağı olmak kaydıyla idarenin
düzenleyici işlemlerine bırakılabilir (AYM kararları, E:2018/91, K:2020/10,
19/02/2020, § 110; E:2019/36, K:2021/15, 04/03/2021, § 56; E:2021/28,
K:2024/11, 18/01/2024, § 64).
Öte yandan, Anayasa'da kanunla düzenlenmesi
öngörülen konularda, genel ifadelerle yürütme organına düzenleme yapma yetkisi
verilmesi yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine aykırılık
oluşturabilmektedir. Bu nedenle, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması,
vergi ve benzeri mali yükümlülüklerin konması ve memurların atanması, özlük
hakları gibi Anayasa'da münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda,
kanunun temel esasları, ilkeleri ve çerçeveyi belirlemiş olması gerekmektedir.
Anayasa koyucunun açıkça kanunla düzenlenmesini öngördüğü konularda yasama
organının temel kuralları saptadıktan sonra uzmanlık ve idare tekniğine ilişkin
hususları yürütmenin türevsel nitelikteki işlemlerine bırakması ise, yasama
yetkisinin devri olarak yorumlanamaz (AYM kararları; E:2011/42, K:2013/60,
09/05/2013; E:2019/36, K:2021/15, 04/03/2021, § 57; E:2022/103, K:2022/150,
30/11/2022, § 18).
Hak ve özgürlüklerin, bunlara yapılacak
müdahalelerin ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu haklara ve
özgürlüklere keyfi müdahaleyi engelleyen ve hukuk güvenliğini sağlayan
demokratik hukuk devletinin en önemli unsurlarından biridir (AYM kararı, Tahsin
Erdoğan, B. No: 2012/1246, 06/02/2014, § 60). Kanunun varlığı kadar kanun
metninin ve uygulamasının da bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebileceği
kadar hukukî belirlilik taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi
de kanunîlik koşulunun sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir
(AYM kararları; Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, §
55; Torsan Orman Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2014/13677, 20/09/2017, §
58; Sanasaryan Vakfı, B. No: 2019/6264, 03/11/2022, § 74).
İtiraz konusu 1567 sayılı Kanun'un 1. maddesinde,
kanun koyucu tarafından, Cumhurbaşkanı'na (mülga hükûmet sisteminde Bakanlar
Kurulu'na), kambiyo, nukut, esham ve tahvilat alım ve satımının ve bunlar ile
kıymetli madenler ve kıymetli taşlarla bunlardan mamul veya bunları muhtevi her
nevi eşya ve kıymetlerin ve ticari senetlerle tediyeyi temine yarıyan her türlü
vasıta ve vesikaların ihracı veya ithalinin düzenlenmesi ve sınırlanması ile
Türk parasının kıymetinin korunmasına yönelik kararlar alma yetkisi
verilmiştir.
1567 sayılı Kanun'un 1. maddesinde, kanun koyucu,
Cumhurbaşkanı'na, iktisadi ve ticari hayatı ilgilendiren kararlar alma yetkisi
vermektedir. Maddede, bu kararların konuları belirtilmiş ise de, güdülen amaca
ulaşmak için Cumhurbaşkanı'nca alınacak kararların kapsamı ve sınırları
hakkında herhangi bir ölçüt veya çerçeve belirlenmemiştir. Bu kapsamda,
Cumhurbaşkanı'nca alınabilecek kararların kapsamı ve sınırlarının genel
çerçevesi kanunla belirlenmeden Cumhurbaşkanı'na tanınan düzenleme yetkisi,
yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesiyle bağdaşmamaktadır. Böylece,
Cumhurbaşkanı'na çok geniş bir alanda, sınırsız bir yetki verilmek suretiyle
Cumhurbaşkanı'nca bu yetki kapsamında alınacak kararlar ile Anayasa'da kanunla
düzenlenmesi gereken konulara müdahale edilebilmesi ve özellikle temel hak ve
özgürlükleri sınırlayan kararlar alınabilmesi mümkün hâle gelmiştir. Bu
itibarla, temel hak ve özgürlüklere yönelik sınırlamanın dayanağı olarak
gösterilen 1567 sayılı Kanun'un 1. maddesinin keyfiliğe izin vermeyecek şekilde
belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir nitelikte olmadığı, Cumhurbaşkanı'nca
alınacak kararların genel çerçevesinin keyfiliğe izin vermeyecek şekilde
kanunla çizilmediği, bu konuda söz konusu kuralla nesnel ve objektif ölçütlerin
ortaya koyulamadığı sonucuna varılmıştır.
İtiraz yoluyla Anayasa Mahkemesi'ne başvurulmasına
karar verilen düzenlemenin hukuk devleti ilkesi ve mülkiyet hakkı bakımından
değerlendirilmesinden;
İtiraz konusu 1567 sayılı Kanun'un 1. maddesinde,
Cumhurbaşkanı'na çok geniş bir alanda ve sınırları belirli olmayan bir yetki
verilmiş olup, Cumhurbaşkanı'nca bu yetkiye dayanılarak, Anayasa'nın kanunla
düzenlenmesini emrettiği konulara müdahale edilebileceği gibi özellikle temel
hak ve özgürlüklerden olan ve Anayasa'nın 35. maddesinde teminat altına altına
alınan mülkiyet hakkını sınırlayan ve hatta özüne dokunan yasaklar koyulması
mümkündür. Nitekim, 1567 sayılı Kanun'un 1. maddesinde, Cumhurbaşkanı'nca
alınacak kararlara aykırılık hâlinde faaliyet izninin iptal edileceğini öngören
açık bir kurala yer verilmemiş olup, faaliyet izninin iptaline ilişkin
konuların tüm kapsam ve yönleriyle idarenin düzenleyici işlemleriyle
belirlenmesi öngörülmüştür.
Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde
(Sözleşme) güvence altına alınan mülkiyet hakkı, özel hukukta veya idarî
yargıda kabul edilen mülkiyet hakkı kavramlarından farklı bir anlam ve kapsama
sahip olup, yasal düzenlemeler ile yargı içtihatlarından bağımsız olarak özerk
bir yorum ile ele alınmalıdır (AYM kararları; Samandağ Vakıflı Köyü Ermeni
Ortodoks Kilisesi Vakfı [GK], B. No: 2018/9214, 27/10/2022, § 76; Sanasaryan
Vakfı, B. No: 2019/6264, 03/11/2022, § 65; Hüseyin Remzi Polge, B. No:
2013/2166, 25/06/2015, § 31). Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan
mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her
türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM kararı, E:2015/39, K:2015/62,
01/07/2015, § 20).
Bir işin yürütülmesi için verilen çalışma
ruhsatları, Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanında yer alan mülkiyet
hakkının konusunu oluşturur (AYM kararları; Ak Demirtaş Madencilik Nakliyat
Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2014/1989, 15/06/2016, § 35; Ahmet Bal, B.
No: 2015/19400, 11/06/2018, § 25; Çağdaş Petrol Ürünleri Pazarlama Otomotiv
Ticaret ve Turizm Ltd. Şti., B. No: 2015/12306, 28/11/2018, § 30).
Dövize ve kıymetli madenlere ilişkin işlemler
yapmaya ruhsat veren faaliyet izin belgesi, mevzuatta öngörülen şartların
sağlanması ile gerekli yükümlülüklerin ve idarî usullerin yerine getirilmesi
neticesinde idarece düzenlenerek ilgililere verilmektedir. Faaliyet izni sahibi
olan kişiler, kendilerine verilen bu izin kapsamında faaliyet izin belgesinin
düzenlendiği tarihten iptal edildiği tarihe kadar, belirli bir süre ticarî
faaliyette bulunmaktadır. İdare tarafından verilen bir ruhsata dayalı olarak
ticarî faaliyet yürütülmesine imkân sağlayan ve dövize ve kıymetli madenlere
ilişkin işlemlere aracılık etme yetkisi içeren faaliyet izninin, bu izne sahip
olan davacı yönünden ekonomik bir değer ifade ettiği ve dolayısıyla mülkiyet
hakkı kapsamında mülk teşkil ettiği açıktır. Bu itibarla, davacı şirketin
mülkiyetinde bulunan faaliyet izin belgesinin iptal edilmesi, Anayasa'nın 35.
maddesi anlamında mülkiyet hakkına müdahale oluşturmaktadır (Benzer yöndeki
hukukî değerlendirmeler için bkz. AYM kararları; [iş yeri açma ve çalışma
ruhsatları yönünden] Çağdaş Petrol Ürünleri Pazarlama Otomotiv Ticaret ve
Turizm Ltd. Şti., B. No: 2015/12306, 28/11/2018, § 41; [Spor Toto bayiliği
ruhsatı yönünden] Hidayet Metin, B. No: 2014/7329, 06/04/2017, § 40; [maden
işletme ruhsatı ve izni yönünden] Ak Demirtaş Madencilik Nakliyat Sanayi ve
Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2014/1989, 15/06/2016, § 36).
Anayasa'nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas
eden diğer kuralları birlikte değerlendirildiğinde, Anayasa'nın mülkiyet
hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Anayasa'nın
35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu
belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci
fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi
belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, genel olarak mülkiyet hakkının
hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun
bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında
ise, mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala
bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve
düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet
tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir.
Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi,
mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (AYM kararları; Recep Tarhan ve
Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 02/02/2017, §§ 55-58; Çukurova ithâlat ve
İhracat Türk A.Ş. [GK], B. No: 2019/4408, 18/05/2022, § 50).
Aynı şekilde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)
tarafından da Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinde düzenlendiği
hâliyle mülkiyet hakkının üç ayrı kuralı ihtiva ettiği kabul edilmektedir.
AİHM'e göre, birinci fıkranın birinci cümlesinde yer alan genel nitelikteki
birinci kural, mülkiyetin barışçıl kullanılması ilkesini bildirmektedir. Aynı
fıkranın ikinci cümlesinde bulunan ikinci kural, mülkiyetten yoksun bırakılmayı
ve bunun tâbi tutulduğu belirli koşulları kapsamaktadır. İkinci fıkrada yer
verilen üçüncü kural ise, devletlerin, diğerleri arasında, genel yarar
uyarınca, bu amaç için gerekli gördükleri yasaları icra ederek mülkiyetin
kullanılmasını kontrol etmeye yetkisi olduğunu tanımaktadır (Sporrong ve
Lönnroth/İsveç, B. No: 7151/75 ve 7152/75, 23/09/1982, § 61).
