“1) 09.03.2023
tarihli ve 7440 sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 5’inci maddesinin dokuzuncu
fıkrasının (a) bendinin (3) numaralı alt bendinde yer alan ‘‘terör örgütlerine
veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette
bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya
iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu’’ ibaresinin Anayasa’ya aykırılığı
7440
sayılı Kanun çerçevesinde bazı alacaklar yeniden yapılandırılmıştır. Bu
kapsamda anılan Kanun’un ‘‘Matrah ve vergi artırımı’’ kenar başlıklı 5’inci
maddesinde vergi yükümlüleri bakımından birtakım avantajlar öngörülmüştür. Söz
gelimi anılan maddenin
-birinci
fıkrasına göre; mükellefler, bu fıkrada belirtilen şartlar dahilinde gelir ve
kurumlar vergisi matrahlarını artırarak bu maddede belirtilen sürede ve şekilde
ödemeleri halinde, kendileri hakkında artırımda bulunulan yıllar için yıllık
gelir ve kurumlar vergisi incelemesi ve bu yıllara ilişkin olarak bu vergi
türleri için daha sonra başka bir tarhiyat yapılmayacaktır,
-ikinci
fıkrasına göre; mükellefler, bu fıkrada belirtilen şartlar dahilinde gelir
(stopaj) veya kurumlar (stopaj) vergisini artırarak bu maddede belirtilen
sürede ve şekilde ödemeleri halinde, kendileri nezdinde söz konusu vergiyi
ödemeyi kabul ettikleri yıllara ait vergilendirme dönemleri ile ilgili olarak
artırıma konu ödemeler nedeniyle gelir (stopaj) veya kurumlar (stopaj) vergisi
incelemesi ve tarhiyatı yapılmayacaktır,
-üçüncü
fıkrasına göre; mükellefler, bu fıkrada belirtilen şartlar dahilinde katma
değer vergisini artırarak bu maddede belirtilen süre ve şekilde ödemeleri
halinde, kendileri nezdinde söz konusu vergiyi ödemeyi kabul ettikleri yıllara
ait vergilendirme dönemleri ile ilgili olarak katma değer vergisi incelemesi ve
tarhiyatı yapılmayacaktır.
Anılan
5’inci maddenin dokuzuncu fıkrasının (a) bendine göre; alt bentler halinde
sayılan mükellefler; bu maddenin birinci, ikinci ve üçüncü fıkra hükümlerinden
yararlanamayacaktır. Söz konusu (3) numaralı alt bent; ‘‘Bu maddenin yürürlüğe
girdiği tarih itibarıyla haklarında terör örgütlerine veya Milli Güvenlik
Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen
yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla
irtibatı olduğu gerekçesiyle adli makamlar, genel kolluk kuvvetleri veya Mali
Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığı tarafından yürütülen soruşturma ve
kovuşturmalar kapsamında vergi incelemesi yapılması, terörün finansmanı suçu
veya aklama suçu kapsamında inceleme ve araştırma yapılması talep edilenler.’’
şeklindedir. Ancak anılan alt bentte yer alan iptali talep edilen ibare,
aşağıda sıralanan gerekçelerle Anayasa’ya aykırıdır.
a)
Hukuk devleti ve idarenin kanuniliği ilkeleri bakımından: Hukuk devleti, bütün
işlem ve eylemlerinin hukuk kurallarına uygunluğunu başlıca geçerlik koşulu
sayan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurmayı amaçlayan ve bunu
geliştirerek sürdüren, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa’ya
aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, insan haklarına saygı duyarak bu hak ve
özgürlükleri koruyup güçlendiren, Anayasa’ya ve hukuk kurallarına bağlılığa
özen gösteren, yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde yasa koyucunun da
uymak zorunda olduğu temel hukuk ilkeleri ile Anayasa’nın bulunduğu bilinci
olan devlettir (Anayasa Mahkemesi’nin 02.06.2009 tarihli ve 2004/10 E.;
2009/68 K. sayılı Kararı). Hukuk devletinin ön koşullarından olan hukuki
güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını; hukuki belirlilik
ilkesi de, kanun hükümlerinin şüpheye yer vermeyecek şekilde açık, net,
anlaşılabilir olmasını ve ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı
koruyucu önlemler içermesini ifade etmektedir (bkz. AYM 9.2.2017, 2016/143 E.–
2017/23 K. par. 13; RG. 12.4.2017-30036) (Anayasa Mahkemesi’nin 04.05.2017
tarihli ve 2015/41 E.; 2017/98 K. sayılı Kararı). Başka bir deyişle, hukuk
devleti ilkesi gereğince, idareye işlem yaparken ve eylem tesisi ederken veya
görevlerini yerine getirirken belirli oranda hareket serbestliği sağlayan
takdir yetkisinin kullanımı mutlak, sınırsız, keyfi biçimde gerçekleşemez;
idarenin takdir yetkisinin sınırları, keyfi işlem ve eylemleri önlemek amacıyla
kanunla çizilmelidir. Öte yandan; Anayasa’nın 123’üncü maddesinde yer alan
idarenin kanuniliği ilkesinin iki boyutu bulunmaktadır. İlk boyutu, idarenin
secundum legem özelliğidir (kanuna dayanma ilkesidir). Bu ilkeye göre idarenin
düzenleme yetkisi kanundan kaynaklanır. İkinci boyutu, idarenin intra legem
özelliğidir (kanuna aykırı olmama ilkesidir). Bu ilkeye göre idarenin işlem ve
eylemleri, kanunun çizdiği sınırlar içinde kalmalıdır.
İptali
talep edilen ibarede Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunan yapı,
oluşum, grup veya terör örgütlerini tespit etmeye yetkili mercii, Milli
Güvenlik Kurulu olarak tayin edilmiştir. Yine üyelik, mensubiyet, iltisak ve
irtibat kavramlarının içeriği idare tarafından doldurulacaktır. Ancak iptali
talep edilen ibarede, ne Milli Güvenlik Kurulu’nu ne de idareyi takdir
yetkisini keyfi biçimde kullanmasını önleyecek hiçbir nesnel, açık, net,
anlaşılabilir ölçüt bulunmaktadır. Kaldı ki hukuk devletinde bu hususların,
yargı tarafından kesin nitelikteki hüküm ile tespit edilmesi gerekmektedir.
Başka
bir anlatımla kanun koyucu, iptali istenen ibareyi bütünüyle muğlak kavramlarla
ifade ederek keyfi uygulamaların önünü açmıştır. Zira “terör örgütlerine veya
Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette
bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya
iltisakı yahut bunlarla irtibat” fiillerinin içeriği, hangi somut eylemlerin bu
kapsamda değerlendirileceği, öngörülemez niteliktedir. Terör örgütlerine veya
Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette
bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya
iltisakı yahut bunlarla irtibatın nasıl ve kim tarafından tespit edileceği,
muhatapların (mükelleflerin) tespit sırasında usule yönelik güvencelerden
yararlandırılıp yararlandırılmayacağı, verilen karara karşı yargı yollarına
başvurulup başvurulamayacağı ve idarenin bu tespiti yaparken kanuna dayanması
ve aykırı olmaması için esas alacağı kanuni çerçeve belirsizdir. Söz konusu
karar yetkisi, ne esas ne de usul yönlerinden objektif olarak tanımlanmıştır ve
son tahlilde, tamamen uygulayıcının keyfî kararına tabi şekilde öngörülmüştür.
Kanun
koyucu, pek çok kez Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunan yapı,
oluşum, grup veya terör örgütlerini tespit etmeye yetkili mercii olarak, Milli
Güvenlik Kurulu’nu tayin etmiştir. Ancak Devletin milli güvenliğine karşı
faaliyette bulunan yapı, oluşum, grup veya terör örgütlerinin Milli Güvenlik Kurulunca
tespit edilmesi, Anayasa Mahkemesi’nin birçok iptal kararına konu olmuştur.
Anılan emsal kararlardan birinin gerekçesi:
‘‘28.
6136 sayılı Kanun’un 7. maddesinin birinci fıkrasının (7) numaralı bendi, en az
bir dö-nem köy veya mahalle muhtarlığı ya da belediye başkanlığı yapmış bulunan
kişilerden, yapılan soruş-turma sonucu veya kesinleşmiş yargı kararı üzerine
görevine son verilenler ile terör örgütlerine ve-ya MGK’ca devletin millî
güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya
gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olanların
ateşli silah taşıyamama-sını ve bulunduramamasını öngörmekte olup anılan bentte
yer alan “…Milli Güvenlik Kurulunca…” ibaresi dava konusu kuralı
oluşturmaktadır.
29.
Anayasa’nın 118. maddesinin üçüncü fıkrasında “Millî Güvenlik Kurulu; Devletin
millî gü-venlik siyasetinin tayini, tespiti ve uygulanması ile ilgili alınan
tavsiye kararları ve gerekli koordi-nasyonun sağlanması konusundaki görüşlerini
Cumhurbaşkanına bildirir. Kurulun, Devletin varlığı ve bağımsızlığı, ülkenin
bütünlüğü ve bölünmezliği, toplumun huzur ve güvenliğinin korunması husu-sunda
alınmasını zorunlu gördüğü tedbirlere ait kararlar Cumhurbaşkanınca
değerlendirilir.” denil-mektedir.
30.
Bu bağlamda MGK’nın başlıca görevleri, devletin millî güvenlik siyasetinin
tayini, tespiti ve uygulanması ile ilgili tavsiye kararları almak ve gerekli
koordinasyonun sağlanması konusundaki görüşlerini bildirmektir. MGK’nın
devletin varlığı ve bağımsızlığı, ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliği, toplumun
huzur ve güvenliğinin korunması hususunda alınmasını zorunlu gördüğü tedbirlere
ait ka-rarları Cumhurbaşkanlığınca değerlendirilir.
31.
Cumhurbaşkanı yardımcıları ve Genelkurmay Başkanı’nın önerileri dikkate
alınarak Cumhurbaşkanınca gündemi düzenlenen MGK’nın kararlarının hukuki
niteliği Anayasa’nın anılan maddesinde açıkça belirlenmiştir. Buna göre MGK’nın
alacağı kararlar tavsiye niteliğinde olup bu ka-rarlar Cumhurbaşkanı’na
bildirilir.
32.
Nitekim Anayasa’nın 104. maddesinde devletin başı olan Cumhurbaşkanı’nın millî
güven-lik politikalarını belirleyeceği ve bu kapsamda gerekli tedbirleri
alacağı düzenlenmiştir. Yine Cum-hurbaşkanı’nın millî güvenliğin sağlanmasından
sorumlu olduğu Anayasa’nın 117. maddesinde hükme bağlanmıştır.
33.
Bu itibarla istişari nitelikte bir danışma organı olan MGK’nın icrai karar alma
yetkisine sahip olmadığı gözetildiğinde Cumhurbaşkanınca ayrı bir kararla
benimsenmemiş MGK kararlarına hukuki sonuç bağlanamayacağı ve bu kararların
kendiliğinden icra edilemeyeceği açıktır.
34.
Dava konusu ibarenin de yer aldığı kural MGK’ca devletin millî güvenliğine
karşı faaliyet-te bulunduğuna karar verilen yapı oluşum veya gruplara üyeliği,
mensubiyeti veya iltisakı yahut bun-larla irtibatı olan köy veya mahalle muhtarlığı
ya da belediye başkanlığı yapmış kişilerin ateşli silah taşımamasını ve
bulundurmamasını düzenlemektedir. Millî güvenliğe karşı tehditlerin
belirlenmesi ve bu tehditlerin hangi kaynak, kişi ya da yapıdan geldiğinin
tespit edilmesinde Cumhurbaşkanı başkan-lığında toplanan MGK’nın tavsiye
niteliğinde karar alamayacağı söylenemez.
35.
Bununla birlikte dava konusu “…Milli Güvenlik Kurulunca…” ibaresi, tavsiye
niteliğindeki MGK kararına kendiliğinden hukuki bir sonuç bağlamaktadır.
Şüphesiz MGK’nın tavsiye niteliğindeki kararlarının yürütme organı tarafından
dikkate alınması ve hukuk aleminde hayata geçirilmesi mümkündür. Ancak MGK’nın
kararları hakkında başkaca icrai bir karar alınmadan bu kararlara hu-kuk
aleminde sonuçlar bağlanması Anayasa’nın lafzıyla bağdaşmamaktadır.
36.
Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 118. maddesine aykırıdır. İptali
gerekir.’’
şeklindedir
(Anayasa Mahkemesi’nin 03.06.2021 tarihli ve 2020/9 E.; 2021/37 K. sayılı
Kararı; aynı yönde bkz.: Mahkemesi’nin 03.06.2021 tarihli ve 2020/18 E.;
2021/38 K. sa-yılı Kararı, § 4-12; 16.12.2021 tarihli ve 2021/80 E.; 2021/99 K.
sayılı Kararı, § 34-41). Ancak Anayasa Mahkemesi’nin anılan kararlarına
istinaden; bu tespit işleminin Milli Güvenlik Kurulunca
gerçekleştirilemeyeceğinin bilincinde olan kanun koyucu; yine de Anayasa’ya
aykırı olarak Milli Güvenlik Kurulu’nu yetkili kılmıştır.
Eklemek
gerekir ki; Anayasa Mahkemesi (iptali talep edilen dava konusunda yer alan
ibarelere benzer ibareler içeren iptal davası konusu üzerine verdiği bir
kararında),
‘‘Kuralda
terör örgütleriyle irtibatlı veya iltisaklı bulunan kişilerin noterliğe kabul
edilemeyecekleri belirtilmekte olup kuralda geçen iltisaklı kavramı kavuşan,
bitişen, birleşen; irtibatlı kavramı ise bağlantılı anlamına gelmektedir.
Anılan kavramlar genel kavram niteliğinde olmakla birlikte bunların belirsiz ve
öngörülemez nitelikte olduğu söylenemez. Bu kavramların hukuki niteliği ve
objektif anlamı yargı içtihatlarıyla belirlenebilecek durumdadır.’’ şeklinde
gerekçe kaleme alsa da; bunun devamında ‘‘Diğer yandan anılan kavramların,
içinde bulunulan döneme göre farklı yorumlanabilmesi de mümkündür. Bu bağlamda
olağanüstü hâlin ilanına neden olan tehdit ve tehlikeler gözetilerek olağanüstü
hâl döneminde terör örgütleriyle iltisaklı veya irtibatlı bulunulup
bulunulmadığının tespiti bakımından terör örgütleriyle üyeler arasındaki bağın
varlığı konusunda yapılacak değerlendirme ile olağan dönemde yapılacak
değerlendirmenin farklı olabileceğinin kabul edilmesi gerekir.’’
şeklinde
bir temellendirme yapmak suretiyle (Anayasa Mahkemesi’nin 14.11.2019 tarihli ve
2018/89 E.; 2019/84 sayılı Kararı, ,§ 30, 31); olağan dönemde söz konusu
muhataplar bakımından keyfi uygulamalar olabileceğine delalet etmiştir. O
halde olağanüstü hale özgü koşulların ve kanuni lafzın; (iptali talep edilen
ibare olduğu gibi), hukuk devleti ve kanunilik ilkelerine aykırı şekilde, olağan
döneme sirayet etmesi (söz gelimi üyelik, mensubiyet, iltisak ve irtibata
yönelik ilişkilerin -kesin hükümle- yargı makamları yerine idarece tespiti),
Anayasa’nın 2 ve 123’üncü maddelerine aykırıdır.
Başka
bir anlatımla ‘‘terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli
güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya
gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibat’’ şeklindeki
fiilin; hukuk devletinin temel taşı olan maddi anlamdaki kanunilik kıstasının
gereklerini karşılaması ve kanuna dayanması ile kanuna aykırı olmaması için;
genel çerçevesinin keyfi uygulamaya yer vermeyecek açıklıkta kanun düzeyinde
çizilmesi gerekmektedir. Diğer bir deyişle kanun koyucu, -anayasal ilkelerin
aksine- bu fiilin nesnel ve somut ölçütlere istinaden tespit edilmesi hakkında
tamamen sessiz kalmış, bu konuyu idarenin uhdesine bırakmıştır. O kadar ki;
ihtilaflı ibarenin içerdiği belirsizlik ve öngörülemezlik; uygulamada farklı
ilişki biçimlerinin ‘‘üyelik, mensubiyet, iltisak veya irtibat’’ olarak
nitelendirilmesine zemin hazırlayacaktır.
Kanun
koyucu, anılan dava konusunda -kanunilik ilkesinin aksine- muğlak ibareler
kullanmak suretiyle; mükelleflerin birinci, ikinci, üçüncü fıkra hükümlerinden
yararlanamaması sonucunu doğuran fiili, idarenin düzenleyici (ve dahi birel)
işlemlerinin düzenleme alanının konusu yapmış; -maddi anlamda- kanuni
dayanaktan yoksun bırakmıştır. Kanun düzeyinde belirlenmesi gereken
mükelleflerin birinci, ikinci, üçüncü fıkra hükümlerinden yararlanamaması
sonucunu doğuran fiili, idarenin düzenleyici (ve dahi birel) işlemlerine tevdi
eden ve yukarıda tanımlandığı anlamda maddi anlamda kanunilik ilkesinin
gereklerini yerine getirmeyen ihtilaflı ibare, Anayasa’nın 2 ve 123’üncü
maddelerine aykırıdır.
Yine
idarenin yapacağı düzenlemeleri, tek başına ve çok kısa vadede değiştirebilmesi
olasılığı da; mükelleflerin anılan birinci, ikinci, üçüncü fıkra hükümlerinden
yararlandırılması bakımından hukuki öngörülebilirlik ilkesini zedelemektedir.
İdarenin uhdesine sınırları belirsiz, çok geniş bir düzenleme alanının
bırakılması, anılan dokuzuncu fıkranın (a) bendinin uygulanmasını sağlamaya
ilişkin anayasal işlevinin ötesine geçerek, şekli anlamda kanun aracılığıyla,
idarenin (düzenleyici ve dahi birel) işlemlerine, maddi anlamda kanun koyma
yetkisinin tanınması anlamına gelecektir.
Bu
nedenlerle iptali talep edilen ibare, Anayasa’nın 2 ve 123’üncü maddelerine
aykırıdır.
b)
Yasama yetkisinin devredilmezliği bakımından; Anayasa’nın 7’nci maddesinde temelini
bulan yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine göre yasama yetkisi yalnız
Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne aittir. Bu nedenle idareye düzenleme yetkisi
veren bir yasa kuralının temel ilkeleri ortaya koyması ve çerçeveyi çizmesi
gerekir. Diğer bir deyişle idareye sınırsız ve belirsiz bir düzenleme yetkisi
bırakılamaz. Nitekim idarenin düzenleme yetkisi; sınırlı, tamamlayıcı ve
bağımlı bir yetkidir. Yasa ile yetkilendirme, Anayasa’nın öngördüğü biçimde
yasa ile düzenleme anlamını taşımamaktadır (Anayasa Mahkemesi’nin 02.05.2008
tarihli ve 2005/68 E.; 2008/102 K. sayılı Kararı). İptali talep edilen ibare
hükmünde olduğu gibi temel ilkeleri belirlenmeksizin ve çerçevesi
çizilmeksizin; idareye; Milli Güvenlik Kurulu’na Devletin milli güvenliğine
karşı faaliyette bulunan yapı, oluşum, grup veya terör örgütlerini; ve idareye
üyelik, mensubiyet, iltisak ve irtibat kavramlarının içeriğini tespit etme
yetkisi veren yasa hükmü, Anayasa’nın 7’nci maddesine aykırılık oluşturur.
c)
Hiçbir kimsenin veya organın Anayasa’dan kaynaklanmayan bir yetkiyi
kullanamaması ve Anayasa madde 118 bakımından; İptali talep edilen dava
konusunda, “Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı
faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara” ibaresi, yer almaktadır.
