anayasa mahkemesi kararı
Esas Sayısı : 2024/130
Karar Sayısı : 2024/235
Karar Tarihi : 25/12/2024
R.G. Tarih – Sayı : 26/2/2025
- 32825
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU: 4/12/2004
tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun;
A. 142. maddesinin
(2) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “…oturduğu yer…” ibaresinden
sonra gelen “...ağır ceza mahkemesinde…” ve “…en yakın
yer ağır ceza mahkemesinde...” ibarelerinin,
B. 142. maddesinin
(8) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “…Cumhuriyet savcısı…”
ibaresinin,
C. 142. maddesine
1/2/2018 tarihli ve 7078 sayılı Kanun’un 139. maddesiyle eklenen (9) numaralı
fıkranın ikinci cümlesinin,
Anayasa’nın 2., 37. ve 142. maddelerine aykırılığı ileri
sürülerek iptallerine karar verilmesi talebidir.
OLAY: Koruma
tedbirleri nedeniyle açılan tazminat davasında itiraz konusu kuralların
Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptalleri için başvurmuştur.
I. İPTALİ İSTENEN KANUN HÜKÜMLERİ
Kanun’un itiraz konusu kuralların da yer aldığı 142. maddesi şöyledir:
“Tazminat isteminin koşulları
Madde 142 – (1)
Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve
her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde
tazminat isteminde bulunulabilir.
(2) İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza
mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle
ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın
yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır. (Ek
cümleler:2/3/2024-7499/13 md.) Ancak, 141 inci maddenin birinci fıkrasının (e),
(f) ve (l) bentleri kapsamındaki istemler bakımından 9/1/2013 tarihli ve 6384
sayılı Tazminat Komisyonunun Görevleri ile Çalışma Usul ve Esasları Hakkında
Kanun hükümleri uygulanır. Bu fıkra uyarınca 6384 sayılı Kanun kapsamında
olmasına rağmen ağır ceza mahkemesine yapılan istemler, Komisyona gönderilir.
Ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren ve girmeyen istemler birlikte
yapılmış ise ağır ceza mahkemesi görev alanına girmeyen istemleri ayırmak
suretiyle Komisyona gönderir. Bu hâllerde ağır ceza mahkemesine yapılan istem
tarihi esas alınır.
(3) Tazminat isteminde bulunan
kişinin dilekçesine, açık kimlik ve adresini, zarara uğradığı işlemin ve
zararın nitelik ve niceliğini kaydetmesi ve bunların belgelerini eklemesi
gereklidir.
(4) Dilekçesindeki bilgi ve belgelerin yetersizliği
durumunda mahkeme, eksikliğin bir ay içinde giderilmesini, aksi hâlde istemin
reddedileceğini ilgiliye duyurur. Süresinde eksiği tamamlanmayan dilekçe,
mahkemece, itiraz yolu açık olmak üzere reddolunur.
(5) Mahkeme, dosyayı inceledikten sonra yeterliliğini
belirlediği dilekçe ve eki belgelerin bir örneğini Devlet Hazinesinin kendi
yargı çevresindeki temsilcisine tebliğ ederek, varsa beyan ve itirazlarını iki
hafta içinde yazılı olarak bildirmesini ister.
(6) İstemin ve ispat belgelerinin değerlendirilmesinde
ve tazminat hukukunun genel prensiplerine göre verilecek tazminat miktarının
saptanmasında mahkeme gerekli gördüğü her türlü araştırmayı yapmaya veya
hâkimlerinden birine yaptırmaya yetkilidir.
(7) (Değişik: 25/5/2005 - 5353/20 md.) Mahkeme,
kararını duruşmalı olarak verir. İstemde bulunan ile Hazine temsilcisi,
açıklamalı çağrı kâğıdı tebliğine rağmen gelmezlerse, yokluklarında karar
verilebilir.
(8) Karara karşı, istemde bulunan, Cumhuriyet
savcısı veya Hazine temsilcisi, istinaf yoluna başvurabilir; inceleme
öncelikle ve ivedilikle yapılır. (Ek cümleler:2/3/2024-7499/13 md.) Karar
yerinde görülmezse bölge adliye mahkemesince işin esası hakkında karar verilir.
Bölge adliye mahkemelerince bu fıkra uyarınca verilen kararlar kesindir.
(9) (Ek: 15/8/2017-KHK-694/144 md.; Aynen kabul:
1/2/2018-7078/139 md.) Tazminat davaları nedeniyle Avukatlık Asgari
Ücret Tarifesi gereğince hesaplanan nisbî avukatlık ücreti ödenir. Ancak,
ödenecek miktar Tarifede sulh ceza hâkimliklerinde takip edilen işler için
belirlenen maktu ücretten az, ağır ceza mahkemelerinde takip edilen davalar
için belirlenen maktu ücretten fazla olamaz.
(10) (Ek: 15/8/2017-KHK-694/144 md.; Aynen kabul:
1/2/2018-7078/139 md.) Tazminata ilişkin mahkeme kararları,
kesinleşmeden ve idari başvuru süreci tamamlanmadan icra takibine konulamaz.
Kesinleşen mahkeme kararında hükmedilen tazminat ile vekâlet ücreti, davacı
veya vekilinin davalı idareye yazılı şekilde bildireceği banka hesap
numarasına, bu bildirimin yapıldığı tarihten itibaren otuz gün içinde ödenir.
Bu süre içinde ödeme yapılmaması halinde, karar genel hükümler dairesinde infaz
ve icra olunur.”
II. İLK İNCELEME
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri
uyarınca Kadir ÖZKAYA, Hasan Tahsin GÖKCAN, Basri BAĞCI, Engin YILDIRIM, Rıdvan
GÜLEÇ, Recai AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin
MENTEŞ, Kenan YAŞAR, Muhterem İNCE, Yılmaz AKÇİL ve Ömer ÇINAR’ın
katılımlarıyla 27/6/2024 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında öncelikle
başvuruya engel bir durumun varlığı ile uygulanacak kural sorunları
görüşülmüştür.
2. Anayasa’nın
152. ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve
Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 40. maddelerine göre bir davaya bakmakta
olan mahkeme, o dava sebebiyle uygulanacak bir kanunun veya Cumhurbaşkanlığı
kararnamesinin hükümlerini Anayasa’ya aykırı görmesi hâlinde veya taraflardan
birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varması
durumunda bu hükümlerin iptalleri için Anayasa Mahkemesine başvurmaya
yetkilidir. Ancak anılan maddeler uyarınca bir mahkemenin Anayasa Mahkemesine
başvurabilmesi için elinde yöntemince açılmış ve mahkemenin görevine giren bir
davanın bulunması, iptali talep edilen kuralın da o davada uygulanacak olması
gerekir. Uygulanacak kural ise bakılmakta olan davanın değişik evrelerinde
ortaya çıkan sorunların çözümünde veya davayı sonuçlandırmada olumlu ya da
olumsuz yönde etki yapacak nitelikte bulunan kurallardır.
3. 5271
sayılı Kanun’un 142. maddesinde tazminat isteminin şartları ve yargılama usulü düzenlenmiştir.
Anılan maddenin (2) numaralı fıkrasının itiraz konusu ibarelerin yer aldığı
birinci cümlesinde tazminat davasının açılacağı görevli ve yetkili mahkeme
belirlenmiştir. Anılan cümleye göre tazminat istemi,
zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza
mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır
ceza dairesi yoksa en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanacaktır.
