“…
24.03.2022 tarihli ve 7392 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında
Kanun ile Kat Mülkiyeti Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 15’inci
maddesiyle 6502 sayılı Kanun’un 77’nci maddesinin on ikinci fıkrasına eklenen
cümlelerin Anayasa’ya aykırılığı
7392 sayılı Kanun’un 15’inci maddesiyle 6502 sayılı Tüketicinin
Korunması Hakkında Kanun’un ceza hükümlerini düzenleyen 77’nci maddesinde
birtakım değişiklikler yapılmıştır. Bu kapsamda anılan 77’nci maddenin on
ikinci fıkrasına iptali talep edilen cümleler eklenmiştir ve fakat söz konusu
cümleler, Anayasa’ya aykırıdır.
6502 sayılı Kanun’un 77’nci maddesinin on ikinci fıkrası, genel
olarak; bu Kanun’un ‘‘Ticari reklam’’ başlıklı 61’inci maddesinde
belirtilen yükümlülüklere aykırı hareket eden reklam verenler, reklam ajansları
ve mecra kuruluşları hakkında durdurma veya aynı yöntemle düzeltme veya idari
para cezası ve gerekli görülen hallerde de üç aya kadar tedbiren durdurma
cezası uygulanacağını; Reklam Kurulu’nun (Kurul), ihlalin niteliğine göre bu
cezaları birlikte veya ayrı ayrı verebileceğini; idari para cezalarına konu
fiilleri ve idari para cezalarının miktarını; Reklam Kurulu’nun, idari işleme
konu ihlalin bir yıl içinde tekrar edilmesi halinde belirtilen idari para
cezalarını on katına kadar uygulayabileceğini düzenlemektedir.
6502 sayılı Kanun’un ‘‘Ticari reklam’’
başlıklı 61’inci maddesi ise;
‘‘(1) Ticari reklam, ticaret, iş, zanaat
veya bir meslekle bağlantılı olarak; bir mal veya hizmetin satışını ya da
kiralanmasını sağlamak, hedef kitleyi oluşturanları bilgilendirmek veya ikna
etmek amacıyla reklam verenler tarafından herhangi bir mecrada yazılı, görsel,
işitsel ve benzeri yollarla gerçekleştirilen pazarlama iletişimi niteliğindeki
duyurulardır.
(2) Ticari reklamların Reklam Kurulunca belirlenen ilkelere,
genel ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına uygun, doğru ve dürüst olmaları
esastır.
(3) Tüketiciyi aldatıcı veya onun tecrübe
ve bilgi noksanlıklarını istismar edici, can ve mal güvenliğini tehlikeye
düşürücü, şiddet hareketlerini ve suç işlemeyi özendirici, kamu sağlığını
bozucu, hastaları, yaşlıları, çocukları ve engellileri istismar edici ticari
reklam yapılamaz.
(4) Reklam olduğu açıkça belirtilmeksizin yazı, haber, yayın ve
programlarda, mal veya hizmetlere ilişkin isim, marka, logo veya diğer ayırt
edici şekil veya ifadelerle ticari unvan veya işletme adlarının reklam yapmak
amacıyla yer alması ve tanıtıcı mahiyette sunulması örtülü reklam olarak kabul
edilir. Her türlü iletişim aracında sesli, yazılı ve görsel olarak örtülü
reklam yapılması yasaktır.
(5) Aynı ihtiyaçları karşılayan ya da aynı amaca yönelik rakip
mal veya hizmetlerin karşılaştırmalı reklamı yapılabilir.
(6) Reklam verenler ticari reklamlarında yer alan iddiaların
doğruluğunu ispatla yükümlüdür.
(7) Reklam verenler, reklam ajansları ve mecra kuruluşları bu
madde hükümlerine uymakla yükümlüdür.
(8) Ticari reklamlara ilişkin getirilecek sınırlamalar ile bu
reklamlarda uyulması gereken usul ve esaslar yönetmelikle belirlenir.’’
şeklindedir.
Söz konusu 61’inci maddenin ve 77’nci maddenin on ikinci
fıkrasının lafzından anlaşılacağı üzere; anılan idari yaptırımların muhatabı,
reklam verenler, reklam ajansları ve mecra kuruluşlarıdır. 10.01.2015 tarihli
ve 29232 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Ticari Reklam ve Haksız Ticari
Uygulamalar Yönetmeliği’nin tanımları düzenleyen 4’üncü maddesinin birinci
fıkrasının (m) bendine göre reklam veren, ‘‘ürettiği ya da
pazarladığı malın veya hizmetin tanıtımını yaptırmak, satışını artırmak veya
marka algısını güçlendirmek amacıyla hazırlattığı ve içinde firmasının ya da
markasının yer aldığı reklamları yayınlatan, dağıtan ya da başka yollarla
sergileyen gerçek veya tüzel kişiyi’’; (l) bendine göre reklam ajansı, ‘‘reklamı,
reklam verenin talebi doğrultusunda hazırlayan veya reklam veren adına
yayınlanmasına aracılık eden gerçek ya da tüzel kişiyi’’; (i) bendine göre
mecra kuruluşu, ‘‘reklamın yayınlandığı ve hedef kitleye ulaştırıldığı her
türlü mecranın sahibi olan veya bunları işleten ya da kiraya veren gerçek veya
tüzel kişiyi’’ ifade etmektedir.
Öte yandan iptali talep edilen cümlelere göre; bu
cezalarla birlikte aykırılığın internet ortamı üzerinden gerçekleştirilmesi
halinde, ihlalin gerçekleştiği yayın, kısım, bölüm ile ilgili olarak (URL vb.
şeklinde) erişimin engellenmesine Reklam Kurulu tarafından karar
verilebilecektir. Ancak, teknik olarak ihlale ilişkin içeriğe erişimin
engellenmesinin yapılamadığı veya ilgili içeriğe erişimin engellenmesi yoluyla
ihlalin önlenemediği durumlarda, internet sitesinin tümüne yönelik olarak
erişimin engellenmesi kararı verilebilecektir. Bu karar uygulanmak üzere 04.05.2007 tarihli ve 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan
Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele
Edilmesi Hakkında Kanun’un Erişim Sağlayıcıları Birliği’ni düzenleyen 6/A
maddesi gereğince Erişim Sağlayıcıları Birliği’ne gönderilecektir. Bu karara
karşı sulh ceza hakimliğine başvurulabilecektir. Sulh
ceza hakimliğince verilen karara karşı 04.12.2004
tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu hükümlerine göre itiraz
edilebilecektir. Hal böyleyken, Reklam Kurulu tarafından verilecek erişimin
engellenmesi kararına ilişkin usul ve esasları düzenleyen iptali talep edilen
söz konusu cümleler, Anayasa’ya aykırıdır.
Öncelikle iptali talep edilen cümlelere konu erişimin
engellenmesi kararını verecek merci olan Reklam Kurulu’nun hukuki statüsünü
ortaya koymak gerekmektedir. Bilhassa tüketicilerin korunması ve haksız
rekabetin önlenmesi amacıyla; 6502 sayılı Kanun’un 63’üncü maddesine istinaden[1];
kararlarının Ticaret Bakanlığınca uygulandığı Reklam Kurulu oluşturulmuştur. O
halde ayrı bir (kamu) tüzel kişiliğine sahip olmayan ve görevini (merkezi idare
kapsamında kalan) Ticaret Bakanlığı bünyesinde ifa eden Reklam Kurulu, idari
teşkilatta yer almaktadır. Şu halde iptali talep edilen cümleler uyarınca
erişimin engellenmesi kararı, idare (Kurul) tarafından verilecektir.
İhtilaflı düzenleme, aşağıdaki açılardan Anayasa’ya aykırıdır.
a)Hukuk devleti ve idarenin kanuniliği ilkeleri bakımından:
Hukuk devleti, bütün işlem ve eylemlerinin hukuk kurallarına uygunluğunu
başlıca geçerlik koşulu sayan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurmayı
amaçlayan ve bunu geliştirerek sürdüren, hukuku tüm devlet organlarına egemen
kılan, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, insan haklarına saygı
duyarak bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, Anayasa’ya ve hukuk
kurallarına bağlılığa özen gösteren, yargı denetimine açık olan, yasaların
üstünde yasa koyucunun da uymak zorunda olduğu temel hukuk ilkeleri ile
Anayasa’nın bulunduğu bilinci olan devlettir (Anayasa Mahkemesi’nin 02.06.2009
tarihli ve 2004/10 E.; 2009/68 K. sayılı Kararı). Hukuk devletinin önkoşullarından olan hukuki güvenlik ilkesi hukuk
normlarının öngörülebilir olmasını, hukuki belirlilik ilkesi de kanun
hükümlerinin şüpheye yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılabilir olmasını
ve ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem
içermesini ifade etmektedir (bkz. AYM 9.2.2017, 2016/143 E.– 2017/23 K. par.
13; RG. 12.4.2017-30036) (Anayasa Mahkemesi’nin 04.05.2017 tarihli
ve 2015/41 E.; 2017/98 K. sayılı Kararı). Hukuk devleti ilkesi gereğince,
idareye işlem tesis ederken ve eylemde bulunurken veya görevlerini yerine
getirirken belirli ölçüde hareket serbestliği sağlayan takdir yetkisinin
kullanımı mutlak, sınırsız, keyfi biçimde gerçekleşemez; idarenin takdir
yetkisinin sınırları, keyfi işlem ve eylemleri önlemek amacıyla kanunla
çizilmelidir.
Öte yandan Anayasa’nın 123’üncü maddesinde yer alan idarenin
kanuniliği ilkesinin iki boyutu bulunmaktadır. İlk boyutu, idarenin secundum
legem özelliğidir (kanuna dayanma ilkesidir). Bu ilkeye göre idarenin düzenleme
yetkisi kanundan kaynaklanır. İkinci boyutu, idarenin intra legem özelliğidir
(kanuna aykırı olmama ilkesidir). Bu ilkeye göre idarenin işlem ve eylemleri
kanunun çizdiği sınırlar içinde kalmalıdır.