Bir ekonomik faaliyetin ruhsata bağlanması, ilgili
ekonomik alanın devlet tarafından düzenlenmesi ve kontrol edilmesi amacına
yöneliktir. Dövize ve kıymetli madenlere ilişkin işlemlere aracılık etme
faaliyetinde bulunabilmenin belirli şartlara bağlanması ve kambiyo mevzuatına
aykırı davrandığı veya yükümlülüklerini yerine getirmediği tespit edilen
şirketlerin faaliyet izninin iptal edilmesi, Türk parasının değerinin korunması
bakımından iktisadî yönden büyük önem taşıyan bu sektörü ve hizmetleri kontrol
etmeyi ve düzenlemeyi amaçlayan tedbirlerdir. Bu sebeple 1567 sayılı Kanun ve
bu Kanun'a dayanılarak hazırlanan düzenleyici işlemler uyarınca ilgililerin
(davacının) faaliyet izninin iptal edilmesinin, mülkiyetin kullanımını
düzenleme ve kontrole ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerekir
(Benzer yöndeki hukukî değerlendirmeler için bkz. AYM kararları; [iş yeri açma
ve çalışma ruhsatları yönünden] Çağdaş Petrol Ürünleri Pazarlama Otomotiv
Ticaret ve Turizm Ltd. Şti., B. No: 2015/12306, 28/11/2018, § 44; [Spor Toto
bayiliği ruhsatı yönünden] Hidayet Metin, B. No: 2014/7329, 06/04/2017, § 41;
[su ürünleri tesisi işletme hakkı yönünden] Kocaman Balıkçılık İhracat İthalat
Ticaret Ltd. Şti. ve Öz Callut Tarım Petrol ve Su Ürünleri Sanayi Ticaret, B. No:
2014/13827, 23/03/2017, § 50; [eczane ruhsatı yönünden] Ahmet Bal, B. No:
2015/19400, 11/06/2018, § 39).
Anayasa ve Sözleşme'de yer alan üçüncü kural
(mülkiyetin kullanımının kontrolü), devlete mülkiyetin kullanımı veya
mülkiyetten yararlanma hakkını kontrol etme ve bu konuda düzenleme yetkisi
vermektedir. Düzenleme ve kontrol yetkisinin kullanımı, kamu makamlarına
mülkiyetten yoksun bırakmaya göre daha geniş takdir yetkisi vermekte, ölçülülük
ilkesi gereği mülkiyetten yoksun bırakmada aranan tazminat ödeme yükümlülüğü,
davanın koşullarına bağlı olarak düzenleme yetkisinin kullanıldığı durumlarda
gerekmeyebilmektedir. Ancak üçüncü kuralın uygulandığı düzenleme veya kontrol
yetkisinin kullanımında da kural olarak kanunîlik, meşru amaç ve ölçülülük ilkelerinin
gereklerinin karşılanması aranmaktadır. Bu itibarla, mülkiyet hakkının
düzenlenmesi veya kontrolü yetkisi de ancak kamu yararı amacıyla ve kanunla
kullanılmalıdır (AYM kararları; Orhan Yüksel [GK], B. No: 2013/604, 10/12/2015,
§§ 57, 58; Torsan Orman Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2014/13677,
20/09/2017, § 57).
Anayasa'nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız
bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla
sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken
temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri
düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de göz önünde bulundurulması
gerekmektedir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik
toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın
Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin
Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı
amacı taşıması ve ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (AYM
kararları; Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 02/02/2017, § 62;
Filiz Freifrau Von Thermann ve diğerleri, B. No: 2019/14470, 20/12/2022, § 27).
Anayasa'nın 35. maddesinin ikinci fıkrasında
mülkiyet hakkının ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabileceği
belirtilmek suretiyle mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerin kanunda
öngörülmesi gereği ifade edilmiştir. Öte yandan temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkelerin düzenlendiği Anayasa'nın 13.
maddesinde de hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceği temel bir
ilke olarak benimsenmiştir. Buna göre mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde
ilk incelenmesi gereken ölçüt, kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün
sağlanmadığı tespit edildiğinde, diğer ölçütler bakımından inceleme
yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlâl edildiği sonucuna varılacaktır.
Müdahalenin kanuna dayalı olması, iç hukukta müdahaleye ilişkin yeterince
ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirmektedir
(AYM kararları; Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, §
44; Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49; Ali Ekber Akyol ve
diğerleri, B. No: 2015/17451, 16/02/2017, § 51; Torsan Orman Sanayi ve Ticaret
Ltd. Şti., B. No: 2014/13677, 20/09/2017, § 54; Sanasaryan Vakfı, B. No:
2019/6264, 03/11/2022, § 72).
"Kanun ile sınırlama" ölçütü veya
"kanunîlik ilkesi" Sözleşme'nin mülkiyetin korunmasını düzenleyen ek
1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinde de "yasada öngörülen koşullara uygun
olma" ifadesiyle bir sınırlama ve güvence ölçütü olarak yer almaktadır.
Buna karşın Sözleşme'de yer alan "provided for by law" kavramı ile
Anayasa’da yer alan "kanunîlik ilkesi" tam olarak aynı değildir.
AİHM, "kanun ile öngörülmüş olma" kavramına Türk hukukunda kanunîlik
ilkesine verilen anlamdan daha geniş bir anlam vermektedir (din ve inanç
özgürlüğünü düzenleyen 9. maddede yer alan "prescribed by law"
kavramı hakkındaki benzer değerlendirme için bkz: AYM kararı, Tuğba Arslan
[GK], B. No: 2014/256, 25/06/2014, § 84).
Anayasa'nın 35. ve 13. maddeleri mülkiyet hakkına
getirilecek sınırlamaların kamu yararı amacıyla ve kanunla yapılması
gerektiğini hüküm altına almaktadır. AİHM, yasada öngörülen koşulları, bir
diğer ifadeyle hukukîliği geniş yorumlayarak istikrar kazanmış yargı
kararlarına dayanan içtihat yoluyla geliştirilmiş ilkelerin de hukukîlik
şartını karşılayabildiğini kabul ederken Anayasa, tüm sınırlandırmaların mutlak
manada kanunla yapılacağını öngörerek Sözleşme'den daha geniş bir koruma
sağlamaktadır (AYM kararları; Orhan Yüksel [GK], B. No: 2013/604, 10/12/2015, §
43; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 31; Torsan
Orman Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2014/13677, 20/09/2017, § 55).
