“...
A. CUMHURBAŞKANLIĞI KARARNAMELERİNİN (CBK) ANAYASAL ÇERÇEVESİ
21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, 16 Nisan 2017 tarihli
halkoylamasıyla kabul edilmiş, böylece daha önce 1982 Anayasasının sadece 107.
maddesinde belirtilen cumhurbaşkanlığı kararnamesi, Anayasanın farklı
maddelerinde hem kapsamı genişletilerek hem de niteliği farklılaştırılarak
yeniden düzenlenmiştir. 107. maddenin önceki halinde Cumhurbaşkanlığı Genel
Sekreterliğinin kuruluşu, çalışma esasları ve personel atama işlemlerinin
Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenleneceği belirtiliyordu. Burada bir ad
benzerliği dışında iki tür düzenlemenin kapsam ve sınırları açısından oldukça
farklı olduğu kabul edilmelidir.
6771 sayılı Anayasa Değişikliği Kanunu ile getirilen yeni tip
Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin temel ilke ve koşulları Anayasa’nın 104.
maddesinin 17. fıkrasında ortaya konulmuştur.
“Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisine ilişkin konularda
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir.
Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer
alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi
haklar ve ödevler Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenemez.
Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz.
Kanunda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
çıkarılamaz.
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler
bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanır.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması
durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelir.”
Anayasanın 106. maddesinin 11. fıkrasına göre de; “Bakanlıkların
kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri, teşkilat yapısı ile merkez ve
taşra teşkilatlarının kurulması Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenir.”
Görüldüğü üzere Anayasa’da yapılan değişikliklerle, kanun ile
cumhurbaşkanlığı kararnamesi arasındaki hukuki ilişki netleştirilmiş ve
Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinin kanunlara aykırı olamayacağı açıkça
belirtilmiştir. Bu itibarla, eşit normatif seviyeye ilişkin olan, sonraki
kanunun öncekini ilga edeceğine ilişkin klasik yorum yöntemi (Lex posterior
derogat legi priori), kanunla cumhurbaşkanlığı kararnamesi ilişkisine ancak tek
taraflı olarak tahvil edilebilir: Sonraki kanun önceki cumhurbaşkanlığı
kararnamesini ilga eder; ancak kanunun düzenlediği konuda çıkarılamayacak
(sonraki) cumhurbaşkanlığı kararnamesi Anayasa’ya aykırı olur ve önceki kanunu
ilga etmez.
Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin Anayasa’ya uygunluk
denetiminde, yukarıdaki hükümler yanında, Anayasa’da yer alan iki temel ilkenin
daha göz önünde bulundurulması gerekir: yasama yetkisinin devri yasağı ve
kanuni idare ilkesi.
6771 sayılı Kanun ile Anayasa’dan kaynaklanan doğrudan düzenleme
yetkisiyle yürütme fonksiyonu daha da güçlendirilmiştir. Bu noktada Türk
anayasa hukukunda tartışılan konulardan biri olan idarenin kanunla
düzenlenmeyen bir alanda düzenleme yapıp yapamayacağı hususu üzerinde
durulmalıdır. Bu noktada yasama yetkisinin devri yasağı göz önüne alınmalıdır. Anayasa'nın
7. maddesinde, “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet
Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.” denilmiştir. Buna göre, “Anayasa'da
kanun ile düzenlenmesi öngörülen konularda yürütme organına genel ve sınırları
belirsiz bir düzenleme yetkisinin verilmesi olanaklı değildir. Ancak yasama
organının temel kuralları saptadıktan sonra, uzmanlık ve idare tekniğine
ilişkin hususları yürütmeye bırakması, yasama yetkisinin devri olarak
yorumlanamayacağı gibi yürütme organının yasama organı tarafından çerçevesi
çizilmiş alanda genel nitelikte hukuksal tasarruflarda bulunması, hukuk
devletinin belirlilik ilkesine de aykırı düşmez.” (Anayasa Mahkemesi Kararı,
E.2013/114 K.2014/184, 4.12.2014)
Mahkeme bir başka kararında ise, yasama yetkisinin devredilmezliği
ilkesini şu şekilde ifade etmiştir. “Anayasa Mahkemesinin pek çok kararında
yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesinden ne anlaşılması gerektiği hususu
açıklanmıştır. Buna göre, kanunla düzenleme ilkesi, düzenlenen konudan yalnız
kavram, ad ve kurum olarak söz edilmesi değil, bunların kanun metninde
kurallaştırılmasıdır. Kurallaştırma ise düzenlenen alanda temel ilkelerin
konulmasını ve çerçevenin çizilmiş olmasını ifade eder… Anayasa’da öngörülen
ayrık durumlar dışında, kanunlarla düzenlenmemiş bir alanda, kanun ile
yürütmeye genel nitelikte kural koyma yetkisi verilemez. Yürütme organına
düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralının Anayasa’nın 7. maddesine uygun
olabilmesi için temel ilkeleri koyması, çerçeveyi çizmesi, sınırsız, belirsiz,
geniş bir alanı yürütmenin düzenlemesine bırakmaması gerekir” (Anayasa
Mahkemesi Kararı, E.2013/47 K.2013/72, 6/6/2013).
Bununla beraber Anayasa Mahkemesi’nin daha yakın tarihli
kararlarında bu içtihadı bir miktar esnettiği görülmektedir.
“15… yasama yetkisinin devredilmezliği esasen kanun koyma
yetkisinin TBMM dışında başka bir organca kullanılamaması anlamına gelmektedir.
Anayasa’nın 7. maddesi ile yasaklanan husus, kanun yapma yetkisinin
devredilmesi olup bu madde, yürütme organına hiçbir şekilde düzenleme yapma
yetkisi verilemeyeceği anlamına gelmemektedir. Kanun koyucu, yasama yetkisinin
genelliği ilkesi uyarınca bir konuyu doğrudan kanunla düzenleyebileceği gibi bu
hususta düzenleme yapma yetkisini yürütme organına da bırakabilir.
16. Yürütmenin türevselliği ilkesi gereğince yürütme organının
bir konuda düzenleme yapabilmesi için yasama organınca yetkilendirilmesi
gerekmektedir. Kural olarak, kanun koyucunun genel ifadelerle yürütme organını
yetkilendirmesi yeterli olmakla birlikte Anayasa’da kanunla düzenlenmesi
öngörülen konularda genel ifadelerle yürütme organına düzenleme yapma yetkisi
verilmesi, yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine aykırılık
oluşturmaktadır. Bu nedenle Anayasa’da temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması, vergi ve benzeri mali yükümlülüklerin konması ve memurların
atanmaları, özlük hakları gibi münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen
konularda, kanunun temel esasları, ilkeleri ve çerçeveyi belirlemiş olması
gerekmektedir. Anayasa koyucunun açıkça kanunla düzenlenmesini öngördüğü
konularda, yasama organının temel kuralları saptadıktan sonra, uzmanlık ve
idare tekniğine ilişkin hususları yürütmeye bırakması, yasama yetkisinin devri
olarak yorumlanamaz.” (Anayasa Mahkemesi Kararı, E.2017/143 K.2018/40,
2/5/2018).
Neticede sadece yakın dönem AYM kararlarını dikkate alındığında,
ilkesel olarak kanun koyucunun “genel ifadelerle yürütme organını
yetkilendirmesi yeterli”dir, denilebilir. Ancak Mahkemenin, Anayasa’da farklı
kavramlarla ifade ettiği kanunla düzenleme kaydı içeren konularda ise, “Anayasa’da
kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda”, “münhasıran kanunla düzenlenmesi
öngörülen konularda”, “Anayasa koyucunun açıkça kanunla düzenlenmesini
öngördüğü konularda” genel ifadelerle yetkilendirme yapılması kabul edilemez.
Öte yandan, yasal idare ilkesi, ülkemizde idare hukukunun
temelini oluşturur. Anayasanın 123/1. maddesinde karşılığını bulan bu ilke
uyarınca “İdare, kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir.”
Bu ilke, idarenin kendiliğinden bir teşkilatlanma yetkisi olmadığını bu
yetkinin yasama organında olduğunu ifade etmektedir. Anayasa Mahkemesi’ne göre,
“Bu maddede yer alan düzenleme, idarenin kanuniliği ilkesine vücut vermektedir.
İdarenin kanuniliği ilkesi, idarenin ve organlarının görev ve yetkilerinin
kanunla düzenlenmesini gerekli kılar.” (Anayasa Mahkemesi Kararı, E.2013/114
K.2014/184, 4.12.2014). Bu ilkeyle kamusal kaynakların toplumun hangi tür
gereksinimlerinin öncelikle karşılanacağını ve bunun hangi usuller uygulanarak
sağlanacağını tespit etme yetkisini yasama organına verir. Ayrıca, idarenin
toplumsal gereksinimleri karşılarken kamu gücü ve ayrıcalıklarını kullanması ve
bunun da kişilerin temel hak ve hürriyetleri üzerinde olumsuz etkiler de
doğurabilmesi, bu yetkinin yasamaya verilmesi sonucunu getirmiştir.
Yasal idare ilkesi, idarenin eylem ve işlemlerinin hem kanuna
dayanmasını, hem de bu eylem ve işlemlerin kanuna aykırı olmamasını ifade eder.
Asli ve ilksel bir yetki olan yasama yetkisine dayanarak yasama organı,
Anayasaya ve kamu yararına aykırı olmamak şartıyla, Anayasanın herhangi bir
şekilde düzenlemediği bir konuyu düzenleyebilir. Ancak idare, önceden yasa ile
düzenlenmeyen bir alanda faaliyette bulunamaz, ancak böyle bir konuda yasadan
aldığı bir yetkiye dayanarak bir işlem ve eylemde bulunabilir.
6771 sayılı Kanunla getirilen Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle,
her ne kadar ciddi kısıtlılıklarla çerçevelenmiş olsa da, yürütme organı yasaya
dayanmaksızın ilk elden kural koyma yetkisine sahip olmuştur. Başka bir
ifadeyle, yasama organı yanında yürütme organı da Anayasa’da kanun kaydı olan,
kanunun açıkça düzenlediği konuları içermemek ve kanunlara aykırı olmamak
şartıyla Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle ilk elden düzenleme yapabilecektir.
Ancak bu durum, Fransa’da olduğu gibi yasama ve yürütmenin özerk düzenleme
alanlarına sahip olduğu, yani her bir organın düzenleme yapacağı konuların
açıkça sayıldığı, şeklinde anlaşılmamalıdır. Çünkü cumhurbaşkanlığı
kararnamesine konu olan alan, yasama konusu olmaktan çıkmamaktadır. Bir başka
deyişle; Anayasa, cumhurbaşkanlığı kararnamesine ilişkin olarak özerk bir
normatif alan öngörmemiştir. TBMM, CBK ile düzenlenen bir alanda her zaman yasa
çıkarabilir; bu durumda CBK hükümsüz kalır: “Türkiye Büyük Millet Meclisinin
aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz
hale gelir.” (madde 104/17) O halde Anayasa’da yasayla düzenlenmesi öngörülen
konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamayacak iken, Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi ile düzenleneceği belirtilen ve düzenlenmiş olan konularda dahi
TBMM yasa çıkarabilecektir. Şu halde, Anayasa’ya uygunluk kaydıyla asli
düzenleme yetkisi, konu bakımından herhangi bir mutlak istisna bulunmadan,
TBMM’ye ait bulunmaktadır. Başka bir anlatımla, Anayasa’nın cumhurbaşkanı
kararnamesi konusu olabilecek kimi alanları doğrudan belirlemiş olması, o
alanlarda yasama yetkisinin kullanılmasını engellememektedir.