O halde idare içinde konumlanan Reklam Kurulu tarafından
verilecek erişimin engellenmesi kararına ilişkin usul ve esasların hukuk
devletinin temel taşı olan maddi anlamdaki kanunilik kıstasının gereklerini
karşılaması ve kanuna dayanması ile kanuna aykırı olmaması için; genel
çerçevesinin keyfi uygulamaya yer vermeyecek açıklıkta kanun düzeyinde
çizilmesi gerekmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin de belirttiği üzere, “Kamu gücüne temel hak ve özgürlüklere yönelik
sınırlama yetkisi tanıyan yasal düzenlemelerin bu yetkinin kullanılmasına
ilişkin kapsam ve usulleri yeterli bir açıklıkta tanımlaması da
gerekmektedir.’’ (Anayasa Mahkemesi’nin 15.11.2017 tarihli ve 2015/76
E.; 2017/153 K. sayılı Kararı, § 32).
Ancak iptali talep edilen cümlelerde, Anayasal ilkelerin aksine;
Reklam Kurulu’nu kayıtlayacak kanun düzeyinde net, açık ve anlaşılabilir bir
ölçüt (Kurulun anılan 77’nci maddenin on ikinci fıkrasında dayanarak verdiği
idari cezalar kesinleştikten sonra erişimin engellenmesi kararı vermesi,
erişimin engellenmesi kararının muhatabına içeriği kaldırması için ihtar
yapılması vb. hususlar), öngörülmemiştir. Kanun
koyucu, gerek (iptali talep edilen ilk cümle uyarınca) ihlalin gerçekleştiği
yayın, kısım, bölüm ile ilgili olarak (URL vb. şeklinde) erişimin engellenmesi
kararının alınmasında gerek (iptali talep edilen ikinci cümle uyarınca) internet
sitesinin tümüne yönelik olarak erişimin engellenmesi kararının alınmasında ‘‘karar(ı) verilebilir’’ şeklindeki ibareyi
kullanmak suretiyle; Kurula takdir yetkisi tanımış ve fakat bu yetkiyi, kanun
düzeyinde çerçeveleyip, kayıtlamamıştır. Bir başka deyişle, idareye
verilen yetkinin kullanımına ilişkin somut koşullar, güvenceler ve sınırlar
öngörülmemiş; hukuk devletinin gerektirdiği asgari normatif belirlilik
sağlanmamıştır. Kurul, anılan 77’nci maddenin on ikinci fıkrasında yer alan
cezalarla birlikte aykırılığın internet ortamı üzerinden gerçekleştirilmesi (söz
gelimi kamu sağlığını bozucu ticari reklamın internet üzerinden yapılması)
halinde; ihlalin gerçekleştiği yayın, kısım, bölüm ile ilgili olarak (URL vb.
şeklinde) erişimin engellenmesine karar verebilecektir. Dahası teknik olarak
ihlale ilişkin içeriğe erişimin engellenmesi yapılamadığı veya ilgili içeriğe
erişimin engellenmesi yoluyla ihlalin önlenemediği durumlarda, internet
sitesinin tümüne yönelik olarak erişimin engellenmesi kararı verilebilecektir.
Ancak 6502 sayılı Kanun’un 63’üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca Reklam
Kurulu üyelerinin (söz gelimi Sağlık Bakanlığı’nın görevlendireceği
bir üye; Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın görevlendireceği bir üye) ihtisas
alanları, erişimin engellenmesi kararına yönelik teknik alanla örtüşmemektedir.
(Nitekim bu alanda uzman, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’dur.) Reklam
Kurulu’nun erişimin engellenmesi kararı verebilmesi için; (Kurul tarafından
tespit edilecek) aykırılığın, internet üzerinden gerçekleştirilmesi yeterlidir.
Öte yandan gelişen teknoloji karşısında; teknik olarak, ihlale ilişkin içeriğe
erişimin engellenmesi yapılamadığı veya ilgili içeriğe erişimin engellenmesi
yoluyla ihlalin önlenemediği durumların sıklığı göz önüne alındığında; Reklam
Kurulu’nun erişimin engellenmesine yönelik kararlarının ekseriyeti, internet
sitesinin tümü hakkında olacaktır. Buna ilave olarak söz konusu kararın
uygulanmak üzere Erişim Sağlayıcıları Birliği’ne gönderilmesi; bu karara karşı
sulh ceza hakimliğine başvurulabilmesi ve sulh ceza hakimliğince verilen
kararlara karşı itiraz edilebilmesi; Reklam Kurulu’nu erişimin engellenmesine
yönelik idari kararı almadan önce sınırlandıracak hususlar değildir. Başka bir
anlatımla bu hususlar, Reklam Kurulu’nun erişimin engellenmesi kararını dayandıracağı
esasları ortaya koymamakta, öngörülebilirlik sağlayacak maddi ölçütlere tekabül
etmemekte, kara alım usulüne dair güvenceleri içermemekte ve kayıtlayıcı bir
nitelik taşımamaktadır.
O halde idare, Kurul, sınırsız ve keyfi takdir yetkisine
dayanarak (kanuni mesnetten yoksun) söz konusu idari kararı kuracaktır. Bu
nedenlerle iptali talep edilen cümleler, Anayasa’nın 2 ve 123’üncü maddelerine
aykırıdır.
b)Yasama yetkisinin devredilmezliği bakımından: Anayasa’nın
7’nci maddesinde temelini bulan yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine göre
yasama yetkisi yalnız Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne aittir. Bu nedenle
idareye düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralının temel ilkeleri ortaya
koyması ve çerçeveyi çizmesi gerekir. Diğer bir deyişle idareye sınırsız ve
belirsiz bir düzenleme yetkisi bırakılamaz. Nitekim idarenin düzenleme yetkisi;
sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir yetkidir. Yasa ile yetkilendirme,
Anayasa’nın öngördüğü biçimde yasa ile düzenleme anlamını taşımamaktadır
(Anayasa Mahkemesi’nin 02.05.2008 tarihli ve 2005/68 E.; 2008/102 K. sayılı
Kararı). İptali talep edilen cümlelerin hükmünde olduğu gibi kanun düzeyinde
temel ilkeleri belirlenmeksizin ve çerçevesi çizilmeksizin; idareye (Kurula);
erişimin engellenmesine yönelik idari karar alma yetkisi veren yasa
hükmü, Anayasa’nın 7’nci maddesine aykırılık oluşturur.
c)Eşitlik ilkesi, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasının
sınırları, teşebbüs hürriyeti bakımından: Anayasa
Mahkemesi’nin ifade ettiği üzere; “[Eşitlik ilkesi] ile güdülen amaç, benzer
koşullar içinde olan, özdeş nitelikte bulunan durumların yasalarca aynı işleme
uyruk tutulmasını sağlamaktır.” (Anayasa Mahkemesi’nin 13.04.1976 tarihli ve
1976/3 E.; 1976/3 K. sayılı Kararı). Yine AYM’ye göre; “Eşitlik ilkesinin
amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalar karşısında aynı işleme bağlı
tutulmalarını sağlamak, ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir”
(Anayasa Mahkemesi’nin 07.02.2006 tarihli ve 2006/11 E.; 2006/17 K. sayılı
Kararı). Eşitlik ilkesinin ihlal edilip edilmediği hususunun tespitinde, somut
olayda yapılan ayrımın haklı bir nedene dayanıp dayanmadığı noktası dikkate
alınır: “Anayasa'nın 10. maddesinde öngörülen eşitlik, mutlak anlamda bir
eşitlik olmayıp, ortada haklı nedenlerin bulunması halinde, farklı uygulamalara
imkan veren bir ilkedir” (Anayasa Mahkemesi’nin 11.12.1986 tarihli ve 1985/11
E.; 1986/29 K. sayılı Kararı).
İptali talep edilen cümlelerin idareye (Kurula) verdiği sınırsız
takdir yetkisi, aynı veya benzer içeriğe sahip internet siteleri hakkında
farklı idari kararlar alınmasına; diğer bir deyişle onlar arasında idare
tarafından kayırma/ayrımcılık yapılmasına neden olabileceğinden; anılan
cümleler, Anayasa’nın 10’uncu maddesinde yer alan eşitlik ilkesine de aykırıdır.
Zira eşitlik ilkesinin ihlal edilip edilmediği hususunun tespiti, münferit
olayda benzer kişi kategorileri arasında gerçekleştirilen ayrıma ilişkin bir
‘‘haklı neden’’in var olup olmadığına göre yapılır. Ne var ki, iptali talep
edilen cümlelerin idareye verdiği keyfi uygulamalara sebep olabilecek sınırsız
takdir yetkisi, Kurul tarafından aynı içeriğe sahip internet sitelerinden biri
hakkında erişimin engellenmesi kararı alınırken; diğeri
hakkında alınmamasına ilişkin haklı nedeni somutlaştırmaya elverişli değildir.
Başka bir anlatımla kanun koyucu, gerek (iptali
talep edilen ilk cümle uyarınca) ihlalin gerçekleştiği yayın, kısım, bölüm ile
ilgili olarak (URL vb. şeklinde) erişimin engellenmesi kararının alınmasında
gerek (iptali talep edilen ikinci cümle uyarınca) internet
sitesinin tümüne yönelik olarak erişimin engellenmesi kararının alınmasında ‘‘karar(ı) verilebilir’’ şeklindeki ibareyi
kullanmak suretiyle; Kurula takdir yetkisi tanımış ve fakat bu yetkiyi, kanun
düzeyinde çerçeveleyip, kayıtlamamıştır.