4. İtiraz yoluna başvuran Mahkeme,
koruma tedbirleri nedeniyle açılan tazminat davasında yetki hususunu değerlendirirken Kanun’un 142. maddesinin
(2) numaralı fıkrasının “İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza
mahkemesinde … karara bağlanır.” kısmına dayanmıştır. Dolayısıyla davaya
konu tazminat talebiyle ilgili olarak zarara uğrayanın oturduğu yerdeki ağır
ceza mahkemesinin tazminat konusu işlemle ilişkili olması ve aynı yerde başka
bir ağır ceza dairesinin bulunmaması nedeniyle en yakın yer ağır ceza
mahkemesinde tazminat talebinin ileri sürülmesi hususlarının söz konusu
olmadığı anlaşılmaktadır. Bu itibarla anılan cümlede yer alan “…en
yakın yer ağır ceza mahkemesinde...” ibaresinin bakılmakta olan davada
uygulanma imkânının bulunmaması nedeniyle söz konusu ibareye ilişkin başvurunun Mahkemenin yetkisizliği nedeniyle reddi
gerekir.
5. Öte yandan Anayasa’nın
“Anayasaya aykırılığın diğer mahkemelerde ileri sürülmesi” başlıklı
152. maddesinin dördüncü fıkrasında “Anayasa Mahkemesinin işin
esasına girerek verdiği red kararının Resmî Gazetede yayımlanmasından sonra on
yıl geçmedikçe aynı kanun hükmünün Anayasaya aykırılığı iddiasıyla tekrar
başvuruda bulunulamaz.” denilmiştir. 6216 sayılı Kanun’un “Başvuruya
engel durumlar” başlığını taşıyan 41. maddesinin (1) numaralı fıkrasında da
“Mahkemenin işin esasına girerek verdiği ret kararının Resmî Gazetede
yayımlanmasından itibaren on yıl geçmedikçe aynı kanun hükmünün Anayasaya
aykırılığı iddiasıyla itiraz başvurusu yapılamaz.” hükmüne yer
verilmiştir.
6. 5271
sayılı Kanun’un 142. maddesine 7078 sayılı Kanun’un 139. maddesiyle eklenen (9)
numaralı fıkranın itiraz konusu ikinci cümlesinin “…ödenecek miktar Tarifede
sulh ceza hâkimliklerinde takip edilen işler için belirlenen maktu ücretten az…”
bölümüne yönelik iptal talebi Anayasa Mahkemesinin 4/5/2023 tarihli ve E.2023/54,
K.2023/90 sayılı kararıyla esastan
reddedilmiş ve bu karar 15/6/2023 tarihli ve 32222 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanmıştır. Anayasa Mahkemesince itiraz
başvurusu üzerine işin esasına girilerek reddedilen bölüm hakkında yeni bir
başvurunun yapılabilmesi için önceki kararın Resmî Gazete’de yayımlandığı 15/6/2023
tarihinden başlayarak geçmesi gereken on yıllık
süre henüz dolmamıştır. Bu itibarla anılan bölüme yönelik itiraz
başvurusunun Anayasa’nın 152. maddesinin dördüncü fıkrası ile 6216 sayılı
Kanun’un 41. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince reddi gerekir.
7. Açıklanan nedenlerle 5271 sayılı Kanun’un;
A. 142. maddesinin
(2) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “…en yakın yer ağır ceza
mahkemesinde...” ibaresinin itiraz
başvurusunda bulunan Mahkemenin bakmakta olduğu davada uygulanma imkânı bulunmadığından bu ibareye ilişkin başvurunun
Mahkemenin yetkisizliği nedeniyle REDDİNE,
B. 142. maddesinin
(2) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “...ağır ceza
mahkemesinde…” ve (8) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde yer
alan “…Cumhuriyet savcısı…” ibarelerinin esasının incelenmesine,
C. 142. maddesine
1/2/2018 tarihli ve 7078 sayılı Kanun’un 139. maddesiyle eklenen (9) numaralı
fıkranın ikinci cümlesinin;
1. “...ödenecek
miktar Tarifede sulh ceza hâkimliklerinde takip edilen işler için belirlenen
maktu ücretten az,...” bölümüne yönelik itiraz başvurusunun Anayasa’nın 152. maddesinin dördüncü
fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 41. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince
REDDİNE,
2. Kalan kısmının
esasının incelenmesine,
OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
III. ESASIN İNCELENMESİ
8. Başvuru kararı ve ekleri, Raportör
Ömer MENCİK tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu
kanun hükümleri, dayanılan ve ilgili görülen Anayasa kuralları ve bunların
gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği
görüşülüp düşünüldü:
A. Genel
Açıklama
9. Ceza muhakemesi faaliyetinin amacına uygun olarak
yürütülebilmesi ve muhakeme sonucunda hükmün infaz edilebilmesi için soruşturma
ve kovuşturma evresinde şüpheli veya sanık hakkında koruma tedbirleri
uygulanmaktadır. Temel hak ve özgürlüklere doğrudan müdahale niteliğinde olması
nedeniyle koruma tedbirleri kanunda ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiş ve
belirli şartlara bağlanmıştır. Bu şartlar gerçekleşmeden tedbirlere maruz kalan
kişilerin maddi ve manevi zarara uğramaları söz konusu olabilir (AYM, E.2023/54, K.2023/90, 4/5/2023, § 3).
10. Ülkemizde hukuka aykırı olarak hakkında koruma tedbiri
uygulanan kişilerin maddi ve manevi zararlarının giderilmesi amacıyla tazminat
yolu öngörülmüştür. Buna göre 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinde suç soruşturması
ve kovuşturması sırasında kişilerin uğradığı her türlü maddi ve manevi
zararlarını devletten isteyebilecekleri düzenlemesine yer verilmiştir. Anılan
Kanun’un 141. maddesinde tazminat nedenleri, 142. maddesinde tazminat talebinin
şartları ve yargılama usulü, 143. maddesinde tazminatın geri alınmasını
gerektiren hâller, 144. maddesinde ise tazminat isteyemeyecek kişiler
düzenlenmiştir.
11. Koruma
tedbirlerinden dolayı tazminat davası açma hakkı, hakkında koruma tedbiri
uygulanan kişilere tanınmıştır. Tazminat davası bir dilekçe ile açılır.
Kanun’un 142. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca tazminat isteminde bulunan kişinin
dilekçesine açık kimlik ve adresini, zarara uğradığı işlemin ve zararın nitelik
ve niceliğini kaydetmesi ve bunların belgelerini eklemesi gereklidir. Anılan maddenin (6) numaralı fıkrasında ise söz konusu
davalarda mahkemenin tazminat miktarını tazminat hukukunun genel ilkelerine
göre belirleyeceği belirtilmiştir.
12. Koruma tedbiri nedeniyle tazminat davasında davalı
Hazinedir. Maddenin (5) numaralı fıkrası uyarınca mahkeme dosyayı inceledikten
sonra yeterliliğini belirlediği dilekçe ve eki belgelerin bir örneğini devlet
Hazinesinin kendi yargı çevresindeki temsilcisine tebliğ ederek varsa beyan ve
itirazlarını on beş gün içinde yazılı olarak bildirmesini ister. (7) numaralı
fıkrada ise mahkemenin kararını duruşmalı
olarak vereceği, istemde bulunan ile Hazine temsilcisinin açıklamalı çağrı
kâğıdı tebliğine rağmen duruşmaya gelmemeleri hâlinde yokluklarında karar
verilebileceği hükme bağlanmıştır.