1567 sayılı Kanun'un 1. maddesi uyarınca, (mülga)
Bakanlar Kurulu'nca alınan Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı
Karar'ın 21. maddesinin dördüncü fıkrasında, kambiyo mevzuatına olan
aykırılıkları ya da bu Karar'da belirtilen yükümlülükleri yerine getirmediği
tespit edilen bankalar, yetkili müesseseler, PTT, kıymetli maden aracı
kuruluşları ve aracı kurumların dövize ilişkin işlemlere aracılık etme
yetkisinin Bakanlıkça kısmen veya tamamen kaldırılabileceği kurala bağlanmış;
32 Sayılı Karar'a dayanılarak hazırlanan dava konusu Yönetmeliğin de aralarında
yer aldığı düzenleyici idarî işlemlerde çeşitli hâllerde faaliyet izninin
Bakanlıkça iptal edilmesini öngören kurallara yer verilmiştir.
Mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin kanuna dayalı
olması, öncelikle şeklî manada bir kanunun varlığını zorunlu kılar. Şeklî
manada kanun, TBMM tarafından Anayasa'da belirtilen usûle uygun olarak
"kanun" adı altında çıkarılan düzenleyici yasama işlemidir. Hak ve
özgürlüklere müdahale edilmesi ancak yasama organınca kanun adı altında
çıkarılan düzenleyici işlemlerde müdahaleye imkân tanıyan bir hükmün bulunması
şartına bağlıdır. TBMM tarafından çıkarılan şeklî anlamda bir kanun hükmünün
bulunmaması hakka yapılan müdahaleyi anayasal temelden yoksun bırakır (AYM
kararları; Ali Hıdır Akyol ve diğerleri [GK], B. No: 2015/17510, 18/10/2017, §
56; Sanasaryan Vakfı, B. No: 2019/6264, 03/11/2022, § 73).
Bakanlar Kurulu veya Cumhurbaşkanı kararları,
yönetmelik, tebliğ gibi düzenleyici işlemlerin "kanun" kavramı
kapsamında değerlendirilmesi mümkün olmadığından, söz konusu düzenleyici idarî
işlemlerde yer alan faaliyet izninin iptaline ilişkin kuralların şeklî anlamda
kanunîlik şartını sağlamadığı açıktır.
Bu itibarla, 1567 sayılı Kanun'da yer alan
kuralların faaliyet izninin iptaline ilişkin idarî işlemler yönünden kanunîlik
şartına uygun olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
Davalı idare tarafından, 1567 sayılı Kanun'un 1.
maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak (mülga) Bakanlar Kurulu'nca alınan Türk
Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karar ve bu karar uyarınca
Bakanlıkça tesis edilen alt düzenleyici işlemlerde yer alan kurallara istinaden
faaliyet izninin iptal edildiği belirtilmekte; dolayısıyla faaliyet izninin
iptaline ilişkin idarî işlemlerin yasal dayanağı olarak 1567 sayılı Kanun'un 1.
maddesi gösterilmektedir. Nitekim, 1567 sayılı Kanun'da bu konuda açık bir
düzenleme yer almazken, kambiyo mevzuatına olan aykırılıkları ya da bu Karar'da
belirtilen yükümlülükleri yerine getirmediği tespit edilenlerin dövize ilişkin
işlemlere aracılık etme yetkisinin Bakanlıkça kaldırılabileceği, yani faaliyet
izninin iptal edilebileceği hususu 32 Sayılı Karar'ın 21. maddesinde
düzenlenmiştir.
25/03/1930 tarih ve 1433 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanan 1567 sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun'un 1.
maddesinde, "Kambiyo, nukut, esham ve tahvilât alım ve satımının ve
memleketten ihracının tanzim ve tahdidi ve Türk parası kıymetinin korunması
zımnında kararlar ittihazına İcra Vekilleri Heyeti salâhiyetlidir."
kuralına yer verilmiştir. Anılan madde, 18/02/1950 tarih ve 7436 sayılı Resmî
Gazete'de yayımlanan 5540 sayılı Kanun'un 1. maddesiyle, "Kambiyo, nukut,
esham ve tahvilât alım ve satımının ve bunlar ile kıymetli madenlerin (altın,
plâtin ve gümüş) memleketten çıkarılmasının tanzim ve tahdidine ve Türk parası
kıymetinin korunması zımnında kararlar ittihazına Bakanlar Kurulu
yetkilidir." şeklinde; 20/02/1954 tarih ve 8639
sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 6258 sayılı Kanun'un 1.
maddesiyle ise, "Kambiyo, nukut, esham ve tahvilât alım ve satımının ve
bunlar ile kıymetli madenler ve kıymetli taşlarla bunlardan mamul veya bunları
muhtevi her nevi eşya ve kıymetlerin ve ticarî senetlerle tediyeyi temine
yarıyan her türlü vasıta ve vesikaların memleketten ihracı veya memlekete
ithâlinin tanzim ve tahdidine ve Türk parasının kıymetinin korunması zımnında
kararlar ittihazına İcra Vekilleri Heyeti salâhiyetlidir." şeklinde
değiştirilmiştir. 06/08/2003 tarih ve 25191 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan
4961 sayılı Kanun'un 2. maddesiyle, 1567 sayılı Kanun'da geçen "İcra
Vekilleri Heyeti" ibareleri "Bakanlar Kurulu" şeklinde
değiştirilmiştir. 07/07/2018 tarih ve 30471 (2. Mükerrer) sayılı Resmî
Gazete'de yayımlanan 700 sayılı Anayasada Yapılan Değişikliklere Uyum
Sağlanması Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin 8. maddesiyle, 1567 sayılı
Kanun'un 1. maddesinin birinci fıkrasında yer alan "Bakanlar Kurulu"
ibaresi -aynı KHK'nın 217. maddesi uyarınca 24/06/2018 tarihinde birlikte
yapılan Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonucunda
Cumhurbaşkanının andiçerek göreve başladığı tarihte yürürlüğe girmek üzere-
"Cumhurbaşkanı" şeklinde değiştirilerek madde yürürlükteki hâlini
almıştır.