O halde Kurul, aynı nitelikteki aykırılıkların internet
ortamı üzerinden gerçekleştirilmesi halinde; ihlalin gerçekleştiği yayın,
kısım, bölüm ile ilgili olarak (URL vb. şeklinde) biri bakımından erişimin
engellenmesine karar verip diğeri bakımından vermeyebilir yahut teknik olarak
ihlale ilişkin içeriğe erişimin engellenmesi yapılamadığı veya ilgili içeriğe
erişimin engellenmesi yoluyla ihlalin önlenemediği durumlarda; bir internet
sitesinin tümü hakkında anılan kararı alırken diğer internet sitesinin tümü
hakkında almayabilir. Bu nedenle uygulamada
haklı nedene dayanmayan muamele farklılıklarına yol açacağı muhakkak
olan ve keyfiliğe karşı hiçbir güvence içermeyen iptali talep edilen cümleler, Anayasa’nın 10’uncu maddesine aykırıdır.
Öte yandan anılan 77’nci maddenin on ikinci
fıkrasında düzenlenen idari cezalar; reklam verenler, reklam ajansları ve mecra
kuruluşları hakkında uygulanacaktır. Açıklandığı üzere reklam verenler, reklam
ajansları ve mecra kuruluşları tüzel kişi de olabilmektedir. İhlalin
gerçekleştiği yayın, kısım, bölüm veya internet sitesinin tümü hakkında verilen
erişimin engellenmesi kararına konu olan ticari reklama ilişkin tüzel kişi
reklam verenler, reklam ajansları ve mecra kuruluşları ile tüzel kişi içerik /
yer / erişim sağlayıcılar bakımından bu durum, eşitlik ilkesi
bağlamında teşebbüs hürriyetinin konusu kapsamında kalmaktadır.
Zira Anayasa’nın 48’inci maddesinin ikinci fıkrası uyarınca Devletin, özel
teşebbüslerin güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasına yönelik tedbirleri
almaya ilişkin pozitif yükümlülüğü vardır ve Anayasa’nın 10’uncu maddesi
uyarınca Devlet, bu pozitif yükümlülüğü her bir özel teşebbüs bakımından
(benzer koşullar içinde olan, özdeş nitelikte bulunanlar için) eşit şekilde
yerine getirmekle mükelleftir. Bir özel teşebbüs bakımından eşitlik ilkesinin
ihlal edilip edilmediği hususunun tespiti de, somut olayda benzer durumda
olanlara ilişkin bir muamele farklılığı yapmayı meşrulaştıracak ‘‘haklı
neden’’in var olup olmadığına göre yapılır. Ancak iptali talep edilen
cümlelerle erişimin engellenmesi kararına yönelik (haklı bir neden olmadan
muamele farklılığı yapılmasına da yol açabilecek) sınırsız
takdir yetkisinin idareye (Kurula) verilmesi, aynı
içerikli internet sitesiyle ilgili özel teşebbüsler arasında idare tarafından
kayırma/ayrımcılık yapılmasına neden olabileceğinden; anılan cümleler,
Anayasa’nın 10 ve 48’inci maddelerine aykırıdır.
Diğer bir deyişle Devletin bir özel teşebbüs bakımından pozitif
yükümlülüğünü yerine getirmesini ve fakat aynı durumdaki bir diğerini
gözetmemesini; daha somut bir anlatımla, benzer durumdaki özel teşebbüsler
arasındaki muamele farklılığını haklı kılacak bir nedenin temellendirilmesini
sağlayacak nesnel bir yasal ölçüt bulunmamaktadır. Yine bu durumda, erişimin
engellenmesi kararına muhatap iki teşebbüs, eşitsiz bir uygulamayla karşı
karşıya kalabilecektir. Ayrıca iptali talep edilen cümleler; söz konusu idari
kararın kanuni çerçevesini çizmeden, ayrımcı, öngörülemez ve keyfî işlem ve
eylemlere açık uygulamalara sebep olarak, demokratik bir toplumda gereklilik
bulunmazken teşebbüs hürriyetini sınırlandırdığından, bir başka deyişle yasallık
ve gereklilik ölçütlerini karşılamadığından; Anayasa’nın 13’üncü maddesine de
aykırıdır.
ç)Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasının sınırları ve
mülkiyet hakkı bakımından: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Ek 1 No’lu
Protokolü’nün 1’inci maddesinde ve Anayasa’nın 35’inci maddesinde temelini
bulan mülkiyet hakkı; sahibine mülkiyetine müdahale edilmeksizin yararlanma,
mülkiyetten yoksun bırakılmama, mülkiyetinin kullanımının kontrol edilmemesi
imkanı sağlar. Bununla birlikte mülkiyet hakkı; bir kimsenin, başkasının
hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara da uymak koşulu ile
bir şey üzerinde dilediği biçimde kullanma, ürünlerinden yararlanma, tasarruf
etme (başkasına devretme, biçimini değiştirme, harcama ve tüketme, hatta yok
etme) şeklinde tanımlanmaktadır (Anayasa Mahkemesi’nin 21.06.1989 tarihli ve
1988/ 34 E., 1989/26 K. sayılı Kararı).
6502 sayılı Kanun’un 61’inci maddesinin birinci fıkrası uyarınca
ticari reklam, ticaret, iş, zanaat veya bir meslekle bağlantılı olarak; bir mal
veya hizmetin satışını ya da kiralanmasını sağlamak, hedef kitleyi
oluşturanları bilgilendirmek veya ikna etmek amacıyla reklam verenler
tarafından herhangi bir mecrada yazılı, görsel, işitsel ve benzeri yollarla
gerçekleştirilen pazarlama iletişimi niteliğindeki duyurulardır. Ticari
reklamlar, satın alma sürecinde tüketiciler ile satıcı – sağlayıcılar arasında
bağlantı kurar; mal ve hizmet sunanların kendilerini ve ürünlerini tanıtmasını
ve dolayısıyla tüketicilerin bilgi sahibi olmasını sağlar; ürünlerin
pazarlanmasında firmaların rekabet kabiliyetini arttırır. İptali
talep edilen cümlelerdeki erişimin engellenmesi kararına konu internet
sitelerinde yer alan ticari reklamlar üzerinde reklam verenlerin
(aralarındaki sözleşmeye göre reklam ajansları ve mecra kuruluşlarının)
mülkiyet hakkı bulunmaktadır. Başka bir anlatımla fikri eser olarak mal ve
hizmetlerin tanıtımı da mal ve hizmetler kadar mülkiyet hakkının konusunu
oluşturmaktadır. Kanun koyucu, ticari reklamların yer aldığı internet sitelerinin
erişiminin engellenebileceğini öngörmek suretiyle; reklam
verenlerin (aralarındaki sözleşmeye göre reklam ajansları ve mecra
kuruluşlarının) mülkiyet hakkına müdahale etmiştir. Ancak mülkiyet
hakkına söz konusu müdahalenin hukuka uygun nitelik taşıması için,
Anayasa’nın 13’üncü maddesinde yer alan temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması ölçütlerinin gereklerini (özellikle yasallık ve ölçülülük
ilkeleri bakımından) karşılaması gerekmektedir. Buna karşın, iptali talep
edilen cümlelerle, mülkiyet hakkına müdahale yetkisi (erişimin engellenmesine
karar verme yetkisi) idarenin (Kurulun) uhdesine bırakılarak; kanunilik
ilkesinin gerekleri karşılanmamıştır. Zira; erişimin engellenmesi kararının
usul ve esasları bakımından kanun düzeyinde yeterli
açıklık ve öngörülebilirlik sağlanmamış, hak sınırlamaya ilişkin somut ölçüt,
usul ve güvenceler açık, net, anlaşılabilir biçimde belirlenmemiştir. Kanun koyucu,
erişimin engellenmesi kararı verme yetkisini dayanılacak esas ve
usullere ilişkin çerçeveyi çizmeden idarenin uhdesine bırakmak
suretiyle; anılan hakka, nesnel ölçütlere dayandırılamayan idari kararlarla
müdahale edilmesinin önünü açmıştır. Reklam verenler, hangi durum ve koşullarda
erişimin engellenmesi kararıyla mülkiyet haklarının sınırlanabileceğini makul düzeyde
öngörebilecek konumda değillerdir. Bu itibarla; ihtilaflı düzenleme, ne
kanunilik gereğini karşılamakta ne de demokratik toplumda gereklilik ilkesini
ve özellikle de ölçülülük gereğini karşılayacak sınır ve güvenceleri
sunmaktadır. Tüm bu nedenlerle iptali talep edilen cümleler, Anayasa’nın 13 ve
35’inci maddelerine aykırıdır.
d)Temel hak
ve özgürlüklerin sınırlandırılmasının sınırları ile haberleşme,
düşünceyi açıklama ve yayma, basın hürriyetleri bakımından: İptali talep edilen
cümlelere konu erişimin engellenmesi kararını,
Anayasa’nın haberleşme hürriyetini düzenleyen 22’inci; düşünceyi açıklama ve
yayma hürriyetini düzenleyen 26’ncı ve basın hürriyetini düzenleyen 28’inci
maddeleri bağlamında da değerlendirmek gerekmektedir. Zira internet, söz konusu
hürriyetlerin kullanım mecralarından biridir. Nitekim Anayasa Mahkemesi bir
kararında erişimin engellenmesinin, Anayasa'nın 22’nci maddesindeki haberleşme
hürriyeti ve 26’ıncı maddesindeki düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti ile
doğrudan ilgili olduğuna işaret etmiştir (Anayasa Mahkemesi’nin 02.10.2014
tarihli ve 2014/149 E.; 2015/151 K. sayılı Kararı).