B. Kanun’un 142. Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasının Birinci
Cümlesinde Yer Alan “…oturduğu yer…” İbaresinden Sonra
Gelen “...ağır ceza mahkemesinde…” İbaresinin İncelenmesi
1. İtirazın Gerekçesi
13. Başvuru kararında özetle; 5271 sayılı Kanun’un 141.
maddesinde öngörülen maddi ve manevi tazminata konu olan ve ceza yargılaması sırasında
meydana gelen hukuka aykırı işlemlerin tespitinin ağır ceza mahkemelerince
yapılmasının gerekli olmadığı, bu tespitin hukuk mahkemelerince de yapılabileceği,
ağır ceza mahkemelerinin asıl görevinin nitelikli bazı suçların yargılamalarını
yürütmek olduğu, dolayısıyla tazminat yargılamaları hususunda yeterli tecrübeye
sahip olmadıkları, bu durumun ise davacılar ve davalı bakımından hak
kayıplarına neden olabileceği belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2., 37. ve 142.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
14. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural,
ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesi yönünden de incelenmiştir.
15. İtiraz konusu
kuralda koruma tedbirleri nedeniyle tazminat isteminin zarara uğrayanın
oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde görüleceği hükme bağlanmıştır.
16. Anayasa’nın
“Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrasında “Herkes,
meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı
veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” denilmektedir. Anılan maddeyle güvence altına alınan
hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının yanında diğer
temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların
korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir (AYM, E.2021/9, K.2022/4,
26/1/2022, § 28).
17. Anayasa’nın 142. maddesinde “Mahkemelerin kuruluşu,
görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri kanunla düzenlenir.”
hükmüne yer verilmiştir. Buna göre usul kanunlarının Anayasa’ya uygun olmak
şartıyla düzenlenmesi hususu kanun koyucunun takdirine bırakılmıştır. Kanun
koyucu takdir yetkisini kullanırken Anayasa’daki kurallara, özellikle de hukuk
devleti ilkesine ve adil yargılanma hakkına uygun hareket etmelidir (AYM,
E.2014/164, K.2015/12, 14/1/2015).
18. Bu itibarla kanun
koyucu, uyuşmazlıkların niteliklerini gözeterek Anayasa’daki yargı ile ilgili
temel ilkelere ve güvence kurallarına aykırı bulunmamak şartı ile mahkemelerin
görevini ve yetkisini belirleyebilecektir. Bu bağlamda getirilen usul
kurallarının Anayasa'nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının
öngördüğü güvencelere aykırılık taşımaması gerekmektedir (AYM, E.2015/37,
K.2015/119, 23/12/2015, § 13).
19. Kuralda koruma
tedbirleri nedeniyle tazminat davasının zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza
mahkemesinde görüleceği hükme bağlanmak suretiyle söz konusu davalara bakmakla
görevli ve yetkili olan mahkeme belirlemiştir. Haksız koruma tedbirlerine karşı
açılacak tazminat davalarının ağır ceza mahkemesi dışında başka bir mahkemede
incelenmesini zorunlu kılan herhangi bir anayasal hüküm bulunmamaktadır. Anayasal
bağlamda tazminat davalarında gözetilecek temel ilke söz konusu talebin
bağımsız ve tarafsız bir mahkemede adil yargılanma hakkının güvencelerine uygun
bir şekilde incelenerek uyuşmazlığın esasının çözümlenmesi imkânının bulunup
bulunmadığıdır.
20. 5271 sayılı Kanun’un 142. maddesinin
(1) numaralı fıkrasında karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine
tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme
tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabileceği; aynı
maddenin (6) numaralı fıkrasında ise tazminat miktarının belirlenmesinde
mahkemenin gerekli gördüğü her türlü araştırmayı yapmaya veya hâkimlerden
birine yaptırmaya yetkili olduğu belirtilmiştir.
21. Anılan düzenlemeler dikkate
alındığında koruma tedbiri niteliğindeki uygulamalar nedeniyle haksız olarak
zarara uğradığı gerekçesiyle tazminat isteminde bulunan kişinin dava açma,
iddia ve savunmada bulunma, her türlü delili ileri sürebilme hakkının bulunması
yanında ilgili mahkemenin de gerekli gördüğü araştırmaları yapmaya yetkili
olduğu anlaşılmaktadır.
22. Öte yandan koruma tedbirleri,
soruşturma ve kovuşturma sürecinde bir temel hakkı hükmün kesinleşmesinden önce
kısıtlayan, geçici, gecikemez ve ilke olarak hâkim kararını gerektiren
tedbirlerdir (Hülya Kar [GK], B. No: 2015/20360, 27/2/2019, § 17). Koruma tedbirleri kanunlarda ayrıntılı bir şekilde
düzenlenmiş ve belirli şartlara bağlanmıştır. Bazı koruma tedbirleri yönünden
anılan şartlara uyulmaması söz konusu Kanun’un 141. maddesinde tazminat nedeni
olarak öngörülmüştür.
23. Anılan maddede sayılan koruma
tedbirleri yönünden tazminat hakkının doğabilmesi için kişinin hukuka aykırı
bir işleme tabi tutulduğunun tespit edilmesi gerekmektedir. Bu durum ise ilke olarak
tazminat davasına ilişkin yargılamayı yürüten mahkemenin öncelikle davaya konu
tedbirin hukuka aykırı olduğunu tespit etmesini gerektirecektir (benzer bir
değerlendirme için bkz. M.E. [2.B], B. No: 2018/696, 9/5/2019, §
46).
24. Dolayısıyla ceza muhakemesi
sürecinde başvurulan bir koruma tedbirinin hukuka aykırılığının tespitinin ceza
mahkemesine bırakılmasını öngören kuralın mahkemeler arasında ihtisaslaşmanın sağlanmasının bir gereği olarak kanun koyucunun takdir yetkisi kapsamında yaptığı bir
düzenleme olduğu anlaşılmaktadır. Bu itibarla kuralın adil yargılanma hakkı
güvencelerine aykırı bir yönü bulunmamaktadır.
25. Öte yandan kural kapsamında koruma tedbiri niteliğindeki uygulamalar nedeniyle tazminat taleplerinin
zarara uğrayan kişinin oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde görülmesinin yargılama
usulüne ilişkin olarak kanun koyucunun takdir yetkisi kapsamında olduğu bu
yönüyle kuralın Anayasa’nın 142. maddesiyle de çelişmediği anlaşılmaktadır.
26. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 36. ve 142. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi
gerekir.
Kuralın
Anayasa’nın 2. maddesine de aykırı olduğu ileri sürülmüş ise de bu bağlamda
belirtilen hususların Anayasa’nın 36. ve 142. maddeleri yönünden yapılan
değerlendirmeler kapsamında ele alınmış olması nedeniyle Anayasa’nın 2. maddesi
yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 37. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
C. Kanun’un
142. Maddesinin (8) Numaralı
Fıkrasının Birinci Cümlesinde Yer Alan “…Cumhuriyet savcısı…” İbaresinin
İncelenmesi
1. İtirazın Gerekçesi
27. Başvuru kararında özetle; asıl görevi ceza
soruşturması yürütmek olan Cumhuriyet savcısının hukuk muhakemesinin
uygulandığı koruma tedbirleri nedeniyle açılan tazminat davalarında yeterli
tecrübeye sahip olamayacağı, bu durumun da hak kayıplarına yol açacağı belirtilerek
kuralın Anayasa’nın 2., 37. ve 142. maddelerine aykırı
olduğu ileri sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
28. İtiraz konusu kuralda,
koruma tedbirleri nedeniyle açılan tazminat davalarında mahkeme kararına karşı
Cumhuriyet savcısının da istinaf kanun yoluna başvurabileceği düzenlenmiştir.
29. Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti;
eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve
özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu
geliştirerek sürdüren, hukuki güvenliği sağlayan, Anayasa’ya aykırı durum ve
tutumlardan kaçınan, hukuk kurallarıyla kendini bağlı sayan ve yargı denetimine
açık olan devlettir.
30. Hukuk devleti ilkesi gereğince
kanunların kamu yararını gerçekleştirmek amacıyla yapılması gerekir. Anayasa
Mahkemesince kamu yararı konusunda yapılacak inceleme, kanunun kamu yararı
amacıyla yapılıp yapılmadığının araştırılmasıyla sınırlıdır. Anayasa’nın
çeşitli hükümlerinde yer alan kamu yararı kavramının Anayasa’da bir tanımı
yapılmamıştır. Ancak Anayasa Mahkemesinin kararlarında da belirtildiği gibi
kamu yararı; bireysel, özel çıkarlardan ayrı ve bunlara üstün olan toplumsal yarardır.
Kamu yararı düşüncesi olmaksızın yalnız özel çıkarlar için veya sadece belli
kişilerin yararına kanun hükmü konulamaz. Böyle bir durumun açık bir biçimde ve
kesin olarak saptanması hâlinde söz konusu kanun hükmü Anayasa’nın 2. maddesine
aykırı düşer. Açıklanan istisnai hâl dışında bir kanun hükmünün gereksinimlere
uygun olup olmadığı, hangi araç ve yöntemlerle kamu yararının sağlanabileceği
kanun koyucunun takdirinde olduğundan bu kapsamda kamu yararı değerlendirmesi
yapmak anayasa yargısıyla bağdaşmaz (AYM, E.2020/53, K.2021/55, 14/7/2021, §
23).
31. Hâkimin gerek maddi vakıaların
değerlendirilmesinde gerekse hukuk kurallarının uygulanmasında yanılgıya
düşmesi ve buna bağlı olarak hukuka aykırı hüküm vermesi söz konusu olabilmektedir.
Bu nitelikteki kararlara ilgililerin veya toplumun katlanmasını beklemek adalete
olan güveni sarsar ve hukuk devletini zedeler. Bu nedenle adil ve isabetli
olmadığı düşünülen bir hükmün başka bir yargı mercii tarafından denetlenmesi
bir gereklilik olarak ortaya çıkmaktadır.
32. Bununla birlikte mahkemelerce
verilen hükümlerin denetlenmesi konusunda devletin kanuni düzenleme yapması
gerekmektedir. Mahkeme kararlarına karşı ne tür bir denetim mekanizmasının
öngörüleceğinin, bu denetimin hangi yargısal makam tarafından gerçekleştirileceğinin,
kapsam ve sınırlarının, kimlerin talepte bulunabileceğinin belirlenmesi
hususlarında anayasal sınırlar içinde kanun koyucunun geniş takdir yetkisi
bulunmaktadır (benzer bir değerlendirme için bkz. AYM, E.2020/21, K.2020/53,
1/10/2020, § 20).
33. 5271 sayılı Kanun’un “Duruşmada
hazır bulunacaklar” başlıklı 188. maddesinin (1) numaralı fıkrasında
ceza mahkemelerince yapılan duruşmalarda,
hükme katılacak hâkimler ve Cumhuriyet savcısı ile zabıt kâtibinin ve anılan Kanun’un
zorunlu müdafiliği kabul ettiği hâllerde müdafiin hazır bulunmasının şart
olduğu hüküm altına alınmıştır. Koruma tedbirleri nedeniyle açılan tazminat
davaları yönünden herhangi bir istisna öngörülmediğinden Cumhuriyet savcısının anılan
davaların yargılamalarına katılacağı anlaşılmaktadır. Kanun’un 33. maddesinin
(1) numaralı fıkrasına göre ise duruşmada verilecek kararlar Cumhuriyet
savcısı, duruşmada hazır bulunan müdafi, vekil ve diğer ilgililer dinlendikten;
duruşma dışındaki kararlar Cumhuriyet savcısının yazılı veya sözlü görüşü
alındıktan sonra verilecektir. Söz konusu düzenlemeler gereğince koruma
tedbirleri nedeniyle açılan tazminat davalarında Cumhuriyet savcısı duruşmalara
bizzat katılacak, mahkemelere sunduğu mütalaalarla yargılama sürecine doğrudan etkide
bulunacaktır.
34. Ceza muhakemesi
hukukunda hakikatin araştırılarak gerçeğe ulaşılması, kolektif yargılama
yöntemi ile sağlanmaktadır. Kolektif yargılama; hükmün verilmesine iddia,
savunma ve yargılama makamlarının birlikte katılmasını ifade eder. Kolektif
yargılamanın metodu, hüküm verme faaliyetine katılacakların düşüncelerini
karşılıklı olarak bildirerek bütün süjelerin birbirlerinin fikirlerini
öğrenmeleridir (AYM, E.2011/43, K.2012/10, 19/1/2012).
35. Cumhuriyet savcısı,
ceza muhakemesinin gayesini gerçekleştirmek için sanığın lehine ve aleyhine
deliller ileri sürebilen, taleplerde bulunabilen, asıl amacı muhakeme
diyalektiğinin sağlanması olan, kendine has statü içinde bir ceza muhakemesi
süjesidir (AYM, E.2011/43, K.2012/10, 19/1/2012).
36. İddia makamı olan
Cumhuriyet savcısı, kolektif hüküm verme faaliyetinin ve bunun sonucunda maddi
gerçeğe ulaşmanın vazgeçilmez bir unsuru olarak kabul edilmektedir. Cumhuriyet
savcısı bu görevini maddi gerçeğin araştırılmasını amaç edinen bir soruşturma
yapmak, şüpheli veya sanığın lehine ve aleyhine elde ettiği bütün delilleri
hâkim veya mahkemeye sunmak, bu delillerin tartışılmasını sağlamak, bunun için
duruşmalara katılmak ve kararlara karşı yasa yollarına başvurmak suretiyle
yerine getirir (benzer bir değerlendirme için bkz. AYM, E.2011/43, K.2012/10,
19/1/2012).
37. Cumhuriyet savcısının
kanun yoluna başvurabileceği mahkeme kararları, onun hukuka aykırı olduğunu
değerlendirdiği kararlardır. Koruma tedbirleri nedenine dayalı tazminat
davalarında bir yargılama süjesi olarak dava hakkında yakinen bilgi sahibi olan
Cumhuriyet savcısının hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle mahkeme kararları için
kanun yoluna başvurarak söz konusu kararların hukuka uygun olup olmadığının
istinaf mahkemelerince denetlenmesine imkân tanımasının adalete olan güveninin
sağlanmasına, bireylerin hak ve özgürlükleri ile toplum menfaatinin korunmasına
hizmet edeceği açıktır. Bu itibarla koruma tedbirleri nedeniyle açılan tazminat
davalarında mahkeme kararına karşı Cumhuriyet savcısının da istinaf kanun
yoluna başvurabilmesini öngören kuralın kamu yararı amacına yönelik olduğu
sonucuna ulaşılmıştır.