Bu ibare, Anayasa’nın 118’inci maddesine aykırıdır. Nitekim Milli Güvenlik
Kurulu, Devletin millî güvenlik siyasetinin tayini, tespiti ve uygulanması ile
ilgili alınan tavsiye kararları ve gerekli koordinasyonun sağlanması
konusundaki görüşlerini Cumhurbaşkanına bildirir. Kurulun, Devletin varlığı ve
bağımsızlığı, ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliği, toplumun huzur ve güvenliğinin
korunması hususunda alınmasını zorunlu gördüğü tedbirlere ait kararlar
Cumhurbaşkanınca değerlendirilir. Başka bir deyişle söz konusu anayasal Kurul,
icrai değil istişari statüyü haizdir. O halde, istişari nitelikteki görüşe
istinaden; icrai nitelikteki ilişik kesme kararının alınması, Anayasa’nın
118’inci maddesini ihlal eder. Böyle bir yaptırım, “Hiçbir kimse veya organ kaynağını
Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.” şeklindeki yasaklayıcı hükme
aykırı olduğundan Anayasa’nın 6’ncı maddesini de ihlal sonucunu doğurur.
Nitekim
yukarıda açıklandığı üzere Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunan
yapı, oluşum, grup veya terör örgütlerinin Milli Güvenlik Kurulunca tespit
edilmesi, Anayasa Mahkemesi’nin birçok iptal kararına konu olmuştur. Anılan
emsal kararlardan birinin gerekçesi:
‘‘28.
6136 sayılı Kanun’un 7. maddesinin birinci fıkrasının (7) numaralı bendi, en az
bir dö-nem köy veya mahalle muhtarlığı ya da belediye başkanlığı yapmış bulunan
kişilerden, yapılan soruş-turma sonucu veya kesinleşmiş yargı kararı üzerine
görevine son verilenler ile terör örgütlerine ve-ya MGK’ca devletin millî
güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya
gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olanların
ateşli silah taşıyamama-sını ve bulunduramamasını öngörmekte olup anılan bentte
yer alan “…Milli Güvenlik Kurulunca…” ibaresi dava konusu kuralı
oluşturmaktadır.
29.
Anayasa’nın 118. maddesinin üçüncü fıkrasında “Millî Güvenlik Kurulu; Devletin
millî gü-venlik siyasetinin tayini, tespiti ve uygulanması ile ilgili alınan
tavsiye kararları ve gerekli koordi-nasyonun sağlanması konusundaki görüşlerini
Cumhurbaşkanına bildirir. Kurulun, Devletin varlığı ve bağımsızlığı, ülkenin
bütünlüğü ve bölünmezliği, toplumun huzur ve güvenliğinin korunması husu-sunda
alınmasını zorunlu gördüğü tedbirlere ait kararlar Cumhurbaşkanınca değerlendirilir.”
denil-mektedir.
30.
Bu bağlamda MGK’nın başlıca görevleri, devletin millî güvenlik siyasetinin
tayini, tespiti ve uygulanması ile ilgili tavsiye kararları almak ve gerekli
koordinasyonun sağlanması konusundaki görüşlerini bildirmektir. MGK’nın devletin
varlığı ve bağımsızlığı, ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliği, toplumun huzur ve
güvenliğinin korunması hususunda alınmasını zorunlu gördüğü tedbirlere ait
ka-rarları Cumhurbaşkanlığınca değerlendirilir.
31.
Cumhurbaşkanı yardımcıları ve Genelkurmay Başkanı’nın önerileri dikkate
alınarak Cumhurbaşkanınca gündemi düzenlenen MGK’nın kararlarının hukuki
niteliği Anayasa’nın anılan maddesinde açıkça belirlenmiştir. Buna göre MGK’nın
alacağı kararlar tavsiye niteliğinde olup bu ka-rarlar Cumhurbaşkanı’na bildirilir.
32.
Nitekim Anayasa’nın 104. maddesinde devletin başı olan Cumhurbaşkanı’nın millî
güven-lik politikalarını belirleyeceği ve bu kapsamda gerekli tedbirleri
alacağı düzenlenmiştir. Yine Cum-hurbaşkanı’nın millî güvenliğin sağlanmasından
sorumlu olduğu Anayasa’nın 117. maddesinde hükme bağlanmıştır.
33.
Bu itibarla istişari nitelikte bir danışma organı olan MGK’nın icrai karar alma
yetkisine sahip olmadığı gözetildiğinde Cumhurbaşkanınca ayrı bir kararla
benimsenmemiş MGK kararlarına hukuki sonuç bağlanamayacağı ve bu kararların
kendiliğinden icra edilemeyeceği açıktır.
34.
Dava konusu ibarenin de yer aldığı kural MGK’ca devletin millî güvenliğine
karşı faaliyet-te bulunduğuna karar verilen yapı oluşum veya gruplara üyeliği,
mensubiyeti veya iltisakı yahut bun-larla irtibatı olan köy veya mahalle
muhtarlığı ya da belediye başkanlığı yapmış kişilerin ateşli silah taşımamasını
ve bulundurmamasını düzenlemektedir. Millî güvenliğe karşı tehditlerin
belirlenmesi ve bu tehditlerin hangi kaynak, kişi ya da yapıdan geldiğinin
tespit edilmesinde Cumhurbaşkanı başkan-lığında toplanan MGK’nın tavsiye
niteliğinde karar alamayacağı söylenemez.
35.
Bununla birlikte dava konusu “…Milli Güvenlik Kurulunca…” ibaresi, tavsiye
niteliğindeki MGK kararına kendiliğinden hukuki bir sonuç bağlamaktadır.
Şüphesiz MGK’nın tavsiye niteliğindeki kararlarının yürütme organı tarafından
dikkate alınması ve hukuk aleminde hayata geçirilmesi mümkündür. Ancak MGK’nın
kararları hakkında başkaca icrai bir karar alınmadan bu kararlara hu-kuk
aleminde sonuçlar bağlanması Anayasa’nın lafzıyla bağdaşmamaktadır.
36.
Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 118. maddesine aykırıdır. İptali
gerekir.’’
şeklindedir
(Anayasa Mahkemesi’nin 03.06.2021 tarihli ve 2020/9 E.; 2021/37 K. sayılı
Kararı; aynı yönde bkz.: Mahkemesi’nin 03.06.2021 tarihli ve 2020/18 E.;
2021/38 K. sayılı Kararı, § 4-12; 16.12.2021 tarihli ve 2021/80 E.; 2021/99 K.
sayılı Kararı, § 34-41).
ç)
Eşitlik ilkesi bakımından: İptali talep edilen ibareye konu fiili (gerek
üyelik, mensubiyet, iltisak ve irtibat kavramlarının içeriği gerek bir yapı,
oluşum veya grubun; Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunması, bir
örgütün terör örgütü olması yönünden) tespit etme yetkisinin sınırsız biçimde
idarenin (ve Milli Güvenlik Kurulu’nun) uhdesine bırakılması, aynı nitelikteki
eylemde bulunan mükellefler arasında idare tarafından kayırma/ayrımcılık
yapılmasına neden olabileceğinden; anılan ibare, Anayasa’nın 10’uncu maddesinde
yer alan eşitlik ilkesine de aykırıdır. Zira eşitlik ilkesinin ihlal edilip
edilmediği hususunun tespiti, münferit olayda benzer kişi kategorileri arasında
gerçekleştirilen ayrıma ilişkin bir ‘‘haklı neden’’in var olup olmadığına göre
yapılır.
Anayasa
Mahkemesi’nin ifade ettiği üzere; “[Eşitlik ilkesi] ile güdülen amaç, benzer
koşullar içinde olan, özdeş nitelikte bulunan durumların yasalarca aynı işleme
uyruk tutulmasını sağlamaktır.” (Anayasa Mahkemesi’nin 13.04.1976 tarihli ve
1976/3 E.; 1976/3 K. sayılı Kararı). Yine AYM’ye göre; “Eşitlik ilkesinin
amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalar karşısında aynı işleme bağlı
tutulmalarını sağlamak, ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir”
(Anayasa Mahkemesi’nin 07.02.2006 tarihli ve 2006/11 E.; 2006/17 K. sayılı
Kararı). Eşitlik ilkesinin ihlal edilip edilmediği hususunun tespitinde, somut
olayda yapılan ayrımın haklı bir nedene dayanıp dayanmadığı noktası dikkate
alınır: “Anayasa'nın 10. maddesinde öngörülen eşitlik, mutlak anlamda bir
eşitlik olmayıp, ortada haklı nedenlerin bulunması halinde, farklı uygulamalara
imkan veren bir ilkedir” (Anayasa Mahkemesi’nin 11.12.1986 tarihli ve 1985/11
E.; 1986/29 K. sayılı Kararı).
Ne
var ki, mükellefler bakımından; matrah ve vergi artırımı temelinde, ‘‘terör
örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı
faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği,
mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu’’ şeklindeki
gerekçeyle bir ayrım yapılmıştır. Diğer bir deyişle mükellefler ve bu
gerekçeyle yapılan hukuki işlemlere istinaden haklarında vergi incelemesi
yapılan mükellefler, matrah ve vergi artırımı bakımından farklı hükümlere tabi
olacaktır. Açıklandığı üzere; söz konusu gerekçe Anayasa’ya aykırı olduğundan,
anılan kimseler arasında ayrım yapmayı haklı kılmamaktadır. Diğer bir deyişle
eşitlik ilkesinin ihlal edilip edilmediği hususunun tespiti, münferit olayda
benzer durumdaki kişiler arasında gerçekleştirilen ayrıma ilişkin bir ‘‘haklı
neden’’in var olup olmadığına göre yapılır. Ancak iptali talep edilen ibarenin
idareye verdiği keyfi uygulamalara sebep olabilecek ve Anayasa’nın yukarıda
anılan amir hükümlerini ihlal eden sınırsız takdir yetkisi, bu ayrıma yönelik
haklı nedeni somutlaştırmaya elverişli değildir. İptali istenen ibarenin aynı
nitelikteki eylemde bulunan mükellefler arasında muamele farklılığına yol
açabileceği hasebiyle kanun önünde eşitlik ilkesine aykırı olduğunun tespiti
için, ihtilaflı ibarenin haklı gerekçeye dayanmayan muamele farklılığını
yalnızca olası kıldığının tespiti yeterli addedilmek gerekir. İhtilaflı
düzenleme, bu açıdan da, haklı bir neden olmadan benzer durumdaki kişiler
arasında doğurduğu muamele farklılığı sebebiyle, Anayasa’nın 10’uncu maddesine
aykırıdır.
d)
Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılma ilkeleri ve güvence ölçütleri, hak
arama hürriyeti, masumiyet karinesi, temel hak ve hürriyetlerin korunması
bakımından: İptali talep edilen ibare, Anayasa’nın hak arama hürriyetini
düzenleyen 36’ncı maddesinde teminat altına alınan adil yargılanma hakkını,
Anayasa’nın 38’inci maddesinde temelini bulan masumiyet karinesini, Anayasa’nın
40’ıncı maddesinde güvencelenen Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal
edilen herkesin yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını
isteme hakkını ihlal etmektedir.
Öncelikle
belirtmek gerekir ki adil yargılanma hakkının tüm unsurlarının (kanunla
kurulmuş-bağımsız-tarafsız bir mahkemede, makul bir sürede, adil ve aleni
biçimde yargılanma hakkı, mahkemeye erişim hakkı, silahların
eşitliği-yargılamada çelişme-yargılamada vicahilik ilkelerinin) tecessüm
edeceği bir mahkumiyet (kesin nitelikteki) hüküm, bir yargı kararının bağlayıcı
hale gelmesinin bir ön şartıdır. Başka bir anlatımla ‘‘Res judicata’nın anlamı
bir hukuk mahkemesi kararının veya bir beraat kararının kesinleşmesiyle
birlikte derhal bağlayıcı hale gelmesi ve iptal edilme riskinin bulunmamasıdır
(Brumărescu)’’. O halde yargı kararının, idare makamları bakımından
bağlayıcı hale gelmesi için kesinleşmesi gerekmektedir.
Buna
ilave olarak Anayasa’nın 38’inci maddesinde güvence altına alınan masumiyet
(suçsuzluk) karinesi, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı
olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucu
olarak kişinin masumiyeti asıl olduğundan suçluluğu ispat külfeti iddia
makamına ait olup kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez. Ayrıca
hiç kimse suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu
otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi
tutulamaz. Bu çerçevede masumiyet karinesi, kural olarak hakkında bir suç
isnadı bulunan ve henüz mahkûmiyet kararı verilmemiş kişileri kapsayan bir
ilkedir (Kürşat Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013, §§ 26, 27). Anayasa Mahkemesi’nin
ifade ettiği üzere, “Ceza hukukunun temel ilkelerinden olan suçsuzluk karinesi,
hakkında suç isnadı bulunan bir kişinin adil bir yargılama sonunda suçlu
olduğuna dair kesin hüküm tesis edilene kadar masum sayılması gerektiğini ifade
etmekte ve hukuk devleti ilkesinin de bir gereğini oluşturmaktadır” (AYM, E.
2017/109, K. 2018/39, K.T. 02.05.2018, R.G. 6/6/2018 – 30443, III-8). Adil
yargılanma hakkının bir unsuru olan masumiyet karinesinin sağladığı güvencenin
iki yönü bulunmaktadır. Güvencenin ilk yönü; kişi hakkındaki ceza yargılaması
sonuçlanıncaya kadar geçen, bir başka ifadeyle kişinin ceza gerektiren bir
suçla itham edildiği (suç isnadı altında olduğu) sürece ilişkin olup suçlu
olduğuna dair hüküm tesis edilene kadar kişinin suçluluğu ve eylemleri hakkında
erken açıklamalarda bulunulmasını yasaklar. Güvencenin bu yönünün kapsamı,
sadece ceza yargılamasını yürüten mahkemeyle sınırlı değildir. Güvence aynı
zamanda diğer tüm idari ve adli makamların da işlem ve kararlarında, suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar kişinin suçlu olduğu yönünde ima ya da
açıklamalarda bulunmamasını gerekli kılar. Dolayısıyla sadece suç isnadına konu
ceza yargılaması kapsamında değil ceza yargılaması ile eş zamanlı olarak
yürütülen diğer hukuki süreç ve yargılamalarda da (idari, hukuk, disiplin gibi)
masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilir (Galip Şahin, B. No:
2015/6075, 11/6/2018, § 39; Turgut Duman, B. No: 2014/15365, 29/5/2019, § 103).
Güvencenin ikinci yönü ise ceza yargılaması sonucunda mahkûmiyet dışında bir hüküm
kurulduğunda devreye girer ve daha sonraki yargılamalarda ceza gerektiren suçla
ilgili olarak kişinin masumiyetinden şüphe duyulmamasını, kamu makamlarının
toplum nezdinde kişinin suçlu olduğu izlenimini uyandıracak işlem ve
uygulamalardan kaçınmasını gerektirir (Galip Şahin, § 40; Turgut Duman, § 104
).
Nasıl
ki AYM, masumiyet karinesinin kamu otoritelerini bağladığını ifade ediyorsa,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de, masumiyet karinesinin ihlalinin bir hâkim
veya mahkemeden kaynaklanabileceği gibi, başka kamu otoritelerinden de
gelebileceğine dikkat çekmektedir (AİHM, Allenet de Ribemont-Fransa, 10 Şubat
1995, başvuru no : 15175/89, § 36). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre,
Sözleşme'nin 6’ncı maddesinin ikinci fıkrasında güvence altına alınan masumiyet
karinesinin iki boyutu bulunmaktadır. Buna göre, ilk boyut, bir suç isnadında
bulunulmasından ceza yargılamasının sonuçlanmasına kadar geçen süreci güvence
altına almaktadır. İkinci boyut ise, mahkûmiyet hükmüyle sonuçlanmayan ceza
yargılamalarıyla bağlantılı müteakip yargılamalar bağlamında kişinin
masumiyetine saygı gösterilmesini sağlamayı amaçlamaktadır. Ceza yargılamasının
devam ettiği sürece ilişkin ilk unsurun kapsamı sadece ceza yargılamalarının
adilliğini temin etmek adına usule ilişkin bir güvence olmakla sınırlı
değildir. Bu ilke daha geniş kapsamlı olup hiçbir devlet temsilcisinin kişinin
suçluluğu bir mahkeme tarafından tespit edilmeden o kişinin suçlu ilan
edilmemesini veya suçlu muamelesine tabi tutulmamasını gerektirir. (AİHM, Kemal
Coşkun/Türkiye, B. No: 45028/07, 28/3/2017, §§ 41, 43; AİHM, Seven/Türkiye, B.
No: 60392/08, 23/1/2018, § 43).
Yine
Anayasa’nın 40’ıncı maddesi mucibince Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri
ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının
sağlanmasını isteme hakkına sahiptir. Kanun koyucu da terör örgütlerine veya
Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette
bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya
iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu gerekçesiyle adli makamlar, genel
kolluk kuvvetleri veya Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığı tarafından
yürütülen soruşturma ve kovuşturmalar kapsamında vergi incelemesi yapılan
mükelleflerin mahkemeye başvuracağını öngörmüştür.
Ancak
haklarında terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli
güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya
gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu
gerekçesiyle adli makamlar, genel kolluk kuvvetleri veya Mali Suçları Araştırma
Kurulu Başkanlığı tarafından yürütülen soruşturma ve kovuşturmalar kapsamında
vergi incelemesi yapılan mükellefler, anılan birinci, ikinci ve üçüncü fıkra
hükümlerinden yararlandırılmayacaktır. Elbette kanun koyucu, suç ve suçluyla
mücadele etmeye ilişkin üstün nitelikteki kamu yararına istinaden; haklarında
yürütülen soruşturma ve kovuşturmalar kapsamında vergi incelemesi yapılan (-res
judicata- kesin hüküm aranmaksızın) mükellefler bakımından matrah ve vergi
artırımı yapılmasına ilişkin hükümlerin uygulanmayacağını (tedbir niteliğinde)
öngörebilir. Ancak uygulamanın kapsamını belirleyen bu düzenlemenin, haklarında
yürütülen soruşturma ve kovuşturmalar kapsamında vergi incelemesi yapılan
mükelleflerin adil yargılanma hakkı, masumiyet karinesi ve Anayasa ile tanınmış
hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkesin yetkili makama geciktirilmeden
başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkını ihlal etmeden hüküm altına
alınması gerekmektedir. Başka bir anlatımla suç ve suçluyla mücadele etmeye
ilişkin üstün nitelikteki kamu yararı ile anılan haklar arasında adil bir denge
kurulmalıdır. Ancak kanun koyucu vergi incelemesine dayanak soruşturma ve
kovuşturmaların gerekçesini (terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca
Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı,
oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı
olduğu gerekçesi), Anayasa’nın 13’üncü maddesinde düzenlenen kanunilik
ilkesinin aksine; muğlak kavramlarla kaleme aldığından ve idareye keyfi
uygulamalara sebep olabilecek sınırsız takdir yetkisi tanıdığından; Anayasa’nın
36, 38 ve 40’ncı maddelerinde güvencelenen haklara idari işlemlerle müdahale
edilmesinin önünü açmıştır.