Bu son saptamayı biraz daha ayrıntılı olarak ele almakta fayda
vardır. 6771 sayılı Kanun ile Anayasa’nın 7. maddesindeki yasama yetkisinin
devri yasağı ve 123. maddedeki idarenin kanuniliği ilkesi muhafaza edilmiş,
ancak belirli idari konuların Anayasa’da açıkça Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
ile düzenleneceği öngörülmüştür. “Bakanlıkların kurulması, kaldırılması,
görevleri ve yetkileri, teşkilat yapısı ile merkez ve taşra teşkilatlarının
kurulması Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenir.” (madde 106/son). Ayrıca
123. maddenin son fıkrasında kamu tüzel kişiliğinin Kanunla veya
Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle kurulacağı kuralına yer verilmiştir. Anayasa
hükümleri arasında hiyerarşi söz konusu olmadığından, bir çelişki kabul
edilmediğinden, bu iki hükmün bir arada, Anayasanın bütünlüğü ve sistematiği
içinde bağdaştırılarak yorumlanması gerekir. Gerçekte Anayasa koyucu 123/1.
maddede genel kuralı, idarenin kanuniliği ilkesini koymuş; bakanlıkların
kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri ile kamu tüzel kişiliği
kurulması yönünden bu genel kurala bir istisna getirmiştir. Bu cihetle; her ne
kadar, Anayasa, idarenin kanuniliği ilkesinin 106/son ve 123/son maddelerde
belirtilen hususlar açısından geçerli olmamasına olanak tanısa da; bu alanların
cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenip düzenlenmeyeceği noktasında son sözü
TBMM’ye bırakmaktadır. Yukarıda değinildiği üzere, “Türkiye Büyük Millet
Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
hükümsüz hale gelir.” hükmü; (madde 104/17), Anayasa m.106/son ve m.123/son
açısından da geçerlidir. Gerçekten de, Anayasa koyucu eğer öyle öngörseydi,
tıpkı Anayasa’nın bazı hükümlerinde söz konusu alanın ancak ve ancak kanunla
düzenlenebileceğini amir ifadelerle belirttiği gibi, bazı alanların da yine
ancak ve ancak cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenebileceğini ve a
contrario kanunla düzenlenemeyeceğini yine açıkça ve amir ifadelerle ortaya
koyardı. Ezcümle; Anayasa koyucu, bazı konuların kanunla düzenlenmesini zorunlu
kılmış, doğrudan cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenebileceğini belirttiği
alanlarda da son sözü (o konuda kanun çıkarmak ya da çıkarmamak suretiyle)
kanun koyucuya bırakmıştır.
Genel kural ve istisna kural ilişkisine dair kamu hukukunda
kabul edilen birtakım yorum ilkeleri vardır: 1. Bir istisna kuralın varlığından
söz edebilmek için, bu istisnanın ayrıca ve açıkça konulmuş olması gerekir. 2.
İstisna kural, sadece ve sadece genel kuralı koyan makam tarafından konulabilir,
başka bir makamın istisna kural getirme yetkisi yoktur. 3. Genel kuralı koyan
makam açıkça yetkilendirmedikçe, bir başka makam genel kurala istisna
getiremez. 4. İstisna kural koymak, genel kuralı değiştirmek anlamına
geldiğinden istisna kural, yorum yoluyla genişletilemez; yani, yorum yoluyla
genel kural istisna getirilemez. 5. Genel kuralın geniş yorumlanması esası
benimsenmiştir. 6. İstisna kural, dar yorumlanır. Çünkü istisna kural, genel
kuralın kapsamını daralttığından genel kuralı değiştirir, oysa onu değiştirme
salt genel kuralı koyana aittir. (Bkz., Kemal Gözler, Yorum İlkeleri,
http://www.anayasa.gen.tr/yorum-ilkeleri-kitaptan.pdf).
Öte yandan, kamu hukukunda mevzuatın açıkça belirttiği bir
makama ya da makamın görevlisine verdikleri yetkiler, devre konu olamazlar.
Yargı kararlarında da yetkinin, mevzuat tarafından kime verilmiş ise, ancak
onun bu yetkiyi kullanabileceği belirtilmiştir. Yetki devrinde yetki devredilen
makamın devraldığı bu yetkiyi kendinden alt bir makama devrinin yasak olduğu
hususu, idare hukukunda ve kamu yönetiminde benimsenen görüştür (Bkz. R. Cengiz
Derdiman, Yusuf Uysal, Türk Kamu Yönetiminde Yetki Devri,
http://dergipark.gov.tr/download/article-file/235994). Bu anlamda, Anayasanın
106. Maddenin son fıkrasında belirtilen yetkinin bizzat Cumhurbaşkanlığı
tarafından cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kullanılması gerekir.
Anayasanın 104. maddesinin 17. fıkrasındaki Cumhurbaşkanlığı
kararnameleri, normlar hiyerarşisinde yasaya eşdeğer işlemler değildir.
Anayasanın bu tür kararnamelerin salt “yürütme yetkisine ilişkin konular”la
sınırlı olarak çıkarılacağını öngörmesi bunların yasaya eşdeğer, yasayla aynı
düzeyde kurallar olamayacağını gösterir. Çünkü yürütme yetkisi, kanunların
uygulanmasına yönelik, kanunlara uygun kullanılması gereken bir yetkidir.
Ayrıca aynı fıkrada yer alan “Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi
öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz; Kanunda açıkça
düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz; Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri
uygulanır; Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması
durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelir.” şeklindeki
düzenlemeler, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin yasaya eşdeğer olmadığının bir
başka açık delilidir. Bu düzenlemelerden CBK ile düzenleneceği belirtilen
konuların yasayla düzenlenmesi, Anayasa’nın yasama organına açıkça tanıdığı bir
yetkidir.
Kanunsuz emre dair Anayasanın 137. maddesinde yapılan
değişikliğe bakıldığında ise, Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin, Anayasanın
konuya ilişkin diğer düzenlemeleri ile birlikte değerlendirildiğinde, normlar
hiyerarşisindeki yeri açıkça anlaşılır: “Kamu hizmetlerinde herhangi bir sıfat
ve suretle çalışmakta olan kimse, üstünden aldığı emri, yönetmelik,
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, kanun veya Anayasa hükümlerine aykırı görürse,
yerine getirmez ve bu aykırılığı o emri verene bildirir…”.
6771 sayılı Yasa değişikliği ile Cumhurbaşkanına Anayasada
tanınan diğer yetkiler ise şöyledir: Anayasanın 123. maddenin son fıkrasında “Kamu
tüzelkişiliği, ancak kanunla veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle kurulur”
denilerek, CBK ile kamu tüzelkişiliği kurulmasına da imkân tanınmıştır. Bununla
birlikte, “Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması
durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz kalır” (md.104/fıkra 17 son)
kuralı gereğince, yasa ile kurulmuş bir kamu tüzelkişiliği CBK ile
kaldırılamaz; ancak CBK ile kurulan bir kamu tüzelkişiliği, yasal düzenlemenin
konusunu oluşturabilir.
Anayasa, Devlet Denetleme Kurulunun işleyişi, üyelerinin görev
süresi ve diğer özlük işleri (m.108/4.) ile Milli Güvenlik Kurulu Genel
Sekreterliğinin teşkilatı ve görevlerinin Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenleneceğini
hüküm altına almıştır (m.118/7.).
124. ve 137. maddelerde yer alan tüzük ibaresi, Anayasadan
tamamen çıkarılmıştır. Böylece tüzük uygulaması yürürlükten kaldırılmış; onun
yerine çok daha geniş bir kapsama sahip olan Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
konulmuştur. Yönetmelikleri düzenleyen 124. maddede, “Cumhurbaşkanı,
bakanlıklar ve kamu tüzelkişileri, kendi görev alanlarını ilgilendiren
kanunların ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin uygulanmasını sağlamak üzere ve
bunlara aykırı olmamak şartıyla, yönetmelikler çıkarabilirler.” hükmü yer
almıştır. Ancak bu, tüzük ve cumhurbaşkanlığı kararnamesinin aynı hukuki
nitelikte olduğu şeklinde anlaşılmamalıdır.
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile yapılabileceği yukarıda
belirtilen istisnai işlemler, kaynağını doğrudan Anayasadan alan yürütme işlemi
niteliğinde kabul edilmelidir. Ancak bu tür cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin
de, aynı konuda kanun çıkarması durumunda hükümsüz kalacakları Anayasa’nın amir
hükmüdür (m.104/17).
Öte yandan, Cumhurbaşkanı “üst kademe kamu yöneticilerini atar,
görevlerine son verir ve bunların atanmalarına ilişkin usul ve esasları
Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenler” (madde 104/9). Ancak, md.104/17
gereğince, TBMM, bu konuları da yasa ile düzenleyebilir.
1. Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi çıkarılmasının sınırları
Anayasanın 104/17. maddesiyle getirilen CBK ile yürütmeye
tanınan düzenleme alanı oldukça dar ve sınırlıdır. Bu sınırları şu şekilde
açıklamak mümkündür.
1) İlk olarak Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, “yürütme yetkisine
ilişkin konularda” çıkarılabilecektir. Maddenin gerekçesinde ise,
cumhurbaşkanına “genel siyasetin yürütülmesinde yürütme yetkisi ile ilgili
ihtiyaç duyduğu konularda kararname çıkarabilme” yetkisi verildiği ifade
edilmektedir. Bu nedenle CBK’leri ancak yürütme yetkisinin gerektirdiği
hususlarda ihtiyaç duyulduğunda çıkarılabilecek, yasama ve yargı yetkilerinden
herhangi birinin alanına giren bir konuda ise CBK çıkarılması mümkün
olmayacaktır. AYM, bu açık hususu teyit etmektedir: “... Cumhurbaşkanı’nın
yürütme yetkisine ilişkin konularda CBK çıkarabileceği ifade edilmiştir. Buna
göre yürütme yetkisine ilişkin konular dışında CBK ile düzenleme yapılması
mümkün değildir”. (AYM, E.S. :2018/125, K.S.:2020/4, K.T.:22/1/2020, R.G. Tarih
– Sayı: 13/5/2020 – 31126, §9. Aynı yönde bkz. AYM, E.S.: 2018/55; K.S.:
2020/27; K. T.:11/6/2020; R.G.: 20 Temmuz 2020-31194).
2) İkinci olarak CBK’leri “Anayasanın ikinci kısmının birinci ve
ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü
bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler”le ilgili konularda düzenleme
yapamaz. Bu yasakla, kişilerin temel haklarını ilgilendiren hususlarda yasa
olmaksızın CBK’lerin devreye girmesi engellenmek istenmiştir.
