“Öncelikle belirtmek gerekir ki "Türk Milleti Adına" karar veren hâkim, bir yargı mensubudur. Sonuç olarak yapmış olduğu faaliyet açısından "çalışan" kişi konumunda olduğu da açıktır.
Esasen mevcut kanuni düzenlemeler gereği sosyal güvenlik hakları dahi olmak üzere hâkimlerin dinlenme haklarının mevcut olduğu, adli tatil dönemi içinde ise bu hakkın kullanıldığı ise izahtan varestedir.
Nitekim Anayasa m.50/f.3 hükmü "Dinlenmek çalışanların hakkıdır" düzenlemesi ile bu hakkı anayasal teminat altına almıştır.
HMK m.321/f.2 son cümlesi gereği, somut olayda kararın verildiği 27/06/2024 tarihinden itibaren bir ay içinde gerekçeli kararın yazılması zorunludur. Ancak HMK m.298 gereği hükmü yazacak olan mahkeme başkanının 20/07/2024 tarihi itibariyle adli tatile ayrıldığı, anayasal dinlenme hakkının bu tarih itibariyle başladığı, gerekçeli kararın 20/07/2024 tarihi itibariyle mahkeme başkanı tarafından yazdırılamadığı, bu kararın yazdırılması açısından mahkeme başkanının dinlenme hakkının başladığı dönem içinde gerekçeli kararı yazdırmak zorunda bulunduğu, bu konuda HMK m.321/f.2-son cümle hükmünün emredici olduğu anlaşılmaktadır.
O halde HMK m.321/f.2-son cümlenin Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına aykırı olup olmadığı irdelenmelidir.
"Demokratik toplumlarda temel hak ve özgürlükler yönünden serbestlik asıl, sınırlama ise istisnadır. Anayasalar temel hak ve özgürlüklerin hangi nedenlerle ve ne ölçüde sınırlandırılabileceğini belirlemektedir. Bu anlamda, Anayasa'nın 13. maddesinde temel hak ve özgürlüklerin sınırlanmasına ilişkin kurallara yer verilmiştir.
Öte yandan, Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihat hâlini alan kararlarında belirtildiği üzere, her temel hak ve özgürlüğün doğasından kaynaklanan sınırları da bulunmaktadır. Birlikte yaşamanın zorunlu sonucu olarak, hak ve özgürlüklerin başkalarının aynı hak ve özgürlüklerden faydalanmasını engelleyici, başkalarına zarar verici mahiyette kullanılmaması gerekir. Ayrıca, Anayasa'nın başka maddelerinde yer alan kuralların da temel hak ve hürriyetin bir diğer sınırını oluşturabilmesi mümkündür.
Anayasa'nın m.50 hükmünde düzenlenen dinlenme hakkı sosyal bir hak olarak güvence altına alınmıştır. Maddede, çalışanların bu hakkını kısmen veya tamamen kullanmamasına dair herhangi bir düzenleme yapılmamıştır.
Söz konusu dinlenme hakkı temel bir haktır. Bu temel hak ve özgürlüklerin sınırlanması elbette mümkündür. Ancak temel hak ve özgürlükler açısından dokunulamayacak "öz", her temel hak ve özgürlük açısından farklılık göstermekle birlikte kanunla getirilen sınırlamanın hakkın özüne dokunmadığının kabulü için temel hakların kullanılmasını ciddî surette güçleştirip, amacına ulaşmasına engel olmaması ve etkisini ortadan kaldırıcı bir nitelik taşımaması gerekir.
Temel hak ve özgürlüklerin özlerine dokunulmaksızın yapılan sınırlamalar yönünden ise bu sınırlamaların, demokratik toplum düzeninin gerekleri ile ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı belirtilmiştir. Bir başka deyişle, öze dokunan sınırlamalar, "demokratik toplum düzeninin gerekleri" ve "ölçülülük" ilkelerine evleviyetle aykırı olacağından, temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunan sınırlamalar yönünden "demokratik toplum düzeninin gerekleri" ve "ölçülülük" ilkeleri bakımından ayrıca inceleme yapılmasına gerek bulunmamaktadır.
Öze dokunma yasağını ihlal etmeyen müdahaleler yönünden gözetilmesi öngörülen "demokratik toplum düzeninin gerekleri" kavramı, öncelikle ilgili hak yönünden getirilen sınırlamaların zorunlu ya da istisnai tedbir niteliğinde olmalarını, başvurulabilecek en son çare ya da alınabilecek en son önlem olarak kendilerini göstermelerini gerektirmektedir. "Demokratik toplum düzeninin gerekleri"nden olma, bir sınırlamanın demokratik bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına yönelik ve ölçülü olmasını ifade etmektedir.
Anayasa'nın 13. maddesinde ifade edilen "ölçülülük ilkesi", temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin başvurularda dikkate alınması gereken bir diğer ilkedir. Demokratik toplum düzeninin gerekleri ve ölçülülük ilkeleri, iki ayrı kriter olarak düzenlenmiş olmakla birlikte bu iki kriter arasında sıkı bir ilişki vardır. Temel hak ve özgürlüklere yönelik herhangi bir sınırlamanın, demokratik toplum düzeni için gerekli nitelikte, başka bir ifadeyle öngörülen kamu yararı amacını gerçekleştirmekle birlikte, temel haklara en az müdahaleye olanak veren ölçülü bir sınırlama niteliğinde olup olmadığının incelenmesi gerekir.