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de internete erişimi,
Sözleşme’nin ifade özgürlüğünü düzenleyen 10’uncu maddesi bağlamında
değerlendirmiştir: ‘‘Bu dava, kullanıcıların video göndermelerine, izlemelerine ve
paylaşmalarına imkân sağlayan Youtube adlı internet sitesine erişimin
engellenmesine ilişkindir. Başvuranlar, özellikle, bilgi ve fikir alma ve yayma
haklarının ihlal edildiği hususunda şikâyette bulunmuşlardır. Mahkeme,
özellikle, tümü farklı üniversitelerde akademisyen olarak görev yapan
başvuranların, uzun bir süre boyunca Youtube sitesine giriş yapamamış oldukları
ve somut davanın koşullarında, başvuranların, aktif kullanıcılar olarak, söz
konusu engelleme kararının bilgi ve fikir alma ve yayma haklarını etkilediği
şeklinde haklı bir iddiada bulunabilecekleri kanaatine varmıştır. Mahkeme, bu
bağlamda, Sözleşme’nin 10. maddesinin (ifade özgürlüğü) ihlal edildiğine karar
vermiştir. Mahkeme, aynı zamanda, Youtube adlı sitenin, özellikle siyasi ve
sosyal konularda ilgi çeken bilgilerin yayınlanmasına ve vatandaş
gazeteciliğinin ortaya çıkmasına imkân tanıyan tek platform olduğunu
gözlemlemiştir. Mahkeme, ayrıca, yerel mahkemelerce, internete erişimin, somut
davada Youtube sitesine erişimin bütünüyle engellenmesine imkân tanıyan
herhangi bir kanun hükmü bulunmadığı sonucuna varmıştır. (Cengiz ve Diğerleri
/Türkiye Kararı)’’.[2]
AİHM, ayrıca, reklam mahiyetindeki içeriklerin de Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nin 10’uncu maddesinin korumasında olduğunu ifade etmektedir
(Bkz. örneğin: AİHM, Société de Conception de Presse et d’Edition et
Ponson-Fransa, 5 Mart 2009, Başvuru No: 26935/05, §§
29-38).
Söz konusu hürriyetlere yapılacak müdahalenin (eldeki dava
konusu yönünden internet siteleri -yayın, kısım, bölüm ile ilgili olarak veya
tümü- hakkında erişimin engellenmesi kararının
verilmesi), Anayasa’nın 13’üncü maddesinde yer alan temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasının sınırlarına (eldeki dava konusu yönünden bilhassa –maddi
anlamda- kanunla sınırlandırılma) uygun olması gerekir. Nitekim “Kamu gücüne temel hak ve özgürlüklere yönelik
sınırlama yetkisi tanıyan yasal düzenlemelerin bu yetkinin kullanılmasına
ilişkin kapsam ve usulleri yeterli bir açıklıkta tanımlaması da
gerekmektedir.’’ (Anayasa Mahkemesi’nin 15.11.2017 tarihli ve
2015/76 E.; 2017/153 K. sayılı Kararı, § 32).
Ancak iptali talep edilen cümleler, aykırılığın internet ortamı
üzerinden gerçekleştirilmesi halinde, ihlalin gerçekleştiği yayın, kısım, bölüm
ile ilgili olarak (URL vb. şeklinde); teknik olarak ihlale ilişkin içeriğe
erişimin engellenmesi yapılamadığı veya ilgili içeriğe erişimin engellenmesi
yoluyla ihlalin önlenemediği durumlarda, internet sitesinin tümüne yönelik
olarak erişimin engellenmesi kararının Reklam Kurulunca verilebileceğini hüküm
altına almaktadır. Anılan cümlelerin lafzından anlaşılacağı üzere; yargı merci
yerine idare tarafından bu kararın verilebileceği düzenlenmektedir. Halbuki
5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar
Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun’un 8’inci maddesinde
içeriğin çıkarılması ve/veya erişimin engellenmesi kararının, soruşturma
evresinde hakim, kovuşturma evresinde ise mahkeme tarafından verileceği; 9’uncu
maddesinde sulh ceza hakimine başvurulabileceği hüküm altına alınmıştır. Kaldı
ki (Anayasa Mahkemesi’nin 27.10.2021 tarihli ve 2018/14884
Bireysel Başvuru No’lu Keskin Kalem Yayıncılık ve Ticaret A.Ş. ve Diğerleri pilot
kararında belirtildiği üzere) anılan 8’inci ve 9’uncu madde dahi;
haberleşme, düşünceyi açıklama ve yayma, basın hürriyetlerine yapılacak
müdahaleyi hukuka uygun kılmaya yönelik yeterli usul güvencelerini haiz
değildir (bkz. aşağıda “f” başlıklı alt başlık). Buna rağmen kanun koyucu, söz
konusu genel hükümden (8’inci ve 9’uncu maddelerden) haklı bir neden olmaksızın
sapmakta; erişimin engellenmesi kararı verme yetkisini yargı yerine idarenin
uhdesine bırakmakta; ticari reklamlar bakımından güvencesiz bir ortama mahal
vermektedir. Öte yandan kararın icrası için yine 5651 sayılı Kanun’un 6/A
maddesine atıf yapılmak suretiyle; ticari reklamlar bakımından ikili kanuni
rejim (6502 sayılı Kanun’un 77’nci maddesinin on ikinci fıkrasına 7392 sayılı
Kanun’un 15’inci maddesiyle eklenen cümleler uyarınca; kararı veren: Reklam
Kurulu, 5651 sayılı Kanun’un 6/A maddesi gereğince; kararı uygulayan: Erişim
Sağlayıcıları Birliği’dir.) öngörülmektedir. [Belirtmek gerekir ki kanun
koyucu, erişimin engellenmesi kararını vermeye yetkili yargı merciine ilişkin
genel hükmü koymuş ve fakat akabinde birçok kanun hükmüyle (söz gelimi
21.12.2021 tarihli ve 7346 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun’un 29’uncu maddesiyle 05.05.2009 tarihli ve 5894 sayılı Türkiye Futbol
Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’a eklenen ek madde 1 uyarınca
Türkiye Futbol Federasyonu Yönetim Kurulu’nun erişimin engellenmesi kararı
verebilmesi), bu yetkiyi başka mercilere - idareye tevdi ederek, anılan genel
hükmü hukuken etkisiz kılmak suretiyle; işlevsiz hale getirmektedir. Başka bir
anlatımla kanun koyucu, erişimin engellenmesi kararını verme yetkisini
mütemadiyen idareye vermek suretiyle; bu yetkiyi mukim olarak yargıdan
almıştır.] O halde iptali talep edilen cümleler, bu kararın yargı mercii yerine
idare tarafından verilecek olması da gözetildiğinde; anılan hürriyetlere –maddi
anlamda- kanunilik ilkesinin gereği karşılanmayarak müdahale edilmesine yol
açacaktır. Zira; erişimin engellenmesi kararının usul ve esasları bakımından kanun
düzeyinde yeterli açıklık ve öngörülebilirlik sağlanmamış, hak sınırlamaya
ilişkin somut ölçüt, usul ve güvenceler açık, net, anlaşılabilir
biçimde belirlenmemiş ve bu koşullarda idare tarafından internet sitesinin
tümüne erişimin engellenmesi şeklindeki kategorik kararın alınabilmesi mümkün
kılınmıştır. Kanun koyucu, erişimin engellenmesi kararı verme
yetkisini, dayanılacak esas ve usullere ilişkin çerçeveyi çizmeden idarenin
uhdesine bırakmak suretiyle; anılan haklara nesnel ölçütlere dayandırılamayan
idari kararlarla müdahale edilmesinin önünü açmıştır. Bu itibarla; ihtilaflı
düzenleme, ne kanunilik gereğini karşılamakta ne de demokratik toplumda
gereklilik ilkesini ve özellikle de ölçülülük gereğini karşılayacak sınır ve
güvenceleri sunmaktadır. Buna ilave olarak ‘‘internet, ulusal veya uluslararası düzeyde
sınırlı sayıda düzenlemenin kabul edildiği yeni bir iletişim alanıdır. Bu
nedenle, ulusal ve uluslararası yargıçlar, internet üzerinde ifade özgürlüğünün
korunmasına ilişkin standartları oluşturulmasında önemli bir rol
oynamaktadırlar.’’[3] Ancak iptali talep edilen
cümlelerle yargı mercileri tarafından standartların oluşturulmasının önüne
geçilmektedir.
Eklemek gerekir ki; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 23.06.2020
(Final: 16.11.2020) tarihinde erişimin engellenmesine yönelik dört karar
vermiştir: 20159/15 Başvuru No’lu Bulgakov / Rusya kararı[4];
10795/14 Başvuru No’lu Vladimir Kharitonov / Rusya kararı[5];
61919/16 Başvuru No’lu Engels / Rusya kararı[6]; 12468/15 Başvuru No’lu OOO Flavus
ve diğerleri / Rusya kararı[7]. Anılan kararlarda, internet
sitelerine erişimin engellenmesi kararının meşru kabul edilebilmesi, keyfi
sonuçlar doğurmaması için; iç hukukta öngörülmesi gereken güvenceler tespit edilmiştir.
Bu tespitleri genel olarak şu şekilde sıralamak mümkündür: erişimin
engellenmesi kararı muhataplarının (internet sitesi sahiplerinin) karar alınma
sürecine katılma olanağının bulunması (bu olanağın bulunmamasının emareleri
olarak şu örnek durumlar sayılabilir: onlara önceden bildirimde bulunulmaması;
onların bilgilendirilmemesi; onların beyanda bulunmaya davet edilmemesi; onlara
hukuka aykırı içerikleri kaldırmaları için olanak tanınmaması); muhatapların
hukuki dinlenilme haklarını kullanabilecekleri biçimde uyuşmazlığın çekişmeli
yargı marifetiyle çözülmesi, kararın derhal uygulanması yerine karara karşı
bağımsız ve tarafsız merciiler nezdinde kanun yolunun öngörülmesi; ölçülülük
ilkesine istinaden amaç ve araç arasında denge / oran gözetilmesi ve seçilen
aracın niçin seçildiğinin (etkisinin) gerekçelendirilmesi (Engels / Rusya
kararı, § 31, 32, 33).