Başka
bir anlatımla anılan gerekçedeki hukuka aykırılık (muğlaklık), (Anayasa’nın
temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasının sınırlarını düzenleyen 13’üncü
maddesinin kanunilik ilkesi bağlamında) o kadar ağır niteliktedir ki; kesin
hükümle neticelenmiş adil yargılanma süreci yürütülmeden ve masumiyet
karinesinin aksine; Anayasa ile tanınmış hak - hürriyetleri ihlal edilen ve
yetkili makama geciktirilmeden başvuran mükellefe suçlu muamelesi yapılarak;
etkili başvuru hakkının kullanımını hukuken etkisiz hale getirmekte ve söz konusu
tedbirin ceza hüviyetine bürünmesine neden olmaktadır.
Bu
nedenlerle iptali talep edilen ibare, Anayasa’nın 13, 36, 38 ve 40’ıncı
maddelerine aykırıdır.
e)
Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılma ilkeleri ve güvence ölçütleri ile
mülkiyet hakkı bakımından: Söz konusu kişi kategorilerinin (haklarında terör
örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı
faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği,
mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu gerekçesiyle yürütülen
hukuki işlemlere dayanılarak haklarında vergi incelemesi yapılan mükelleflerin)
matrah ve vergi artırımına yönelik anılan birinci, ikinci, üçüncü fıkra
hükümlerinin uygulama alanından çıkarılması; bu kişilerin mameleklerinde diğer
mükelleflere nazaran orantısız bir azalma yaratacağından; anılan ibare hükmü,
mülkiyet hakkına halel getirmiştir. Diğer bir deyişle burada, mülkiyetin
kullanılmasının kontrolü veya düzenlenmesine yönelik kanunilik ilkesinin aksine
orantısız bir müdahale söz konusudur.
Anayasa
Mahkemesi’ne göre, Anayasa’nın 35’inci maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir
hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla
sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken
Anayasa'nın temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel
ilkeleri düzenleyen 13. maddesinin de göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi
için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca
ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife
Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 62) (Anayasa Mahkemesi’nin 01.07.2020
tarihli ve 2016/4293 Bireysel Başvuru No’lu Güven Bostan Başvurusu, § 40).
Ancak
kanun koyucu, mülkiyet hakkına müdahale edeceği kişi kategorilerini, hukuk
devleti ilkesine aykırı şekilde belirsiz kavramlar aracılığıyla belirlemek
suretiyle; Anayasa’nın 13’üncü maddesinde düzenlenen temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasının sınırlarının gereklerini karşılamayarak; mülkiyet hakkını
ihlal etmiştir. Nitekim Anayasa Mahkemesi’nin belirttiği üzere; Anayasa'nın
35’inci maddesi usule ilişkin açık bir güvenceden söz etmemektedir. Bununla
birlikte mülkiyet hakkının gerçek anlamda korunabilmesi bakımından bu madde,
Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da ifade edildiği üzere mülk sahibine
müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına
ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde
ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsamaktadır. Bu
değerlendirme ise, uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (Züliye
Öztürk, B. No: 2014/1734, 14/9/2017, § 36; Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044,
17/12/2015, § 71) (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, §
62) (Anayasa Mahkemesi’nin 01.07.2020 tarihli ve 2016/4293 Bireysel Başvuru
No’lu Güven Bostan Başvurusu, § 48). Ancak söz konusu kişi kategorilerine;
iptali talep edilen ibareye konu muğlak kavramlarla kaleme alınan gerekçeyle
yürütülen hukuki işlemlere dayanılarak haklarında vergi incelemesi yapılması
halinde matrah ve vergi artırımı öngören hükmün uygulanmayacağı bağlanarak,
(Anayasa’nın 13’üncü maddesinde yer alan hakkı koruyucu usuli güvenceler
bertaraf edilmek suretiyle hakkın özüne dokunularak ve kanunilik ilkesinin
aksine) mülkiyet hakkı ihlal edilmiştir. Söz gelimi bir mükellef hakkında terör
örgütüne (içeriği idare tarafından doldurulmuş) iltisak eylemi gerekçesiyle
genel kolluk kuvvetleri tarafından yürütülen soruşturma kapsamında vergi
incelemesi yapılacak ve mükellefin mameleki üzerinde etki doğuracak olan matrah
ve vergi artırımına ilişkin anılan fıkra hükümlerinden yararlanılmasının önüne
geçilebilecektir. Bu nedenle iptali talep edilen ibare, Anayasa’nın 13 ve
35’nci maddelerine aykırıdır.
f)
Erkler ayrılığı ilkesi, hiçbir kimsenin veya organın Anayasa’dan kaynaklanmayan
bir yetkiyi kullanamaması ve Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı
bakımından: Anayasa Mahkemesi kararlarında Anayasa'nın 153’üncü maddesinde
belirtilen bağlayıcılık ilkesine aykırılıktan söz edilebilmesi için iptal
edilen kuralla dava konusu yeni düzenlemenin içerik ve kapsam bakımından aynı
ya da benzeri olması gerektiği belirtilmektedir (Anayasa Mahkemesi’nin
12.11.1991 tarihli ve 1991/7 E.: 1991/43 K. sayılı Kararı). Anayasa Mahkemesi,
eldeki dava konusuyla benzer bir hüküm ihtiva eden düzenleme hakkında verdiği
bir iptal kararında:
‘‘42.
1416 sayılı Kanun’un geçici 4. maddesinin beşinci fıkrasında terör örgütlerine
veya MGK’ca devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar
verilen yapı, oluşum veya grup-lara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut
bunlarla irtibatı olduğu gerekçesi ile öğrencilikle veya mecburi hizmetle
yükümlü bulundukları süre içerisinde kadrolarıyla ilişiği kesilenler hakkında
bu madde hükümlerinin uygulanmayacağı öngörülmekte olup anılan fıkrada yer alan
“…üyeliği, mensu-biyeti veya…” ibaresi dava konusu kuralı oluşturmaktadır.
43.
Öncelikle terör örgütlerine üyelik ve mensubiyet kavramlarıyla kişilere yönelik
suç isna-dında bulunulup bulunulmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
Terör örgütüne üye olmak, -kanundaki tanımıyla suç işlemek amacıyla kurulmuş
olan örgüte üye olmak- 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ile
12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsa-mında suç olarak
düzenlenmiştir. Bu nedenle kuralın Anayasa’nın 36. maddesinin birinci ve 38.
mad-desinin dördüncü fıkralarında güvence altına alınan masumiyet karinesi kapsamında
incelenmesi ge-rekmektedir.
44.
Masumiyet karinesi, Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında “Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılamaz” şeklinde düzenlenmiştir.
Anayasa’nın 36. maddesinde de herkesin iddia ve savunma ile adil yargılanma
hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anılan madde-ye “…adil yargılanma…”
ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye’nin taraf olduğu
uluslarara-sı sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının
madde metnine dâhil edildiği vur-gulanmıştır. Nitekim Sözleşme’nin 6.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında kendisine bir suç isnat edi-len kişinin
suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılacağı düzenlenmiştir.
Bu itibarla masumiyet karinesi, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına
alınan adil yargılanma hakkının bir unsuru olmakla beraber suçluluğu hükmen
sabit oluncaya kadar kimsenin suçlu sayılamayacağına dair Anayasa’nın 38.
maddesinin dördüncü fıkrasında ayrıca düzenlenmiştir (Adem Hüseyinoğlu, B. No:
2014/3954, 15/2/2017, § 33).
45.
Masumiyet karinesi, hakkında suç isnadı bulunan bir kişinin adil bir yargılama
sonucun-da suçlu olduğuna dair kesin hüküm tesis edilene kadar masum sayılması
gerektiğini ifade etmekte ve hukuk devleti ilkesinin de bir gereğini oluşturmaktadır.
Anılan karine, kişinin suç işlediğine dair ke-sinleşmiş bir yargı kararı
olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına almaktadır. Ayrıca hiç
kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu
otoriteleri tarafın-dan suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi
tutulamaz.
46.
Masumiyet karinesinin sağladığı güvencenin iki yönü bulunmaktadır: Dava konusu
kural-la da ilgisi olan güvencenin ilk yönü, kişi hakkındaki ceza yargılaması
sonuçlanıncaya kadar geçen, bir başka ifadeyle kişinin ceza gerektiren bir
suçla itham edildiği (suç isnadı altında olduğu) sürece ilişkin olup suçlu
olduğuna dair hüküm tesis edilene kadar kişinin suçluluğu ve eylemleri hakkında
erken açıklamalarda bulunulmasını yasaklar. Güvencenin bu yönünün kapsamı
sadece ceza yargıla-masını yürüten mahkemeyle sınırlı değildir. Güvence aynı
zamanda diğer tüm devlet kurumlarının da işlem ve kararlarında, suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar kişinin suçlu olduğu yönünde ima ya da açıklamalarda
bulunmamasını gerekli kılar. Dolayısıyla sadece suç isnadına konu ceza
yargılama-sı kapsamında değil ceza yargılaması ile eş zamanlı olarak yürütülen
diğer hukuki süreç ve yargıla-malarda da (idari, hukuk, disiplin gibi)
masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilir (Galip Şa-hin, B. No:
2015/6075, 11/6/2018, § 39).
47.
Dava konusu kural, terör örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı
faaliyette bu-lunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üye veya
mensup oldukları gerekçesiy-le öğrencilikle veya mecburi hizmetle yükümlü
bulundukları süre içerisinde kadrolarıyla ilişiği kesilen kişilerin, 1416
sayılı Kanun’dan kaynaklanan öğrenim masrafları ile buna ilişkin faiz borcu-nun
ödenebilmesini kolaylaştırmak amacıyla getirilen imkânlardan faydalandırılmamasını
öngör-mektedir. Bu yönüyle kural, terör örgütü üyeliği suçundan ceza
soruşturması veya kovuşturmasına maruz kalan ancak haklarındaki süreç
tamamlanıp suçlu olduklarına dair kesin hüküm te-sis edilmeyen kişilerin terör
örgütü üyesi veya mensubu olarak nitelendirilmelerine sebebiyet verebile-cek
niteliktedir. Bunun yanı sıra kuralda kapsama giren kişiler hakkında kesin
hükümle sonuçlanan herhangi bir yargısal sürecin varlığına yönelik açıklama da
yapılmamıştır.
48.
Bu itibarla kesinleşmiş mahkûmiyet hükmü olmadan kişilerin suçlu sayılmasına
neden olabilecek ifadeler içeren kural masumiyet karinesini ihlal etmektedir.
49.
Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 36. ve 38. maddelerine aykırıdır. İptali
gerekir.’’
şeklinde
gerekçe kaleme almıştır (Anayasa Mahkemesi’nin 16.12.2021 tarihli ve 2021/80 ve
2021/99 sayılı Kararı).
Anayasa
Mahkemesi’nin verdiği iptal kararı karşısında; kanun koyucunun Anayasa’nın 36
ve 38’inci maddelerine -benzer sakatlıktan muzdarip olması hasebiyle- aykırı
olan iptali talep edilen ibareyi kanunlaştırması, Anayasa’nın 153’üncü
maddesini ihlal ettiği gibi, hiçbir kimse ve organın kaynağını Anayasa’dan
almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağını öngören 6’ncı maddesine ve
Anayasa’nın Başlangıç bölümünde yer alan erkler ayrılığı ilkesine de halel
getirmektedir.
Yine
Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunan yapı, oluşum, grup veya
terör örgütlerinin Milli Güvenlik Kurulunca tespit edilmesi, Anayasa
Mahkemesi’nin birçok iptal kararına konu olmuştur. Anılan emsal kararlardan
birinin gerekçesi:
‘‘28.
6136 sayılı Kanun’un 7. maddesinin birinci fıkrasının (7) numaralı bendi, en az
bir dö-nem köy veya mahalle muhtarlığı ya da belediye başkanlığı yapmış bulunan
kişilerden, yapılan soruş-turma sonucu veya kesinleşmiş yargı kararı üzerine
görevine son verilenler ile terör örgütlerine ve-ya MGK’ca devletin millî
güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya
gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olanların
ateşli silah taşıyamama-sını ve bulunduramamasını öngörmekte olup anılan bentte
yer alan “…Milli Güvenlik Kurulunca…” ibaresi dava konusu kuralı
oluşturmaktadır.
29.
Anayasa’nın 118. maddesinin üçüncü fıkrasında “Millî Güvenlik Kurulu; Devletin
millî gü-venlik siyasetinin tayini, tespiti ve uygulanması ile ilgili alınan
tavsiye kararları ve gerekli koordi-nasyonun sağlanması konusundaki görüşlerini
Cumhurbaşkanına bildirir. Kurulun, Devletin varlığı ve bağımsızlığı, ülkenin
bütünlüğü ve bölünmezliği, toplumun huzur ve güvenliğinin korunması husu-sunda
alınmasını zorunlu gördüğü tedbirlere ait kararlar Cumhurbaşkanınca
değerlendirilir.” denil-mektedir.
30.
Bu bağlamda MGK’nın başlıca görevleri, devletin millî güvenlik siyasetinin
tayini, tespiti ve uygulanması ile ilgili tavsiye kararları almak ve gerekli
koordinasyonun sağlanması konusundaki görüşlerini bildirmektir. MGK’nın
devletin varlığı ve bağımsızlığı, ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliği, toplumun
huzur ve güvenliğinin korunması hususunda alınmasını zorunlu gördüğü tedbirlere
ait ka-rarları Cumhurbaşkanlığınca değerlendirilir.
31.
Cumhurbaşkanı yardımcıları ve Genelkurmay Başkanı’nın önerileri dikkate
alınarak Cumhurbaşkanınca gündemi düzenlenen MGK’nın kararlarının hukuki
niteliği Anayasa’nın anılan maddesinde açıkça belirlenmiştir. Buna göre MGK’nın
alacağı kararlar tavsiye niteliğinde olup bu ka-rarlar Cumhurbaşkanı’na
bildirilir.
32.
Nitekim Anayasa’nın 104. maddesinde devletin başı olan Cumhurbaşkanı’nın millî
güven-lik politikalarını belirleyeceği ve bu kapsamda gerekli tedbirleri
alacağı düzenlenmiştir. Yine Cum-hurbaşkanı’nın millî güvenliğin sağlanmasından
sorumlu olduğu Anayasa’nın 117. maddesinde hükme bağlanmıştır.
33.
Bu itibarla istişari nitelikte bir danışma organı olan MGK’nın icrai karar alma
yetkisine sahip olmadığı gözetildiğinde Cumhurbaşkanınca ayrı bir kararla
benimsenmemiş MGK kararlarına hukuki sonuç bağlanamayacağı ve bu kararların
kendiliğinden icra edilemeyeceği açıktır.
34.
Dava konusu ibarenin de yer aldığı kural MGK’ca devletin millî güvenliğine
karşı faaliyet-te bulunduğuna karar verilen yapı oluşum veya gruplara üyeliği,
mensubiyeti veya iltisakı yahut bun-larla irtibatı olan köy veya mahalle
muhtarlığı ya da belediye başkanlığı yapmış kişilerin ateşli silah taşımamasını
ve bulundurmamasını düzenlemektedir. Millî güvenliğe karşı tehditlerin
belirlenmesi ve bu tehditlerin hangi kaynak, kişi ya da yapıdan geldiğinin
tespit edilmesinde Cumhurbaşkanı başkan-lığında toplanan MGK’nın tavsiye
niteliğinde karar alamayacağı söylenemez.
35.
Bununla birlikte dava konusu “…Milli Güvenlik Kurulunca…” ibaresi, tavsiye
niteliğindeki MGK kararına kendiliğinden hukuki bir sonuç bağlamaktadır.
Şüphesiz MGK’nın tavsiye niteliğindeki kararlarının yürütme organı tarafından
dikkate alınması ve hukuk aleminde hayata geçirilmesi mümkündür. Ancak MGK’nın
kararları hakkında başkaca icrai bir karar alınmadan bu kararlara hu-kuk
aleminde sonuçlar bağlanması Anayasa’nın lafzıyla bağdaşmamaktadır.
36.
Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 118. maddesine aykırıdır. İptali
gerekir.’’
şeklindedir
(Anayasa Mahkemesi’nin 03.06.2021 tarihli ve 2020/9 E.; 2021/37 K. sayılı
Kararı; aynı yönde bkz.: Mahkemesi’nin 03.06.2021 tarihli ve 2020/18 E.;
2021/38 K. sayılı Kararı, § 4-12; 16.12.2021 tarihli ve 2021/80 E.; 2021/99 K.
sayılı Kararı, § 34-41).
Anayasa
Mahkemesi’nin verdiği söz konusu iptal kararı karşısında; kanun koyucunun
(yukarıda açıklandığı üzere) Anayasa’nın 118’inci maddesine -benzer sakatlıktan
muzdarip olması hasebiyle- aykırı olan iptali talep edilen ibareyi kanunlaştırması,
Anayasa’nın 153’üncü maddesini ihlal ettiği gibi, hiçbir kimse ve organın
kaynağını Anayasa’dan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağını öngören
6’ncı maddesine ve Anayasa’nın Başlangıç bölümünde yer alan erkler ayrılığı
ilkesine de halel getirmektedir.
g)
Sınırlandırma yetkisinin kötüye kullanılması nedeniyle Anayasa’nın 14’üncü
maddesi bakımından: Anayasa’nın 14’üncü maddesi temel hak ve hürriyetlerin
kötüye kullanılamamasını düzenlemektedir. Kaboğlu’na göre:
‘‘Bu
düzenleme biçimiyle, temel hak ve özgürlüklerin kullanılması ile maddede sözü
edilen eylemler arasında açık ve yakın bir nedensellik ilişkisi bulunduğu
takdirde ancak 14. maddede yazılı amaçları gerçekleştirmek için kötüye
kullanılmış sayılabilmelidir. ‘‘Yok etmeye yönelik faaliyette bulunma’’ deyimi
açıkça bir eylemi ifade ettiğinden, belli bir özgürlüğün yok edilmesi ile söz
konusu eylem arasında açık ve doğrudan bir ilişkinin, yani nedensellik bağının
bulunması gerekir. ‘‘Hak kaybı’’ yerine ‘‘yasayla belirlenecek yaptırımları
öngören’’ (cezalar) öngören madde 14’ün ilk şekli, özellikle yeni düzenleme
şekliyle en azından 2. fıkra bakımından İHAS’ın 17. maddesiyle uyumlu hale
getirildi. Devlete, yok etme yasağı ve sınırlama ölçüsü yönünden yükümlülük
getirmesi, Sözleşme ile uyum kaygısını yansıtmaktadır.’’
Başka
bir anlatımla, Anayasa’nın 14’üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca Anayasa
hükümlerinden hiçbiri, Devlete veya kişilere, Anayasayla tanınan temel hak ve
hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasa’da belirtilenden daha geniş şekilde
sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde
yorumlanamaz. Anılan maddenin üçüncü fıkrası uyarınca bu hükümlere aykırı
faaliyette bulunanlar hakkında uygulanacak müeyyideler, kanunla düzenlenir.
