“
...
A. CUMHURBAŞKANLIĞI
KARARNAMELERİNİN (CK) ANAYASAL ÇERÇEVESİ
21/1/2017 tarihli ve
6771 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun,
16 Nisan 2017 tarihli halkoylamasıyla kabul edilmiş, böylece daha önce 1982 Anayasasının
sadece 107. maddesinde belirtilen cumhurbaşkanlığı kararnamesi, Anayasanın
farklı maddelerinde hem kapsamı genişletilerek hem de niteliği
farklılaştırılarak yeniden düzenlenmiştir. 107. maddenin önceki halinde
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğinin kuruluşu, çalışma esasları ve personel
atama işlemlerinin Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenleneceğini
belirtiliyordu. Burada bir ad benzerliği dışında iki tür düzenlemenin kapsam ve
sınırları açısından oldukça farklı olduğu kabul edilmelidir.
6771 sayılı Anayasa
Değişikliği Kanunu ile getirilen yeni tip Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin temel
ilke ve koşulları Anayasa’nın 104. maddesinin 17. fıkrasında ortaya konuluştur.
“Cumhurbaşkanı,
yürütme yetkisine ilişkin konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir.
Anayasanın ikinci
kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve
ödevleriyle dördüncü bölümdeyer alan siyasi haklar ve ödevler Cumhurbaşkanlığı
kararnamesiyle düzenlenemez.
Anayasada münhasıran
kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
çıkarılamaz.
Kanunda açıkça
düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz.
Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri
uygulanır.
Türkiye Büyük Millet
Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
hükümsüz hale gelir.”
Anayasanın 106.
maddenin 11. fıkrasına göre de; “Bakanlıkların kurulması, kaldırılması,
görevleri ve yetkileri, teşkilat yapısı ile merkez ve taşra teşkilatlarının
kurulması Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenir.”
Esasen 3sayılı
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi bu iki maddede belirtilen hükümler çerçevesinde
çıkarılmıştır. Bununla beraber genelde Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin ve
özelde 3sayılıCK’nin anayasaya uygunluk denetiminde, yukarıdaki hükümler
yanında, Anayasa’da yer alan iki temel ilkenin daha göz önünde bulundurulması
gerekir: yasama yetkisinin devri yasağı ve kanuni idare ilkesi.
6771 sayılı Kanun
ile Anayasa’dan kaynaklanan doğrudan düzenleme yetkisiyle yürütme fonksiyonu
daha da güçlendirilmiştir. Bu noktada Türk anayasa hukukunda tartışılan
konulardan biri olan idarenin kanunla düzenlenmeyen bir alanda düzenleme yapıp
yapamayacağı hususu üzerinde durulmalıdır. Bu noktada yasama yetkisinin devri
yasağı göz önüne alınmalıdır. Anayasa'nın 7. maddesinde, “ Yasama yetkisi Türk
Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez. ”
denilmiştir. Buna göre, Anayasa'da kanun ile düzenlenmesi öngörülen konularda
yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisinin verilmesi
olanaklı değildir. Ancak yasama organının temel kuralları saptadıktan sonra,
uzmanlık ve idare tekniğine ilişkin hususları yürütmeye bırakması, yasama
yetkisinin devri olarak yorumlanamayacağı gibi yürütme organının yasama organı
tarafından çerçevesi çizilmiş alanda genel nitelikte hukuksal tasarruflarda
bulunması, hukuk devletinin belirlilik ilkesine de aykırı düşmez.” (E.2013/114
K.2014/184, 4.12.2014)
Mahkeme bir başka
kararında ise yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesini şu şekilde ifade
etmiştir. “Anayasa Mahkemesinin pek çok kararında yasama yetkisinin
devredilmezliği ilkesinden ne anlaşılması gerektiği hususu açıklanmıştır. Buna
göre, kanunla düzenleme ilkesi, düzenlenen konudan yalnız kavram, ad ve kurum
olarak söz edilmesi değil, bunların kanun metninde kurallaştırılmasıdır.
Kurallaştırma ise düzenlenen alanda temel ilkelerin konulmasını ve çerçevenin
çizilmiş olmasını ifade eder… Anayasa’da öngörülen ayrık durumlar dışında,
kanunlarla düzenlenmemiş bir alanda, kanun ile yürütmeye genel nitelikte kural
koyma yetkisi verilemez. Yürütme organına düzenleme yetkisi veren bir yasa
kuralının Anayasa’nın 7. maddesine uygun olabilmesi için temel ilkeleri koyması,
çerçeveyi çizmesi, sınırsız, belirsiz, geniş bir alanı yürütmenin düzenlemesine
bırakmaması gerekir” (E.2013/47 K.2013/72, 6/6/2013).
Bununla beraber
AYM’nin daha yakın tarihli kararlarında bu içtihadı bir miktar esnettiği
görülmektedir. “15…yasama yetkisinin devredilmezliği esasen kanun koyma
yetkisinin TBMM dışında başka bir organca kullanılamaması anlamına gelmektedir.
Anayasa’nın 7. maddesi ile yasaklanan husus, kanun yapma yetkisinin
devredilmesi olup bu madde, yürütme organına hiçbir şekilde düzenleme yapma
yetkisi verilemeyeceği anlamına gelmemektedir. Kanun koyucu, yasama yetkisinin
genelliği ilkesi uyarınca bir konuyu doğrudan kanunla düzenleyebileceği gibi bu
hususta düzenleme yapma yetkisini yürütme organına da bırakabilir.(par. 15).
16. Yürütmenin
türevselliği ilkesi gereğince yürütme organının bir konuda düzenleme
yapabilmesi için yasama organınca yetkilendirilmesi gerekmektedir. Kural
olarak, kanun koyucunun genel ifadelerle yürütme organını yetkilendirmesi
yeterli olmakla birlikte Anayasa’da kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda
genel ifadelerle yürütme organına düzenleme yapma yetkisi verilmesi, yasama
yetkisinin devredilmezliği ilkesine aykırılık oluşturmaktadır. Bu nedenle
Anayasa’da temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması, vergi ve benzeri mali
yükümlülüklerin konması ve memurların atanmaları, özlük hakları gibi münhasıran
kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda, kanunun temel esasları, ilkeleri ve
çerçeveyi belirlemiş olması gerekmektedir. Anayasa koyucunun açıkça kanunla
düzenlenmesini öngördüğü konularda, yasama organının temel kuralları
saptadıktan sonra, uzmanlık ve idare tekniğine ilişkin hususları yürütmeye
bırakması, yasama yetkisinin devri olarak yorumlanamaz.” (E.2017/143 K.2018/40,
2/5/2018).
Neticede sadece yakın
dönem AYM kararlarını dikkate alındığında, ilkesel olarak kanun koyucunun”genel
ifadelerle yürütme organını yetkilendirmesi yeterli”dir, denilebilir. Ancak
Mahkemenin Anayasa’da farklı kavramlarla ifade ettiği kanunla düzenleme kaydı
içeren konularda ise “Anayasa’da kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda”, “münhasıran
kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda”, “Anayasa koyucunun açıkça kanunla
düzenlenmesini öngördüğü konularda” genel ifadelerle yetkilendirme yapılması
kabul edilemez.
Öte yandan yasal
idare ilkesi, Ülkemizde idare hukukunun temelini oluşturur. Anayasanın 123/1.
maddesinde karşılığını bulan bu ilke uyarınca “İdare, kuruluş ve görevleriyle
bir bütündür ve kanunla düzenlenir.” Bu ilke idarenin kendiliğinden bir
teşkilatlanma yetkisi olmadığını bu yetkinin yasama organında olduğunu ifade
etmektedir. AYM’ye göre “Bu maddede yer alan düzenleme, idarenin kanuniliği
ilkesine vücut vermektedir. İdarenin kanuniliği ilkesi, idarenin ve
organlarının görev ve yetkilerinin kanunla düzenlenmesini gerekli kılar.”
(E.2013/114 K.2014/184, 4.12.2014). Bu ilkeyle kamusal kaynakların toplumun
hangi tür gereksinimlerinin öncelikle karşılanacağını ve bunun hangi usuller
uygulanarak sağlanacağını tespit etme yetkisini yasama organına verir. Ayrıca
idarenin toplumsal gereksinimleri karşılarken kamu gücü ve ayrıcalıklarını
kullanması ve bunun da kişilerin temel hak ve hürriyetleri üzerinde olumsuz
etkiler de doğurabilmesi bu yetkinin yasamaya verilmesi sonucunu getirmiştir.
Yasal idare ilkesi,
idarenin eylem ve işlemlerinin hem kanuna dayanmasını, hem de bu eylem ve
işlemlerin kanuna aykırı olmamasını ifade eder. Asli ve ilkel bir yetki olan
yasama yetkisine dayanarak yasama organı, Anayasaya aykırı olmamak şartıyla,
Anayasanın herhangi bir şekilde düzenlemediği bir konuyu düzenleyebilir. Ancak
idare, önceden yasa ile düzenlenmeyen bir alanda faaliyette bulunamaz, böyle
bir konuda yasadan aldığı bir yetkiye dayanarak bir işlem ve eylemde
bulunabilir. 6771 sayılı Kanun öncesinde bunun iki istisnası olduğu kabul
edilmekteydi: Biri Cumhurbaşkanının başkanlığındaki Bakanlar Kurulunun
çıkardığı sıkıyönetim ve olağanüstü hal kanun hükmünde kararnameleri diğeri ise
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğinin kuruluş ve çalışma esaslarını düzenleyen
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi. Yasal idare ilkesinin bir diğer sonucu da
idarenin eylem ve işlemlerinin kanuna uygun olmasıdır. Zaten Anayasa da 8.
maddede “yürütme yetkisi ve görevi Anayasa ve kanunlara uygun olarak kullanılır
ve yerine getirilir” diyerek bu hususu belirtir (Bkz., Kemal Gözler, İdare
Hukuku, Bursa, Ekin Kitabevi Yayınları http://www.idare.gen.tr/idarehuk.htm).
6771 sayılı Kanunla
getirilen Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle, her ne kadar ciddi kısıtlılıklarla
çerçevelenmiş olsa da, yürütme organı yasaya dayanmaksızın ilk elden kural
koyma, yani asli düzenleme yetkisine sahip olmuştur. Başka bir ifadeyle, yasama
organı yanında yürütme organı da Anayasa’da kanun kaydı olan, kanunun açıkça
düzenlediği konuları içermemek ve kanunlara aykırı olmamak şartıyla
Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle ilk elden düzenleme yapabilecektir. Ancak bu
durum Fransa’da olduğu gibi yasama ve yürütmenin özerk düzenleme alanlarına
sahip olduğu, yani her bir organın düzenleme yapacağı konuların açıkça
sayıldığı, şeklinde anlaşılmamalıdır. Çünkü cumhurbaşkanlığı kararnamesine konu
olan alan yasama konusu olmaktan çıkmamaktadır. TBMM isterse CK ile düzenlenen
bir alanda yasa çıkarabilir, buna bir engel bulunmamaktadır. “Türkiye Büyük
Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi hükümsüz hale gelir.” (madde 104/17) hükmü bu yargıyı
doğrulamaktadır. O halde Anayasa’da yasayla düzenlenmesi öngörülen konularda
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamayacak iken, ancak Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi ile düzenleneceği belirtilen konularda dahi TBMM yasa
çıkarabilecektir.
6771 sayılı Kanun ile
Anayasa’nın 7. maddesindeki yasama yetkisinin devri yasağı ve 123. maddedeki
idarenin kanuniliği ilkesi muhafaza edilmiş, ancak belirli idari konular
Anayasa’da açıkça Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenleneceği öngörülmüştür.
“Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri, teşkilat yapısı
ile merkez ve taşra teşkilatlarının kurulması Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle
düzenlenir.” (madde 106/son). Ayrıca 123. maddenin son fıkrasında kamu tüzel
kişiliğinin Kanunla veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle kurulacağı kuralına
yer verilmiştir. Anayasa hükümleri arasında hiyerarşi söz konusu olmadığından,
bir çelişki kabul edilmediğinden, bu iki hükmün bir arada, Anayasanın bütünlüğü
ve sistematiği içinde bağdaştırılarak yorumlanması gerekir. Gerçekte Anayasa
koyucu 123/1. maddede genel kuralı, idarenin kanuniliği ilkesini, koymuş;
bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri ile kamu tüzel
kişiliği kurulması yönünden bu genel kurala bir istisna getirmiştir. Diğer bir
ifadeyle, idarenin kanuniliği ilkesi salt 106/son ve 123/son maddelerde
belirtilen hususlar açısından geçerli değildir.
Genel kural ve
istisna kural ilişkisine dair kamu hukukunda kabul edilen birtakım yorum
ilkeleri vardır: 1. Bir istisna kuralın varlığından söz edebilmek için, bu
istisnanın ayrıca ve açıkça konulmuş olması gerekir. 2. İstisna kural, sadece
ve sadece genel kuralı koyan makam tarafından konulabilir, başka bir makamın
istisna kural getirme yetkisi yoktur. 3. Genel kuralı koyan makam açıkça
yetkilendirmedikçe, bir başka makamgenel kurala istisna getiremez. 4. İstisna
kural koymak, genel kuralı değiştirmek anlamına geldiğindenistisna kural, yorum
yoluyla genişletilemez; yani, yorum yoluyla genel kural istisna getirilemez. 5.
Genel kuralın geniş yorumlanması esası benimsenmiştir. 6. İstisna kural, dar
yorumlanır. Çünkü istisna kural, genel kuralın kapsamını daralttığından genel
kuralı değiştirir, oysa onu değiştirme salt genel kuralı koyana aittir. (Bkz.,
Kemal Gözler, Yorum İlkeleri,
http://www.anayasa.gen.tr/yorum-ilkeleri-kitaptan.pdf).
Öte yandan kamu
hukukunda mevzuatın açıkça belirttiği bir makama ya da makamın görevlisine
verdikleri yetkiler devre konu olamazlar. Yargı kararlarında da yetkinin,
mevzuat tarafından kime verilmiş ise, ancak onun bu yetkiyi kullanabileceğini
belirtmiştir. Yetki devrinde yetki devredilen makamın devraldığı bu yetkiyi
kendinden alt bir makama devrinin yasak olduğu hususu idare hukukunda ve kamu
yönetiminde benimsenen görüştür (Bkz. R. Cengiz Derdiman, Yusuf Uysal, Türk
Kamu Yönetiminde Yetki Devri, http://dergipark.gov.tr/download/article-file/235994).
Bu anlamda Anayasanın 106. Maddenin son fıkrasında belirtilen yetkinin bizzat
Cumhurbaşkanlığı tarafından cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kullanılması
gerekir.
Anayasanın 104.
maddesinin 17. fıkrasındaki Cumhurbaşkanlığı kararnameleri normlar hiyerarşisinde
yasaya eşdeğer işlemler değildir. Anayasanın bu tür kararnamelerin salt “yürütme
yetkisine ilişkin konular”la sınırlı olarak çıkarılacağı öngörmesi bunların
yasaya eşdeğer, yasayla aynı düzeyde kurallar olamayacağını gösterir. Çünkü
yürütme yetkisi, kanunların uygulanmasına yönelik, kanunlara uygun kullanılması
gereken bir yetkidir. Ayrıca aynı fıkrada yer alan “Anayasada münhasıran
kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
çıkarılamaz; Kanunda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
çıkarılamaz; Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler
bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanır; Türkiye Büyük Millet Meclisinin
aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale
gelir.” şeklindeki düzenlemeler Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin yasaya
eşdeğer olmadığının bir başka açık delilidir. Bu düzenlemelerden CK ile
düzenleneceği belirtilen konuların yasayla düzenlenmesi halinde bir anayasaya
aykırılık oluşturmayacağı anlaşılır.
Kanunsuz emre dair
Anayasanın 137. maddesinde yapılan değişikliğe bakıldığında ise
Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin, Anayasanın konuya ilişkin diğer düzenlemeleri
ile birlikte değerlendirildiğinde, normlar hiyerarşisindeki yeri açıkça
anlaşılır: “Kamu hizmetlerinde herhangi bir sıfat ve suretle çalışmakta olan
kimse, üstünden aldığı emri, yönetmelik, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, kanun
veya Anayasa hükümlerine aykırı görürse, yerine getirmez ve bu aykırılığı o
emri verene bildirir…”.
6771 sayılı Yasa
değişikliği ile Cumhurbaşkanına Anayasada tanınan diğer yetkiler ise şöyledir:
Anayasanın 123. maddenin son fıkrası ise “Kamu tüzelkişiliği, ancak kanunla
veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle kurulur” denilerek CK ile kamu
tüzelkişiliği kurulmasına da imkân tanır.
Anayasa, Devlet
Denetleme Kurulunu işleyişi, üyelerinin görev süresi ve diğer özlük işleri
(m.108/4.) ile Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinin teşkilatı ve
görevlerinin Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenleneceğini hüküm altına almıştır(m.118/7.).
124. ve 137.
maddelerde yer alan tüzük ibaresi Anayasadan tamamen çıkarılmış, onun yerine
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi konulmuştur. Yönetmelikleri düzenleyen 124.
maddede, “Cumhurbaşkanı, bakanlıklar ve kamu tüzelkişileri, kendi görev alanlarını
ilgilendiren kanunların ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin uygulanmasını
sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla, yönetmelikler
çıkarabilirler.” hükmü yer almıştır. Böylece hukuk düzeninde tüzük denen işlem
türünün varlığı sona ermiştir. Ancak bu, tüzük ve cumhurbaşkanlığı
kararnamesinin aynı hukuki nitelikte olduğu şeklinde anlaşılmamalıdır.
Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi ile yapılabileceği yukarıda belirtilen istisnai işlemler kaynağını
doğrudan Anayasadan alan yürütme işlemi niteliğinde kabul edilmelidir.
Öte yandan
Cumhurbaşkanı “üst kademe kamu yöneticilerini atar, görevlerine son verir ve
bunların atanmalarına ilişkin usul ve esasları Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle
düzenler” (madde 104/9).