AİHM’nin belirlediği ölçütlerin aksine, (Türkiye Cumhuriyeti’nin
iptali talep edilen cümleler nedeniyle uluslararası sorumluluğun doğmasına
sebep olacak biçimde) söz konusu erişimin engellenmesi kararının (bağımsız ve
tarafsız yargı mercii yerine) idare (Reklam Kurulu) tarafından verilmesi,
erişimin engellenmesi kararına muhatapların söz konusu kararın alınma sürecine
dahil olmaması, söz konusu kararın hakim onayına tabi tutulmaması, muhatapların
anılan karara karşı sulh ceza hakimliğine başvurabilmesinin ve sulh ceza
hakimliğinin kararına karşı Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre itiraz edebilmesinin
öngörülmesi ve fakat bu kanun yolunun (açıklandığı üzere) yeterli usul
güvencelerine sahip olmaması ve bu kanun yolu bakımından süre şartı
getirilmemesi; muhataplara önceden bildirimde bulunulmaması, idarenin aşırı bir
takdir yetkisine sahip olması, muhatapları koruyucu usul hükümlerinin
öngörülmemesi, muhatabın hukuki dinlenilme hakkını kullanabilmesi için gerekli
ortamın hazırlanmaması, uyuşmazlığa çekişmeli bir karakter kazandırılmaması,
kararın kesinleşmeden derhal icrası, internet sitesi sahiplerinin ve internet
kullanıcılarının haklarını daha az kısıtlayan başka bir aracın niçin
seçilmediğinin gerekçelendirilmemesi; anılan hürriyetlere yapılacak müdahalenin
demokratik toplumda gereklilik koşulunu karşılamadığını göstermekte ve onu
hukuka aykırı hale getirmektedir.
Yine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bir internet sitesine
erişimin tümden engellenmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiğini
değerlendirdiği 18.12.2012 tarihli ve 3111/10 Başvuru No’lu Ahmet Yıldırım /
Türkiye kararında, ihlal hükmünü şu şekilde kurmuştur:
‘‘AİHM, bir bilgi kaynağına erişimin kısıtlanması kararının,
sadece internete erişime ilişkin yasağa sınırlama getiren ve muhtemel bir
kötüye kullanma durumuna karşı hukuki kontrol güvencesi sunan katı bir yasal
çerçevede verildiği takdirde Sözleşme’yle uyumlu olduğunu hatırlatmaktadır.
Ancak, Denizli Sulh Ceza Mahkemesi sadece soruşturma konusu siteyi bloke etmek
için uygulanabilecek daha hafif nitelikli bir tedbir kararının varlığını
araştırmaksızın TİB’in kendisine sunduğu talebe atıf yaparak, doğrudan “Google
Sites” isimli yer sağlayıcısını tümden erişime kapatmıştır. Mahkeme, aynı
zamanda hâkimlerin, özellikle “Google Sites”a erişimin tamamen engellenmesi
gerekliliğini değerlendirerek, ihtilaf konusu olaydaki çeşitli yararlar
arasındaki dengeyi araştırmaya çalışmadıklarını kaydetmektedir. AİHM, bu
eksikliğin, “Google Sites” isimli yer sağlayıcısını tümden erişime
kapatılmasının yerindeliği hakkında hâkimlere değerlendirme zorunluluğu
yüklemeyen ilgili kanundan kaynaklandığını belirtmektedir. Ayrıca hâkimlerin,
böyle bir tedbirin, internette bulunan bilgilerin büyük çoğunluğuna erişimi
engellediğini, dolayısıyla bu durumun internet kullanıcılarının haklarını
olumsuz yönde ve doğrudan etkilediğini, buna bağlı olarak, bazı önemli
etkilerinin de söz konusu olabileceğini dikkate almaları gerekirdi.
Oysa 5651 sayılı kanunun 8. maddesinin öngördüğü müdahale,
Sözleşme’nin gerektirdiği öngörülebilirlik koşuluna cevap vermemektedir. Aynı
zamanda, bu müdahale başvuranın demokratik bir toplumda hukukun üstünlüğünün
gerektirdiği ölçüde yeterli bir korumaya sahip olmasına imkân vermemiştir.
Diğer yandan, AİHM Sözleşme’nin 10. maddesinin 1. paragrafında düzenlenen,
ifade özgürlüğü hakkının “ülke sınırları gözetilmeksizin” korunan bir hak
olduğunu hatırlatmaktadır.
Söz konusu tedbir kararı, keyfi sonuçlar doğurmuştur. Ayrıca,
siteye erişimin engellenmesine ilişkin hukuki kontrol, kötüye kullanma
durumlarından kaçınmak amacıyla yeterli şartları taşımamaktadır. Sonuç olarak,
Sözleşme’nin 10. maddesi ihlal edilmiştir.’’[8]
O halde AİHM’nin anılan kararında da belirtildiği üzere; teknik
olarak yayın, kısım, bölüm engellenmesinin mümkün olmadığı durumlarda dahi; bir
internet sitesine erişimin tümden engellenmesi; Anayasa Madde 13’ün öngördüğü
sınırlama ilkesine aykırı olduğu gibi orantılılık ilkesine ve demokratik bir
toplumun gereklerine aykırıdır. Bu nedenle anılan cümleler, Anayasa’nın 13, 22,
26 ve 28’inci maddelerine aykırıdır.
e)Cezaların şahsiliği ilkesi bakımından:
Anayasa’nın 38’inci maddesi uyarınca ceza sorumluluğu şahsidir. Anayasa
Mahkemesi’nin de belirttiği üzere; ‘‘Ceza sorumluluğunun şahsiliği ceza
hukukunun temel kurallarındandır. Cezaların şahsiliğinden amaç, bir kimsenin
işlemediği bir fiilden dolayı cezalandırılmamasıdır. Diğer bir anlatımla bir
kimsenin yalnızca kendi kusurlu eyleminden sorumlu olmasıdır. Bu ilkeye göre
fiili işleyenler ve fiile iştirak edenlerden başka kişilerin bir suç sebebiyle
cezalandırılmaları mümkün değildir. Anayasa’nın anılan maddesinin yedinci
fıkrasıyla ilgili gerekçede de “…fıkra, ceza sorumluluğunun şahsi olduğu; yani
failden gayri kişilerin bir suç sebebiyle cezalandırılamayacağı hükmünü
getirmektedir. Bu ilke dahi ceza hukukuna yerleşmiş ve ‘kusura dayanan ceza
sorumluluğu’ ilkesine dahil, terki mümkün olmayan bir temel kuralıdır.”
denilmektedir.’’ (Anayasa Mahkemesi’nin 10.12.2020 tarihli ve 2020/61 E.;
2020/74 K. sayılı Kararı, § 6). Ceza hukukunun genel prensipleri (söz gelimi
kusursuz ceza olmaz ilkesinin -nulla poena sine culpa- bir görünümü olan
cezaların şahsiliği ilkesi), idari yaptırımlar bakımından da geçerli
olduğundan; erişimin engellenmesi kararı, sadece ihlale sebep olan içerik
bakımından öngörülmelidir. Ancak iptali talep edilen cümlelerle teknik olarak
(ihlalin gerçekleştiği yayın, kısım, bölüm yerine) ihlale ilişkin içeriğe
erişimin engellenmesi yapılamadığı veya ilgili içeriğe erişimin engellenmesi
yoluyla ihlalin önlenemediği durumlarda, internet sitesinin tümüne yönelik
olarak erişimin engellenmesi kararı (açıklandığı üzere hak ihlaline daha az
sebep olan başka bir aracın niçin kullanılmadığı gerekçelendirilmeksizin)
verilebilmesi; ihlale sebep olan içeriğin yer aldığı internet sitesinde bulunan
diğer (hukuka uygun) içeriklere de erişimin engellenmesi sonucunu
doğuracağından; diğer (hukuka uygun) içerikler de idari yaptırımın muhatabı
kılınacak ve cezaların şahsiliği ilkesi ihlal edilecektir.
f)Hak arama özgürlüğü, etkili başvuru hakkı, idarenin her türlü
eylem ve işleminin yargı denetimine tabi olması bakımından: İptali istenilen
cümleler uyarınca Kurul tarafından erişimin engellenmesi kararının
verilebilmesi, hak arama özgürlüğünü düzenleyen Madde 36’ya, etkili başvuru
hakkını koruyan Madde 40’a ve “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı
yargı yolu”nun açık olduğunu öngören Madde 125’e aykırıdır.
Anayasa Mahkemesi bir kararında; ‘‘Anayasanın hak arama
özgürlüğüne ilişkin 36. maddesinde, herkesin meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma
ile adil yargılanma hakkına sahip bulunduğu belirtilmiştir. Maddeyle güvence
altına alınan dava yoluyla hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği
taşımanın ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde
yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden
birini oluşturmaktadır. Kişinin uğradığı bir haksızlığa veya zarara karşı
kendisini savunabilmesinin ya da maruz kaldığı haksız bir uygulama veya işleme
karşı haklılığını ileri sürüp kanıtlayabilmesinin, zararını giderebilmesinin en
etkili ve güvenceli yolu, yargı mercileri önünde dava hakkını
kullanabilmesidir. Kişilere yargı mercileri önünde dava hakkı tanınması adil
yargılamanın ön koşulunu oluşturur. Anayasa'nın 40. maddesinde; 'Anayasa ile
tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkes, yetkili makama
geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.
Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere
başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır...' … denilmektedir.’’
şeklinde hüküm kurmuştur (Anayasa Mahkemesi’nin 25.06.2009 tarihli ve 2008/30
E.; 2009/96 K. sayılı Kararı). Buna ilave olarak Anayasa’nın 125’inci
maddesine göre idarenin her türlü eylem ve işlemine karşı yargı yolu açıktır.
