“…
03.02.2022 tarihli ve 7354 sayılı Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun
3’üncü maddesinin dördüncü fıkrasının Anayasa’ya aykırılığı
Hasan Âli Yücel, İyi Vatandaş İyi İnsan adlı eserinde okula
yönelik görüşlerini dile getirirken şu paragrafı kaleme almıştır:
“Medeni topluluklarda aile içinde doğup büyüyen çocuk, okul
denilen ve eğitim işinde yetkili vatandaşlar tarafından idare edilen müessesede
sistemli bir yetiştirmeye tabi tutulur. Çok eskiden çocuklar, okula
gönderilmeyerek evde terbiye edilir ve özel hocalar tarafından okutulurdu.
Öğretimin bu şekli bile çok mahduttu. Pek çok zamanlarda ve yerlerde çocuk,
böyle hususi bir tesire tabi tutulmayarak bulunduğu cemiyet içerisinde başıboş yürür
giderdi. Bu hal, bugün medeni dünyada kalkmış görünüyor. Çocuk iyi vatandaş
olmak için aileden sonra, her sınıf vatandaşın çocuğunu bir araya getiren
okulda yetişmektedir. Okul, kendisi bir cemiyet olan yerdir. Ailelerden gelen
kız erkek, zengin fakir, her cins ve sınıf çocuğun bir araya gelmesinden doğan
bu küçük cemiyette çocuk, ileride hayata atıldığı zaman gireceği büyük
topluluğun tecrübelerine hazırlatılmaktadır ve hazırlanır.”[1]
O halde çocuğu hayata hazırlayacak olan bu kurumda yetiştirme
faaliyetini yürütecek olan öğretmenler, modern toplumun inşası için bilhassa
önemlidir. Nitekim Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk,
Muallimler Birliği Kongresi üyelerine:
“… Öğretmenler! Yeni nesli, Cumhuriyet’in özverili öğretmen ve eğitmenleri,
sizler yetiştireceksiniz; yeni nesil, sizin eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti,
sizin yeteneğiniz ve özveriniz derecesiyle uygun olacaktır. Cumhuriyet; fikren,
ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek karakterli koruyucular ister. Yeni
nesli, bu kalite ve yetenekte yetiştirmek sizin elinizdedir. Sizlerin, seçkin
görevinizin yerine getirilmesine büyük özveriyle varlığınızı vereceğinize hiç
şüphe etmem. … Efendiler! Bu görüşümde sizin tamamen benimle beraber olduğunuza
şüphe etmiyorum. Genel öğrenim ve eğitim programımız da bu temelleri içine
alır. Fakat biliyorsunuz ki, görüşlerin, programların kesin ve açık olması çok
önemli olmakla birlikte verim ve eser verebilmesi, onların becerikli, anlayışlı
ve özverili öğretmenlerimiz tarafından okullarımızda çok büyük dikkat ve
gayretle uygulamasına bağlıdır. İşte özellikle sizden rica edeceğim konu budur.
Sizin başarınız, cumhuriyetin başarısı olacaktır. …”
şeklinde hitap etmiştir.[2]
Öğretmenlerin yetiştirilmesi ve öğretmenlik mesleğinin icrası
hususundaki söz konusu şiar doğrultusunda; onların donanımlı bir şekilde
mesleğe hazırlanmasını teminen temel bir meslek kanunu yapılması mecburiyeti
hasıl olmuş, bu mecburiyetin doğuşundan uzun bir süre sonra 03.02.2022 tarihli
ve 7354 sayılı Öğretmenlik Meslek Kanunu çıkarılmıştır. Ancak anılan Kanun, her
ne kadar temel kanun olarak adlandırılsa da; bu şiarın aksine öğretmenlerin
yetiştirilmesi, mesleğe kabulü, çalışma koşulları, sosyal hakları, disiplin
işlemleri, görev-yetki ve sorumlulukları, hizmet içi eğitimleri ve diğer özlük
hakları hususunda sessiz kalmış, bunların temel çerçevesini çizmemiş ve bunları
idarenin düzenleyici işlemlerinin konusu yapmıştır.
Halbuki 1966 ILO / UNESCO Ortak Belgesi olan Öğretmenlerin
Statüsü Tavsiyesi’nde dahi; mesleğe hazırlama (seçme, yetiştirme programı ve
kurumları), yetkinleştirilmesi, istihdam ve kariyer (giriş, ilerleme ve
yükselme, istihdam güvencesi, disiplin usulleri vd.), öğretmenlerin hakları ve
ödevleri (mesleksel özgürlükler, tüm öğretim sistemi arasındaki ilişki vd.),
öğretimin etkililiği için uygun koşullar (çalışma süresi, yıllık ücretli
izinler, eğitim izinleri vd.), aylıkları, sosyal güvenliği (iş kazaları ve
meslek hastalıkları, yaşlılık yardımları vd.) hususlarında mesleki standardı
korumaya yönelik temel ilkeler ortaya konulmuştur.
Buna ilave olarak OECD göstergelerine istinaden hazırlanan “Education
at a Glance 2021” Raporunda kalkınma hedefleri, eğitim ve genç işsizliğinin
işgücü piyasalarının bağdaştırılması, eğitime erişim, eğitim için ayrılan kamu
kaynakları, öğretmenlere ödenen ücretler, öğretmenlerin durumu ve performansı,
eğitim sisteminin özellikleri gibi konular ele alınmıştır. Bu rapor, Türkiye
hakkında genel olarak eğitimin finansmanın ve öğretmenlere ödenen ücretin
görece düşük kaldığını; öğretmenlerin mesleklerini icra ederken karşılaştığı
sorunların görece fazla olduğunu göstermektedir.[3]
Uluslararası belgelere de konu olan bu olumsuz
tablonun ortadan kaldırılıp yerini Atatürk ilkeleri ve
inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına bırakması,
Anayasa’ya uygun bir meslek kanunun tanzimiyle mümkündür.
Kanun koyucu ise, birçok yönden Anayasa’ya aykırı hükümleri
muhtevasında barındıran bir metni, kanun formuna getirmiştir. Nitekim, 7354
sayılı Kanun’un 3’üncü maddesinin öğretmenlik mesleğinin; aday öğretmenlik
döneminden sonra öğretmen, uzman öğretmen ve başöğretmen olmak üzere üç kariyer
basamağına ayrılmasını öngören dördüncü fıkrası, Anayasa’ya aykırıdır. Başka
bir anlatımla iptali talep edilen fıkrayla öğretmenlik mesleğinin bu türden
kariyer basamaklarına ayrılması ve dahası kariyer basamaklarında yer alan
unvanlara özgü başta görev ve yetki olmak üzere özlük işlerinin kanun düzeyinde
belirlenmemesi suretiyle bu hususların düzenlenmesinin tamamıyla idarenin
düzenleyici işlemlerine bırakılması, Anayasa’ya aykırıdır.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, 30.06.2004 tarihli ve 5204
sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu ve Devlet Memurları Kanunu’nda Değişiklik
Yapılmasına İlişkin Kanun’un 1’inci maddesiyle; 14.06.1973 tarihli ve 1739
sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 43’üncü maddesinin sonuna fıkralar
eklenmiştir. Eklenen bu fıkraların ilki; “Öğretmenlik mesleği; adaylık
döneminden sonra öğretmen, uzman öğretmen ve başöğretmen olmak üzere üç kariyer
basamağına ayrılır. Adaylık dönemini başarıyla tamamlayanlar mesleğe öğretmen
olarak atanır.” şeklindedir. Cumhuriyet Halk Partisi tarafından 5204 sayılı
Kanun’un 1 ve 2’nci maddelerine karşı, Anayasa’nın münferit hükümlerine aykırı
olması iddiasıyla, Anayasa Mahkemesi nezdinde iptal davası açılmış ve Mahkeme,
2004/83 E. (2008/107 K.) sayılı dosya üzerinden 21.05.2008 tarihinde hüküm
kurmuştur. Anayasa Mahkemesi (kısmen iptal kısmen red) Kararı’nın müteallik
bölümü:
“1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 43. maddesi,” Öğretmenlik,
Devletin eğitim, öğretim ve bununla ilgili yönetim görevlerini üzerine alan
özel bir ihtisas mesleğidir. Öğretmenler bu görevlerini Türk Milli Eğitiminin
amaçlarına ve temel ilkelerine uygun olarak ifa etmekle yükümlüdürler.
Öğretmenlik mesleğine hazırlık genel kültür, özel alan eğitimi ve pedagojik
formasyon ile sağlanır. Yukarıda belirtilen nitelikleri kazanabilmeleri için,
hangi öğretim kademesinde olursa olsun, öğretmen adaylarının yüksek öğrenim
görmelerinin sağlanması esastır. Bu öğrenim lisans öncesi, lisans ve lisans
üstü seviyelerde yatay ve dikey geçişlere de imkan verecek biçimde düzenlenir.”
şeklinde iken 5204 sayılı Yasa’nın 1. maddesiyle, 43. maddenin üçüncü
fıkrasından sonra gelmek üzere yedi fıkra eklenerek öğretmenlik mesleğinin
kariyer basamaklarına ayrılması esası kabul edilmiştir.
5204 sayılı Yasa’nın genel gerekçesinde Türk Milletini çağdaş
uygarlığın yapıcı ve seçkin bir ortağı yapmada en önemli unsurlar arasında yer
alan öğretmenlerin kıdem, eğitim ve iş başarımları esas alınarak, meslekî ve
kişisel gelişimlerinin sağlanması, niteliklerinin iyileştirilmesi, statülerinin
yaptıkları görevin önem, güçlük ve sorumluluk derecesi çerçevesinde olması
gereken seviyeye yükseltilmesinin amaçlandığı belirtilmiştir.
5204 sayılı Yasa’nın 1. maddesinin konuyla ilgili gerekçesinde
ise öğretmenler için bilgide ve iş başarımında yarışmayı ön plana çıkaracak bir
teşvik sisteminin kurulması gereğinin duyulduğu, bunun sonucu olarak da adaylık
döneminden sonra öğretmenlik mesleğinin, öğretmen, uzman öğretmen ve
başöğretmen olarak üç kariyer basamağa ayrıldığı ve öğretmenlerin meslekî ve
kişisel gelişimlerine imkân ve fırsat tanındığı ifade edilmiştir.
1739 sayılı Yasa’nın 43. maddesinin birinci fıkrasında özel bir
ihtisas mesleği olduğu belirtilen öğretmenliğin kuralla kariyer basamaklarına
ayrılması, yasa koyucunun takdir alanı içerisinde olduğu gibi, getirilen
yükselme sisteminin kamu personel rejiminde aranan unsurlardan birisi olan “kariyer”
esasıyla da uyumlu bulunduğu açıktır.
Öte yandan, 5204 sayılı Yasa’nın gerekçesinde belirtilen
hedeflerin yanında mesleği çekici kılmayı amaçlayan bu sistemde öğretmenler bir
hak kaybına da uğramamaktadırlar.
Bu nedenlerle kural, Anayasa’nın 2. maddesine aykırı değildir.
İptal isteminin reddi gerekir.”
şeklindedir.
Buna ilave olarak Anayasa Mahkemesi, Anayasa hükümlerinin veya
Anayasal anlayışının değişmesi, zaman içinde farklı Anayasal yorum
yöntemlerinin kullanılması, somut olayın koşullarının değişmesi veya soyut
kuralın somut uygulamasında meydana gelen aksaklıklar gibi nedenlerle; hukuki
istikrar ilkesini göz önünde bulundurmak suretiyle ve bu değişikliğin hukuki
temellendirilmesini yapmak kaydıyla, içtihat değişikliği yapabilir. Nitekim
Gözler’e göre;
“Anayasa Mahkemesi kararları, maddi anlamda kesin hüküm oluşturduğuna
göre, Anayasa Mahkemesi kararı, sadece yasama, yürütme ve yargı organlarını
değil, bizzat Anayasa Mahkemesinin kendisini de bağlar. Anayasa Mahkemesinin
iptal ettiği bir kanun, Anayasa Mahkemesi için de ortadan kalkmıştır. Anayasa
mahkemesi artık iptal ettiği bir kanunu bir kez daha iptal edemez. İptal ettiği
bir kanuna dayanarak kendisi bir işlem tesis edemez. Ancak, Anayasa Mahkemesi
kararının bizzat Anayasa Mahkemesi için bağlayıcılığı da yine, Anayasa
Mahkemesi kararının, gerekçesi için değil, hüküm fıkrası içindir. Anayasa
Mahkemesi, kendi kararının gerekçesi ile bağlı değildir. Anayasa Mahkemesi, bir
kararında ileri sürdüğü görüşü, aynı konuda bir başka kararında
benimsemeyebilir. Her ne kadar hukuk güvenliği bakımından Anayasa Mahkemesinin
içtihadlarında belli bir istikrar arzu edilirse de, Anayasa Mahkemesi için
hukuken böyle bir istikrar zorunluluğu yoktur. Anayasa Mahkemesi kararlarının
gerekçesi bağlayıcı olmadığına göre, Anayasa Mahkemesinin içtihad değiştirmesi,
hatta, daha önce iptal etmediği bir kanunu daha sonra önüne geldiğinde iptal
etmesi ve hatta önce iptal ettiği bir kanunun tekrar çıkarılması durumunda
iptal etmemesi imkan dahilindedir. Anayasa Mahkemesi kararlarının Anayasa
Mahkemesini de bağlamasının tek anlamı, Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği bir
kanunun Anayasa Mahkemesi için de ortadan kalkmasıdır.”[4]
O halde Anayasa Mahkemesi, her ne kadar 21.05.2008 tarihli
kararıyla 5204 sayılı Kanun’un 1’inci maddesiyle 1739 sayılı Kanun’un 43’üncü
maddesine eklenen ilk fıkranın iptal istemini reddetmişse de; öğretmenlik mesleğinin
kariyer basamaklarına ayrılmasına ilişkin anılan fıkranın uygulamada doğurduğu
sorunlar ve Anayasa’nın diğer normlarının yorumu karşısındaki konumu
gözetildiğinde; 7354 sayılı Kanun’un 3’üncü maddesinin çok benzer içeriğe sahip
dördüncü fıkrasının iptal edilmesi gerekliliği ortaya çıkacaktır.
Nitekim 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 43’üncü
maddesi ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 152’nci maddelerine
dayanılarak hazırlan ve 13.08.2005 tarihli ve 25905 sayılı Resmi Gazete’de
yayımlanan Öğretmenlik Kariyer Basamaklarında Yükselme Yönetmeliği’nin bazı
hükümlerinin Danıştay 2’nci Dairesi’nin 05.03.2008 tarihli ve 2005/2528 E.;
2008/1050 K. ile 05.03.2008 tarihli ve 2005/2477 E.; 2008/1049 K. sayılı
kararlarıyla iptal edilmesi; Anayasa Mahkemesi’nin 21.05.2008
tarihli ve 2004/83 E.; 2008/107 K. sayılı kısmen iptal kararı; unvana sahip
olabilmek için önkoşul olan sınavın, sınavı yapmaya yetkili mercii tarafından
belli aralıklarla istikrarlı biçimde yapılmaması; kariyer basamakları
uygulamasının atıl kalmasına neden olmuştur.
Başka bir anlatımla kanun koyucu, 7354 sayılı Kanun’un 3’üncü
maddesinin birinci fıkrasıyla öğretmenliğin bir ihtisas mesleği olduğu hususunu
kanun formuna getirmiş ve dördüncü fıkrasıyla öğretmenlik mesleğini aday
öğretmenlik döneminden sonra öğretmen, uzman öğretmen ve başöğretmen olmak
üzere üç kariyer basamağına ayırmıştır. (Öğretmenliğin “ihtisas” mesleği olarak
tanımlanıp; kariyer basamaklarında “uzman” öğretmenliğe -öğretmenlikten ayrı
bir kategori olarak- yer verilmesi, dilbilgisel ve mantıksal bir çelişkidir.)
Kanun koyucu, 7354 sayılı Kanun’un 6’ncı ve 8’inci maddesinde uzman öğretmen ve
başöğretmen statüsünün, unvan niteliği taşıdığını hüküm altına almıştır. Fakat
-başta görev ve yetkileri olmak üzere- bu unvanlara özgü özlük işlerini kanun
düzeyinde ortaya koymak yerine (hiçbir kanuni, açık, nesnel, net ölçüt
öngörmeksizin); (anılan Kanun’un 6’ıncı maddesinin sekizinci fıkrasının
delaletiyle) idarenin uhdesine bırakmıştır. Devletin, bireyin maddi ve manevi
varlığını geliştirecek ortamın oluşturulması temelindeki pozitif yükümlülüğünün
bir tecessümü olarak (Anayasa’nın 42’nci maddesinin birinci fıkrasında yer alan
“kimse” ibaresinin delaletiyle) herkes bakımından eğitim hakkının erişilebilir
kılınması, öğretmenler marifetiyle mümkündür. O halde öğretmenlerin statüsünün,
Anayasa’nın 128’inci maddesi bağlamında “diğer kamu görevlisi”
niteliğinde olması gerekmektedir. Bu bağlamda
kanun koyucu tarafından öğretmenlerin kariyer basamakları (bu unvanlara ilişkin görev
ve yetkiler başta olmak üzere özlük işleri) adaylık süreci, kadro ihdası,
ataması, görevlendirilmesi, niteliği, görev ve yetkisi, aylık ve
ödeneği ile diğer özlük haklarının Anayasa’nın öngördüğü
ilkeler ve özellikle de mezkûr 128’inci madde uyarınca maddi anlamda kanunilik
ilkesi dahilinde düzenlenmesi gerekmektedir. Ne var ki iptali istenilen fıkra,
bu hususların Anayasa’nın öngördüğü çerçevede düzenlenmesine engeldir. Bu
durum, Anayasa’ya çok yönlü olarak aykırıdır.
a) Kamu görevlilerinin özlük hakları bağlamında
kanunilik ilkesi bakımından: Anayasa’nın 128’inci maddesinin birinci fıkrası
kapsamındaki görevleri yürüten bütün personelin nitelikleri, atanmaları, görev
ve yetkileri, hakları ve yükümlülüklerinin kanunla düzenlenmesi gerekir
(Anayasa Mahkemesi’nin 22.11.2012 tarihli ve 2011/107 E.; 2012/184 K. sayılı
Kararı). Anayasa Mahkemesi’nin sıkça vurguladığı gibi kanunilik ölçütünün
sağlandığından söz edilebilmesi için kanunun şeklen var olması yeterli olmayıp
yasal kurallar keyfiliğe izin vermeyecek şekilde belirli, ulaşılabilir ve
öngörülebilir nitelikte olmalıdır. Esasen kanunun bu niteliklere sahip olması,
Anayasa’nın 2’nci maddesinde güvenceye bağlanan hukuk devleti ilkesinin de bir
gereğidir. Dolayısıyla Anayasa’nın 128’inci maddesinde yer verilen kanunilik
ölçütü, Anayasa’nın 2’nci maddesinde güvence altına alınan hukuk devleti ilkesi
ışığında yorumlanmalıdır (aynı yöndeki değerlendirme için bkz. AYM, E.2018/88,
K.2020/24, 11/6/2020 §§ 13, 14) (Anayasa Mahkemesi’nin, 22.10.2020 tarihli ve
2020/1 E.; 2020/563 K. sayılı Kararı, § 41). İhtilaflı kural, Anayasa’nın
128’inci maddesinin 2’nci fıkrasına aykırı şekilde, öğretmenlik mesleğini
kariyer basamaklarına ayırmış ve fakat bu unvanlara özgü başta görev ve yetki
olmak üzere özlük hakları tanımlaması yapmamış ve bu hususların belirlenmesini
idarenin düzenleyici işlemlerine bırakmıştır. Oysa bir kamu görevlisi olan
öğretmen statüsünde olan kimselerin sahip olacağı unvanlara özgü başta görev ve
yetki olmak üzere özlük işleri tanımlamasının kanun düzeyinde belirlenmesi ve
idarenin öznel takdirine bağlı işlem ve eylemlerine terk edilmemesi gerekirdi.