Son olarak belirtmek
gerekir ki olağanüstü hallerde Cumhurbaşkanı, “olağanüstü halin gerekli kıldığı
konularda, 104 üncü maddenin onyedinci fıkrasının ikinci cümlesinde belirtilen
sınırlamalara tabi olmaksızın Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir. Kanun
hükmündeki bu kararnameler Resmî Gazetede yayımlanır, aynı gün Meclis onayına
sunulur.” (madde 119/6). Bu kararnameler kanuna eşdeğer metinler olarak kabul
edilmiştir. Ancak bu kararnameler AYM denetimi dışında tutulmuştur.
1.
Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi çıkarılmasının sınırları
Anayasanın 104/17.
maddesiyle getirilen CK ile yürütmeye tanınan düzenleme alanı oldukça dar ve
sınırlıdır. Bu sınırları şu şekilde açıklamak mümkündür.
1. ) İlk olarak
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi “yürütme yetkisine ilişkin konularda”
çıkarılabilecektir. Maddenin gerekçesinde ise cumhurbaşkanına “genel siyasetin
yürütülmesinde yürütme yetkisi ile ilgili ihtiyaç duyduğu konularda kararname
çıkarabilme” yetkisi verildiği ifade edilmektedir. Bu nedenle CK’ler ancak
yürütme yetkisinin gerektirdiği hususlarda ihtiyaç duyulduğunda
çıkarılabilecek, yasama ve yargı yetkilerinden herhangi birinin alanına giren
bir konuda ise CK çıkarılması mümkün olmayacaktır.
2. ) ikinci olarak
CK’ler “Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan
temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi
haklar ve ödevler”le ilgili konularda düzenleme yapamaz. Bu yasakla, kişilerin
temel haklarını ilgilendiren hususlarda yasa olmaksızın CK’lerin devreye
girmesi engellenmek istenmiştir.
Ancak bu noktada
çözümlenmesi gereken soru, sosyal ve ekonomik haklar ve ödevlerin tamamının CK
ile düzenlenip düzenlenemeyeceğidir. Sadece yukarıdaki ifadeden yola çıkarak
yapılan bir değerlendirme bu soruya olumlu cevap vermeyi gerektirir. Ancak bu
cümlenin aynı fıkradaki diğer hükümler ve anayasanın konuya ilişkin diğer ilke
ve kuralları dikkate alınarak, Anayasanın bütünlüğü içinde tartışılması ve
anlaşılması gerekir.
Öncelikle aşağıda
ayrıntılarıyla belirtildiği üzere, “Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi
öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz.” Dolayısıyla
ilgili maddede yasayla düzenlenmesi kaydı bulunan sosyal ve ekonomik hak ve
ödevler Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenemeyecektir. Örneğin
Anayasa’nın 42/2. maddesinde “Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tespit edilir ve
düzenlenir.”, 51. maddesinde “Sendika kurma hakkı … kanunla sınırlanabilir.
Sendika kurma hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller
kanunda gösterilir.”, 63. maddesinde Tarih, kültür ve tabiat varlıklarından “özel
mülkiyet konusu olanlara getirilecek sınırlamalar ve bu nedenle hak sahiplerine
yapılacak yardımlar ve tanınacak muafiyetler kanunla düzenlenir.”
denilmektedir. Dolayısıyla belirtilen konuların CK ile düzenlenmesi mümkün
değildir. Eğer böyle bir düzenleme yapılırsa bu hem Anayasanın 104/17. maddesine
hem de o hak ve ödev için kanun kaydı koyan hükme aykırılık oluşturur. Ancak
yasa kaydı içermeyen sosyal ve ekonomik haklar Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin
konusu olabilecektir. Örneğin konut hakkını düzenleyen Anayasanın 57. maddesi
böyledir.
Bir başka açıdan ise
104/17. maddenin ikinci cümlesi, sosyal ve ekonomik haklar alanının CK ile
düzenlenmesini kabul ederken, bu düzenlemenin sınırlarını da belirtir: ilki,
fıkranın ilk cümlesindeki CK’nin sadece yürütme yetkisine ilişkin konularda
çıkarılabilmesi, diğeri ise üçüncü cümlesindeki münhasıran kanunla düzenlenmesi
öngörülen konularda çıkarılmasıdır. Öte yandan Anayasanın 13. maddesindeki
temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla sınırlanabileceği kuralı dikkate
alındığında, CK’ye konu olabilecek sosyal ve ekonomik hak ve ödevlerle ilgili
cumhurbaşkanının sınırlama değil sadece bir düzenleme yetkisinden
bahsedilebilir. Yani düzenleme ve sınırlama ayrımı dikkate alındığında CK ile
sosyal ve ekonomik haklar ve ödevlerin gerçekleşmesi için birtakım pozitif
tedbirleri içeren düzenlemeler yapabilecek, fakat kişilerin bundan
yararlanmasını sınırlamayacak denilebilir. Zira anayasal çerçevede, bir hakkın
kısıtlanması ancak ve ancak kanun ile yapılabilecektir.
3. ) Üçüncü sınır,
“Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi çıkarılamaz.” hükmüdür. AYM tarafından yasama yetkisinin devir
yasağı çerçevesinde yürütmenin düzenleme yetkisi izah edilirken kullanılan
“münhasıran” kanunla düzenlenmesi gereken konular ibaresi Anayasa kuralı haline
getirilmiştir (Bkz. E.2017/143 K.2018/40, 2/5/2018). AYM’ye göre “Kural olarak,
kanun koyucunun genel ifadelerle yürütme organını yetkilendirmesi yeterli
olmakla birlikte Anayasa’da kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda genel
ifadelerle yürütme organına düzenleme yapma yetkisi verilmesi, yasama
yetkisinin devredilmezliği ilkesine aykırılık oluşturmaktadır. Bu nedenle
Anayasa’da temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması, vergi ve benzeri mali
yükümlülüklerin konması ve memurların atanmaları, özlük hakları gibi münhasıran
kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda, kanunun temel esasları, ilkeleri ve
çerçeveyi belirlemiş olması gerekmektedir. Anayasa koyucunun açıkça kanunla
düzenlenmesini öngördüğü konularda, yasama organının temel kuralları
saptadıktan sonra, uzmanlık ve idare tekniğine ilişkin hususları yürütmeye
bırakması, yasama yetkisinin devri olarak yorumlanamaz.”.
Bu nedenle
Anayasa’nın münhasıran kanunla düzenlenmesini gerektirdiği konularda yürütmeye
düzenleme yetkisi verilirken, yasanın “temel esasları, ilkeleri ve çerçeveyi
belirlemiş olması gerekmektedir”. AYM ayrıca, Anayasada münhasıran kanunla
düzenlenmesi gereken birtakım konuları örnek olarak sıralamıştır: “Anayasa’da
temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması, vergi ve benzeri mali
yükümlülüklerin konması ve memurların atanmaları, özlük hakları gibi”.
AYM’nin münhasıran
kavramını açıklarken verdiği örnekler ve açıklamalardan bir konunun münhasıran
yasa alanında olması için Anayasanın özellikle ve ısrarla o konunun yasayla
düzenlemesini istemesi yasayla düzenlemeye çok özel vurgu yapması
gerekmemektedir. Bu çerçevede temel hak ve hürriyetlerin sınırlanmasına dair
13. maddede, sınırlamanın “ancak” kanunla yapılabileceği şartı vardır: “Temel
hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili
maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir”.
Oysa vergilerle alakalı 73. Maddede (Vergi, resim, harç ve benzeri mali
yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır.) ve kamu hizmeti
görevlileriyle alakalı genel ilkeleri koyan 128. maddede (Memurların ve diğer
kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve
yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir.)
yasayla düzenleme öngörülmüş, hiçbir özel vurgu yapılmamıştır.
Anayasada münhasıran
kanunla düzenlenmesi öngörülen konular kavramı bu nedenle yasa kaydı olarak
anlaşılmak ve uygulanmak durumundadır. Anayasanın 126. maddesindeki birden çok
ili içine alan merkezi idare teşkilatının (bölge teşkilatının) “görev ve
yetkileri kanunla düzenlenir”, 127. maddesindeki “Mahalli idarelerin kuruluş ve
görevleri ile yetkileri, yerinden yönetim ilkesine uygun olarak kanunla
düzenlenir.”, 128. maddesindeki “Memurların ve diğer kamu görevlilerinin
nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık
ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir” ve “üst kademe
yöneticilerinin yetiştirilme usul ve esasları, kanunla özel olarak düzenlenir.”
hükümleri buna örnek oluşturur. Özellikle bu son husus, CK ile yasanın konu
itibarıyla iç içe geçme riskini içerir, karmaşaya yol açma ihtimalini
barındırır. Çünkü Anayasanın 104/9. maddesi cumhurbaşkanı CK ile “üst kademe
kamu yöneticilerini atar, görevlerine son verir ve bunların atanmalarına
ilişkin usul ve esasları … düzenler” hükmünü içerirken, üst kademe
yöneticilerinin yetiştirilme usul ve esasları 128. maddeye göre yasa ile özel
olarak düzenlenmek zorundadır.
Dolayısıyla 104/17.
maddede geçen “münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konular” ibaresinin
Anayasada “kanunla düzenlenir veya kanunla konulur, değiştirilir veya
kaldırılır” vb. ifadelerin bulunduğu maddelere bakarak belirlenmesi gerekir. O
halde Anayasanın bir maddesinde bir konunun yasayla düzenlenmesi öngörülmüşse o
konunun Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenmesi Anayasa’nın 7. ve 104/17.
maddelerine aykırılık oluşturacaktır.
4. ) Bir diğer sınır
ise “Kanunda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
çıkarılamaz” kuralıdır. Bir konu yasa ile açıkça düzenlenmişse Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi çıkartılamaz. Elbette CK’lerin çıkarılması için KHK’lerde olduğu
gibi yasa ile yetkilendirme gerekmez. Ancak KHK’ler yasaları değiştirebilirken
CK’ler yasaların açıkça düzenlediği hususlarda bir düzenleme yapamamakta,
“Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde,
kanun hükümleri uygulan”makta, “Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda
kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale
gel”mektedir. Bu hükümler açıkça Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin yasa gücünde
olmadığını, Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle yasaların değiştirilemeyeceğini
gösterir.
Bu açıklamalar
ışığında Anayasa’nın Cumhurbaşkanı kararnamesiyle doğrudan düzenleme yetkisi
verdiği konularda dahi CK ile kanunlarda değişiklik yapılması mümkün değildir.
Örneğin Anayasanın 106/son maddesine göre “Bakanlıkların kurulması,
kaldırılması, görevleri ve yetkileri, teşkilat yapısı ile merkez ve taşra
teşkilatlarının kurulması Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenir.” Ancak
bu, bakanlıkların kurulmasına ilişkin olarak mevcut yasalarda CK ile değişiklik
yapılabileceği anlamına gelmemektedir. Sonuç olarak Anayasanın 104. Maddesinin
onyedinci fıkrasının mevcut hükümleri karşısında hangi konuda olursa olsun CK
ile bir yasayı değiştirmek veya yürürlükten kaldırmak mümkün değildir.
2. CK’lerle ilgili
Olarak Anayasa Mahkemesi Denetiminin Kapsamı
Anayasa Mahkemesinin
denetim kapsamına giren işlemlerden biri de cumhurbaşkanlığı kararnamesidir.
Anayasanın 148., 150.,151.,152. ve 153. maddelerinde daha önce mevcut olan
kanun hükmünde kararname yerine Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ibaresi
konulmuştur.
Anayasanın 148.
maddesi bu konuda gayet açıktır: “Anayasa Mahkemesi, kanunların,
Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün
Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler ve bireysel
başvuruları karara bağlar. … Ancak, olağanüstü hallerde ve savaş hallerinde
çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin şekil ve esas bakımından Anayasaya
aykırılığı iddiasıyla, Anayasa Mahkemesinde dava açılamaz.”
Bu maddede yapılan
değişiklikle Anayasanın 2017 öncesi halinde 91. maddede düzenlenen ve 6771
sayılı Kanun ile kaldırılan kanun hükmünde kararname ifadesi yerine
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ibaresi konulmuştur. Ayrıca olağanüstü KHK’lerde
olduğu gibi olağanüstühallerde ve savaş hallerinde çıkarılan CK’lerin de
anayasallık denetiminin yapılamayacağı ifade edilmiştir.
150. maddede ise
Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin iptali için dava açma hakkının kimlere tanındığı
belirtilir: Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin, “Anayasaya aykırılığı iddiasıyla
Anayasa Mahkemesinde doğrudan doğruya iptal davası açabilme hakkı,
Cumhurbaşkanına, Türkiye Büyük Millet Meclisinde en fazla üyeye sahip iki
siyasi parti grubuna ve üye tamsayısının en az beşte biri tutarındaki üyelere
aittir.” Anayasa, ayrıca, itiraz dava yolunda, yani Anayasaya aykırılığın diğer
mahkemelerde ileri sürülmesinde, “Bir davaya bakmakta olan mahkeme, uygulanacak
bir … Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin hükümlerini Anayasaya aykırı görürse veya
taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına
varırsa, Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar davayı geri
bırakır.” demektedir (madde 152). Cumhurbaşkanlığı kararnameleri bir davaya
uygulanacak kural olduğunda söz konusu CK hükmü somut norm denetimi yoluyla AYM
önüne götürülebilecektir.
153. maddede ise
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hakkında verilen iptal kararının, kararın Resmî
Gazetede yayımlanması ile hukuki sonucunu doğuracağı ifade edilmiş, AYM’ye
iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilme imkanı da
tanınmıştır.
Anayasa Mahkemesi bu
denetimi nasıl ve hangi çerçevede yapmalıdır? Yargısal denetimde AYM öncelikle
bir CK’nın Anayasada CK ile düzenlenmesi öngörülen hususlarda düzenleme içerip
içermediği yani yetki yönünden denetleyecektir. Dolayısıyla CK yetki kapsamı
dışında bir konuyu düzenlemişse doğrudan yetkisizlik dolayısıyla iptal
edilmelidir. CK’nın yetki kapsamı içinde olduğu sonucuna varırsa AYM bu kez
düzenlemenin esas bakımından Anayasa’nın ilgili maddelerine uygunluğunu
inceleyecektir. Her ne kadar Anayasanın 148. maddesinde CK’lerin şekil ve esas
bakımlarından Anayasaya uygunluk denetiminden söz edilmişse de bu denetim 104.
maddenin 17. fıkrasındaki koşulların bir bütün olarak AYM tarafından
denetlenmesini gerektirir. Çünkü Anayasa’da, Cumhurbaşkanına ancak fıkrada
belirtilen sınırlar içinde CK çıkarma yetkisi verilmiştir. Bu sınırların
aşılması, CK’yi Anayasa’ya aykırı hale getirir. Böylece, CK’nın örneğin kanunun
açıkça düzenlediği bir hususu içermesi onun Anayasa’ya aykırı olması sonucunu
doğurur.
Bu açıdan CK’lerin
denetimi yasaların denetiminden farklıdır. Yasaların esas denetiminde sadece
yasanın maddi bakımdan anayasaya uygunluğu inceleme konusu olurken, CK’lerin
önce yetki yönünden incelenerek, Anayasanın 104/17. maddedeki sınırlara uyulup
uyulmadığı denetlemelidir. Bu çerçevede CK’nın bir temel hakkı düzenleyip
düzenlemediği, Anayasada yasa kaydı olan ya da bir kanun tarafından düzenlenmiş
bulunan bir konuda düzenlemeye yer verilip verilmediği öncelikle ele
alınmalıdır.
Ayrıca sosyal ve
ekonomik haklar konusunda CK’lerin hak üzerindeki somut etkisi inceleme dikkate
alınmalıdır. Bu yönden bir CK hak ve hürriyetleri sınırlayıcı nitelikte ise,
konu yasama yetkisinin alanına kayacak ve CK Anayasaya aykırı hale
gelebilecektir. Bu nedenle sosyal ve ekonomik haklara ilişkin olarak CK’lerde
yer alan her bir hükmün somut etkileri dikkate alınarak bir değerlendirme
yapılmalıdır. Bu çerçevede hangi kuralın hak ve hürriyetleri kısıtlayıcı, hangi
kuralın sadece düzenleyici nitelikte olduğunun tespiti oldukça zor olacaktır.
Anayasanın 148. maddesi
uyarınca olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda çıkarılabilecek
Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin AYM’nin denetimi dışında tutulduğu
görülmektedir “Ancak, olağanüstü hallerde ve savaş hallerinde çıkarılan
Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı
iddiasıyla, Anayasa Mahkemesinde dava açılamaz” (md. 148/1).
B. 3 SAYILI CK’NIN
BAZI HÜKÜMLERİNİN ANAYASA AYKIRILIĞI
1.
10.07.2018
tarih ve 3 Sayılı Üst Kademe Kamu Yöneticileri İle Kamu Kurum Ve Kuruluşlarında
Atama Usûllerine Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 2. maddesinin ikinci
fıkrasının birinci cümlesindeki “(II) sayılı cetvelde yer alan kadro, pozisyon
ve görevlere Cumhurbaşkanı onayı ile” ibaresinin Anayasaya Aykırılığı
6771 Sayılı Kanun ile
Anayasamızda yapılan değişiklikler çerçevesinde Anayasamıza yeni eklenen
Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri hususunda bu kararnamelerin hukuki hiyerarşisi
de tanımlanmıştır. 6771 Sayılı Kanun ile değiştirilen Anayasa’nın
104.maddesinin 9. fıkrasına “Üst kademe kamu yöneticilerini atar, görevlerine
son verir ve bunların atanmalarına ilişkin usul ve esasları Cumhurbaşkanlığı
kararnamesiyle düzenler.” Hükmü eklenmiştir. Cumhurbaşkanına tanınan bu yetki
yeni bir yetki türüdür.
Burada ilk ele
alınması gereken unsur, cumhurbaşkanınca atanacak üst kademe yöneticileri
kavramıdır. 3 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi öncesinde “Üst Kademe
Yönetici”lerin kimler olduğuna ilişkin herhangi bir mevzuat düzenlemesi
bulunmamaktaydı. “Üst kademe yöneticileri yeni bir kavram değildir. 1982
Anayasası’nın ilk şeklinde de bulunmaktaydı, ancak kimler olduğu belli değildi.