Mülkiyet hakkını sınırlamaya yönelik bir kanunî
düzenlemenin şeklen var olması yeterli olmayıp kuralların keyfîliğe izin
vermeyecek şekilde belirli ve öngörülebilir nitelikte olması gerekir. Esasen
temel hakları sınırlayan kanunun bu niteliklere sahip olması, Anayasa'nın 2.
maddesinde güvenceye alınan hukuk devleti ilkesinin de bir gereğidir. Hukuk
devletinde, kanunî düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi
bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır,
uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına
karşı koruyucu önlem içermesi gerekir. Kanunda bulunması gereken bu nitelikler
hukukî güvenliğin sağlanması bakımından da zorunludur. Zira bu ilke hukuk
normlarının öngörülebilir olmasını, kişilerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete
güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu
zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Dolayısıyla, Anayasa'nın 13.
maddesinde sınırlama ölçütü olarak belirtilen kanunîlik, Anayasa'nın 2.
maddesinde güvenceye alınan hukuk devleti ilkesi ışığında yorumlanmalıdır (AYM
kararları; E:2022/61, K:2022/101, 08/09/2022, §§ 28,29; E:2022/103,
K:2022/150, 30/11/2022, §§ 12-13).
Bu itibarla, Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri
gereğince, mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden faaliyet izninin iptaline
ilişkin idarî işlemlerin dayanağı olarak gösterilen kanunî düzenlemenin şeklen
var olması yeterli olmayıp, bu konuya ilişkin kanunî düzenlemelerin keyfîliğe
izin vermeyecek şekilde belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir nitelikte olması
gerekir.
1567 sayılı Kanun'un 1. maddesinde, Türk parasının
kıymetinin korunması için Cumhurbaşkanı'nca (mülga hükümet sisteminde Bakanlar
Kurulu'nca) alınacak kararlara aykırılık hâlinde faaliyet izninin iptal
edileceğini öngören açık bir kurala yer verilmemiş olup, faaliyet izninin
iptaline ilişkin konuların tüm kapsam ve yönleriyle idarenin düzenleyici
işlemleriyle belirlenmesi öngörülmüştür. Böylece, faaliyet izninin iptaline
ilişkin şartlar, idare tarafından her zaman değiştirilebilir nitelikteki
kurallar olan düzenleyici idarî işlemlere göre belirlenebilecektir.
Dolayısıyla, faaliyet izninin iptali hususunda temel çerçeve ve ilkelerin dahi
kanunda belirlenmediği, bu konuda idareye geniş bir takdir yetkisinin tanındığı
anlaşılmaktadır. Bu itibarla, mülkiyet hakkına yönelik sınırlamanın dayanağı
olarak gösterilen 1567 sayılı Kanun'un 1. maddesinin keyfîliğe izin vermeyecek
şekilde belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir nitelikte olmadığı ve kanunilik
ölçütü yönünden Anayasa'nın 13. ve 35. maddelerinde öngörülen güvenceyi
sağlamadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Faaliyet izninin iptali bakımından kanunîlik
ilkesine uygunluk yönünden yapılacak değerlendirmede,1567 sayılı Kanun'un 3. ve
4. maddelerinde yer alan kuralların da anlam ve kapsamlarının tarihsel süreç
içinde geçirdikleri değişiklikler ile birlikte göz önünde bulundurulması
gerekmekte olup bu kurallar, genel olarak 1567 sayılı Kanun'un 1. maddesi
uyarınca alınan kararlara aykırı hareket eden gerçek ve tüzel kişiler ile bu
tüzel kişilerin yetkilisi veya temsilcisi olan gerçek kişiler hakkında
uygulanacak olan yaptırımlar rejimini düzenlemektedir.
25/03/1930 tarih ve 1433 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanan 1567 sayılı Kanun'un 3. maddesinde, "(1) İcra Vekilleri
Heyetince ittihaz olunacak kararlara muhalif hareket eden bankalarla birinci
maddede yazılı işlerle iştigal eden sair müesseseler hakkında kanunî takibat
yapılarak mahkemelerce bunların on beş günden iki seneye kadar muamele
icrasından men ve tatiline karar verilmekle beraber beş yüz liradan yüz bin
liraya kadar ağır para cezası dahi hükmedilir. (2) Bu hareketi itiyat eden
banka ve müesseseler set olunur. Muhalif hareket banka ve müesseselerin merkezi
tarafından yapılmış veya yaptırılmış ise tatil ve set kararları o banka ve
müessesenin Türkiye'deki bilcümle şubelerine de şamildir. Şubeler
kendiliklerinden yapmışlarsa karar yalnız o şubeler hakkında tatbik olunur. (3)
Muvakkaten tatile mahkûm olan banka ve müesseseler tatil müddetince kendilerine
menfaat temin edecek yeni muameleler icrasından memnudurlar. Şu kadar ki üçüncü
şahısların hukukunu alâkadar edecek muamelelerle evvelce yapılmış olupta kanunî
müddete tâbi olan işlere devam olunur."; 4. maddesinde ise, "Her nerede
ve ne suretle olursa olsun İcra Vekilleri Heyeti kararlarına muhalif hareket
eden ve ettiren banka ve müesseselerin müdürleriyle alâkadar memurları ve sair
şahıslar Türk Ceza Kanunu'nun 358 ve 359. maddelerinde yazılı cezalarla
cezalandırılırlar." kurallarına yer verilmiştir. Türk Ceza Kanunu'nun
atıfta bulunulan 358. ve 359. maddeleri ise, hapis, ağır para cezası ile
meslekten ve sanattan muvakkaten memnuiyet yaptırımlarını içermektedir.