38. Öte yandan kuralda
Cumhuriyet savcısına istinaf kanun yoluna başvurması hususunda yetki verilmesinin
yargılama usulüne yönelik bir düzenleme olduğu ve bu hususun kanun koyucunun
takdir yetkisi kapsamında bulunduğu gözetildiğinde kuralın Anayasa’nın 142.
maddesiyle de çelişmediği anlaşılmaktadır.
39. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa'nın 2. ve 142. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi
gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 37. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
Ç. Kanun’un 142. Maddesinin (9) Numaralı Fıkrasının İkinci Cümlesinde
Yer Alan “Ancak, …” ve “…ağır ceza mahkemelerinde takip edilen
davalar için belirlenen maktu ücretten fazla olamaz.” İbarelerinin
İncelenmesi
1. İtirazın Gerekçesi
40. Başvuru kararında özetle; itiraz konusu kurallarla
davacı ve davalı vekilleri adına hükmedilen vekâlet ücretlerine yönelik olarak hukuk
mahkemelerinde görülen tazminat davalarından farklı olarak önemli ölçüde
sınırlama getirildiği, bu durumun ise vekiller yönünden hak kaybına yol açacağı
belirtilerek kuralların Anayasa’nın 2., 37. ve 142. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
41. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi
uyarınca kurallar, ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 13. ve 36. maddeleri yönünden
de incelenmiştir.
42. İtiraz konusu kurallarla koruma
tedbiri nedeniyle açılan tazminat davasında hükmedilecek vekâlet ücretinin,
Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinde (Tarife) ağır ceza mahkemelerinde takip
edilen davalar için belirlenen maktu ücretten fazla olamayacağı öngörülmektedir.
43. Kurallarla öngörülen düzenlemenin
hakkında koruma tedbiri uygulanan davacı ile davalı devlet bakımından iki yönü
bulunmaktadır. Dolayısıyla kuralların anayasallık denetiminde bu iki hususun
ayrı ayrı ele alınması gerekmektedir.
44. Hak arama özgürlüğünün temel unsurlarından biri mahkemeye erişim hakkıdır.
Mahkemeye erişim hakkı, hukuki bir uyuşmazlığın bu konuda karar verme yetkisine
sahip bir mahkeme önüne götürülmesi hakkını da kapsar. Kişinin uğradığı bir
haksızlığa veya zarara karşı kendisini savunabilmesinin ya da maruz kaldığı
haksız bir uygulama veya işleme karşı haklılığını ileri sürüp
kanıtlayabilmesinin ya da zararını giderebilmesinin en etkili ve güvenceli yolu
yargı mercileri önünde dava hakkını kullanabilmesidir (AYM, E.2021/37,
K.2021/63, 22/9/2021, § 17; E.2021/20, K.2022/84, 30/6/2022, § 10; E.2022/104,
K.2023/28, 16/2/2023, § 10).
45. Dava hakkının etkili bir şekilde
kullanılabilmesi, hukuk, idari ve ceza yargılamalarında kişilere avukat
yardımından faydalanmaları hususunda gerekli imkânların sağlanmasıyla mümkündür. Yargılama gideri olan vekâlet ücretinin
miktarının, hangi taraftan tahsil edileceğinin ve buna ilişkin şartların da bu
kapsamda değerlendirilmesi gerekir (AYM, E.2021/58, K.2024/14, 23/1/2024, §
20).
46. Bu itibarla dava aşamasında kimin lehine ya da
aleyhine hükmedileceği belli olmayan bu ücret yükümlülüğü, bir usul hükmü olup
mahkemeye erişim hakkı ile ilişkilidir (Serkan Acar, B. No: 2013/1613,
2/10/2013, § 38; Mehmet Okutan ve Mustafa
Okutan, B. No: 2018/293, 18/5/2021, §
43). Dolayısıyla taraflar aleyhine vekâlet ücretine ve yargılama
giderlerine hükmedilmesini ve tarafların yargılama sürecinde yüklendikleri
giderlerin karşı tarafa yükletilmesi talebinin reddini öngören düzenlemeler
mahkemeye erişim hakkını sınırlayabilir (Hilmi Kocabey ve diğerleri, B.
No: 2018/27686, 17/11/2021, § 98). Bununla birlikte taraflar lehine hükmedilmesi
gereken vekâlet ücretinden tamamen veya kısmen yoksun bırakılması sonucunu
doğuran uygulamalar da anılan hak açısından sınırlamalara neden olabilir (benzer
bir değerlendirme için bkz. AYM, E.2021/58, K.2024/14, 23/1/2024, § 21).
47. Kurallar, dava değerinin yüksek
olduğu yargılamalarda hakkında koruma tedbiri uygulanan ve davacı konumunda
olan gerçek kişi veya özel hukuk tüzel kişileri lehine karar verilmesi yönünden
incelendiğinde; hükmedilecek vekâlet ücretinin oransal hesaplama (nispi
vekâlet ücreti) yerine Tarifede ağır ceza mahkemelerinde takip edilen davalar
için belirlenmiş maktu ücretin üst sınırına kadar hükmedilmesi, davacı lehine
daha az vekâlet ücretinin takdir edilmesi sonucunu doğuracaktır.
48. Davacının, lehine hükmedilmesi gereken vekâlet ücretinden kısmen
yoksun bırakılma sonucunu doğuran kurallar
mahkemeye erişim hakkına sınırlama getirmektedir.
49. Anayasa’nın 13. maddesinde “Temel hak ve
hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen
sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar,
Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin
gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” denilmiştir. Buna göre mahkemeye erişim
hakkına sınırlama getiren düzenlemelerin kanunla yapılması, Anayasa’da
öngörülen sınırlama sebebine uygun ve ölçülü olması gerekir.
50. Bu kapsamda mahkemeye
erişim hakkını sınırlamaya yönelik kanuni
düzenlemenin şeklen var olması yeterli olmayıp
kurallar keyfîliğe izin vermeyecek şekilde belirli ve öngörülebilir nitelikte
olmalıdır.
51. Esasen temel hakları sınırlayan
kanunun bu niteliklere sahip olması Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye alınan hukuk
devleti ilkesinin de bir gereğidir. Hukuk devletinde kanuni düzenlemelerin hem
kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer
vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca
kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir.
Kanunda bulunması gereken bu nitelikler hukuki güvenliğin sağlanması bakımından
da zorunludur. Zira bu ilke hukuk normlarının öngörülebilir olmasını,
bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de
yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını
gerekli kılar (AYM, E.2015/41, K.2017/98, 4/5/2017, §§ 153, 154). Dolayısıyla
Anayasa’nın 13. maddesinde sınırlama ölçütü olarak belirtilen kanunilik
Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye bağlanan hukuk devleti ilkesi ışığında
yorumlanmalıdır.