Nitekim Anayasa’nın 128. maddesinin son fıkrasında da bu üst kademe
yöneticilerin yetiştirme usul ve esaslarının özel bir kanun ile yapılması
hususu düzenlenmişti. 10.01.1985 tarihinde 3149 Sayılı Üst Kademe
Yöneticilerinin Yetiştirilmesi Hakkında Kanun kabul edilmiş ise de söz konusu
Kanun Anayasa mahkemesi tarafından iptal edilmiştir. Bu tarihten sonra da 3
Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesine kadar bu üst düzey kamu görevlilerinin
kimler olduğuna ilişkin herhangi bir düzenleme yapılmamıştır. 3
SayılıKararnamenin 2. maddesi ile Kararnameye eklenen iki adet Cetvel ile de bu
kadro ve görevler tanımlanmıştır. (I)Sayılı Cetvel’de bulunan üst düzey
yöneticiler Cumhurbaşkanınca doğrudan atanırken, (II)Sayılı Cetvel’de
sayılanların atama işlemi Cumhurbaşkanınca onanmaktadır.
Anayasa’nın
104.maddesinin dokuzuncu fıkrasıyla cumhurbaşkanına üst düzey yöneticileri “atama
yetkisi” verilmiştir. Dolayısıyla öncelikle (II)Sayılı Cetvel’de sayılan kadro
ve görevlerin üst düzey kamu görevlisi olup olmadığının tespitinin yapılması
gerekir. Eğer bunlar üst düzey kamu görevlisi olarak tanınmışlarsa bu durumda
bunların atamalarının doğrudan cumhurbaşkanınca yapılması gerekmektedir. Oysa
bunların atamaları Başka kişilerce yapılmakta ve cumhurbaşkanı bu atamaları
onay merci olarak görev yapmaktadır. Anayasa, “Üst Kademe Kamu Yöneticileri”ni
atama yetkisini münhasıran Cumhurbaşkanına vermiştir. Cumhurbaşkanı’nın bu
yetkisi bir başka makam ile paylaştırılamaz. Dolayısıyla bu atama işlemi idare
hukuku açısından bir kolektif veya karma işlem değil, bir basit işlemdir
Cumhurbaşkanının tek başına açıkladığı iradeyle ortaya çıkar. Bir diğer deyişle
Anayasamızın 104. maddesinin 9. fıkrasına göre Cumhurbaşkanı’nın üst düzey kamu
yöneticilerini atama yetkisi başka bir makamın teklifine bağlı tutulamaz. Bu nedenle
söz konusu II. Cetvelde sayılanların üst kademe yönetici olarak
değerlendirilmemesi gerekir.
Bu durumda da 3
Sayılı Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin 2. maddesinin ikinci fıkrasında
tanımlanan II Sayılı Cetvelde sayılan görevler veya kadrolara atama usul ve
esasları da 104.maddenin 17. fıkrası çerçevesinde değerlendirilmesi gereken bir
Cumhurbaşkanlığı kararı haline gelir.
Bu nedenle 10.07.2018
tarih ve 3 Sayılı Üst Kademe Kamu Yöneticileri İle Kamu Kurum Ve Kuruluşlarında
Atama Usûllerine Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 2. maddesinin ikinci
fıkrasının birinci cümlesindeki “(II) sayılı cetvelde yer alan kadro, pozisyon
ve görevlere Cumhurbaşkanı onayı ile” ibaresi Anayasa’nın 104.maddesinin
dokuzuncu fıkrasına aykırıdır ve iptali gerekir.
2.
10.07.2018
tarih ve 3 Sayılı Üst Kademe Kamu Yöneticileri İle Kamu Kurum Ve Kuruluşlarında
Atama Usûllerine Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 3. Maddesinin üçüncü
fıkrasının ikinci cümlesinin Anayasaya Aykırılığı
10. 07 2018 tarih ve
3 Sayılı Üst Kademe Kamu Yöneticileri İle Kamu Kurum Ve Kuruluşlarında Atama
Usûllerine Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 3. maddesi ile üst kademe kamu
görevlilerinin atama şartları saptanmıştır. Söz konusu atama şartları ikiye
ayrılmış ve söz konusu Kararnamenin ekinde belirtilen cetveller çerçevesinde
farklı şartlar getirilmiştir. Ayrıca yurtdışı teşkilatında görev yapacaklara
ilişkin ek şartlar getirilmiştir.
İptal talebine konu
olan düzenleme ise 3. maddesinin üçüncü fıkrasının ikinci cümlesidir. Buna
göre, yurtdışı kadrolara atanan üst düzey kamu görevlileri açısından yapılan
özel düzenlemedir. Buna göre Cumhurbaşkanlığı, yurtdışı teşkilatında daimî bir
göreve atanacak kamu görevlilerinin seçimi, atanması, çalışma usûl ve esasları
ile disiplin ve diğer özlük işlerine ilişkin usûl ve esaslarını bir yönetmelik
aracılığıyla belirleyecektir. Söz konusu düzenleme Anayasa’nın 104.maddesi
kapsamında Cumhurbaşkanı’nın yetkileri arasında olmadığı gibi 128.maddesinin
ikinci fıkrasına da aykırıdır.
a)
Anayasa’nın
104. Maddesine Aykırılık
6771 Sayılı Kanun ile
Anayasamızda yapılan değişiklikler çerçevesinde Anayasamıza yeni eklenen
Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri hususunda bu kararnamelerin hukuki hiyerarşisi
de tanımlanmıştır. 6771 Sayılı Kanun ile değiştirilen Anayasa’nın
104.maddesinin 17. fıkrasına göre Anayasanın 2. kısmının 1. ve 2. bölümlerinde
yer alan anayasal hak ve özgürlüklere ilişkin genel ilkeler, kişi hakları ve
ödevleriyle 4. bölümde yer alan siyasal haklar ve ödevler (m.104/17, c.2),
Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konular(m.104/17), Kanunda
açıkça düzenlenen konular(m.104/17), Yürütme yetkisine ilişkin olmayan konular
(m. 104/17) hususunda Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi yayımlanamayacağı
belirtilmiştir. Anayasa’da kurallar kademelenmesini sayım yoluyla öngören
başlıca madde olan 137. maddede, 6771 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle,
tüzük yerine Cumhurbaşkanlığı kararnamesi konulmuştur: “….üstünden aldığı emri,
yönetmelik, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, kanun veya Anayasa hükümlerine aykırı
görürse,…”(md.137/1). Anayasa’ya ilk kez Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi
düzenlemesinin yürürlükteki mevzuat içindeki yerini gösteren bu madde, Kanun
ile CBK arasında niteliksel bir farkı da açık bir biçimde ortaya koymaktadır.
Anayasa Mahkemesine düşen görev, bu niteliksel farkı ve özgül hiyerarşik
ilişkiyi belirlemektir.
İptali istenen
düzenleme olan 3 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 3.maddesinin üçüncü
fıkrasının ikinci cümlesi, yukarıda belirtilen Anayasa’nın 104. maddesinin 17.
fıkrasında belirlenen hususlara birden fazla düzeyde aykırılık taşımaktadır.
Söz konusu cümle ile
Cumhurbaşkanlığı, Yurtdışı teşkilatında daimî bir göreve atanacak kamu
görevlilerinin seçimi, atanması, çalışma usûl ve esasları ile disiplin ve diğer
özlük işlerine ilişkin usûl ve esasları bir yönetmelik aracılığıyla
belirleyecektir. Söz konusu düzenleme, disiplin esaslarını belirleme yetkisini
de kapsadığı için açık bir biçimde Anayasanın 2. Kısmının 1. ve 2. Bölümlerinde
yer alan anayasal hak ve özgürlüklere ilişkin genel ilkelerden olan “Suç ve
Cezalara İlişkin Esaslar”başlıklı 38. maddesinin üçüncü fıkrasına aykırı bir
durum yaratmaktadır. Yine Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen
konularda Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile düzenleme yapılamayacağı
belirtilmiştir.
Anayasanın 128.
maddesinde de belirtildiği üzere memurlar ve diğer kamu görevlilerinin “nitelikleri,
atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri
ve diğer özlük işleri” açık bir biçimde kanun ile düzenleneceği öngörülmüştür.
Bu nedenle söz konusu ibare bu açıdan da hukuki dayanağı bulunmayan bir
düzenlemedir.
Son olarak Anayasanın
104. maddesinin 17. fıkrasında kanunda açıkça düzenlenen konularda
cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamayacağı belirtilmektedir. Söz konusu
düzenlemeye ilişkin genel kural, 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun ilgili
maddelerinde belirlenmiştir. Yine disiplin işlemlerine ilişkin kurular da 657
Sayılı Kanun’un 124. ve devamındaki maddelerde düzenlenmiştir. Dolayısıyla
kanunlarla düzenlenen alanda cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile işlem
yapılamayacağı açıktır. Hal böyle iken yurtdışı teşkilatında çalışacak kamu
görevlilerinin seçimi, atanması, çalışma usûl ve esasları ile disiplin ve diğer
özlük işlerine ilişkin usûl ve esaslarının bir yönetmelik aracılığıyla
belirlenmesi ayrıca, idareye sınırsız ve belirsiz bir yetki devri anlamına
geldiğinden aynı zamanda Anayasanın 2. Maddesinde tanımlanan demokratik hukuk
devleti ilkesine aykırıdır.
Yukarıda belirtilen
nedenlerle 3 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 3.maddesinin üçüncü
fıkrasının ikinci cümlesi, Anayasa’nın 104.maddesine aykırıdır, iptali gerekir.
b)
Anayasanın
128. Maddesine Aykırılık,
Bilindiği gibi kamu
hizmetleri, memurlar ve diğer kamu görevlileri eli ile yürütülmektedir.
Anayasamızın 128. maddesine göre; “Devletin, kamu iktisadi teşebbüslerinin ve
diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekte oldukları
kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer
kamu görevlileri eliyle görülür. Memurların ve diğer kamu görevlilerinin
nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri aylık ve
ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir.” Anayasamızın bu hükmü
çerçevesinde özel kanun olarak 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununda ilgili
kamu görevlilerinin atama ve diğer özlük hakları ile ilgili düzenlemeler
yapılmıştır.
657 sayılı Devlet
Memurları Kanunu’nun ilgili maddelerinde de memurların ve diğer kamu
görevlilerinin atanma şartları, çalışma usul ve esasları, disiplin süreçleri,
işlerinin sonlandırılması ve diğer idari ve mali özlük haklarının belirlenmesi
gibi hususlar düzenlenmiştir.
Anayasamızın
2.maddesinde belirtilen “hukuk devleti ilkesi” çerçevesinde söz konusu kamu
görevlilerinin atama şartları ve özlük haklarının diğer kamu görevlileri gibi
kanunlar yoluyla objektif biçimde önceden belirlenmiş olması gerekir.
Anayasanın söz konusu
kuralında öngörülen kanunla düzenlenme ilkesinin kapsamı ve sınırı ne
olacaktır? Düzenleme mutlak bir şekilde yorumlanıp kamu personeline ilişkin her
türlü konunun detaylı bir şekilde kanunla düzenlenmesi mi gerekecektir? Yoksa
bu konudaki temel ve belirleyici noktaların kanunla düzenlemesi yeterli görülüp
ayrıntıya ilişkin hususların düzenlenmesi konusunda yürütme organına yetki ve
inisiyatif bırakılabilecek midir?
Anayasa Mahkemesinin
AYMK, 6.7.1993, E.93/5, K.93/25, RG: 25.2.1995-22213; Aynı yönde, AYMK,
11.6.2003, E.2001/346, K,2003/63, RG: 8.11.2003-25283; AYMK, 27.11.1997, E.
97/37, K.97/69, RG: 15.1.1999-23584 AYMK, 7.5.2002, E.2000/17, K.2002/46, RG:
26.3.2003-25060. kararlarına bakıldığında kanunla düzenlenme ilkesinin düzenlenen
konunun tüm ayrıntı ve detaylarının kanunda belirtilmesi şeklinde katı bir
anlayışla değil; temel ilkelerin, ölçü ve sınırların kanunla belirlenip
uzmanlık ve teknik konulara ilişkin ayrıntıların belirlenmesinin yürütme
organına bırakılması şeklinde yumuşak bir anlayışla uygulandığı görülmektedir.
Anayasa Mahkemesi
kanunilik ilkesine ilişkin kararlarında Anayasanın sadece kanunla düzenlenme
esasını öngören hükümlerini (personel statüsü yönünden 128/2. maddeyi) değil, aynı
zamanda yasama yetkisinin TBMM'ne ait olduğunu ve bu yetkinin
devredilemeyeceğini öngören 7. maddesini, zaman zaman da hukuk devletine
ilişkin 2. maddesini esas alarak değerlendirme yapmaktadır.
Anayasa Mahkemesi,
3359 sayılı Temel Sağlık Hizmetleri Kanununun, personele yapılacak prim dağıtım
esaslarının çıkarılacak yönetmelikle belirlenmesi konusunda idareye yetki veren
9/b. maddesiyle ilgili olarak verdiği kararında idarenin düzenleme yetkisinin
sınırlarını da belirleyerek dava konusu kuralı şu gerekçeyle iptal etmiştir: “Anayasa
Mahkemesinin önceki kararlarında birçok kez açıklandığı üzere, yürütmenin tüzük
ve yönetmelik çıkarmak gibi klasik düzenleme yetkisi, yönetimin yasallığı
ilkesi çerçevesinde sınırlı ve tamamlayıcı bir yetki durumundadır. Bu bakımdan
Anayasa'da öngörülen ayrık durumlar dışında yasalarla düzenlenmemiş bir alanda
yasa ile yetkili kılınmış olsa da yürütmenin sübjektif hakları etkileyen bir
kural koyma yetkisi bulunmamaktadır. Öğretideki görüşler de bu doğrultudadır.
Hakkında yasa bulunmayan konularda tüzük ve yönetmelik çıkarılamayacağına göre
doğrudan Anayasa'ya dayanan böyle bir düzenlemenin de yapılamaması gerekir.
Yetkili organ ve makamlar, düzenleyici işlemler için Anayasa'da dayanak aramak
zorundadırlar. Serbestçe ve diledikleri gibi, özerk düzenleme yetkisi değil
ancak türevsel ve bağımlı, daha açık bir anlatımla yalnız yasaya dayanan
düzenleme yetkisi tanınmıştır. Anayasa'nın yürütmeye/yönetime tanıdığı
düzenleme yetkisinin yinelenen niteliği karşısında, bu sınır aşılarak yapılacak
düzenlemeler Anayasa'ya aykırılık oluşturur. İncelenen maddenin (b) bendindeki
'...prim dağıtımının esas ve usulleri ile personelin devrine ait usul ve
esaslar' ibaresindeki 'prim dağıtımının, Anayasa'nın 128. maddesine göre
yasayla düzenlenmesi gereken hususlardan olmasına karşın, yönetimin saptamasına
bırakılması Anayasa'nın 7. maddesine aykırı düşer” (AYMK, 19.4.1988, E.87/16,
K.88/8, RG: 23.8.1988-19908).
Anayasanın 128/2.
maddesinde ifade edilen kanunla düzenlenme ilkesine ilişkin olarak Anayasa
Mahkemesinin belirtilen kararlarında ortaya konulan yorum ve
değerlendirmelerden şu sonuçlara ulaşmaktayız. Kanunla düzenleme ilkesi
düzenlenen konudan kavram, ad ve kurum olarak söz etmek anlamına gelmez.
Düzenlenen alanın kanun metninde kurallaştırılması gerekir. Kurallaştırma, düzenlenen
alanda temel ilkelerin konulmasını ve çerçevenin çizilmiş olmasını ifade eder.
Kanunda temel esasların belirlenmiş olması şartıyla uzmanlık ve teknik konulara
ilişkin ayrıntıların belirlenmesi yürütme organının takdir yetkisine
bırakılabilir. Yürütmenin düzenleme yetkisi sınırlı ve bağımlı bir yetki
niteliğindedir. Bu nedenle yürütme organına genel, sınırsız, esasları ve
çerçevesi belirsiz bir düzenleme yetkisi tanınması Anayasanın 2. 7. ve 128/2.
maddelerine aykırılık oluşturur. Bu nedenle iptali gerekir.
Yukarıda belirtilen
nedenlerle 10.07.2018 tarih ve 3 Sayılı Üst Kademe Kamu Yöneticileri İle Kamu
Kurum Ve Kuruluşlarında Atama Usûllerine Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin
3. maddesinin üçüncü fıkrasının ikinci cümlesi, Anayasa’nın 104. ve
128.maddelerine aykırı olduğundan iptali talep edilmektedir.
3.
10.07.2018
tarih ve 3 Sayılı Üst Kademe Kamu Yöneticileri İle Kamu Kurum Ve Kuruluşlarında
Atama Usûllerine Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 5. maddesinin birinci
fıkrasındaki “657 sayılı Kanunun ve diğer kanunların sözleşmeli personel
çalıştırılması hakkındaki hükümlerine bağlı olmaksızın” ibaresi ile üçüncü
fıkrasının Anayasaya
Aykırılığı
10. 07 2018 tarih ve
3 Sayılı Üst Kademe Kamu Yöneticileri İle Kamu Kurum Ve Kuruluşlarında Atama
Usûllerine Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 5. Maddesinin birinci fıkrası
ile Cumhurbaşkanlığı tarafından Kararnamenin ekinde belirlenen kadrolarda,
pozisyonlarda veya görevlerde, 657 Sayılı Kanunun 4/B Maddesi ile diğer
kanunların sözleşmeli personel çalıştırılması hakkındaki hükümlerine tabi
olmaksızın sözleşmeli personel çalıştırılabileceğini düzenlemektedir. Yine
üçüncü fıkrası ile de bu tür sözleşmelerle çalıştırılacak personele ödenecek
ücretin kıstasları ve bu ücretin tespitinin usul ve esasları düzenlenmiştir.
Bireysel olarak ücret tespitinin yapılmasında da sözleşme imzalamak yetkisini
haiz görevliye sözleşme ücretini somut olarak belirleme yetkisi verilmiştir.