Öte yandan Anayasa Mahkemesi bir ihlal kararında:
‘‘137. Yukarıdaki değerlendirmeler çerçevesinde, derece
mahkemelerinin 5651 sayılı Kanun'un 9. maddesi kapsamında verdikleri sistematik
bir sorunun varlığına işaret eden aynı yöndeki kararlarının doğrudan kanun
hükmünden kaynaklandığı dikkate alındığında benzeri yeni ihlallerin önlenmesi
için ülkemizde hâlihazırda işleyen mevcut sistemin yeniden ele alınması
ihtiyacı ortadadır. Hiç şüphesiz internet ortamının organize edilmesi hususunda
benimsenecek devlet politikasının önemli bir parçası olan kanuni düzenlemeleri
yapmak yasama organının takdirindedir. Elbette parlamento, yeni kanuni
düzenlemeleri mevcut sistem içinde kalarak yapmayı da tercih edebilir. Bu
takdirde çevrim içi ortama yönelik müdahalelerin Anayasa'nın 13. maddesi
uyarınca demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olması ve Anayasa'nın
26. maddesinin ihlaline yol açmaması için yapılacak yeni kanuni düzenlemelerde
aşağıda zikredilen asgari standartlara ilişkin önerilerin dikkate alınmasında
yarar olduğu kanaatine varılmıştır:
i. Kanun'un 9. maddesi öngörülebilir bir niteliğe
kavuşturulmalıdır. Bu bağlamda Kanun'un 9. maddesindeki erişimin engellenmesi
usulünün kapsamı ve hukuki niteliği yeterli açıklıkta ve netlikte olacak
şekilde yeniden düzenlenmelidir.
ii. Kanun'un 9. maddesindeki erişimin engellenmesi usulünün
kapsamı belirlenirken internetin sınırlandırılmasını düzenleyen kanunların
olabildiğince dar bir uygulama alanına izin verecek şekilde tasarlanması ve
kullanımının acil bir toplumsal ihtiyacın gerekli kıldığı durumlara özgülenmiş
olması gerektiği dikkate alınmalıdır. Bu bağlamda;
- 9. maddenin Kanun'un amaç ve kapsamını belirleyen 1. madde ile
uyumlaştırılması,
- Hangi davranış veya olgulara hangi hukuksal sonuçların
bağlanacağının ve bu bağlamda kamusal makamlar için nasıl bir müdahale yetkisi
doğacağının belirli bir kesinlik ölçüsünde ortaya konması gerekir. Bu çerçevede
9. maddenin kişilik haklarının korunmasına yönelik sunduğu korumanın sınırları
netleştirilmeli ve erişimin engellenmesi usulünün kullanılabileceği durumlara
ilişkin -haksız fiilin ulaşması gereken ağırlığın boyutuna ilişkin bir
ölçüt/eşik değer belirlenmesi gibi- kriterler oluşturulmalıdır (bkz. § 97).
iii. Kanun'un 9. maddesindeki erişimin engellenmesi usulünün
hukuki niteliği düzenlenirken;
- Şayet bu madde kapsamında alınan kararların birer koruma
tedbiri olduğuna karar verilirse 5271 sayılı Kanun'daki koruma tedbirine
ilişkin ilgili hükümlere uygun yargılama yapılmalı; erişimin engellenmesi
tedbirinin akıbeti, tedbir kararını müteakiben yapılacak çelişmeli yargılamada
belirlenmelidir.
- Bununla birlikte çoğu zaman hukuka aykırı içerik nedeniyle
asıl sorumlu olanlara yani içerik ve yer sağlayıcılara ulaşılamadığı
vurgulanmalıdır. İnternetin anonim kalmayı kolaylaştıran özelliği, bu ortamda
üretilen sınırsız içerik ve çoğu zaman mağdur ve failin aynı yargı yetkisi
içinde bulunmaması gibi unsurlar suç ve suçluların takibini zorlaştırmakta,
adli ve idari mekanizmaların devreye sokulmasını güçleştirmekte, maliyetlerini
artırmakta ve bazı durumlarda sonuç almayı imkânsız kılmaktadır (Mustafa
Tepeli, B. No: 2014/5831, 1/3/2017, § 29). Dolayısıyla kamu makamlarına,
erişimin engellenmesi tedbirinin alındığı her durumda soruşturma açması ve
çelişmeli bir yargılama yürütmesi şeklinde bir yükümlülük yüklenemez.
- İnternet ortamının doğasından kaynaklanan zorluklar nedeniyle
kanun koyucunun hukuk sistemindeki mevcut yargılama usulleri ile doğrudan
bağlantılı olmayan bir yol oluşturmaktaki iradesi haksız bulunmamaktadır.
Bununla birlikte ifade özgürlüğünü kısıtlayan bu yolun keyfî uygulamalara yol
açmaması ve özgürlüğün kullanılmasını ölçüsüz biçimde ortadan kaldıracak
düzeyde olmaması için usule ilişkin gerekli güvenceleri barındırması elzemdir.
iv. 5651 sayılı Kanun'un 9. maddesi ile düzenlenen erişimin
engellenmesi usulünün yargılama hukukunun usuli güvencelerini içerdiğinden söz
edilebilmesi için şu hususlar gözönünde bulundurulmalıdır:
- Daha önce de belirtildiği gibi internet ortamının yarattığı
güçlükler devlete her durumda ve otomatik olarak çelişmeli bir yargılama
yürütme konusunda pozitif bir yükümlülük yüklememektedir. Buna karşın kişilik
haklarının ihlal edildiğini ileri sürenlerin talebi üzerine bir internet
içeriğine erişim engellendiğinde ve karardan etkilenenler bu karara itiraz ettiklerinde
taraf teşkili kendiliğinden sağlanacağından bu noktada devlet bu kişilerin
yapılan müdahaleye karşı delil sunmak da dâhil olmak üzere savunmalarını ortaya
koyma imkânı bulabilecekleri, hukuki dinlenilme ve çelişmeli yargılama hakkına
sahip olabilecekleri yargısal bir mekanizma kurmakla yükümlüdür. Başka bir
deyişle ilk derece mahkemesinin kendisine ulaşan internete erişimin
engellenmesi tedbiri hakkında hızlı hareket ederek değerlendirmede bulunmak
yönündeki mevcut yükümlülüğü nedeniyle sağlayamadığı çelişmeli bir yargılama
-erişimin engellenmesi kararına itiraz edildiği hâllerde- itiraz merciince
mutlaka sağlanmalıdır. Erişimin engellenmesi kararına itiraz edilmediği
hâllerde ise karar kesinleşecek ve böylece o karar yönünden devletin kişilere
hukuki dinlenilme ve çelişmeli yargılama haklarını kullanabilecekleri yargısal
bir mekanizma kurmak yükümlülüğü de sona erecektir. Mevcut sistemde Kanun'un 9.
maddesine eklenecek bir hüküm ile itiraz makamı, erişimin engellenmesi
kararından etkilenen tarafların yargılamaya aktif olarak katılımını öngören
çelişmeli bir yargılama sunmakla ve yargılamanın ilk aşamasındaki eksiklikleri
telafi etmekle görevlendirilebilir. Ancak bu durumda uyuşmazlığın esası
hakkında ilk defa bir karara varılacağı için bu karara karşı -istinaf ve/veya
temyiz gibi- etkili bir adli denetim mekanizmasının oluşturulması ihtiyacı
ortaya çıkmaktadır. Şüphesiz Anayasa'nın 26., 28., 36. ve/veya 40. maddeleri
devlete, itiraz makamınca verilen kararlara karşı başvurulabilecek, üçüncü
derece yargılamayı garanti altına alan bir denetim mekanizması kurması yönünde
genel bir yükümlülük yüklememektedir. Bununla birlikte itiraz makamınca
uyuşmazlığın esası hakkında ilk kez karar verilecek olması dikkate alınarak ve
insan hakları standartlarının oluşturulması ve uygulanmasında yüksek
mahkemelerin içtihatlarının alt mahkemeler nezdindeki yol gösterici işlevi de
gözetilerek, itiraz mercii tarafından verilen kararların istinaf veya temyiz
mercii denetimine açılmasının demokratik düzen için vazgeçilmez olan ifade ve
basın özgürlüklerine yönelik hâlihazırda ortaya çıkan ihlallerin önlenmesi
açısından yaşamsal önemde olduğu unutulmamalıdır.
v. İnternet ortamında bulunan bir içeriğe erişimin
engellenmesinin o içeriğin belirli bir ülke sınırları içinden ulaşılmasına
kararın verildiği tarihten itibaren süresiz olarak engel olduğundan ağır bir
müdahale aracı olduğu ve internet ortamında bulunan zararlı içeriklerle, diğer
başka usullerle mücadele edilebildiği sürece başvurulmaması gereken bir yöntem
olduğu dikkate alınmalıdır. Bu kapsamda internet içeriğinin sınırlandırılması
gereken durumlarda sulh ceza hâkimliklerine kılavuzluk edecek hükümler
getirilmelidir. Orantısız ve keyfî uygulamaların önüne geçilebilmesi için
getirilecek hükümlerde erişimin engellenmesi kararının zorunlu ya da istisnai
bir tedbir, bu yolun başvurulabilecek en son çare ya da alınabilecek en son
önlem olduğu belirtilmelidir. Bundan başka, yapılacak düzenlemede internete
erişimin engellenmesi tedbirine başvurmadan önce etki değerlendirmesi yapılması,
internet içeriğine gecikilmeksizin erişimin engellenmesinin haklı çıkarılması,
kullanılacak araç ile ulaşılmak istenen meşru amaç arasında makul bir dengenin
sağlanması yükümlülüğü getirilmeli, erişimin engellenmesi yöntemi dışında
alternatif araçlara yer verilmelidir.’’