52. 5271 sayılı Kanun’un 142. maddesinin
itiraz konusu kuralların da yer aldığı (9) numaralı fıkrasında koruma tedbiri nedeniyle açılan tazminat davasında Tarife
gereğince hesaplanan nispi vekâlet ücretine hükmedileceği düzenlenmiş, itiraz
konusu kurallarda ise nispi vekâlet ücreti için bir üst sınır belirlenerek
ödenecek vekâlet ücretinin Tarifede ağır ceza
mahkemelerinde takip edilen davalar için belirlenmiş maktu ücretten fazla olamayacağı
hüküm altına alınmıştır. Buna göre koruma tedbiri nedeniyle açılan tazminat
davasında vekâlet ücretinin tespitinde Tarifenin esas alınması öngörülmektedir.
53. Tarafların avukatlık sözleşmesi
çerçevesinde avukat vasıtasıyla takip ettikleri bir ceza yargılamasında mahkeme
tarafından yargılama gideri kabul edilerek kararda ilgilisine yükletilecek vekâlet ücretinin
belirlendiği Tarife 19/3/1969 tarihli ve 1136
sayılı Avukatlık Kanunu’nun 168. maddesi uyarınca her yıl Türkiye
Barolar Birliği (TBB) Yönetim Kurulunca hazırlanmakta ve Adalet Bakanlığınca
onaylanarak yürürlüğe girmektedir.
54. Tarifede genellikle vekâlet ücretinin hesaplanmasında konusu para olmayan ve para
ile ölçülemeyen davalarda maktu tarife, konusu para olan veya para ile
ölçülebilen davalarda ise nispi tarife esas alınmaktadır. Bazı durumlarda ise
konusu para olan veya para ile değerlendirilebilen davalarda dahi maktu
tarifenin uygulanması kararlaştırılabilmektedir. Bazı istisnalar haricinde
kanunlarda hangi davalarda nispi, hangilerinde ise maktu tarifenin uygulanacağına
ilişkin bir hüküm bulunmamakta olup bu husus TBB’nin takdirine bırakılmıştır.
55. Kurallarda koruma tedbiri nedeniyle açılan tazminat
davasında Tarife gereğince hesaplanan nispi vekâlet ücretinin uygulanması esası
benimsenmiş olmakla birlikte hükmedilecek nispi vekâlet ücretinin yine Tarifede
ağır ceza mahkemelerinde takip edilen davalar
için belirlenen maktu ücretten fazla olmayacağı belirtilmek suretiyle bu
davalar yönünden ödenecek ücretin üst sınırı kanunla tespit edilmiştir.
56. Buna göre kurallarda koruma
tedbiri nedeniyle açılan tazminat davasında hükmedilebilecek vekâlet ücretiyle
ilgili olarak öngörülen üst sınırın herhangi bir
tereddüde yer vermeyecek şekilde açık ve net olarak düzenlendiği gözetildiğinde
kuralların belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir nitelikte olduğu ve bu
yönüyle kanunilik şartını taşıdığı anlaşılmaktadır.
57. Anayasa’nın 36. maddesinde mahkemeye erişim hakkı
için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte özel sınırlama
nedeni belirtilmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı
sınırlarının bulunduğu kabul edilmektedir. Öte yandan Anayasa’nın başka
maddelerinde yer alan hak ve özgürlükler ile devlete yüklenen ödevler, özel
sınırlama sebebi gösterilmemiş hak ve özgürlüklere sınır teşkil edebilir (AYM,
E.2023/101, K.2023/207, 30/11/2023, § 27).
58. Ayrıca adil yargılanma hakkı,
niteliği gereği devletin düzenleme yapmasını gerektiren bir haktır. Zira bu
hakkın Anayasa’da zikredilmiş olması kendi başına bir anlam ifade etmemekte,
bireylerin bu haktan yararlanabilmesi için devletin en azından yargı
teşkilatını kurması ve yargılama usullerini belirlemesi gerekmektedir. Devletin
düzenleme yetkisini haiz olduğu alanlarda belli ölçüde takdir yetkisine sahip
olduğunun kabulü gerekir. Bu sebeple adil yargılanma hakkına yönelik
sınırlamalar getirilirken kanun koyucuyu bağlayan belli bir meşru amaçlar
listesi bulunmamaktadır. Ancak kanun koyucunun bu takdir yetkisinin Anayasa
Mahkemesinin denetimine tabi olduğu açıktır (Bekir Sözen [GK], B. No:
2016/14586, 10/11/2022, § 74).
59. Kuralların,
koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davalarında davanın kabulü hâlinde vekalet
ücretinden sorumlu olan Hazinenin aşırı yüksek ve ağır yargılama gideri yüküyle karşılaşmasının önüne geçilmesine katkı
sunacağı açıktır. Kamu kaynaklarının mali açıdan yönetiminin doğru ve etkin bir
şekilde yapılabilmesi için devletin karşılaştığı yargılama giderlerinin
azaltılması yönünde düzenlemelerin yapılması,
kamunun bütçe dengesinin korunmasını sağlayacaktır. Bu itibarla kamuya aşırı
mali külfet yükleyeceği gerekçesiyle koruma tedbirleri nedeniyle tazminat
davalarında Hazinenin ödeyeceği vekâlet ücretini azaltan kuralların anayasal
yönden meşru bir amacının olmadığı söylenemez.
60. Kurallarla
mahkemeye erişim hakkına getirilen sınırlamanın Anayasa’ya aykırı olmaması için
aynı zamanda ölçülü olması gerekir. Anayasa’nın 13. maddesinde güvence altına
alınan ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak
üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen sınırlamanın
amaca ulaşmaya elverişli olmasını, gereklilik amaç bakımından
sınırlamanın zorunlu olmasını, diğer bir ifadeyle aynı amaca daha hafif bir
sınırlama ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise hakka
getirilen sınırlama ile amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi
gerekliliğini ifade etmektedir.
61. Kurallar gereğince devletin ödeyeceği vekâlet
ücretinin Tarifede ağır ceza mahkemelerinde
takip edilen davalar için belirlenen maktu vekâlet ücretinin üzerinde
olmamasının, devletin aşırı yüksek ve ağır yargılama
gideri yüküyle karşılaşmasının önüne geçilmesini sağlayacağı, bu itibarla
kuralların anılan meşru amaca ulaşma bakımından elverişli olduğu
açıktır.
62. Kamu kaynaklarının
korunması amacıyla Hazinenin aşırı yüksek ve ağır yargılama gideri yüküyle karşılaşmasının önüne
geçilmesi için alınacak önlemler hususundaki takdir yetkisi kanun
koyucuya aittir. Koruma tedbirleri nedeniyle
tazminat davası açan davacının yargılama sonunda alacağı vekâlet ücreti için
maktu bir üst sınırın öngörülmesi de söz konusu yetki kapsamında
değerlendirilebilecek araçlardandır. Dolayısıyla kurallarla öngörülen vekâlet ücretine ilişkin sınırlamanın söz
konusu amaçlara ulaşma bakımından gerekli olmadığı da söylenemez.
63. Mahkemeye erişim hakkına yönelik sınırlamanın
ölçülü olabilmesi için orantılılık ilkesi gereğince öngörülen sınırlama ile
elde edilmek istenen kamu yararı amacı arasında adil ve makul bir denge
gözetilmelidir. Bu kapsamda mahkemeye erişim hakkına öngörülen sınırlamanın,
kamu yararının gerekleri ile bireyin hakları arasında kurulmaya çalışılan adil
dengeyi bozacak şekilde birey aleyhine katlanılması zor külfetler yüklememiş
olması gerekir.