İptal talebine konu
olan düzenlemelerden ilki 5. maddenin birinci fıkrasındaki “657 sayılı Kanunun
ve diğer kanunların sözleşmeli personel çalıştırılması hakkındaki hükümlerine
bağlı olmaksızın” ibaresidir. Söz konusu düzenleme Anayasa’nın 104.maddesi
kapsamında Cumhurbaşkanı’nın yetkileri arasında olmadığı gibi 128.maddesinin
ikinci fıkrasına da aykırıdır. İptali talep edilen ikinci düzenleme ise 5.
maddenin üçüncü fıkrasıdır. Söz konusu fıkra ile Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi
ile atanacak üst düzey sözleşmeli personele ödenecek ücretin kıstaslarının
belirlenmesinde Cumhurbaşkanına verilen yetki ile bu ücretin somut olarak
sözleşme imzalamaya yetkili kılınmış görevli tarafından somut olarak
saptanmasına ilişkin düzenlemedir. Söz konusu düzenleme, Anayasa’nın 104., 2.,
7., ve 128.maddelerine aykırıdır.
Aşağıda söz konusu
aykırılıklar ayrıntılı olarak açıklanacaktır.
a)
Anayasanın
104. MaddesineAykırılık
6771 Sayılı Kanun ile
Anayasamızda yapılan değişiklikler çerçevesinde Anayasamıza yeni eklenen
Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri hususunda bu kararnamelerin hukuki hiyerarşisi
de tanımlanmıştır. 6771 Sayılı Kanun ile değiştirilen Anayasa’nın
104.maddesinin 17. fıkrasına göre Anayasanın 2. kısmının 1. ve 2. bölümlerinde
yer alan anayasal hak ve özgürlüklere ilişkin genel ilkeler, kişi hakları ve
ödevleriyle 4. bölümde yer alan siyasal haklar ve ödevler (m.104/17, c.2),
anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konular(m.104/17), kanunda
açıkça düzenlenen konular(m.104/17), yürütme yetkisine ilişkin olmayan konular
(m. 104/17) hususunda cumhurbaşkanlığı kararnamesi yayımlanamayacağı belirtilmiştir.
Anayasa’da kurallar kademelenmesini sayım yoluyla öngören başlıca madde olan
137. maddede, 6771 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle, tüzük yerine
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi konulmuştur: “….üstünden aldığı emri, yönetmelik,
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, kanun veya Anayasa hükümlerine aykırı görürse,…”(md.137/1).
Anayasa’ya ilk kez cumhurbaşkanlığı kararnamesinin yürürlükteki mevzuat
içindeki yerini gösteren bu madde, kanun ile cumhurbaşkanlığı kararnamesi
arasında niteliksel bir farkı da açık bir biçimde ortaya koymaktadır.
İptali istenen
düzenleme olan 3 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 5. maddesinin birinci
fıkrasındaki “657 sayılı Kanunun ve diğer kanunların sözleşmeli personel
çalıştırılması hakkındaki hükümlerine bağlı olmaksızın” ibaresi ile üçüncü
fıkrası yukarıda belirtilen Anayasa’nın 104.maddesinin 17. fıkrasında
belirlenen hususlara birden fazla düzeyde aykırılık taşımaktadır.
Söz konusu ibare ile
cumhurbaşkanlığı tarafından atanacak üst düzey personelden Kararnamenin ekindeki
(I) Sayılı cetvelde belirtilen görev veya kadrolara atanacaklar için kanunların
sözleşmeli personel çalıştırılmasına ilişkin hükümlerinin uygulanmayacağı hükmü
Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda cumhurbaşkanlığı
kararnamesi ile düzenleme yapılamayacağı hükmüne aykırıdır. Anayasanın 128.
maddesinde belirtildiği üzere memurlar ve diğer kamu görevlilerinin “nitelikleri,
atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri
ve diğer özlük işleri” açık bir biçimde kanun ile düzenleneceği öngörülmüştür.
Bu nedenle söz konusu ibare bu açıdan da hukuki dayanağı bulunmayan bir
düzenlemedir.
Son olarak Anayasanın
104. maddesinin 17. fıkrasında kanunda açıkça düzenlenen konularda
cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamayacağı belirtilmektedir. Söz konusu
düzenlemeye ilişkin genel kural, 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 4/B
maddesinde ve 375 Sayılı KHK’nın ilgili maddeleriyle, 233 Sayılı KHK’nın ilgili
maddelerinde belirlenmiştir. Dolayısıyla kanunlarla düzenlenen alanda
cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile işlem yapılamayacağı açıktır. Hal böyle iken
söz konusu sözleşmeli personelin kanun hükümlerine bağlı kalmaksızın atanması,
Anayasa’ya aykırıdır. Ayrıca, bu düzenleme, idareye sınırsız ve belirsiz bir
yetki devri anlamına geldiğinden aynı zamanda Anayasanın demokratik hukuk
devleti ilkesine de aykırıdır.
İkinci olarak 5.
maddenin üçüncü fıkrasında da Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile atanacak üst
düzey sözleşmeli personele ödenecek ücretin kıstaslarının belirlenmesinde
cumhurbaşkanına verilen yetki ile bu ücretin sözleşme imzalamaya yetkili
kılınmış görevli tarafından somut olarak saptanmasına ilişkin düzenleme
bulunmaktadır. Söz konusu düzenleme de Anayasada münhasıran kanunla
düzenlenmesi öngörülen konularda cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenleme
yapılamayacağı hükmüne aykırıdır. Anayasanın 128. maddesinde belirtildiği üzere
memurlar ve diğer kamu görevlilerinin “nitelikleri, atanmaları, görev ve
yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri”
açık bir biçimde kanun ile düzenleneceği öngörülmüştür. Bu nedenle söz konusu
ibare bu açıdan da hukuki dayanağı bulunmayan bir düzenlemedir.
Son olarak Anayasanın
104. maddesinin 17. fıkrasında kanunda açıkça düzenlenen konularda cumhurbaşkanlığı
kararnamesi çıkarılamayacağı belirtilmektedir. Söz konusu düzenlemeye ilişkin
genel kural, 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 4/B maddesinde ve 375
Sayılı KHK’nın ilgili Maddeleriyle 233 Sayılı KHK’nın ilgili Maddelerinde
belirlenmiştir. Dolayısıyla kanunlarla düzenlenen alanda cumhurbaşkanlığı
kararnamesi ile işlem yapılamayacağı açıktır. Hal böyle iken Söz konusu
sözleşmeli personelin kanun hükümlerine bağlı kalmaksızın atanması Anayasa’ya
aykırıdır. Ayrıca, bu konuda idareye sınırsız ve belirsiz bir yetki devri
anlamına geldiğinden aynı zamanda Anayasanın 2. maddesinde tanımlanandemokratik
hukuk devleti ilkesine aykırıdır.
Yukarıda belirtilen
nedenlerle 10.07.2018 tarih ve 3 Sayılı Üst Kademe Kamu Yöneticileri İle Kamu
Kurum Ve Kuruluşlarında Atama Usûllerine Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin
5. maddesinin birinci fıkrasındaki “657 sayılı Kanunun ve diğer kanunların sözleşmeli
personel çalıştırılması hakkındaki hükümlerine bağlı olmaksızın” ibaresi ile
üçüncü fıkrası, Anayasa’nın 104.maddesine aykırıdır, iptali gerekir.
b)
Anayasa’nın
2. Maddesine Aykırılık
Bilindiği gibi kamu
hizmetleri, memurlar ve diğer kamu görevlileri eli ile yürütülmektedir.
Anayasamızın 128. maddesine göre; “Devletin, kamu iktisadi teşebbüslerinin ve
diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekte oldukları
kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer
kamu görevlileri eliyle görülür. Memurların ve diğer kamu görevlilerinin
nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri aylık ve
ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir.” Anayasamızın bu hükmü
çerçevesinde özel kanun olarak 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununda ilgili
kamu görevlilerinin atama ve diğer özlük hakları ile ilgili düzenlemeler
yapılmıştır.
657 sayılı Devlet
Memurları Kanunu’nun 4/B maddesi ile ilgili maddelerinde de memurların ve diğer
kamu görevlilerinin atanma şartları, çalışma usul ve esasları, disiplin
süreçleri, işlerinin sonlandırılması ve diğer idari ve mali özlük haklarının
belirlenmesi gibi hususlar düzenlenmiştir.
Anayasamızın 2.
maddesinde belirtilen “hukuk devleti ilkesi” çerçevesinde söz konusu kamu
görevlilerinin atama şartları ve özlük haklarının diğer kamu görevlileri gibi
kanunlar yoluyla objektif biçimde önceden belirlenmiş olması gerekir.
Anayasanın 2.
maddesi; “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet
anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı,
başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir
hukuk Devletidir, hükmünü içermektedir.
Hukuk devleti
ilkesinin genel olarak anlam ve içeriği ile bir hukuk devletinin temel amaç ve
işlevleri Anayasa Mahkemesinin bir kararında şu şekilde belirtilmiştir; “Anayasa'nın
2. maddesinde, Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan
haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve
işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu
geliştirerek sürdüren, Anayasa'ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku
tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla
kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da
bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasa'nın bulunduğu bilincinde olan
devlettir. Bu bağlamda, hukuk devletinde yasa koyucu, yasaların yalnız
Anayasa'ya değil, evrensel hukuk ilkelerine de uygun olmasını sağlamakla
yükümlüdür” . Mahkemenin bir kararında yer alan; “hukuk devletinin, Anayasanın
açık hükümlerinden önce hukukun bilinen ve tüm uygar ülkelerin benimseyip
uyduğu ilkelere uygun olması gerekir”, şeklindeki gerekçeyle de hukuk devleti
ilkesinin Anayasayı da aşan yönü vurgulanmıştır.
Anayasa Mahkemesi
hukuk devletinin belirtilen genel ilkelerini, incelenen konunun özelliğine göre
somutlaştırmakta ve bu bağlamda çoğu zaman birbirleriyle iç içe geçmiş çeşitli
alt ilkeler ortaya koyarak sonuca ulaşmaktadır. Bu ilkelerden birisi de “Hukuki
Güvenlik İlkesi”dir.
Hukuki güvenlik
ilkesi, kanunların geçmişe yürümesini engellemesinin yanında genel olarak
yürürlükteki kanunlara güvenin korunmasına da dayanak teşkil eden önemli bir
ilke durumundadır. Hukuki güvenlik, kişilerin gelecekle ilgili plan, düşünce ve
kararlarında mevcut hukuk kurallarına güvenerek hareket etmelerinin hukuken
korunması gereğini ifade eder. Devletin, vatandaşların mevcut kanunlara olan
güvenine saygılı davranması, bu güvenlerini boşa çıkaracak uygulamalardan
kaçınması gerekir. Bu durum hukuk devleti ilkesinin bir gereği olduğu kadar
Anayasanın 5. maddesiyle devlete yüklenen, vatandaşların refah, huzur ve
mutluluk içinde yaşamalarını sağlama, maddi ve manevi varlıklarını geliştirmek
için gerekli ortamı hazırlama ödevinin de bir sonucudur. Anayasa Mahkemesinin
bir kararında bu ilke devlete güvenle özdeşleştirilerek şöyle ifade edilmiştir;
“Devlete güven ilkesi vazgeçilmez temel öğelerdendir. Devlete güven hukuk
devletinin sağlamak istediği huzurlu ve istikrarlı bir ortamın sonucu olarak
ortaya çıkar. Yasaların Anayasaya uygunluğu karinesi asıldır. Yasalara
gösterilen güven ve saygıdan kaynaklanan oluşumların sonuçlarını korumak
gerekir”.
Anayasa Mahkemesi bir
kararında, hukuk güvenliğinin sağlanabilmesi için kuralların belirli ve
öngörülebilir düzenlemeler içermesi gerektiğini belirterek, hukuk güvenliği
ilkesini kanunilik ilkesine uygun bir düzenleme için de gerekli görmüştür.
Hukuk devletinin bir
ilkesi de “yasama genelliği ilkesi”dir. Hukuk devleti ilkesinin uygulamaya
geçirilmesiyle ilgili olarak Anayasa Mahkemesi; “adalet ve hakkaniyet
ölçülerinin göz önünde tutulması”; “hukuki durumlarda kararlılığın sağlanması; “kamu
yararı düşüncesi olmaksızın...özel çıkarlar veya yalnızca belli kişilerin
yararına olarak her hangi bir yasa kuralının konulamayacağı', gibi kıstaslara
da başvurmaktadır.
Yasama yetkisinin
genelliği, yasama organının istediği her konuda kanun çıkarabilmesini ve
çıkardığı kanunu istediği şekilde ve ayrıntıda düzenleyebilmesini anlatır. Bu
ilke, yasama organının araya her hangi bir işlem girmeden bir konuda doğrudan
doğruya kanun çıkarabilmesini ifade eden yasama yetkisinin asliliği ilkesiyle
bütünleşen bir nitelik taşır.
Anayasada açıkça
yazmayan bu ilkeye Anayasa Mahkemesi kararlarıyla içerik ve anlam
kazandırılmıştır. Bu ilkenin tek sınırını Anayasada bir konuyla ilgili olarak
emredici ya da yasaklayıcı nitelikte kuralların yer alması oluşturmaktadır.
Yasama yetkisinin
genelliği ilkesi Anayasa Mahkemesi kararlarında şu şekilde açıklanmıştır:
“Anayasada
engelleyici bir hüküm bulunmaması durumunda yasa koyucunun genel düzenleme
yapma yetkisine dayanarak kural koyması kaynağını Anayasadan almayan bir
yetkinin kullanılması anlamına gelmez”.
“Yasama organı bir
yasa yaparken bütün olasılıkları göz önünde bulundurarak ayrıntılara ait
kuralları da saptamaya yetkilidir’ .
“Anayasada hangi
konularda bir yasa çıkarılamayacağı hakkında sınırlayıcı bir kural yoktur.
Kuvvetler ayrılığı ilkesinin zorunlu gereklerine uymak koşuluyla yasama organı
her alanda düzenleme yapabilir. Nitekim bir kimseye aylık bağlanması gibi öznel
işlemle yürütülecek türden işler için bile yasa çıkarabilmektedir'.
“Yasama yetkisinin
genelliği ilkesi”yle ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin temel yaklaşımı; “Anayasada
herhangi bir konuda emredici ya da yasaklayıcı bir kural konulmamışsa, bu
konunun düzenlenmesi anayasal ilkeler içinde yasa koyucunun takdirine
bırakılmış demektir”, şeklindedir.
Burada sözü edilen
anayasal ilkeler eşitlik, hukuk devleti, kanunla düzenlenme gibi ilkeleri ifade
etmektedir. Anayasada emredici veya yasaklayıcı hüküm bulunmayan bir konuda
kanun çıkarıp çıkarmamak yasama organının takdirinde olmakla birlikte
çıkarılması öngörülen bir kanunun eşitlik, kazanılmış haklara saygı gibi
anayasal ilkelere uygun olması zorunludur.
Özetle, yasama
yetkisinin genelliğinin aksine yürütmenin düzenleme yetkisi sınırlı,
tamamlayıcı ve bağımlı (türevsel) bir nitelik taşımaktadır. Yürütme organı (ya
da idare), Anayasada öngörülmüş durumlar dışında kanunların düzenlemediği bir
alanda kendiliğinden kural koyamaz. Bir cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile yürütme
organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisi verilmesi Anayasaya
aykırılık oluşturur.
10.07.2018 tarih ve 3
Sayılı Üst Kademe Kamu Yöneticileri İle Kamu Kurum Ve Kuruluşlarında Atama
Usûllerine Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 5. maddesinin birinci
fıkrasındaki “657 sayılı Kanunun ve diğer kanunların sözleşmeli personel
çalıştırılması hakkındaki hükümlerine bağlı olmaksızın” ibaresi ile
Cumhurbaşkanlığı tarafından Kararnamenin ekinde belirlenen kadrolarda,
pozisyonlarda veya görevlerde 657 Sayılı Kanunun 4/B Maddesi ile diğer
kanunların sözleşmeli personel çalıştırılması hakkındaki hükümlerine tabi
olmaksızın sözleşmeli olarak çalıştırılabileceğini düzenlemekte ve üçüncü
fıkrası ile de bu tür sözleşmelerle çalıştırılacak personele ödenecek ücretin
kıstasları ve bu ücretin tespitinin usul ve esasları düzenlenmiştir. Bireysel
olarak ücret tespitinin yapılmasında da sözleşme imzalamak yetkisine haiz
görevliye sözleşme ücretini somut olarak belirleme yetkisi verilmiştir.
Ancak, söz konusu düzenlemede
Kanunların uygulanmayacağına ilişkin ibare ile ücret belirlemeye ilişkin yetki,
idarenin sübjektif karar almasına neden olabilecek tarzda belirsiz, her zaman
değiştirilme olasılığı olan ve yasama yetkisinin devrinin sınırlarını aşan bir
nitelik taşımaktadır.
Hukuk devleti ilkesi
çerçevesinde, hukuki belirlilik ilkesi çerçevesinde kanuni olarak düzenlenmesi
gereken bir hususun kanuna aykırı bir biçimde belirlenmesi kanuni belirlilik
ilkesiyle bağdaşmaz.
Yine söz konusu
ücretin üst sınırının Cumhurbaşkanı tarafından belirlenmesi “yasamanın
genelliği ilkesine” de aykırıdır. Yukarıda da belirtildiği üzere “Yasamanın
genelliği ilkesi “idareye istediği şekilde düzenleme yapabilmesi anlamına
gelmemektedir. Yürütme organı ve bu organdaki Bakanlıklar veya Kamu Tüzel
Kişilikleri, yönetmelik çıkartmak gibi klasik düzenleme yetkisine sahiptir.