Ancak iptali talep edilen ibareyle; Anayasa’nın 14’üncü maddesinin ikinci
fıkrasının aksine mükellefler hakkında anılan birinci, ikinci, üçüncü fıkra
hükümlerinin uygulanmaması sonucunu doğuran vergi incelemesinin dayanacağı
hukuki işlemlere konu ‘‘terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca
Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı,
oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı
olduğu’’ gerekçesinin muğlak kavramlarla kaleme alınması, temel haklara ilişkin
sınırların Anayasa’da belirtilen sınırlarına riayet olunmasını mümkün kılacak
güvencelerin ortadan kalkmasına yol açacaktır. Diğer bir deyişle bu gerekçenin
muğlak kavramlarla kaleme alınması, ilgili hak ve özgürlüklerin, “Anayasada
belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılması” sonucunu doğurduğundan;
bunun yaptırımı (Anayasa’nın 14’üncü maddesinin üçüncü fıkrası mucibince),
iptali istenen kuralın AYM tarafından iptal edilmesidir. Kanun koyucu, bu
gerekçeyi muğlak kavramlarla kaleme almak suretiyle; idare tarafından anılan
temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesine veya Anayasa’da belirtilenden daha
geniş şekilde sınırlandırılmasına olanak tanıdığından; ihtilaflı kural,
Anayasa’nın 14’üncü maddesine aykırı olup iptali gerekir.
ğ)
Uluslararası anlaşmaların iç hukuka etkisi bakımından: Anayasa’nın 90’ıncı
maddesine göre temel hak ve özgürlüklere ilişkin usulüne göre yürürlüğe konmuş
uluslararası anlaşmalar, (kanunlara nazaran hakkı koruyucu, kullanımını
genişletici hükümler barındırması kaydıyla) normlar hiyerarşisinde kanunun
üstündedir. İptali talep edilen ibare, yukarıdaki başlıklarda aykırı olduğu
gösterilen temel haklara ilişkin anayasal düzenlemelerin muadilleri olarak,
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin adil yargılanma hakkına ve masumiyet
karinesine ilişkin 6’ncı; etkili başvuru hakkına ilişkin 13’üncü maddelerini;
mülkiyet hakkına ilişkin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Ek 1 No’lu
Protokolü’nün 1’inci maddesini ihlal ettiğinden Anayasa’nın 90’ıncı maddesine
de aykırıdır.
Tüm
bu nedenlerle 7440 sayılı Kanun’un 5’inci maddesinin dokuzuncu fıkrasının (a)
bendinin (3) numaralı alt bendinde yer alan ‘‘terör örgütlerine veya Milli
Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna
karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı
yahut bunlarla irtibatı olduğu’’ ibaresi, Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 2, 6,
7, 10, 13, 14, 35, 36, 38, 40, 90, 118, 123 ve 153’üncü maddelerine aykırıdır;
anılan ibarenin gerekir.
2) 09.03.2023
tarihli ve 7440 sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 10’uncu maddesinin yirmi
sekizinci fıkrasının son cümlesinin Anayasa’ya aykırılığı
7440
sayılı Kanun çerçevesinde bazı alacaklar yeniden yapılandırılmıştır. Bu
kap-samda anılan Kanun’un ‘‘Diğer hükümler’’ kenar başlıklı 10’uncu maddesinin
yirmi seki-zinci fıkrası, 1416 sayılı Ecnebi Memleketlere Gönderilecek Talebe
Hakkında Kanun’un geçici 1’inci maddesine konu borçları yeniden
yapılandırmaktadır.
Anılan
fıkraya göre 1416 sayılı Kanun’un geçici 1’inci maddesinin birinci fıkrası
kapsamına girenler ile söz konusu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten bu
fıkranın yürürlüğe girdiği tarihe kadar geçen süre içinde anılan maddede
belirtilen nedenlerle haklarında borç takibi yapılanlar veya yapılması
gerekenlerin, kendilerine döviz olarak yapılmış olan her türlü masrafa ilişkin
borç tutarları, (daha önce bu borçları ile ilgili olarak yapılandırma
düzenlemelerinden yararlanmış ve ödemeleri devam edenler da-hil) bu Kanun’un
yayımını (12.03.2023 tarihi) izleyen üçüncü ayın sonuna kadar Milli Eğitim
Bakanlığı’na başvurmaları halinde, imzaladıkları yüklenme senedi ile muteber
imzalı müteselsil kefalet senedi hükümleri dikkate alınmaksızın ve ilgililere
önceden ödedikleri faizleri iade etme sonucu doğurmaksızın bu fıkra hükümlerine
göre yeniden hesaplanacak ve başvuru süresi içinde tahsilat işlemi
durdurulacak-tır. 05.08.1996 tarihinden sonra yüklenme senedi ile muteber
imzalı müteselsil kefalet senedi alınanlar hakkında 657 sayılı Devlet Memurları
Kanunu’nun ‘‘Yurtdışı Eğitim Masraflarının Tahsili’’ kenar başlıklı ek 34’üncü
maddesinin ikinci fıkrası hükümlerine göre bu fıkranın yürürlüğe girdiği
tarihten önceki süreler için herhangi bir fer’i alacak hesaplanmayacaktır. Bunların
daha önce ödemiş oldukları tutar ile mecburi hizmetle-rinde değerlendirilen
sürelere isabet eden tutar, anapara borç tutarından mahsup edi-lecektir. Bu
fıkra uyarınca vazgeçilen borç tutarına isabet eden vekalet ücreti de dahil
yargılama giderleri tahsil edilmeyecektir. Hesaplanan borç tutarı, ilgilinin
durumu ve ödenmesi gereken meblağ dikkate alınarak yüklenme senedi ile muteber
imzalı müte-selsil kefalet senedi alınması kaydıyla azami beş yıla kadar
taksitlendirilebilecektir. Bu fıkra kapsamında düzenlenen yüklenme senedi ile
muteber imzalı müteselsil kefalet se-nedi damga vergisi ve noter harcından
müstesna olacaktır. Ezcümle anılan yirmi seki-zinci fıkranın söz konusu
cümleleri, 1416 sayılı Kanun’un geçici 1’inci maddesinin kap-samındaki sayılı kimselerin
borçlarının yeniden yapılandırılmasını ve buna fer’i hüküm-leri
düzenlemektedir.
Ancak
iptali talep edilen cümle uyarınca terör örgütlerine veya Devletin milli
gü-venliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya
grupla-ra iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu gerekçesi ile öğrencilikle
veya mecburi hizmetle yükümlü bulundukları süre içerisinde kadrolarıyla ilişiği
kesilenler hakkında bu fıkra hükümleri uygulanmayacaktır. Anılan cümle hükmü,
aşağıda belirtilen gerekçelerle Anayasa’ya aykırıdır.
Öncelikle
belirtmek gerekir ki borç yapılandırılmasına yönelik hükmün uygulanmayacağı
(Devlet bursu alan) ‘‘öğrencilikle ilişiği kesilenler’’ ve ‘‘mecburi hizmetle
yükümlü bulundukları süre içerisinde kadrolarıyla ilişiği kesilenler’’ olmak
üzere iki kişi kategorisi bulunmaktadır. 1416 sayılı Kanun gereğince çeşitli
kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen (kadrosu olan) ikinci kategori,
(kadrosuyla ilişiği kesilmeden önce) kamu görevlisi statüsündedir.
Öte
yandan iptali talep edilen cümle hükmünde, Devletin milli güvenliğine karşı
faaliyette bulunan yapıyı, oluşumu veya grupları ya da terör örgütlerini tespit
etmeye yetkili mercii zikredilmemiştir. Yine iptali talep edilen cümle lafzında
Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı,
oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine iltisakı ya da bunlarla irtibatı
olmaya / olmamaya ilişkin mahkeme kararının kesin hükümle (res judicata)
sonuçlanması aranmamaktadır.
a)
Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılma ilkeleri ve güvence ölçütleri, hak
arama hürriyeti, masumiyet karinesi, temel hak ve hürriyetlerin korunması
bakımından: İptali talep edilen cümle, Anayasa’nın hak arama hürriyetini
düzenleyen 36’ncı maddesinde teminat altına alınan adil yargılanma hakkını,
Anayasa’nın 38’inci maddesinde temelini bulan masumiyet karinesini, Anayasa’nın
40’ıncı maddesinde güvencelenen Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal
edilen herkesin yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını
isteme hakkını ihlal etmektedir.
Zira
terör örgütlerine veya Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna
karar verilen yapı, oluşum veya gruplara iltisakı veya bunlarla irtibatı olduğu
gerekçesi ile öğrencilikle veya mecburi hizmetle yükümlü bulundukları süre
içerisinde kadrolarıyla ilişiği kesilenler, borçların yeniden
yapılandırılmasına ilişkin yirmi sekizinci fıkra hükmünden yararlanamayacaktır.
Ancak iptali talep edilen cümlede terör örgütlerine veya Devletin millî
güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya
gruplara iltisakı veya bunlarla irtibatı olmaya / olmamaya ilişkin mahkeme
kararının kesinleşmesinin beklenmesi öngörülmemiştir. Halbuki kesin hüküm, bir
yargı kararının bağlayıcı hale gelmesinin bir ön şartıdır. Başka bir anlatımla
‘‘Res judicata’nın anlamı bir hukuk mahkemesi kararının veya bir beraat
kararının kesinleşmesiyle birlikte derhal bağlayıcı hale gelmesi ve iptal
edilme riskinin bulunmamasıdır (Brumărescu)’’. O halde yargı kararı,
idare makamları bakımından henüz bağlayıcı hale gelmeden; terör örgütlerine
veya Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen
yapı, oluşum veya gruplara iltisakı veya bunlarla irtibatı olduğu (olduğuna
dair kesin hüküm aranmaksızın) gerekçesi ile öğrencilikle veya mecburi hizmetle
yükümlü bulundukları süre içerisinde kadrolarıyla ilişiği kesilenler hakkında
anılan yirmi sekizinci fıkranın uygulanmaması, kesin hükmün bağlayıcılığı
ilkesini dolayısıyla adil yargılanma hakkını ihlal edecektir. Başka bir anlatımla
anılan cümle hükmünde, terör örgütlerine veya Devletin millî güvenliğine karşı
faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara iltisakı veya
bunlarla irtibatı olma /olmamaya ilişkin mahkeme kararının kesin hükümle
nihayete ermesi, bir ön şart olarak tespit edilmediğinden; (Anayasa’nın 13’üncü
maddesinde yer alan sınırlandırma ve güvence ölçütlerine aykırı olarak) adil
yargılanma hakkının özüne dokunulacaktır.
Öte
yandan adil yargılanma hakkının tüm unsurlarının (kanunla kurulmuş-bağımsız-tarafsız
bir mahkemede, makul bir sürede, adil ve aleni biçimde yargılanma hakkı,
mahkemeye erişim hakkı, silahların eşitliği-yargılamada çelişme-yargılamada
vicahilik ilkelerinin) tecessüm edeceği bir mahkumiyet (kesin nitelikteki)
hükmü aranmadan (kesin hükmün aranması bir yana yargı süreci herhangi bir
biçimde işletilmeden), terör örgütlerine veya Devletin millî güvenliğine karşı
faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara iltisakı veya
bunlarla irtibatı olduğu gerekçesi ile öğrencilikle veya mecburi hizmetle
yükümlü bulundukları süre içerisinde kadrolarıyla ilişiği kesilenler hakkında
anılan yirmi sekizinci fıkranın uygulanmaması, Anayasa’nın 38’inci maddesinde
düzenlenen masumiyet karinesini de ihlal edecektir.
Gerçekten
de; Anayasa’nın 38’inci maddesinde güvence altına alınan masumiyet (suçsuzluk)
karinesi, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan
suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucu olarak
kişinin masumiyeti asıl olduğundan suçluluğu ispat külfeti iddia makamına ait
olup kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez. Ayrıca hiç kimse
suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri
tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz.
Bu çerçevede masumiyet karinesi, kural olarak hakkında bir suç isnadı bulunan
ve henüz mahkûmiyet kararı verilmemiş kişileri kapsayan bir ilkedir (Kürşat
Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013, §§ 26, 27). Anayasa Mahkemesi’nin ifade
ettiği üzere, “Ceza hukukunun temel ilkelerinden olan suçsuzluk karinesi,
hakkında suç isnadı bulunan bir kişinin adil bir yargılama sonunda suçlu
olduğuna dair kesin hüküm tesis edilene kadar masum sayılması gerektiğini ifade
etmekte ve hukuk devleti ilkesinin de bir gereğini oluşturmaktadır” (AYM, E.
2017/109, K. 2018/39, K.T. 02.05.2018, R.G. 6/6/2018 – 30443, III-8). Adil
yargılanma hakkının bir unsuru olan masumiyet karinesinin sağladığı güvencenin
iki yönü bulunmaktadır. Güvencenin ilk yönü; kişi hakkındaki ceza yargılaması
sonuçlanıncaya kadar geçen, bir başka ifadeyle kişinin ceza gerektiren bir
suçla itham edildiği (suç isnadı altında olduğu) sürece ilişkin olup suçlu
olduğuna dair hüküm tesis edilene kadar kişinin suçluluğu ve eylemleri hakkında
erken açıklamalarda bulunulmasını yasaklar. Güvencenin bu yönünün kapsamı,
sadece ceza yargılamasını yürüten mahkemeyle sınırlı değildir. Güvence aynı
zamanda diğer tüm idari ve adli makamların da işlem ve kararlarında, suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar kişinin suçlu olduğu yönünde ima ya da
açıklamalarda bulunmamasını gerekli kılar. Dolayısıyla sadece suç isnadına konu
ceza yargılaması kapsamında değil ceza yargılaması ile eş zamanlı olarak
yürütülen diğer hukuki süreç ve yargılamalarda da (idari, hukuk, disiplin gibi)
masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilir (Galip Şahin, B. No:
2015/6075, 11/6/2018, § 39; Turgut Duman, B. No: 2014/15365, 29/5/2019, § 103).
Güvencenin ikinci yönü ise ceza yargılaması sonucunda mahkûmiyet dışında bir
hüküm kurulduğunda devreye girer ve daha sonraki yargılamalarda ceza gerektiren
suçla ilgili olarak kişinin masumiyetinden şüphe duyulmamasını, kamu
makamlarının toplum nezdinde kişinin suçlu olduğu izlenimini uyandıracak işlem
ve uygulamalardan kaçınmasını gerektirir (Galip Şahin, § 40; Turgut Duman, §
104 ).
Nasıl
ki AYM, masumiyet karinesinin kamu otoritelerini bağladığını ifade ediyorsa,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de, masumiyet karinesinin ihlalinin bir hâkim
veya mahkemeden kaynaklanabileceği gibi, başka kamu otoritelerinden de
gelebileceğine dikkat çekmektedir (AİHM, Allenet de Ribemont-Fransa, 10 Şubat
1995, başvuru no : 15175/89, § 36). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre,
Sözleşme'nin 6’ncı maddesinin ikinci fıkrasında güvence altına alınan masumiyet
karinesinin iki boyutu bulunmaktadır. Buna göre, ilk boyut, bir suç isnadında
bulunulmasından ceza yargılamasının sonuçlanmasına kadar geçen süreci güvence
altına almaktadır. İkinci boyut ise, mahkûmiyet hükmüyle sonuçlanmayan ceza
yargılamalarıyla bağlantılı müteakip yargılamalar bağlamında kişinin
masumiyetine saygı gösterilmesini sağlamayı amaçlamaktadır. Ceza yargılamasının
devam ettiği sürece ilişkin ilk unsurun kapsamı sadece ceza yargılamalarının
adilliğini temin etmek adına usule ilişkin bir güvence olmakla sınırlı
değildir. Bu ilke daha geniş kapsamlı olup hiçbir devlet temsilcisinin kişinin
suçluluğu bir mahkeme tarafından tespit edilmeden o kişinin suçlu ilan
edilmemesini veya suçlu muamelesine tabi tutulmamasını gerektirir. (AİHM, Kemal
Coşkun/Türkiye, B. No: 45028/07, 28/3/2017, §§ 41, 43; AİHM, Seven/Türkiye, B.
No: 60392/08, 23/1/2018, § 43).
Bu
itibarla, ihtilaflı cümle; suçluluğu yargı kararıyla hükmen sabit olmayan
öğrencilikle veya mecburi hizmetle yükümlü bulundukları süre içerisinde
kadrolarıyla ilişiği kesilenler hakkında anılan yirmi sekizinci fıkranın
uygulanmaması suretiyle bu kişilere suçlu muamelesi yapılması anlamına
geldiğinden; Anayasa’nın 38’inci maddesini ihlal etmektedir.
Yine
Anayasa’nın 40’ıncı maddesi mucibince Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri
ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının
sağlanmasını isteme hakkına sahiptir. Kanun koyucu da, hakkında terör
örgütlerine veya Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar
verilen yapı, oluşum veya gruplara iltisakı veya bunlarla irtibatı bulunduğu
iddiası olanların mahkemeye başvurabileceğini öngörmüş ve fakat iptali talep
edilen cümle hükmünde söz konusu mahkeme kararının kesin hükümle sonuçlanmasını
beklemeden anılan fıkra hükmünün uygulanmayacağını düzenlemek suretiyle;
Anayasa’nın 40’ncı maddesinde yer alan etkili başvuru hakkının kullanımını
hukuken etkisiz hale getirmiş, (Anayasa’nın temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasının sınırlarını düzenleyen 13’üncü maddesinin aksine) onun özüne
dokunmuştur.
Bu
nedenlerle iptali talep edilen cümle, Anayasa’nın 13, 36, 38 ve 40’ıncı
maddelerine aykırıdır.
b)
Hukuk devleti ve idarenin kanuniliği ilkeleri bakımından: Hukuk devleti, bütün
işlem ve eylemlerinin hukuk kurallarına uygunluğunu başlıca geçerlik koşulu
sayan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurmayı amaçlayan ve bunu
geliştirerek sürdüren, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa’ya
aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, insan haklarına saygı duyarak bu hak ve
özgürlükleri koruyup güçlendiren, Anayasa’ya ve hukuk kurallarına bağlılığa
özen gösteren, yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde yasa koyucunun da
uymak zorunda olduğu temel hukuk ilkeleri ile Anayasa’nın bulunduğu bilinci
olan devlettir (Anayasa Mahkemesi’nin 02.06.2009 tarihli ve 2004/10 E.;
2009/68 K. sayılı Kararı). Hukuk devletinin ön koşullarından olan hukuki
güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını; hukuki belirlilik
ilkesi de,kanun hükümlerinin şüpheye yer vermeyecek şekilde açık, net,
anlaşılabilir olmasını ve ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı
koruyucu önlemler içermesini ifade etmektedir (bkz. AYM 9.2.2017, 2016/143 E.–
2017/23 K. par. 13; RG. 12.4.2017-30036) (Anayasa Mahkemesi’nin 04.05.2017
tarihli ve 2015/41 E.; 2017/98 K. sayılı Kararı). Başka bir deyişle, hukuk
devleti ilkesi gereğince, idareye işlem yaparken ve eylem tesisi ederken veya
görevlerini yerine getirirken belirli oranda hareket serbestliği sağlayan
takdir yetkisinin kullanımı mutlak, sınırsız, keyfi biçimde gerçekleşemez;
idarenin takdir yetkisinin sınırları, keyfi işlem ve eylemleri önlemek amacıyla
kanunla çizilmelidir. Öte yandan; Anayasa’nın 123’üncü maddesinde yer alan
idarenin kanuniliği ilkesinin iki boyutu bulunmaktadır. İlk boyutu, idarenin
secundumlegem özelliğidir (kanuna dayanma ilkesidir). Bu ilkeye göre idarenin
düzenleme yetkisi kanundan kaynaklanır. İkinci boyutu, idarenin intralegem
özelliğidir (kanuna aykırı olmama ilkesidir). Bu ilkeye göre idarenin işlem ve
eylemleri, kanunun çizdiği sınırlar içinde kalmalıdır.