İptal istenen fıkra, bu nedenle Anayasa’nın 128’inci maddesine aykırıdır (bu
açıdan ayrıca bkz. aşağıda “c” alt başlığı).
b) Hukuk devleti ilkesi bakımından: Hukuk devleti, bütün işlem
ve eylemlerinin hukuk kurallarına uygunluğunu başlıca geçerlik koşulu sayan,
her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurmayı amaçlayan ve bunu geliştirerek
sürdüren, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa’ya aykırı durum
ve tutumlardan kaçınan, insan haklarına saygı duyarak bu hak ve özgürlükleri
koruyup güçlendiren, Anayasa’ya ve hukuk kurallarına bağlılığa özen gösteren,
yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde yasa koyucunun da uymak zorunda
olduğu temel hukuk ilkeleri ile Anayasa’nın bulunduğu bilinci olan devlettir
(Anayasa Mahkemesi’nin 02.06.2009 tarihli ve 2004/10 E.; 2009/68 K. sayılı
Kararı). Hukuk devletinin önkoşullarından olan hukuki güvenlik
ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, hukuki belirlilik ilkesi de kanun
hükümlerinin şüpheye yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılabilir olmasını
ve ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem
içermesini ifade etmektedir (bkz. AYM 9.2.2017, 2016/143 E.– 2017/23 K. par.
13; RG. 12.4.2017-30036) (Anayasa Mahkemesi’nin 04.05.2017 tarihli
ve 2015/41 E.; 2017/98 K. sayılı Kararı). Başka bir deyişle, hukuk devleti
ilkesi gereğince, idareye işlem tesis ederken ve eylemde bulunurken veya
görevlerini yerine getirirken belirli ölçüde hareket serbestliği sağlayan
takdir yetkisinin kullanımı mutlak, sınırsız, keyfi biçimde gerçekleşemez;
idarenin takdir yetkisinin sınırları, keyfi işlem ve eylemleri önlemek amacıyla
kanunla çizilmelidir. Kanun düzeyinde tanımlanması gereken kariyer
basamaklarının içeriğini idarenin düzenleyici işlemlerine tevdi eden ve
yukarıda tanımlandığı anlamda hukuki güvenlik ve belirlilik ilkelerinin
gereklerini yerine getirmeyen ihtilaflı fıkra, Anayasa’nın 2’nci maddesine
aykırıdır (bu açıdan ayrıca bkz. aşağıda “c” alt başlığı).
c)İdarenin kanuniliği ilkesi bakımından: Anayasa’nın 123’üncü
maddesinde yer alan idarenin kanuniliği ilkesinin iki boyutu bulunmaktadır. İlk
boyutu, idarenin secundum legem özelliğidir (kanuna dayanma ilkesidir). Bu
ilkeye göre idarenin düzenleme yetkisi kanundan kaynaklanır. İkinci boyutu,
idarenin intra legem özelliğidir (kanuna aykırı olmama ilkesidir). Bu ilkeye
göre idarenin işlem ve eylemleri kanunun çizdiği sınırlar içinde kalmalıdır.
Bu nedenle kariyer basamaklarında yer alan unvanlara özgü başta
görev ve yetki olmak üzere özlük işlerinin; Anayasa’nın 128’inci maddesinde
hüküm altına alınan ve hukuk devletinin temel taşı olan maddi anlamdaki
kanunilik kıstasının gereklerini karşılaması ve kanuna dayanması ile kanuna
aykırı olmaması için; genel çerçevesinin keyfi uygulamaya yer vermeyecek
açıklıkta kanun düzeyinde çizilmesi gerekmektedir. Ancak kanun koyucu; özlük
işlerinin, –Anayasal ilkelerin aksine– içeriği hakkında tamamen sessiz kalmış,
bu konuların düzenlenmesini idarenin uhdesine bırakmıştır. Anayasa
Mahkemesi, anılan kararında, her ne kadar öğretmenliğin kariyer basamaklarına
ayrılmasının yasa koyucunun takdir yetkisi içerisinde olduğunu ve getirilen
yükselme sisteminin kamu personel rejiminde aranan kariyer esasıyla uyumlu
olduğunu hüküm altına almışsa da; kanun koyucunun Anayasa’nın çizdiği çerçevede
takdir yetkisini kullanması gerekmektedir. Halbuki kanun koyucu, maddi anlamda
kanunilik ilkesinin aksine unvana özgü görev ve yetki belirlemediği gibi;
unvana sahip olmaya istekli kimselerin taşımaları gereken (7354 sayılı Kanunun
6’ncı maddesinde sıralanan) şartları (Anayasa’ya aykırı biçimde) muğlak
ibarelerle tahdidi olarak saymış ve fakat (anılan maddenin sekizinci
fıkrasıyla) kariyer basamaklarında ilerlemeye ilişkin usul ve esasları
yönetmeliğin düzenleme alanının konusu yapmış; kamu personel rejiminde aranan
kariyer esasını kanuni dayanaktan yoksun bırakmıştır. Başka bir anlatımla
istekli kimselerin anılan unvanlara sahip olabilmesi için taşıması gereken
şartları kanun formunda ele almış ve fakat bu unvanların gerektirdiği farklı
görev ve yetki (söz gelimi idari teşkilat bağlamında görev ve yetki
tanımlaması: başöğretmenlerin il veya ilçe eğitim müdürü olması; uzman
öğretmenlerin zümre başkanı olması) tanımlamalarını yapmaktan imtina etmiştir.
Buna ilave olarak, unvanlara özgü görev– yetki tanımlaması yapılmaması, öğretmenler
arasında bir türden hiyerarşi oluşturacaktır.
Bunun yanında, Anayasa Mahkemesi’nin bir kararında, “Kamu kurum ve kuruluşlarının kadrolarının ihdası başka bir
deyişle kadro usulüne ilişkin düzenlemeler, idarenin teşkilat yapısı ile ilgili
olup idarenin kuruluş ve görevlerinin belirlenmesinin bir parçasını
oluşturmaktadır. Anayasa Mahkemesinin bir kararında konuyla ilgili olarak, “Bir
kurumun kuruluşu deyince her şeyden önce o kurumu yürütecek personele ait
kadrolar hatıra gelir. Zira kurumun temelinden çatısına kadar bütün örgütünün
bu kadrolar teşkil eder. Personel kadroları mevcut olmayan bir kurum, henüz
kuruluş haline geçmemiş demektir. Şu halde bir kurumu çalışır hale getirecek
olan Personel kadrolarının, en küçüğünden en büyüğüne kadar, bütününü
kuruluştan ayrı düşünmeğe imkân yoktur.” denilmektedir (AYM E. 1965/32, K.
1966/3, 4/2/1966)” (Anayasa Mahkemesi’nin 11.06.2020 tarihli ve 2018/119 E.;
2020/25 K. sayılı Kararı, § 18). Ancak iptali talep edilen fıkra hükmünde;
kadro ihdası gibi özlük işleri kapsamında değerlendirilen kariyer
basamaklarının (ve unvanların) genel çerçevesi; hukuki işlem olarak kanun ile
açıkça ortaya konulmamıştır.
Öte yandan 13.08.2005 tarihli ve 25905 sayılı
Resmi Gazete’de yayımlanan Öğretmenlik Kariyer Basamaklarında Yükseltme
Yönetmeliği hakkında Danıştay 2’nci Dairesi tarafından verilen kararlarda;
“Lisans mezunu olmayan öğretmenlerin öğretmenlik kariyer
basamaklarında yükselme imkanını ortadan kaldıran, Kanunda öngörülmeyen,
eşitlik ve genellik ilkeleriyle hakkaniyete aykırı olarak dava konusu
Yönetmeliğin 8. maddesiyle öğretmenlik kariyer basamaklarında yükselme sınavına
başvurularda “lisans mezunu” olma koşulu getiren düzenlemede hukuka uyarlık
görülmemiştir (Danıştay 2. Dairesi’nin 05.03.2008 tarihli ve 2005/2477 E.;
2008/1049 K. sayılı Kararı).”
“Öğretmenlik Kariyer Basamaklarında Yükselme Yönetmeliğinin 28.
maddesinin 1. fıkrasında hizmet içi eğitim etkinliklerinin kapsamı bu çerçevede
belirlenmiş ve 2. fıkranın (a) ve (b) bentlerinde de yurtdışı ve yurtiçi hizmet
içi eğitim etkinliklerinin değerlendirme esasları bu kapsamda düzenlenmiş
olmasına karşın, 2. fıkranın (c) bendinde yer alan diğer kamu kurum ve
kuruluşları, özel sektör ve sivil toplum örgütlerince düzenlenen hizmet içi
eğitim faaliyetlerinin de değerlendirmeye alınacağı yolundaki düzenleme ile
Milli Eğitim Bakanlığınca yapılması gereken bu etkinliklerin kapsamı
genişletilmiş ve bu konuda mevcut düzenlemeye aykırı olarak Bakanlık tarafından
uygun bulunma koşuluna bağlanmakla birlikte takdir yetkisi aşılmak suretiyle
başka kurumlara da yetki verilmiş olması ve gerek Milli Eğitim Temel Kanununda
öğretmenlerin mesleki olarak gelişimlerinin amaçlanmış olması, gerekse 5204
sayılı Yasa ile öngörülen kariyer basamaklarında yükselmede alanında ya da
eğitim bilimleri alanında yetişmiş olmanın esas alınmasına karşın, hizmet içi
eğitimin kapsamına yönelik bir ölçüt de bulunmaması nedeniyle Yönetmeliğin 28.
maddesinin 2. fıkrasının (c) bendinde mevzuata ve 5204 sayılı Yasanın amacına
uyarlık görülmemiştir.
Davalı idare tarafından, Yönetmeliğin sadece Milli Eğitim
Bakanlığında görevli öğretmenler için değil diğer kamu kurum ve kuruluşlarında ve
Milli Eğitim Bakanlığına bağlı özel öğretim kurumlarında görev yapan
öğretmenlere de uygulanması nedeniyle başka kurumlarca düzenlenen hizmet içi
eğitim etkinliklerine katılımın engellenemeyeceği, ayrıca Bakanlıkça uygun
bulunan bu etkinliklere katılarak öğretmenlerin kendilerini mesleki ve diğer
alanlarda geliştirmesinin bir sakıncası olmadığı öne sürülmekte ise de, Milli
Eğitim Bakanlığı Merkez ve taşra teşkilatında görevli personelin hizmet içi
eğitimi konusunda sadece Bakanlığın yetkili ve görevli olduğu, bu personel için
diğer kurum ve kuruluşların eğitim etkinliği düzenleyemeyeceği açık olduğu
gibi, Milli Eğitim Bakanlığına bağlı özel öğretim kurumlarında görevli öğretmenlerin
de Bakanlıkça açılacak hizmet içi eğitim kurslarına katılacakları yolundaki düzenlemeler
karşısında ve hizmet içi eğitim etkinliklerinin sadece “ mesleki gelişime”
yönelik olabileceği nedeniyle iddialar yerinde görülmemiştir (Danıştay 2.
Dairesi’nin 05.03.2008 tarihli ve 2005/2528 E.; 2008/1050 K. sayılı Kararı).”
şeklinde hüküm kurulmuştur.
Ayrıca Milli Eğitim Bakanlığı tarafından
14.08.2022 -15.03.2022 tarihleri arasında görüş ve önerilerin iletilmesi için “Aday
Öğretmenlik ve Öğretmenlik Kariyer Basamakları Yönetmeliği Taslağı”
hazırlanmıştır.[5] Bu dilekçenin yazım tarihi itibarıyla Resmi Gazete’de
yayımlanmamış ve fakat taslak olarak Bakanlığın resmi internet sitesinde halka
arz edilen yönetmelik metni dahi göstermektedir ki; normlar arasında hukuka
uygun kademelenmenin sağlanabilmesi, diğer bir deyişle normlar hiyerarşisinde
anılan yönetmeliğin 7354 sayılı Kanun’a uygun olması, yalnız bu Kanun’un temel
ilkeleri ortaya koymasıyla mümkündür. Aksi takdirde, Kanun’un genel çerçeveyi
çizmemesi, yönetmeliğin hukuka uygunluk denetiminde gözetilecek ölçü normun
(7354 sayılı Kanun’un) muğlak ibareler içermesi ve maddi anlamda kanunun asgari
ögelerini karşılamaması durumunda, yönetmelik hukuki dayanaktan yoksun
kılınacaktır.
Tüm bu nedenlerle iptali talep edilen fıkra, Anayasa’nın 2, 123
ve 128’inci maddelerine aykırıdır.
ç) Yasama yetkisinin devredilmezliği bakımından: Anayasa’nın 7’nci
maddesinde temelini bulan yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine göre
yasama yetkisi yalnız Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne aittir. Bu nedenle
idareye düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralının temel ilkeleri ortaya
koyması ve çerçeveyi çizmesi gerekir. Diğer bir deyişle idareye sınırsız ve
belirsiz bir düzenleme yetkisi bırakılamaz. Nitekim idarenin düzenleme yetkisi;
sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir yetkidir. Yasa ile yetkilendirme, Anayasa’nın
öngördüğü biçimde yasa ile düzenleme anlamını taşımamaktadır (Anayasa Mahkemesi’nin
02.05.2008 tarihli ve 2005/68 E.; 2008/102 K. sayılı Kararı). Unvanlara özgü
başta görev ve yetki olmak üzere özlük işlerine ilişkin temel ilkeleri
belirlemediğinden ve çerçeveyi çizmediğinden; idarenin kariyer basamaklarına
ilişkin ayrıntıları düzenlemesi sonucunu doğuracak olan fıkra hükmü, Anayasa’nın
7’nci maddesine aykırılık oluşturur.
d)Kamu hizmetinde görevin gerekli
kıldığı nitelikler bakımından: Anayasa’nın 70’inci maddesinde yer alan ve her
Türk vatandaşına eşit şekilde tanınan kamu hizmetine girme hakkı, kamu hizmeti
icra edecek personellerin istihdamının liyakata dayalı bir sistem içerisinde
gerçekleşmesini sağlar. Anayasa; ödevle nitelik arasında sıkı bir ilişki
bulunduğunu, bunun dışında hizmete alınmada hiçbir nedenin gözetilemeyeceğini,
daha açık bir anlatımla ayrımın yalnızca ödev-nitelik ilişkisi yönünden
yapılması gerektiğini buyurmaktadır. O halde ödevle, onun gerektirdiği niteliği
birbirinden ayrı düşünmeye olanak yoktur. Buna göre, o nitelikler görevlilerde
bulunmadıkça o ödev yerine getirilemeyecek ya da ödev, görevin gerekleri
doğrultusunda yerine getirilmemiş olacak demektir. Kamu hizmetlerinin
özellikleri olduğu ve bu hizmetleri gören idare ajanlarının da özel statülere
bağlı bulunduğu bilinen bir gerçektir. Memurlarda yasalarca aranan nitelikler
ve onlar hakkında yasalarda öngörülen kısıtlamalar, kamu hizmetinin etkin ve
esenlikli bir biçimde yürütülmesi amacına yöneliktir (Anayasa Mahkemesi’nin
09.10.1979 tarihli ve 1979/19 E.; 1979/39 K. sayılı Kararı).
Anayasa’nın 128’inci maddesinde temelini
bulan ve hukuk devletinin ana halkasını oluşturan kanunilik ilkesi ışığında,
Anayasa’nın 70’inci maddesi ele alındığında görüleceği üzere; kamu hizmetine
girme hakkının temel bir hak olarak etkililiği, maddenin “Hizmete alınmada,
görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez” şeklindeki
ikinci fıkrasında yer alan “görevin” ibaresinin; kamu hizmeti görülürken ifa
edilecek görevin (ve kariyer basamaklarının), (bir kimsenin bu unvana uygun
olduğunun objektif kriterlere göre tespitinin yapılabilmesi amacıyla) kanun
düzeyinde açıklanmasını gerektirir. Aksi bir tutum, bir başka deyişle kamu
hizmeti görecek öğretmenlerin unvanlarına özgü görev ve yetkilerinin (ve diğer
özlük işlerinin) niteliklerini belirleme yetkisini idarenin keyfi
uygulamalarına, kayırmacılığa neden olabilecek takdir yetkisine bırakmak;
Anayasal amacın (kamu hizmeti icra edecek personelin istihdamının liyakate
dayalı bir sistem içerisinde gerçekleşmesini sağlamak) bertaraf edilmesine
neden olacak, anılan hakkın istekli kimseler bakımından eşit düzeyde güvence
altına alınmasına engel oluşturacaktır. Diğer bir deyişle, kariyer
basamaklarında yer alan unvanlara özgü başta görev ve yetki olmak üzere özlük
işlerinin liyakat esasının gereklerini karşılayacak açıklıkta olması ve
vatandaşların eşit şekilde kamu hizmetine girme haklarının idarenin keyfî
işlemler tesis etme ihtimaline karşı kanun seviyesinde korunması gerekmektedir.
Bu nedenle anılan gereklilikleri karşılamayan ihtilaflı fıkra, Anayasa’nın 70’inci
maddesine de aykırıdır.
Nitekim Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa’nın
70’inci maddesi ile ilişkilendirerek verdiği bir iptal kararının müteallik
bölümü:
“1- KHK’nin 37. Maddesinin (2), (3) ve (4) Numaralı Fıkraları
KHK’nin 37. maddesinde, Gümrük ve Ticaret Uzmanlığı ve Uzman
Yardımcılığı kadroları kurulmuş ve bu kadrolarda görev yapacak kişilerin atanma
usul ve esasları düzenlenmiştir. Anılan maddenin (2) numaralı fıkrasında,
Gümrük ve Ticaret Uzman Yardımcılığına atanmanın koşulları; (3) numaralı
fıkrasında, Gümrük ve Ticaret Uzmanlığına atanmanın koşulları ile bu koşulları
yerine getiremeyen Uzman Yardımcılarının bu unvanlarını kaybedecekleri ve
Bakanlıkta durumlarına uygun kadrolara atanacakları; (4) numaralı fıkrasında
ise Gümrük ve Ticaret Uzmanı ile Uzman Yardımcılarının mesleğe alınmaları,
yetiştirilmeleri, yarışma sınavı, tez hazırlama ve yeterlik sınavı ile diğer
hususların yönetmelikle düzenleneceği kurala bağlanmıştır.
Anayasa’nın 91. maddesinin birinci fıkrasında “Sıkıyönetim ve
olağanüstü haller saklı kalmak üzere, Anayasanın ikinci kısmının birinci ve
ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile
dördüncü bölümde yer alan siyasî haklar ve ödevler...”in kanun hükmünde
kararnamelerle düzenlenemeyeceği belirtilmiştir. Öte yandan, Anayasa’nın “Kamu
hizmetlerine girme hakkı” başlıklı 70. maddesinin birinci fıkrasında, her Türk’ün,
kamu hizmetlerine girme hakkına sahip olduğu belirtildikten sonra ikinci
fıkrasında hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir
ayırım gözetilemeyeceği kurala bağlanmıştır. Buna göre, Anayasa’nın “Siyasi
Haklar ve Ödevler” başlıklı dördüncü bölümünde yer alan ve 70. maddesinde
korunan kamu hizmetlerine girme hakkına ilişkin olarak kanun hükmünde kararname
ile düzenleme yapılması mümkün değildir.
Gümrük ve Ticaret Uzmanlığı ve Uzman Yardımcılığı kadrolarına
giriş koşullarının belirlenmesi, Anayasa’nın 70. maddesine göre kamu hizmetine
girme hakkına ilişkin olduğundan, bu hususu düzenleyen KHK’nin 37. maddesinin
(2), (3) ve (4) numaralı fıkraları, Anayasa’nın 91. maddesinin birinci
fıkrasına aykırıdır. İptalleri gerekir.”