64. Hukuk
devletinde, bir kimsenin, başka bir kişinin hukuka aykırı işlem ve eylemi
nedeniyle uğradığı zararı o kişiden tazmin etmesini sağlayacak hukuksal
mekanizmaların oluşturulması gerekir. Bu durum, aynı zamanda Anayasa’nın 36.
maddesinde düzenlenen hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkının da bir
gereğidir. Bu anlamda, haksız yere dava açmak zorunda bırakılan veya kendisine
karşı haksız yere dava açılan bir kimsenin o dava nedeniyle yaptığı masrafların
karşı taraftan tazmini amacıyla tedbir alınması hukuk devletinin bir gereğidir
(bazı farklarla birlikte bkz. AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).
65. Haksız yere dava açan veya dava açılmasına sebebiyet
veren kişinin karşı tarafın yaptığı masraflardan sorumlu tutulması suretiyle
mali bir külfete katlanması, yargılama masraflarının bu kişi üzerinde
bırakılmasını gerektirmektedir. Başka bir ifadeyle yargılama giderinin haksız
çıkan taraftan tahsil edilmesi, davada haklı çıkan tarafın o dava nedeniyle yaptığı
masrafların giderilmesini sağlamaktadır (AYM, E.2013/95, K.2014/176,
13/11/2014). Haklı çıkan tarafın masraflarının
giderilmesine yönelik söz konusu amacın etkili bir yargılama yapılarak maddi
gerçeğe ulaşılması açısından da önemli olduğu açıktır.
66. Dava değerinden
bağımsız olarak açılan her davanın tarafları açısından belirli ölçülerde
ortalama bir maliyeti bulunmaktadır. Davanın nitelik itibarıyla karmaşık ve
çözümünün zor olması hâlinde vekilinin harcayacağı emek ve mesainin daha fazla
olacağı, bu durumun ise vekâlet ücreti bağlamında yargılama maliyetini daha da
artıracağı kuşkusuzdur. Dolayısıyla davacının dava açmakla katlanacağı külfetin
avukatın hukuki yardımından etkili ve güvenceli bir şekilde yararlanması, bu
suretle yargılamada maddi gerçeğin sağlıklı bir şekilde ortaya çıkarılması
amacını zedelememesi ya da ortadan kaldırmaması gerekir (benzer
değerlendirmeler için bkz. AYM, E.2021/58, K.2024/14, 23/1/2024, §§ 58,
59).
67. Davanın konusunun para
olması ya da parayla değerlendirilebilir nitelikte olması hâlinde vekâlet
ücreti ve harç gibi yargılama giderlerinin bu değere göre belirlenmesi
gerektiği söylenebilir. Bu durumda tarafların avukata ödediği ücret davanın
değerine göre değişebilecektir. Ancak bazı durumlarda davanın değerinden
bağımsız olarak objektif ve kabul edilebilir miktarlarla maktu vekâlet
ücretleri belirlenebilir. Dolayısıyla yargılama giderlerine katlanmak zorunda
kalan tarafın haklılığının tespit edilmesi durumunda yaptığı masrafların giderilmesi
için kendisine ödenecek vekâlet ücreti bakımından asgari ve üst sınırın
belirlenmesi mümkündür (benzer bir değerlendirme için bkz. AYM,
E.2021/58, K.2024/14, 23/1/2024, § 39).
68. Davada haklı çıkan
taraf ile avukat arasında düzenlenen avukatlık sözleşmesindeki ücretin her bir
sözleşmede çok farklı miktarlarda olması mümkündür. Hükmedilecek vekâlet
ücretinin tespitinde avukatlık sözleşmesinde belirlenen tutarın esas alınmasının
farklı ve haksız uygulamalara yol açabileceği açıktır. Bu durum konusu ve
sebebi birbiriyle tamamen aynı olan davalarda farklı vekâlet ücretlerine
hükmedilmesine, davada haksız çıkan bazı kişilerin benzer durumdaki diğer
kişilere nazaran yüksek miktarlarda vekâlet ücreti külfetiyle karşılaşmasına
sebebiyet verebilecektir (AYM, E.2021/58, K.2024/14, 23/1/2024, § 38).
69. Bunun yanı sıra tarafların kendi
aralarında yaptıkları sözleşmede belirlenen ücretin öznel olması ve
denetlenebilir bir ölçütünün olmaması nedeniyle taraf açısından bu ücrete göre
değerlendirilebilecek bir maliyetin de her durumda gerçek maliyeti ifade
etmeyebileceği belirtilmelidir (AYM,
E.2021/58, K.2024/14, 23/1/2024, § 61). Dolayısıyla
yargılama sonucunda haksız çıkan kişi aleyhine hükmedilecek vekâlet ücreti
tutarının belirlenmesinde haklı çıkan kişinin avukatıyla yaptığı sözleşmedeki
ücretin değil standarda bağlanmış bir tarifenin esas alınmasının makul olduğu
anlaşılmaktadır.
70. Diğer yandan kurallar kapsamında tarafların lehine ya da aleyhine karar
verilmesi hâlinde hükmedilecek vekâlet ücreti için öngörülen maktu vekâlet
ücreti her yıl TBB tarafından yayımlanan Tarifede belirlenmektedir. Nitekim
Kanun’da vekâlet ücreti ile ilgili düzenlemelerin yapılacağı belirtilen ve 3/10/2024
tarihli ve 32681 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Tarifenin ikinci kısmının
ikinci bölümünde ağır ceza mahkemelerinde takip edilen davalarda maktu vekalet
ücreti 48.000 TL olarak belirlenmiştir.
71. Anayasa
Mahkemesi, yargı mercilerince karşı tarafa
yükletilecek vekâlet ücretine yönelik düzenleme öngören 1136 sayılı Kanun’un 169. maddesinin “…avukatlık
ücret tarifesinde yazılı miktardan az ve üç katından fazla olamaz.” bölümünü
incelediği kararında anılan bölümü dava
değerinin yüksek olduğu yargılamalarda gerçek kişi veya özel hukuk tüzel
kişileri lehine karar verilmesi yönünden incelenmiştir. Söz konusu kararda hukuk,
idari ve vergi uyuşmazlıklarında davaların niteliği, yargılama süreci, sarf
edilen emek ve mesai gibi ölçütler dikkate alınarak bölüm kapsamında yargı
mercilerince taraflar lehine maktu ücrete göre belirlenen alt ve üst sınırlar
içinde vekâlet ücretine hükmedilmesine imkân tanınmasının makul olduğu belirtilerek
kuralın bu yönden orantılı olduğuna hükmedilmiştir (AYM, E.2021/58, K.2024/14, 23/1/2024, §§ 62-64).
72. Kurallarla ağır ceza mahkemelerince dava değerinden
bağımsız olarak karşı tarafa yükletilecek vekâlet ücreti için Tarifeye göre
belirlenen maktu vekâlet ücretinin üst sınırının
ülke şartlarında makul ve kabul edilebilir düzeyde olduğu dolayısıyla kurallardaki
kamu yararının gerekleri ile bireyin hakları arasındaki dengenin
bozulmadığı anlaşılmaktadır.