İptali
talep edilen cümlede Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunan yapı,
oluşum, grup veya terör örgütlerini tespit etmeye yetkili mercii, tayin
edilmemiştir. (Kaldı ki bir an için Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette
bulunan yapı, oluşum, grup veya terör örgütlerinin yargı organı tarafından
tespit edileceği kabul edilse dahi; anılan cümle hükmünde, yargı mercii
tarafından verilen kararın kesin hüküm niteliği taşıması şartı aranmamaktadır.)
Öte yandan Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunan yapı, oluşum,
grup veya terör örgütlerini tespit etmeye yetkili mercii, idare ise; anılan
cümle lafzında idareyi kayıtlayacak, idarenin takdir yetkisini keyfi biçimde
kullanmasını önleyecek hiçbir nesnel, açık, net, anlaşılabilir ölçüt
bulunmamaktadır.
Başka
bir anlatımla kanun koyucu, iptali istenen cümle hükmünü bütünüyle muğlak
kavramlarla ifade ederek keyfi uygulamaların önünü açmıştır. Zira “Devletin
milli güvenliğine karşı faaliyette bulunan yapı, oluşum, grup veya terör
örgütlerine iltisak veya bunlarla irtibat” fiillerinin içeriği, hangi somut
eylemlerin bu kapsamda değerlendirileceği, öngörülemez niteliktedir. Devletin
milli güvenliğine karşı faaliyette bulunan yapı, oluşum, grup veya terör örgütlerine
iltisakın veya bunlarla irtibatın nasıl ve kim tarafından tespit edileceği,
‘‘öğrencilikle veya mecburi hizmetle yükümlü bulundukları süre içerisinde
kadrolarıyla ilişiği kesilenlerin’’ tespit sırasında usule yönelik
güvencelerden yararlandırılıp yararlandırılmayacağı, verilen karara karşı yargı
yollarına başvurulup başvurulamayacağı ve idarenin bu tespiti yaparken kanuna
dayanması ve aykırı olmaması için esas alacağı kanuni çerçeve belirsizdir. Söz
konusu karar yetkisi, ne esas ne de usul yönlerinden objektif olarak
tanımlanmıştır ve son tahlilde, tamamen uygulayıcının keyfî kararına tabi
şekilde öngörülmüştür. Halbuki öğrencilik statüsünü sona erdiren bu denli ağır
yaptırım, yargı kararı olmaksızın uygulanamamak gerekir.
Kanun
koyucu, pek çok kez Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunan yapı,
oluşum, grup veya terör örgütlerini tespit etmeye yetkili mercii olarak, Milli
Güvenlik Kurulu’nu tayin etmiştir. Ancak Devletin milli güvenliğine karşı
faaliyette bulunan yapı, oluşum, grup veya terör örgütlerinin Milli Güvenlik
Kurulunca tespit edilmesi, Anayasa Mahkemesi’nin birçok iptal kararına konu
olmuştur. Anılan emsal kararlardan birinin gerekçesi:
‘‘28.
6136 sayılı Kanun’un 7. maddesinin birinci fıkrasının (7) numaralı bendi, en az
bir dö-nem köy veya mahalle muhtarlığı ya da belediye başkanlığı yapmış bulunan
kişilerden, yapılan soruş-turma sonucu veya kesinleşmiş yargı kararı üzerine
görevine son verilenler ile terör örgütlerine ve-ya MGK’ca devletin millî
güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya
gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olanların
ateşli silah taşıyamama-sını ve bulunduramamasını öngörmekte olup anılan bentte
yer alan “…Milli Güvenlik Kurulunca…” ibaresi dava konusu kuralı
oluşturmaktadır.
29.
Anayasa’nın 118. maddesinin üçüncü fıkrasında “Millî Güvenlik Kurulu; Devletin
millî gü-venlik siyasetinin tayini, tespiti ve uygulanması ile ilgili alınan
tavsiye kararları ve gerekli koordi-nasyonun sağlanması konusundaki görüşlerini
Cumhurbaşkanına bildirir. Kurulun, Devletin varlığı ve bağımsızlığı, ülkenin
bütünlüğü ve bölünmezliği, toplumun huzur ve güvenliğinin korunması husu-sunda
alınmasını zorunlu gördüğü tedbirlere ait kararlar Cumhurbaşkanınca
değerlendirilir.” denil-mektedir.
30.
Bu bağlamda MGK’nın başlıca görevleri, devletin millî güvenlik siyasetinin
tayini, tespiti ve uygulanması ile ilgili tavsiye kararları almak ve gerekli
koordinasyonun sağlanması konusundaki görüşlerini bildirmektir. MGK’nın
devletin varlığı ve bağımsızlığı, ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliği, toplumun
huzur ve güvenliğinin korunması hususunda alınmasını zorunlu gördüğü tedbirlere
ait ka-rarları Cumhurbaşkanlığınca değerlendirilir.
31.
Cumhurbaşkanı yardımcıları ve Genelkurmay Başkanı’nın önerileri dikkate
alınarak Cumhurbaşkanınca gündemi düzenlenen MGK’nın kararlarının hukuki
niteliği Anayasa’nın anılan maddesinde açıkça belirlenmiştir. Buna göre MGK’nın
alacağı kararlar tavsiye niteliğinde olup bu ka-rarlar Cumhurbaşkanı’na
bildirilir.
32.
Nitekim Anayasa’nın 104. maddesinde devletin başı olan Cumhurbaşkanı’nın millî
güven-lik politikalarını belirleyeceği ve bu kapsamda gerekli tedbirleri
alacağı düzenlenmiştir. Yine Cum-hurbaşkanı’nın millî güvenliğin sağlanmasından
sorumlu olduğu Anayasa’nın 117. maddesinde hükme bağlanmıştır.
33.
Bu itibarla istişari nitelikte bir danışma organı olan MGK’nın icrai karar alma
yetkisine sahip olmadığı gözetildiğinde Cumhurbaşkanınca ayrı bir kararla
benimsenmemiş MGK kararlarına hukuki sonuç bağlanamayacağı ve bu kararların
kendiliğinden icra edilemeyeceği açıktır.
34.
Dava konusu ibarenin de yer aldığı kural MGK’ca devletin millî güvenliğine
karşı faaliyet-te bulunduğuna karar verilen yapı oluşum veya gruplara üyeliği,
mensubiyeti veya iltisakı yahut bun-larla irtibatı olan köy veya mahalle
muhtarlığı ya da belediye başkanlığı yapmış kişilerin ateşli silah taşımamasını
ve bulundurmamasını düzenlemektedir. Millî güvenliğe karşı tehditlerin
belirlenmesi ve bu tehditlerin hangi kaynak, kişi ya da yapıdan geldiğinin
tespit edilmesinde Cumhurbaşkanı başkan-lığında toplanan MGK’nın tavsiye
niteliğinde karar alamayacağı söylenemez.
35.
Bununla birlikte dava konusu “…Milli Güvenlik Kurulunca…” ibaresi, tavsiye
niteliğindeki MGK kararına kendiliğinden hukuki bir sonuç bağlamaktadır.
Şüphesiz MGK’nın tavsiye niteliğindeki kararlarının yürütme organı tarafından
dikkate alınması ve hukuk aleminde hayata geçirilmesi mümkündür. Ancak MGK’nın
kararları hakkında başkaca icrai bir karar alınmadan bu kararlara hu-kuk
aleminde sonuçlar bağlanması Anayasa’nın lafzıyla bağdaşmamaktadır.
36.
Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 118. maddesine aykırıdır. İptali
gerekir.’’
şeklindedir
(Anayasa Mahkemesi’nin 03.06.2021 tarihli ve 2020/9 E.; 2021/37 K. sayılı
Kararı; aynı yönde bkz.: Mahkemesi’nin 03.06.2021 tarihli ve 2020/18 E.;
2021/38 K. sa-yılı Kararı, § 4-12; 16.12.2021 tarihli ve 2021/80 E.; 2021/99 K.
sayılı Kararı, § 34-41). Ancak Anayasa Mahkemesi’nin anılan kararlarına
istinaden; bu tespit işleminin Milli Güvenlik Kurulunca gerçekleştirilemeyeceğinin
bilincinde olan kanun koyucu; iptali talep edilen cümlede, herhangi bir idari
makamı söz konusu tespit işlemini gerçekleş-tirme yetkisiyle donatmamıştır,
yetkili merciin kim olacağı hususunda sessiz kalmıştır.
Eklemek
gerekir ki; Anayasa Mahkemesi (iptali talep edilen cümle hükmünde yer alan
ibarelere benzer ibareler içeren iptal davası konusu üzerine verdiği bir
kararında),
‘‘Kuralda
terör örgütleriyle irtibatlı veya iltisaklı bulunan kişilerin noterliğe kabul
edilemeyecekleri belirtilmekte olup kuralda geçen iltisaklı kavramı kavuşan,
bitişen, birleşen; irtibatlı kavramı ise bağlantılı anlamına gelmektedir.
Anılan kavramlar genel kavram niteliğinde olmakla birlikte bunların belirsiz ve
öngörülemez nitelikte olduğu söylenemez. Bu kavramların hukuki niteliği ve
objektif anlamı yargı içtihatlarıyla belirlenebilecek durumdadır.’’ şeklinde
gerekçe kaleme alsa da; bunun devamında ‘‘Diğer yandan anılan kavramların,
içinde bulunulan döneme göre farklı yorumlanabilmesi de mümkündür. Bu bağlamda
olağanüstü hâlin ilanına neden olan tehdit ve tehlikeler gözetilerek olağanüstü
hâl döneminde terör örgütleriyle iltisaklı veya irtibatlı bulunulup
bulunulmadığının tespiti bakımından terör örgütleriyle üyeler arasındaki bağın
varlığı konusunda yapılacak değerlendirme ile olağan dönemde yapılacak
değerlendirmenin farklı olabileceğinin kabul edilmesi gerekir.’’
şeklinde
bir temellendirme yapmak suretiyle (Anayasa Mahkemesi’nin 14.11.2019 tarihli ve
2018/89 E.; 2019/84 sayılı Kararı, ,§ 30, 31); olağan dönemde söz konusu
‘‘öğrencilikle veya mecburi hizmetle yükümlü bulundukları süre içerisinde
kadrolarıyla ilişiği kesilenler’’ bakımından keyfi uygulamalar olabileceğine
delalet etmiştir. O halde olağanüstü hale özgü koşulların ve kanuni lafzın;
(iptali talep edilen cümle hükmünde olduğu gibi), hukuk devleti ve kanunilik
ilkelerine aykırı şekilde, olağan döneme sirayet etmesi (söz gelimi iltisak ve
irtibata yönelik ilişkilerin –kesin hükümle- yargı makamları yerine idarece
tespiti) , Anayasa’nın 2 ve 123’üncü maddelerine aykırıdır.
Başka
bir anlatımla, ‘‘terör örgütlerine veya Devletin millî güvenliğine karşı
faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara iltisakı veya
bunlarla irtibatı olmak’’ şeklindeki fiilin; hukuk devletinin temel taşı olan
maddi anlamdaki kanunilik kıstasının gereklerini karşılaması ve kanuna
dayanması ile kanuna aykırı olmaması için; genel çerçevesinin keyfi uygulamaya
yer vermeyecek açıklıkta kanun düzeyinde çizilmesi gerekmektedir. Diğer bir
deyişle kanun koyucu, –anayasal ilkelerin aksine- bu fiilin nesnel ve somut
ölçütlere istinaden tespit edilmesi hakkında tamamen sessiz kalmış, bu konuyu
idarenin uhdesine bırakmıştır. O kadar ki; ihtilaflı cümlenin içerdiği
belirsizlik ve öngörülemezlik; uygulamada farklı ilişki biçimlerinin ‘‘iltisak
veya irtibat’’ olarak nitelendirilmesine zemin hazırlayacaktır.
Kanun
koyucu, anılan cümlede -kanunilik ilkesinin aksine- muğlak ibareler kullanmak
suretiyle; öğrencilikle veya kadroyla ilişiğin kesilmesi sonucunu doğuran
fiili, idarenin düzenleyici (ve dahi birel) işlemlerinin düzenleme alanının
konusu yapmış; -maddi anlamda- kanuni dayanaktan yoksun bırakmıştır. Kanun
düzeyinde belirlenmesi gereken öğrencilikle veya kadroyla ilişiğin kesilmesi
sonucunu doğuran fiili, idarenin düzenleyici (ve dahi birel) işlemlerine tevdi
eden ve yukarıda tanımlandığı anlamda maddi anlamda kanunilik ilkesinin
gereklerini yerine getirmeyen ihtilaflı cümle, Anayasa’nın 2 ve 123’üncü
maddelerine aykırıdır.
Bunun
yanında, Anayasa Mahkemesi’nin bir kararında, ‘‘Kamu kurum ve kuruluşlarının
kadrolarının ihdası başka bir deyişle kadro usulüne ilişkin düzenlemeler,
idarenin teşkilat yapısı ile ilgili olup idarenin kuruluş ve görevlerinin
belirlenmesinin bir parçasını oluşturmaktadır. Anayasa Mahkemesinin bir
kararında konuyla ilgili olarak, “Bir kurumun kuruluşu deyince her şeyden önce
o kurumu yürütecek personele ait kadrolar hatıra gelir. Zira kurumun temelinden
çatısına kadar bütün örgütünün bu kadrolar teşkil eder. Personel kadroları
mevcut olmayan bir kurum, henüz kuruluş haline geçmemiş demektir. Şu halde bir
kurumu çalışır hale getirecek olan Personel kadrolarının, en küçüğünden en
büyüğüne kadar, bütününü kuruluştan ayrı düşünmeğe imkân yoktur.” denilmektedir
(AYM E. 1965/32, K. 1966/3, 4/2/1966)’’ (Anayasa Mahkemesi’nin 11.06.2020
tarihli ve 2018/119 E.; 2020/25 K. sayılı Kararı, § 18). Ancak iptali talep
edilen cümle hükmünde; kadro ihdası gibi özlük işleri kapsamında
değerlendirilen ‘‘mecburi hizmetle yükümlü bulundukları süre içerisinde kadrolarıyla
ilişiği kesilme’’ sonucunu doğuran fiilin (terör örgütlerine veya Devletin
millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya
gruplara iltisakı veya bunlarla irtibatı olmak) hangi hallerde sübut edeceği;
hukuki işlem olarak kanun ile açıkça ortaya konulmamıştır (ve sübut ettiğine
dair kesin hüküm aranmamıştır).
Yine
idarenin yapacağı düzenlemeleri, tek başına ve çok kısa vadede değiştirebilmesi
olasılığı da; öğrencilerin veya mecburi hizmetle yükümlü bulundukları süre
içerisinde kadroda olanların anılan yirmi sekizinci fıkra hükmünden
yararlandırılması bakımından hukuki öngörülebilirlik ilkesini zedelemektedir.
İdarenin uhdesine sınırları belirsiz, çok geniş bir düzenleme alanının
bırakılması, anılan 10’uncu maddenin yirmi sekizinci fıkrasının uygulanmasını
sağlamaya ilişkin anayasal işlevinin ötesine geçerek, şekli anlamda kanun
aracılığıyla, idarenin (düzenleyici ve dahi birel) işlemlerine, maddi anlamda
kanun koyma yetkisinin tanınması anlamına gelecektir.
Bu
nedenlerle iptali talep edilen cümle, Anayasa’nın 2 ve 123’üncü maddelerine
aykırıdır.
c)
Yasama yetkisinin devredilmezliği bakımından; Anayasa’nın 7’nci maddesinde
temelini bulan yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine göre yasama yetkisi
yalnız Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne aittir. Bu nedenle idareye düzenleme
yetkisi veren bir yasa kuralının temel ilkeleri ortaya koyması ve çerçeveyi
çizmesi gerekir. Diğer bir deyişle idareye sınırsız ve belirsiz bir düzenleme
yetkisi bırakılamaz. Nitekim idarenin düzenleme yetkisi; sınırlı, tamamlayıcı
ve bağımlı bir yetkidir. Yasa ile yetkilendirme, Anayasa’nın öngördüğü biçimde
yasa ile düzenleme anlamını taşımamaktadır (Anayasa Mahkemesi’nin 02.05.2008
tarihli ve 2005/68 E.; 2008/102 K. sayılı Kararı). İptali talep edilen cümle
hükmünde olduğu gibi temel ilkeleri belirlenmeksizin ve çerçevesi
çizilmeksizin; idareye; Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunan
yapı, oluşum, grup veya terör örgütlerini; iltisak ve irtibat kavramlarının
içeriğini tespit etme yetkisi veren yasa hükmü, Anayasa’nın 7’nci maddesine
aykırılık oluşturur.
e)
Kamu görevlilerinin özlük işleri bağlamında kanunilik ilkesi bakımından:
Anayasa'nın 128’inci maddesinin birinci fıkrası kapsamındaki görevleri yürüten
bütün personelin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve
yükümlülüklerinin kanunla düzenlenmesi gerekir (Anayasa Mahkemesi’nin
22.11.2012 tarihli ve 2011/107 E.; 2012/184 K. sayılı Kararı). Anayasa
Mahkemesi’nin sıkça vurguladığı gibi kanunilik ölçütünün sağlandığından söz edilebilmesi
için kanunun şeklen var olması yeterli olmayıp yasal kurallar keyfiliğe izin
vermeyecek şekilde belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir nitelikte olmalıdır.
Esasen kanunun bu niteliklere sahip olması, Anayasa’nın 2’nci maddesinde
güvenceye bağlanan hukuk devleti ilkesinin de bir gereğidir. Dolayısıyla
Anayasa’nın 128’inci maddesinde yer verilen kanunilik ölçütü, Anayasa’nın 2’nci
maddesinde güvence altına alınan hukuk devleti ilkesi ışığında yorumlanmalıdır
(aynı yöndeki değerlendirme için bkz. AYM, E.2018/88, K.2020/24, 11/6/2020 §§
13, 14) (Anayasa Mahkemesi’nin, 22.10.2020 tarihli ve 2020/1 E.; 2020/563 K.
sayılı Kararı, § 41).
Yukarıda
Devlet bursuyla yurtdışı eğitimlerini başarıyla tamamlayıp kamu kurum ve
kuruluşlarında istihdam edilen kimselerin genel idare esaslarına göre kamu
hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevleri yerine getirdiklerinden;
Anayasa’nın 128’inci maddesi bağlamında kamu görevlisi olduğu açıklanmıştır.