Ancak bu noktada çözümlenmesi gereken soru, sosyal ve ekonomik
haklar ve ödevlerin tamamının CBK ile düzenlenip düzenlenemeyeceğidir. Sadece
yukarıdaki ifadeden yola çıkarak yapılan bir değerlendirme bu soruya olumlu
cevap vermeyi gerektirir. Ancak bu cümlenin aynı fıkradaki diğer hükümler ve
anayasanın konuya ilişkin diğer ilke ve kuralları dikkate alınarak, Anayasanın
bütünlüğü içinde tartışılması ve anlaşılması gerekir.
Öncelikle aşağıda ayrıntılarıyla belirtildiği üzere, “Anayasada
münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi çıkarılamaz.” Dolayısıyla ilgili maddede yasayla düzenlenmesi kaydı
bulunan sosyal ve ekonomik hak ve ödevler Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile
düzenlenemeyecektir. Örneğin Anayasa’nın 42/2. maddesinde “Öğrenim hakkının
kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir.”, 51. maddesinde “Sendika kurma
hakkı … kanunla sınırlanabilir. Sendika kurma hakkının kullanılmasında
uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.”, 63. maddesinde Tarih,
kültür ve tabiat varlıklarından “özel mülkiyet konusu olanlara getirilecek
sınırlamalar ve bu nedenle hak sahiplerine yapılacak yardımlar ve tanınacak
muafiyetler kanunla düzenlenir.” denilmektedir. Dolayısıyla belirtilen
konuların CBK ile düzenlenmesi mümkün değildir. Eğer böyle bir düzenleme
yapılırsa bu, hem Anayasanın 104/17. maddesine hem de o hak ve ödev için kanun
kaydı koyan hükme aykırılık oluşturur. Ancak yasa kaydı içermeyen sosyal ve
ekonomik haklar, Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin konusu olabilecektir. Örneğin
konut hakkını düzenleyen Anayasanın 57. maddesi böyledir. Bu durumda, dikkat
edilmesi gereken husus, söz konusu hakların sadece düzenleme konusu
olabileceği, ancak bunun sınırlama yetkisini içermediğidir.
Bu nedenle, 104/17. maddenin ikinci cümlesi, sosyal ve ekonomik
haklar alanının CBK ile düzenlenmesini kabul ederken, bu düzenlemenin
sınırlarını da belirtir: ilki, fıkranın ilk cümlesindeki CBK’nin sadece yürütme
yetkisine ilişkin konularda çıkarılabilmesi, diğeri ise üçüncü cümlesindeki münhasıran
kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda çıkarılamamasıdır. Öte yandan,
Anayasanın 13. maddesindeki temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla
sınırlanabileceği kuralı dikkate alındığında, CBK’ye konu olabilecek sosyal ve
ekonomik hak ve ödevlerle ilgili cumhurbaşkanının sınırlama değil sadece bir
düzenleme yetkisinden bahsedilebilir. Yani düzenleme ve sınırlama ayrımı
dikkate alındığında, CBK ile sosyal ve ekonomik haklar ve ödevlerin
gerçekleşmesi için birtakım pozitif tedbirleri içeren düzenlemeler
yapabileceği, fakat kişilerin bundan yararlanmasına sınırlama getirilemeyeceği
belirtilmelidir. Zira anayasal çerçevede, bir hakkın kısıtlanması ancak ve
ancak kanun ile yapılabilir.
3) Üçüncü sınır, “Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi
öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz.” hükmüdür. AYM
tarafından yasama yetkisinin devir yasağı çerçevesinde yürütmenin düzenleme
yetkisi izah edilirken kullanılan “münhasıran” kanunla düzenlenmesi gereken
konular ibaresi, Anayasa kuralı haline getirilmiştir (Bkz., Anayasa Mahkemesi
Kararı E.2017/143 K.2018/40, 2/5/2018). AYM’ye göre “Kural olarak, kanun
koyucunun genel ifadelerle yürütme organını yetkilendirmesi yeterli olmakla
birlikte Anayasa’da kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda genel ifadelerle
yürütme organına düzenleme yapma yetkisi verilmesi, yasama yetkisinin
devredilmezliği ilkesine aykırılık oluşturmaktadır. Bu nedenle Anayasa’da temel
hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması, vergi ve benzeri mali yükümlülüklerin
konması ve memurların atanmaları, özlük hakları gibi münhasıran kanunla
düzenlenmesi öngörülen konularda, kanunun temel esasları, ilkeleri ve çerçeveyi
belirlemiş olması gerekmektedir. Anayasa koyucunun açıkça kanunla
düzenlenmesini öngördüğü konularda, yasama organının temel kuralları
saptadıktan sonra, uzmanlık ve idare tekniğine ilişkin hususları yürütmeye
bırakması, yasama yetkisinin devri olarak yorumlanamaz.”.
Bu nedenle, Anayasa’nın münhasıran kanunla düzenlenmesini
gerektirdiği konularda yürütmeye düzenleme yetkisi verilirken, yasanın “temel
esasları, ilkeleri ve çerçeveyi belirlemiş olması gerekmektedir”. AYM ayrıca,
Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi gereken birtakım konuları örnek
olarak sıralamıştır: “Anayasa’da temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması,
vergi ve benzeri mali yükümlülüklerin konması ve memurların atanmaları, özlük
hakları gibi”.
AYM’nin, münhasıran kavramını açıklarken verdiği örnekler ve
açıklamalardan bir konunun münhasıran yasa alanında olması için Anayasanın
özellikle ve ısrarla o konunun yasayla düzenlemesini istemesi, yasayla
düzenlemeye çok özel vurgu yapması gerekmemektedir. Bu çerçevede temel hak ve
hürriyetlerin sınırlanmasına dair 13. maddede, sınırlamanın “ancak” kanunla
yapılabileceği şartı vardır: “Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir”. Oysa vergilerle alakalı 73.
maddede (Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur,
değiştirilir veya kaldırılır.) ve kamu hizmeti görevlileriyle alakalı genel
ilkeleri koyan 128. maddede (Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri,
atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri
ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir.) yasayla düzenleme öngörülmüş, hiçbir
özel vurgu yapılmamıştır.
Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konular kavramı,
bu nedenle yasa kaydı olarak anlaşılmak ve uygulanmak durumundadır. Anayasanın
126. maddesindeki birden çok ili içine alan merkezi idare teşkilatının (bölge
teşkilatının) “görev ve yetkileri kanunla düzenlenir”, 127. maddesindeki “Mahalli
idarelerin kuruluş ve görevleri ile yetkileri, yerinden yönetim ilkesine uygun
olarak kanunla düzenlenir.”, 128. maddesindeki “Memurların ve diğer kamu
görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve
yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir”
ve “üst kademe yöneticilerinin yetiştirilme usul ve esasları, kanunla özel
olarak düzenlenir.” hükümleri buna örnek oluşturur. Özellikle bu son husus, CBK
ile yasanın konu itibarıyla iç içe geçme riskini içerir, karmaşaya yol açma
ihtimalini barındırır. Çünkü Anayasanın 104/9. maddesi cumhurbaşkanı CBK ile “üst
kademe kamu yöneticilerini atar, görevlerine son verir ve bunların atanmalarına
ilişkin usul ve esasları … düzenler” hükmünü içerirken, üst kademe
yöneticilerinin yetiştirilme usul ve esasları 128. maddeye göre yasa ile özel
olarak düzenlenmek zorundadır.
Anayasa Mahkemesi, Anayasa’da salt bir kanunla düzenleme
kaydının bulunmasının, ilgili konuyu cumhurbaşkanlığı kararnamesinin konu
bakımından yetki alanından çıkarmak açısından yeterli olduğunu ifade etmiştir.
“... Anayasa’da münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen
konularda CBK çıkarılamayacağı hüküm altına alınmıştır. Ancak Anayasa’da hangi
konuların münhasıran kanunla düzenleneceğine ilişkin özel bir hüküm bulunmamaktadır.
Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadında anayasa koyucunun
kanunla düzenlenmesini öngördüğü konuların bu kapsamda görülmesi gerektiği
kabul edilmektedir (AYM, E.2016/150, K.2017/179, 28/12/2017, § 57; E.2016/180,
K.2018/4, 18/1/2018, § 17; E.2017/51, K.2017/163, 29/11/2017, § 13; E.2016/139,
K.2016/188, 14/12/2016, § 9; E.2013/47, K.2013/72, 6/6/2013). Buna göre
Anayasa’da kanunla düzenleneceği belirtilen alanlarda Cumhurbaşkanı’nın CBK
çıkarma yetkisi bulunmamaktadır”. (AYM, E.S. :2018/125, K.S.:2020/4,
K.T.:22/1/2020, R.G. Tarih – Sayı: 13/5/2020 – 31126, §11).
Dolayısıyla 104/17. maddede geçen “münhasıran kanunla
düzenlenmesi öngörülen konular” ibaresinin Anayasada “kanunla düzenlenir veya
kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır” vb. ifadelerin bulunduğu
maddelere bakarak belirlenmesi gerekir. O halde Anayasanın bir maddesinde bir
konunun yasayla düzenlenmesi öngörülmüşse, o konunun Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi ile düzenlenmesi Anayasa’nın 7. ve 104/17. maddelerine aykırılık
oluşturacaktır.
4) Bir diğer sınır ise, “Kanunda açıkça düzenlenen konularda
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz” kuralıdır. AYM, Anayasa m.104/17’nin
ilgili dördüncü cümlesine ilişkin olarak şu ifadeleri kullanmaktadır: “Fıkranın
dördüncü cümlesinde ise kanunda açıkça düzenlenen konularda CBK
çıkarılamayacağı ifade edilmiştir. Anılan hükme göre Cumhurbaşkanı’nın yürütme
yetkisine ilişkin konularda CBK çıkarabilmesi için CBK’yla düzenlenecek konunun
kanunlarda açıkça düzenlenmemiş olması gerekir” (AYM, E.S.: 2020/58, K.S.:
2021/19, K.T.: 18/3/2021, R.G.: 22/6/2021-31519, p.12). Bir konu yasa ile
açıkça düzenlenmişse Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Elbette
CBK’lerin çıkarılması için KHK’lerde olduğu gibi yasa ile yetkilendirme
gerekmez. Ancak KHK’ler yasaları değiştirebilirken, CBK’ler yasaların açıkça
düzenlediği hususlarda bir düzenleme yapamamakta, “Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanmakta,
“Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda,
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelmektedir. Bu hükümler açıkça
Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin yasa gücünde olmadığını, Cumhurbaşkanlığı
kararnamesiyle yasaların değiştirilemeyeceğini gösterir.
Burada değinilen sınır, kanun hükmünde kararnamelerle açıkça
düzenlenen konuları da kapsar. AYM, bu hususu açıkça ifade etmiştir: “...
KHK’ların kanun hükmünde oldukları görülmektedir. Dolayısıyla KHK ile açıkça
düzenlenen bir konuda da Anayasa’nın 104. maddesinin on yedinci fıkrasının
dördüncü cümlesi uyarınca CBK çıkarılamaması gerekir” (AYM, E.S.: 2019/78,
K.S.: 2020/6, K.T.: 23/1/2020, R.G. Tarih – Sayı:13/5/2020–31126, §39).