Yürütme organı (ya da
idare), Anayasada öngörülmüş durumlar dışında kanunların düzenlemediği bir
alanda kendiliğinden kural koyamaz. Nitekim, yürütme organının varlık nedeni de
bu değildir. Bir kanunla yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme
yetkisi verilmesi Anayasaya aykırılık oluşturur. Anayasa’da Kanun ile
düzenlemesi öngörülmüş alanlarda ise Yasa koyucu bu yetki devrini yapamaz. Bu
yetki devrinin kanun ile yapılmış olması da bu düzenlemenin Anayasaya uygun
olduğu anlamına gelmez. Anayasanın 128.maddesinde memurların ve diğer kamu
görevlilerinin ücret ve özlük haklarının kanun ile düzenleneceği açık bir
biçimde belirtildiği için yasa koyucunun iradesine açıkça bırakılmış olan
düzenleme hususundaki yetkinin yürütme organı tarafından sınırsız bir biçimde
kullanılabilmesine imkân sağlayan bu değişikliğin Anayasa’nın 2.maddesinde
belirtilen “hukuk devleti ilkesi” ile bağdaşmayacağı açıktır. Bu nedenle iptali
gerekir.
c)
Anayasa’nın
7. Maddesine Aykırılık
Anayasanın 7.
maddesinde, “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet
Meclisinindir. Bu yetki devredilemez”; 8. maddesinde ise, “Yürütme yetkisi ve
görevi, Cumhurbaşkanı tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak
kullanılır ve yerine getirilir.” kurallarına yer verilmiştir.
Yasama yetkisi,
yasama organının istediği her konuda kanun çıkarabilmesini ve çıkardığı kanunu
istediği şekilde ve ayrıntıda düzenleyebilmesini anlatır. Bu ilke, yasama
organının araya herhangi bir işlem girmeden bir konuda doğrudan doğruya kanun
çıkarabilmesini ifade eden yasama yetkisinin asliliği ilkesiyle bütünleşen bir
nitelik taşır.
Yasama yetkisi ile
yürütmenin düzenleme yetkisi arasındaki fark Anayasa’nın 137.maddesinde de
tanımlanmıştır. Bu çerçevede Cumhurbaşkanı’nın Anayasa’nın 104.maddesi ile doğrudan
yetkilendirilmiş olduğu hususlar haricinde yasama organı açısından sınırlı,
tamamlayıcı ve bağımlı (türevsel) bir nitelik taşımaktadır. Yürütme organı (ya
da idare), Anayasada öngörülmüş durumlar dışında kanunların düzenlemediği bir
alanda kendiliğinden kural koyamaz. Bir kararname ile yürütme organına genel ve
sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisi verilmesi Anayasaya aykırılık
oluşturur.
10.07.2018 tarih ve 3
Sayılı Üst Kademe Kamu Yöneticileri İle Kamu Kurum Ve Kuruluşlarında Atama
Usûllerine Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 5. Maddesinin birinci
fıkrasındaki “657 sayılı Kanunun ve diğer kanunların sözleşmeli personel
çalıştırılması hakkındaki hükümlerine bağlı olmaksızın” ibaresi ile üçüncü
fıkrası ile Cumhurbaşkanlığı tarafından Kararnamenin ekinde belirlenen
kadrolarda, pozisyonlarda veya görevlerde 657 Sayılı Kanunun 4/B Maddesi ile
diğer kanunların sözleşmeli personel çalıştırılması hakkındaki hükümlerine tabi
olmaksızın sözleşmeli olarak çalıştırılabileceği ve üçüncü fıkrası ile de bu
tür sözleşmelerle çalıştırılacak personele ödenecek ücretin kıstasları ve bu
ücretin tespitinin usul ve esasları düzenlenmiştir. Ancak, belirlenen bu sınır,
bir sınır olmadığı gibi idarenin sübjektif karar almasına neden olabilecek
tarzda belirsiz, her zaman değiştirilme olasılığı olan ve yasama yetkisinin
devrinin sınırlarını aşan bir nitelik taşımaktadır. Olayda kamuda üst düzey
personel olarak çalışacakların kanunların sınırlamalarına tabi olmaksızın
çalıştırılabileceği ve görev yapmak üzere istihdam edilecek sözleşmeli
personelin ücretini belirleme yetkisinin de Cumhurbaşkanında olacağı
belirtilmiştir. Ücretin somut olarak belirlenmesinde ve sözleşme imzalanmasının
da yetkili kişi tarafından yerine getirileceği belirtilmiştir. Dolayısıyla bu
yetki çerçevesinde cumhurbaşkanı ve yetkili kişi, 657 sayılı Yasanın 4 (B)
kapsamındaki diğer sözleşmeli personel için kanun ile tanımlanmış ücret
baremleri ve üst sınırlarına tabi olmaksızın ücret belirleme hakkı kazanmıştır.
Burada öncelikle bu personel açısından bir ücret belirsizliği yaratıldığı gibi
aynı statüde olan diğer sözleşmeli personel ile farklılıklar yaratılarak hukuk
devletinde olmaması gereken ayrımcı bir idari tasarruf hayata geçirilmiştir.
Yine söz konusu
ücretin üst sınırının cumhurbaşkanı tarafından belirlenmesi yasama yetkisinin
devrine ilişkin sınırın aşıldığını ve yürütmenin yasamanın yetki alanına
müdahale ettiğini de göstermektedir. Yürütme organı (ya da idare), Anayasada öngörülmüş
durumlar dışında kanunların düzenlemediği bir alanda kendiliğinden kural
koyamaz. Bir kanunla yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme
yetkisi verilmesi Anayasaya aykırılık oluşturur. Anayasa’da kanun ile
düzenlemesi öngörülmüş alanlarda ise yasa koyucu bu yetki devrini yapamaz. Bu
yetki devrinin kanun ile yapılmış olması da bu düzenlemenin Anayasaya uygun
olduğu anlamına gelmez. Anayasa’nın 128.maddesinde memurların ve diğer kamu
görevlilerinin ücret ve özlük haklarının kanun ile düzenleneceği açık bir
biçimde belirtildiği için yasa koyucunun iradesine açıkça bırakılmış olan
düzenleme hususundaki yetkinin yürütme organı içerisinde bir Komite tarafından
sınırsız bir biçimde kullanılabilmesine imkân sağlayan bu değişikliğin Anayasa’nın
7.maddesinde belirtilen yasama yetkisinin devrine ilişkin sınırı aştığı için
Anayasanın 7.maddesine aykırıdır. Bu nedenle iptali gerekir.
d)
Anayasa’nın
128. Maddesine Aykırılık
1982 T.C.
Anayasasının 128. maddesinin 2. fıkrası; “Memurların ve diğer kamu
görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, haklan ve
yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir.”
kuralını içermektedir.
Anayasa Mahkemesinin
AYMK, 6.7.1993, E.93/5, K.93/25, RG: 25.2.1995-22213; Aynı yönde, AYMK,
11.6.2003, E.2001/346, K,2003/63, RG: 8.11.2003-25283; AYMK, 27.11.1997, E.
97/37, K.97/69, RG: 15.1.1999-23584 AYMK, 7.5.2002, E.2000/17, K.2002/46, RG:
26.3.2003-25060. kararlarına bakıldığında kanunla düzenlenme ilkesinin
düzenlenen konunun tüm ayrıntı ve detaylarının kanunda belirtilmesi şeklinde
katı bir anlayışla değil; temel ilkelerin, ölçü ve sınırların kanunla
belirlenip uzmanlık ve teknik konulara ilişkin ayrıntıların belirlenmesinin
yürütme organına bırakılması şeklinde yumuşak bir anlayışla uygulandığı
görülmektedir.
Anayasa Mahkemesi
kanunilik ilkesine ilişkin kararlarında Anayasanın sadece kanunla düzenlenme
esasını öngören hükümlerini (personel statüsü yönünden 128/2. maddeyi) değil, aynı
zamanda yasama yetkisinin TBMM'ne ait olduğunu ve bu yetkinin devredilemeyeceğini
öngören 7. maddesini, zaman zaman da hukuk devletine ilişkin 2. maddesini esas
alarak değerlendirme yapmaktadır.
Anayasanın 128/2.
maddesinde ifade edilen kanunla düzenlenme ilkesine ilişkin olarak Anayasa
Mahkemesinin belirtilen kararlarında ortaya konulan yorum ve
değerlendirmelerden şu sonuçlara ulaşmaktayız. Kanunla düzenleme ilkesi
düzenlenen konudan kavram, ad ve kurum olarak söz etmek anlamına gelmez.
Düzenlenen alanın kanun metninde kurallaştırılması gerekir. Kurallaştırma,
düzenlenen alanda temel ilkelerin konulmasını ve çerçevenin çizilmiş olmasını
ifade eder. Kanunda temel esasların belirlenmiş olması şartıyla uzmanlık ve
teknik konulara ilişkin ayrıntıların belirlenmesi yürütme organının takdir
yetkisine bırakılabilir. Yürütmenin düzenleme yetkisi sınırlı ve bağımlı bir
yetki niteliğindedir. Bu nedenle yürütme organına genel, sınırsız, esasları ve
çerçevesi belirsiz bir düzenleme yetkisi tanınması Anayasanın 128/2. maddesine
aykırılık oluşturur.
10.07.2018 tarih ve 3
Sayılı Üst Kademe Kamu Yöneticileri İle Kamu Kurum Ve Kuruluşlarında Atama
Usûllerine Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 5. maddesinin birinci
fıkrasındaki “657 sayılı Kanunun ve diğer kanunların sözleşmeli personel
çalıştırılması hakkındaki hükümlerine bağlı olmaksızın” ibaresi ile üçüncü
fıkrası ile Cumhurbaşkanlığı tarafından Kararnamenin ekinde belirlenen
kadrolarda, pozisyonlarda veya görevlerde 657 Sayılı Kanunun 4/B Maddesi ile
diğer kanunların sözleşmeli personel çalıştırılması hakkındaki hükümlerine tabi
olmaksızın sözleşmeli olarak çalıştırılabileceğini düzenlemekte ve üçüncü
fıkrası ile de bu tür sözleşmelerle çalıştırılacak personele ödenecek ücretin
kıstasları ve bu ücretin tespitinin usul ve esasları düzenlenmiştir. Dolayısıyla
her iki iptali talep edilen düzenleme açısından da 128.maddenin ikinci
fıkrasına aykırı bir düzenleme yapılmıştır. Söz konusu maddede belirtilen
kanunilik ilkesine açık bir aykırılık söz konusudur. Bu nedenle iptali gerekir.
Sonuç olarak
10.07.2018 tarih ve 3 Sayılı Üst Kademe Kamu Yöneticileri İle Kamu Kurum Ve
Kuruluşlarında Atama Usûllerine Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 5.
Maddesinin birinci fıkrasındaki “657 sayılı Kanunun ve diğer kanunların
sözleşmeli personel çalıştırılması hakkındaki hükümlerine bağlı olmaksızın” ibaresi
ile üçüncü fıkrası Anayasa’nın 2., 7., 104. ve 128.maddelerine aykırıdır. Bu
nedenle söz konusu ibare ile fıkranın iptali talep edilmektedir.
4.
10.07.2018
tarih ve 3 Sayılı Üst Kademe Kamu Yöneticileri İle Kamu Kurum Ve Kuruluşlarında
Atama Usûllerine Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 6. Maddesinin Birinci
Fıkrasının Birinci Cümlesinin Anayasaya Aykırılığı
10. 07 2018 tarih ve
3 Sayılı Üst Kademe Kamu Yöneticileri İle Kamu Kurum Ve Kuruluşlarında Atama
Usûllerine Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 6. maddesi ile üst kademe kamu
görevlilerinin görevi sona erenler ile görevden alınmaları halinde usul ve
esaslar düzenlenmiştir.
İptal talebine konu
olan düzenleme ise 6. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesidir. Buna
göre, Kamu görevlisi olmayan üst düzey yöneticilerden görevi sona eren veya
görevden alınanlara tazminat ödenip ödenmemesi, ödenmesi durumunda tazminat
miktarının ve tazminat ile ilgili diğer hususların cumhurbaşkanınca
belirleneceği düzenlenmiştir.
Söz konusu cümle
Anayasa’nın 104.maddesi kapsamında Cumhurbaşkanı’nın yetkileri arasında
olmadığı gibi Anayasa’nın 2, 7 ve 128.maddesinin ikinci fıkrasına da aykırıdır.
a)
Anayasa’nın
104. Maddesine Aykırılık
6771 Sayılı Kanun ile
Anayasamızda yapılan değişiklikler çerçevesinde Anayasamıza yeni eklenen
Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri hususunda bu kararnamelerin hukuki hiyerarşisi
de tanımlanmıştır. 6771 Sayılı Kanun ile değiştirilen Anayasa’nın 104.
Maddesinin 17. fıkrasına göre Anayasanın 2. kısmının 1. ve 2. bölümlerinde yer
alan anayasal hak ve özgürlüklere ilişkin genel ilkeler, kişi hakları ve
ödevleriyle 4. bölümde yer alan siyasal haklar ve ödevler (m.104/17, c.2),
Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konular(m.104/17), kanunda
açıkça düzenlenen konular(m.104/17), yürütme yetkisine ilişkin olmayan konular
(m. 104/17) hususunda cumhurbaşkanlığı kararnamesi yayımlanamayacağı
belirtilmiştir. Anayasa’da kurallar kademelenmesini sayım yoluyla öngören
başlıca madde olan 137. maddede, 6771 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle,
tüzük yerine Cumhurbaşkanlığı kararnamesi konulmuştur: “….üstünden aldığı emri,
yönetmelik, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, kanun veya Anayasa hükümlerine aykırı
görürse,…”(md.137/1). Anayasa’ya ilk kez girencumhurbaşkanlığı kararnamesinin
yürürlükteki mevzuat içindeki yerini gösteren bu madde, kanun ile
cumhurbaşkanlığı kararnamesi arasındaki niteliksel bir farkı da açık bir
biçimde ortaya koymaktadır.
İptali istenen
düzenleme olan 3 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin Altıncı Maddesinin
birinci fıkrasının birinci cümlesi, yukarıda belirtilen Anayasa’nın
104.maddesinin 17. fıkrasında belirlenen hususlara birden fazla düzeyde
aykırılık taşımaktadır.
Söz konusu cümle ile
Kamu görevlisi olmayan üst düzey yöneticilerden görevi sona eren veya görevden
alınanlara tazminat ödenip ödenmemesi, ödenmesi durumunda tazminat miktarının
ve tazminat ile ilgili diğer hususların cumhurbaşkanınca belirleneceğini
düzenlemektedir. Söz konusu düzenleme, kişiler açısından kazanılmış hak olarak
tanımlanan tazminat hakkını dolayısıyla mülkiyet hakkını kapsadığı için açık
bir biçimde Anayasanın 2. kısmının 1. ve 2. bölümlerinde yer alan anayasal hak
ve özgürlüklere ilişkin genel ilkelerden olan “Mülkiyet Hakkı” başlıklı 35.
maddesine aykırı bir durum yaratmaktadır. Yine Anayasada münhasıran kanunla
düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile düzenleme
yapılamayacağı belirtilmiştir. Anayasanın 128. maddesinde de belirtildiği üzere
memurlar ve diğer kamu görevlilerinin “nitelikleri, atanmaları, görev ve
yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri”
açık bir biçimde kanun ile düzenleneceği öngörülmüştür. Bu nedenle söz konusu
ibare bu açıdan da hukuki dayanağı bulunmayan bir düzenlemedir.
Son olarak Anayasanın
104. maddesinin 17. fıkrasında kanunda açıkça düzenlenen konularda
cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamayacağı belirtilmektedir. Söz konusu
düzenlemeye ilişkin genel kurallar, Memurların emeklilik halinde emekli
ikramiyesine hak kazanmaları 5434 Sayılı Kanun ile düzenlenirken diğer kamu
görevlilerinden 5510 Sayılı Kanunun 4/a maddesi ile ilişkilendirilmiş
olanlardan sözleşmeli personel statüsünde olanlar için “İş Sonu Tazminatı” 657
Sayılı Kanunun 4. maddesinin B fıkrasının üçünü bendiyle düzenlenmiştir. İşçi
statüsünde olan personel açısından da ödenecek tazminat türleri ve miktarları,
1475 Sayılı İş Kanununun 14. maddesi ve 4857 Sayılı Kanunun 21. maddesinde
tanımlanmıştır. 657 Sayılı Devlet memurları kanununun 4.maddesinin B fıkrasının
üçüncü bendiyle düzenlenen iş sonu tazminatı hususunda, tazminat miktarının
belirlenmesi hakkı Cumhurbaşkanına tanınmıştır. “(Ek paragraf: 4/4/2007 -
5620/4 md.) Sözleşmeli personel seçiminde uygulanacak sınav ile istisnaları,
bunlara ödenebilecek ücretlerin üst sınırları ile verilecek iş sonu tazminatı
miktarı, kullandırılacak izinler, pozisyon unvan ve nitelikleri, sözleşme
hükümlerine uyulmaması hallerindeki müeyyideler, sözleşme fesih halleri,
pozisyonların iptali, istihdamına dair hususlar ile sözleşme esas ve usulleri
Cumhurbaşkanınca belirlenir.”
Dolayısıyla
kanunlarla düzenlenen alanda Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile tazminatın ödenip
ödenmemesine ilişkin düzenleme yapılamayacağı açıktır.
Yukarıda belirtilen
nedenlerle 3 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 6. maddesinin birinci
fıkrasının birinci cümlesi, Anayasa’nın 104.maddesine aykırıdır iptali gerekir.
b)
Anayasanın
128. Maddesine Aykırılık
Bilindiği gibi kamu
hizmetleri, memurlar ve diğer kamu görevlileri eli ile yürütülmektedir.
Anayasamızın 128. maddesine göre; “Devletin, kamu iktisadi teşebbüslerinin ve
diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekte oldukları
kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer
kamu görevlileri eliyle görülür. Memurların ve diğer kamu görevlilerinin
nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri aylık ve
ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir.” Anayasamızın bu hükmü
çerçevesinde özel kanun olarak 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununda memurlar
ve diğer kamu görevlilerinin atama ve diğer özlük hakları ile ilgili
düzenlemeler yapılmıştır. Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görevlerinin
sona ermesi veya emeklilik hallerinde yapılacak ödemeler de 128.maddenin ikinci
fıkrasında belirtilen “hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer
özlük işleri” kavramlarının içerisinde yer alan hususlardandır.