İptali talep edilen cümleye konu hukuki sonuç (anılan yirmi sekizinci fıkra
hükmünün uygulanmaması), terör örgütlerine veya Devletin milli güvenliğine
karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara iltisakı
yahut bunlarla irtibatı olduğu gerekçesi ile mecburi hizmetle yükümlü
bulundukları süre içerisinde kadrolarıyla ilişiği kesilenler bakımından
öngörüldüğünden; buradaki ilişik kesmeye yönelik statüyü sona erdiren idari
işlem, anılan anayasal hüküm bağlamında özlük işleri kapsamında yer almaktadır.
Diğer
bir deyişle, Anayasa’nın 128’inci maddesi gereğince; mecburi hizmetle yükümlü
bulundukları süre içerisinde kadrolarında bulunanlar bakımından öngörülen
ilişik kesme dâhil olmak üzere özlük işleri kanun ile düzenleneceğinden; kanun
koyucunun bu yetkisini, anayasal sınırlar içinde kullanması gerekir. Ancak
yukarıda açıklandığı üzere, iptali talep edilen cümle, kamu görevlileri için
getirilen anayasal güvencelerin (kanunilik ilkesinin) gereklerini
karşılamamaktadır.
Bunun
yanı sıra iptali talep edilen cümleye konu gerekçede yer alan fiilin (gerek
iltisak ve irtibat kavramlarının içeriği gerek bir yapı, oluşum veya grubun;
Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunması, bir örgütün terör örgütü
olması yönünden) tespitinin idarenin uhdesine bırakılması, özlük işleri
bakımından Anayasa’nın 128’inci maddesi bağlamındaki (belirlilik ve
öngörülebilirlik ögelerini içeren) maddi anlamda kanunilik ilkesini ihlal
etmektedir. O halde iptali talep edilen cümle, yol açacağı keyfi uygulamalar
itibariyle, Anayasa’nın 128’inci maddesinin gerekli kıldığı maddi anlamda
kanunilik ilkesinin gereklerine aykırıdır.
g)
Kamu hizmetinde görevin gerekli kıldığı nitelikler bakımından: Anayasa’nın
70’inci maddesinde yer alan ve her Türk vatandaşına eşit şekilde tanınan kamu
hizmetine girme hakkı, kamu hizmeti icra edecek personellerin istihdamının
liyakata dayalı bir sistem içerisinde gerçekleşmesini sağlar. Anayasa; ödevle
nitelik arasında sıkı bir ilişki bulunduğunu, bunun dışında hizmete alınmada
hiçbir nedenin gözetilemeyeceğini, daha açık bir anlatımla ayrımın yalnızca ödev-nitelik
ilişkisi yönünden yapılması gerektiğini buyurmaktadır. O halde ödevle, onun
gerektirdiği niteliği birbirinden ayrı düşünmeye olanak yoktur. Buna göre, o
nitelikler görevlilerde bulunmadıkça o ödev yerine getirilemeyecek ya da ödev,
görevin gerekleri doğrultusunda yerine getirilmemiş olacak demektir. Kamu
hizmetlerinin özellikleri olduğu ve bu hizmetleri gören idare ajanlarının da
özel statülere bağlı bulunduğu bilinen bir gerçektir. Memurlarda yasalarca
aranan nitelikler ve onlar hakkında yasalarda öngörülen kısıtlamalar, kamu
hizmetinin etkin ve esenlikli bir biçimde yürütülmesi amacına yöneliktir
(Anayasa Mahkemesi’nin 09.10.1979 tarihli ve 1979/19 E.; 1979/39 K. sayılı
Kararı).
Anayasa’nın
70’inci maddesinde öngörülen kamu hizmetine girme hakkının temel bir hak olarak
etkililiği, maddenin “Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden
başka hiçbir ayırım gözetilemez” şeklindeki ikinci fıkrasının (liyakat
ilkesinin), hali hazırda kamu hizmeti ifa eden kamu görevlileri açısından da bir
güvence olarak esas alınmasını gerektirir. Zira, kamu hizmeti icra eden
görevlinin kamu görevine devam edip etmemesinin görevin gerektirdiği nitelikler
dışındaki sebeplere dayandırılması, Anayasa’nın 70’inci maddesindeki hakkı
etkisiz ve göstermelik hale getirecektir. Şu halde; görevdeki kamu görevlileri
de Anayasa’nın 70’inci maddesinde öngörülen güvencenin koruması altındadır.
Kaldı ki iptali istenen cümleye konu gerekçeye (‘‘terör örgütlerine veya
Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı,
oluşum veya gruplara iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu’’ gerekçesi)
bağlanan hukuki sonuç, ilişiğin kesilmesi diğer bir deyişle kamu görevinin sona
erdirilmesidir. Bu itibarla, bu hakkın amacı kamu hizmeti icra edecek
personellerin istihdamının liyakate dayalı bir sistem içerisinde
gerçekleşmesini sağlamak ise; neticesine ilişik kesme konulu idari işlem
bağlanan gerekçede yer alan fiilin liyakat esasının icaplarını karşılayacak ve
keyfiliğe yol açmayacak nitelikte olması gerekmektedir. Oysa iptali talep
edilen cümleye konu gerekçede yer alan fiilin (gerek iltisak ve irtibat
kavramlarının içeriği gerek bir yapı, oluşum veya grubun Devletin milli
güvenliğine karşı faaliyette bulunması, bir örgütün terör örgütü olması
yönünden) tanımını yapma hususunda idarenin sınırsız yetkiyle donatılması; söz
konusu hakkın, gerekçeye konu aynı nitelikte eylemde bulunan mecburi hizmetle
yükümlü bulundukları süre içerisinde kadrolarında olanlar bakımından eşit
düzeyde güvence altına alınmasına engel oluşturacak ve kişilerin kamu görevine
devam etmelerinin önüne, keyfî ve siyasi mülahazalarla alınmış idari kararların
(ilişik kesme işlemlerinin) çıkarılmasını mümkün kılacaktır. Bunun sonucu
olarak; hizmete devamda görevin gerektirdiği niteliklerden başka ayrımların
gözetilmesini mümkün kılan; kişileri kesinleşmiş yargı kararı olmadan ve hukuk
devleti ile kanunilik ilkeleriyle çelişen keyfî bir “yetki” muvacehesinde kamu
görevi dışında bırakan; belirsiz ve öngörülemez kapsamlı ihtilaflı cümle,
Anayasa’nın 70’inci maddesine de aykırıdır.
Nitekim
Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa’nın 70’inci maddesi ile ilişkilendirerek verdiği
bir iptal kararının müteallik bölümü:
‘‘1-
KHK'nin 37. Maddesinin (2), (3) ve (4) Numaralı Fıkraları
KHK'nin
37. maddesinde, Gümrük ve Ticaret Uzmanlığı ve Uzman Yardımcılığı kadroları
ku-rulmuş ve bu kadrolarda görev yapacak kişilerin atanma usul ve esasları
düzenlenmiştir. Anılan mad-denin (2) numaralı fıkrasında, Gümrük ve Ticaret
Uzman Yardımcılığına atanmanın koşulları; (3) nu-maralı fıkrasında, Gümrük ve
Ticaret Uzmanlığına atanmanın koşulları ile bu koşulları yerine getire-meyen
Uzman Yardımcılarının bu unvanlarını kaybedecekleri ve Bakanlıkta durumlarına
uygun kad-rolara atanacakları; (4) numaralı fıkrasında ise Gümrük ve Ticaret Uzmanı
ile Uzman Yardımcılarının mesleğe alınmaları, yetiştirilmeleri, yarışma sınavı,
tez hazırlama ve yeterlik sınavı ile diğer hususla-rın yönetmelikle
düzenleneceği kurala bağlanmıştır.
Anayasa'nın
91. maddesinin birinci fıkrasında “Sıkıyönetim ve olağanüstü haller saklı
kal-mak üzere, Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer
alan temel haklar, kişi hak-ları ve ödevleri ile dördüncü bölümde yer alan
siyasî haklar ve ödevler...”in kanun hükmünde karar-namelerle düzenlenemeyeceği
belirtilmiştir. Öte yandan, Anayasa'nın “Kamu hizmetlerine girme hak-kı”
başlıklı 70. maddesinin birinci fıkrasında, her Türk'ün, kamu hizmetlerine
girme hakkına sahip ol-duğu belirtildikten sonra ikinci fıkrasında hizmete
alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım
gözetilemeyeceği kurala bağlanmıştır. Buna göre, Anayasa'nın “Siyasi Haklar ve
Ödev-ler” başlıklı dördüncü bölümünde yer alan ve 70. maddesinde korunan kamu
hizmetlerine girme hak-kına ilişkin olarak kanun hükmünde kararname ile düzenleme
yapılması mümkün değildir.
Gümrük
ve Ticaret Uzmanlığı ve Uzman Yardımcılığı kadrolarına giriş koşullarının
belirlen-mesi, Anayasa'nın 70. maddesine göre kamu hizmetine girme hakkına
ilişkin olduğundan, bu hususu düzenleyen KHK'nin 37. maddesinin (2), (3) ve (4)
numaralı fıkraları, Anayasa'nın 91. maddesinin bi-rinci fıkrasına aykırıdır.
İptalleri gerekir.’’
şeklindedir
(Anayasa Mahkemesi’nin 08.11.2012 tarihli ve 2011/87 E.; 2012/176 K. sayılı
Kararı).
e)
Maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme ile eğitim hakları, eşitlik
ilkesi, gençliğin korunması, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılma
ilkeleri ve güvence ölçütleri bakımından:
Anayasa’nın
Başlangıç bölümü gereğince her Türk vatandaşı, bu Anayasa’daki temel hak ve
hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak milli kültür,
medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddi ve manevi
varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahiptir. Öte yandan
Devletin Anayasa’nın 5’inci maddesinde sayılan temel amaç ve görevleri arasında
‘‘insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları
hazırlamaya çalışmak’’ yer almaktadır. Bunun yanında, Anayasa’nın 17’nci
maddesi uyarınca herkes, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına
sahiptir. Bireyin maddi ve manevi varlığı geliştirmesinin yollarından biri de
Anayasa’nın 42’nci maddesinde güvence altına alınan eğitim hakkının
kullanılmasıyla mümkündür. Öte yandan, Anayasa’nın 58’inci maddesi uyarınca
Devlet, istiklal ve Cumhuriyetimizin emanet edildiği gençlerin müspet ilmin
ışığında, Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda ve Devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmayı amaç edinen görüşlere karşı
yetişme ve gelişmelerini sağlayıcı tedbirleri alır. Söz konusu tedbirlerden
birinin gençlere eğitim verilmesi olduğu izahtan varestedir.
Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre eğitim hakkı,
‘‘…belirli
bir zamanda mevcut eğitim kurumlarına erişim (Belçika dil davası, § 4, syf.
31), bilgi aktarımı ve düşünsel gelişim hakkını (Campbell ve Cosans / Birleşik
Krallık, § 33) ve ayrıca alınan eğitimden yarar sağlama olanağını, diğer bir
deyişle, her bir Devlet’te geçerli kurallara uygun olarak ve bir veya başka bir
şekilde (örneğin yeterlilik yoluyla), tamamlanan eğitimin resmi olarak
tanınmasını elde etme hakkını (Belçika dil davası, §§ 3-5, syf. 30-32)
kapsamaktadır. 1 No’lu Protokol’ün 2. maddesi, ilkokul eğitiminin (Sulak /
Türkiye (k.k.)) yanında ortaokul eğitimi (Kıbrıs / Türkiye [BD], § 278),
yüksekokul eğitimi (Leyla Şahin / Tirkiye [BD], § 141; Mürsel Eren / Türkiye, §
41) ve uzmanlık eğitimiyle de ilgilidir. Bu nedenle, 1 No’lu Protokol’ün 2.
maddesinde güvence altına alınan hakkın sahipleri, çocukların yanında
yetişkinler veya gerçekte eğitim hakkından faydalanmak isteyen herkestir (Velyo
Velev / Bulgaristan). 13. Ayrıca, Devlet, devlet okullarının yanında özel
okullardan da sorumludur (Kjeldsen, BuskMadsen ve Pedersen / Danimarka). Son
olarak, Devlet’in öğrencileri Devlet ve özel okullarda kötü muameleye maruz
kalmaktan koruma pozitif yükümlülüğü bulunmaktadır (O’Keeffe / İrlanda [BD], §§
144-152). 1 No’lu Protokol’ün 2. maddesinin ilk cümlesinde güvence altına
alınan eğitim hakkı, doğası gereği, Devlet tarafından kamunun ve bireylerin
ihtiyaçları ve kaynakları doğrultusunda zamana ve yere göre değişiklik
gösterebilecek bir düzenleme yapılmasını gerektirmektedir. Söz konusu
düzenleme, eğitim hakkının esasına halel getirmemeli veya Sözleşme’de güvence
altına alınan diğer haklarla çelişmemelidir. Bu nedenle, Sözleşme, kamunun
genel çıkarlarını korumak ve temel insan haklarına saygı arasında adil bir
denge kurulmasına işaret etmektedir (Belçika dil davası, § 5, syf. 32).’’
Başka
bir anlatımla, anılan 42’nci maddenin ilk fıkrasına göre “Kimse, eğitim ve
öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz”. Nitekim Devlet, aynı maddenin yedinci
fıkrası uyarınca, maddi imkanlardan yoksun başarılı öğrencilerin, öğrenimlerini
sürdürebilmeleri amacı ile burslar ve başka yollarla gerekli yardımları yapma
yükümlülüğüne istinaden; yurt dışına giden bu kişi kategorilerine 1416 sayılı
Kanun kapsamında burs vermiştir. Ancak kesin nitelikte bir yargı kararı
olmaksızın idarenin aşırı ve ölçüsüz takdir yetkisine bırakılarak öğrencilerin
ilişiği kesilmiş ve dolayısıyla bursları sona erdirilmiş ve bu kişiler, anılan
burslara konu borçların yeniden yapılandırılmasını düzenleyen yirmi sekizinci
fıkranın kapsamı dışında bırakılmıştır.
Halbuki
yasama organı tarafından kanunlaştırılan bu metnin, muhatap kılınan
öğrencilerin eğitim hakkı gözetilerek kaleme alınması gerekirdi. Ne var ki,
açıklandığı üzere öğrencilikle ilişiğin kesilmesi sonucunu doğuran iptali talep
edilen cümleye konu gerekçede yer alan fiil (gerek iltisak ve irtibat
kavramlarının içeriği gerek bir yapı, oluşum veya grubun Devletin milli
güvenliğine karşı faaliyette bulunması, bir örgütün terör örgütü olması
yönünden), Anayasa’nın anılan hükümlerini ihlal etmek suretiyle; Devlet bursu
ile eğitim için yurt dışına giden öğrencilerin gönderildikleri ecnebi
memlekette verilen eğitimden ve aldıkları burstan yararlanmasının önüne
geçecek, eğitim hakkı ve dolayısıyla maddi ve manevi varlığını geliştirme
hakkını ihlal edecektir. Halbuki öğrencilerimizin Devlet bursu ile ecnebi
memleketlere gönderilmesinin amacı; genel olarak dünyada gelişen bilim ve
teknolojinin yut içine transferi, kültürler arası etkileşim ve dil
becerilerinin artmasıdır. İptali talep edilen cümleyle olanakları sınırlı ve
zor koşullardaki öğrencilerimizin Devlet bursuyla yurt dışındaki eğitimlerini
tamamlamak suretiyle yaşam becerisine sahip olmasının, kendilerini
gerçekleştirmelerinin, maddi ve manevi varlıklarını geliştirmelerinin ve
öğrendikleri bilim ve teknolojiyi yurda getirip kullanmalarının önüne
geçilecektir. Öte yandan iptali talep edilen cümlenin belirsiz olması hasebiyle;
idarenin kayıtsız takdir yetkisini kullanmasıyla gençlerin öğrencilikle
ilişiklerini kesilmesi, Devletin, Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda ve
Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmayı amaç
edinen görüşlere karşı yetişme ve gelişmelerini sağlayıcı tedbir alma
yükümlülüğünü yerine getirememesine neden olacaktır.
Anayasa’nın
anılan maddeleri, Anayasa’nın 10 ve 42’nci maddeleriyle birlikte
değerlendirildiğinde görüleceği üzere; eğitim hakkı, eşitlik ilkesi üzerine inşa
edilmelidir. Başka bir deyişle gelir, kültür ve bölgesel kalkınma düzeyi
farklılığının yoğun seyrettiği ülkemizde Devlet, eğitimde fırsat ve olanak
eşitliğine imkan sağlamak suretiyle söz konusu pozitif yükümlülüğü tüm
vatandaşlar (ve Anayasa’nın 42’nci maddesinin birinci fıkrasında yer alan
‘‘kimse’’ ibaresinin delaletiyle herkes) bakımından icra edebilecektir. Bu
kapsamda öğrencilere burs verilmesi imkanı sağlayan 1416 sayılı Kanun
çıkarılmıştır. Ancak kanun koyucu, öğrencilerin ilişiğinin kesilmesi sonucu
bağlanan gerekçede yer alan fiilin içeriğinin idare tarafından sınırsız biçimde
doldurulmasına cevaz vermiş; bu yükümlülüğün aksine (işbu dilekçe boyunca somut
bulgularla teşhir edildiği üzere) hukuka aykırı biçimde öğrencilerin ilişiğinin
kesilmesini gerektiren fiili belirlemiş ve “çağdaş bilim ve eğitim esaslarına
göre” modern, demokratik, laik toplumun inşasına hizmet eden bir yurt dışı
eğitim ve öğrenci bursu politikası oluşturmamıştır.
Eklemek
gerekir ki, kanun koyucu, iptali talep edilen cümleye konu gerekçede yer alan
fiili belirleme yetkisini idarenin uhdesine bırakmak suretiyle; Anayasa’nın
temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasının sınırlarını düzenleyen 13’üncü
maddesinde yer alan kanunilik kaydına halel getirmiştir; demokratik toplumun
gereklerine riayet etmemiştir. Diğer bir deyişle eğitim hakkının kullanılması
için gerekli olanağı ve fırsatı sunma yükümlülüğü olan Devletin, bu yükümlülüğü
tam manasıyla ifası, öğrencilerin ilişik kesme işlemlerinin kanun düzeyinde
düzenlenmesiyle mümkündür. Aksi bir tutum, kanunilik ilkesinin aksine eğitim
hakkının kısıtlanması sonucunu doğuracaktır. Kanun koyucu da iptali talep
edilen cümleye konu gerekçede yer alan fiil özelinde bu ilişik kesme işleminin
idare tarafından keyfî şekilde tespit edilmesine cevaz vererek; hakkın
öngörülebilir ve gerekli olmayan şekilde kısıtlanmasının önünü açmıştır. İdare,
keyfi biçimde, iptali talep edilen cümleye konu gerekçede yer alan fiili
işlediği iddiası bulunan (Zira kesin hüküm aranmamaktadır.) öğrencilerin ilişiğini
keserek ve yurt dışı eğitim burslarını sona erdirerek; bu eğitimlerini
tamamlamalarını engelleyecektir. Oysa demokratik bir toplum, eğitim hakkının
herkese nitelikli ve sürekli bir biçimde tanınmasını gerektirir.