Bu açıklamalar ışığında Anayasa’nın Cumhurbaşkanı kararnamesiyle
doğrudan düzenleme yetkisi verdiği konularda dahi CBK ile kanunlarda değişiklik
yapılması mümkün değildir. Örneğin Anayasanın 106/son maddesine göre, “Bakanlıkların
kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri, teşkilat yapısı ile merkez ve
taşra teşkilatlarının kurulması Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenir.”
Ancak bu, bakanlıkların kurulmasına ilişkin olarak mevcut yasalarda CBK ile
değişiklik yapılabileceği anlamına gelmemektedir. Sonuç olarak Anayasanın 104.
maddesinin on yedinci fıkrasının mevcut hükümleri karşısında hangi konuda
olursa olsun CBK ile bir yasayı değiştirmek veya yürürlükten kaldırmak mümkün
değildir.
Nitekim 1 No.lu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkarılmadan önce
2/7/2018 tarihli ve 703 sayılı Anayasada Yapılan Değişikliklere Uyum Sağlanması
Amacıyla Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile bakanlıkları düzenleyen birçok yasa ve
yasa gücünde kararname yürürlükten kaldırılmıştır.
2. Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerine İlişkin Anayasa Mahkemesi
Denetiminin Kapsamı
Anayasa Mahkemesi’nin denetim kapsamına giren işlemlerden birisi
de cumhurbaşkanlığı kararnamesidir. Anayasanın 148., 150., 151., 152. ve 153. maddelerinde
daha önce mevcut olan kanun hükmünde kararname yerine Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi ibaresi konulmuştur.
Anayasa Mahkemesi, bu denetimi nasıl ve hangi çerçevede
yapmalıdır? Yargısal denetimde AYM öncelikle bir CBK’nın Anayasada CBK ile
düzenlenmesi öngörülen hususlarda düzenleme içerip içermediği yani yetki
yönünden denetleyecektir. Dolayısıyla CBK yetki kapsamı dışında bir konuyu
düzenlemişse doğrudan yetkisizlik dolayısıyla iptal edilmelidir. CBK’nın yetki
kapsamı içinde olduğu sonucuna varırsa AYM, bu kez düzenlemenin esas bakımından
Anayasa’nın ilgili maddelerine uygunluğunu inceleyecektir. Her ne kadar
Anayasanın 148. maddesinde CBK’lerin şekil ve esas bakımlarından Anayasaya
uygunluk denetiminden söz edilmişse de, bu denetim 104. maddenin 17.
fıkrasındaki koşulların bir bütün olarak AYM tarafından denetlenmesini
gerektirir. Çünkü Anayasa’da, Cumhurbaşkanına ancak fıkrada belirtilen sınırlar
içinde CBK çıkarma yetkisi verilmiştir. Bu sınırların aşılması, CBK’yi
Anayasa’ya aykırı hale getirir. Böylece, CBK’nın örneğin kanunun açıkça
düzenlediği bir hususu içermesi onun Anayasa’ya aykırı olması sonucunu doğurur:
“Dava konusu kural 5018 sayılı Kanun’a ekli (1) Sayılı Cetvel’e bazı eklemeler
yapmak suretiyle kanun metninde değişiklik yapılmasını öngörmektedir. Kanunları
değiştirmenin TBMM’nin görev ve yetkileri kapsamında bulunduğu ve 6771 sayılı
Kanun’la yapılan Anayasa değişikliğiyle bu hususta farklı bir düzenleme
öngörülmediği gözetildiğinde kuralın yürütme yetkisine değil yasama yetkisine ilişkin
olduğu açıktır. Dolayısıyla kural, Anayasa’nın 104. Maddesinin on yedinci
fıkrasının birinci cümlesiyle bağdaşmamaktadır” (AYM, E.S.: 2018/55; K.S.:
2020/27; K. T.:11/6/2020; R.G.: 20 Temmuz 2020-31194).
Bu açıdan CBK’ların denetimi yasaların denetiminden farklıdır.
Yasaların esas denetiminde sadece yasanın maddi bakımdan anayasaya uygunluğu
inceleme konusu olurken, CBK’ların önce yetki yönünden incelenerek, Anayasanın
104/17. maddedeki sınırlara uyulup uyulmadığı denetlemelidir. Bu çerçevede
CBK’nın bir özgürlük ve hakkı düzenleyip düzenlemediği, Anayasada yasa kaydı
olan ya da bir kanun tarafından düzenlenmiş bulunan bir konuda düzenlemeye yer
verilip verilmediği öncelikle ele alınmalıdır.
AYM de, konuya ilişkin ilk kararlarında, cumhurbaşkanlığı
kararnamelerinin öncelikle yetki açısından denetlenmesi gerekliliğini açıkça
ifade etmiştir:
“CBK’ların ... konu bakımından yetki kurallarına uygun olarak
çıkarılması gerekmektedir. Aksi takdirde içeriği Anayasa’ya aykırılık
oluşturmasa bile bu düzenlemelerin Anayasa’ya uygunluğundan söz edilemez.
Dolayısıyla CBK’ların yargısal denetiminde öncelikle Anayasa’nın 104.
maddesinin on yedinci fıkrasında belirtilen konu bakımından yetki kurallarına
uygunluğunun ele alınması gerekir. Anılan fıkra yönünden herhangi bir aykırılık
tespit edilmemesi durumunda ise bu defa CBK’ların içerik yönünden Anayasa’ya
uygunluk denetimi yapılmalıdır” (Bkz. örneğin: AYM, E.S. :2018/125,
K.S.:2020/4, K.T.:22/1/2020, R.G. Tarih – Sayı: 13/5/2020 – 31126, §13. Aynı
yönde bkz. AYM, E.S.: 2018/55; K.S.: 2020/27; K. T.:11/6/2020; R.G.: 20 Temmuz
2020-31194).
Ayrıca sosyal ve ekonomik haklar konusunda CBK’ların özgürlük ve
hak üzerindeki somut etkisi incelemede dikkate alınmalıdır. Bu yönden bir CBK
hak ve hürriyetleri sınırlayıcı nitelikte ise, konu yasama yetkisinin alanına
kayacak ve CBK Anayasaya aykırı hale gelebilecektir. Bu nedenle sosyal ve
ekonomik haklara ilişkin olarak CBK’larda yer alan her bir hükmün somut
etkileri dikkate alınarak bir değerlendirme yapılmalıdır. Bu bağlamda, örneğin
CBK’da öngörülen sosyal ve ekonomik haklarla ilgili düzenleyici kuralların,
sosyal ve/veya ekonomik haklar bakımından pozitif ayrımcılık yapılmasının
gerekli olduğu bir alanda bunu yapmamaktan ya da tetikleyebileceği dolaylı
ayrımcı sonuçlardan da sorumlu olacağını vurgulamak gerekir. Bu çerçevede hangi
kuralın hak ve hürriyetleri kısıtlayıcı, hangi kuralın sadece düzenleyici
nitelikte olduğunun tespiti oldukça zor olacaktır.
Anayasa Mahkemesi’nin cumhurbaşkanlığı kararnamelerini yetki
açısından denetlemesinin, sıradan bir Anayasa’ya uygunluk denetimi sorunu
oluşturmadığı vurgulanmalıdır. Anayasa,’nın Başlangıç bölümünde, açık şekilde
erkler ayrılığı ilkesine yollama yapılmakla yetinilmemekte, ilkenin aynı
zamanda tanımı da yapılmaktadır. Madde 2’nin öngördüğü hukuk devletinin
gerekleri, normlar hiyerarşisi çerçevesinde kuralı koyan organ ile onu
uygulayan organın birbirinden ayrılmasını, denetim organının ise bağımsız
olmasını ifade eder. Normların aşamalı sırası ise, üst normun alt normun varlık
nedeni olduğu, üst norma uygunluk ise, alt normun geçerlilik koşulu olduğu
anlamına gelir. Anayasa’nın 7., 8. ve 9. maddeleri; yasama, yürütme ve yargı
yetkilerini ayrı ayrı düzenlemektedir. Anayasa’nın 11. maddesine göre; Anayasa
hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını bağlamaktadır. 2017 Anayasa
değişikliğiyle ortaya çıkan yeni anayasal düzende, her ne kadar
cumhurbaşkanlığı kararnamesi adı altında yürütmeye düzenleme yetkisi tanınmış
olsa da, bu yetkinin, gerek çerçevesinin belirlendiği madde 104/17 sınırları
içerisinde gerekse Anayasa’nın değinilen Başlangıç ve genel esasları kapsamında
kullanılıp kullanılmadığı konusunda AYM tarafından gerçekleştirilecek
Anayasa’ya uygunluk denetimi, temel bir önem kazanmaktadır. Öyle ki, AYM
tarafından cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin yetki alanlarında çıkarılıp
çıkarılmadığına ilişkin olarak yapılacak her denetim; bir anlamda, aynı anda
Anayasa’nın 2., 6., 7., 8., 11. ve 104. maddelerinin ihlal edilip edilmediğine
ilişin bir ortak bir denetim anlamına da gelecektir. Özellikle vurgulanmalıdır
ki; Anayasa madde 6/3’e göre, “Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan
almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz”. Bu itibarla, erkler ayrılığı ilkesine
uyulup uyulmadığına ilişkin bir denetim olan cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin
yetki alanlarında kalıp kalmadıklarına ilişkin denetim; son tahlilde,
egemenliğin Anayasa’ya uygun şekilde kullanılıp kullanılmadığını ve anayasal
yetkilerin, “Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun” olarak kullanılıp
kullanılmadığını denetlemek anlamına gelmektedir. Kısaca, AYM’nin
Cumhurbaşkanlığı kararnamelerini denetimi vesilesiyle yapacağı gözlemler,
belirleyeceği ilkeler ve sistemleştireceği ölçütler, Türkiye Cumhuriyeti’nin
anayasal bir devlet olup olmayacağı konusunda belirleyici olacaktır.
Hal böyleyken, Anayasa Mahkemesi; anayasal hukuk devletinin
varlığı açısından 2017 Anayasa değişiklikleri sonrası ivedilikle ele alınması
gereken cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin hukuki rejimi konusuyla ilgili ilk
kararlarını, ancak ellinin üzerinde cumhurbaşkanlığı kararnamesi Resmî
Gazete’de yayınlandıktan ve bunların birçoğuyla ilgili olarak da iptal davası
açıldıktan sonra vermiştir. 1 numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 9
Temmuz 2018’de Resmî Gazete’de yayınlanması sonrasında, AYM’nin bir
cumhurbaşkanlığı kararnamesine ilişkin iptal davasıyla ilgili olarak verdiği
hükmü Resmî Gazete’de görebilmek için, 13 Mayıs 2020 tarihine kadar beklemek
gerekmiştir. Oysa bu bağlamda açılan iptal davalarında, sistematik şekilde,
iptali istenen cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin anayasal çerçeve ile
belirlenmiş kayıtlar içinde yer almadığı somut öğeleri ile ortaya koyulmuş ve
bu arada iptal davası konusu maddelerin yürürlüklerinin durdurulması kararı
verilmesi de ayrıca talep edilmiştir. AYM’nin çok uzun bir süreye yayılmış bu
anlaşılamaz atıllığı sonucunda, Anayasa’ya aykırı olan birçok cumhurbaşkanlığı
kararnamesi düzenlemesi bugün yürürlükte bulunduğu gibi, Anayasa’ya aykırı
kararnamelerin sayısı da günbegün artmıştır. AYM’nin öncelikli mesele olarak
ivedi şekilde çoktan çözmüş olması gereken bu yetki meselesinin karara
bağlanmadığı her yeni gün, Türkiye’de anayasasızlaşma ivme kazanarak
derinleşmiş, hukuk devleti ve demokrasi onulmaz yaralar almaya devam etmiş, bir
anayasal düzenin yürürlükte olduğundan söz etmek güç hale gelmiştir. AYM’nin 13
Mayıs 2020 tarihinde Resmî Gazete’te yayınlanan cumhurbaşkanlığı
kararnameleriyle ilgili ilk iptal kararı, yukarıda yapılan tespitlerin
haklılığını göstermekte, önünde derdest durumda olan iptal davalarıyla ilgili
olarak hızla karar verme gerekliliğinin anayasal düzen açısından taşıdığı
belirleyici önemi teyit etmektedir (bkz.: AYM, E.S.: 2019/31, K.S.: 2020/5,
K.T.: 23/1/2020, R.G.: 13/5/2020 – 31126).