Ölçülülük, temel hak ve özgürlüklerin sınırlanma amaçları ile sınırlama araçları arasındaki ilişkiyi yansıtır. Ölçülülük denetimi, ulaşılmak istenen amaçtan yola çıkılarak bu amaca ulaşılmak için seçilen aracın denetlenmesidir. Bu sebeple, kuralın hedeflenen amaca ulaşabilmek için elverişli, gerekli ve orantılı olup olmadığı değerlendirilmelidir.
Belirtilen nitelikleri gereği, Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan ve aralarında sıkı bir ilişki bulunan, "temel hak ve hürriyetlerin özü", "demokratik toplum düzeninin gerekleri" ve "ölçülülük ilkesi" kavramları, bir bütünün parçaları olup, "demokratik bir hukuk devleti"nin özgürlükler rejiminde gözetilmesi gereken temel ölçütleri oluşturmaktadır." (Anayasa Mahkemesinin 2015/96E. 2016/9K.sayılı kararından hareket edilmiştir)"
O halde çalışanların dinlenme hakkı demokratik toplum açısından güvence altına alınması gereken bir haktır. Ancak bunun için gerekli yasal düzenlemelerin varlığı zorunludur. İptale konu hükmün varlığının kayıtsız ve şartsız olarak devam etmesi durumunda, yasal süre içinde gerekçeli kararın yazılmasının kimi zaman ve somut olayda olduğu üzere ancak adli tatil döneminde yazılabileceği açıktır. Bu durum dinlenme hakkının kullanılmasına getirilmiş fiili ve yasal bir sınırlama niteliğindedir.
İptal talebine konu düzenleme, adli tatile tabi olmayan ve basit yargılama usulüne tabi davalarda gerekçeli kararın kısa kararın açıklanmasından itibaren bir ay içinde yazılması sonucunu doğurmaktadır. Bu sürenin adli tatile tabi olmayan ve basit yargılamaya tabi davalar yönünden yargılamanın hızlandırılması için getirildiği açıktır. Ancak HMK'daki bu sürenin son gününün adli tatilin bitiminden itibaren ve HMK m.104 hükmünün uzatılmaması demokratik toplum düzeninin sağlanması açısından zorlayıcı bir hal değildir.
Bu noktada gerekçeli kararın yazım tarihinin son gününün adli tatile isabet etmesi halinde, sürenin adli tatilden itibaren ve HMK m.104 hükmüne göre yedi gün uzatılması durumunda mahkeme başkanının yararlanması gereken adli tatilden tam ve eksiksiz bir şekilde yararlandırılması ise mümkün olabilecektir. Nitekim adli tatile tabi olmayan ve yazılı yargılama usulüne göre görülen davalarda da HMK m.294/f.4 gereği "gerekçeli kararın tefhimden başlayarak bir ay içinde yazılması" zorunlu olsa da HMK m.104 ile getirilen imkan ile başkanın adli tatile çıkması durumunda dinlenme hakkının engellenmesi için yasal imkan yaratılmıştır.
Bir başka deyişle somut davada kısa karardan itibaren kararın bir ay içinde yazdırılmasının zorunlu olması, bu sürenin adli tatilin bitiminden itibaren bir hafta kanunen uzamaması adil yargılanma hakkının alt unsuru olan makul süre içinde davanın bitirilmesi açısından kanuna dayalıdır. Ancak düzenlemede orantılılık yoktur. Zira aynı sonuca başka bir yöntemle yani adli tatilin bitiminden itibaren sürenin bir hafta uzatılması ile çözüm bulunabilecektir. Genel yargılama süreleri dikkate alındığında, adli tatil sonrası yasal sürenin bir hafta uzaması, Anayasa ile korunan dinlenme hakkının ihlal edilmemesi açısından gerekli ve yeterli olacaktır. Kaldı ki yargılamanın devam etmiş olduğu zaman dilimi karşısında uzayacak sürenin yargılama süresini makul olmayan ölçüde uzatacak bir niteliğinin bulunmadığı ise aşikardır.
O halde Türkiye Cumhuriyeti Anayasası m.50/f.3 hükmünde belirtilen dinlenme hakkını ortadan kaldıran bu sınırlamanın, başka bir yasal yol ve önlem ile önüne geçilebilmesi mümkündür.