şeklindedir (Anayasa Mahkemesi’nin 08.11.2012 tarihli ve 2011/87
E.; 2012/176 K. sayılı Kararı).
e) Kariyer basamaklarında yer
alan unvanlara özgü başta görev ve yetki olmak üzere özlük işlerine ilişkin
kanun düzeyinde temel çerçeve çizilmemesi yönüyle; kuvvetler ayrılığı ilkesi, hiçbir kimsenin veya organın Anayasa’dan kaynaklanmayan bir
yetkiyi kullanamaması ve Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı
bakımından: Anayasa Mahkemesi kararlarında Anayasa’nın 153’üncü maddesinde
belirtilen bağlayıcılık ilkesine aykırılıktan söz edilebilmesi için iptal
edilen kuralın dava konusu yeni düzenlemenin içerik ve kapsam bakımından aynısı
ya da benzeri olması gerektiği belirtilmektedir (Anayasa Mahkemesi’nin
12.11.1991 tarihli ve 1991/7 E.: 1991/43 K. sayılı Kararı). Anayasa Mahkemesi,
eldeki dava konusuyla benzer bir hüküm ihtiva eden düzenleme hakkında verdiği
bir iptal kararında “… Buna
göre, (Telekomünikasyon) Kurum’da
çalışan memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev
ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ile diğer özlük
işlerinin yasayla düzenlenmesi gerekirken, buna ilişkin düzenlemelerin Bakanlar
Kurulu’na bırakılması, Anayasa’nın 128’inci maddesine aykırıdır. Bu nedenle
kuralın iptali gerekir…” şeklinde gerekçe kaleme almıştır (Anayasa Mahkemesi’nin
12.12.2007 tarihli ve 2002/35 ve 2002/95 sayılı Kararı).
Yine Anayasa Mahkemesi’nin, 20.06.2004 tarihli ve 5204 sayılı
Milli Eğitim Temel Kanunu ve Devlet Memurları Kanununda Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Kanun hakkında verdiği kararının müteallik bölümü:
“5204 sayılı Yasa’nın 1. maddesinin altıncı fıkrasında, “Öğretmenlik
kariyer basamaklarında yükseleceklerin gireceği sınav, sınava katılacaklarda
aranacak en az çalışma süresi, hizmet içi eğitim veya lisansüstü eğitim
nitelikleri, her bir değerlendirme ölçütüne ilişkin hususlar ve puan değerleri,
alanında ya da eğitim bilimleri alanında tezli yüksek lisans veya doktora
öğrenimini tamamlamış olanlardan uzman öğretmenlik veya başöğretmenlik için
aranacak kıdem, hizmet içi eğitim, etkinlikler (bilimsel, kültürel, sanatsal ve
sportif çalışmalar) ve sicil (iş başarımı) şartları ve puan değerleri, branşlar
temelindeki uzman öğretmenlik ve başöğretmenlik sayıları, yükselmeye ilişkin
usul ve esaslar ile diğer hususlar Maliye Bakanlığı ve Devlet Personel
Başkanlığının uygun görüşleri alınarak Millî Eğitim Bakanlığınca çıkarılacak
yönetmelikle düzenlenir.” hükmü yer almaktadır.
Kuralda yönetmeliğe bırakılan “sınava katılacaklarda aranacak en
az çalışma süresi”, “alanında ya da eğitim bilimleri alanında tezli yüksek
lisans veya doktora öğrenimini tamamlamış olanlardan uzman öğretmenlik veya
başöğretmenlik için aranacak kıdem,”, “branşlar temelindeki uzman öğretmenlik
ve başöğretmenlik sayıları,” ve “ile diğer hususlar” ibareleri kariyer
basamaklarında yükselme hakkından yararlanabilmeye ilişkindir.
Anayasa’nın 7. maddesine göre Yasama yetkisi Türk Milleti adına
Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez. Anayasa’nın 124.
maddesinin birinci fıkrasına göre, yönetmelikler, kanunların ve tüzüklerin
uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla çıkarılabilir.
Yasayla düzenleme, konunun tüm ayrıntılarının yasayla
belirlenmesini değil, temel ilkelerin, ölçü ve sınırların yasada gösterilip
uzmanlık ve teknik konulara yönelik ayrıntıların düzenlenmesinin yürütme
organına bırakılmasını ifade eder. Yasada, yönetmelikle düzenlenecek konuların
çerçevesinin, Anayasa yargısı bağlamında denetime olanak verecek biçimde
düzenlenmiş olması gerekir. Kuraldaki “sınava katılacaklarda aranacak en az
çalışma süresi”, “alanında ya da eğitim bilimleri alanında tezli yüksek lisans
veya doktora öğrenimini tamamlamış olanlardan uzman öğretmenlik veya
başöğretmenlik için aranacak kıdem,”, “branşlar temelindeki uzman öğretmenlik
ve başöğretmenlik sayıları,” ve “ile diğer hususlar” ibarelerinin
belirlenmesinde belirtilen çerçeveye yer verilmediği açıktır. Bu nedenlerle
kuraldaki anılan ibareler Anayasa’nın 2. ve 7. maddelerine aykırıdır. İptalleri
gerekir.”
şeklindedir (Anayasa Mahkemesi’nin 21.05.2008 tarihli ve 2004/83
ve 2008/107 sayılı Kararı).
Anayasa Mahkemesi’nin verdiği iptal kararı karşısında; kanun
koyucunun Anayasa’nın 2, 7 ve 128’inci maddelerine -benzer sakatlıktan muzdarip
olması hasebiyle- aykırı olan iptali talep edilen fıkrayı kanunlaştırması,
Anayasa’nın 153’üncü maddesini ihlal ettiği gibi, hiçbir kimse ve organın
kaynağını Anayasa’dan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağını öngören 6’ncı
maddesine ve Anayasa’nın Başlangıç bölümünde yer alan kuvvetler ayrılığı
ilkesine de halel getirmektedir.
f) Eşitlik ilkesi bakımından: Ayrıca iptali talep edilen
fıkrayla kariyer basamaklarında yer alan unvanlara özgü başta görev ve yetki
olmak üzere özlük işlerine ilişkin kanun düzeyinde çerçeve çizilmemesi dolayısıyla
idareye verilen sınırsız takdir yetkisi, aynı unvana sahip öğretmenler arasında
idare tarafından kayırma/ayrımcılık yapılmasına neden olabileceğinden; anılan
fıkra, Anayasa’nın 10’uncu maddesinde yer alan eşitlik ilkesine de aykırıdır.
İhtilaflı kural, aynı şekilde, kamu hizmetini ifa etmede (unvanlara özgü başta
görev ve yetki olmak üzere özlük işlerinde) esas alınacak objektif esas ve
usulleri öngörmemesi sebebiyle de, yine eşitlik ilkesini ihlal etmektedir. Zira
eşitlik ilkesinin ihlal edilip edilmediği hususunun tespiti, münferit olayda
benzer kişi kategorileri arasında gerçekleştirilen ayrıma ilişkin bir “haklı
neden”in var olup olmadığına göre yapılır. Ne var ki, iptali talep edilen
fıkranın idareye verdiği keyfi uygulamalara sebep olabilecek sınırsız takdir
yetkisi, idare tarafından aynı unvana sahip öğretmenlere farkı görevlerin tevdi
edilmesine ilişkin haklı nedeni somutlaştırmaya elverişli değildir. Başka bir anlatımla, unvanlara özgü başta görev
ve yetki olmak üzere özlük işlerinin belirlenmesinin
idareye bırakılması, görevin /mesleğin gerektirdiği görev-yetkiler bakımından
aynı unvana sahip olan kişi kategorileri arasında haklı nedene dayanmayan ve
keyfî muamele farklılıklarına yol açacaktır. İptali istenen kuralın aynı
durumdaki öğretmenler arasında muamele farklılığına yol açabileceği hasebiyle
kanun önünde eşitlik ilkesine aykırı olduğunun tespiti için, ihtilaflı kuralın
haklı gerekçeye dayanmayan muamele farklılığını yalnızca olası kıldığının
tespiti yeterli addedilmek gerekir. Bu nedenle anılan fıkra, Anayasa’nın 10’uncu
maddesine aykırıdır.
g) Çalışma barışı bakımından: Anayasa’nın 2 ve
5’inci maddeleriyle Devlete verilen “sosyal devlet” niteliğinin bir görünümü,
Anayasa’nın 49’uncu maddesiyle Devlete yüklenen çalışma barışını sağlamak için
gerekli tedbirleri alma yükümlülüğüdür. Anayasa Mahkemesi, “Anayasa’nın 49.
maddesine göre, çalışma, herkesin hakkı ve ödevidir. Devlete karşı ileri
sürülecek bu hak, bireylere zorlama yetkisi ve yaptırımı vermemiştir. Devlet,
olanakları ölçüsünde, yeterli örgütler kurarak iş bulmayı kolaylaştırıp
sağlamak için gerekli önlemleri almakla yükümlüdür. Devletin herkese iş verme,
herkesi işe yerleştirme zorunluluğu bulunmamaktadır. İşsizliği önlemek amacıyla
yapacağı çalışmalarla Devlet, öncelikle kamu sektöründe iş vermek yolunu
izleyecek, bu nedenle de yasal düzenlemeler yapacaktır.” şeklinde hüküm kurmak
suretiyle; Anayasa’nın 49’uncu maddesinin kapsama alanında özel sektörün yanı
sıra kamu sektörünün de değerlendirileceğine işaret etmiştir (Anayasa
Mahkemesi’nin 19.12.1989 tarihli ve 1989/14 ve 1989/49 sayılı Kararı). O halde
Devlet, hem özel sektörde hem de kamu sektöründe çalışma barışını sağlamalıdır.
Ancak maddi anlamda kanuna tekabül etmeyen
iptali talep edilen fıkra; öğretmenler arasında eşitsiz muamelelere yol
açacağından, çalışma barışının da bozulmasına neden olacaktır. Çalışma
barışının bozulması; öğretmenler arasında bölünmelere ve okul idaresi – veli –
öğretmen arasında anlaşmazlıklara yol açabilecektir; mesleki dayanışmayı
azaltabilecektir; eğitim ve öğretim hizmetlerini yürütmekle görevli olan
öğretmenlerin ilgilerini başka alanlara yöneltmesine; sorumluluklarını yeteri
kadar yerine getirememelerine sebep olabilecektir. Bu nedenle iptali talep edilen fıkra, Anayasa’nın 2, 5 ve 49’uncu
maddelerine de aykırıdır.
ğ) Ücrette adaletin sağlanması bakımından: Anayasa’nın 10’uncu
maddesinin somutlaştığı görünümlerden biri de Anayasa’nın 55’inci maddesinde
temelini bulan “eşit işe eşit ücret ilkesi”dir. Nitekim “Anayasa’nın “Ücrette
adalet sağlanması” başlıklı 55. maddesinde, çalışanların yaptıkları işe uygun
adaletli bir ücret elde etmeleri için Devletin gerekli önlemleri alacağı
öngörülmüş; madde gerekçesinde, “Bu madde, bütün çalışanlara çalışmalarının
karşılığı olarak ödenecek olan ücret, aylık, ikramiyeler ve sosyal yardımların
belli esasa dayandırılmasını öngörmektedir. Bu esaslardan ilki, ücret, aylık,
ikramiye ve sosyal yardımlar ancak “fiilen çalışma” karşılığı olarak
ödenecektir. Bunun için de iş süreleri, işin verimi, değeri ve niteliği dikkate
alınacaktır...” denilmiştir. Makam tazminatı, belirli makam ve sorumluluk
gerektiren görevlerde bulunanlara ödenen bir para olup, tutarı, her makam
(unvan) için ayrı ayrı saptanmış olan gösterge rakamının memur aylıklarına
uygulanan katsayı ile çarpımı sonucu bulunacak miktar kadardır. 1961 Anayasası’nın
45., 1982 Anayasası’nın da 55. maddesinde yer alan ücrete ilişkin kuralın
dayanağı, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 43. maddesidir. Sözü edilen
Bildirgenin 43. maddesinin (2) nolu bendinde, “herkesin herhangi bir ayırım
gözetilmeksizin eşit iş için eşit ücrete hakkı vardır.” denilmiş, Avrupa Sosyal
Şartı’nın 4. maddesinin (1) nolu, Çalışanların Temel, Sosyal Hakları Topluluk
Şartı’nın 6/İ ve 6/İİİ maddelerinde de, eşit ve adil ücret hakkına ilişkin kurallara
yer verilmiştir. Eşit işe eşit ücret ilkesi, kamu çalışanlarının
aylıklarının belirlenmesinde yaşamsal bir ölçüt olarak alınmalı, Anayasa ve
uluslarüstü normlarda öngörülen biçimde ücret ödenmesini sağlayacak yasal
kurallar getirilmelidir. Kuşkusuz ki, İLO sözleşmesinde öngörüldüğü gibi ücret
deyimi, her türlü ek ödemeyi de kapsamaktadır.” (Anayasa Mahkemesi’nin
22.12.1998 tarihli ve 1998/1 E.; 1998/86 K. sayılı Kararına karşı Üye Haşim
Kılıç ve Üye Mustafa Bumin tarafından kaleme alınan karşıoy yazısı). Ancak
iptali talep edilen fıkrayla öğretmenlik kariyer basamaklarına ayrılmış ve
fakat uzman ve başöğretmenlerin görev ve yetki tanımlaması yapılmamıştır. Bu
durum aynı görevi ifa eden ve fakat farkı unvanlara sahip iki öğretmenin; salt
unvan farklılığı nedeniyle aynı nitelikteki çalışma karşılığında farklı ücret
alması sonucunu doğuracaktır. Bu nedenle iptali talep edilen fıkra, Anayasa’nın
55’inci maddesine aykırıdır.
h) Maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme ile eğitim
hakları, eşitlik ilkesi, gençliğin korunması, temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasının sınırları bakımından:
Anayasa’nın Başlangıç bölümü gereğince her Türk vatandaşı, bu
Anayasa’daki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince
yararlanarak milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat
sürdürme ve maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine
doğuştan sahiptir. Öte yandan Devletin Anayasa’nın 5’inci maddesinde sayılan
temel amaç ve görevleri arasında “insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi
için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak” yer almaktadır. Bununla birlikte
Anayasa’nın 17’nci maddesi uyarınca herkes, maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına sahiptir. Bireyin maddi ve manevi varlığı geliştirmesinin
yollarından biri de Anayasa’nın 42’nci maddesinde güvence altına alınan eğitim
hakkının kullanılmasıyla mümkündür. Öte yandan Anayasa’nın 58’inci maddesi
uyarınca Devlet, istiklal ve Cumhuriyetimizin emanet edildiği gençlerin müspet
ilmin ışığında, Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda ve Devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmayı amaç edinen görüşlere karşı
yetişme ve gelişmelerini sağlayıcı tedbirleri alır. Söz konusu tedbirlerden
birinin gençlere eğitim verilmesi olduğu izahtan varestedir. Nitekim 1739
sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun “Genel Amaçlar” başlıklı 2’nci maddesi:
“Türk
Milli Eğitiminin genel amacı, Türk Milletinin bütün fertlerini,
1. Atatürk inkılap ve
ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; Türk
Milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen,
koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye
çalışan, insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan
demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı
görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar
olarak yetiştirmek;
2. Beden, zihin,
ahlak, ruh ve duygu bakımlarından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş bir
kişiliğe ve karaktere, hür ve bilimsel düşünme gücüne, geniş bir dünya görüşüne
sahip, insan haklarına saygılı, kişilik ve teşebbüse değer veren, topluma karşı
sorumluluk duyan; yapıcı, yaratıcı ve verimli kişiler olarak yetiştirmek;
3. İlgi, istidat ve
kabiliyetlerini geliştirerek gerekli bilgi, beceri, davranışlar ve birlikte iş
görme alışkanlığı kazandırmak suretiyle hayata hazırlamak ve onların,
kendilerini mutlu kılacak ve toplumun mutluluğuna katkıda bulunacak bir meslek
sahibi olmalarını sağlamak;
Böylece bir yandan
Türk vatandaşlarının ve Türk toplumunun refah ve mutluluğunu artırmak; öte
yandan milli birlik ve bütünlük içinde iktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmayı
desteklemek ve hızlandırmak ve nihayet Türk Milletini çağdaş uygarlığın yapıcı,
yaratıcı, seçkin bir ortağı yapmaktır.”
şeklindedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre eğitim hakkı,
“…belirli bir zamanda mevcut eğitim kurumlarına erişim (Belçika
dil davası, § 4, syf. 31), bilgi aktarımı ve düşünsel gelişim hakkını (Campbell
ve Cosans / Birleşik Krallık, § 33) ve ayrıca alınan eğitimden yarar sağlama
olanağını, diğer bir deyişle, her bir Devlet’te geçerli kurallara uygun olarak
ve bir veya başka bir şekilde (örneğin yeterlilik yoluyla), tamamlanan eğitimin
resmi olarak tanınmasını elde etme hakkını (Belçika dil davası, §§ 3-5, syf.
30-32) kapsamaktadır. 1 No’lu Protokol’ün 2. maddesi, ilkokul eğitiminin (Sulak
/ Türkiye (k.k.)) yanında ortaokul eğitimi (Kıbrıs / Türkiye [BD], § 278),
yüksekokul eğitimi (Leyla Şahin / Tirkiye [BD], § 141; Mürsel Eren / Türkiye, §
41) ve uzmanlık eğitimiyle de ilgilidir. Bu nedenle, 1 No’lu Protokol’ün 2. maddesinde
güvence altına alınan hakkın sahipleri, çocukların yanında yetişkinler veya
gerçekte eğitim hakkından faydalanmak isteyen herkestir (Velyo Velev /
Bulgaristan). 13. Ayrıca, Devlet, devlet okullarının yanında özel okullardan da
sorumludur (Kjeldsen, Busk Madsen ve Pedersen / Danimarka). Son olarak, Devlet’in
öğrencileri Devlet ve özel okullarda kötü muameleye maruz kalmaktan koruma
pozitif yükümlülüğü bulunmaktadır (O’Keeffe / İrlanda [BD], §§ 144-152). 1 No’lu
Protokol’ün 2. maddesinin ilk cümlesinde güvence altına alınan eğitim hakkı,
doğası gereği, Devlet tarafından kamunun ve bireylerin ihtiyaçları ve
kaynakları doğrultusunda zamana ve yere göre değişiklik gösterebilecek bir
düzenleme yapılmasını gerektirmektedir. Söz konusu düzenleme, eğitim hakkının
esasına halel getirmemeli veya Sözleşme’de güvence altına alınan diğer haklarla
çelişmemelidir. Bu nedenle, Sözleşme, kamunun genel çıkarlarını korumak ve
temel insan haklarına saygı arasında adil bir denge kurulmasına işaret
etmektedir (Belçika dil davası, § 5, syf. 32).”[6]
O halde yasama organı tarafından kanunlaştırılan bu metnin,
muhatap kılınan bireylerin eğitim hakkı gözetilerek kaleme alınması
gerekmektedir. Ancak açıklandığı üzere öğretmenlik mesleğinin kariyer
basamaklarına ayrılması ve kariyer basamaklarında yer alan
unvanlara özgü başta görev ve yetki olmak üzere özlük işlerinin kanun düzeyinde
tanımlanmaması, Anayasa’nın anılan hükümlerini ihlal etmek suretiyle donanımlı
olmalarını engelleyeceğinden; öğrencilerin de nitelikli eğitimden yararlanmasının
önüne geçecek, eğitim hakkı ve dolayısıyla maddi ve manevi varlığını geliştirme
hakkı ihlal edilecektir. Olanakları sınırlı, zor koşullardaki çocuklarımızın
ücretsiz ve kaliteli bir eğitime erişmek suretiyle yaşam becerisine sahip
olmasının, kendilerini gerçekleştirmelerinin, maddi ve manevi varlıklarını
geliştirmelerinin önüne geçilecektir. Nitekim her bir öğrenci, en kaliteli ve
donanımlı öğretmenden eğitim ve öğretim hizmeti alma hakkına sahiptir. Öte
yandan gençlere niteliksiz bir eğitim verilmesi, Devletin Atatürk ilke ve
inkılapları doğrultusunda ve Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü
ortadan kaldırmayı amaç edinen görüşlere karşı yetişme ve gelişmelerini
sağlayıcı tedbir alma yükümlülüğünü yerine getirememesine neden olacaktır.
Anayasa’nın anılan maddeleri, Anayasa’nın 10 ve 42’nci maddeleri
birlikte değerlendirildiğinde görüleceği üzere; eğitim hakkı, eşitlik ilkesi
üzerine inşa edilmelidir. Başka bir deyişle gelir, kültür ve bölgesel kalkınma
düzeyi farklılığının yoğun seyrettiği ülkemizde Devlet, eğitimde fırsat ve
olanak eşitliğine imkan sağlamak suretiyle söz konusu pozitif yükümlülüğü tüm
vatandaşlar (ve Anayasa’nın 42’nci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “kimse”
ibaresinin delaletiyle herkes) bakımından icra edebilecektir. Ancak kanun
koyucu, öğretmenlik mesleğini kariyer basamaklarına ayırmış dahası kariyer
basamaklarında yer alan unvanlara özgü başta görev ve yetki olmak üzere özlük
işlerinin kanun düzeyinde temel ilkelerini çizmekten imtina etmiş; bu
yükümlülüğün ifası için (işbu dilekçe boyunca somut bulgularla teşhir edildiği
üzere) özensiz bir meslek kanunu çıkararak öğretmenler özelinde, “çağdaş bilim
ve eğitim esaslarına göre” modern, demokratik, laik toplumun inşasına hizmet
eden bir eğitim politikası oluşturmamıştır.