Bu itibarla, Anayasa Mahkemesi’nin, Anayasa’nın kendisine
verdiği görev ve ödev uyarınca, anayasal ve siyasal tahribatın daha da fazla
büyümesine engel olacak şekilde, bugüne kadar iptal davası konusu olan tüm
cumhurbaşkanlığı kararnameleri düzenlemeleriyle ilgili olarak ivedi şekilde
gerekli (yürürlük durdurma ve) iptal kararlarını vermesi gerekmektedir.
Bu konuda gösterilmesi gereken hassasiyet ve titizlik; Anayasa
Mahkemesi’nin cumhurbaşkanlığı kararnamelerini yetki açısından denetlemesinin,
denetimine tabi tutulan diğer normatif düzenlemelerin Anayasa’ya uygunluk
denetiminden farklı özellikler taşımasına dayanmaktadır. Anayasa, Başlangıç
bölümünde, Devlet örgütlenmesinin erkler ayrılığı üzerine inşa edileceğini açık
bir biçimde öngörmektedir. Cumhuriyet’in niteliklerini sıralayan ve
somutlaştıran madde 2 ise, Türkiye Cumhuriyeti’nin “başlangıçta belirtilen
temel ilkelere dayan”dığını öngörmekte olup, bunu hukuk devleti olarak
tanımlamaktadır. Hukuk devleti, mekanizma olarak, devlet örgütünün erkler
ayrılığı çerçevesinde örgütlendiği, hukuki yapılanmanın ise normlar
hiyerarşisine dayandığı bir siyasal örgüt ve hukuki yapı olarak tanımlanır.
Madde 2, madde 14 (değişik: 3/10/2001-4709/3 md.) ışığında okunduğunda hukuk
devletinin içerik olarak da tanımlanmış olduğu görülür: “insan haklarına
dayanan demokratik ve laik Cumhuriyet” ve aynı zamanda “sosyal devlet”; yani
sosyal hukuk devleti. Bu arada; AYM’nin hukuk devleti kavramına ilişkin olarak
kanunların Anayasa’ya uygunluğu denetimi bağlamında oluşturduğu içtihadının,
cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin denetiminde de aynı şekilde referans
oluşturacağı açıktır (bu yönde bkz.: AYM, E.S. :2018/125, K.S.:2020/4,
K.T.:22/1/2020, R.G. Tarih – Sayı: 13/5/2020 – 31126, §26–28). AYM’ye göre: “Anayasa’nın
2. maddesinde belirtilen hukuk devleti; eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan
haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil
bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, hukuki güvenliği sağlayan,
Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuk kurallarıyla kendini
bağlı sayan ve yargı denetimine açık olan devlettir” (AYM, E.S. :2018/125,
K.S.:2020/4, K.T.:22/1/2020, R.G. Tarih – Sayı: 13/5/2020 – 31126, §26). Oysa, cumhurbaşkanlığı
kararnamelerine ilişkin (ve özellikle de bunların konu bakımından
yetkisizliğine dayalı) iptal başvurularının böylesine çok sayıda ve bu kadar
uzun süreler karara bağlanmamış şekilde AYM önünde birikmiş olması, AYM’nin
verdiği hukuk devleti tanımındaki her bir unsurun adeta dondurulması anlamına
gelmekte; yürütmeyi, dolaylı olarak, yetkisi dışındaki alanları sistematik
şekilde Anayasa’ya aykırı cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle düzenleme refleksi
konusunda cesaretlendirmektedir.
Anayasa’nın genel esaslar kısmındaki maddeleri, madde 2’nin
yaptığı çerçeve ve temel tanımlar doğrultusunda okumak ve anlamlandırmak
gerekir:
Anayasa’nın 7., 8. ve 9. maddeleri; Devlet örgütü olarak yasama,
yürütme ve yargı yetkilerini ayrı ayrı düzenlemektedir. Normlar hiyerarşisinin
ana çerçevesini koyan madde 11’e göre; Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve
yargı organlarını bağlamaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin, Anayasa’nın bu temel
hükümleri ışığında, iptal davası konusu cumhurbaşkanlığı kararnamelerine
ilişkin denetimini titizlikle gerçekleştirmesi, ivedi bir gerekliliktir.
Yeniden dikkat çekilmesi gereken bir husus da, gerekçe
sorunudur: hukuk devletinde her türlü resmi işlemin gerekçeli olması, hukukun
genel ilkesidir. Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin gerekçesiz olması ise, hukuk
devletine açıkça aykırılık oluşturduğu gibi, anlaşılır ve öngörülebilir
olmalarını da zorlaştırmaktadır. Salt bu gerekçe yokluğu dahi, cumhurbaşkanlığı
kararnamelerinin Anayasa’ya uygunluk denetiminin taşıdığı önemi göstermektedir.
B. 83 SAYILI CUMHURBAŞKANLIĞI KARARNAMESİ’NİN BAZI HÜKÜMLERİNİN
ANAYASA AYKIRILIĞI
1. 83 sayılı Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 4.
maddesi ile 1 sayılı CBK’nın altıncı kısmının sekizinci bölümüne eklenen geçici
2. maddenin birinci fıkrasında yer alan “bulunanlardan daha önce muhasebat
başkontrolörü, muhasebat kontrolörü, stajyer muhasebat kontrolörü ile bütçe kontrolörü
kadrosunda” ibaresi ile ikinci fıkrasında yer alan “bulunanlardan daha önce
muhasebe denetmeni ve muhasebe denetmen yardımcısı kadrosunda” ibaresinin
Anayasa’ya aykırılık sorunu
83 sayılı CBK’nin 4. maddesi ile 1 sayılı CBK’nın altıncı
kısmının sekizinci bölümüne eklenen geçici 1. maddenin birinci fıkrası ile
Hazine ve Maliye Bakanlığı’nda halihazırda hazine ve maliye uzmanı olarak görev
yapanlardan daha önce muhasebat kontrolörü, stajyer muhasebat kontrolörü ile
bütçe kontrolörü olarak görev yapan personelin görevlerinin kendiliğinden sona
ermesi ve muhasebat başkontrolörü ve muhasebat kontrolü kadrolarına atanmaları
ile maddenin yürürlük tarihi itibari ile idari görevde olanların da idari
görevlerinin sona ermesini takip eden ay içerisinde söz konusu kadrolara
atanmaları, bu kamu görevlilerinin hazine ve maliye uzmanı ve hazine ve maliye
uzman yardımcısı kadrolarında geçirdikleri sürelerin yeni atandıkları
kadrolarda geçirilmiş sayılması öngörülmektedir. Ancak birinci fıkrasında yer
alan “bulunanlardan daha önce muhasebat başkontrolörü, muhasebat kontrolörü,
stajyer muhasebat kontrolörü ile bütçe kontrolörü kadrosunda” ibaresi, hazine
ve maliye uzmanı olarak görev yapan ve denetim hususunda yetkilendirilmiş olan ve
2011 yılı sonrasında göreve atanan hazine ve maliye uzmanlarının muhasebat
başkontrolörü ve muhasebat kontrolü kadrolarına atanabilme haklarını
tanımamakta ve aynı görev ve unvana sahip kamu görevlileri arasında bir ayrım
ortaya çıkarmaktadır.
Benzer şekilde ikinci fıkra ile Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın
taşra teşkilatı birimi olan defterdarlıklarda istihdam edilen ve halihazırda
defterdarlık uzmanı olarak görev yapanlardan daha önce muhasebe denetmeni ve
muhasebe denetmen yardımcısı olarak görev yapan personelin görevlerinin kendiliğinden
sona ermesi ve muhasebe denetmeni kadrolarına atanmaları düzenlenmiştir. Ancak
bu fıkrada yer alan “bulunanlardan daha önce muhasebe denetmeni ve muhasebe
denetmen yardımcısı kadrosunda” ibaresi 2011 yılı ve sonrasında defterdarlık
uzmanı olarak atanan ve görev yapan ve denetim hususunda yetkilendirilmiş olan
uzmanların muhasebe denetmeni kadrolarına atanabilme haklarını tanımamakta ve
aynı görev ve unvana sahip kamu görevlileri arasında bir ayrım ortaya
çıkarmaktadır.
A) Anayasa’nın
128. maddesine aykırılık sorunu
İptali talep edilen ibareler, Anayasa’nın 123. maddesinde ifade
edildiği üzere idarenin bütünlüğü içerisinde yer alan Hazine ve Maliye
Bakanlığı’nda hazine ve maliye uzmanı ve hazine ve maliye uzman yardımcısı
olarak görev yapan personelden daha önce muhasebat başkontrolörü, muhasebat
kontrolörü, stajyer muhasebat kontrolörü ile bütçe kontrolörü kadrosunda görev
yapanların görevlerinin kendiliğinden sona ermesine ve bunların muhasebat
başkontrolörü ve muhasebat kontrolü kadrolarına atanmalarına olanak sağlarken
aynı unvan ve görevde bulunan diğer hazine ve maliye uzmanlarına bu geçiş
hakkının tanımaması ile Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın taşra teşkilatı birimi
olan defterdarlıklarda istihdam edilen ve halihazırda defterdarlık uzmanı
olarak görev yapanlardan daha önce muhasebe denetmeni ve muhasebe denetmen
yardımcısı olarak görev yapan personelin görevlerinin kendiliğinden sona ermesi
ve muhasebe denetmeni kadrolarına atanmalarına olanak sağlarken aynı birimde
defterdarlık uzmanı olarak görev yapan ve denetim hususunda yetkilendirilmiş
olan diğer uzmanların muhasebe denetmeni kadrolarına atanabilme haklarını
tanımamasına ilişkindir.
Anayasa’nın 128. maddesinde, “Memurların ve diğer kamu
görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve
yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir.
Ancak, malî ve sosyal haklara ilişkin toplu sözleşme hükümleri saklıdır” hükmü
yer almaktadır.