Nitekim yasa koyucu
çeşitli statülerdeki kamu görevlilerinin özlük haklarından olan emekli
ikramiyesi, iş sonu ödeneği ve kıdem tazminatı hakkı gibi haklarını da
sırasıyla 5434 Sayılı Emekli Sandığı Kanunu’nun 89 uncu maddesinde, 657Sayılı
Kanunun 4. maddesinin (B) fıkrasının üçünü bendinde ve 1475 Sayılı İş
Kanunu’nun 14. maddesi ve 4857 Sayılı İş Kanunu’nun 21. maddesinde
tanımlanmıştır.
5434 sayılı Emekli
Sandığı Kanunu’nun 89. maddesinde memurlar için bir yasal hak olarak düzenlenen
emekli ikramiyesinin diğer kamu görevlileri açısından karşılıkları da kendi
çalışmalarını düzenleyen kanunlarda tanımlanmıştır. Bu çerçevede memur statüsü taşımayanlar
için iki ayrı tazminat türü bulunmaktadır. Bunlardan ilki 657 Sayılı Kanunun
4/B fıkrasına göre çalışan sözleşmeli personelin tazminat türü olan iş sonu
tazminatıdır. Bir diğeri de 657 Sayılı Kanunun 4/D fıkrasına göre çalışan işçi
personelin 1475 Sayılı Yasanın 14. maddesi çerçevesinde hak kazandığı kıdem
tazminatı ile iş akdinin geçersiz feshi halinde 4857 Sayılı Yasanın 21.
maddesinde tanımlanan tazminat türleridir. Söz konusu 3 sayılı Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesi ile üst düzey bürokratlar için yapılan düzenlemelerden birisi ve
yukarıda da Anayasa’ya aykırılığını iddia ettiğimiz “657 Sayılı Kanun ve diğer
kanun hükümlerine bağlı olmaksızın” sözleşmeli personel istihdamı”na ilişkin 5.
maddesinin birinci cümlesindeki düzenleme sözleşmeli personelin hukuki
statüsünü belirsiz hale getirmekte ve Anayasa’nın 128. maddesindeki güvenceden
yoksun hale getirmektedir. Aynı şekilde yukarıda tanımlanan statülerin hiç
birine uymamaktadır.
Dolayısıyla
kanunlarla sınırları çizilmiş ve düzenlenmiş bir alanda bu kanunlara aykırı
olarak istihdam edilen kişilere kanunların tanıdığı bir özlük hakkı olan
tazminat ödenmesi hakkı konusunda tazminat ödenip ödenmemesi ile tazminat
miktarının belirlenmesi ve bununla ilgili diğer hususlarda Cumhurbaşkanına
belirleme yetkisi verilmesi Anayasamızın 128. maddesine açık bir biçimde
aykırıdır.
c)
Anayasa’nın
2.ve 7. Maddelerine Aykırılık
Ayrıca söz konusu
düzenleme, Anayasa’nın 2. maddesine de aykırılık taşımaktadır. Hukuk devletinin
en temel ilkelerinden birisi olan kanunla düzenleme ilkesi düzenlenen konudan
kavram, ad ve kurum olarak söz etmek anlamına gelmez. Düzenlenen alanın kanun
metninde kurallaştırılması gerekir. Kurallaştırma, düzenlenen alanda temel
ilkelerin konulmasını ve çerçevenin çizilmiş olmasını ifade eder. Kanunda temel
esasların belirlenmiş olması şartıyla uzmanlık ve teknik konulara ilişkin
ayrıntıların belirlenmesi yürütme organının takdir yetkisine bırakılabilir.
Yürütmenin düzenleme yetkisi sınırlı ve bağımlı bir yetki niteliğindedir. Bu
nedenle yürütme organına genel, sınırsız, esasları ve çerçevesi belirsiz bir
düzenleme yetkisi tanınması Anayasanın 2., 7. ve 128/2. maddelerine aykırılık
oluşturur. Bu nedenle iptali gerekir.
Yukarıda belirtilen
nedenlerle 10.07.2018 tarih ve 3 Sayılı Üst Kademe Kamu Yöneticileri İle Kamu
Kurum Ve Kuruluşlarında Atama Usûllerine Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin
6. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi, Anayasa’nın 2., 7., 104. ve
128. maddelerine aykırı olduğundan iptali talep edilmektedir.
5.
10.07.2018
tarih ve 3 Sayılı Üst Kademe Kamu Yöneticileri İle Kamu Kurum Ve Kuruluşlarında
Atama Usûllerine Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 6. maddesinin dördüncü
fıkrasının Anayasaya
Aykırılığı
10. 07 2018 tarih ve
3 Sayılı Üst Kademe Kamu Yöneticileri İle Kamu Kurum Ve Kuruluşlarında Atama
Usûllerine Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 6. maddesi ile üst kademe kamu
görevlilerinin görevi sona erenler ile görevden alınmaları halinde usul ve
esaslar düzenlenmiştir.
İptal talebine konu
olan düzenleme ise 6. maddesinin dördüncü fıkrasıdır.
Buna göre, 3 Sayılı
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 2. maddesinin ikinci fıkrasında tanımlanmış ve
cumhurbaşkanı onayı ile ataması yapılan üst düzey yöneticilerden görevden
alınanlardan daire başkanı kadro ve pozisyonunda bulunanlar ile genel müdürden
daha alt düzeydeki kadro, pozisyon veya görevlerde bulunanlar ve taşra
teşkilatında il müdürü ve bölge müdürü kadro, pozisyon ve görevlerinde
bulunanlardan, üst düzey kamu görevlisi ataması yapılmadan önce görev yaptığı
657 Sayılı Kanunun 36. maddesinin (A) fıkrasının 11 numaralı alt bendinde
sayılan denetim elemanı ya da uzman kadrolarında çalışanlar, 36. maddesinin A)
fıkrasının 11 numaralı alt bendinde sayılan denetim elemanı ya da uzman
kadrolarına, 36. madde (A) fıkrasının 11 numaralı alt bendinde sayılan görevler
kapsamında çalışmamış olanlar açısından özel bir düzenleme yapılmış ve üst
düzey kamu görevlisi olarak üç yıl çalışmış olmaları şartıyla bunların da 657
sayılı Kanunun 36. maddesinin “Ortak Hükümler” bölümünün (A) fıkrasının 11
numaralı bendinde sayılan denetim elemanı ya da uzman kadrolarına veya bunlara
denk pozisyonlara atanabilmeleri düzenlenmiştir. Fıkranın son bendiyle de üç
yıllık çalışma şartını tamamlayamayanların da merkez veya taşra teşkilatında
araştırmacı kadro veya pozisyonlarına atanmaları düzenlenmiştir.
Söz konusu fıkra
Anayasa’nın 104. maddesinin kapsamında Cumhurbaşkanı’nın yetkileri arasında
olmadığı gibi Anayasa’nın 2.maddesine ve 128. maddesinin ikinci fıkrasına da
aykırıdır.
a)
Anayasa’nın
104. Maddesine Aykırılık
6771 Sayılı Kanun ile
Anayasamızda yapılan değişiklikler çerçevesinde Anayasamıza yeni eklenen
Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri hususunda bu kararnamelerin hukuki hiyerarşisi
de tanımlanmıştır. 6771 Sayılı Kanun ile değiştirilen Anayasa’nın 104.
maddesinin 9. fıkrasına “Üst kademe kamu yöneticilerini atar, görevlerine son
verir ve bunların atanmalarına ilişkin usul ve esasları Cumhurbaşkanlığı
kararnamesiyle düzenler.” hükmü eklenmiştir. Cumhurbaşkanına tanınan bu yetki
yeni bir yetki türüdür.
Burada ilk ele
alınması gereken unsur, Cumhurbaşkanınca atanacak üst kademe yöneticileri
kavramıdır. 3 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi öncesinde “Üst Kademe
Yönetici”lerin kimler olduğuna ilişkin herhangi bir mevzuat düzenlemesi
bulunmamaktaydı. “Üst kademe yöneticileri yeni bir kavram değildir. 1982
Anayasası’nın ilk şeklinde de bulunmaktaydı, ancak kimler olduğu belli değildi.
Nitekim Anayasa’nın 128. maddesinin son fıkrasında da bu üst kademe
yöneticilerin yetiştirme usul ve esaslarının özel bir kanun ile yapılması
hususu düzenlenmişti. 10.01.1985 tarihinde 3149 sayılı Üst Kademe
Yöneticilerinin Yetiştirilmesi Hakkında Kanun kabul edilmiş ise de söz konusu
Kanun Anayasa mahkemesi tarafından iptal edilmiştir. Bu tarihten sonra da 3
Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesine kadar bu üst düzey kamu görevlilerinin
kimler olduğuna ilişkin herhangi bir düzenleme yapılmamıştır. 3 Sayılı
Kararnamenin 2. maddesi ile Kararnameye eklenen iki adet Cetvel ile de bu kadro
ve görevler tanımlanmıştır. (I) Sayılı Cetvel’de bulunan üst düzey yöneticiler
Cumhurbaşkanınca doğrudan atanırken, (II) Sayılı Cetvel’de sayılanların atama
işlemi Cumhurbaşkanınca onanmaktadır.
Anayasa’nın 104.
maddesinin 9. fıkrasıyla Cumhurbaşkanı’na üst düzey yöneticileri “atama yetkisi”
verilmiştir. Dolayısıyla öncelikle (II)Sayılı Cetvelde Sayılan kadro ve
görevlerin üst düzey kamu görevlisi olup olmadığının tespitinin yapılması
gerekir. Eğer bunlar üst düzey kamu görevlisi olarak tanınmışlarsa bu durumda
bunların atamalarının doğrudan Cumhurbaşkanınca yapılması gerekmektedir. Oysa
bunların atamaları Başka kişilerce yapılmakta ve Cumhurbaşkanı bu atamaları
onay merci olarak görev yapmaktadır. Anayasa, “Üst Kademe Kamu Yöneticileri”ni
atama yetkisini münhasıran Cumhurbaşkanına vermiştir. Cumhurbaşkanı’nın bu yetkisi
bir başka makam ile paylaştırılamaz. Dolayısıyla bu atama işlemi idare hukuku
açısından bir kolektif veya karma işlem değil, bir basit işlemdir
Cumhurbaşkanının tek başına açıkladığı iradeyle ortaya çıkar. Bir diğer deyişle
Anayasamızın 104. maddesinin 9. fıkrasına göre Cumhurbaşkanı’nın üst düzey kamu
yöneticilerini atama yetkisi başka bir makamın teklifine bağlı tutulamaz. Bu
nedenle söz konusu (II) Sayılı Cetvelde sayılanların üst kademe yönetici olarak
değerlendirilmemesi gerekir.
Bu durumda da 3
Sayılı Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin 2. maddesinin ikinci fıkrasında
tanımlanan (II) Sayılı Cetvelde sayılan görevler veya kadrolara atama usul ve
esasları da 104. maddenin 17. fıkrası çerçevesinde değerlendirilmesi gereken
bir Cumhurbaşkanlığı kararı haline gelir.
104. maddenin 17.
fıkrasında, cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin sınırları saptanmış ve Anayasanın
2. kısmının 1. ve 2. bölümlerinde yer alan anayasal hak ve özgürlüklere ilişkin
genel ilkeler, kişi hakları ve ödevleriyle 4. bölümde yer alan siyasal haklar
ve ödevler (m.104/17, c.2) hususlarında kararname düzenlenemeyeceği
belirtilmiştir. Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen
konular(m.104/17) ile kanunda açıkça düzenlenen konular (m.104/17), yürütme
yetkisine ilişkin olmayan konular (m. 104/17) hususunda Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesi yayımlanamayacağı da belirtilmiştir.
İptali istenen
düzenleme olan 3 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 6. maddesinin dördüncü
fıkrası, yukarıda belirtilen Anayasa’nın 104. maddesinin 17. fıkrasında
belirlenen hususlara da birden fazla düzeyde aykırılık taşımaktadır.
Söz konusu cümle ile
3 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 2. maddesinin 2. fıkrasında
tanımlanmış ve cumhurbaşkanı onayı ile ataması yapılan üst düzey yöneticilerden
görevden alınanlardan, daire başkanı kadro ve pozisyonunda bulananlar ile genel
müdürden daha alt düzeydeki kadro, pozisyon veya görevlerde bulunanlar ve taşra
teşkilatında il müdürü ve bölge müdürü kadro, pozisyon ve görevlerinde
bulunanlardan, üst düzey kamu görevlisi ataması yapılmadan önce görev yaptığı
657 Sayılı Kanunun 36. maddesinin A) fıkrasının (11) numaralı alt bendinde
sayılan denetim elemanı ya da uzman kadrolarında çalışanlar, 36. maddesinin A)
fıkrasının (11) numaralı alt bendinde sayılan denetim elemanı ya da uzman
kadrolarına, 36. madde A) fıkrasının (11) numaralı alt bendinde sayılan
görevler kapsamında çalışmamış olanlar açısından özel bir düzenleme yapılmış ve
üst düzey kamu görevlisi olarak üç yıl çalışmış olmaları şartıyla bunların da
657 sayılı Kanunun 36. maddesinin “Ortak Hükümler” bölümünün (A) fıkrasının
(11) numaralı bendinde sayılan denetim elemanı ya da uzman kadrolarına veya
bunlara denk pozisyonlara atanabilmeleri düzenlenmiştir. Fıkranın son bendiyle
de üç yıllık çalışma şartını tamamlayamayanların da merkez veya taşra
teşkilatında araştırmacı kadro veya pozisyonlarına atanmaları düzenlemektedir.
Söz konusu düzenleme,
yasama organı tarafından düzenlenmesi gereken alan içerisinde tanımlanmalıdır.
Çünkü Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile düzenleme yapılamayacağı belirtilmiştir.
Anayasanın 128. maddesinde de belirtildiği üzere memurlar ve diğer kamu
görevlilerinin “nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve
yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri” açık bir biçimde
kanun ile düzenleneceği öngörülmüştür. Anayasa’nın bu hükmü de söz konusu
yöneticileri de kapsamaktadır. Dolayısıyla kanunla düzenlenmesi gereken alana
müdahale biçimini alan bu düzenleme 104. maddenin 17. fıkrasına bu açıdan da
aykırılık taşımaktadır.
Son olarak Anayasanın
104. maddesinin 17. fıkrasında kanunda açıkça düzenlenen konularda
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkarılamayacağı belirtilmektedir. Söz konusu
düzenlemeye ilişkin genel kurallar, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun Ek
Madde 7 ve 8. maddelerinde düzenlenmiştir. Memur olmayan üst düzey kamu
görevlilerinin görevlerinin sona ermesi halinde kamu görevlerine doğrudan
atanmalarına yönelik bir düzenleme de 657 sayılı Yasa hükümlerine göre mümkün
değildir. Dolayısıyla kanunlarla düzenlenen alanda Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi
ile görevi sona eren (II) Sayılı Cetvel’de sayılanlar açısından bu yönde bir
düzenleme yapılamayacağı açıktır. Yukarıda belirtilen nedenlerle 3 Sayılı Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesinin 6. maddesinin dördüncü fıkrası, Anayasa’nın 104.maddesine
aykırıdır, iptali gerekir.
b)
Anayasanın
128. Maddesine Aykırılık
Bilindiği gibi kamu
hizmetleri, memurlar ve diğer kamu görevlileri eli ile yürütülmektedir.
Anayasamızın 128. maddesine göre; “Devletin, kamu iktisadi teşebbüslerinin ve
diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekte oldukları
kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer
kamu görevlileri eliyle görülür. Memurların ve diğer kamu görevlilerinin
nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri aylık ve
ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir.” Anayasamızın bu hükmü
çerçevesinde özel kanun olarak 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununda memurlar
ve diğer kamu görevlilerinin atama ve diğer özlük hakları ile ilgili
düzenlemeler yapılmıştır. Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görevlerinin
sona ermesi veya emeklilik hallerinde yapılacak işlemler de 128. maddenin
ikinci fıkrasında belirtilen “hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve
diğer özlük işleri” kavramlarının içerisinde yer alan hususlardandır.
Nitekim yasa koyucu çeşitli
statülerdeki kamu görevlilerinin geçici olarak görevlendirilmiş kamu
görevlilerinin görevlerinin sona ermesi halindeki haklarını ve yükümlülüklerini
657 sayılı Kanununda tanımlamıştır.
657 sayılı Devlet
Memurları Kanununda memurlar açısından geçici görevlendirme başlığı altında ek
madde 7 ve ek madde 8’de tanımlanan bu tür durumlarda esas olan kamu
görevlisinin atama öncesindeki görevine geri dönmesidir. Bunun istisnaları da
kadrosu kapatılmışsa 91. maddede tanımlanmıştır. Sözleşmeli personel veya işçi
sıfatı taşıyan kamu görevlileri açısından tanımlanmış görev bitiminde başka bir
işe atanma doğrudan söz konusu olamamaktadır. Bu husus idarenin yetki alanı
dışında Anayasa’nın 128. maddesi kapsamında kanun ile düzenlenmesi gereken bir
husustur. Dolayısıyla kanunlarla sınırları çizilmiş ve düzenlenmiş bir alanda
bunları doğrudan başka görevlere atama hususunda Cumhurbaşkanına belirleme
yetkisi verilmesi Anayasamızın 128. maddesine açık bir biçimde aykırıdır.
Ayrıca söz konusu
düzenleme, 2. maddesine de aykırılık taşımaktadır. Hukuk devletinin en temel
ilkelerinden birisi olan kanunla düzenleme ilkesi düzenlenen konudan kavram, ad
ve kurum olarak söz etmek anlamına gelmez. Düzenlenen alanın kanun metninde
kurallaştırılması gerekir. Kurallaştırma, düzenlenen alanda temel ilkelerin
konulmasını ve çerçevenin çizilmiş olmasını ifade eder. Kanunda temel esasların
belirlenmiş olması şartıyla uzmanlık ve teknik konulara ilişkin ayrıntıların
belirlenmesi yürütme organının takdir yetkisine bırakılabilir. Yürütmenin
düzenleme yetkisi sınırlı ve bağımlı bir yetki niteliğindedir. Bu nedenle
yürütme organına genel, sınırsız, esasları ve çerçevesi belirsiz bir düzenleme
yetkisi tanınması Anayasanın 2. 7. ve 128/2. maddelerine aykırılık oluşturur.