Okuldaki herhangi bir sınıfın öğrencilerine öğretmen de, uzman
öğretmen de, başöğretmen de eğitim ve öğretim hizmeti verebilecektir. Bir
okulda hizmeti verecek kimsenin hangi nesnel ölçüte (söz gelimi yerleşim
birimleri nazara alınarak köydeki okullarda öğretmenler, ilçedeki okullarda
uzman öğretmenler, ildeki okullarda başöğretmenlerin hizmet vermesi) istinaden
tespit edileceği belirsizdir. Bir an için başarı düzeyi yüksek sınıfa uzman
öğretmenin; düşük sınıfa öğretmenin hizmet vereceği kabul edilse dahi;
öğretmenlik mesleğine yeni başlamış bir kimsenin pek tabii, otuz yıllık mesleki
deneyime sahip bir öğretmenden nitelik bakımından daha donanımlı, yetenekli
olması muhtemeldir. Kaldı ki başarı düzeyinin tespitinde esas alınacak verilerin
ne olduğu belirsiz olduğu gibi “başarılı sınıfa daha donanımlı öğretmen”
anlayışının da eğitim psikolojisi yönünden sakınca doğurabileceğini ifade etmek
gerekmektedir. Yine okul müdürü olan ve fakat başöğretmen olmayan bir öğretmen
ile başöğretmen olan ve fakat okul müdürü olmayan öğretmen arasında kurulacak
idari ilişkide; okul müdürü idari yetkilerini kullanmasında güçlük
çekebilecektir. Başka bir boyutuyla velilerin nazarında öğretmene, uzman veya
başöğretmen kadar saygı duyulmayabilecek ve öğretmenlik mesleği
itibarsızlaştırılabilecektir. Dahası uzman öğretmen ya da başöğretmen unvanına
sahip olmak isteyen kimsenin yapılacak sınavda başarısız olması durumunda da
mesleğini gereği gibi icra edemeyebilecektir. O halde temelinde öğretmenlerin
kendilerini geliştirmelerine teşvik edilmesi amacı olan ihtilaflı düzenleme, bu
amaca hizmet etmekten oldukça uzaklaşacak ve öğretmenlik mesleğini
kalitesizleştirecektir.
Bununla birlikte kanun koyucu, kariyer
basamaklarında yer alan unvanlara özgü başta görev ve yetki olmak üzere özlük
işlerini belirleme yetkisini idarenin uhdesine bırakmak suretiyle; temel
hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasının sınırlarını düzenleyen Anayasa’nın 13’üncü
maddesinde yer alan kanunilik kaydına halel getirmiştir; demokratik toplumun
gereklerine riayet etmemiştir. Diğer bir deyişle eğitim hakkının kullanılması
için gerekli olanağı ve fırsatı sunma yükümlülüğü olan Devletin, bu yükümlülüğü
tam manasıyla ifası, iyi yetişmiş, donanımlı öğretmenlerle mümkündür. Aksi bir
tutum, eğitim hakkının kısıtlanması sonucunu doğuracaktır. Kanun koyucu da bu
özlük işlerinin yürütme tarafından tespit edilmesine cevaz vererek; hakkın
kısıtlanmasının önünü açmıştır. Kaldı ki demokratik bir toplum, eğitim hakkının
herkese nitelikli bir biçimde tanınmasını gerektirir. Tüm bu nedenlerle anılan
fıkra, Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 5, 10, 13, 17, 42 ve 58’inci maddelerine
aykırıdır.
i) İnkılâp
Kanunlarının (“03.03.1340 tarihli ve 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu”) korunması
bakımından:
Aliefendioğlu’nun
belirttiği üzere “Anayasada sayılan inkılap yasaları T.C. Devletinin dayandığı
8 temel yasadır.”[7] Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 174’üncü
maddesiyle ilgili olarak “Maddede sayılan Devrim
Yasalarının Anayasa’nın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan
hükümlerinin Anayasa’ya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaması ve
yorumlanamamasının öngörülmesi, bu yasalara, diğerlerinden farklı anayasal bir
güvence sağlamaktadır. Ancak bu durumun onlara, Anayasa gücü ve değeri
kazandırdığı kabul edilerek, Anayasa’ya uygunluk denetimine esas alınmaları
olanaklı değildir...” şeklinde hüküm kurmuştur (Anayasa Mahkemesi’nin
16.09.2018 tarihli ve 1997/62 E.: 1998/52 K. sayılı Kararı). Elbette Anayasa
Mahkemesi tarafından belirtildiği üzere; Anayasa’nın 174’üncü maddesi, Anayasa’nın
ruhunun somutlaştığı İnkılâp Kanunlarının normatif değerini Anayasal hüküm
haline getirmeyeceği gibi Anayasa yargısında, Anayasa’ya uygunluk denetiminde
ölçü norm kılmaz, Anayasallık bloğunun kapsamında değerlendirilmesini sağlamaz.
Ancak Anayasa’nın 174’üncü maddesiyle İnkılâp Kanunlarına münhasıran tanınan
anayasal güvenceye halel getirilmemesi, ilgileri bulunduğu alanda yapılan
düzenlemelerin anılan Kanunların ışığında (amacı ve çizdiği sınırlar
çerçevesinde) kaleme alınmasıyla mümkündür. Diğer bir deyişle eldeki dava
konusunun içeriği, nitelikli öğretmenler marifetiyle Atatürk ilkeleri ışığında
eğitimin modernleşmesine hizmet eden Tevhidi Tedrisat Kanunu’ndan arı
düşünülemez. Eldeki dava konusu gibi nihayetinde eğitim alanına sirayet eden
düzenlemeler, Anayasa’ya uygun olduğu ölçüde; Tevhidi Tedrisat Kanunu, anayasal
güvenceye sahip olacaktır. Açıklandığı üzere eldeki dava konusunun Anayasa’ya
aykırılığı, anılan İnkılâp Kanunu’nun Anayasal güvenceden yoksun bırakılmasına
neden olduğundan; iptali talep edilen fıkra, Anayasa’nın 174’üncü maddesine de
aykırıdır.
ı) Uluslararası andlaşmaların iç hukuka etkisi bakımından:
Anayasa’nın 90’ıncı maddesine göre temel hak ve özgürlüklere ilişkin usulüne
göre yürürlüğe konmuş uluslararası anlaşmalar, (kanunlara nazaran hakkı
koruyucu, kullanımını genişletici hükümler barındırması kaydıyla) normlar
hiyerarşisinde kanunun üstündedir. İptali talep edilen fıkra, eğitim hakkına
ilişkin İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 26’ncı; Ekonomik, Sosyal ve
Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 13’üncü[8];
Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 28 ve 29’uncu[9]; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin
Ek 1 No’lu Protokolü’nün 2’nci[10] maddelerini; çalışma hakkına
ilişkin İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 23’üncü, (Gözden Geçirilmiş)
Avrupa Sosyal Şartı’nın 1’inci maddelerini; Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf
olduğu ILO Sözleşmelerini[11] ;adil çalışma koşullarına ilişkin
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 23’üncü, (Gözden Geçirilmiş) Avrupa
Sosyal Şartı’nın 3 ve 22’nci maddelerini; ILO’nun 94 No’lu Çalışma Şartları
(Kamu Sözleşmeleri) Sözleşmesi ile 151 No’lu Çalışma İlişkileri (Kamu Hizmeti)
Sözleşmesi’ni; eşit işe eşit ücret ilkesine ilişkin
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 43’üncü maddesi ve ILO’nun 100 No’lu Eşit
Ücret Sözleşmesi’ni ihlal ettiğinden Anayasa’nın 90’ıncı maddesine de aykırıdır.
Tüm bu nedenlerle, 7354 sayılı Kanun’un 3’üncü maddesinin
dördüncü fıkrası, Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 2, 5, 6, 7, 10, 13, 17, 42,
49, 55, 58, 70, 90, 123, 128, 153 ve 174’üncü maddelerine aykırıdır; anılan
fıkranın iptali gerekir.
1 03.02.2022
tarihli ve 7354 sayılı Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun 4’üncü maddesinin birinci
fıkrasında yer alan “Millî Eğitim Bakanlığınca” ibaresi
Anayasa’ya aykırılığı
Kanun koyucu, 7354 sayılı Kanun’un 3’üncü maddesinde
öğretmenliğin bir ihtisas mesleği olduğu hususunu kanun formuna getirmiş ve
fakat öğretmen adaylarında genel kültür, özel alan eğitimi ve pedagojik
formasyon/öğretmenlik meslek bilgisi bakımından aranacak nitelikleri kanun
düzeyinde ortaya koymak yerine (hiçbir kanuni, açık, nesnel, net ölçüt
öngörmeksizin) idarenin (Milli Eğitim Bakanlığı’nın) uhdesine bırakmıştır.
Devletin, bireyin maddi ve manevi varlığını geliştirecek ortamın oluşturulması
temelindeki pozitif yükümlülüğünün bir tecessümü olarak (Anayasa’nın 42’nci
maddesinin birinci fıkrasında yer alan “kimse” ibaresinin delaletiyle) herkes
bakımından eğitim hakkının erişilebilir kılınması, öğretmenler marifetiyle
mümkündür. O halde, öğretmenlerin statüsünün, Anayasa’nın 128’inci
maddesi bağlamında “diğer kamu görevlisi” niteliğinde olması gerekmektedir. Bu
bağlamda kanun koyucu tarafından öğretmenlerin adaylık
süreci, kadro ihdası, ataması, görevlendirilmesi, niteliği,
görev ve yetkisi, aylık ve ödeneği ile diğer özlük haklarının Anayasa’nın
öngördüğü ilkeler ve özellikle de mezkûr 128’inci madde uyarınca maddi anlamda
kanunilik ilkesi dahilinde düzenlenmesi gerekmektedir. Ne var ki iptali
istenilen ibare, bu hususları Anayasa’nın öngördüğü çerçevede düzenlememektedir.
Bu durum, Anayasa’ya çok yönlü olarak aykırıdır.
a) Kamu görevlilerinin özlük hakları bağlamında
kanunilik ilkesi bakımından: Anayasa’nın 128’inci maddesinin birinci fıkrası
kapsamındaki görevleri yürüten bütün personelin nitelikleri, atanmaları, görev
ve yetkileri, hakları ve yükümlülüklerinin kanunla düzenlenmesi gerekir
(Anayasa Mahkemesi’nin 22.11.2012 tarihli ve 2011/107 E.; 2012/184 K. sayılı
Kararı). Anayasa Mahkemesi’nin sıkça vurguladığı gibi kanunilik ölçütünün
sağlandığından söz edilebilmesi için kanunun şeklen var olması yeterli olmayıp
yasal kurallar keyfiliğe izin vermeyecek şekilde belirli, ulaşılabilir ve
öngörülebilir nitelikte olmalıdır. Esasen kanunun bu niteliklere sahip olması,
Anayasa’nın 2’nci maddesinde güvenceye bağlanan hukuk devleti ilkesinin de bir
gereğidir. Dolayısıyla Anayasa’nın 128’inci maddesinde yer verilen kanunilik
ölçütü, Anayasa’nın 2’nci maddesinde güvence altına alınan hukuk devleti ilkesi
ışığında yorumlanmalıdır (aynı yöndeki değerlendirme için bkz. AYM, E.2018/88,
K.2020/24, 11/6/2020 §§ 13, 14) (Anayasa Mahkemesi’nin, 22.10.2020 tarihli ve
2020/1 E.; 2020/563 K. sayılı Kararı, § 41). İhtilaflı kural, Anayasa’nın
128’inci maddesinin 2’nci fıkrasına aykırı şekilde, öğretmen adaylarında
genel kültür, özel alan eğitimi ve pedagojik formasyon/öğretmenlik meslek
bilgisi bakımından aranacak nitelikleri düzenlememiş ve bu hususların
belirlenmesini idarenin düzenleyici işlemlerine bırakmıştır. Oysa bir kamu
görevlisi olan öğretmen statüsünde olmaya namzet kimselerde aranacak
niteliklerin kanun düzeyinde belirlenmesi ve idarenin keyfi işlem ve
eylemlerine terk edilmemesi gerekirdi. İptal istenen ibare, bu nedenle Anayasa’nın
128’inci maddesine aykırıdır (bu açıdan ayrıca bkz. aşağıda “c” alt başlığı).
b) Hukuk devleti ilkesi bakımından: Hukuk devleti, bütün işlem
ve eylemlerinin hukuk kurallarına uygunluğunu başlıca geçerlik koşulu sayan,
her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurmayı amaçlayan ve bunu geliştirerek
sürdüren, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa’ya aykırı durum
ve tutumlardan kaçınan, insan haklarına saygı duyarak bu hak ve özgürlükleri
koruyup güçlendiren, Anayasa’ya ve hukuk kurallarına bağlılığa özen gösteren,
yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde yasa koyucunun da uymak zorunda
olduğu temel hukuk ilkeleri ile Anayasa’nın bulunduğu bilinci olan devlettir
(Anayasa Mahkemesi’nin 02.06.2009 tarihli ve 2004/10 E.; 2009/68 K. sayılı
Kararı). Hukuk devletinin önkoşullarından olan hukuki
güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, hukuki belirlilik
ilkesi de kanun hükümlerinin şüpheye yer vermeyecek şekilde açık, net,
anlaşılabilir olmasını ve ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı
koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (bkz. AYM 9.2.2017, 2016/143 E.–
2017/23 K. par. 13; RG. 12.4.2017-30036) (Anayasa Mahkemesi’nin
04.05.2017 tarihli ve 2015/41 E.; 2017/98 K. sayılı Kararı). Başka bir deyişle,
hukuk devleti ilkesi gereğince, idareye işlem tesis ederken ve eylemde
bulunurken veya görevlerini yerine getirirken belirli ölçüde hareket
serbestliği sağlayan takdir yetkisinin kullanımı mutlak, sınırsız, keyfi
biçimde gerçekleşemez; idarenin takdir yetkisinin sınırları, keyfi işlem ve
eylemleri önlemek amacıyla kanunla çizilmelidir. Kanun düzeyinde tanımlanması
gereken hususları idarenin düzenleyici işlemlerine tevdi eden ve yukarıda
tanımlandığı anlamda hukuki güvenlik ve belirlilik ilkelerinin gereklerini yerine
getirmeyen ihtilaflı ibare, Anayasa’nın 2’nci maddesine aykırıdır (bu açıdan
ayrıca bkz. aşağıda “c” alt başlığı).
c) İdarenin kanuniliği ilkesi bakımından: Anayasa’nın 123’üncü
maddesinde yer alan idarenin kanuniliği ilkesinin iki boyutu bulunmaktadır. İlk
boyutu, idarenin secundum legem özelliğidir (kanuna dayanma ilkesidir). Bu
ilkeye göre idarenin düzenleme yetkisi kanundan kaynaklanır. İkinci boyutu,
idarenin intra legem özelliğidir (kanuna aykırı olmama ilkesidir). Bu ilkeye
göre idarenin işlem ve eylemleri kanunun çizdiği sınırlar içinde kalmalıdır.
Bu nedenle öğretmen adaylarında genel kültür, özel
alan eğitimi ve pedagojik formasyon/öğretmenlik meslek bilgisi bakımından
aranacak niteliklerin; Anayasa’nın 128’inci maddesinde hüküm altına alınan ve
hukuk devletinin temel taşı olan maddi anlamdaki kanunilik kıstasının
gereklerini karşılaması ve kanuna dayanması ile kanuna aykırı olmaması için;
genel çerçevesinin keyfi uygulamaya yer vermeyecek açıklıkta kanun düzeyinde
çizilmesi gerekmektedir. Ancak kanun koyucu; öğretmen adaylarında aranacak
nitelikleri,–Anayasal ilkelerin aksine- genel geçer ifadelerle tespit etmiş ve
aslen bu niteliklerin içeriği (söz gelimi öğretim sürecini öğretim planı
doğrultusunda uygulama, kendi alanındaki metodolojiyi kullanabilme ve öğrenmeyi
teşvik etme yetisi, öğretim programını analiz ve değerlendirme yeteneği,
öğretim yöntemlerine hakimiyet, eğitim psikolojisini ve öğretim teknolojilerini
kavrama) hakkında tamamen sessiz kalmış, bu konuların düzenlenmesini idarenin
(Bakanlığın) uhdesine bırakmıştır.
Buna ilave olarak, “Kamu kurum
ve kuruluşlarının kadrolarının ihdası başka bir deyişle kadro usulüne ilişkin
düzenlemeler, idarenin teşkilat yapısı ile ilgili olup idarenin kuruluş ve görevlerinin
belirlenmesinin bir parçasını oluşturmaktadır. Anayasa Mahkemesinin bir
kararında konuyla ilgili olarak, “Bir kurumun kuruluşu deyince her şeyden önce
o kurumu yürütecek personele ait kadrolar hatıra gelir. Zira kurumun temelinden
çatısına kadar bütün örgütünün bu kadrolar teşkil eder. Personel kadroları
mevcut olmayan bir kurum, henüz kuruluş haline geçmemiş demektir. Şu halde bir
kurumu çalışır hale getirecek olan Personel kadrolarının, en küçüğünden en
büyüğüne kadar, bütününü kuruluştan ayrı düşünmeğe imkân yoktur.” denilmektedir
(AYM E. 1965/32, K. 1966/3, 4/2/1966)” (Anayasa Mahkemesi’nin 11.06.2020
tarihli ve 2018/119 E.; 2020/25 K. sayılı Kararı, § 18). Ancak iptali talep
edilen ibarenin yer aldığı fıkra hükmünde; kadro ihdası gibi özlük işleri
kapsamında değerlendirilen niteliklerin genel çerçevesi; hukuki
işlem olarak kanun ile açıkça ortaya konulmamıştır.
Öte yandan 13.08.2005 tarihli ve 25905 sayılı
Resmi Gazete’de yayımlanan Öğretmenlik Kariyer Basamaklarında Yükseltme
Yönetmeliği hakkında Danıştay 2’nci Dairesi tarafından verilen kararlarda;
“Lisans mezunu olmayan öğretmenlerin öğretmenlik kariyer
basamaklarında yükselme imkanını ortadan kaldıran, Kanunda öngörülmeyen,
eşitlik ve genellik ilkeleriyle hakkaniyete aykırı olarak dava konusu
Yönetmeliğin 8. maddesiyle öğretmenlik kariyer basamaklarında yükselme sınavına
başvurularda “lisans mezunu” olma koşulu getiren düzenlemede hukuka uyarlık
görülmemiştir (Danıştay 2. Dairesi’nin 05.03.2008 tarihli ve 2005/2477 E.;
2008/1049 K. sayılı Kararı).”
“Öğretmenlik Kariyer Basamaklarında Yükselme Yönetmeliğinin 28.
maddesinin 1. fıkrasında hizmet içi eğitim etkinliklerinin kapsamı bu çerçevede
belirlenmiş ve 2. fıkranın (a) ve (b) bentlerinde de yurtdışı ve yurtiçi hizmet
içi eğitim etkinliklerinin değerlendirme esasları bu kapsamda düzenlenmiş
olmasına karşın, 2. fıkranın (c) bendinde yer alan diğer kamu kurum ve
kuruluşları, özel sektör ve sivil toplum örgütlerince düzenlenen hizmet içi
eğitim faaliyetlerinin de değerlendirmeye alınacağı yolundaki düzenleme ile
Milli Eğitim Bakanlığınca yapılması gereken bu etkinliklerin kapsamı
genişletilmiş ve bu konuda mevcut düzenlemeye aykırı olarak Bakanlık tarafından
uygun bulunma koşuluna bağlanmakla birlikte takdir yetkisi aşılmak suretiyle
başka kurumlara da yetki verilmiş olması ve gerek Milli Eğitim Temel Kanununda
öğretmenlerin mesleki olarak gelişimlerinin amaçlanmış olması, gerekse 5204
sayılı Yasa ile öngörülen kariyer basamaklarında yükselmede alanında ya da
eğitim bilimleri alanında yetişmiş olmanın esas alınmasına karşın, hizmet içi
eğitimin kapsamına yönelik bir ölçüt de bulunmaması nedeniyle Yönetmeliğin 28.
maddesinin 2. fıkrasının (c) bendinde mevzuata ve 5204 sayılı Yasanın amacına
uyarlık görülmemiştir.