Hazine ve Maliye Bakanlığı, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve
Kontrol Kanunu’na ek (I) sayılı Cetvel’de genel bütçe kapsamındaki kamu
idareleri arasında sayılmıştır. Söz konusu Kurum, Anayasa’nın 123. maddesinde
ifade edildiği üzere idarenin bütünlüğü içinde yer almaktadır. Dolayısıyla, bu
kurumda çalışan personelin atanması, görev ve yetkileri, görevlerinin sona
ermesi veya bunların tayin, nakil gibi özlük haklarını doğrudan etkileyen bir
düzenlemenin de kanunla yapılması gerektiği aşikârdır. Söz konusu personelin,
görev unvanlarının değiştirilmesi, görevlerinin sona ermesi de atanmaları ve
özlük hakları ile doğrudan bağlantılı olan bağlı bir düzenlemedir.
AYM’nin altını çizdiği üzere; “...Anayasa’da kanunla
düzenleneceği belirtilen alanlarda Cumhurbaşkanı’nın CBK çıkarma yetkisi
bulunmamaktadır”. (AYM, E.S. :2018/125, K.S.:2020/4, K.T.:22/1/2020, R.G. Tarih
– Sayı: 13/5/2020 – 31126, §11). Anayasanın 128. maddesine göre memurların ve
diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları
ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri yasayla
düzenlenir. Bu çerçevede, “Anayasa Mahkemesi'nin birçok kararında, Anayasa'nın
128. maddesinin ikinci fıkrasının kapsamına giren kişilerin statülerine ve
özlük haklarına ilişkin düzenlemelerin yasayla yapılması gerektiği, bu
konuların düzenlenmesinin idarenin düzenleyici işlemlerine bırakılmasının
Anayasa'ya aykırı olacağı hususu vurgulanmıştır.” (AYMK 10.3.2011 tarih,
E.2009/90 K.2011/47). Yine 36 sayılı CBK’ya ilişkin 2019/78 Esas, 2020/6 Karar
sayılı kararında da Anayasa Mahkemesi, bu görüşünü yenilemiştir.
Anayasa’nın 128. maddesi, açıkça kamuda çalışmakta olan memurlar
ve diğer kamu görevlilerinin, atama, nitelikleri, hakları ve yükümlülükleri,
aylık ve diğer özlük işleri ile görevlerinin sona erme işlemlerinin kanun ile
düzenlenmesi şartını getirmektedir. Yukarıda da belirtildiği üzere iptali talep
edilen ibareler, ilgili kamu görevlilerinin bir kısmının başka bir göreve
atanmalarına olanak sağlarken bir kısmının bu görev değişikliği kapsamı dışında
bırakılmasına ve kanun ile verilmiş olan denetim ve inceleme görev ve
yetkisinin sona ermesini düzenlemektedir. Anayasa’nın 128. maddesinde
belirlenen haklarla ilgili normların kanunla düzenlenmesi zorunluluğu aynı
zamanda aynı görev ve unvana sahip kamu görevlilerine yönelik düzenlemelerin
objektif ve eşit bir biçimde düzenlenmesini de içerir. Yürütme erki, kamu
görevlilerine ilişkin düzenlemelerinde kanunla düzenlenmiş hususların ancak
teknik açıdan ikincil düzenlemelerini yapabilir, görev ve unvan değişikliği
yapılmasına ilişkin norm ancak kanun ile düzenlenebileceği gibi aynı zamanda
aynı görev ve unvanda olan kamu görevlilerinin bu görev ve unvan değişikliği
kapsamı dışında tutulmasına ilişkin bir kısıt konularak kapsam dışında
tutulması da aynı şekilde münhasıran kanun ile düzenlemesi gereken bir
düzenlemedir.
Bu nedenle iptali talep edilen ibareler kanunilik ilkesini
zedelediğinden Anayasa’nın 128. maddesine aykırıdır, iptali gerekir.
B) Anayasa’nın 104. maddesine aykırılık sorunu
İtilaflı kurallar, konu bakımından yetki yönünden
Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri için öngörülen anayasal çerçeveyi aşması
nedeniyle Anayasa’nın 104. maddesine aykırıdır. Anayasa’nın 104/17. maddesinde “Anayasada
münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi çıkarılamaz.” hükmü bulunmaktadır. Anayasa Mahkemesi, Anayasa’da
salt bir kanunla düzenleme kaydının bulunmasının, ilgili konuyu
cumhurbaşkanlığı kararnamesinin konu bakımından yetki alanından çıkarmak
açısından yeterli olduğunu ifade etmiştir:
“... Anayasa’da münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen
konularda CBK çıkarılamayacağı hüküm altına alınmıştır. Ancak Anayasa’da hangi
konuların münhasıran kanunla düzenleneceğine ilişkin özel bir hüküm
bulunmamaktadır. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadında
anayasa koyucunun kanunla düzenlenmesini öngördüğü konuların bu kapsamda
görülmesi gerektiği kabul edilmektedir (AYM, E.2016/150, K.2017/179,
28/12/2017, § 57; E.2016/180, K.2018/4, 18/1/2018, § 17; E.2017/51, K.2017/163,
29/11/2017, § 13; E.2016/139, K.2016/188, 14/12/2016, § 9; E.2013/47,
K.2013/72, 6/6/2013). Buna göre Anayasa’da kanunla düzenleneceği belirtilen
alanlarda Cumhurbaşkanı’nın CBK çıkarma yetkisi bulunmamaktadır”. (AYM, E.S.
:2018/125, K.S.:2020/4, K.T.:22/1/2020, R.G. Tarih – Sayı: 13/5/2020 – 31126,
§11).
O halde Anayasa’nın bir maddesinde bir konunun yasayla
düzenlenmesi öngörülmüşse o konunun Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile
düzenlenmesi, Anayasa’nın 7. ve 104/17. maddelerine aykırılık oluşturacaktır.
Yukarıda da belirtildiği üzere Anayasa’nın 128. maddesinde, “Memurların
ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri,
hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla
düzenlenir. Ancak, malî ve sosyal haklara ilişkin toplu sözleşme hükümleri
saklıdır” hükmü yer almaktadır.
Anayasa’nın 128. maddesinde belirtilen bu hüküm açıkça kamuda
çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlilerinin, nitelikleri, atanma,
görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve diğer özlük işleri ile
görevlerinin sona erme işlemlerinin kanun ile düzenlenmesi şartını
getirmektedir. Dolayısıyla, bu madde kapsamında yer alan personelin istihdamı,
nitelikleri, iş akitlerinin sona ermesi veya bunların tayin, nakil, görev ve
unvan değişiklikleri gibi özlük haklarını doğrudan etkileyen bir düzenlemenin
de kanunla yapılmasının gerektiği aşikardır.
Yukarıda da belirtildiği üzere iptali talep edilen ibareler
yönünden kamu görevlilerinin görev ve unvan değişiklikleri ile bir kısmının bu
değişiklik kapsamı dışında tutulmasına ilişkin kısıt oluşturulması, Anayasa’nın
128. maddesinde belirtilen kanunilik ilkesine tabi olduğundan, yukarıda
belirtilen kamu görevlilerinin istihdamı, görev ve yetkileri, görev ve unvan
değişikliğiyle özlük hakları konusunun kanunla düzenlenmesi gerekmekte olup,
bunun dışında Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile bu konularda belirleme
yapılması mümkün değildir. Bu itibarla; Anayasa’nın 128. maddesi uyarınca
kanunla düzenlenmesi gereken bir konuyu düzenleyen ihtilaflı CBK düzenlemesi,
konu bakımından yetkisizlikle maluldür ve Anayasa’nın 104/17. maddesine
aykırıdır.
Dolayısıyla, söz konusu düzenleme, Anayasa’nın 104/17.
maddesinde belirlenen sınırları aşarak kanun ile düzenlenmesi öngörülen alanda
düzenleme yapması nedeniyle Anayasa’nın 104/17. fıkrasına aykırıdır, iptali
gerekir.
C) Anayasa’nın 10. maddesine aykırılık sorunu
83 Sayılı CBK’nın 4. maddesi ile 1 sayılı CBK’nın altıncı
kısmının sekizinci bölümüne eklenen geçici 1. maddenin birinci fıkrası ile
Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın merkez teşkilatında halihazırda hazine ve maliye
uzmanı olarak görev yapanlardan daha önce muhasebat kontrolörü, stajyer
muhasebat kontrolörü ile bütçe kontrolörü olarak görev yapan personelin
görevlerinin kendiliğinden sona ermesi ve muhasebat başkontrolörü ve muhasebat
kontrolörü kadrolarına atanmaları düzenlenmiştir. Ancak bu fıkrada yer alan “bulunanlardan
daha önce muhasebat başkontrolörü, muhasebat kontrolörü, stajyer muhasebat
kontrolörü ile bütçe kontrolörü kadrosunda” ibaresi, hazine ve maliye uzmanı
olarak görev yapan ve denetim hususunda yetkilendirilmiş olan uzmanların
muhasebat başkontrolörü ve muhasebat kontrolü kadrolarına atanabilme haklarını
tanımamakta ve aynı görev ve unvana sahip kamu görevlileri arasında bir ayrım
ortaya çıkarmaktadır.
Benzer şekilde ikinci fıkra ile Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın
taşra teşkilatı birimi olan defterdarlıklarda istihdam edilen ve halihazırda defterdarlık
uzmanı olarak görev yapanlardan daha önce muhasebe denetmeni ve muhasebe
denetmen yardımcısı olarak görev yapan personelin görevlerinin kendiliğinden
sona ermesi ve muhasebe denetmeni kadrolarına atanmaları düzenlenmiştir. Ancak
bu fıkrada yer alan “bulunanlardan daha önce muhasebe denetmeni ve muhasebe
denetmen yardımcısı kadrosunda” ibaresi defterdarlık uzmanı olarak görev yapan
ve denetim hususunda yetkilendirilmiş olan uzmanların muhasebe denetmeni
kadrolarına atanabilme haklarını tanımamakta ve aynı görev ve unvana sahip kamu
görevlileri arasında bir ayrım ortaya çıkarmaktadır.
Söz konusu ayrımcılığa neden olan ibareler ile, hazine ve maliye
uzmanı ve defterdarlık uzmanı olarak görev yapan personelden 2011 yılı
sonrasında ataması yapılanlardan denetim yetkisi olanlar açısından 83 sayılı
CBK’nın 1. ve 2. maddeleri ile ihdas edilen muhasebat başkontrolörü ve
muhasebat kontrolörü ile muhasebe denetmeni kadrolarına geçebilme olanağı
öngörülmemiştir.