Söz konusu 3 Sayılı
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 6. maddesinin dördüncü fıkrasının (b) ve (c)
bentlerinde ayrı ayrı daha önce kamu görevi olmayan bir kişiye, ya da 657
Sayılı Kanunun 36. Maddesinin (A) fıkrasının (11) numaralı bendinde sayılan
denetim elemanı ya da uzman kadrolarında görev yapmamış bir kişiye salt söz
konusu Kararnamenin (II) Sayılı cetvelindeki görevlerde 3 yıl çalışmış olması
nedeniyle üst kademe yöneticilik görevi sona erdikten sonra 657 Sayılı Kanunun
36. Maddesinin (A) fıkrasının (11) numaralı bendinde sayılan denetim elemanı ya
da uzman kadrolarına görev ve kadrolara atanabilme haklarının getirilmesi, üst
düzey yöneticilik görevinde üç yıldan az çalışması olanların da araştırmacı
kadrolarına atanması, “liyakat”, hukuk güvenliği ve objektiflik ilkelerine de
aykırıdır. Bu nedenle iptali gerekir.
Yukarıda belirtilen
nedenlerle 10.07.2018 tarih ve 3 Sayılı Üst Kademe Kamu Yöneticileri İle Kamu
Kurum Ve Kuruluşlarında Atama Usûllerine Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin
6. maddesinin dördüncü fıkrası, Anayasa’nın 2., 104. ve 128. maddelerine aykırı
olduğundan iptali talep edilmektedir.
6.
10.07.2018
tarih ve 3 Sayılı Üst Kademe Kamu Yöneticileri İle Kamu Kurum Ve Kuruluşlarında
Atama Usûllerine Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 12. Maddesinin Anayasaya Aykırılığı
a)
10.
07 2018 tarih ve 3 Sayılı Üst Kademe Kamu Yöneticileri İle Kamu Kurum Ve
Kuruluşlarında Atama Usûllerine Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 12.
maddesi ile 3 Sayılı Kararname ile düzenlenen hususlara ilişkin olarak diğer
mevzuatın 3 Sayılı Kararnameyle çelişen veya aykırı olan hükümlerinin
uygulanmayacağı düzenlenmiştir. Söz konusu Madde, Anayasa’nın 2. maddesine, 7.
maddesine ve 104. maddesine aykırıdır.
b)
Anayasa’nın
104. Maddesine Aykırılık
6771 sayılı Kanun ile
Anayasamızda yapılan değişiklikler çerçevesinde Anayasamıza yeni eklenen
Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri hususunda bu kararnamelerin hukuki hiyerarşisi
de tanımlanmıştır. Özellikle 6771 sayılı Kanun ile değiştirilen Anayasa’nın
104. maddesinin 9. fıkrasına “Üst kademe kamu yöneticilerini atar, görevlerine
son verir ve bunların atanmalarına ilişkin usul ve esasları Cumhurbaşkanlığı
kararnamesiyle düzenler.” Hükmü eklenmiştir. Cumhurbaşkanına tanınan bu yetki
yeni bir yetki türüdür. Yine Anayasa’nın 106. maddesinin 11. fıkrası ile
Cumhurbaşkanına Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri,
teşkilat yapısı ile merkez ve taşra teşkilatlarının kurulması, 108. maddesi ile
Devlet Denetleme Kurulunun işleyişi, üyelerinin görev süresi ve diğer özlük
işleri, 118. maddesinin 6. fıkrası ile de Milli Güvenlik Kurulu Genel
Sekreterliğinin teşkilatı ve görevleri konusunda Cumhurbaşkanına bu hususlarda
kararname çıkarma yetkisi tanınmıştır. Bu ayrık durumlar haricindeki durumlarda
ise Cumhurbaşkanının yürütmeye ilişkin görevlerinin sınırları 104. maddenin17.
fıkrasıyla çizilmiştir.
104 üncü Maddenin 17.
Fıkrasında, Anayasanın 2. Kısmının 1. ve 2. bölümlerinde yer alan anayasal hak
ve özgürlüklere ilişkin genel ilkeler, kişi hakları ve ödevleriyle 4. bölümde
yer alan siyasal haklar ve ödevler (m.104/17, c.2), Anayasada münhasıran
kanunla düzenlenmesi öngörülen konular(m.104/17), Kanunda açıkça düzenlenen
konular (m.104/17), Yürütme yetkisine ilişkin olmayan konular (m. 104/17)
hususunda Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi yayımlanamayacağı belirtilmiştir.
İptali istenen
düzenleme olan 3 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 12. maddesi yukarıda
belirtilen Anayasa’nın 104.maddesinin 17. fıkrasında belirlenen hususlara
birden fazla düzeyde aykırılık taşımaktadır.
Söz konusu Madde ile
3 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde düzenlenen hususlarda diğer mevzuatın
bu Kararnameye aykırı hükümlerinin uygulanmayacağı öngörülmektedir. Hukuki
normlar hiyerarşisine bakıldığında Anayasa’nın 114. maddesinde ve Anayasa’nın
137.maddelerinde hukuki normlar hiyerarşisi, yönetmelikler, cumhurbaşkanlığı
kararnameleri, yasalar ve anayasa olarak tanımlanabilir. Bu açıdan bakılınca
yönetmeliklerden daha üst seviyede tanımlanmış olan cumhurbaşkanlığı kararnamelerinde
düzenlenen hususlara aykırı yönetmelik hükümlerinin uygulanmaması hukuka
uygundur. Ancak, yasalarda tanımlanmış normlar açısından durum farklıdır.
Cumhurbaşkanlığı kararnamelerine yönelik mahfuz alan olarak tanımlanmış olan
üst düzey kamu görevlilerinin atanmalarına ilişkin esas ve usullerin dışındaki
düzenlemeler hususunda yasaların uygulanmayacağına ilişkin hüküm Anayasa’nın
104.maddesine aykırılık taşır.
Nitekim 3 sayılı
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesine bakıldığında üst düzey bürokratların atanması,
atama usulü, görev süreleri hususu 104.maddenin 9. fıkrası kapsamında
değerlendirilebilir ve bu hususta yasalardan üst konumda olduğu belirtilebilir.
Ancak, aynı kararnamenin sözleşme ve sözleşme ücretlerinin belirlenmesi,
görevden ayrılma ve görevin sona ermesi hallerinde görevlilerin özlük hakları,
emekli ikramiyeleri, Türk Silahlı Kuvvetleri personelinin terfilerine ilişkin
düzenlemeler, subaylığa nasıp, ve atama işlemleri, İçişleri Bakanlığı’na bağlı
Jandarma Genel Komutanlığı ile Sahil Güvenlik Komutanlığı personeline yönelik
terfi ve atama işlemelerine yönelik hükümlerin Anayasa’nın 104.maddesinin 9.
fıkrası kapsamında olduğu belirtilemez. Bu düzenlemeler hususunda Anayasa’nın
104.maddesinin 17. fıkrası hükümlerinin dikkate alınması gerekir. Sayılan
hükümlerin konuları yürütme erkine tanınan özel yetkinin alanı içerisinde
olmadığı gibi yasama organı tarafından düzenlenmesi gereken alan içerisinde
tanımlanmalıdır. Çünkü Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen
konularda Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile düzenleme yapılamayacağı
belirtilmiştir. Anayasanın 128. maddesinde de belirtildiği üzere memurlar ve
diğer kamu görevlilerinin “nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları
ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri” açık bir biçimde
kanun ile düzenleneceği öngörülmüştür. Anayasa’nın bu hükmü de söz konusu
düzenlemeleri de kapsamaktadır. Dolayısıyla kanunla düzenlenmesi gereken alana
müdahale biçimini alan bu düzenleme, 104. maddenin 17. fıkrasına bu açıdan da
aykırılık taşımaktadır.
Son olarak 3 sayılı
Kararnamede düzenlenmiş bulunan ve yukarıda sayılan Anayasanın 104. maddesinin
9. fıkrası çerçevesinde Cumhurbaşkanına verilen yetki dâhilinde bulunan üst
düzey kamu görevlilerinin atama usul ve şartları dışında bulunan diğer hükümler
hususunda yasama organı tarafından düzenlenmiş yasalar bulunmaktadır. Örneğin,
sözleşme yapılması, tazminat ödenmesi, sözleşme ücretinin saptanması gibi
konular, 657 Sayılı Yasa’nın ilgili Maddeleri ile 4857 Sayılı İş Kanununda
düzenlenmiş; görevi sona eren memurların eski görevlerine dönüş şartlarına
ilişkin genel kurallar, 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun Ek Madde 7 ve 8.
Maddelerinde düzenlenmiştir. Rektörlerin görev süreleri, 2547 Sayılı Yüksek
Öğrenim Kanununda düzenlenirken Kararnamenin diğer maddelerinde düzenlenmiş
olan Türk Silahlı Kuvvetler personeli, Jandarma Kuvvet Komutanlığı ve Sahil
Güvenlik Komutanlığı personeline ilişkin hükümler de 926Sayılı TSK Personel
Kanunu ile 2803 sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu ve 2692
sayılı Sahil Güvenlik Komutanlığı personeline ilişkin düzenlemeler içerisinde
bulunmaktadır. Her ne kadar 703 Sayılı KHK ile bu düzenlemeler yürürlükten
kaldırılmış olsalar da bu tür düzenlemeler hususunda hiç şüphe yok ki yasama
organı bir kanun değişikliği yapabilir, söz konusu düzenlemeleri
değiştirebilir. Bu nedenle yasama organı tarafından yürürlüğe konmuş ve 104.
maddenin 9. fıkrası kapsamında olmayan yasal düzenlemelerin Kararnameyle
çelişmesi halinde kararnamenin geçerli olacağını belirtmek hukuken mümkün
değildir.
Yukarıda belirtilen
nedenlerle 3 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 12. maddesi, Anayasa’nın
104.maddesine aykırıdır iptali gerekir.
c)
Anayasa’nın
2. Maddesine Aykırılık
Anayasanın 2.
maddesi; “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet
anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı,
başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir
hukuk Devletidir, hükmünü içermektedir.
Hukuk devleti ilkesi,
Anayasadaki düzenlemesi itibariyle kısa bir ifade olmasına rağmen Anayasa
Mahkemesi kararlarında en fazla atıf yapılan ve uygulama alanı bulan kurallar
arasında yer almaktadır. İlk bakışta soyut bir ilke gibi görünen hukuk devleti
ilkesi Anayasa Mahkemesinin kırk yılı aşan içtihatlarıyla içerik kazanmış,
vatandaşların hak ve özgürlüklerinin üstün kamu gücü karşısında korunmasında
önemli bir dayanak oluşturmuştur. Hukuk devleti ilkesinin uygulamasına
bakıldığında bunun tek bir unsurdan oluşmadığı, insanların geleceğe güvenle
bakabilmelerinin, her yönüyle huzurlu ve mutlu bir hayat sürebilmelerinin hemen
tüm gereklerini içine alan torba bir nitelik taşıdığı görülmektedir. Bu haliyle
hukuk devleti ilkesi içeriği sınırlı olmayan, insan haklarıyla ilgili olarak ulusal
ve uluslararası alanda ortaya çıkacak yeni anlayış ve uygulamalara da açık olan
bir ilke durumundadır.
Hukuk devleti
ilkesinin genel olarak anlam ve içeriği ile bir hukuk devletinin temel amaç ve
işlevleri Anayasa Mahkemesinin bir kararında şu şekilde belirtilmiştir; “Anayasa'nın
2. maddesinde, Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan
haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve
işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu
geliştirerek sürdüren, Anayasa'ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku
tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla
kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da
bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasa'nın bulunduğu bilincinde olan
devlettir. Bu bağlamda, hukuk devletinde yasa koyucu, yasaların yalnız
Anayasa'ya değil, evrensel hukuk ilkelerine de uygun olmasını sağlamakla
yükümlüdür” (AYMK, 27.2.2001, E.1999/43, K.2001/46, RG: 20.3.2002-24701; AYMK,
27.3.1986, E.1985/31, K.1986/11, RG: 9.5.1986-19102.). Mahkemenin bir kararında
yer alan; “hukuk devletinin, Anayasanın açık hükümlerinden önce hukukun bilinen
ve tüm uygar ülkelerin benimseyip uyduğu ilkelere uygun olması gerekir”, şeklindeki
gerekçeyle de hukuk devleti ilkesinin Anayasayı da aşan yönü vurgulanmıştır.
Anayasa Mahkemesi
hukuk devletinin belirtilen genel ilkelerini, incelenen konunun özelliğine göre
somutlaştırmakta ve bu bağlamda çoğu zaman birbirleriyle iç içe geçmiş çeşitli
alt ilkeler ortaya koyarak sonuca ulaşmaktadır. Bu ilkelerden birisi de “Hukuki
Güvenlik İlkesi”dir.
Hukuki güvenlik
ilkesi, kanunların geçmişe yürümesini engellemesinin yanında genel olarak
yürürlükteki kanunlara güvenin korunmasına da dayanak teşkil eden önemli bir
ilke durumundadır. Hukuki güvenlik, kişilerin gelecekle ilgili plan, düşünce ve
kararlarında mevcut hukuk kurallarına güvenerek hareket etmelerinin hukuken
korunması gereğini ifade eder. Devletin, vatandaşların mevcut kanunlara olan güvenine
saygılı davranması, bu güvenlerini boşa çıkaracak uygulamalardan kaçınması
gerekir. Bu durum hukuk devleti ilkesinin bir gereği olduğu kadar Anayasanın 5.
maddesiyle devlete yüklenen, vatandaşların refah, huzur ve mutluluk içinde
yaşamalarını sağlama, maddi ve manevi varlıklarını geliştirmek için gerekli
ortamı hazırlama ödevinin de bir sonucudur. Anayasa Mahkemesinin bir kararında
bu ilke devlete güvenle özdeşleştirilerek şöyle ifade edilmiştir; “Devlete
güven ilkesi vazgeçilmez temel öğelerdendir. Devlete güven hukuk devletinin
sağlamak istediği huzurlu ve istikrarlı bir ortamın sonucu olarak ortaya çıkar.
Yasaların Anayasaya uygunluğu karinesi asıldır. Yasalara gösterilen güven ve
saygıdan kaynaklanan oluşumların sonuçlarını korumak gerekir”.
Anayasa Mahkemesi bir
kararında, hukuk güvenliğinin sağlanabilmesi için kuralların belirli ve
öngörülebilir düzenlemeler içermesi gerektiğini belirterek, hukuk güvenliği
ilkesini kanunilik ilkesine uygun bir düzenleme için de gerekli görmüştür.
Hukuk devletinin bir
ilkesi de “yasama genelliği ilkesi”dir. Hukuk devleti ilkesinin uygulamaya
geçirilmesiyle ilgili olarak Anayasa Mahkemesi; “adalet ve hakkaniyet
ölçülerinin göz önünde tutulması”(AYMK, 8.10.2003, E.2003/67, K.2003/8, RG:
28.2.2004-25387; AYMK, 11.6.2003, E.2001/346, K.2003/63, RG: 8.11.2003-25283;
AYMK, 27.2.2001, E.1999/43, K.2001/46, RG. 20.3.2002/2470) “hukuki durumlarda
kararlılığın sağlanması; kamu yararı düşüncesi olmaksızın özel çıkarlar veya
yalnızca belli kişilerin yararına olarak her hangi bir yasa kuralının
konulamayacağı”, gibi kıstaslara da başvurmaktadır.
Yasama yetkisinin
genelliği, yasama organının istediği her konuda kanun çıkarabilmesini ve
çıkardığı kanunu istediği şekilde ve ayrıntıda düzenleyebilmesini anlatır. Bu
ilke, yasama organının araya her hangi bir işlem girmeden bir konuda doğrudan
doğruya kanun çıkarabilmesini ifade eden yasama yetkisinin asliliği ilkesiyle
bütünleşen bir nitelik taşır.
Anayasada açıkça
yazmayan bu ilkeye Anayasa Mahkemesi kararlarıyla içerik ve anlam
kazandırılmıştır. Bu ilkenin tek sınırını Anayasada bir konuyla ilgili olarak
emredici ya da yasaklayıcı nitelikte kuralların yer alması oluşturmaktadır.
“Yasama yetkisinin
genelliği ilkesi Anayasa Mahkemesi kararlarında da ele alınmıştır (AYMK,
10.12.1962, E.1962/198, K.1962/111, RG: 24.1.1963-11316).
“Yasama yetkisinin
genelliği ilkesi”yle ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin temel yaklaşımı; “Anayasada
herhangi bir konuda emredici ya da yasaklayıcı bir kural konulmamışsa, bu
konunun düzenlenmesi anayasal ilkeler içinde yasa koyucunun takdirine
bırakılmış demektir”, şeklindedir.
Yukarıda da görüldüğü
üzere hukuk devleti ilkesi ile 3 sayılı Kararnamenin 12. maddesinde düzenlenmiş
olan normun bağdaştığını söylemek mümkün değildir. Anayasa’nın 104. maddesinin
9. fıkrası ile özel olarak verilmiş bir yetkinin oldukça geniş yorumlanarak
çıkarılan 3 sayılı Kararnamenin tamamı için hukuki norm hiyerarşisinde
kanunların üstüne çıkılması, hukuk güvenliği ilkesi ile ve yasama yetkisinin
genelliği ilkelerine açıkça aykırıdır. Bu nedenle söz konusu düzenleme
Anayasa’nın 2. maddesine aykırıdır, iptali gerekir.
d)
Anayasa’nın
7. Maddesine Aykırılık
Anayasa'nın 7.
maddesine göre, yasama yetkisi, Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet
Meclisinindir, bu yetki devredilemez. Bilindiği gibi, kamu hukukunda hiçbir
devlet organı, Anayasadan veya kanunlardan aldığı yetkiyi, bu metinlerde açık
bir izin olmadıkça, başka bir devlet organına devredemez. Yasama yetkisinin
devredilmezliği, kanun niteliğinde veya kanun gücünde işlemler yapma yetkisinin
devredilmezliği anlamına gelmektedir. Eğer bir düzenleyici işlem, mevcut kanun
hükümlerini değiştirebiliyor veya yürürlükten kaldırabiliyorsa, bu işlem kanun
niteliğinde veya gücündedir. Çünkü bir hukuki işlem, ancak kendisine eşdeğer
olan bir işlemle değiştirilebilir, kaldırılabilir. Bu nedenle yasama organı,
başka bir devlet organına mevcut kanun hükümlerini değiştirme ve kaldırma
yetkisi veremez.