Dolayısıyla, 1567 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği ilk hâlinde, aynı Kanun'un
1. maddesi uyarınca getirilen yükümlülüklere aykırı davranan yetkili
müesseseler hakkında diğer yaptırımların yanı sıra, adli mercilerce alınacak
kararlar ile geçici süre faaliyetten men cezası uygulanması öngörülmüştür.
02/12/1936 tarih ve 3474 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanan 3070 sayılı Kanun'un 1. maddesiyle 1567 sayılı Kanun'un 4.
maddesinde yapılan değişiklikle, anılan maddede Türk Ceza Kanunu'na yapılan
atıf kaldırılarak, Bakanlar Kurulu'nca alınan kararlara aykırı hareket eden müesseselerin
yetkilisi olan veya fiilde sorumluluğu bulunan gerçek kişilerin hapis ve ağır
para cezasıyla cezalandırılmaları, ayrıca ele geçirilen döviz, tahvil ve
benzeri varlıkların da müsaderesine hükmolunması öngörülmüştür.
26/12/1942 tarih ve 5290 sayılı Resmî
Gazete'de yayımlanan 4328 sayılı Kanun'un 2. maddesiyle 1567 sayılı Kanun'un 3.
maddesinde yapılan değişiklikle de, aynı Kanun'un 1. maddesine istinaden alınan
kararlara aykırı hareket eden gerçek ve tüzel kişiler hakkında adlî mercilerce
ağır para ve faaliyetten men cezasına hükmedilmesi, ayrıca gerçek kişiler için
hapis cezası öngörülmüştür. Öte yandan, bu değişiklikle mükerrirlerin daimî
olarak faaliyetten men edileceği ve haklarında verilecek para ve hapis
cezalarının iki kat olarak uygulanacağı kurala bağlanmıştır.
18/02/1950 tarih ve 7436 sayılı Resmî
Gazete'de yayımlanan 5540 sayılı Kanun'un 2. maddesiyle 1567 sayılı Kanun'un 3.
maddesi değiştirilmekle birlikte, anılan yaptırımlar tür ve miktarları
itibarıyla madde metninin yeni hâlinde de korunmuştur.
20/02/1954 tarih ve 8639 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanan 6258 sayılı Kanun'un 2. maddesiyle 1567 sayılı Kanun'un 3. maddesi
değiştirilirken de maddede öngörülen yaptırımların miktarlarında kısmen
değişiklikler yapılmakla birlikte, yaptırım türü olarak yine faaliyetten men ve
hapis cezası ile birlikte müsadere öngörülmüştür.
24/05/1985 tarih ve 18763 (Mükerrer) sayılı Resmî
Gazete'de yayımlanan 3196 sayılı Kanun'un 1. maddesiyle 1567 sayılı Kanun'un 3.
maddesi şu şekilde değiştirilmiştir: "Gerçek ve tüzel kişilerin 1. maddeye
göre alınan kararlara aykırı davranışta bulunmaları hâlinde, eşya ve
kıymetlerin değerine göre yüz bin liradan on milyon liraya kadar ağır para
cezasına hükmolunur. Bir defaya mahsus olsa dahi her türlü mal, kıymet, hizmet
ve sermaye ithâl ve ihraç edenler veya bu işlere tavassut edenlerden, bu
muamelelerinden doğan alacaklarını, 1. madde uyarınca çıkarılacak kararlardaki
hükümlere göre ve bu kararlarda tayin edilen müddetler içinde memlekete
getirmeyenler, ithâlat ve ihracatla diğer işlerinde döviz veya Türk parası
kaçırmak kastıyla muvazaalı muamelelerde bulunanlar veya bu nevi muamelelere
teşebbüs edenler hakkında da yukarıdaki fıkra hükmü uygulanır. Tekerrür hâlinde
verilecek cezalar iki kat olarak hükmolunur. Yakalanan eşya ve kıymetler
müsadere olunur. Yakalanamadığı için müsadere edilememesi hâlinde eşya ve
kıymetin rayiç değeri kadar tazminata hükmedilir.". 3196 sayılı Kanun'a
ilişkin tasarının genel gerekçesinde "Türk Parasının Kıymetini Koruma
Hakkındaki 1567 sayılı Kanun, 25/02/1930 tarihinde geçici bir süre ile
yürürlüğe girmekle, Türkiye'de dövize (kambiyoya) ilişkin esaslar ilk defa
düzenlenmiş bulunmaktadır. Başlangıçta, Bakanlar Kurulu'na döviz işlemlerinin
düzenlenmesi ve Türk parasının kıymetinin korunması amacıyla gerekli görülecek
kararları almaya yetki yeren ve bazı ceza hükümlerini kapsayan bu Kanun,
sonradan birçok değişikliklere uğramış ve yürürlük süresi çeşitlli kanunlarla
uzatılmış ve nihayet 11/02/1970 günlü ve 1224 sayılı Kanunla süresiz olarak yürürlükte
bırakılmıştır. Hâlen değişiklikleri ile birlikte yürürlükte bulunan bu Kanunda
suçla ceza arasında denge kurulamamıştır. Dövize ve Türk lirasına ilişkin en
ufak kayıplar ve bu konudaki en basit usulsüzlükler dahi yedi aydan başlayan
hapis cezalarının sebebi olarak uygulama devam edegelmiştir. Dışa açılan
ekonominin gereklerine uygun olarak ve ekonomik suçlara sadece ekonomik
müeyyide uygulanması prensibini hâkim kılmak amacıyla parasal suçların parasal
cezalarla karşılanması anlayışıyla ilişikte değişiklik tasarısı
hazırlanmıştır."; 3. maddeyi değiştiren 1. maddenin gerekçesinde ise,
"Tasarının 1. maddesiyle 1567 sayılı Kanunun 3. maddesi
değiştirilmektedir. Yeni düzenlemeyle hapis cezası kaldırılmakta, müeyyide
olarak sadece ağır para cezası ile yakalanan eşya veya kıymetlerin müsaderesi
öngörülmektedir. Müsadere edilememesi hâlinde ise eşya veya kıymetin rayiç
değeri kadar tazminata da hükmedilecektir." açıklamalarına yer
verilmiştir.