Davalı idare tarafından, Yönetmeliğin sadece Milli Eğitim
Bakanlığında görevli öğretmenler için değil diğer kamu kurum ve kuruluşlarında ve
Milli Eğitim Bakanlığına bağlı özel öğretim kurumlarında görev yapan
öğretmenlere de uygulanması nedeniyle başka kurumlarca düzenlenen hizmet içi
eğitim etkinliklerine katılımın engellenemeyeceği, ayrıca Bakanlıkça uygun
bulunan bu etkinliklere katılarak öğretmenlerin kendilerini mesleki ve diğer
alanlarda geliştirmesinin bir sakıncası olmadığı öne sürülmekte ise de, Milli
Eğitim Bakanlığı Merkez ve taşra teşkilatında görevli personelin hizmet içi
eğitimi konusunda sadece Bakanlığın yetkili ve görevli olduğu, bu personel için
diğer kurum ve kuruluşların eğitim etkinliği düzenleyemeyeceği açık olduğu
gibi, Milli Eğitim Bakanlığına bağlı özel öğretim kurumlarında görevli öğretmenlerin
de Bakanlıkça açılacak hizmet içi eğitim kurslarına katılacakları yolundaki düzenlemeler
karşısında ve hizmet içi eğitim etkinliklerinin sadece “ mesleki gelişime”
yönelik olabileceği nedeniyle iddialar yerinde görülmemiştir (Danıştay 2.
Dairesi’nin 05.03.2008 tarihli ve 2005/2528 E.; 2008/1050 K. sayılı Kararı).”
şeklinde hüküm kurulmuştur.
Bununla birlikte Milli Eğitim Bakanlığı
tarafından 14.08.2022 -15.03.2022 tarihleri arasında görüş ve önerilerin
iletilmesi için “Aday Öğretmenlik ve Öğretmenlik Kariyer Basamakları
Yönetmeliği Taslağı” hazırlanmıştır.[12] Bu dilekçenin yazım tarihi itibarıyla Resmi Gazete’de
yayımlanmamış ve fakat taslak olarak Bakanlığın resmi internet sitesinde halka
arz edilen yönetmelik dahi göstermektedir ki: normlar arasında hukuka uygun
kademelenmenin sağlanabilmesi, diğer bir deyişle normlar hiyerarşisinde anılan
yönetmeliğin 7354 sayılı Kanun’a uygun olması, yalnız bu Kanun’un temel
ilkeleri ortaya koymasıyla mümkündür. Aksi takdirde, Kanun’un genel çerçeveyi
çizmemesi, yönetmeliğin hukuka uygunluk denetiminde gözetilecek ölçü normun
(7354 sayılı Kanun’un) muğlak ibareler içermesi ve maddi anlamda kanunun asgari
ögelerini karşılamaması durumunda, yönetmelik hukuki dayanaktan yoksun
kılınacaktır.
Tüm bu nedenlerle iptali talep edilen ibare, Anayasa’nın 2, 123
ve 128’inci maddelerine aykırıdır.
ç) Yasama yetkisinin devredilmezliği bakımından: Anayasa’nın 7’nci
maddesinde temelini bulan yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine göre
yasama yetkisi yalnız Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne aittir. Bu nedenle
idareye düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralının temel ilkeleri ortaya
koyması ve çerçeveyi çizmesi gerekir. Diğer bir deyişle idareye sınırsız ve
belirsiz bir düzenleme yetkisi bırakılamaz. Nitekim idarenin düzenle me
yetkisi; sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir yetkidir. Yasa ile yetkilendirme,
Anayasa’nın öngördüğü biçimde yasa ile düzenleme anlamını taşımamaktadır
(Anayasa Mahkemesi’nin 02.05.2008 tarihli ve 2005/68 E.; 2008/102 K. sayılı
Kararı). İptali talep edilen ibarenin yer aldığı fıkra hükmünde olduğu gibi
temel ilkeleri belirlenmeksizin ve çerçevesi çizilmeksizin; idareye
(Bakanlığa); öğretmen adaylarında genel kültür, özel alan
eğitimi ve pedagojik formasyon/öğretmenlik meslek bilgisi bakımından
aranacak nitelikleri belirleme yetkisi veren yasa hükmü, Anayasa’nın 7’nci
maddesine aykırılık oluşturur.
d) Kamu hizmetinde görevin gerekli
kıldığı nitelikler bakımından: Anayasa’nın 70’inci maddesinde yer alan ve her
Türk vatandaşına eşit şekilde tanınan kamu hizmetine girme hakkı, kamu hizmeti
icra edecek personellerin istihdamının liyakata dayalı bir sistem içerisinde
gerçekleşmesini sağlar. Anayasa; ödevle nitelik arasında sıkı bir ilişki
bulunduğunu, bunun dışında hizmete alınmada hiçbir nedenin gözetilemeyeceğini,
daha açık bir anlatımla ayrımın yalnızca ödev-nitelik ilişkisi yönünden
yapılması gerektiğini buyurmaktadır. O halde ödevle, onun gerektirdiği niteliği
birbirinden ayrı düşünmeye olanak yoktur. Buna göre, o nitelikler görevlilerde
bulunmadıkça o ödev yerine getirilemeyecek ya da ödev, görevin gerekleri
doğrultusunda yerine getirilmemiş olacak demektir. Kamu hizmetlerinin
özellikleri olduğu ve bu hizmetleri gören idare ajanlarının da özel statülere
bağlı bulunduğu bilinen bir gerçektir. Memurlarda yasalarca aranan nitelikler
ve onlar hakkında yasalarda öngörülen kısıtlamalar, kamu hizmetinin etkin ve
esenlikli bir biçimde yürütülmesi amacına yöneliktir (Anayasa Mahkemesi’nin
09.10.1979 tarihli ve 1979/19 E.; 1979/39 K. sayılı Kararı).
Anayasa’nın 128’inci maddesinde temelini
bulan ve hukuk devletinin ana halkasını oluşturan kanunilik ilkesi ışığında,
Anayasa’nın 70’inci maddesi ele alındığında görüleceği üzere; kamu hizmetine
girme hakkının temel bir hak olarak etkililiği, maddenin “Hizmete alınmada,
görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez” şeklindeki
ikinci fıkrasında yer alan “görevin” ibaresinin; kamu hizmeti görülürken ifa
edilecek görevin (ve niteliğin), (bir kimsenin bu kadroya uygun olduğunun
objektif kriterlere göre tespitinin yapılabilmesi amacıyla) kanun düzeyinde
açıklanmasını gerektirir. Aksi bir tutum, bir başka deyişle kamu hizmeti
görülürken ifa edilecek görevin niteliklerini belirleme yetkisini idarenin
keyfi uygulamalarına, kayırmacılığa neden olabilecek takdir yetkisine bırakmak;
Anayasal amacın (kamu hizmeti icra edecek personelin istihdamının liyakate dayalı
bir sistem içerisinde gerçekleşmesini sağlamak) bertaraf edilmesine neden
olacak, anılan hakkın istekli kimseler bakımından eşit düzeyde güvence altına
alınmasına engel oluşturacaktır. Diğer bir deyişle, öğretmen adaylarında genel
kültür, özel alan eğitimi ve pedagojik formasyon/öğretmenlik meslek bilgisi
bakımından aranacak niteliklerin liyakat esasının gereklerini karşılayacak
açıklıkta olması ve vatandaşların eşit şekilde kamu hizmetine girme haklarının
idarenin keyfî işlemler tesis etme ihtimaline karşı kanun seviyesinde korunması
gerekmektedir. Bu nedenle anılan gereklilikleri karşılamayan ihtilaflı ibare,
Anayasa’nın 70’inci maddesine de aykırıdır.
Nitekim Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa’nın
70’inci maddesi ile ilişkilendirerek verdiği bir iptal kararının müteallik
bölümü:
“1- KHK’nin 37. Maddesinin (2), (3) ve (4) Numaralı Fıkraları
KHK’nin 37. maddesinde, Gümrük ve Ticaret Uzmanlığı ve Uzman
Yardımcılığı kadroları kurulmuş ve bu kadrolarda görev yapacak kişilerin atanma
usul ve esasları düzenlenmiştir. Anılan maddenin (2) numaralı fıkrasında,
Gümrük ve Ticaret Uzman Yardımcılığına atanmanın koşulları; (3) numaralı
fıkrasında, Gümrük ve Ticaret Uzmanlığına atanmanın koşulları ile bu koşulları
yerine getiremeyen Uzman Yardımcılarının bu unvanlarını kaybedecekleri ve
Bakanlıkta durumlarına uygun kadrolara atanacakları; (4) numaralı fıkrasında
ise Gümrük ve Ticaret Uzmanı ile Uzman Yardımcılarının mesleğe alınmaları,
yetiştirilmeleri, yarışma sınavı, tez hazırlama ve yeterlik sınavı ile diğer hususların
yönetmelikle düzenleneceği kurala bağlanmıştır.
Anayasa’nın 91. maddesinin birinci fıkrasında “Sıkıyönetim ve
olağanüstü haller saklı kalmak üzere, Anayasanın ikinci kısmının birinci ve
ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile
dördüncü bölümde yer alan siyasî haklar ve ödevler...”in kanun hükmünde
kararnamelerle düzenlenemeyeceği belirtilmiştir. Öte yandan, Anayasa’nın “Kamu
hizmetlerine girme hakkı” başlıklı 70. maddesinin birinci fıkrasında, her Türk’ün,
kamu hizmetlerine girme hakkına sahip olduğu belirtildikten sonra ikinci
fıkrasında hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir
ayırım gözetilemeyeceği kurala bağlanmıştır. Buna göre, Anayasa’nın “Siyasi
Haklar ve Ödevler” başlıklı dördüncü bölümünde yer alan ve 70. maddesinde
korunan kamu hizmetlerine girme hakkına ilişkin olarak kanun hükmünde kararname
ile düzenleme yapılması mümkün değildir.
Gümrük ve Ticaret Uzmanlığı ve Uzman Yardımcılığı kadrolarına
giriş koşullarının belirlenmesi, Anayasa’nın 70. maddesine göre kamu hizmetine
girme hakkına ilişkin olduğundan, bu hususu düzenleyen KHK’nin 37. maddesinin
(2), (3) ve (4) numaralı fıkraları, Anayasa’nın 91. maddesinin birinci
fıkrasına aykırıdır. İptalleri gerekir.”
şeklindedir (Anayasa Mahkemesi’nin 08.11.2012 tarihli ve 2011/87
E.; 2012/176 K. sayılı Kararı).
e) Kuvvetler ayrılığı ilkesi, hiçbir kimsenin
veya organın Anayasa’dan kaynaklanmayan bir yetkiyi kullanamaması ve Anayasa
Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı bakımından: Anayasa Mahkemesi kararlarında
Anayasa’nın 153’üncü maddesinde belirtilen bağlayıcılık ilkesine aykırılıktan
söz edilebilmesi için iptal edilen kuralla dava konusu yeni düzenlemenin içerik
ve kapsam bakımından aynı ya da benzeri olması gerektiği belirtilmektedir (Anayasa
Mahkemesi’nin 12.11.1991 tarihli ve 1991/7 E.: 1991/43 K. sayılı Kararı).
Anayasa Mahkemesi, eldeki dava konusuyla benzer bir hüküm ihtiva eden düzenleme
hakkında verdiği bir iptal kararında “… Buna
göre, (Telekomünikasyon) Kurum’da
çalışan memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev
ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ile diğer özlük
işlerinin yasayla düzenlenmesi gerekirken, buna ilişkin düzenlemelerin Bakanlar
Kurulu’na bırakılması, Anayasa’nın 128’inci maddesine aykırıdır. Bu nedenle
kuralın iptali gerekir…” şeklinde gerekçe kaleme almıştır (Anayasa Mahkemesi’nin
12.12.2007 tarihli ve 2002/35 ve 2002/95 sayılı Kararı).
Yine Anayasa Mahkemesi’nin, 20.06.2004 tarihli ve 5204 sayılı
Milli Eğitim Temel Kanunu ve Devlet Memurları Kanununda Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Kanun Hakkında verdiği kararının müteallik bölümü:
“5204 sayılı Yasa’nın 1. maddesinin altıncı fıkrasında, “Öğretmenlik
kariyer basamaklarında yükseleceklerin gireceği sınav, sınava katılacaklarda
aranacak en az çalışma süresi, hizmet içi eğitim veya lisansüstü eğitim
nitelikleri, her bir değerlendirme ölçütüne ilişkin hususlar ve puan değerleri,
alanında ya da eğitim bilimleri alanında tezli yüksek lisans veya doktora
öğrenimini tamamlamış olanlardan uzman öğretmenlik veya başöğretmenlik için
aranacak kıdem, hizmet içi eğitim, etkinlikler (bilimsel, kültürel, sanatsal ve
sportif çalışmalar) ve sicil (iş başarımı) şartları ve puan değerleri, branşlar
temelindeki uzman öğretmenlik ve başöğretmenlik sayıları, yükselmeye ilişkin
usul ve esaslar ile diğer hususlar Maliye Bakanlığı ve Devlet Personel
Başkanlığının uygun görüşleri alınarak Millî Eğitim Bakanlığınca çıkarılacak
yönetmelikle düzenlenir.” hükmü yer almaktadır.
Kuralda yönetmeliğe bırakılan “sınava katılacaklarda aranacak en
az çalışma süresi”, “alanında ya da eğitim bilimleri alanında tezli yüksek
lisans veya doktora öğrenimini tamamlamış olanlardan uzman öğretmenlik veya
başöğretmenlik için aranacak kıdem,”, “branşlar temelindeki uzman öğretmenlik
ve başöğretmenlik sayıları,” ve “ile diğer hususlar” ibareleri kariyer
basamaklarında yükselme hakkından yararlanabilmeye ilişkindir.
Anayasa’nın 7. maddesine göre Yasama yetkisi Türk Milleti adına
Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez. Anayasa’nın 124.
maddesinin birinci fıkrasına göre, yönetmelikler, kanunların ve tüzüklerin
uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla çıkarılabilir.
Yasayla düzenleme, konunun tüm ayrıntılarının yasayla
belirlenmesini değil, temel ilkelerin, ölçü ve sınırların yasada gösterilip
uzmanlık ve teknik konulara yönelik ayrıntıların düzenlenmesinin yürütme
organına bırakılmasını ifade eder. Yasada, yönetmelikle düzenlenecek konuların
çerçevesinin, Anayasa yargısı bağlamında denetime olanak verecek biçimde
düzenlenmiş olması gerekir. Kuraldaki “sınava katılacaklarda aranacak en az
çalışma süresi”, “alanında ya da eğitim bilimleri alanında tezli yüksek lisans
veya doktora öğrenimini tamamlamış olanlardan uzman öğretmenlik veya
başöğretmenlik için aranacak kıdem,”, “branşlar temelindeki uzman öğretmenlik
ve başöğretmenlik sayıları,” ve “ile diğer hususlar” ibarelerinin
belirlenmesinde belirtilen çerçeveye yer verilmediği açıktır. Bu nedenlerle
kuraldaki anılan ibareler Anayasa’nın 2. ve 7. maddelerine aykırıdır. İptalleri
gerekir.”
şeklindedir (Anayasa Mahkemesi’nin 21.05.2008 tarihli ve 2004/83
ve 2008/107 sayılı Kararı).
Anayasa Mahkemesi’nin verdiği iptal kararı karşısında; kanun
koyucunun Anayasa’nın 2, 7 ve 128’inci maddelerine -benzer sakatlıktan muzdarip
olması hasebiyle- aykırı olan iptali talep edilen ibareyi kanunlaştırması,
Anayasa’nın 153’üncü maddesini ihlal ettiği gibi, hiçbir kimse ve organın
kaynağını Anayasa’dan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağını öngören 6’ncı
maddesine ve Anayasa’nın Başlangıç bölümünde yer alan kuvvetler ayrılığı
ilkesine de halel getirmektedir.
f) Eşitlik ilkesi bakımından: Ayrıca iptali talep edilen
ibarenin idareye (Bakanlığa) verdiği sınırsız takdir yetkisi, aynı şartları ve
nitelikleri sağlayan adaylar arasında idare tarafından kayırma/ayrımcılık
yapılmasına neden olabileceğinden; anılan ibare, Anayasa’nın 10’uncu maddesinde
yer alan eşitlik ilkesine de aykırıdır. İhtilaflı kural, aynı şekilde, kamu
hizmetine (öğretmenliğe) girişte esas alınacak objektif esas ve usulleri
öngörmemesi sebebiyle de, yine eşitlik ilkesini ihlal etmektedir. Zira eşitlik
ilkesinin ihlal edilip edilmediği hususunun tespiti, münferit olayda benzer
kişi kategorileri arasında gerçekleştirilen ayrıma ilişkin bir “haklı neden”in
var olup olmadığına göre yapılır. Ne var ki, iptali talep edilen ibarenin
idareye verdiği keyfi uygulamalara sebep olabilecek sınırsız takdir yetkisi,
Bakanlık tarafından aynı şartlara ve niteliklere sahip adaylardan birinin
mesleğe kabul edilip diğerinin edilmemesine ilişkin haklı nedeni
somutlaştırmaya elverişli değildir. Başka bir
anlatımla, öğretmen adaylarının niteliği bakımından gerekli nitelik ve
görevlendirme koşullarının belirlenmesinin idareye bırakılması, görevin /
mesleğin gerektirdiği nitelikler bakımından aynı durumda olan kişi kategorileri
arasında haklı nedene dayanmayan ve keyfî muamele farklılıklarına yol
açacaktır. Bu nedenle anılan ibare, Anayasa’nın 10’uncu maddesine aykırıdır.
g) Çalışma hürriyeti ve çalışma hakkı ile temel hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılmasının sınırları bakımından: Anayasa Mahkemesi’nin
belirttiği üzere “Anayasa’nın “Çalışma ve
Sözleşme Hürriyeti” başlıklı 48. maddesinde, “Herkes, dilediği alanda çalışma
ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir.” denilmek
suretiyle çalışma özgürlüğü güvenceye bağlanmıştır. Çalışma özgürlüğü, kişinin
çalışıp çalışmama, çalışacağı işi seçme ve çalıştığı işten ayrılma özgürlüğünü
korur. Çalışma özgürlüğü ücretli olarak bağımlı çalışma hakkını olduğu kadar,
iktisadi-ticari faaliyet yapma hakkını da içerir.” (Anayasa Mahkemesi’nin
13.11.2014 tarihli ve 2013/95 E.: 2014/176 K. sayılı Kararı).
Öte yandan 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nun “Özlük
Hakları ve sorumluluklar” başlıklı 9’uncu maddesinin birinci fıkrası, “Kurumlarda
çalışan yönetici, öğretmen, uzman öğretici ve usta öğreticiler ile kurucu veya
kurucu temsilcisi arasında yapılacak iş sözleşmesi, en az bir takvim yılı
süreli olmak üzere yönetmelikle belirtilen esaslara göre yazılı olarak yapılır.
Mazeretleri nedeniyle kurumdan ayrılan öğretmen ve öğreticilerin yerine
alınacak olanlar ile devredilen kurumların yönetici, öğretmen ve öğreticileri
ile bir yıldan daha az bir süre için de iş sözleşmesi yapılabilir.”
şeklindedir. Bu sözleşmenin nev’i çeşitli yargı kararlarına konu olmuş ve
ihtilaf doğurmuştur. Nihayetinde Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu, 5580
sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nun 9’uncu maddesinde belirtilen sözleşmenin
belirli süreli iş sözleşmesi olduğu sonucuna varmıştır. Anılan kararının
gerekçesinin eldeki dava konusu bakımından özellik arz eden müteallik bölümü:
“…2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “eğitim ve
öğrenim hakkı ve ödevi” başlıklı 42’inci maddesine göre, eğitim ve öğretim
devletin gözetim ve denetimi altında yapılacak olup, belirtilen esaslara aykırı
eğitim ve öğretim yerleri açılamaz. Ayrıca özel ilk ve orta dereceli okulların
bağlı olduğu esaslar, devlet okulları ile erişilmek istenen seviyeye uygun
olarak, kanunla düzenlenir.