şeklinde hüküm kurmuştur (Anayasa
Mahkemesi’nin 27.10.2021 tarihli ve 2018/14884
Bireysel Başvuru No’lu Keskin Kalem Yayıncılık ve Ticaret A.Ş. ve Diğerleri Kararı,
§ 137). Anılan kararın 5651 sayılı Kanun’un içeriğin yayından çıkarılması
ve erişimin engellenmesine yönelik kendine özgü, özerk bir yolu (sulh ceza
hakimi tarafından yürütülecek yargısal süreci) hüküm altına alan 9’uncu maddenin
temel hak ve özgürlükleri güvence altına alacak yeterli yargısal usul
güvencelerini içermediğine işaret ettiği gözetildiğinde; erişimin
engellenmesine yönelik kararın Kurulca alınması; ve idarenin söz konusu kararın
verilmesi bakımından herhangi bir koşul ile kayıtlandırılmaması, ilk bakışta
(prima facia) hukuka aykırı eylem mahiyetini haiz olup olmadığının
anlaşılamaması ve idarenin bu kararına karşı etkin yargısal başvuru yolu
öngörülmemesi (İptali talep edilen cümlelerde bu karara karşı sulh ceza
hakimliğine başvurulabileceği ve sulh ceza hakimliğince verilen kararlara karşı
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu hükümlerine göre itiraz edilebileceği hüküm
altına alınsa da; bu başvuru ve itirazın yeterli yargısal usul güvencelerini
içermediği, Anayasa Mahkemesi’nin anılan kararında hüküm altına alınmıştır.)
idari karara muhatap olan internet sitelerinin (sahiplerinin: reklam verenler,
reklam ajansları, mecra kuruluşları) hak arama özgürlüğüne ve etkili başvuru
hakkına halel getirecek ve idarenin her türlü eylem ve işlemlerinin yargı
denetimine tabi olduğu kuralını ihlal edecektir.
Öte yandan 6502 sayılı Kanun’un 77’nci
maddesinin on ikinci fıkrası uyarınca anılan Kanun’un 61’inci maddesinde
belirtilen yükümlülüklere aykırı hareket eden reklam verenler, reklam ajansları
ve mecra kuruluşları hakkında durdurma veya aynı yöntemle düzeltme veya idari
para cezası ve gerekli görülen hallerde de üç aya kadar tedbiren durdurma
cezası uygulanacaktır. Reklam Kurulu, ihlalin niteliğine göre bu cezaları
birlikte veya ayrı ayrı verebilecektir. Anılan Kanun’un 78’inci maddesinin
ikinci fıkrası uyarınca; bu Kanun hükümlerine göre verilen idari yaptırım
kararlarına karşı 06.01.1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu hükümlerine göre idari yargı yoluna başvurulabilecektir. O halde Reklam
Kurulu tarafından verilen idari kararlara karşı başvuru yolu bakımından ikili
bir rejim (iki ayrı yargılama usulü) öngörülmesi (erişimin engellenmesi kararı
dışındaki söz konusu idari yaptırımlar bakımından idari yargı yoluna
başvurulması ve erişimin engellenmesi kararına karşı sulh ceza hakimliğine başvurulması),
uygulamada sorun oluşturabilecek niteliktedir.
Bu nedenlerle iptali talep edilen
cümleler, Anayasa’nın 36, 40 ve 125’inci maddelerine de aykırıdır.
g)Kuvvetler ayrılığı ilkesi, hiçbir kimsenin
veya organın Anayasa’dan kaynaklanmayan bir yetkiyi kullanamaması ve Anayasa
Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı bakımından: Anayasa Mahkemesi kararlarında
Anayasa'nın 153’üncü maddesinde belirtilen bağlayıcılık ilkesine aykırılıktan
söz edilebilmesi için iptal edilen kuralla dava konusu yeni düzenlemenin içerik
ve kapsam bakımından aynı ya da benzer olması gerektiği belirtilmektedir (Anayasa
Mahkemesi’nin 12.11.1991 tarihli ve 1991/7 E.: 1991/43 K. sayılı Kararı).
Anayasa Mahkemesi, eldeki dava konusuyla benzer bir hüküm ihtiva eden düzenleme
hakkında verdiği bir ihlal kararında:
‘‘57. Bir internet sitesine erişimin engellenmesine karar
verildiği hallerde hukuk devletinin önkoşullarından olan hukuki güvenlik ve
hukuki belirlilik ilkelerinin göz önünde bulundurulması zorunludur. Kişilerin
hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk
normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde
devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven
duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi
ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir
duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve
uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı
koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir. Bu bakımdan, kanunun metni,
bireylerin, gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle, hangi somut eylem ve
olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını belli bir açıklık ve
kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek düzeyde kaleme alınmış olmalıdır.
Dolayısıyla, uygulanması öncesinde kanunun, muhtemel etki ve sonuçlarının
yeterli derecede öngörülebilir olması gereklidir (AYM, E.2013/39, K.2013/65,
22/5/2013).
58. Erişime kapatılan youtube.com gibi çok sayıda kullanıcısı
olan internet siteleri büyük miktardaki verileri saklama ve yayınlama
kapasitesi ile bunların erişilebilirliği sayesinde toplumun gündem
oluşturmasına, gündemin takibini ve bilgi alışverişini kolaylaştırmaya büyük
ölçüde katkı sağlamaktadır (Bu konudaki AİHM kararı için bkz. Times Newspaper
Ltd./ Birleşik Krallık, B. No: 23676/03, 10/6/2009, § 27).
59. Bu nedenle Anayasa’da ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde
güvence altına alınan haklara kamu gücü tarafından bu konuda bir sınırlama
(resen erişimin engellenmesi) imkânı getirildiği hallerde ilgili Kanun’da böyle
bir yetkinin kullanılmasına ilişkin kapsam ve usullerin yeterli bir açıklıkla
tanımlanması da gerekmektedir (bkz. Yıldırım/Türkiye, B .No: 3111/10,
18.12.2012, § 59).
…
64. Yukarıda yapılan açıklamalardan,
youtube.com sitesine erişimin tümüyle engellenmesine yönelik müdahalenin,
yeterince açık ve belirgin bir kanuni dayanağa sahip olmadığı ve bu yönüyle
başvurucular açısından öngörülebilir nitelikte bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bu
nedenle, siteden yararlanan tüm kullanıcıların ifade özgürlüğüne ağır müdahale
niteliğinde olan söz konusu idari işlemin, başvurucuların Anayasa’nın 26.
maddesinde korunan ifade özgürlüklerini ihlal ettiğine karar verilmesi
gerekir.’’
şeklinde gerekçe kaleme almıştır (Anayasa Mahkemesi’nin
29.05.2014 tarihli ve 2014/4705 Bireysel Başvuru No’lu Youtube LLC
Corporation Service Company ve Diğerleri Kararı. Bkz. ayrıca AYM, Keskin Kalem
Yayıncılık ve Ticaret A.Ş. ve Diğerleri, op.cit). Anayasa
Mahkemesi’nin verdiği ihlal kararları karşısında; kanun koyucunun Anayasa’nın
26’ncı maddesine -benzer sakatlıktan muzdarip olması hasebiyle- aykırı olan
iptali talep edilen cümleleri kanunlaştırması (anılan pilot karar gereklerini
yerine getirmemesi), Anayasa’nın 153’üncü maddesini ihlal ettiği gibi, hiçbir
kimse ve organın kaynağını Anayasa’dan almayan bir Devlet yetkisi
kullanamayacağını öngören 6’ncı maddesine ve Anayasa’nın Başlangıç bölümünde
yer alan kuvvetler ayrılığı ilkesine de halel getirmektedir.
ğ)Tüketicilerin korunması bakımından: Anayasa’nın
2’nci maddesinde Türkiye Cumhuriyeti, sosyal devlet olarak nitelendirilmiş;
5’inci maddesinde Devletin temel amaç ve görevleri arasında ‘‘kişilerin ve
toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve
hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak
surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın
maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya
çalışmak’’ sayılmış; 17’nci maddesinde herkesin maddi ve manevi varlığını
koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu hüküm altına alınmıştır. Anılan
Anayasal hükümlerin somut bir görünümü, tüketicilerin korunmasıdır. Anayasa
koyucu, gelişen endüstri ve teknolojiden büyük ölçüde etkilenen üretim –
tüketim zincirinde görece dezavantajlı konumda bulunan tüketicilerin korunması
bakımından özel bir madde (Anayasa Madde 172) ihdas etmiştir: ‘‘Devlet,
tüketicileri koruyucu ve aydınlatıcı tedbirler alır, tüketicilerin kendilerini
koruyucu girişimlerini teşvik eder.’’. Başka bir anlatımla ‘‘Anayasa’nın 172.
maddesinde; devletin tüketicileri koruyucu ve aydınlatıcı tedbirleri alacağı,
tüketicilerin kendilerini koruyucu girişimleri teşvik edeceği ifade edilerek
tüketicilerin haklarının korunmasına ilişkin doğrudan ve özel bir düzenlemeye
yer verilmiştir.’’ (Anayasa Mahkemesi’nin 14.11.2019 tarihli ve 2019/99 E.;
2019/83 K. sayılı Kararı, § 5). ‘‘… Maddenin gerekçesinde de özetle
tüketicilerin korunmasının “tüketici toplumu” diye adlandırılan belli bir gelişmişlik
seviyesindeki ülkelerde ortaya çıkmış olmakla birlikte- bu ölçüde gelişmemiş
ülkelerde de toplumsal bir problem olduğunun sonradan görüldüğü ve bu konuda
getirilecek tedbirlerin tüketicileri koruyacağı, tüketicinin korunmasının bir
serbest piyasa ekonomisi tedbiri olduğu, her şeyden önce tüketicilerde
“tüketici bilinci” nin oluşturulması gerektiği, devletin tüketicileri koruyucu
başka tedbirler de alabileceği belirtilmiştir.’’ (Anayasa Mahkemesi’nin
15.11.2017 tarihli ve 2016/162 E.; 2017/156 K. sayılı Kararı, § 8).