Böylece 3. maddede yapılan bu değişiklik sonrasında, Kanun'un
1. maddesine göre alınan kararlara aykırı hareket eden gerçek ve tüzel kişiler
hakkında hapis ve faaliyetten men cezalarını öngören kurallar ilga edilmiş,
kanunî düzenlemede yaptırım olarak yalnızca ağır para cezasına ve müsadereye
yer verilmiştir.
28/02/1989 tarih ve 20094 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanan 3521 sayılı Kanun ve 06/08/2003 tarih ve 25191 sayılı Resmî
Gazete'de yayımlanan 4961 sayılı Kanun ile 1567 sayılı Kanun'un 3. maddesinde
değişiklikler yapılmakla birlikte, söz konusu değişiklikler para cezası
miktarlarına yönelik olup, uygulanacak yaptırım türleri bakımından herhangi bir
değişiklik veya yenilik getirilmemiştir.
30/12/2008 tarih ve 27096 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanan 5827 sayılı Kanun'un 1. maddesiyle, 1567 sayılı Kanun'un 3. maddesi
5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nda benimsenen yaptırım rejimine uygun olarak
yeniden düzenlenmiştir. Nitekim anılan Kanun değişikliğinin gerekçesinde,
"5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun genel hükümleri dikkate alındığında,
Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun'a ve bu Kanun'a istinaden
çıkarılmış olan Bakanlar Kurulu kararlarına aykırı fiiller yaptırımsız
kalacağından, söz konusu boşluğun doldurulması amacıyla, madde hükmünün
30/03/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nda benimsenen yaptırım
rejimine uydurulması gerekmiştir. Teklifle söz konusu boşluk doldurulacak ve
Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu, bütüncül bir anlayışla mevzuata
uyumlaştırılacaktır." ifadelerine yer verilmiştir. Buna göre, Bakanlar
Kurulu'nun bu Kanun hükümlerine göre yapmış bulunduğu genel ve düzenleyici
işlemlerdeki yükümlülüklere aykırı hareket eden kişilerin, idarî para cezası
ile cezalandırılmaları ve bu madde hükmüne göre idarî para cezasına karar
vermeye Cumhuriyet savcısının yetkili olduğu kurala bağlanmıştır. Ayrıca, 1567
sayılı Kanun'un 4. maddesi de yürürlükten kaldırılmıştır.
25/05/2018 tarih ve 30431 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanan 7144 sayılı Kanun'un 1. maddesiyle, 1567 sayılı Kanun'un 3.
maddesine, "Bu Kanuna dayanılarak çıkarılan karar, yönetmelik ve tebliğler
ile diğer genel ve düzenleyici işlemler uyarınca faaliyet izni veya yetki
belgesi alınması zorunlu olan konularda, gerekli izin veya belgeyi almaksızın
ticarî faaliyette bulunanlar, elli bin Türk lirasından iki yüz elli bin Türk
lirasına kadar idarî para cezası ile cezalandırılır ve yetkisiz faaliyetin
gerçekleştirildiği iş yerindeki tüm faaliyetler bir aydan altı aya kadar,
tekrarı hâlinde ise sürekli olarak durdurulur. Ancak, yetkisiz olarak
faaliyette bulunanların ilan ve reklamlarından veya yaptıkları işin
mahiyetinden söz konusu iş yerini, sadece faaliyet izni veya yetki verilmesi
gereken faaliyet konularında iştigal etmek maksadıyla açtıkları veya
işlettikleri anlaşılıyorsa söz konusu iş yerindeki faaliyet sürekli olarak
durdurulur. Durdurma işlemleri Hazine Müsteşarlığının talebi üzerine
valiliklerce yerine getirilir." şeklindeki beşinci fıkra eklenmiş ve diğer
fıkralar buna göre teselsül ettirilmiştir. Böylece, düzenleyici işlemler
uyarınca faaliyet izni veya yetki belgesi alınması zorunlu olan konularda,
gerekli izin veya belgeyi almaksızın ticarî faaliyette bulunanlar hakkında
idarî para cezası ve yetkisiz faaliyetin gerçekleştirildiği iş yerindeki tüm
faaliyetlerin durdurulması öngörülmüştür. Anılan kuralda öngörülen müeyyide,
kapsamı itibarıyla faaliyet izni veya yetki belgesi alınması zorunlu olan
konularda hiçbir şekilde gerekli izin veya belge almaksızın ticarî faaliyette
bulunanlara yöneliktir. Başka bir anlatımla, kanun koyucu, gerekli izin veya
belgeyi almaksızın ticarî faaliyette bulunanlar hakkında uygulanacak yaptırımı
açıkça 1567 sayılı Kanun'a eklerken, hâlihazırda faaliyet iznine veya yetki
belgesine sahip olan müesseselerin belirli durumlarda faaliyet izninin iptal
edileceğine ilişkin bir düzenleme öngörmemiştir. Nitekim anılan Kanun
değişikliğinin gerekçesinde bu husus, " (...) yetki belgesi olmadan işlem
yapanlar için özel bir fıkra eklenerek yetkisiz faaliyetlere yönelik
caydırıcılığın artırılması ve böylece, yetkisi ve izni bulunmadığı hâlde
faaliyette bulunanların ekonomiye menfi etkilerinin önüne geçilmesi
amaçlanmıştır. Bu fiillere yönelik yüksek idarî para cezaları ile idarî bir
tedbir olarak faaliyetlerinin durdurulması öngörülmüştür." ifadeleriyle
açığa kavuşturulmuştur.