73. Bu itibarla koruma tedbirleri nedeniyle tazminat
davalarında davanın niteliği, yargılama süreci, sarf edilen emek ve mesai gibi
ölçütler dikkate alınarak kurallar kapsamında ağır ceza mahkemelerince davacı
lehine maktu ücrete göre belirlenen üst sınır içinde vekâlet ücretine
hükmedilmesine imkân tanınmasının makul olduğu anlaşılmaktadır. Diğer yandan ağır ceza mahkemelerince bu sınırı geçmemek kaydıyla
düşük veya yüksek miktarda vekâlet ücretine hükmedilmesi durumunda da buna
ilişkin gerekçelerin kararda gösterilmesi gerektiği, bu yöndeki itirazların üst
derece mahkemeleri nezdinde ileri sürülmesinin mümkün olduğu anlaşılmaktadır.
74. Dolayısıyla kurallarda öngörülen sınır nedeniyle dava
değerinin yüksek olduğu yargılamalarda davacı lehine daha az vekâlet ücretine hükmedilmesiyle davacının dava açmakla
katlanacağı külfet arasındaki makul dengenin ortadan kaldırıldığı söylenemez.
Bu itibarla kurallarla davacı lehine hükmedilecek vekâlet ücreti için öngörülen
üst sınırın hedeflenen meşru amaç bakımından orantılı olduğu açıktır.
75. Diğer yandan kurallar, dava değerinin yüksek olduğu yargılamalarda davalı Hazine lehine karar
verilmesi yönünden incelendiğinde;
davalı Hazine lehine, dava değeri dikkate alınmadan Tarifede ağır ceza
mahkemelerinde takip edilen davalar için belirlenmiş maktu ücretin üst sınırına
kadar vekâlet ücretine hükmedilmesi, Hazine lehine daha az vekâlet ücretinin
takdir edilmesi sonucunu doğuracaktır.
76. Anayasa’nın 142.
maddesine göre yargılama usulüne ilişkin kuralların belirlenmesi ve bu konuda
ihtiyaç duyulan düzenlemelerin yapılması, bu kapsamda tarafların yaptığı hangi
tür giderlerin yargılama gideri olarak kabul edileceği ile yargılama gideri adı
altında hükmedilecek vekâlet ücretinin hangi ölçütlere göre tespit edileceğinin
belirlenmesi anayasal ilke ve sınırlar içinde kanun koyucunun takdirindedir
(AYM, E.2023/54, K.2023/90, 4/5/2023, § 36; E.2021/58, K.2024/14,
23/1/2024, § 50).
77. Kanun koyucu takdir yetkisi
kapsamında anılan düzenlemeleri yaparken hukuk devleti ilkesinin bir gereği
olan ölçülülük ilkesiyle de bağlıdır. Bu ilke gereğince bir kural ile ulaşılmak
istenen amaç arasında makul bir dengenin bulunması zorunludur (AYM, E.2021/18,
K.2022/97, 8/9/2022, § 20).
78. Kurallar, davalı
devlet lehine karar verilmesi durumunda koruma tedbirlerine maruz kalan davacı
aleyhine hükmedilecek vekâlet ücretinin tayininde esas alınacak meblağın
objektif olarak belirli, öngörülebilir ve ekonomik yönden onun üzerinde çok
ağır ve ciddi bir etki yaratmayacak, adalet ve hakkaniyet duygusunu
zedelemeyecek makul bir miktar olmasının sağlanmasını amaçlamaktadır. Bu
itibarla kuralların bu yönüyle de meşru bir amaç taşımadığı söylenemez.
79. Davada haksız çıkan tarafa
yükletilecek vekâlet ücreti bakımından bir üst sınır öngörülmesinin objektif ve
kabul edilebilir nedenlerinin bulunduğu gözetildiğinde kuralların anılan meşru
amaca ulaşma bakımından elverişli ve gerekli olduğu da anlaşılmaktadır.
80. Kanun koyucunun bazı davaların özel
niteliğini de dikkate alarak tarafların yüksek miktarlarda vekâlet ücreti
tehdidi altında kalmaması amacıyla dava değerinden bağımsız olarak bu konularda
belirli sınırlar öngörmesi doğal karşılanabilir. Ancak bu sınırlara ilişkin
kurallarla ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin de bulunması
zorunludur.
81. Avukatın emeği, çabası, işin önemi,
niteliği ve davanın süresi gibi nesnel ölçütlerle en fazla Tarifede ağır ceza
mahkemelerinde takip edilen davalar için belirlenen maktu vekâlet ücreti
kadar hükmedilecek ücretin standarda bağlanmış
kabul edilebilir bir maliyeti ifade ettiği açıktır. Bu itibarla koruma
tedbirleri nedeniyle açılan tazminat davalarının niteliği, yargılama süreci,
sarf edilen emek ve mesai gibi ölçütler dikkate alınarak kurallar kapsamında
ağır ceza mahkemelerince taraflar lehine maktu ücrete göre belirlenen üst
sınıra kadar vekâlet ücretine hükmedilmesine imkân tanınmasının makul olduğu
anlaşılmaktadır.
82. Diğer yandan ağır ceza
mahkemelerince bu sınırı geçmemek kaydıyla düşük veya yüksek miktarda vekâlet
ücretine hükmedilmesi durumunda da buna ilişkin gerekçelerin kararda
gösterilmesi gerektiği, bu yöndeki itirazların üst derece mahkemeleri nezdinde
ileri sürülmesinin mümkün olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla kurallar
nedeniyle dava değerinin yüksek olduğu yargılamalarda Hazine lehine daha az vekâlet ücretine hükmedilmesi sonucunda
devletin haksız bir şekilde davaya muhatap olmakla katlanacağı külfet ile davacı
tarafın yüksek miktarlarda vekâlet ücreti
tehdidi altında kalmaması şeklindeki bireysel yarar arasındaki makul
dengenin ortadan kaldırıldığı söylenemez. Bu itibarla kurallarla Hazine lehine
hükmedilecek vekâlet ücreti için öngörülen üst sınırın hedeflenen meşru amaç
bakımından ölçülü olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
83. Açıklanan nedenlerle kurallar, Anayasa’nın 2., 13,
36. ve 142. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir.
Kuralların Anayasa’nın 37. maddesiyle ilgisi
görülmemiştir.
IV. HÜKÜM
4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu’nun;
A. 142. maddesinin
(2) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “…oturduğu yer…” ibaresinden
sonra gelen “...ağır ceza mahkemesinde…” ibaresinin,
B. 142. maddesinin
(8) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “…Cumhuriyet savcısı…”
ibaresinin,
C. 142. maddesine
1/2/2018 tarihli ve 7078 sayılı Kanun’un 139. maddesiyle eklenen (9) numaralı
fıkranın ikinci cümlesinde yer alan “Ancak,...”
ve “...ağır ceza mahkemelerinde takip edilen davalar için belirlenen maktu
ücretten fazla olamaz.” ibarelerinin,
Anayasa’ya aykırı olmadıklarına ve itirazın REDDİNE 25/12/2024 tarihinde
OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Başkan
Kadir ÖZKAYA
|
Başkanvekili
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Başkanvekili
Basri BAĞCI
|
Üye
Engin YILDIRIM
|
Üye
Rıdvan GÜLEÇ
|
Üye
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
Üye
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
Üye
Selahaddin MENTEŞ
|
Üye
İrfan FİDAN
|
Üye
Kenan YAŞAR
|
Üye
Muhterem İNCE
|
Üye
Yılmaz AKÇİL
|
Üye
Ömer ÇINAR
|
Üye
Metin KIRATLI
|
|
|
|
|