Ticari reklamlar da tüketicilerin davranışlarını (söz gelimi
satın alma isteğinin, ticari reklama konu mal ya da hizmete ihtiyacı olduğu
düşüncesinin, arz karşısında talebin oluşturulması) etkilediğinden; Anayasa’nın
172’nci maddesinin konusudur. Bu nedenle ticari reklamlara yönelik hukuki
normların (söz gelimi 6502 sayılı Kanun, 03.04.2014 tarihli ve 29049 sayılı
Resmi Gazete’de yayımlanan Reklam Kurulu Yönetmeliği, 10.01.2015 tarihli ve
29232 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Ticari Reklam ve Haksız Ticari
Uygulamalar Yönetmeliği) başat ratio legis’i tüketicinin korunmasıdır.
Buna ilave olarak ‘‘Anayasa’nın 172.
maddesinde, “Devlet, tüketicileri koruyucu ve aydınlatıcı tedbirler alır,
tüketicilerin kendilerini koruyucu girişimlerini teşvik eder.” kuralı ile
tüketicilerin haklarının korunmasına ilişkin özel bir düzenleme yer almaktadır.
Anayasa’nın 172. maddesinde öngörülen tüketicilerin korunmasına ilişkin olarak
Devlete verilen düzenleme yetkisinin içeriğinin ve sınırlarının belirlenmesinde,
Anayasa’nın bütünlüğü ilkesi uyarınca Anayasa’nın diğer hükümlerinin de
gözetilmesi gerektiği açıktır. …’’ (Anayasa
Mahkemesi’nin 12.04.2017 tarihli ve 2017/23 E.; 2017/93 K. sayılı Kararı, § 15). O halde kanun koyucu tarafından tüketicilerin korunması
ile haberleşme, düşünceyi açıklama ve yayma, basın hürriyetleri (ve
cezaların şahsiliği ilkesi ve hak arama özgürlüğü, etkili başvuru hakkı,
idarenin her türlü eylem ve işleminin yargı denetimine tabi olması) arasında
makul bir dengenin gözetilmesi gerekmektedir. Başka bir anlatımla ratio
legis’inin tüketicinin korunması olan iptali talep edilen cümlelerin yer aldığı
madde hükmü de; Anayasa’nın bütünlüğü ilkesi uyarınca iptali talep edilen
cümlelerin konusunu teşkil ettiği diğer Anayasal hükümlerinin gereklerini de
karşılamalıdır. Aksi bir tutum (iptali talep edilen cümlelerin anılan hak ve
hürriyetlerin gereklerini karşılamaması), tüketici haklarının da korunamamasına
neden olacaktır. Başka bir anlatımla ticari reklamlara erişimin hukuka aykırı
biçimde engellenmesi; tüketicilerin, bu ticari reklamlar aracılığıyla; ticari
reklamlara konu mal ve hizmetler hakkında bilgilenmesini engelleyecektir. Bu
nedenlerle iptali talep edilen cümleler, Anayasa’nın 2, 5, 17 ve 172’inci
maddelerine aykırıdır.
h)Para kredi, sermaye, mal ve hizmet piyasalarının düzenlenmesi
bakımından:
Anayasa Mahkemesi’ne göre: ‘‘Anayasa'nın 167.
maddesinin ilk fıkrasında; 'Devlet, para, kredi, sermaye, mal ve hizmet
piyasalarının sağlıklı ve düzenli işlemelerini sağlayıcı ve geliştirici tedbirleri
alır; piyasalarda fiilî veya anlaşma sonucu doğacak tekelleşme ve kartelleşmeyi
önler.' denilmektedir. Maddede yalnız, tekelleşme değil, tekel oluşturmayan
üretim ve hizmet kuruluşlarının 'fiyat anlaşmaları', 'coğrafi bölge paylaşma'
ve 'benzeri suretle' gerçekleştirilecek kartelleşme de yasaklanmış; Devlet,
bunu engelleyici önlemleri almakla yükümlü tutulmuştur. Böylece rekabetin
ortadan kaldırılması, tekellerin ve kartellerin fiyatları oluşturması ve
etkilemesi önlenmek istenmiştir. Devletin tekelleşmeyi ve kartelleşmeyi önlemek
görevi, temelde tüketiciyi koruma amacı gütmektedir. Bu da ancak, tekelleşme ve
kartelleşmelerin önlenerek özgür rekabet ortamının sağlanması ile güvenceye
alınabilir. Piyasa ekonomisinin etkinliği, serbest rekabet koşullarının
varlığına bağlıdır. Tekelleşmeye veya kartelleşmeye olanak veren ortamlarda
piyasa ekonomisi etkinliğini yitirir. Bu nedenle, yasal düzenlemelerde,
tekelleşme ve kartelleşmeyi önlemeye, dolayısıyla bireyleri ve toplumu korumaya
yönelik kuralların bulunması zorunludur. Bu husus, Anayasa'nın 5. maddesindeki
Devlet'in 'kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak'
görevleri ile de doğrudan ilgilidir’’ (Anayasa Mahkemesi’nin 16.06.2011 tarihli
ve 2009/9 E.; 2011/103 K. sayılı Kararı). Ticari reklamlar marifetiyle
tüketicilerin mal ve hizmet piyasalarına etkin - dürüst - etik ilkelere uygun
biçimde ulaşması, tüketicilerin korunması, firmaların ticari uygulamalarını
rekabet içinde gerçekleştirmesi, ekonomik faaliyetlerin tüketicilerin
ihtiyaçları doğrultusunda şekillenmesi, Anayasa’nın 5 ve 167’nci maddelerinin
bir gereğidir. Ancak ticari reklamlara ilişkin erişimin engellenmesi kararının
idare tarafından verilmesi suretiyle ortaya çıkacak hukuki belirsizlik;
tüketicilerin mal ve hizmet piyasalarına ulaşamamasına, firmaların rekabet
içinde faaliyet gösterememesine neden olabilecek; piyasalardaki dengeyi
bozabilecek niteliktedir. Bu nedenle iptali talep edilen cümleler,
Anayasa’nın 5 ve 167’nci maddelerine de aykırıdır.
i)Uluslararası andlaşmaların iç hukuka etkisi bakımından:
Anayasa’nın 90’ıncı maddesine göre temel hak ve özgürlüklere ilişkin usulüne
göre yürürlüğe konmuş uluslararası anlaşmalar, (kanunlara nazaran hakkı
koruyucu, kullanımını genişletici hükümler barındırması kaydıyla) normlar
hiyerarşisinde kanunun üstündedir. İptali talep edilen cümleler, yukarıdaki alt
başlıklarda sıralanan gerekçelerle; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin adil
yargılanma hakkına ilişkin 6’ncı, ifade özgürlüğüne ilişkin 10’uncu, etkili
başvuru hakkına ilişkin 13’üncü, ayrımcılık yasağına ilişkin 14’üncü
maddelerini ve Ek 1 No’lu Protokol’ün (sınırlama koşulu olarak
kanunilik ilkesini de içermek suretiyle) mülkiyet hakkını düzenleyen 1’inci
maddesini ihlal ettiğinden Anayasa’nın 90’ıncı maddesine de aykırıdır.
Tüm bu nedenlerle, 7392 sayılı Kanun’un 15’inci maddesiyle 6502
sayılı Kanun’un 77’nci maddesinin on ikinci fıkrasına eklenen cümleler,
Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 2, 5, 6, 7, 10, 13, 17, 22, 26, 28, 35, 36, 38,
40, 48, 90, 123, 125, 153, 167 ve 172’nci maddelerine aykırıdır; anılan
cümlelerin iptali gerekir.
III. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ
24.03.2022 tarihli ve 7392 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında
Kanun ile Kat Mülkiyeti Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile
getirilen iptali talep edilen düzenlemeler, 07.11.2013 tarihli ve 6502 sayılı
Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’a Anayasa’ya aykırı eklemeler yapmaktadır.
Kamu yararına aykırı olan, telafisi mümkün olmayacak sonuçlara yol açacak bu
düzenlemelerin iptal davası sonuçlanana kadar yürürlüğünün durdurulması
gerekmektedir.
Nitekim anayasal düzenin hukuka aykırı kural ve düzenlemelerden
en kısa sürede arındırılması, hukuk devleti sayılmanın en önemli gerekleri
arasında sayılmaktadır. Anayasa’ya aykırılıkların sürdürülmesi, özenle
korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyecektir. Hukukun
üstünlüğünün sağlanamadığı bir düzende, kişi hak ve özgürlükleri güvence
altında sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesi hukuk devleti yönünden
giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol açacaktır.
Bu zarar ve durumların doğmasını önlemek amacıyla, Anayasa’ya
açıkça aykırı olan ve iptali istenen hükmün iptal davası sonuçlanıncaya kadar
yürürlüğünün de durdurulması istenerek Anayasa Mahkemesi’ne dava açılmıştır.
IV. SONUÇ VE İSTEM
24.03.2022 tarihli ve 7392 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında
Kanun ile Kat Mülkiyeti Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 15’inci
maddesiyle 6502 sayılı Kanun’un 77’nci maddesinin on ikinci fıkrasına eklenen
cümleler, Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 2, 5, 6, 7, 10, 13, 17, 22, 26, 28,
35, 36, 38, 40, 48, 90, 123, 125, 153, 167 ve 172’nci maddelerine
aykırı olduğundan iptaline ve uygulanması halinde giderilmesi güç ya da
olanaksız zarar ve durumlar olacağı için, iptal davası sonuçlanıncaya kadar
yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesine ilişkin istemimizi saygı ile arz
ederiz. ”