1567 sayılı Kanun'un bu Kanun hükümlerine göre
hazırlanan genel ve düzenleyici işlemlerdeki yükümlülüklere aykırı hareket
edenler hakkında uygulanacak yaptırımları düzenleyen 3. maddesinin bugün
itibarıyla yürürlükte bulunan hâlinde öngörülen yaptırım türleri, idarî para
cezası ve gerekli izin veya belgenin alınmadığı hâllerde yetkisiz faaliyetin
gerçekleştirildiği iş yerindeki ticarî faaliyetin durdurulmasıdır.
1567 sayılı Kanun'da yer alan kurallar, 1. ve 3.
maddeler başta olmak üzere, bir bütün olarak ele alındığında, faaliyet izninin
iptali konusuna ilişkin olarak Kanun'da açık bir düzenleme bulunmamaktadır.
İdare tarafından faaliyet izninin iptali yolundaki düzenleyici ve birel
işlemlerin dayanağı olarak gösterilen 1. madde yönünden, mülkiyet hakkına
müdahale teşkil eden faaliyet izninin iptali konusuna ilişkin temel ilkeler ve
yasal çerçeve belirlenmemiştir. Bu hususun, ilk elden Cumhurbaşkanı kararı
(önceki dönemde Bakanlar Kurulu kararı), Yönetmelik ve Tebliğ olmak üzere
idarenin düzenleyici işlemleriyle düzenlenmesi söz konusudur. Başka bir
anlatımla, faaliyet izninin iptali konusunda -asgarî düzeyde dahi genel
ilkeleri içeren- bir kanunî çerçeve çizilmemiş, konunun bütün yönleriyle ve
ayrıntılarıyla düzenlenmesi düzenleyici işlemlere bırakılmak suretiyle
yürütmeye sınırsız, belirsiz, geniş bir düzenleme yetkisi tanınmasına neden
olmuştur. 1567 sayılı Kanun'un 3. maddesi yönünden ise, bu Kanun uyarınca
yürürlüğe konulan genel ve düzenleyici işlemlerdeki yükümlülüklere aykırı
hareket edenler hakkında uygulanacak yaptırımlar düzenlenirken sadece idarî
para cezası yaptırımına yer verildiği görülmektedir. Bunun ötesinde, 1567
sayılı Kanun'un 3. maddesinde, ilk yürürlüğe girdiği 25/02/1930 tarihinden 3196
sayılı Kanun ile değişiklik yapılan 24/05/1985 tarihine kadar adlî bir yaptırım
olarak "faaliyetten men" cezası öngörülmüşken, anılan yaptırım 1985
yılında yapılan kanun değişikliğiyle kaldırılmıştır. Ayrıca, 2018 yılında
Kanun'un 3. maddesine gerekli izin veya belgeyi almaksızın ticarî faaliyette
bulunan işyerlerindeki faaliyetlerin durdurulmasını öngören beşinci fıkra
eklenirken de hâlihazırda sahip oldukları yetki belgesine istinaden faaliyette
bulunanların faaliyet izinlerinin iptal edilmesine veya bunun şartlarına yönelik
herhangi bir kanunî düzenleme yapılmamıştır. Bu itibarla, yasama organının
tarihsel süreç içinde yaptığı değişikliklerle ortaya koyduğu bu açık irade
karşısında, mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden yetkili müesseselerin
faaliyet izninin iptaline ilişkin yürütmenin düzenleyici veya birel nitelikteki
idarî tasarruflarının yasal dayanağının bulunduğundan bahsedilemeyeceği
açıktır.
Bu kapsamda, 1567 sayılı Kanun'da faaliyet izni veya
yetki belgesi alınması zorunlu olan konularda gerekli izin veya belgeyi
alanların faaliyet izninin iptali hususuna ilişkin olarak açık, belirli ve
öngörülebilir nitelikte yasal bir düzenlemenin bulunmadığı ve bu yönüyle
faaliyet izninin iptali suretiyle mülkiyet hakkına yönelik olarak ortaya çıkan
müdahalenin kanunîlik şartını taşımadığı anlaşılmaktadır.
Bu itibarla, itiraz konusu 1567 sayılı Kanun'un 1.
maddesinde yer alan düzenlemeyle Cumhurbaşkanı'na tanınan yetkinin temel
ilkelerinin belirlenmediği ve çerçevesinin çizilmediği anlaşıldığından söz
konusu düzenlemenin Anayasa'nın 2., 7., 13. ve 35. maddelerine aykırı olduğu
sonucuna varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle; bir davaya bakmakta olan
mahkemenin, o davada uygulanacak bir kanun hükmünü Anayasa'ya aykırı görürse
ilgili kanun hükmünün iptali için Anayasa Mahkemesi'ne başvurabileceğini
düzenleyen Anayasa'nın 152. ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve
Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 40. maddesinin birinci fıkrası gereğince,
1567 sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun'un 1. maddesinin, Anayasa'nın
2., 7., 13. ve 35. maddelerine aykırı olduğu kanısına ulaşılması nedeniyle bu
kuralın iptali için Anayasa Mahkemesi'ne başvurulmasına; iptali istenen kuralın
Anayasa'nın hangi maddelerine aykırı olduğunu açıklayan gerekçeli başvuru
kararının aslının, başvuru kararına ilişkin tutanağın onaylı örneğinin, dava
dilekçesi ile dosyanın ilgili bölümlerinin onaylı örneklerinin dizi listesine
bağlanarak ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI'NA GÖNDERİLMESİNE, 13/09/2024 tarihinde
oyçokluğuyla karar verildi.”