Bu
nedenlerle anılan cümle, Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 5, 10, 13, 17, 42 ve
58’inci maddelerine aykırıdır.
f)
Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılma ilkeleri ve güvence ölçütleri ile
mülkiyet hakkı bakımından: Söz konusu kişi kategorilerinin (terör örgütlerine
veya Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen
yapı, oluşum veya gruplara iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu gerekçesi
ile öğrencilikle veya mecburi hizmetle yükümlü bulundukları süre içerisinde
kadrolarıyla ilişiği kesilenlerin) 1416 sayılı Kanun’a konu burslarından doğan
borçlarının yeniden yapılandırılmasına yönelik anılan yirmi sekizinci fıkranın
uygulama alanından çıkarılması; bu kişilerin mameleklerinde diğer borçlulara
nazaran orantısız bir azalma yaratacağından; anılan cümle hükmü, mülkiyet
hakkına halel getirmiştir. Diğer bir deyişle burada, mülkiyetin kullanılmasının
kontrolü veya düzenlenmesine yönelik orantısız bir müdahale söz konusudur.
Anayasa
Mahkemesi’ne göre, Anayasa’nın 35’inci maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir
hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla
sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken
Anayasa'nın temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel
ilkeleri düzenleyen 13. maddesinin de göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi
için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca
ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife
Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 62) (Anayasa Mahkemesi’nin 01.07.2020
tarihli ve 2016/4293 Bireysel Başvuru No’lu Güven Bostan Başvurusu, § 40).
Ancak
kanun koyucu, mülkiyet hakkına müdahale edeceği kişi kategorilerini, hukuk
devleti ilkesine aykırı şekilde belirsiz kavramlar aracılığıyla ve kesin
nitelikteki bir yargı kararı olmaksızın belirlemek suretiyle; Anayasa’nın
13’üncü maddesinde düzenlenen temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasının
sınırlarının gereklerini karşılamayarak; mülkiyet hakkını ihlal etmiştir.
Nitekim Anayasa Mahkemesi’nin belirttiği üzere; Anayasa'nın 35’inci maddesi
usule ilişkin açık bir güvenceden söz etmemektedir. Bununla birlikte mülkiyet
hakkının gerçek anlamda korunabilmesi bakımından bu madde, Anayasa Mahkemesinin
çeşitli kararlarında da ifade edildiği üzere mülk sahibine müdahalenin kanun
dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve
itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme
olanağının tanınması güvencesini kapsamaktadır. Bu değerlendirme ise, uygulanan
sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (Züliye Öztürk, B. No: 2014/1734,
14/9/2017, § 36; Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, § 71) (Recep
Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 62) (Anayasa
Mahkemesi’nin 01.07.2020 tarihli ve 2016/4293 Bireysel Başvuru No’lu Güven
Bostan Başvurusu, § 48). Ancak ihtilaflı kuraldaki söz konusu kişi
kategorilerine; (bir yargılama yapılmadığından) kendilerini savunma ve
itirazlarını dile getirme imkanı tanınmamış ve ilişik kesme sürecinin sonucuna,
iptali talep edilen cümle hükmüyle borçlarının yeniden yapılandırılmasını
öngören hükmün uygulanmayacağı bağlanarak, (Anayasa’nın 13’üncü maddesinin
aksine hakkı koruyucu usul güvenceleri bertaraf edilmek suretiyle hakkın özüne
dokunularak) mülkiyet hakkı ihlal edilmiştir.
g)
Eşitlik ilkesi bakımından: İptali talep edilen cümleye konu gerekçede yer alan
fiili (gerek iltisak ve irtibat kavramlarının içeriği gerek bir yapı, oluşum
veya grubun Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunması, bir örgütün
terör örgütü olması yönünden) tespit etme yetkisinin sınırsız biçimde idarenin
uhdesine bırakılması, aynı nitelikteki eylemde bulunan öğrenciler ve mecburi
hizmetle yükümlü bulundukları süre içerisinde kadrolarında olanlar arasında
idare tarafından kayırma/ayrımcılık yapılmasına neden olabileceğinden; anılan
cümle, Anayasa’nın 10’uncu maddesinde yer alan eşitlik ilkesine de aykırıdır.
Zira eşitlik ilkesinin ihlal edilip edilmediği hususunun tespiti, münferit
olayda benzer kişi kategorileri arasında gerçekleştirilen ayrıma ilişkin bir
‘‘haklı neden’’in var olup olmadığına göre yapılır.
Anayasa
Mahkemesi’nin ifade ettiği üzere; “[Eşitlik ilkesi] ile güdülen amaç, benzer
koşullar içinde olan, özdeş nitelikte bulunan durumların yasalarca aynı işleme
uyruk tutulmasını sağlamaktır.” (Anayasa Mahkemesi’nin 13.04.1976 tarihli ve
1976/3 E.; 1976/3 K. sayılı Kararı). Yine AYM’ye göre; “Eşitlik ilkesinin
amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalar karşısında aynı işleme bağlı
tutulmalarını sağlamak, ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir”
(Anayasa Mahkemesi’nin 07.02.2006 tarihli ve 2006/11 E.; 2006/17 K. sayılı
Kararı). Eşitlik ilkesinin ihlal edilip edilmediği hususunun tespitinde, somut
olayda yapılan ayrımın haklı bir nedene dayanıp dayanmadığı noktası dikkate
alınır: “Anayasa'nın 10. maddesinde öngörülen eşitlik, mutlak anlamda bir
eşitlik olmayıp, ortada haklı nedenlerin bulunması halinde, farklı uygulamalara
imkan veren bir ilkedir” (Anayasa Mahkemesi’nin 11.12.1986 tarihli ve 1985/11
E.; 1986/29 K. sayılı Kararı).
Ne
var ki, öğrenciler ile mecburi hizmetle yükümlü bulundukları süre içerisinde
kadrosu bulunan kimseler bakımından; borçların yapılandırılması temelinde,
‘‘terör örgütlerine veya Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette
bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara iltisakı yahut bunlarla
irtibatı olduğu’’ şeklindeki gerekçeyle bir ayrım yapılmıştır. Diğer bir
deyişle ilişiği kesilmeyenler ve bu gerekçeyle ilişiği kesilenler, borçların
yapılandırılması bakımından farklı hükümlere tabi olacaktır. Açıklandığı üzere;
söz konusu gerekçe, Anayasa’ya aykırı olduğundan, anılan kimseler arasında
ayrım yapmayı haklı kılmamaktadır. Diğer bir deyişle eşitlik ilkesinin ihlal
edilip edilmediği hususunun tespiti, münferit olayda benzer durumdaki kişiler
arasında gerçekleştirilen ayrıma ilişkin bir ‘‘haklı neden’’in var olup
olmadığına göre yapılır. Ancak iptali talep edilen cümlenin idareye verdiği
keyfi uygulamalara sebep olabilecek ve Anayasa’nın yukarıda anılan amir
hükümlerini ihlal eden sınırsız takdir yetkisi, bu ayrıma yönelik haklı nedeni
somutlaştırmaya elverişli değildir. İptali istenen cümlenin aynı nitelikteki
eylemde bulunan ilgililer arasında muamele farklılığına yol açabileceği hasebiyle
kanun önünde eşitlik ilkesine aykırı olduğunun tespiti için, ihtilaflı cümlenin
haklı gerekçeye dayanmayan muamele farklılığını yalnızca olası kıldığının
tespiti yeterli addedilmek gerekir. İhtilaflı düzenleme, bu açıdan da, haklı
bir neden olmadan (kesinleşmiş yargı kararı yokluğunda) benzer durumdaki
kişiler arasında doğurduğu muamele farklılığı sebebiyle, Anayasa’nın 10’uncu
maddesine aykırıdır.
ğ)
Erkler ayrılığı ilkesi, hiçbir kimsenin veya organın Anayasa’dan kaynaklanmayan
bir yetkiyi kullanamaması ve Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı
bakımından: Anayasa Mahkemesi kararlarında Anayasa'nın 153’üncü maddesinde
belirtilen bağlayıcılık ilkesine aykırılıktan söz edilebilmesi için iptal
edilen kuralla dava konusu yeni düzenlemenin içerik ve kapsam bakımından aynı
ya da benzeri olması gerektiği belirtilmektedir (Anayasa Mahkemesi’nin
12.11.1991 tarihli ve 1991/7 E.: 1991/43 K. sayılı Kararı). Anayasa Mahkemesi,
eldeki dava konusuyla benzer bir hüküm ihtiva eden düzenleme hakkında verdiği bir
iptal kararında:
‘‘42.
1416 sayılı Kanun’un geçici 4. maddesinin beşinci fıkrasında terör örgütlerine
veya MGK’ca devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar
verilen yapı, oluşum veya grup-lara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut
bunlarla irtibatı olduğu gerekçesi ile öğrencilikle veya mecburi hizmetle
yükümlü bulundukları süre içerisinde kadrolarıyla ilişiği kesilenler hakkında
bu madde hükümlerinin uygulanmayacağı öngörülmekte olup anılan fıkrada yer alan
“…üyeliği, mensu-biyeti veya…” ibaresi dava konusu kuralı oluşturmaktadır.
43.
Öncelikle terör örgütlerine üyelik ve mensubiyet kavramlarıyla kişilere yönelik
suç isna-dında bulunulup bulunulmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
Terör örgütüne üye olmak, -kanundaki tanımıyla suç işlemek amacıyla kurulmuş
olan örgüte üye olmak- 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ile
12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsa-mında suç olarak
düzenlenmiştir. Bu nedenle kuralın Anayasa’nın 36. maddesinin birinci ve 38.
mad-desinin dördüncü fıkralarında güvence altına alınan masumiyet karinesi
kapsamında incelenmesi ge-rekmektedir.
44.
Masumiyet karinesi, Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında “Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılamaz” şeklinde düzenlenmiştir.
Anayasa’nın 36. maddesinde de herkesin iddia ve savunma ile adil yargılanma
hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anılan madde-ye “…adil yargılanma…”
ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye’nin taraf olduğu uluslarara-sı
sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine
dâhil edildiği vur-gulanmıştır. Nitekim Sözleşme’nin 6. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında kendisine bir suç isnat edi-len kişinin suçluluğu yasal olarak sabit
oluncaya kadar suçsuz sayılacağı düzenlenmiştir. Bu itibarla masumiyet
karinesi, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma
hakkının bir unsuru olmakla beraber suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar
kimsenin suçlu sayılamayacağına dair Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü
fıkrasında ayrıca düzenlenmiştir (Adem Hüseyinoğlu, B. No: 2014/3954,
15/2/2017, § 33).
45.
Masumiyet karinesi, hakkında suç isnadı bulunan bir kişinin adil bir yargılama
sonucun-da suçlu olduğuna dair kesin hüküm tesis edilene kadar masum sayılması
gerektiğini ifade etmekte ve hukuk devleti ilkesinin de bir gereğini
oluşturmaktadır. Anılan karine, kişinin suç işlediğine dair ke-sinleşmiş bir
yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına almaktadır.
Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve
kamu otoriteleri tarafın-dan suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine
tabi tutulamaz.
46.
Masumiyet karinesinin sağladığı güvencenin iki yönü bulunmaktadır: Dava konusu
kural-la da ilgisi olan güvencenin ilk yönü, kişi hakkındaki ceza yargılaması
sonuçlanıncaya kadar geçen, bir başka ifadeyle kişinin ceza gerektiren bir
suçla itham edildiği (suç isnadı altında olduğu) sürece ilişkin olup suçlu
olduğuna dair hüküm tesis edilene kadar kişinin suçluluğu ve eylemleri hakkında
erken açıklamalarda bulunulmasını yasaklar. Güvencenin bu yönünün kapsamı
sadece ceza yargıla-masını yürüten mahkemeyle sınırlı değildir. Güvence aynı
zamanda diğer tüm devlet kurumlarının da işlem ve kararlarında, suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar kişinin suçlu olduğu yönünde ima ya da
açıklamalarda bulunmamasını gerekli kılar. Dolayısıyla sadece suç isnadına konu
ceza yargılama-sı kapsamında değil ceza yargılaması ile eş zamanlı olarak
yürütülen diğer hukuki süreç ve yargıla-malarda da (idari, hukuk, disiplin
gibi) masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilir (Galip Şa-hin, B. No:
2015/6075, 11/6/2018, § 39).
47.
Dava konusu kural, terör örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı
faaliyette bu-lunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üye veya
mensup oldukları gerekçesiy-le öğrencilikle veya mecburi hizmetle yükümlü
bulundukları süre içerisinde kadrolarıyla ilişiği kesilen kişilerin, 1416
sayılı Kanun’dan kaynaklanan öğrenim masrafları ile buna ilişkin faiz borcu-nun
ödenebilmesini kolaylaştırmak amacıyla getirilen imkânlardan
faydalandırılmamasını öngör-mektedir. Bu yönüyle kural, terör örgütü üyeliği
suçundan ceza soruşturması veya kovuşturmasına maruz kalan ancak haklarındaki
süreç tamamlanıp suçlu olduklarına dair kesin hüküm te-sis edilmeyen kişilerin
terör örgütü üyesi veya mensubu olarak nitelendirilmelerine sebebiyet
verebile-cek niteliktedir. Bunun yanı sıra kuralda kapsama giren kişiler
hakkında kesin hükümle sonuçlanan herhangi bir yargısal sürecin varlığına
yönelik açıklama da yapılmamıştır.
48.
Bu itibarla kesinleşmiş mahkûmiyet hükmü olmadan kişilerin suçlu sayılmasına
neden olabilecek ifadeler içeren kural masumiyet karinesini ihlal etmektedir.
49.
Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 36. ve 38. maddelerine aykırıdır. İptali
gerekir.’’
şeklinde
gerekçe kaleme almıştır (Anayasa Mahkemesi’nin 16.12.2021 tarihli ve 2021/80 ve
2021/99 sayılı Kararı).
Anayasa
Mahkemesi’nin verdiği iptal kararı karşısında; kanun koyucunun Anayasa’nın 36
ve 38’inci maddelerine -benzer sakatlıktan muzdarip olması hasebiyle- aykırı
olan iptali talep edilen cümleyi kanunlaştırması, Anayasa’nın 153’üncü
maddesini ihlal ettiği gibi, hiçbir kimse ve organın kaynağını Anayasa’dan
almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağını öngören 6’ncı maddesine ve
Anayasa’nın Başlangıç bölümünde yer alan erkler ayrılığı ilkesine de halel
getirmektedir.
Yine
Anayasa Mahkemesi, eldeki dava konusuyla benzer bir hüküm ihtiva eden düzenleme
hakkında verdiği bir iptal kararında ‘‘… Buna göre, (Telekomünikasyon) Kurum'da
çalışan memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev
ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ile diğer özlük
işlerinin yasayla düzenlenmesi gerekirken, buna ilişkin düzenlemelerin Bakanlar
Kurulu'na bırakılması, Anayasa'nın 128’inci maddesine aykırıdır. Bu nedenle
kuralın iptali gerekir…’’ şeklinde gerekçe kaleme almıştır (Anayasa
Mahkemesi’nin 12.12.2007 tarihli ve 2002/35 ve 2002/95 sayılı Kararı).
Anayasa
Mahkemesi’nin verdiği söz konusu iptal kararı karşısında; kanun koyucunun
(yukarıda açıklandığı üzere) Anayasa’nın 128’inci maddesine -benzer sakatlıktan
muzdarip olması hasebiyle- aykırı olan iptali talep edilen cümleyi
kanunlaştırması, Anayasa’nın 153’üncü maddesini ihlal ettiği gibi, hiçbir kimse
ve organın kaynağını Anayasa’dan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağını
öngören 6’ncı maddesine ve Anayasa’nın Başlangıç bölümünde yer alan erkler
ayrılığı ilkesini de zedelemektedir.
h)
Sınırlandırma yetkisinin kötüye kullanılması nedeniyle Anayasa’nın 14’üncü
maddesi bakımından: Anayasa’nın 14’üncü maddesi temel hak ve hürriyetlerin
kötüye kullanılamamasını düzenlemektedir. Kaboğlu’na göre:
‘‘Bu
düzenleme biçimiyle, temel hak ve özgürlüklerin kullanılması ile maddede sözü
edilen eylemler arasında açık ve yakın bir nedensellik ilişkisi bulunduğu
takdirde ancak 14. maddede yazılı amaçları gerçekleştirmek için kötüye
kullanılmış sayılabilmelidir. ‘‘Yok etmeye yönelik faaliyette bulunma’’ deyimi
açıkça bir eylemi ifade ettiğinden, belli bir özgürlüğün yok edilmesi ile söz
konusu eylem arasında açık ve doğrudan bir ilişkinin, yani nedensellik bağının
bulunması gerekir. ‘‘Hak kaybı’’ yerine ‘‘yasayla belirlenecek yaptırımları
öngören’’ (cezalar) öngören madde 14’ün ilk şekli, özellikle yeni düzenleme
şekliyle en azından 2. fıkra bakımından İHAS’ın 17. maddesiyle uyumlu hale
getirildi. Devlete, yok etme yasağı ve sınırlama ölçüsü yönünden yükümlülük
getirmesi, Sözleşme ile uyum kaygısını yansıtmaktadır.’’
Başka
bir anlatımla Anayasa’nın 14’üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca Anayasa
hükümlerinden hiçbiri, Devlete veya kişilere, Anayasayla tanınan temel hak ve
hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasa’da belirtilenden daha geniş şekilde
sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde
yorumlanamaz. Anılan maddenin üçüncü fıkrası uyarınca bu hükümlere aykırı
faaliyette bulunanlar hakkında uygulanacak müeyyideler, kanunla düzenlenir.
Ancak iptali talep edilen cümleyle; Anayasa’nın 14’üncü maddesinin ikinci
fıkrasının aksine öğrencilikle veya mecburi hizmetle yükümlü bulundukları süre
içerisinde kadrolarıyla ilişiği kesilenler hakkında anılan yirmi sekizinci
fıkranın uygulanmaması için terör örgütlerine veya Devletin milli güvenliğine
karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara iltisakı
veya bunlarla irtibatı olmasına ilişkin mahkeme kararının kesinleşmesinin
beklenmemesi, temel haklara ilişkin sınırların Anayasa’da belirtilen
sınırlarına riayet olunmasını mümkün kılacak güvencelerin ortadan kalkmasına
yol açacaktır. Diğer bir deyişle öğrencilikle veya mecburi hizmetle yükümlü
bulundukları süre içerisinde kadrolarıyla ilişiği kesilenler hakkında anılan
yirmi sekizinci fıkranın uygulanmaması için terör örgütlerine veya Devletin
milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya
gruplara iltisakı veya bunlarla irtibatı olmasına ilişkin mahkeme kararının
kesinleşmesinin beklenmemesi, ilgili hak ve özgürlüklerin, “Anayasada
belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılması” sonucunu doğurduğundan;
bunun yaptırımı (Anayasa’nın 14’üncü maddesinin üçüncü fıkrası mucibince),
iptali istenen kuralın AYM tarafından iptal edilmesidir. Kanun koyucu,
öğrencilikle veya mecburi hizmetle yükümlü bulundukları süre içerisinde
kadrolarıyla ilişiği kesilenler hakkında anılan yirmi sekizinci fıkranın
uygulanmaması için terör örgütlerine veya Devletin milli güvenliğine karşı
faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara iltisakı veya
bunlarla irtibatı olmasına ilişkin mahkeme kararının kesinleşmesini beklememek
suretiyle, idare tarafından anılan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesine
veya Anayasa’da belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasına olanak
tanıdığından, iptali istenilen kural, Anayasa’nın 14’üncü maddesine aykırı olup
iptali gerekir.