Söz konusu kadro ve unvanlara ilişkin gelişime bakılacak olursa;
26/9/2011 tarih ve 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri Ve Özel
Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde
Kararname’nin 17. Maddesinin 5. fıkrası ile düzenlenen ve 13/12/1983 tarihli ve
178 sayılı Maliye Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararname’ye eklenen geçici 14. madde ile Hazine ve Maliye Bakanlığı merkez
teşkilatına (2017 Anayasa değişikliklerinin doğurduğu yürütme yapısından önce “Maliye
Bakanlığı”) bağlı ana hizmet birimlerinde Devlet Muhasebe Uzmanı ve Devlet
Malları Uzmanı gibi merkez uzmanı kadrolarında görev alan kişiler ile Muhasebat
Kontrolörü ve Milli Emlak Kontrolörü kadrolarında yer alan kişiler, “Maliye
Uzmanı” unvanı (2017 Anayasa değişiklikleriyle ortaya çıkan yürütme yapısı
sonrasında bu unvan “Hazine ve Maliye Uzmanı olarak değiştirilmiştir.) adında
yeni bir çatı unvan altında birleştirilmiştir. Ancak her ne kadar yeni unvan
ihdası gerçekleştirilse de düzenleme sonrasında Muhasebat Kontrolörleri, 2017
Anayasa değişiklikleriyle ortaya çıkan yürütme yapısı öncesinde “Maliye Uzmanı”
sonrasında “Hazine ve Maliye Uzmanı” unvanıyla Muhasebat Genel Müdürlüğü
Denetim ve Rehberlik Dairesi altında denetim fonksiyonunu icra etmeye devam
etmişlerdir. Oluşturulan bu yeni kariyer meslek unvanına ilişkin ilk personel
alımı 2013 yılında gerçekleştirilmiş olup sonraki yıllarda bu alımlara devam
edilmiştir.
2013 yılında yapılan ilk sınavdan sonra alınan bu maliye
uzmanlarından bir kısmına denetim ve teftiş yetkileri verilmiş ve bunlar 2013-2021
yılları arasında Muhasebat Genel Müdürlüğü Denetim ve Rehberlik Dairesinde
görevlendirilen Denetime Yetkili Hazine ve Maliye Uzmanı olarak kamu görevini
ifa etmişlerdir. Muhasebat Genel Müdürlüğü Denetim ve Rehberlik Dairesinde
görevlendiren ve denetim yetkisi verilen söz konusu uzmanlar başka bir birimde
görevlendirilmemişler ve “Denetim Elemanı” olarak görevlerini ifa etmeye devam
etmişlerdir. Söz konusu durum defterdarlıklarda görevli defterdarlık uzmanları
açısından da aynı şekilde yaşanmıştır.
25.08.2021 tarihli Resmî Gazetede yayınlanan 83 Sayılı
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile daha önce “Muhasebat Kontrolörü” unvanına
sahip olup 2011 yılında yayımlanan 659 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile “Maliye
Uzmanı” unvanına geçirilen kişilerin yeniden “Muhasebat Kontrolörü” unvanına
geçişine imkân tanınmıştır. Ancak 2011 yılında Maliye Uzmanlığı unvanına geçiş
yapıldıktan sonra gerçekleştirilen sınavlarda başarı göstererek mesleğe giren
ve Muhasebat Genel Müdürlüğü Denetim ve Rehberlik Dairesinde mesleğe
girdiğinden beri bilfiil denetim görevini icra eden hazine ve maliye
uzmanlarına Muhasebat Kontrolörü unvanı verilmeyerek, bu kişiler düzenleme
kapsamı dışında bırakılmışlardır. Ayrıca 83 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi
ile denetim fonksiyonuna ilişkin yetki sadece muhasebat kontrolörlerine
verildiğinden, Denetime Yetkili Hazine ve Maliye uzmanı olan görevlilerinin
denetim fonksiyonunu icra etme imkânı da ortadan kalkmıştır. Aynı durum
defterdarlıklarda görev yapan defterdarlık uzmanları için de aynı şekilde
gerçekleşmiştir. Defterdarlık uzmanlarından denetim yetkisini haiz olan bir
kısım uzmanın yetkileri kaldırılmış ve bunlara muhasebe denetmeni kadrolarına
geçiş hakkı da verilmemiştir.
Anayasa'nın 10. maddesinde, herkesin dil, ırk, renk, cinsiyet,
siyasal düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri nedenlerle ayırım
gözetilmeksizin yasa önünde eşit olduğu belirtilmiştir. Söz konusu durum aynı
görevi icra eden ve aynı durumda olan kamu görevlileri açısından bir ayrımcılık
yaratmaktadır. İhtilaflı kural, bu itibarla, Anayasanın eşitlik ve ayrımcılık
yasağı ilkesini ihlal etmektedir.
Anayasa Mahkemesi'nin birçok kararında da açıklandığı gibi, yasa
önünde eşitlik, hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Eşitlik
ilkesi ile eylemli değil, hukuksal eşitlik öngörülmektedir.
Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin
yasalarca aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak ve kişilere yasa karşısında
ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı
durumda bulunan kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında
eşitliğin zedelenmesi önlenmiştir. Anayasa'da öngörülen eşitlik ilkesi
gereğince, nitelikleri ve durumları özdeş olanlar için değişik kurallar konulamaz.
Dava konusu yapılan ibareler ile yapılan düzenleme ise bu
ilkeyle bağdaşmayacak hüküm ve koşullar içermektedir.
Öncelikle Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın merkez ve taşra
teşkilatında hazine ve maliye uzmanı veya Defterdarlık Uzmanı olarak görev
yapan personelin bir kısmı için yeni görev veya kadro imkanı getirilirken, 2011
yılından sonra aynı görev unvanına ve yetkiye sahip olan diğer kamu
görevlilerine bu imkan tanınmamaktadır. Bu husus, söz konusu kamu
görevlilerinin özlük haklarını da doğrudan etkilemektedir. Bir diğer deyişle bu
çalışanlar isteseler dahi mevcut statülerini koruyamayacaklardır. Kendileriyle
aynı statüde çalışan diğer personelin haklarından da yararlandırılmamaktalar ve
farklı hükümlere tabi kılınmaktadırlar. Hukuk devletinde idare aynı statüde
olan çalışanlarına farklı haklar uygulamaz. Ancak ihtilaflı CBK değişikliği ile
iki farklı uzman statüsü ortaya çıkmaktadır. Bir yandan, birinci statüde
çalışanlara (2011 yılında yürürlüğe giren 659 sayılı KHK öncesinde farklı
unvanlarda çalışan ve hazine ve maliye uzmanı olanlar) başka bir unvana geçiş
hakkı tanınmakta; öte yandan ise, ikinci statüde çalışan (2011 yılı ve
sonrasında çalışmaya başlayanlar) ve geçiş hakkı tanınmayan bir personel ortaya
çıkmaktadır. Kanun önünde eşitlik ilkesi çerçevesinde aynı hukuki statüde olan
kişilere yönelik olarak farklı bir düzenleme yapılamayacağı aşikardır. Nitekim
Anayasa Mahkemesi çeşitli kararlarında Kanun önünde eşitlik ilkesinden
anlaşılması gerekeni ifade etmiştir.
“Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin
yasalar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayırım yapılmasını
ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir” (AMK (2006), 15.12.2006 T., 2006/ 111 E.,
2006/ 112 K., (RG, 30.12.2006, 26392)).
“Yasa önünde eşitlik ilkesi hukuksal durumları aynı olanlar
için söz konusudur... Yasa önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara
bağlı tutulacağı anlamına gelmez. Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da
topluluklar için değişik kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı
hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa
Anayasada öngörülen eşitlik ilkesi zedelenmez.” (AMK, 28.4. 2011 T., 2009/93
E., 2011/73 K. (RG, 15.10.2011, 28085)).
Düzenleme konusu bakımından aynı durumda bulunan kategoriler
arasında, söz konusu hakkın tanınması bakımından ihtilaflı kuralca öngörülen
muamele farklılığı, makul bir sebebe dayanmamaktadır. Bu durum “kanun önünde
eşitlik ilkesi”nin ihlal edildiğini göstermektedir. Bu nedenle ihtilaflı
kuralın iptali gerekir.
D) Anayasa’nın 2. ve 7. maddelerine aykırılık sorunu
Yine iptali talep edilen geçici 2. maddenin birinci ve ikinci
fıkralarındaki ibareler, Anayasa’nın 2. ve 7. maddelerine de aykırılık
taşımaktadır. Anayasanın 2. maddesi; “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru,
millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk
milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, laîk ve sosyal bir hukuk Devletidir”, hükmünü içermektedir. Hukuk
devleti ilkesinin genel olarak anlam ve içeriği ile bir hukuk devletinin temel
amaç ve işlevleri Anayasa Mahkemesinin bir kararında şu şekilde belirtilmiştir:
“Anayasa’nın 2. maddesinde, Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan hukuk
devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren,
eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni
kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan
kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün
kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa
koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasa’nın bulunduğu
bilincinde olan devlettir. Bu bağlamda, hukuk devletinde yasa koyucu, yasaların
yalnız Anayasa’ya değil, evrensel hukuk ilkelerine de uygun olmasını sağlamakla
yükümlüdür.” (AYMK, 27.2.2001, E.1999/43, K.2001/46, RG: 20.3.2002-24701).
Hukuki güvenlik ve belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön
koşullarındandır (AYMK, E.2012/116 K.2013/32, 28.2.2013). Bu çerçevede; “CBK’ların
da hem kişiler hem idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer
vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması gerekir.”
(AYM, E.S. :2018/125, K.S.:2020/4, K.T.:22/1/2020, R.G. Tarih – Sayı: 13/5/2020
– 31126, §28). Hukuk devletinin en temel ilkelerinden birisi olan kanunla
düzenleme ilkesi düzenlenen konudan kavram, ad ve kurum olarak söz etmek
anlamına gelmez. Düzenlenen alanın kanun metninde kurallaştırılması gerekir.
Kurallaştırma, düzenlenen alanda temel ilkelerin konulmasını ve çerçevenin
çizilmiş olmasını ifade eder. Kanunda temel esasların belirlenmiş olması
şartıyla uzmanlık ve teknik konulara ilişkin ayrıntıların belirlenmesi yürütme
organının takdir yetkisine bırakılabilir. Yürütmenin düzenleme yetkisi, kural
olarak, sınırlı ve bağımlı bir yetki niteliğindedir.
Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve
işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygı gösteren, bu hak ve özgürlükleri
koruyup güçlendiren her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu
geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku
tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla
kendini bağlı sayıp yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde yasa
koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkelerinin ve Anayasa’nın bulunduğunun
bilincinde olan devlettir.
Anayasa’nın 128. maddesinin ikinci fıkrasına göre ise,
memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve
yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük
işlerinin kanunla düzenlenmesi gerekmektedir. Anayasa Mahkemesinin 3.4.2007 gün
ve E:2005/52, K:2007/35 sayılı kararında da belirtildiği gibi, Anayasa’nın 2.
maddesinde belirtilen hukuk devleti ilkesine göre bu düzenlemelerin objektif,
ayrımcılık içermeyen, açık, öngörülebilir olması ve sınırlarının belirlilik
taşıması zorunludur. Buna aykırı düzenlemeler, Anayasa’nın 2. maddesinde
öngörülen hukuk devleti ilkesine aykırılık oluşturacaktır.