Demokratik ülkelerde, eğitim politikalarını belirleme ve bu
politikaların hayata geçirilmesine yönelik kurumsal tercihlerde bulunma
konusunda kanun koyucunun geniş takdir yetkisi vardır...Anayasa’nın 42. maddesindeki
eğitim ve öğrenim hakkı, diğer haklarla birlikte, kişinin maddî ve manevi
varlığını koruyup geliştirebilmesine imkân sağlayıcı bir niteliğe sahiptir.
Aynı madde gereğince eğitimin gözetim ve denetiminden sorumlu
olan Devletin görevi, herkesin eğitim ve öğrenim hakkından en iyi şekilde
faydalanabilmesini sağlamaktır. Eğitim öğretim alanında hizmet sunan özel
teşebbüsün faaliyet alanının düzenlenmesi de, Devletin eğitim ve öğretimin
sağlıklı ve verimli işleyişini sağlama yükümlülüğünün bir gereğidir. Diğer
temel haklar gibi, eğitim hakkının da Devlete bazı yükümlülükler yüklediği
açıktır. Devlet, herkesin eğitim ve öğrenim hakkından yararlanabilmesini
sağlamak için gerekli tedbirleri almalıdır (Anayasa Mahkemesi’nin 13.07.2015
gün ve 2014/88 E., 2015/68 K. sayılı kararı).
...Bu açıklamalar ışığında 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları
Kanunu’nun 9’uncu maddesinde belirtilen iş sözleşmesinin niteliğinin belirli
süreli iş sözleşmesi olduğu anlaşılmakla, kanunda öngörülen bu durumda 4857
sayılı İş Kanunu’nun 11 ‘inci maddesinde belirtilen objektif koşulun
gerçekleştiği kabul edilmelidir. Başka bir anlatımla kanun hükmünün sözleşmenin
belirli süreli yapılması zorunluluğunu öngördüğü durumda objektif koşulların
varlığı aranmaz. Kanun hükmü ile sözleşmenin belirli süreli yapılması gereken
hâllerde belirli süreli sözleşmenin zincirleme yapılması da sözleşmenin belirli
süreli olma niteliğini ortadan kaldırmaz.”
şeklindedir (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu’nun 23.02.2018
tarihli ve 2017/1E.; 2018/2 K. sayılı Kararı).[13]
Anılan Yargıtay kararından anlaşılacağı üzere öğretmenler,
sözleşme özgürlüğüne istinaden özel eğitim kurumlarıyla belirli süreli iş
sözleşmesi akdetmektedirler. Ancak kanun koyucu bu türden sözleşmelerin tarafı
olmayı talep eden kimseler yönünden; bu kimselerin aday olabilmesi için
aranacak şartları, (kanun düzeyinde açık, net, anlaşılabilir biçimde belirlenmek
yerine) idarenin düzenleyici işlemlerine bırakmak suretiyle; Anayasa’nın
temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasının sınırlarını düzenleyen 13’üncü
maddesinde yer alan kanunilik kaydının aksine sözleşmenin tarafı olabilme
özgürlüğünü kısıtlamaktadır. Diğer bir deyişle kanun koyucu, söz
konusu niteliklerin düzenlenmesini idarenin uhdesine bırakmak suretiyle; anılan
hürriyete idari işlemlerle müdahale edilmesinin önünü açmıştır. Bu nedenle
anılan ibare, Anayasa’nın 13’üncü ve 48’inci maddelerine aykırıdır.
Öte yandan Anayasa’nın 2 ve 5’inci maddelerinde yer alan sosyal
devlet ilkesinin bir görünümü, Anayasa’nın 49’uncu maddesinde güvencelenen
çalışma hakkıdır. Diğer bir deyişle herkese hak ve ödev olarak tanınan çalışma
hakkı, Devlete pozitif yükümlülük yüklemektedir. Devlet, herkes için uygun bir
çalışma ortamı hazırlamalıdır. Ancak iptali talep edilen ibare, Devletin anılan
yükümlülüğünü ifa etmesine engel olacaktır. Nitekim idare, keyfi biçimde,
adaylarda genel kültür, özel alan eğitimi ve pedagojik formasyon / öğretmenlik
meslek bilgisi bakımından nitelikleri belirleyerek; ilgili yükseköğretim
kurumlarından mezun olan bazı kimselerin meslek mensubu olmasının önüne
geçecektir; Devlet tarafından onlar bakımından çalışma hakkının kullanılması
için gerekli ortam, hazırlanamayacaktır. Diğer bir deyişle kanun koyucu, söz
konusu niteliklerin düzenlenmesini idarenin uhdesine bırakmak suretiyle; anılan
hakka idari işlemlerle müdahale edilmesinin önünü açmıştır. Bu nedenle anılan
ibare, Anayasa’nın 13’üncü ve 49’uncu maddelerine aykırıdır.
ğ) Maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme ile eğitim
hakları, eşitlik ilkesi, gençliğin korunması, temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasının sınırları bakımından:
Anayasa’nın Başlangıç bölümü gereğince her Türk vatandaşı, bu
Anayasa’daki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince
yararlanarak milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat
sürdürme ve maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine
doğuştan sahiptir. Öte yandan Devletin Anayasa’nın 5’inci maddesinde sayılan
temel amaç ve görevleri arasında “insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi
için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak” yer almaktadır. Bununla birlikte
Anayasa’nın 17’nci maddesi uyarınca herkes, maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına sahiptir. Bireyin maddi ve manevi varlığı geliştirmesinin
yollarından biri de Anayasa’nın 42’nci maddesinde güvence altına alınan eğitim
hakkının kullanılmasıyla mümkündür. Öte yandan Anayasa’nın 58’inci maddesi
uyarınca Devlet, istiklal ve Cumhuriyetimizin emanet edildiği gençlerin müspet
ilmin ışığında, Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda ve Devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmayı amaç edinen görüşlere karşı
yetişme ve gelişmelerini sağlayıcı tedbirleri alır. Söz konusu tedbirlerden
birinin gençlere eğitim verilmesi olduğu izahtan varestedir. Nitekim 1739
sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun “Genel Amaçlar” başlıklı 2’nci maddesi:
“Türk
Milli Eğitiminin genel amacı, Türk Milletinin bütün fertlerini,
1. Atatürk inkılap ve
ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; Türk
Milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen,
koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye
çalışan, insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan
demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı
görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar
olarak yetiştirmek;
2. Beden, zihin,
ahlak, ruh ve duygu bakımlarından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş bir
kişiliğe ve karaktere, hür ve bilimsel düşünme gücüne, geniş bir dünya görüşüne
sahip, insan haklarına saygılı, kişilik ve teşebbüse değer veren, topluma karşı
sorumluluk duyan; yapıcı, yaratıcı ve verimli kişiler olarak yetiştirmek;
3. İlgi, istidat ve
kabiliyetlerini geliştirerek gerekli bilgi, beceri, davranışlar ve birlikte iş
görme alışkanlığı kazandırmak suretiyle hayata hazırlamak ve onların,
kendilerini mutlu kılacak ve toplumun mutluluğuna katkıda bulunacak bir meslek
sahibi olmalarını sağlamak;
Böylece bir yandan
Türk vatandaşlarının ve Türk toplumunun refah ve mutluluğunu artırmak; öte
yandan milli birlik ve bütünlük içinde iktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmayı
desteklemek ve hızlandırmak ve nihayet Türk Milletini çağdaş uygarlığın yapıcı,
yaratıcı, seçkin bir ortağı yapmaktır.”
şeklindedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre eğitim hakkı,
“…belirli bir zamanda mevcut eğitim kurumlarına erişim (Belçika
dil davası, § 4, syf. 31), bilgi aktarımı ve düşünsel gelişim hakkını (Campbell
ve Cosans / Birleşik Krallık, § 33) ve ayrıca alınan eğitimden yarar sağlama
olanağını, diğer bir deyişle, her bir Devlet’te geçerli kurallara uygun olarak
ve bir veya başka bir şekilde (örneğin yeterlilik yoluyla), tamamlanan eğitimin
resmi olarak tanınmasını elde etme hakkını (Belçika dil davası, §§ 3-5, syf.
30-32) kapsamaktadır. 1 No’lu Protokol’ün 2. maddesi, ilkokul eğitiminin (Sulak
/ Türkiye (k.k.)) yanında ortaokul eğitimi (Kıbrıs / Türkiye [BD], § 278),
yüksekokul eğitimi (Leyla Şahin / Tirkiye [BD], § 141; Mürsel Eren / Türkiye, §
41) ve uzmanlık eğitimiyle de ilgilidir. Bu nedenle, 1 No’lu Protokol’ün 2.
maddesinde güvence altına alınan hakkın sahipleri, çocukların yanında yetişkinler
veya gerçekte eğitim hakkından faydalanmak isteyen herkestir (Velyo Velev /
Bulgaristan). 13. Ayrıca, Devlet, devlet okullarının yanında özel okullardan da
sorumludur (Kjeldsen, Busk Madsen ve Pedersen / Danimarka). Son olarak, Devlet’in
öğrencileri Devlet ve özel okullarda kötü muameleye maruz kalmaktan koruma
pozitif yükümlülüğü bulunmaktadır (O’Keeffe / İrlanda [BD], §§ 144-152). 1 No’lu
Protokol’ün 2. maddesinin ilk cümlesinde güvence altına alınan eğitim hakkı,
doğası gereği, Devlet tarafından kamunun ve bireylerin ihtiyaçları ve
kaynakları doğrultusunda zamana ve yere göre değişiklik gösterebilecek bir
düzenleme yapılmasını gerektirmektedir. Söz konusu düzenleme, eğitim hakkının
esasına halel getirmemeli veya Sözleşme’de güvence altına alınan diğer haklarla
çelişmemelidir. Bu nedenle, Sözleşme, kamunun genel çıkarlarını korumak ve
temel insan haklarına saygı arasında adil bir denge kurulmasına işaret
etmektedir (Belçika dil davası, § 5, syf. 32).”[14]
O halde yasama organı tarafından kanunlaştırılan bu metnin,
muhatap kılınan bireylerin eğitim hakkı gözetilerek kaleme alınması
gerekmektedir. Ancak açıklandığı üzere öğretmenler adaylarının niteliklerinin
belirlenmesinin Bakanlığa bırakılması, Anayasa’nın anılan hükümlerini ihlal
etmek suretiyle öğretmenlerin donanımlı olmalarını engelleyeceğinden;
öğrencilerin de nitelikli eğitimden yararlanmasının önüne geçecek, eğitim hakkı
ve dolayısıyla maddi ve manevi varlığını geliştirme hakkı ihlal edilecektir.
Olanakları sınırlı, zor koşullardaki çocuklarımızın ücretsiz ve kaliteli bir
eğitime erişmek suretiyle yaşam becerisine sahip olmasının, kendilerini
gerçekleştirmelerinin, maddi ve manevi varlıklarını geliştirmelerinin önüne
geçilecektir. Öte yandan gençlere niteliksiz bir eğitim verilmesi, Devletin Atatürk
ilke ve inkılapları doğrultusunda ve Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğünü ortadan kaldırmayı amaç edinen görüşlere karşı yetişme ve
gelişmelerini sağlayıcı tedbir alma yükümlülüğünü yerine getirememesine neden
olacaktır.
Diğer taraftan Anayasa’nın 10 ve 42’nci maddeleri birlikte
değerlendirildiğinde görüleceği üzere; eğitim hakkı, eşitlik ilkesi üzerine
inşa edilmelidir. Başka bir deyişle gelir, kültür ve bölgesel kalkınma düzeyi
farklılığının yoğun seyrettiği ülkemizde Devlet, eğitimde fırsat ve olanak
eşitliğine imkan sağlamak suretiyle söz konusu pozitif yükümlülüğü tüm
vatandaşlar (ve Anayasa’nın 42’nci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “kimse”
ibaresinin delaletiyle herkes) bakımından icra edebilecektir. Ancak kanun
koyucu, eğitim ve öğretim hizmetlerini yürütmekle görevli öğretmen adaylarında
aranacak nitelikleri tespit etme görevini, idarenin düzenleme alanının konusu
yapmış, öğrencilerin nitelikli öğretmene erişimi için kanun düzeyinde temel
ilkeleri çizmekten imtina etmiş, dahası bu yükümlülüğün ifası için (işbu
dilekçe boyunca somut bulgularla teşhir edildiği üzere) özensiz bir meslek
kanunu çıkararak öğretmenler özelinde modern, demokratik, laik toplumun
inşasına hizmet eden bir eğitim politikası oluşturmamıştır.
Bununla birlikte kanun koyucu öğretmen adaylarında aranacak
nitelikleri belirleme yetkisini Milli Eğitim Bakanlığı’nın uhdesine bırakmak
suretiyle; temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasının sınırlarını
düzenleyen Anayasa’nın 13’üncü maddesinde yer alan kanunilik kaydına halel
getirmiştir; demokratik toplumun gereklerine riayet etmemiştir. Diğer bir
deyişle eğitim hakkının kullanılması için gerekli olanağı ve fırsatı sunma
yükümlülüğü olan Devletin, bu yükümlülüğü tam manasıyla ifası, iyi yetişmiş,
donanımlı öğretmenlerle mümkündür. Aksi bir tutum, eğitim hakkının kısıtlanması
sonucunu doğuracaktır. Kanun koyucu da bu niteliklerin yürütme tarafından
tespit edilmesine cevaz vererek; hakkın kısıtlanmasının önünü açmıştır. Kaldı
ki demokratik bir toplum, eğitim hakkının herkese nitelikli bir biçimde
tanınmasını gerektirir. Tüm bu nedenlerle anılan ibare, Anayasa’nın Başlangıç
bölümüne, 5, 10, 13, 17, 42 ve 58’inci maddelerine aykırıdır.
h) İnkılâp
Kanunlarının (“03.03.1340 tarihli ve 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu”) korunması
bakımından:
Aliefendioğlu’nun
belirttiği üzere “Anayasada sayılan inkılap yasaları T.C. Devletinin dayandığı
8 temel yasadır.”[15] Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 174’üncü
maddesiyle ilgili olarak “Maddede sayılan Devrim
Yasalarının Anayasa’nın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan
hükümlerinin Anayasa’ya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaması ve
yorumlanamamasının öngörülmesi, bu yasalara, diğerlerinden farklı anayasal bir
güvence sağlamaktadır. Ancak bu durumun onlara, Anayasa gücü ve değeri
kazandırdığı kabul edilerek, Anayasa’ya uygunluk denetimine esas alınmaları
olanaklı değildir...” şeklinde hüküm kurmuştur (Anayasa Mahkemesi’nin
16.09.2018 tarihli ve 1997/62 E.: 1998/52 K. sayılı Kararı). Elbette Anayasa
Mahkemesi tarafından belirtildiği üzere; Anayasa’nın 174’üncü maddesi, Anayasa’nın
ruhunun somutlaştığı İnkılâp Kanunlarının normatif değerini Anayasal hüküm
haline getirmeyeceği gibi Anayasa yargısında, Anayasa’ya uygunluk denetiminde
ölçü norm kılmaz, Anayasallık bloğunun kapsamında değerlendirilmesini sağlamaz.
Ancak Anayasa’nın 174’üncü maddesiyle İnkılâp Kanunlarına münhasıran tanınan
anayasal güvenceye halel getirilmemesi, ilgileri bulunduğu alanda yapılan
düzenlemelerin anılan Kanunların ışığında (amacı ve çizdiği sınırlar
çerçevesinde) kaleme alınmasıyla mümkündür. Diğer bir deyişle eldeki dava
konusunun içeriği, nitelikli öğretmenler marifetiyle Atatürk ilkeleri ışığında
eğitimin modernleşmesine hizmet eden Tevhidi Tedrisat Kanunu’ndan arı
düşünülemez. Eldeki dava konusu gibi nihayetinde eğitim alanına sirayet eden
düzenlemeler, Anayasa’ya uygun olduğu ölçüde; Tevhidi Tedrisat Kanunu, anayasal
güvenceye sahip olacaktır. Açıklandığı üzere eldeki dava konusunun Anayasa’ya
aykırılığı, anılan İnkılâp Kanunu’nun Anayasal güvenceden yoksun bırakılmasına
neden olduğundan; iptali talep edilen ibare, Anayasa’nın 174’üncü maddesine de
aykırıdır.
i)Uluslararası andlaşmaların iç hukuka etkisi bakımından:
Anayasa’nın 90’ıncı maddesine göre temel hak ve özgürlüklere ilişkin usulüne
göre yürürlüğe konmuş uluslararası anlaşmalar, (kanunlara nazaran hakkı
koruyucu, kullanımını genişletici hükümler barındırması kaydıyla) normlar
hiyerarşisinde kanunun üstündedir. İptali talep edilen ibare, eğitim hakkına
ilişkin İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 26’ncı; Ekonomik, Sosyal ve
Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 13’üncü[16];
Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 28 ve 29’uncu[17];
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Ek 1 No’lu Protokolü’nün 2’nci[18]
maddelerini ve çalışma hakkına ilişkin İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 23’üncü,
(Gözden Geçirilmiş) Avrupa Sosyal Şartı’nın 1’inci maddelerini; Türkiye
Cumhuriyeti’nin taraf olduğu ILO Sözleşmelerini[19]
ihlal ettiğinden Anayasa’nın 90’ıncı maddesine de aykırıdır.
Tüm bu nedenlerle, 7354 sayılı Kanun’un 4’üncü maddesinin
birinci fıkrasında yer alan “Millî Eğitim Bakanlığınca” ibaresi, Anayasa’nın
Başlangıç bölümüne, 2, 5, 6, 7, 10, 13, 17, 42, 48, 49, 58, 70, 90, 123, 128,
153 ve 174’üncü maddelerine aykırıdır; anılan ibarenin iptali gerekir.
2 03.02.2022
tarihli ve 7354 sayılı Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun 5’inci maddesinin birinci
fıkrasında yer alan “yönetmelikle belirlenen” ibaresinin
Anayasa’ya aykırılığı
7354 sayılı Kanun’un 5’inci maddesinin birinci fıkrasında aday
öğretmenliğe atanabilmek için gerekli olan tahdidi şartlar, “657 sayılı Devlet
Memurları Kanunu’nun 48’inci maddesinde sayılan Devlet memurluğuna
alınacaklarda aranacak genel ve özel şartları sağlama; yönetmelikle belirlenen
yükseköğretim kurumlarından mezun olma; 7315 sayılı Güvenlik Soruşturması ve
Arşiv Araştırması Kanununa göre güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması
yapılmış olma; Milli Eğitim Bakanlığınca ve/veya Ölçme, Seçme ve Yerleştirme
Merkezi Başkanlığı tarafından yapılacak sınavlarda başarılı olma” şeklinde
sıralanmıştır. Ancak iptali talep edilen ibareyle yükseköğretim kurumlarından
mezun olmaya ilişkin şartta yer alan yükseköğretim kurumlarının tespiti
işlemini, idarenin düzenleyici işleminin (yönetmeliğin) konusu yapmak, Anayasa’ya
aykırıdır.