ı)
Uluslararası anlaşmaların iç hukuka etkisi bakımından: Anayasa’nın 90’ıncı
maddesine göre temel hak ve özgürlüklere ilişkin usulüne göre yürürlüğe konmuş
uluslararası anlaşmalar, (kanunlara nazaran hakkı koruyucu, kullanımını
genişletici hükümler barındırması kaydıyla) normlar hiyerarşisinde kanunun
üstündedir. İptali talep edilen cümle, yukarıdaki başlıklarda aykırı olduğu
gösterilen temel haklara ilişkin anayasal düzenlemelerin muadilleri olarak,
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin adil yargılanma hakkına ve masumiyet
karinesine ilişkin 6’ncı; etkili başvuru hakkına ilişkin 13’üncü maddelerini;
eğitim hakkına ilişkin İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 26’ncı; Ekonomik,
Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 13’üncü ; Çocuk Haklarına
Dair Sözleşme’nin 28 ve 29’uncu ; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Ek 1
No’lu Protokolü’nün 2’nci ve mülkiyet hakkına ilişkin olarak da Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nin Ek 1 No’lu Protokolü’nün 1’inci maddelerini ihlal
ettiğinden Anayasa’nın 90’ıncı maddesine de aykırıdır.
Tüm
bu nedenlerle 7440 sayılı Kanun’un 10’uncu maddesinin yirmi sekizinci
fıkrasının son cümlesi, Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 2, 5, 6, 7, 10, 13, 14,
17, 35, 36, 38, 40, 42, 58, 70, 90, 123, 128 ve 153’üncü maddelerine aykırıdır;
anılan cümlenin iptali gerekir.
3) 09.03.2023
tarihli ve 7440 sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un geçici 1’inci maddesinin Anayasa’ya
aykırılığı
7440
sayılı Kanun’un geçici 1’inci maddesiyle, aynı Kanun’un 5’inci maddesinde yer
alan “matrah artırımı” düzenlemesinin kapsamına 2022 takvim yılı da dahil
edilmiş-tir. Buna göre mükellefler, Kanun’un 5’inci maddesinde belirtilen
şartlar dahilinde, 2022 yılı gelir ve kurumlar vergisi matrahlarını %25
oranından az olmamak üzere ar-tırmaları halinde madde hükmünden
yararlanabileceklerdir.
Bununla
birlikte Kanun’un yayınlandığı tarihte 2022 yılı yıllık gelir ve kurumlar
vergisi beyanname verme süresinin henüz geçmemiş olması nedeniyle 2022 takvim
yılına yönelik matrah artırımı hususu diğer yıllar için olduğu gibi Kanun’un
5’inci mad-desinde değil geçici 1’inci maddesinde özel hükümlerle ayrıca
düzenlenmiştir.
Buna
göre; 2022 takvim yılına yönelik matrah artırımında bulunulabilmesi için
öncelikle bu yıla ilişkin gelir veya kurumlar vergisi beyannamesinin verilmesi
ve bu be-yannamelerde beyan edilen vergiye esas matrahların, 2021 takvim
yılında beyan edilen matrahın %122,93 oranında artırılması suretiyle bulunan
tutar ile 2022 takvim yılı üçüncü geçici vergilendirme döneminde beyan edilen
matrahın %40 oranında artırıl-ması suretiyle bulunan tutarın yüksek olanından
az olmaması şarttır.
Yukarıdaki
düzenlemeden de anlaşıldığı üzere 2022 takvim yılına yönelik matrah artırımında
bulunulabilmesine olanak sağlanmasının sakıncaları kanun koyucu tarafın-dan da
dikkate alınmaya ve ek önlemler getirilmeye çalışılmıştır. Bu nedenle de
Ka-nun’un 5’inci maddesinde yer alan geçmiş dönemlere ilişkin matrah artırımı
düzenle-mesinden farklı olarak 2022 yılına yönelik olarak sadece artırılacak
tutara ilişkin değil beyan edilecek matraha ilişkin olarak da ayrıca alt sınır
getirilmek zorunda kalınmıştır.
Bunun
dışındaki hükümler genel olarak Kanun’un 5’inci maddesinde yer alan “matrah
artırımı” düzenlemesinde yer alan hükümlere koşut olarak düzenlenmiştir. Ke-za
geçici 1’inci maddede düzenlenmeyen hususlar için zaten Kanun’un 5’inci
maddesin-de yer alan hükümler geçerli olacaktır.
7440
sayılı Kanun’un geçici 1’inci maddesinde genel kural olarak; mükelleflerin,
ilgili fıkralarda belirtilen yükümlülüklerini yerine getirmeleri halinde,
kendileri hakkında artırımda bulunulan yıllar için yıllık gelir ve kurumlar
vergisi incelemesi ve bu yıllara ilişkin olarak bu vergi türleri için daha
sonra başka bir tarhiyat, artırıma konu ödemeler nedeniyle gelir (stopaj) veya
kurumlar (stopaj) vergisi incelemesi ve tarhiyatı ile katma değer vergisi
incelemesi ve tarhiyatı yapılmayacaktır.
7440
sayılı Kanun Resmi Gazete’de 12 Mart 2023 tarihinde, yani 2022 takvim yılı-na
ilişkin olarak yıllık gelir vergisi beyanname verme süresi henüz dolmadan önce
ve 2022 yılına ilişkin olarak kurumlar vergisi beyannamesi verme süresi daha
başlamadan önce yayınlanmıştır. (Özel hesap dönemi olan mükelleflerinin durumu,
hesap dönemle-rinin kapanma tarihlerine göre farklılık gösterebilecektir.)
Matrah
artırımı uygulamalarının esası, geçmiş yıllarda verilmiş olan beyanname-lerde
yazılı matrahların artırılması yoluyla mükellefler hakkında bu yıllara ilişkin
olarak vergi incelemesi ve buna ilişkin olarak da tarhiyat yapılmamasının
sağlanmasıdır. Ancak ilk kez 7440 sayılı Kanunla getirilen ve iptali istenen
madde ile beyannamesi henüz ve-rilmemiş yıla ilişkin olarak da matrah artırımı
olanağı sağlanması vergi sisteminin teme-lini bozucu niteliktedir. Şöyle ki,
mükellefler, eğer kendi çıkarlarına olduğu sonucuna varırlarsa, vergi kanunları
uyarınca tuttukları kayıt ve defterlerinden doğan sonuca gö-re matrahlarını
beyan etmek yerine iptali istenen maddede yer alan koşullara göre be-yanda
bulunup karşılığında haklarında vergi incelemesi ve buna ilişkin olarak da
tarhi-yat yapılmamasını sağlamak olanağına sahiptirler. Bunun yol açabileceği
sakıncalar açık olmakla birlikte aşağıda kısaca açıklanmıştır.
213
sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 171’inci maddesine göre;
Mükellefler
bu kanuna göre tutacakları defterleri vergi uygulaması bakımından aşağıdaki
maksatları sağlayacak şekilde tutarlar:
1.
Mükellefin vergi ile ilgili servet, sermaye ve hesap durumunu tesbit etmek;
2.
Vergi ile ilgili faaliyet ve hesap neticelerini tesbit etmek;
3.
Vergi ile ilgili muameleleri belli etmek;
4.
Mükellefin vergi karşısındaki durumunu hesap üzerinden kontrol etmek ve
in-celemek;
5.
Mükellefin hesap ve kayıtlarının yardımıyla üçüncü şahısların vergi
karşısındaki durumlarını (emanet mahiyetindeki değerler dahil) kontrol etmek ve
incelemek.
Yine
aynı Kanun’un 175’inci maddesine göre de Hazine ve Maliye Bakanlığı; mu-hasebe
standartları, tek düzen hesap planı ve mali tabloların çıkarılmasına ilişkin
usul ve esasları tespit etmeye, bunları mükellef, şirket ve işletme türleri
itibariyle uygulatma-ya ve buna ilişkin diğer usul ve esasları belirlemeye
yetkilidir. Hazine ve Maliye Bakanlı-ğı da yayınladığı Muhasebe Sistemi
Uygulama Genel Tebliğleri ile bu husustaki düzen-lemeleri uygulamaya
geçirmiştir.
Mükellefler
yukarıda değinilen mevzuat ve ilgili diğer hükümler uyarınca hesapla-dıkları
mali kârı beyannamelerine aktaracaklar ve sonuçta ödenecek vergiye
ulaşacak-lardır. Bununla birlikte mükelleflerin bu süreçte, belgelerin
kaydedilmesinden beyan-name üzerindeki işlemlere kadar, yapmış olabilecekleri
hatalar veya usulsüzlükler ise (kayıt dışında bıraktıkları işlemleri dahil)
vergi incelemesinin konusuna girecektir.
Ancak
iptali istenen madde uyarınca matrah artırımda bulunulması durumunda ise bu
yönde bir vergi incelemesi ve tarhiyat yapılması söz konusu olamayacağından
mükelleflerin bu süreçte dürüst davranmamalarının bir yaptırımı kalmamaktadır.
Bu ise iptali istenen maddenin mükellefleri, defter kayıtlarında yer alan
hususları gerçeğe uy-gun bir şekilde beyan etme konusunda dürüst davranmamaya teşvik
etmesi sonucunu doğurmaktadır.
Anayasa’nın
“Vergi ödevi” başlıklı 73’üncü maddesinde “Herkes, kamu giderlerini karşılamak
üzere, mali gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür. Vergi yükünün adaletli ve
dengeli dağılımı, maliye politikasının sosyal amacıdır. (…)” denilmektedir.
Vergi,
bir ülkenin en temel egemenlik haklarından birisi olup en önemli özelliği kamu
giderlerini karşılamak üzere karşılıksız olarak ödenmesidir. 213 sayılı Vergi
Usul Kanunu’na göre mükellef, vergi kanunlarına göre kendisine vergi borcu
terettübeden gerçek veya tüzel kişidir. Kimlere, hangi durumlarda vergi
yükümlülüğünün doğacağı ise vergi kanunlarıyla belirlenmiştir. Mükelleflerin bu
yükümlülüklerini tamamen veya kısmen yerine getirmemeleri durumunda ise
alınması gereken verginin kamu eliyle tarh, tahakkuk ve tahsil edilmesi
gerekmektedir.
Anayasa
Mahkemesi’nin 14.05.1997 tarihli ve 1996/75 E.; 1997/50 K. sayılı Kara-rında
Anayasa’nın 73’üncü maddesine ilişkin olarak aşağıdaki ifadeler yer almaktadır:
“…
Anayasa'nın
‘Vergi Ödevi’ başlıklı 73. maddesinin birinci fıkrasında, ‘Herkes, kamu
giderlerini karşılamak üzere malî gücüne göre vergi ödemekle yükümlüdür.’
denilerek kamu giderlerini karşılamak üzere alınan verginin malî güce göre
alınması ve genelliği ilkesi benimsenmiştir.
Vergide
genellik ilkesi, ayırım gözetilmeksizin herkesin elde ettiği gelir, servet ya
da harcamalar üzerinden vergi ödemesidir. Malî güce göre vergilendirme ise,
verginin, yükümlülerin ekonomik ve kişisel durumlarına göre alınmasıdır. Bu
ilke, malî gücü fazla olanın, az olana oranla daha fazla vergi ödemesi gereğini
belirtir. ‘Malî güç’, Anayasa'da tanımlanmamakla birlikte, genellikle ‘ödeme
gücü’ anlamında kullanılmaktadır. Kamu maliyesi yönünden gelir, servet ve
harcamalar malî gücün göstergesidir. Vergi-nin, herkesten malî gücüne göre
alınması, aynı zamanda eşitlik ilkesinin vergilendirme alanına yansıma-sıdır.
73.
maddenin ikinci fıkrasında, vergi yükünün adaletli ve dengeli bir biçimde
dağılımı öngörül-müştür. Vergilendirilecek alanların seçimi ve vergi yükünün
adaletli ve dengeli biçimde dağılımı için yü-kümlülerin kişisel durumlarının
gözetilmesi gerekir. …
…”
Görüldüğü
üzere Anayasa Mahkemesi de kararında mali güce göre vergilendir-menin, eşitlik
ilkesinin vergilendirme alanına yansıması olduğunu değerlendirmiş ve vergi
yükünün adaletli ve dengeli biçimde dağılımı için yükümlülerin kişisel
durumları-nın gözetilmesi gerektiğini açıkça vurgulamıştır.
İptali
istenen kuralla 2022 yılına ilişkin matrahını maddede yazılı asgari tutarda
beyan eden veya belirlenen oranlarda artıran mükelleflere vergi incelemesinden
bağı-şıklık sağlanmaktadır. Ancak yukarıda değinildiği üzere beyanname verme
süresinin henüz geçmediği 2022 yılına yönelik matrah artırımında
bulunulabilmesine olanak sağ-lanmasının sakıncaları kanun koyucu tarafından da
dikkate alınmaya ve ek önlemler getirilmeye çalışılmıştır. Bu bağlamda; 2022
yılına ilişkin olarak artırılması gereken mat-rahın artış oranı da, maddede
yazılı asgari matrah artırım tutarları da yüksek belirlen-mek zorunda
kalınmıştır.
Şöyle
ki; gelir ve kurumlar vergisi mükelleflerinin, vermiş oldukları yıllık gelir
ver-gisi ve kurumlar vergisi beyannamelerinde vergiye esas alınan matrahlarını
artırmaları gereken asgari oranlar; 2018 takvim yılı için %35, 2019 takvim yılı
için %30, 2020 tak-vim yılı için %25, 2021 takvim yılı için %20 iken 2022
takvim yılı için %25 olarak belir-lenmiştir. Keza gelir vergisi mükelleflerinin
(işletme hesabı esasına veya bilanço esasına göre defter tutan mükellefler ile
serbest meslek erbabı) ve kurumlar vergisi mükellefle-rinin; gelir vergisi,
kurumlar vergisi, gelir (stopaj) veya kurumlar (stopaj) vergisi ile katma değer
vergisine ilişkin olarak artırmaları gereken matrahların (KDV için vergi)
asgari tutarları da 2022 yılı için geçmiş dönemlere göre daha yüksek
belirlenmek zo-runda kalınmıştır.
Benzer
şekilde 2022 takvim yılına yönelik matrah artırımında bulunulabilmesi için
öncelikle bu yıla ilişkin gelir veya kurumlar vergisi beyannamesinin verilmesi
ve bu be-yannamelerde beyan edilen vergiye esas matrahların, 2021 takvim
yılında beyan edilen matrahın %122,93 oranında artırılması suretiyle bulunan
tutar ile 2022 takvim yılı üçüncü geçici vergilendirme döneminde beyan edilen
matrahın %40 oranında artırıl-ması suretiyle bulunan tutarın yüksek olanından az
olmaması şarttır.
Malî
güce göre vergilendirme, verginin, yükümlülerin ekonomik ve kişisel
durum-larına göre alınmasıdır. Bu ilke, aynı zamanda vergide eşitlik
sağlanmasının uygulama aracı olup, malî gücü fazla olanın malî gücü az olana
göre daha fazla vergi ödemesini gerektirir. Vergide eşitlik ilkesi ise malî
gücü aynı olanlardan aynı, farklı olanlardan ise farklı oranda vergi alınması
esasına dayanır.
İptali
istenen madde ile öngörülen asgari matrah artırım oranı, asgari matrah (KDV
için vergi) tutarları ve 2022 yılı matrahına ilişkin olarak getirilen yüksek
oranda artış koşulu Anayasa’nın 73’üncü maddesinde yer alan “herkesin mali
gücüne göre ver-gi ödemesi ilkesine” ve “vergide eşitlik ilkesine” aykırılık
oluşturduğundan Anayasa’nın 73’üncü maddesine aykırılık içermektedir.
Şöyle
ki; kanun koyucunun beyanname verme süresinin henüz geçmediği 2022 yı-lına
yönelik matrah artırımında bulunulabilmesine olanak sağlanmasının sakıncalarını
gidermeye çalışmasının sonucu olarak bu oranlar ve tutarlar yüksek olarak
belirlenmek zorunda kalınmış ve mali gücü düşük olan mükelleflere eşit olarak
davranma olanağı ortadan kalkmıştır.
Tüm
bu nedenlerle 7440 sayılı Kanun’un geçici 1’inci maddesi, Anayasa’nın 73’üncü
maddesine aykırıdır; anılan geçici maddenin iptali gerekir.
III. YÜRÜRLÜĞÜ
DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ
09.03.2023
tarihli ve 7440 sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile getirilen iptali talep edilen
düzenlemeler, hukuka aykırı biçimde 7440 sayılı Kanun’un 5’inci maddesinin
birinci, ikinci ve üçüncü fıkra hükümlerinden yararlanamayacak mükellefleri;
hukuka aykırı biçimde 08.04.1929 tarihli ve 1416 sayılı Ecnebi Memleketlere
Gönderilecek Talebe Hakkında Kanun’un borçların yeniden yapılandırılmasına
yönelik ilgili geçici maddesinin uygulama alanını belirlemektedir ve hukuka
aykırı biçimde 7440 sayılı Kanun’un 5’inci maddesinin hükümlerinin 2022 yılı
için uygulanmasına ilişkin şartlar (ve buna fer’i hükümler) hakkındaki geçici
maddeyi ihdas etmektedir. Kamu yararına aykırı olan, telafisi mümkün olmayacak
sonuçlara yol açacak bu düzenlemelerin iptal davası sonuçlanana kadar
yürürlüğünün durdurulması gerekmektedir.
Nitekim
anayasal düzenin hukuka aykırı kural ve düzenlemelerden en kısa sürede
arındırılması, hukuk devleti sayılmanın en önemli gerekleri arasında
sayılmaktadır. Anayasa’ya aykırılıkların sürdürülmesi, özenle korunması gereken
hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyecektir. Hukukun üstünlüğünün
sağlanamadığı bir düzende, kişi hak ve özgürlükleri güvence altında
sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesi hukuk devleti yönünden giderilmesi
olanaksız durum ve zararlara yol açacaktır.
Bu
zarar ve durumların doğmasını önlemek amacıyla, Anayasa’ya açıkça aykırı olan
ve iptali istenen hükmün iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüğünün de
durdurulması istenerek Anayasa Mahkemesi’ne dava açılmıştır.
IV. SONUÇ
VE İSTEM
09.03.2023
tarihli ve 7440 sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un
1)
5’inci maddesinin dokuzuncu fıkrasının (a) bendinin (3) numaralı alt bendinde
yer alan ‘‘terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli
güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya
gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu’’
ibaresi, Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 2, 6, 7, 10, 13, 14, 35, 36, 38, 40,
90, 118, 123 ve 153’üncü maddelerine,
2)
10’uncu maddesinin yirmi sekizinci fıkrasının son cümlesi, Anayasa’nın
Başlangıç bölümüne, 2, 5, 6, 7, 10, 13, 14, 17, 35, 36, 38, 40, 42, 58, 70, 90,
123, 128 ve 153’üncü maddelerine,
3)
geçici 1’inci maddesi, Anayasa’nın 73’üncü maddesine
aykırı
olduğundan iptaline ve uygulanması halinde giderilmesi güç ya da olanaksız
zarar ve durumlar olacağı için, iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüğünün
durdurulmasına karar verilmesine ilişkin istemimizi saygı ile arz ederiz.”