Ne var ki HMK, somut olayda olduğu üzere adli tatile tabi olmayan Mahkeme başkanının/hâkimin anayasal dinlenme hakkını tam olarak kullanması için alternatif yöntem dahi içermemektedir. (Anayasa Mahkemesinin 01/02/2024 tarihli ve 2022/154E. 2024/33K.sayılı kararı)
3-SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle, niteliği gereği HMKm.104 hükmü uyarınca adli tatile tabi olmayan, süre uzatımı mümkün bulunmayan ve basit yargılama usulüne tabi kayıt kabul davasında bir ay içinde gerekçeli kararın yazdırılması kanunen zorunludur. Sürenin son gününün başkanın/hâkimin izinli olduğu adli tatile isabet etmesi dahi yasal olarak bu zorunluluğu ortadan kaldırmamaktadır. Bu nedenle HMK m.321/f.2-son cümlesinde yer alan "Bu durumda gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir" cümlesinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasası m.50/f.3 hükmüne aykırı olduğu değerlendirilmektedir. Hal böyle olunca bu cümlenin iptali gerekir.”
ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2024/186
Karar Sayısı : 2024/179
Karar Tarihi : 5/11/2024
R.G. Tarih – Sayı : Tebliğ edildi.
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU: 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 321. maddesinin (2) numaralı fıkrasının üçüncü cümlesinin Anayasa’nın 50. maddesine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi talebidir.
OLAY: İflasta sıra cetveline yönelik kayıt kabul davasında itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur.
I. İPTALİ İSTENEN KANUN HÜKMÜ
Kanun’un itiraz konusu kuralın da yer aldığı 321. maddesi şöyledir:
“Hüküm
MADDE 321- (1) Tahkikatın tamamlanmasından sonra, mahkeme tarafların son beyanlarını alır ve yargılamanın sona erdiğini bildirerek kararını tefhim eder. Taraflara beyanda bulunabilmeleri için ayrıca süre verilmez.
(2) Kararın tefhimi, mahkemece hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanması ile gerçekleşir. Ancak zorunlu hâllerde, hâkim bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle, sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebilir. Bu durumda gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir.”
II. İLK İNCELEME
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca yapılan ilk inceleme toplantısında başvuru kararı ve ekleri, Raportör Elif ÇELİKDEMİR ANKITCI tarafından hazırlanan ilk inceleme raporu ve itiraz konusu kanun hükmü okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
2. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Anayasaya aykırılığın mahkemelerce ileri sürülmesi” başlıklı 40. maddesinde Anayasa Mahkemesine itiraz yoluyla yapılacak başvurularda izlenecek yöntem düzenlenmiştir. Söz konusu maddenin (1) numaralı fıkrasında bir davaya bakmakta olan mahkemenin bu davada uygulanacak bir kanun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin hükümlerini Anayasa’ya aykırı görmesi hâlinde veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varması durumunda bu fıkrada sayılan belgeleri dizi listesine bağlayarak Anayasa Mahkemesine göndereceği belirtilmiş; anılan fıkranın (b) bendinde “Başvuru kararına ilişkin tutanağın onaylı örneği” Anayasa Mahkemesine gönderilecek belgeler arasında sayılmıştır. Maddenin (4) numaralı fıkrasında ise yöntemine uygun olmayan itiraz başvurularının Anayasa Mahkemesi tarafından esas incelemeye geçilmeksizin gerekçeleriyle reddedileceği hükme bağlanmıştır.
3. Anılan İçtüzük’ün 46. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (a) bendinde de “Başvuru kararına ilişkin tutanağın onaylı örneği” Anayasa Mahkemesine sunulacak belgeler arasında sayılmıştır.
4. Yine İçtüzük’ün 49. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde Anayasa Mahkemesince yapılan ilk incelemede başvuruda eksikliklerin bulunduğunun tespit edilmesi hâlinde itiraz yoluna ilişkin işlerde esas incelemeye geçilmeksizin başvurunun reddine karar verileceği, (2) numaralı fıkrasında ise anılan (b) bendi uyarınca verilen kararın itiraz yoluna başvuran mahkemenin eksiklikleri tamamlayarak yeniden başvurmasına engel olmadığı belirtilmiştir.
5. Yapılan incelemede itiraz yoluna başvuran Mahkemenin gerekçeli karar ile itiraz yoluna başvurduğu ancak gönderilen belgeler arasında başvuru kararına ilişkin olarak düzenlenen tutanağın onaylı örneğinin bulunmadığı anlaşılmıştır. Bu itibarla başvurunun yöntemine uygun olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
6. Açıklanan nedenle 6216 sayılı Kanun’un 40. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi ile İçtüzük’ün 46. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (a) bendine aykırı olduğu anlaşılan başvurunun 6216 sayılı Kanun’un 40. maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince yöntemine uygun olmadığından reddi gerekir.
III. HÜKÜM
12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 321. maddesinin (2) numaralı fıkrasının üçüncü cümlesinin iptaline karar verilmesi talebiyle yapılan itiraz başvurusunun 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 40. maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince yöntemine uygun olmadığından REDDİNE 5/11/2024 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Başkan
Kadir ÖZKAYA
Başkanvekili
Hasan Tahsin GÖKCAN
Basri BAĞCI
Üye
Engin YILDIRIM
Rıdvan GÜLEÇ
Recai AKYEL
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Yıldız SEFERİNOĞLU
Selahaddin MENTEŞ
İrfan FİDAN
Kenan YAŞAR
Muhterem İNCE
Yılmaz AKÇİL
Ömer ÇINAR
Metin KIRATLI