Anayasa Mahkemesi
çeşitli kararlarında “yasama yetkisinin devredilmezliği” ilkesini yorumlamış ve
bu ilkenin ölçütlerini ortaya koymuştur. Anayasa Mahkemesi'ne göre, “Yasayla
düzenleme ilkesi, düzenlenen konudan yalnız kavram ad ve kurum olarak söz
edilmesi değil, bunların yasa metninde kurallaştırılmasıdır. Kurallaştırma ise,
düzenlenen alanda temel ilkelerin konulmasını ve çerçevenin çizilmiş olmasını
ifade eder. Ancak bu koşulla uzmanlık ve teknik konulara ilişkin ayrıntıların
belirlenmesi yürütme organının takdirine bırakılabilir.
Anayasa'da öngörülen
ayrık durumlar dışında, Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile düzenlenmiş
konularda yasa hükümlerinin uygulanmayacağını belirten bir düzenleme bu açıdan
Anayasa’nın 7. maddesiyle uyuşmamaktadır.
Nitekim Anayasa’nın
104. maddesinin 9. fıkrası ile özel olarak verilmiş bir yetkinin oldukça geniş
yorumlanarak çıkarılan 3 sayılı Kararnamenin tamamı için hukuki norm
hiyerarşisinde kanunların üstüne çıkılması, yürütmeye genel nitelikte kural
koyma yetkisi verilmesi anlamına gelir ki, bu da Anayasa’nın 7. maddesinde
belirtilen yasam yetkisinin devredilmezliği ilkesine aykırılık taşır. Bu
nedenle söz konusu düzenleme Anayasa’nın 7. maddesine de aykırıdır, iptali
gerekir.
Yukarıda belirtilen
nedenlerle 3 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 12. maddesi, Anayasa’nın
2., 7. ve 104. maddelerine aykırıdır, iptali talep edilmektedir.
7.
10.07.2018
tarih ve 3 Sayılı Üst Kademe Kamu Yöneticileri İle Kamu Kurum Ve Kuruluşlarında
Atama Usûllerine Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin Geçici Madde 1.
Maddesinin Anayasaya
Aykırılığı
Anayasanın 2.
maddesi; “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet
anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı,
başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir
hukuk Devletidir”, hükmünü içermektedir.
İlk bakışta soyut bir
ilke gibi görünen hukuk devleti ilkesinin uygulamasına bakıldığında bunun tek
bir unsurdan oluşmadığı, insanların geleceğe güvenle bakabilmelerinin, her
yönüyle huzurlu ve mutlu bir hayat sürebilmelerinin hemen tüm gereklerini içine
alan torba bir nitelik taşıdığı görülmektedir. Bu haliyle hukuk devleti ilkesi
içeriği sınırlı olmayan, insan haklarıyla ilgili olarak ulusal ve uluslararası
alanda ortaya çıkacak yeni anlayış ve uygulamalara da açık olan bir ilke
durumundadır.
Hukuk devleti
ilkesinin genel olarak anlam ve içeriği ile bir hukuk devletinin temel amaç ve
işlevleri Anayasa Mahkemesinin bir kararında şu şekilde belirtilmiştir; “Anayasa’nın
2. maddesinde, Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan
haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve
işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu
geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku
tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla
kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da
bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasa’nın bulunduğu bilincinde olan
devlettir. Bu bağlamda, hukuk devletinde yasa koyucu, yasaların yalnız
Anayasa’ya değil, evrensel hukuk ilkelerine de uygun olmasını sağlamakla
yükümlüdür” (AYMK, 27.2.2001, E.1999/43, K.2001/46, RG: 20.3.2002-24701.).
Mahkemenin bir
kararında yer alan; “hukuk devletinin, Anayasanın açık hükümlerinden önce
hukukun bilinen ve tüm uygar ülkelerin benimseyip uyduğu ilkelere uygun olması
gerekir” (AYMK, 27.3.1986, E.1985/31, K.1986/11, RG: 9.5.1986-19102),
şeklindeki gerekçeyle de hukuk devleti ilkesinin Anayasayı da aşan yönü
vurgulanmıştır.
Kazanılmış hakların
ihlal edilemeyeceği, kanunların geçmiş ve kesinleşmiş durumları etkilemeyeceği,
hukuk kurallarının belirlilik ve öngörülebilirlik niteliklerini taşıması
gerektiği gibi ilkeler hukuk devleti ilkesini somutlaştıran, hayata ve
uygulamaya geçiren alt ilkeleri oluşturmaktadır.
Kazanılmış Haklara
Saygı İlkesi Kazanılmış hak kavramı, kesin olarak tanımlanabilmiş sınırları
belirlenmiş bir kavram değildir. Anayasa Mahkemesinin; “Kazanılmış hak sözcüğü,
hukukun en belirsiz, uygulama sahası çok dar, genel hukuksal durumlarda konu
edilemeyen bir kavramdır” (AYMK, 25.10.1990, E.1989/23, K.1990/26, RG:
9.1.1991-20750), saptaması da bu gerçeği vurgulamaktadır. Anayasa Mahkemesinin
kazanılmış haklara saygı ilkesinin kaynağını belirleyen ve bu ilkenin anlam ve
kapsamını ortaya koyan kararlarından bazıları şu şekildedir. “Kazanılmış
haklara saygı ilkesi hukukun genel ilkeleri ve hukuk devleti kavramı içerisinde
yer alır. Bu ilkenin temel amacı ise bireylerin hukuk güvenliğini sağlamaktır”
(AYMK, 10.4.2003, E.2002/112, K.2003/33, RG: 4.11.2003-25279). “Devlet
faaliyetlerinin hukuk kurallarına uygun olması, kazanılmış haklara saygı
duyulmasını gerektirir. Ancak, kazanılmış bir haktan söz edilebilmesi için bir
hakkın ya da borcun yeni yasadan önce yürürlükte olan kurallara göre bütün
sonuçlarıyla fiilen elde edilmiş olması gerekir” (AYMK, 20.12.1983, E.1982/4,
K.1983/17, RG: 13.12.1984-18604).
“Kazanılmış hak, kişinin
bulunduğu statüden doğan, tahakkuk etmiş ve kendisi yönünden kesinleşmiş ve
kişisel alacak niteliğine dönüşmüş haktır. Bir statüye bağlı olarak ileriye
dönük, beklenen haklar ise bu nitelikte değildir” (AYMK, 203.4.2001, E.1990/50,
K.2001/67, RG: 7.11.2001-24576.).
Mahkemenin statü
hukukuna ilişkin ilkelerin de irdelendiği bir başka kararında ise “… Kamu
hukuku alanında anayasa, yasa, tüzük, yönetmelik gibi düzenleyici tasarruflarla
konmuş kurallar, kamu hizmetinin gerekleri, gereksinmeleri gibi nedenlerle ve
konuldukları yöntemlere uymak, Anayasaya ve yasalara uygun düşmek kaydıyla her
zaman değiştirilebilirler veya kaldırılabilirler” şeklindeki tanımlamasıyla
konuya açıklık getirmiştir (AYMK, 28.9.1988, E.1988/12, K.1988/32, RG:
11.12.1988-20015) Bu karara göre eğer bir konu daha önce yasalarla
düzenlenmemişse, yani önceki yasanın kişilere sağladığı bir hak yoksa
uygulamada gerçekleşen kimi durumlar Anayasal boyutta kazanılmış hak olarak
kabul edilmemektedir.
Bir kısım suçları
işleyenlerin emeklilik hakkından yoksun bırakılmasını öngören 4237 sayılı
Kanunun 13. maddesine karşı açılan davada ise Anayasa Mahkemesi söz konusu
kuralı kazanılmış hakları ihlal ettiği gerekçesiyle iptal etmiştir. Kararda
şöyle denilmiştir: “Anayasanın 117 nci maddesinin ikinci fıkrasında; “memurların
nitelikleri, atanmaları, ödev ve yetkileri, hakları ve yükümleri, aylık ve
ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir” hükmü vardır. Bu hükümle
kanun koyucuya, memurların bağlı olacakları statü içinde düzenleyeceği konular
hakkında direktif verilmiştir. Emekliliğe ilişkin esaslar da bu konulardandır.
Kanun koyucunun bu görevi yerine getirirken sınırsız bir yetkiye sahip
olmadığı, bütün yasama tasarruflarında olduğu gibi burada da, genel hukuk
esasları ve özellikle Anayasanın ilkeleri ile bağlı olduğu aşikardır. Emeklilik
hakkından yoksun bırakmayı öngören söz konusu hüküm, genel hukuk esaslarından
ve hatta hukuk devleti ilkesinin gereklerinden olan kazanılmış hak kavramını
zedelemekle birlikte yukarıda açıklandığı gibi sosyal güvenlik ilkesini de
kayıtlamaktadır” (AYMK, 11.12.1964, E.1963/138, K.1964/71, RG: 2.4.1965-11969).
Görüldüğü üzere
kazanılmış hak kavramı Anayasa mahkemesi tarafından birçok kararıyla
netleştirilmiştir. Bu kararlar ışığında kazanılmış hak kavramı açısından üç
durumu birbirinden ayrı düşünmek gerekmektedir. Birincisi kanunun öngördüğü
durumun kişiler için bireysel olarak gerçekleşmesi durumudur. Bu durumda
herhangi bir sorun yoktur, ilgililerin gerçekleşen hakları kazanılmış hak
kavramı çerçevesinde korunacaktır. Burada kimi hakların artık nitelik
değiştirmesi dahi söz konusu olabilir. Örneğin, yasa gereği alınan bir maaş
artık kazanılmış haktan ziyade bir mülkiyet hakkı niteliğine dönüşmüştür.
İkincisi beklenen ya da umulan haklardır. Personel statüsü bakımından ilerisi
için beklenen hakların yasa değişikliğinde korunması söz konusu değildir. Kanun
koyucu statü kurallarını ileriye dönük olarak her zaman değiştirebilir.
İlgililer yeni kurallara uymak zorundadır. Üçüncüsü ise üzerinde pek durulmayan
kazanılmış hukuksal durum kavramıdır. Kazanılmış hukuksal durum kavramını,
kanunun öngördüğü statüyle ilgili bütün şartların ilgili bakımdan tamamlanmış
olması şeklinde ifade etmek mümkündür. Burada kanunda öngörülen şartlar ilgili
bakımdan fiilen gerçekleşmiş, sonuçlanmış değildir. Diğer bir deyişle
kazanılmış bir hak oluşmamıştır. Ancak, söz konusu duruma ilişkin şartların
tümü ilgili yönünden tamamlanmış ve kazanılmış bir durum oluşmuştur. İşte
kazanılan bu durumu, ilerisi için gerçekleşmesi umut edilen beklenen haklardan
ayırmalı ve hukuk kurallarında belirliliği ve öngörülebilirliği gerekli kılan
hukuk güvenliği ilkesinin bir gereği olarak yeni kanun değişikliğinde
korumalıdır. Bu şekilde oluşan kazanılmış hukuksal durumları korumaya değer
görmemeyi haklı kılacak hiçbir neden bulunmamaktadır.
10.07.2018 tarihli ve
3 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin Geçici Madde 1. maddesi bu açıdan bir
hak ihlali yaratmaktadır.
Söz konusu Geçici
Madde 1. maddesi ile 3 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 4. maddesinde
belirlenen ve Kararnamenin eki niteliğindeki (I) Sayılı cetvelde sayılanların
görev sürelerinin atandıkları tarihteki Cumhurbaşkanı’nın görev süresi ile
sınırlı olduğuna ilişkin düzenlemenin 3 sayılı Kararnamenin yürürlüğe girdiği
tarihte görevde bulunanlara da uygulanacağını ve bunların görevlerinin 4. madde
hükümleri çerçevesinde sona ermesi düzenlenmektedir. 3 sayılı Kararname, 10
Temmuz 2018 tarihinden itibaren Kararname gereğince atanacak kişilere
uygulanması gerekir. Oysa bu tarihten önce atanmış kişilere de bu hüküm
uygulanarak kanunla düzelenmiş görev süreleri kısıtlanmaktadır.
Bu hükümle 3 sayılı
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin eki niteliğindeki (I) Sayılı Cetvelde bulunan
kamu görevlilerinin, kararnamenin yürürlük tarihinden önceki mevzuat
çerçevesinde daha önce kazanmış oldukları hak ve yükümlülükleri
korunmamaktadır.
Yukarıda da
belirtildiği üzere bu görevlere daha önce atanmış kişiler açısından önceki
mevzuatın hükümleri bireysel olarak bir hak yaratmıştır. Bu açıdan bireysel
olarak bir hak kazanımı vardır. Aynı şekilde söz konusu hak bir kanun ile
düzenlenmiştir ve Kanun ile değiştirilmesi gerekir. 3 sayılı Kararnamenin 10
Temmuz 2018 tarihinden itibaren 3 Sayılı Kararname gereğince atanacak kişilere
uygulanması gerekir.
Bu nedenle söz konusu
Geçici Madde1. maddesi, Anayasa’nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti
ilkesine açıkça aykırıdır. Bu nedenle iptali gerekir.
III. YÜRÜRLÜĞÜ
DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ
Anayasa’nın 104. maddesinin
9. fıkrasına dayanılarak 10.07.2018 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe girmiş
olan 3 sayılı Üst Kademe Kamu Yöneticileri İle Kamu Kurum Ve Kuruluşlarında
Atama Usûllerine Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi, kamu kurum ve
kuruluşlarında görev yapacak üst kademe yöneticilerin atanmasının hukuki
dayanağı olmuştur. 10.07.2018 tarih ve 3 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi,
Anayasa’nın 2., 7., 104. ve 128. maddelerine açıkça aykırıdır. Bu Kararnamede
belirlenen usul, esas ve şartlar çerçevesinde işlemler gerçekleştirilmiş,
sözleşmeler imzalanmıştır. Hatta bazı atamalar da yapılmıştır. Söz konusu
Kararnamede tanımlanmış sözleşme ile istihdam yapılmasına ilişkin adımlar
atılabilir hale gelmiştir. Bu düzenlemelerin doğurduğu sonuçlar açısından
kişilere yönelik haklar ortaya çıkmaya başlamıştır. Oysa iptali talep edilen
maddelerin ve ibarelerin hukuki dayanaktan yoksun olması veya Anayasaya aykırı
olması nedeniyle mahkemeniz tarafından iptal edilmesi halindeyok hükmünde
olacağından kişiler ve devlet açısından telafisi mümkün olmayan zararlar ortaya
çıkabilecektir. Söz konusu üst kademe yöneticilerinin almış olduğu idari
kararlar veya yapmış olduğu idari işlemlerin hukukiliği zedelenmiş olacaktır ve
kamu zararı da ortaya çıkabilecektir.
Söz konusu Kararname
çerçevesinde atama, görev sürelerinin saptanması, görevden alma, terfi
yetkilerin kullanımı neticesinde hukuk devleti ilkesi zedelenebilecektir.
Hukuk devleti
ilkesini zedeleyen ve Anayasaya açıkça aykırı olan bir düzenlemenin uygulanması
halinde, sonradan giderilmesi olanaksız zararlara yol açacağı çok açıktır.
Anayasal düzenin en kısa sürede hukuka aykırı kurallardan arındırılması, hukuk
devleti sayılmanın da gereğidir. Anayasaya aykırılığın sürdürülmesinin, bir
hukuk devletinde sübjektif yararların üstünde, özenle korunması gereken hukukun
üstünlüğü ilkesini de zedeleyeceği kuşkusuzdur. Hukukun üstünlüğü ilkesinin
sağlanamadığı bir düzende, kişi hak ve özgürlükleri güvence altında sayılamayacağından,
bu ilkenin zedelenmesinin hukuk devleti yönünden giderilmesi olanaksız durum ve
zararlara yol açacağında duraksama bulunmamaktadır.
Bu tür telafisi mümkün olmayan hak ve özgürlüklerin
zedelenmesini engellemek ve bu nedenle zarar doğmasını önlemek amacıyla,
Anayasaya açıkça aykırı olan söz konusu maddelerin iptal davası sonuçlanıncaya
kadar yürürlüklerinin de durdurulması istenerek Anayasa Mahkemesine dava
açılmıştır.
IV. SONUÇ VE İSTEM
10/07/2018 tarihli ve
30474 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan “3SayılıÜst Kademe Kamu Yöneticileri
İle Kamu Kurum Ve Kuruluşlarında Atama Usûllerine Dair Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesi”nin;
1.
2.
maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesindeki “(II) sayılı cetvelde yer
alan kadro, pozisyon ve görevlere Cumhurbaşkanı onayı ile” ibaresinin,
Anayasa’nın 104. maddesine,
2.
3.
maddesinin üçüncü fıkrasının ikinci cümlesinin, Anayasa’nın 104. ve 128.
maddelerine,
3.
5.
maddesinin birinci fıkrasındaki “657 sayılı Kanunun ve diğer kanunların
sözleşmeli personel çalıştırılması hakkındaki hükümlerine bağlı olmaksızın” ibaresi
ile üçüncü fıkrasının, Anayasa’nın 2., 7., 104. ve 128.maddelerine,
4.
6.
maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinin, Anayasa’nın 2., 7., 104. ve
128. maddelerine,
5.
6.
maddesinin dördüncü fıkrasının, Anayasa’nın 2., 104. ve 128.maddelerine,
6.
12.
maddesinin, Anayasa’nın 2., 7. ve 104.maddelerine,
7.
Geçici
Madde 1. maddesinin Anayasa’nın 2. maddesine,
aykırılık teşkil
ettiğinden iptaline ve dava sonuçlanıncaya kadar yürürlüğünün durdurulmasına,
karar verilmesine ilişkin istemimizi saygı ile arz ederiz.”