Öncelikle belirtmek gerekir ki; Devletin, bireyin maddi ve
manevi varlığını geliştirecek ortamın oluşturulması temelindeki pozitif
yükümlülüğünün bir tecessümü olarak (Anayasa’nın 42’nci maddesinin birinci fıkrasında
yer alan “kimse” ibaresinin delaletiyle) herkes bakımından eğitim hakkının
erişilebilir kılınması, öğretmenler marifetiyle mümkündür. O halde
öğretmenlerin statüsünün, Anayasa’nın 128’inci maddesi bağlamında “diğer
kamu görevlisi” niteliğinde olması gerekmektedir. Bu bağlamda
kanun koyucu tarafından öğretmenlerin adaylık süreci, kadro ihdası, ataması,
görevlendirilmesi, niteliği, görev ve yetkisi, aylık ve ödeneği ile diğer özlük
haklarının Anayasa’nın öngördüğü ilkeler ve özellikle de mezkûr 128’inci
madde uyarınca maddi anlamda kanunilik ilkesi dahilinde düzenlenmesi
gerekmektedir. Ne var ki iptali istenilen ibare, bu hususları Anayasa’nın
öngördüğü çerçevede düzenlememektedir. Bu durum, Anayasa’ya çok yönlü olarak
aykırıdır.
a) Kamu görevlilerinin özlük hakları bağlamında
kanunilik ilkesi bakımından: Anayasa’nın 128’inci maddesinin birinci fıkrası
kapsamındaki görevleri yürüten bütün personelin nitelikleri, atanmaları, görev
ve yetkileri, hakları ve yükümlülüklerinin kanunla düzenlenmesi gerekir
(Anayasa Mahkemesi’nin 22.11.2012 tarihli ve 2011/107 E.; 2012/184 K. sayılı
Kararı). Anayasa Mahkemesi’nin sıkça vurguladığı gibi kanunilik ölçütünün
sağlandığından söz edilebilmesi için kanunun şeklen var olması yeterli olmayıp
yasal kurallar keyfiliğe izin vermeyecek şekilde belirli, ulaşılabilir ve
öngörülebilir nitelikte olmalıdır. Esasen kanunun bu niteliklere sahip olması,
Anayasa’nın 2’nci maddesinde güvenceye bağlanan hukuk devleti ilkesinin de bir
gereğidir. Dolayısıyla Anayasa’nın 128’inci maddesinde yer verilen kanunilik
ölçütü, Anayasa’nın 2’nci maddesinde güvence altına alınan hukuk devleti ilkesi
ışığında yorumlanmalıdır (aynı yöndeki değerlendirme için bkz. AYM, E.2018/88,
K.2020/24, 11/6/2020 §§ 13, 14) (Anayasa Mahkemesi’nin, 22.10.2020 tarihli ve
2020/1 E.; 2020/563 K. sayılı Kararı, § 41). İhtilaflı kural, Anayasa’nın
128’inci maddesinin 2’nci fıkrasına aykırı şekilde, aday öğretmenliğe
atanabilmek için aranan yükseköğretim kurumlarından mezun olma şartında yer
alan yükseköğretim kurumlarının belirlenmesini idarenin düzenleyici işlemlerine
bırakmıştır. Oysa bir kamu görevlisi olan öğretmen statüsünde olmaya namzet
kimselerde mezun olacağı yükseköğretim kurumlarının kanun düzeyinde
belirlenmesi ve idarenin keyfi işlem ve eylemlerine terk edilmemesi gerekirdi.
İptal istenen ibare, bu nedenle Anayasa’nın 128’inci maddesine aykırıdır (bu
açıdan ayrıca bkz. aşağıda “c” alt başlığı).
b) Hukuk devleti ilkesi bakımından: Hukuk devleti, bütün işlem
ve eylemlerinin hukuk kurallarına uygunluğunu başlıca geçerlik koşulu sayan,
her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurmayı amaçlayan ve bunu geliştirerek
sürdüren, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa’ya aykırı durum
ve tutumlardan kaçınan, insan haklarına saygı duyarak bu hak ve özgürlükleri
koruyup güçlendiren, Anayasa’ya ve hukuk kurallarına bağlılığa özen gösteren,
yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde yasa koyucunun da uymak zorunda
olduğu temel hukuk ilkeleri ile Anayasa’nın bulunduğu bilinci olan devlettir (Anayasa
Mahkemesi’nin 02.06.2009 tarihli ve 2004/10 E.; 2009/68 K. sayılı Kararı). Hukuk devletinin önkoşullarından olan hukuki güvenlik ilkesi hukuk
normlarının öngörülebilir olmasını, hukuki belirlilik ilkesi de kanun
hükümlerinin şüpheye yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılabilir olmasını
ve ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem
içermesini ifade etmektedir (bkz. AYM 9.2.2017, 2016/143 E.– 2017/23 K. par.
13; RG. 12.4.2017-30036) (Anayasa Mahkemesi’nin 04.05.2017 tarihli
ve 2015/41 E.; 2017/98 K. sayılı Kararı). Başka bir deyişle, hukuk devleti
ilkesi gereğince, idareye işlem tesis ederken ve eylemde bulunurken veya
görevlerini yerine getirirken belirli ölçüde hareket serbestliği sağlayan
takdir yetkisinin kullanımı mutlak, sınırsız, keyfi biçimde gerçekleşemez;
idarenin takdir yetkisinin sınırları, keyfi işlem ve eylemleri önlemek amacıyla
kanunla çizilmelidir. Kanun düzeyinde belirlenmesi gereken hususu idarenin
düzenleyici işlemine, yönetmeliğe, tevdi eden ve yukarıda tanımlandığı anlamda
hukuki güvenlik ve belirlilik ilkelerinin gereklerini yerine getirmeyen
ihtilaflı ibare, Anayasa’nın 2’nci maddesine aykırıdır (bu açıdan ayrıca bkz.
aşağıda “c” alt başlığı).
c) İdarenin kanuniliği ilkesi bakımından: Anayasa’nın 123’üncü
maddesinde yer alan idarenin kanuniliği ilkesinin iki boyutu bulunmaktadır. İlk
boyutu, idarenin secundum legem özelliğidir (kanuna dayanma ilkesidir). Bu
ilkeye göre idarenin düzenleme yetkisi kanundan kaynaklanır. İkinci boyutu,
idarenin intra legem özelliğidir (kanuna aykırı olmama ilkesidir). Bu ilkeye
göre idarenin işlem ve eylemleri kanunun çizdiği sınırlar içinde kalmalıdır.
Bu nedenle aday öğretmen atanabilmek için mezun olunacak
yükseköğretim kurumlarının; Anayasa’nın 128’inci maddesinde hüküm altına alınan
ve hukuk devletinin temel taşı olan maddi anlamdaki kanunilik kıstasının
gereklerini karşılaması ve kanuna dayanması ile kanuna aykırı olmaması için;
genel çerçevesinin keyfi uygulamaya yer vermeyecek açıklıkta kanun düzeyinde
çizilmesi gerekmektedir. Ancak kanun koyucu; mezun olunacak yükseköğretim
kurumları belirlemekten imtina etmiş, bu konunun düzenlenmesini idarenin
(Bakanlığın) uhdesine bırakmıştır.
Buna ilave olarak, “Kamu kurum
ve kuruluşlarının kadrolarının ihdası başka bir deyişle kadro usulüne ilişkin
düzenlemeler, idarenin teşkilat yapısı ile ilgili olup idarenin kuruluş ve
görevlerinin belirlenmesinin bir parçasını oluşturmaktadır. Anayasa
Mahkemesinin bir kararında konuyla ilgili olarak, “Bir kurumun kuruluşu deyince
her şeyden önce o kurumu yürütecek personele ait kadrolar hatıra gelir. Zira
kurumun temelinden çatısına kadar bütün örgütünün bu kadrolar teşkil eder.
Personel kadroları mevcut olmayan bir kurum, henüz kuruluş haline geçmemiş
demektir. Şu halde bir kurumu çalışır hale getirecek olan Personel
kadrolarının, en küçüğünden en büyüğüne kadar, bütününü kuruluştan ayrı
düşünmeğe imkân yoktur.” denilmektedir (AYM E. 1965/32, K. 1966/3, 4/2/1966)”
(Anayasa Mahkemesi’nin 11.06.2020 tarihli ve 2018/119 E.; 2020/25 K. sayılı
Kararı, § 18). Ancak iptali talep edilen ibarenin yer aldığı fıkra hükmünde;
kadro ihdası gibi özlük işleri kapsamında değerlendirilen adaylık
şartlarının genel çerçevesi; hukuki işlem olarak kanun ile açıkça ortaya
konulmamıştır.
Öte yandan 13.08.2005 tarihli ve 25905 sayılı
Resmi Gazete’de yayımlanan Öğretmenlik Kariyer Basamaklarında Yükseltme
Yönetmeliği hakkında Danıştay 2’nci Dairesi tarafından verilen kararlarda;
“Lisans mezunu olmayan öğretmenlerin öğretmenlik kariyer
basamaklarında yükselme imkanını ortadan kaldıran, Kanunda öngörülmeyen,
eşitlik ve genellik ilkeleriyle hakkaniyete aykırı olarak dava konusu
Yönetmeliğin 8. maddesiyle öğretmenlik kariyer basamaklarında yükselme sınavına
başvurularda “lisans mezunu” olma koşulu getiren düzenlemede hukuka uyarlık
görülmemiştir (Danıştay 2. Dairesi’nin 05.03.2008 tarihli ve 2005/2477 E.;
2008/1049 K. sayılı Kararı).”
“Öğretmenlik Kariyer Basamaklarında Yükselme Yönetmeliğinin 28.
maddesinin 1. fıkrasında hizmet içi eğitim etkinliklerinin kapsamı bu çerçevede
belirlenmiş ve 2. fıkranın (a) ve (b) bentlerinde de yurtdışı ve yurtiçi hizmet
içi eğitim etkinliklerinin değerlendirme esasları bu kapsamda düzenlenmiş
olmasına karşın, 2. fıkranın (c) bendinde yer alan diğer kamu kurum ve
kuruluşları, özel sektör ve sivil toplum örgütlerince düzenlenen hizmet içi
eğitim faaliyetlerinin de değerlendirmeye alınacağı yolundaki düzenleme ile
Milli Eğitim Bakanlığınca yapılması gereken bu etkinliklerin kapsamı
genişletilmiş ve bu konuda mevcut düzenlemeye aykırı olarak Bakanlık tarafından
uygun bulunma koşuluna bağlanmakla birlikte takdir yetkisi aşılmak suretiyle
başka kurumlara da yetki verilmiş olması ve gerek Milli Eğitim Temel Kanununda
öğretmenlerin mesleki olarak gelişimlerinin amaçlanmış olması, gerekse 5204
sayılı Yasa ile öngörülen kariyer basamaklarında yükselmede alanında ya da
eğitim bilimleri alanında yetişmiş olmanın esas alınmasına karşın, hizmet içi
eğitimin kapsamına yönelik bir ölçüt de bulunmaması nedeniyle Yönetmeliğin 28.
maddesinin 2. fıkrasının (c) bendinde mevzuata ve 5204 sayılı Yasanın amacına
uyarlık görülmemiştir.
Davalı idare tarafından, Yönetmeliğin sadece Milli Eğitim
Bakanlığında görevli öğretmenler için değil diğer kamu kurum ve kuruluşlarında ve
Milli Eğitim Bakanlığına bağlı özel öğretim kurumlarında görev yapan
öğretmenlere de uygulanması nedeniyle başka kurumlarca düzenlenen hizmet içi
eğitim etkinliklerine katılımın engellenemeyeceği, ayrıca Bakanlıkça uygun
bulunan bu etkinliklere katılarak öğretmenlerin kendilerini mesleki ve diğer
alanlarda geliştirmesinin bir sakıncası olmadığı öne sürülmekte ise de, Milli
Eğitim Bakanlığı Merkez ve taşra teşkilatında görevli personelin hizmet içi
eğitimi konusunda sadece Bakanlığın yetkili ve görevli olduğu, bu personel için
diğer kurum ve kuruluşların eğitim etkinliği düzenleyemeyeceği açık olduğu
gibi, Milli Eğitim Bakanlığına bağlı özel öğretim kurumlarında görevli öğretmenlerin
de Bakanlıkça açılacak hizmet içi eğitim kurslarına katılacakları yolundaki düzenlemeler
karşısında ve hizmet içi eğitim etkinliklerinin sadece “ mesleki gelişime”
yönelik olabileceği nedeniyle iddialar yerinde görülmemiştir (Danıştay 2.
Dairesi’nin 05.03.2008 tarihli ve 2005/2528 E.; 2008/1050 K. sayılı Kararı).”
şeklinde hüküm kurulmuştur.
Bununla birlikte Milli Eğitim Bakanlığı
tarafından 14.08.2022 -15.03.2022 tarihleri arasında görüş ve önerilerin
iletilmesi için “Aday Öğretmenlik ve Öğretmenlik Kariyer Basamakları
Yönetmeliği Taslağı” hazırlanmıştır.[20] (Anılan yönetmeliğin taslak halinde söz konusu yükseköğretim
kurumlarına yer verilmemiştir.) Bu dilekçenin yazım tarihi itibarıyla Resmi
Gazete’de yayımlanmamış ve fakat taslak olarak Bakanlığın resmi internet
sitesinde halka arz edilen yönetmelik metni dahi göstermektedir ki; normlar
arasında hukuka uygun kademelenmenin sağlanabilmesi, diğer bir deyişle normlar
hiyerarşisinde anılan yönetmeliğin 7354 sayılı Kanun’a uygun olması, yalnız bu
Kanun’un temel ilkeleri ortaya koymasıyla mümkündür. Aksi takdirde, Kanun’un
genel çerçeveyi çizmemesi, yönetmeliğin hukuka uygunluk denetiminde gözetilecek
ölçü normun (7354 sayılı Kanun’un) muğlak ibareler içermesi ve maddi anlamda
kanunun asgari ögelerini karşılamaması durumunda, yönetmelik hukuki dayanaktan
yoksun kılınacaktır.
Tüm bu nedenlerle iptali talep edilen ibare, Anayasa’nın 2, 123
ve 128’inci maddelerine aykırıdır.
ç) Yasama yetkisinin devredilmezliği bakımından: Anayasa’nın 7’nci
maddesinde temelini bulan yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine göre
yasama yetkisi yalnız Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne aittir. Bu nedenle
idareye düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralının temel ilkeleri ortaya
koyması ve çerçeveyi çizmesi gerekir. Diğer bir deyişle idareye sınırsız ve
belirsiz bir düzenleme yetkisi bırakılamaz. Nitekim idarenin düzenleme yetkisi;
sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir yetkidir. Yasa ile yetkilendirme, Anayasa’nın
öngördüğü biçimde yasa ile düzenleme anlamını taşımamaktadır (Anayasa Mahkemesi’nin
02.05.2008 tarihli ve 2005/68 E.; 2008/102 K. sayılı Kararı). İptali talep
edilen ibarenin yer aldığı fıkra hükmünde olduğu gibi temel ilkeleri
belirlenmeksizin ve çerçevesi çizilmeksizin; idareye (Bakanlığa); mezun
olunacak yükseköğretim kurumlarını belirleme yetkisi veren yasa hükmü, Anayasa’nın
7’nci maddesine aykırılık oluşturur.
d) Yönetmelikle düzenleme bakımından: Anayasa koyucu, idarenin
düzenleyici işlemlerinin bir türü –kural işlem- olan yönetmelikler için özel
bir Anayasal hüküm öngörmüştür. Anayasa’nın 124’üncü maddesine göre Cumhurbaşkanı,
Bakanlıklar ve kamu tüzel kişileri, kendi görev alanlarını ilgilendiren
kanunların ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin uygulanmasını sağlamak üzere ve
bunlara aykırı olmamak şartıyla, yönetmelikler çıkarabilirler. Milli Eğitim
Bakanlığı’nın mezun olunacak yükseköğretim kurumları hususunda çıkaracağı
yönetmeliğin 7354 sayılı Kanun’un 5’inci maddesinin uygulanmasını sağlaması ve
ona aykırı olmaması için; yönetmelik çıkartılmasına cevaz veren kanuni hükmün,
hangi iş ve işlemlerin yasal çerçeve içinde kalacağına yönelik temel çerçeve ve
sınırları belirlemesi gerekmektedir. Aksi bir tutum, kanunun uygulanmasını
sağlamaya ilişkin Anayasal işlevinin ötesine geçerek, şekli anlamda kanun
aracılığıyla, yönetmeliğe, maddi anlamda kanun koyma yetkisinin tanınması ve
aşırı geniş bir düzenleme alanının idarenin uhdesine bırakılması anlamına
gelecektir. İhtilaflı kurala bakıldığında, ortada, idare tarafından tecessüm ettirilmeye
elverişli bir kanuni genel düzenleme yoktur. İdare tarafından takdir yetkisinin
keyfi biçimde kullanılmasına neden olabilecek iptali talep edilen ibare,
Anayasa’nın 124’üncü maddesine de aykırıdır.
e) Kamu hizmetinde görevin gerekli
kıldığı nitelikler bakımından: Anayasa’nın 70’inci maddesinde yer alan ve her
Türk vatandaşına eşit şekilde tanınan kamu hizmetine girme hakkı, kamu hizmeti
icra edecek personellerin istihdamının liyakata dayalı bir sistem içerisinde
gerçekleşmesini sağlar. Anayasa; ödevle nitelik arasında sıkı bir ilişki
bulunduğunu, bunun dışında hizmete alınmada hiçbir nedenin gözetilemeyeceğini,
daha açık bir anlatımla ayrımın yalnızca ödev-nitelik ilişkisi yönünden
yapılması gerektiğini buyurmaktadır. O halde ödevle, onun gerektirdiği niteliği
birbirinden ayrı düşünmeye olanak yoktur. Buna göre, o nitelikler görevlilerde
bulunmadıkça o ödev yerine getirilemeyecek ya da ödev, görevin gerekleri
doğrultusunda yerine getirilmemiş olacak demektir. Kamu hizmetlerinin
özellikleri olduğu ve bu hizmetleri gören idare ajanlarının da özel statülere
bağlı bulunduğu bilinen bir gerçektir. Memurlarda yasalarca aranan nitelikler
ve onlar hakkında yasalarda öngörülen kısıtlamalar, kamu hizmetinin etkin ve
esenlikli bir biçimde yürütülmesi amacına yöneliktir (Anayasa Mahkemesi’nin
09.10.1979 tarihli ve 1979/19 E.; 1979/39 K. sayılı Kararı).
Anayasa’nın 128’inci maddesinde temelini
bulan ve hukuk devletinin ana halkasını oluşturan kanunilik ilkesi ışığında,
Anayasa’nın 70’inci maddesi ele alındığında görüleceği üzere; kamu hizmetine
girme hakkının temel bir hak olarak etkililiği, maddenin “Hizmete alınmada,
görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez” şeklindeki
ikinci fıkrasında yer alan “görevin” ibaresinin; kamu hizmeti görülürken ifa
edilecek görevin (ve niteliğin), (bir kimsenin bu kadroya uygun olduğunun
objektif kriterlere göre tespitinin yapılabilmesi amacıyla) kanun düzeyinde
açıklanmasını gerektirir. Aksi bir tutum, bir başka deyişle kamu hizmeti
görülürken ifa edilecek görevin niteliklerini belirleme yetkisini idarenin
keyfi uygulamalarına, kayırmacılığa neden olabilecek takdir yetkisine bırakmak;
Anayasal amacın (kamu hizmeti icra edecek personelin istihdamının liyakate
dayalı bir sistem içerisinde gerçekleşmesini sağlamak) bertaraf edilmesine
neden olacak, anılan hakkın istekli kimseler bakımından eşit düzeyde güvence
altına alınmasına engel oluşturacaktır. Diğer bir deyişle, aday öğretmenliğe
atanabilmek için mezun olunacak yükseköğretim kurumlarının liyakat esasının
gereklerini karşılayacak açıklıkta olması ve vatandaşların eşit şekilde kamu
hizmetine girme haklarının idarenin keyfî işlemler tesis etme ihtimaline karşı
kanun seviyesinde korunması gerekmektedir. Bu nedenle anılan gereklilikleri
karşılamayan ihtilaflı ibare, Anayasa’nın 70’inci maddesine de aykırıdır.
Nitekim Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa’nın
70’inci maddesi ile ilişkilendirerek verdiği bir iptal kararının müteallik
bölümü:
“1- KHK’nin 37. Maddesinin (2), (3) ve (4) Numaralı Fıkraları
KHK’nin 37. maddesinde, Gümrük ve Ticaret Uzmanlığı ve Uzman
Yardımcılığı kadroları kurulmuş ve bu kadrolarda görev yapacak kişilerin atanma
usul ve esasları düzenlenmiştir. Anılan maddenin (2) numaralı fıkrasında,
Gümrük ve Ticaret Uzman Yardımcılığına atanmanın koşulları; (3) numaralı
fıkrasında, Gümrük ve Ticaret Uzmanlığına atanmanın koşulları ile bu koşulları
yerine getiremeyen Uzman Yardımcılarının bu unvanlarını kaybedecekleri ve
Bakanlıkta durumlarına uygun kadrolara atanacakları; (4) numaralı fıkrasında
ise Gümrük ve Ticaret Uzmanı ile Uzman Yardımcılarının mesleğe alınmaları,
yetiştirilmeleri, yarışma sınavı, tez hazırlama ve yeterlik sınavı ile diğer
hususların yönetmelikle düzenleneceği kurala bağlanmıştır.