Demokratik hukuk devletinde yapılan düzenlemelerin öngörülebilir
olması, sınırlarının belirli olması gerekir. Hazine ve Maliye Bakanlığının
merkez ve taşra teşkilatlarında çalışmakta olan hazine ve maliye uzmanı ve
defterdarlık uzmanı olarak görev yapan kamu görevlileri hakkında sınırı
belirlenmiş, önceden öngörülmüş böyle bir düzenleme bulunmakta iken; 83 sayılı
CBK ile bunlardan 2011 yılı öncesinde görevde olanlar ile 2011 sonrasında
göreve başlayanlar arasında makul bir sebebe dayanmayan bir ayrım yapılarak
bazıları için merkezde muhasebat başkontrolörü ve muhasebat kontrolü
kadrolarına, taşra teşkilatında olanlar için muhasebe denetmeni kadrolarına
atanmalarını engelleyen düzenleme bunların özlük haklarını keyfî şekilde
belirlemesi ve aynı durumdaki kamu görevlilerine kıyasla onları anılan atanma
hakkından mahrum bırakması itibariyle, hukuk devletinin objektiflik ve öngörülebilirlik
ilkeleriyle bağdaşmamaktadır. Kamuda çalışan aynı statüdeki personel açısından
aynı hükümlerin uygulanması gerekirken, anılan kategorilerdeki kişilerin
görevin gerektirdiği niteliklerle bir ilgisi olmayan işe giriş tarihleri
nedeniyle ayrımcılığa maruz kalmaları ve bunlara anılan geçiş hakkının
tanınmaması, kanun önünde eşitlik ilkesine aykırı olduğu kadar hukuk güvenliği
ve kazanılmış hakların korunması ilkelerine de aykırıdır.
Anayasa'nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti'nin sosyal bir
hukuk devleti olduğu bildirilmiştir. Hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu
hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan,
her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren,
Anayasa'ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına
egemen kılan devlettir.
Sosyal hukuk devleti, toplum ve çalışma yaşamında adalete ve
eşitliğe dayalı bîr hukuk düzeni kurmak durumundadır. Böyle bir hukuk düzeni
ise, her alanda olduğu gibi, personel hukukuna ilişkin düzenlemelerde de,
eşitlik, hukuk istikrarı, hukuk güvenliği ve kazanılmış hakların korunması
ilkelerinin gözetilmesini zorunlu kılmaktadır.
Hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlette, hukuk
güvenliğinin sağlanması hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmaz koşuludur.
Kişilerin koşulları kanunla belirlenmiş bir statüye, devlete ve
hukukî istikrara güvenerek girmelerinden ve kamu görevlisi olmalarından sonra
bu statüye ilişkin olarak makul nedeni olmayan ve aynı durumdaki ilgili diğer
kamu görevlilerine göre ölçüsüz biçimde hakları kısıtlayıcı değişiklikler
yapılması; hukuk güvenliğine, kazanılmış haklara ve dolayısıyla hukuk devleti
ilkesine aykırı düşmektedir. Bu tür düzenlemelerin, ancak yayınlandıkları
tarihten itibaren işe girecekler için uygulanması veya getirdikleri yeni
statüye, kazanılmış hakları koruyacak makul, adil ve ölçülü bir geçiş sağlaması
halinde, değinilen aykırılıklar giderilebilir. Hâlihazırda kamuda çalışmakta
olan kişiler açısından, yürürlüğe giren kuralların özellikle kendi rızaları
dışında haktan mahrum bırakıcı nitelikte olmasının ve kendileriyle aynı statüde
olan diğer görevlilerden farklı muameleye tabi tutulmalarını öngören bir
düzenlemenin ihdasının sosyal hukuk devleti ile bağdaşmayacağı açıktır. Bu
nedenle söz konusu ibarelerin Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen sosyal hukuk
devleti ilkesine aykırı olması nedeniyle iptali gerekir.
Yine Anayasa’nın 7. maddesi, yasama yetkisinin devredilmezliği
kuralını öngörür. Bu nedenle yürütme organına genel, sınırsız, esasları ve
çerçevesi belirsiz bir düzenleme yetkisi tanınması ya da Cumhurbaşkanı’nın
kanunilik alanına tabi bir konuda kararname çıkarması Anayasanın 7. maddesine
aykırılık oluşturur. Yukarıda da belirtildiği üzere iptali talep edilen
düzenleme, Anayasa’nın 128. maddesinde kanun ile düzenlenmesi öngörülen bir
alanda CBK ile düzenleme yapması nedeniyle Anayasa’nın 7. Maddesine de
aykırıdır, iptali gerekir.
Bu çerçevede, 83 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 4. maddesi
ile 1 sayılı CBK’nın altıncı kısmının sekizinci bölümüne eklenen geçici 2. maddenin
birinci ve ikinci fıkralarındaki ibareler, yukarıda açıklanan nedenlerle
Anayasa’nın, 2., 7., 10., 104/17. ve 128. maddelerine aykırı olması nedeniyle
iptali talep edilmektedir.
YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN
GEREKÇESİ
Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri, 6771 sayılı Anayasa Değişikliği
Kanunu ile Anayasada yapılan değişikliklerle hukuk sistemimize girmiş ve 24
Haziran Seçimleri sonucunda Cumhurbaşkanının yemin ederek görevine başlamasıyla
yürürlüğe girmiştir. Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile ilk defa yürütme
organına, dayanağını doğrudan Anayasadan alan bir düzenleme yetkisi
tanınmıştır. Anayasa’da önemli sınırlamalar getirilerek tanınmış olan bu
yetkinin, anayasal sınırlar çerçevesinde kullanılması, kötüye kullanılmaması ve
yasama yetkisinin devri niteliği taşımaması, Anayasa’nın başta 6., 7. ve 8.
maddeleri gereği olup, örgütlenmesi, erkler ayrılığına dayanan demokratik hukuk
devletinin yaşama geçirilmesi açısından hayati önem taşımaktadır. Oldukça güçlü
yetkilerle donatılmış ve doğrudan halk tarafından seçilen Cumhurbaşkanının
Anayasa’da kendisine tanınan sınırlı alanı aşarak her konuda düzenlemeler
yapması, demokratik hukuk devletinin özünü oluşturan denge ve denetleme
mekanizmalarını işlevsiz hale getirecek, sistemi yürütmenin keyfi yönetimine
dönüştürecektir.
Göreve başlamasının hemen ardından Cumhurbaşkanınca oldukça
kapsamlı pek çok CBK çıkarıldığı görülmektedir. Bu CBK’lerin pek çoğunda da
çerçevesini Anayasa’nın açıkça çizdiği yetki sınırlarının aşıldığı, Anayasanın
CBK ile düzenlenmesini yasakladığı alanlarda düzenlemeler yapıldığı
görülmektedir. Yukarıda iptali istenen kurallar da Anayasanın Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi ile düzenlenmesini yasakladığı alanlara ilişkin bir düzenleme
oluşturmaktadır. Bu nedenle ultra vires geçersizlikle maluldürler. Bu bakımdan
Anayasa Mahkemesince ivedilikle incelenerek yetki dışı düzenlemelerin iptal
edilmesi ve hukuk sisteminden ayıklanması, normlar hiyerarşisine dayanan hukuk
düzeninin devamlılığı bakımından hayati önem taşımaktadır. Bu durum, örneğin,
Anayasa’nın 128. maddesinin 2. fıkrası gibi devletin yapılanmasını doğrudan
ilgilendiren bir düzenleme açısından özellikle böyledir.
Anayasanın tanıdığı yetki çerçevesinin dışında yapılan işlemler,
ultra vires geçersizlikle maluldür. Hukuki geçerliliği bulunmayan düzenlemelere
dayanarak işlemler tesis edilmesi, birey haklarına telafisi imkânsız zararlar
verecektir. Bu nedenle, bu düzenlemelerin bir an önce yürürlüklerinin
durdurulması, hukuki bir zorunluluktur.
Hukuk devleti ilkesini zedeleyen ve Anayasaya açıkça aykırı olan
bir düzenlemenin uygulanması halinde, sonradan giderilmesi olanaksız zararlara
yol açacağı çok açıktır. Anayasal düzenin en kısa sürede hukuka aykırı
kurallardan arındırılması, hukuk devleti sayılmanın da gereğidir. Anayasaya
aykırılığın sürdürülmesinin, bir hukuk devletinde sübjektif yararların
ötesinde, özenle korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyeceği
kuşkusuzdur. Hukukun üstünlüğü ilkesinin sağlanamadığı bir düzende, kişi hak ve
özgürlükleri güvence altında sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesinin
hukuk devleti yönünden giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol açacağında
duraksama bulunmamaktadır.
Ayrıca, burada tekrar vurgulanmalıdır ki; Anayasa’nın
çerçevesini ve sınırlarını sınırlı sayı ilkesiyle (numerus clausus) belirlemiş
olduğu yetki alanı dışında çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri, Türkiye
Cumhuriyeti’nin üzerine inşa edildiği erkler ayrılığı ilkesinin ve bu çerçevede
Devletin yönetim biçimine ilişkin emredici ve yasaklayıcı Anayasa hükümlerinin
ihlal edilmesi sonucunu doğurduğu kadar, Devlet’in hukuki yapılanmasının
çerçevesini oluşturan normlar hiyerarşisinin de bozulmasına sebep olmaktadır.
Siyasi rejimin demokrasiden monokrasiye kaydırıldığı, yargının bağımsızlığını
yitirdiğine ilişkin çok ciddi iddia ve tespitlerin bulunduğu bir tarihsel zaman
diliminde (bu son nokta hakkında bkz. Türkiye’nin AİHS’nin 18. maddesini ihlal
ettiğine karar veren müteakip karar: AİHM, Kavala/Türkiye, başvuru no:
28749/18, 10 Aralık 2019, p.197-232), AYM’nin, açık şekilde Anayasa’nın çizdiği
yetki çerçevesinin dışına çıkan Cumhurbaşkanlığı kararnamesi maddelerinin
yürürlüklerinin durdurulmasına karar vermesi; Anayasa’nın tanımladığı şekliyle
Devlet düzeninin sağlıklı işleyişi, hukuk devletini ilkesinin asgari
gereklerinin işletilmesi ve demokrasinin devamı açısından yaşamsal olduğu
kadar, Anayasa Mahkemesi’nin varlık sebebi açısından da bir zorunluluktur.
Yukarıda sayılan türde zarar ve durumların doğmasını önlemek
amacıyla, Anayasaya açıkça aykırı olan söz konusu maddelerin iptal davası
sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin de durdurulması istenerek Anayasa
Mahkemesine dava açılmıştır.
SONUÇ VE İSTEM
24/08/2021 tarihli ve 83 sayılı Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı
Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde Değişiklik Yapılmasına Dair
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin;
1. 4. maddesi ile 1 sayılı CBK’nın altıncı kısmının sekizinci
bölümüne eklenen geçici 2. maddenin birinci fıkrasında yer alan “bulunanlardan
daha önce muhasebat başkontrolörü, muhasebat kontrolörü, stajyer muhasebat
kontrolörü ile bütçe kontrolörü kadrosunda” ibaresi ile ikinci fıkrasında yer
alan “bulunanlardan daha önce muhasebe denetmeni ve muhasebe denetmen
yardımcısı kadrosunda” ibaresinin, Anayasa’nın, 2., 7., 10., 104/17. ve 128.
maddelerine,
aykırı olması nedeniyle iptaline ve dava sonuçlanıncaya kadar
yürürlüğünün durdurulmasına, karar verilmesine ilişkin istemimizi saygı ile arz
ederiz.”