Anayasa’nın 91. maddesinin birinci fıkrasında “Sıkıyönetim ve
olağanüstü haller saklı kalmak üzere, Anayasanın ikinci kısmının birinci ve
ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile
dördüncü bölümde yer alan siyasî haklar ve ödevler...”in kanun hükmünde
kararnamelerle düzenlenemeyeceği belirtilmiştir. Öte yandan, Anayasa’nın “Kamu
hizmetlerine girme hakkı” başlıklı 70. maddesinin birinci fıkrasında, her Türk’ün,
kamu hizmetlerine girme hakkına sahip olduğu belirtildikten sonra ikinci
fıkrasında hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir
ayırım gözetilemeyeceği kurala bağlanmıştır. Buna göre, Anayasa’nın “Siyasi
Haklar ve Ödevler” başlıklı dördüncü bölümünde yer alan ve 70. maddesinde
korunan kamu hizmetlerine girme hakkına ilişkin olarak kanun hükmünde kararname
ile düzenleme yapılması mümkün değildir.
Gümrük ve Ticaret Uzmanlığı ve Uzman Yardımcılığı kadrolarına
giriş koşullarının belirlenmesi, Anayasa’nın 70. maddesine göre kamu hizmetine
girme hakkına ilişkin olduğundan, bu hususu düzenleyen KHK’nin 37. maddesinin
(2), (3) ve (4) numaralı fıkraları, Anayasa’nın 91. maddesinin birinci
fıkrasına aykırıdır. İptalleri gerekir.”
şeklindedir (Anayasa Mahkemesi’nin 08.11.2012 tarihli ve 2011/87
E.; 2012/176 K. sayılı Kararı).
f) Kuvvetler ayrılığı ilkesi, hiçbir kimsenin
veya organın Anayasa’dan kaynaklanmayan bir yetkiyi kullanamaması ve Anayasa
Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı bakımından: Anayasa Mahkemesi kararlarında
Anayasa’nın 153’üncü maddesinde belirtilen bağlayıcılık ilkesine aykırılıktan
söz edilebilmesi için iptal edilen kuralla dava konusu yeni düzenlemenin içerik
ve kapsam bakımından aynı ya da benzeri olması gerektiği belirtilmektedir (Anayasa
Mahkemesi’nin 12.11.1991 tarihli ve 1991/7 E.: 1991/43 K. sayılı Kararı).
Anayasa Mahkemesi, eldeki dava konusuyla benzer bir hüküm ihtiva eden düzenleme
hakkında verdiği bir iptal kararında “… Buna
göre, (Telekomünikasyon) Kurum’da
çalışan memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev
ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ile diğer özlük
işlerinin yasayla düzenlenmesi gerekirken, buna ilişkin düzenlemelerin Bakanlar
Kurulu’na bırakılması, Anayasa’nın 128’inci maddesine aykırıdır. Bu nedenle
kuralın iptali gerekir…” şeklinde gerekçe kaleme almıştır (Anayasa Mahkemesi’nin
12.12.2007 tarihli ve 2002/35 ve 2002/95 sayılı Kararı).
Yine Anayasa Mahkemesi’nin, 20.06.2004 tarihli ve 5204 sayılı
Milli Eğitim Temel Kanunu ve Devlet Memurları Kanununda Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Kanun Hakkında verdiği kararının müteallik bölümü:
“5204 sayılı Yasa’nın 1. maddesinin altıncı fıkrasında, “Öğretmenlik
kariyer basamaklarında yükseleceklerin gireceği sınav, sınava katılacaklarda
aranacak en az çalışma süresi, hizmet içi eğitim veya lisansüstü eğitim
nitelikleri, her bir değerlendirme ölçütüne ilişkin hususlar ve puan değerleri,
alanında ya da eğitim bilimleri alanında tezli yüksek lisans veya doktora
öğrenimini tamamlamış olanlardan uzman öğretmenlik veya başöğretmenlik için
aranacak kıdem, hizmet içi eğitim, etkinlikler (bilimsel, kültürel, sanatsal ve
sportif çalışmalar) ve sicil (iş başarımı) şartları ve puan değerleri, branşlar
temelindeki uzman öğretmenlik ve başöğretmenlik sayıları, yükselmeye ilişkin
usul ve esaslar ile diğer hususlar Maliye Bakanlığı ve Devlet Personel
Başkanlığının uygun görüşleri alınarak Millî Eğitim Bakanlığınca çıkarılacak
yönetmelikle düzenlenir.” hükmü yer almaktadır.
Kuralda yönetmeliğe bırakılan “sınava katılacaklarda aranacak en
az çalışma süresi”, “alanında ya da eğitim bilimleri alanında tezli yüksek
lisans veya doktora öğrenimini tamamlamış olanlardan uzman öğretmenlik veya
başöğretmenlik için aranacak kıdem,”, “branşlar temelindeki uzman öğretmenlik
ve başöğretmenlik sayıları,” ve “ile diğer hususlar” ibareleri kariyer
basamaklarında yükselme hakkından yararlanabilmeye ilişkindir.
Anayasa’nın 7. maddesine göre Yasama yetkisi Türk Milleti adına
Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez. Anayasa’nın 124.
maddesinin birinci fıkrasına göre, yönetmelikler, kanunların ve tüzüklerin
uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla çıkarılabilir.
Yasayla düzenleme, konunun tüm ayrıntılarının yasayla
belirlenmesini değil, temel ilkelerin, ölçü ve sınırların yasada gösterilip
uzmanlık ve teknik konulara yönelik ayrıntıların düzenlenmesinin yürütme
organına bırakılmasını ifade eder. Yasada, yönetmelikle düzenlenecek konuların
çerçevesinin, Anayasa yargısı bağlamında denetime olanak verecek biçimde
düzenlenmiş olması gerekir. Kuraldaki “sınava katılacaklarda aranacak en az
çalışma süresi”, “alanında ya da eğitim bilimleri alanında tezli yüksek lisans
veya doktora öğrenimini tamamlamış olanlardan uzman öğretmenlik veya
başöğretmenlik için aranacak kıdem,”, “branşlar temelindeki uzman öğretmenlik
ve başöğretmenlik sayıları,” ve “ile diğer hususlar” ibarelerinin
belirlenmesinde belirtilen çerçeveye yer verilmediği açıktır. Bu nedenlerle
kuraldaki anılan ibareler Anayasa’nın 2. ve 7. maddelerine aykırıdır. İptalleri
gerekir.”
şeklindedir (Anayasa Mahkemesi’nin 21.05.2008 tarihli ve 2004/83
ve 2008/107 sayılı Kararı).
Anayasa Mahkemesi’nin verdiği iptal kararı karşısında; kanun
koyucunun Anayasa’nın 2, 7 ve 128’inci maddelerine -benzer sakatlıktan muzdarip
olması hasebiyle- aykırı olan iptali talep edilen ibareyi kanunlaştırması,
Anayasa’nın 153’üncü maddesini ihlal ettiği gibi, hiçbir kimse ve organın
kaynağını Anayasa’dan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağını öngören 6’ncı
maddesine ve Anayasa’nın Başlangıç bölümünde yer alan kuvvetler ayrılığı
ilkesine de halel getirmektedir.
g) Eşitlik ilkesi ve Yükseköğretim Kurumlarına ilişkin Anayasal
güvence bakımından:
Mezun olunacak yükseköğretim kurumlarının idare tarafından
belirlenmesi, eşitlik ilkesini genel ve özel boyutuyla ihlal etmektedir. Genel
olarak idarenin esas alacağı objektif ölçütlerin kanun düzeyinde
belirlenmemesi, yükseköğretim kurumları arasında ayrımcılık yapılmasına neden
olacaktır. Anayasa Mahkemesi’nin 10.09.2015 tarihli ve 2015/5 ve 2015/82 sayılı
kararında belirttiği üzere;
“18. Bilimsel özerklik, bilimsel çalışmaların
üniversite ortamında yürütülebilmesinin olmazsa olmaz koşulu olup üniversite
mensuplarının, ekonomik ve siyasi yönden nüfuz sahibi bulunan kişi ve kurumların
baskısı, yönlendirmesi olmadan ve toplumda genel olarak hâkim olan düşünce ve
kabuller doğrultusunda sonuçlara varmak gibi bir zorunluluk hissetmeden sadece
bilimsel ölçütler ve etik kurallar çerçevesinde eğitim, öğretim, araştırma ve
yayın yapabilme olanaklarına sahip bulunmalarını ifade etmektedir.
Üniversitelerin bilimsel özerkliği, üniversitelerde yürütülen eğitim,
araştırma, yayın ve benzeri etkinliklerin planlanması, düzenlenmesi ve icra
edilmesi aşamalarında, yönetim yetkisinin serbestçe kullanılabilmesini,
belirtilen faaliyetlerle ilgili üniversite kaynaklarının kullanımına yönelik
kararların üniversite yönetim organlarınca serbestçe alınabilmesini
gerektirmektedir.”
İdarenin sınırsız takdir yetkisine istinaden
aynı koşullara sahip yükseköğretim kurumları arasında kayırma/ayrımcılık
yapması, yükseköğretim kurumları üzerinde baskı
uygulamak suretiyle, yönetmelikte yer alabilmek adına idarenin makbul göreceği
türden eğitim verilerek bilimsel özerkliğin feda edilmesine yönelik bir
olasılığın gündeme gelmesine neden olacaktır. Bu nedenle anılan ibare, Anayasa’nın
130’uncu maddesine aykırıdır.
Özel olarak iptali talep edilen ibarenin idareye (Bakanlığa)
verdiği sınırsız takdir yetkisi, aynı şartları taşıyan ve fakat farklı
yükseköğretim kurumlarından mezun olan adaylar arasında idare tarafından
kayırma/ayrımcılık yapılmasına neden olabileceğinden; anılan ibare, Anayasa’nın
10’uncu maddesinde yer alan eşitlik ilkesine de aykırıdır. İhtilaflı kural,
aynı şekilde, kamu hizmetine (öğretmenliğe) girişte esas alınacak objektif
şartları öngörmemesi sebebiyle de, yine eşitlik ilkesini ihlal etmektedir. Zira
eşitlik ilkesinin ihlal edilip edilmediği hususunun tespiti, münferit olayda
benzer kişi kategorileri arasında gerçekleştirilen ayrıma ilişkin bir “haklı
neden”in var olup olmadığına göre yapılır. Ne var ki, iptali talep edilen
ibarenin idareye verdiği keyfi uygulamalara sebep olabilecek sınırsız takdir
yetkisi, Bakanlık tarafından aynı şartlara ve niteliklere sahip ve fakat farklı
yükseköğretim kurumlarından mezun olan adaylardan birinin mesleğe kabul edilip
diğerinin edilmemesine ilişkin haklı nedeni somutlaştırmaya elverişli değildir. Başka bir anlatımla, mezun olunacak yükseköğretim
kurumlarının belirlenmesinin idareye bırakılması, görevin / mesleğin
gerektirdiği nitelikler bakımından aynı durumda olan kişi kategorileri arasında
haklı nedene dayanmayan ve keyfî muamele farklılıklarına yol açacaktır. Bu
nedenle anılan ibare, Anayasa’nın 10’uncu maddesine aykırıdır.
ğ) Çalışma hürriyeti ve çalışma hakkı ile temel hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılmasının sınırları bakımından: Anayasa Mahkemesi’nin
belirttiği üzere “Anayasa’nın “Çalışma ve
Sözleşme Hürriyeti” başlıklı 48. maddesinde, “Herkes, dilediği alanda çalışma
ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir.” denilmek
suretiyle çalışma özgürlüğü güvenceye bağlanmıştır. Çalışma özgürlüğü, kişinin
çalışıp çalışmama, çalışacağı işi seçme ve çalıştığı işten ayrılma özgürlüğünü
korur. Çalışma özgürlüğü ücretli olarak bağımlı çalışma hakkını olduğu kadar,
iktisadi-ticari faaliyet yapma hakkını da içerir.” (Anayasa Mahkemesi’nin
13.11.2014 tarihli ve 2013/95 E.: 2014/176 K. sayılı Kararı).
Öte yandan 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nun “Özlük
Hakları ve sorumluluklar” başlıklı 9’uncu maddesinin birinci fıkrası “Kurumlarda
çalışan yönetici, öğretmen, uzman öğretici ve usta öğreticiler ile kurucu veya
kurucu temsilcisi arasında yapılacak iş sözleşmesi, en az bir takvim yılı
süreli olmak üzere yönetmelikle belirtilen esaslara göre yazılı olarak yapılır.
Mazeretleri nedeniyle kurumdan ayrılan öğretmen ve öğreticilerin yerine
alınacak olanlar ile devredilen kurumların yönetici, öğretmen ve öğreticileri
ile bir yıldan daha az bir süre için de iş sözleşmesi yapılabilir.”
şeklindedir. Bu sözleşmenin nev’i çeşitli yargı kararlarına konu olmuş ve
ihtilaf doğurmuştur. Nihayetinde Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu, 5580
sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nun 9’uncu maddesinde belirtilen
sözleşmenin belirli süreli iş sözleşmesi olduğu sonucuna varmıştır. Anılan
kararının gerekçesinin eldeki dava konusu bakımından özellik arz eden müteallik
bölümü:
“…2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “eğitim ve
öğrenim hakkı ve ödevi” başlıklı 42’inci maddesine göre, eğitim ve öğretim
devletin gözetim ve denetimi altında yapılacak olup, belirtilen esaslara aykırı
eğitim ve öğretim yerleri açılamaz. Ayrıca özel ilk ve orta dereceli okulların
bağlı olduğu esaslar, devlet okulları ile erişilmek istenen seviyeye uygun olarak,
kanunla düzenlenir.
Demokratik ülkelerde, eğitim politikalarını belirleme ve bu
politikaların hayata geçirilmesine yönelik kurumsal tercihlerde bulunma
konusunda kanun koyucunun geniş takdir yetkisi vardır. Anayasa’nın 42.
maddesindeki eğitim ve öğrenim hakkı, diğer haklarla birlikte, kişinin maddî ve
manevi varlığını koruyup geliştirebilmesine imkân sağlayıcı bir niteliğe
sahiptir.
Aynı madde gereğince eğitimin gözetim ve denetiminden sorumlu
olan Devletin görevi, herkesin eğitim ve öğrenim hakkından en iyi şekilde
faydalanabilmesini sağlamaktır. Eğitim öğretim alanında hizmet sunan özel
teşebbüsün faaliyet alanının düzenlenmesi de, Devletin eğitim ve öğretimin
sağlıklı ve verimli işleyişini sağlama yükümlülüğünün bir gereğidir. Diğer
temel haklar gibi, eğitim hakkının da Devlete bazı yükümlülükler yüklediği
açıktır. Devlet, herkesin eğitim ve öğrenim hakkından yararlanabilmesini
sağlamak için gerekli tedbirleri almalıdır (Anayasa Mahkemesi’nin 13.07.2015
gün ve 2014/88 E., 2015/68 K. sayılı kararı).
...Bu açıklamalar ışığında 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları
Kanunu’nun 9’uncu maddesinde belirtilen iş sözleşmesinin niteliğinin belirli
süreli iş sözleşmesi olduğu anlaşılmakla, kanunda öngörülen bu durumda 4857
sayılı İş Kanunu’nun 11 ‘inci maddesinde belirtilen objektif koşulun
gerçekleştiği kabul edilmelidir. Başka bir anlatımla kanun hükmünün sözleşmenin
belirli süreli yapılması zorunluluğunu öngördüğü durumda objektif koşulların
varlığı aranmaz. Kanun hükmü ile sözleşmenin belirli süreli yapılması gereken
hâllerde belirli süreli sözleşmenin zincirleme yapılması da sözleşmenin belirli
süreli olma niteliğini ortadan kaldırmaz.”
şeklindedir (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu’nun 23.02.2018
tarihli ve 2017/1E.; 2018/2 K. sayılı Kararı).[21]
Anılan Yargıtay kararından anlaşılacağı üzere öğretmenler,
sözleşme özgürlüğüne istinaden özel eğitim kurumlarıyla belirli süreli iş
sözleşmesi akdetmektedirler. Ancak kanun koyucu bu türden sözleşmelerin tarafı
olmayı talep eden kimseler yönünden; bu kimselerin aday olabilmesi için mezun
olmaları gereken yükseköğretim kurumlarını, (kanun düzeyinde açık,
net, anlaşılabilir biçimde belirlenmek yerine) yönetmeliğe bırakmak
suretiyle; Anayasa’nın temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasının
sınırlarını düzenleyen 13’üncü maddesinde yer alan kanunilik kaydının aksine
sözleşmenin tarafı olabilme özgürlüğünü kısıtlamaktadır. Diğer
bir deyişle kanun koyucu, söz konusu yükseköğretim kurumlarının belirlenmesini
idarenin uhdesine bırakmak suretiyle; anılan hürriyete idari işlemlerle
müdahale edilmesinin önünü açmıştır. Bu nedenle anılan ibare, Anayasa’nın 13’üncü
ve 48’inci maddelerine aykırıdır.
Öte yandan Anayasa’nın 2 ve 5’inci maddelerinde yer alan sosyal
devlet ilkesinin bir görünümü, Anayasa’nın 49’uncu maddesinde güvencelenen
çalışma hakkıdır. Diğer bir deyişle herkese hak ve ödev olarak tanınan çalışma
hakkı, Devlete pozitif yükümlülük yüklemektedir. Devlet, herkes için uygun bir
çalışma ortamı hazırlamalıdır. Ancak iptali talep edilen ibare, Devletin anılan
yükümlülüğünü ifa etmesine engel olacaktır. Nitekim idare, keyfi biçimde,
birtakım yükseköğretim kurumlarını kapsam dışı bırakarak; kapsam dışı kalan
yükseköğretim kurumlarından mezun olan kimselerin meslek mensubu olmasının
önüne geçecektir; Devlet tarafından onlar bakımından çalışma hakkının
kullanılması için gerekli ortam, hazırlanamayacaktır. Kanun koyucu, söz konusu
yükseköğretim kurumlarının belirlenmesini idarenin uhdesine bırakmak suretiyle;
anılan hakka idari işlemlerle müdahale edilmesinin önünü açmıştır. Bu nedenle
anılan ibare, Anayasa’nın 13’üncü ve 49’uncu maddelerine aykırıdır.
h) Maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme ile eğitim
hakları, eşitlik ilkesi, gençliğin korunması, temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasının sınırları bakımından:
Anayasa’nın Başlangıç bölümü gereğince her Türk vatandaşı, bu
Anayasa’daki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince
yararlanarak milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat
sürdürme ve maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine
doğuştan sahiptir. Öte yandan Devletin Anayasa’nın 5’inci maddesinde sayılan
temel amaç ve görevleri arasında “insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi
için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak” yer almaktadır. Bununla birlikte
Anayasa’nın 17’nci maddesi uyarınca herkes, maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına sahiptir. Bireyin maddi ve manevi varlığı geliştirmesinin
yollarından biri de Anayasa’nın 42’nci maddesinde güvence altına alınan eğitim
hakkının kullanılmasıyla mümkündür. Öte yandan Anayasa’nın 58’inci maddesi uyarınca
Devlet, istiklal ve Cumhuriyetimizin emanet edildiği gençlerin müspet ilmin
ışığında, Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda ve Devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmayı amaç edinen görüşlere karşı
yetişme ve gelişmelerini sağlayıcı tedbirleri alır. Söz konusu tedbirlerden
birinin gençlere eğitim verilmesi olduğu izahtan varestedir. Nitekim 1739
sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun “Genel Amaçlar” başlıklı 2’nci maddesi:
“Türk
Milli Eğitiminin genel amacı, Türk Milletinin bütün fertlerini,
1. Atatürk inkılap ve
ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; Türk
Milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen,
koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye
çalışan, insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan
demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı
görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar
olarak yetiştirmek;
2. Beden, zihin,
ahlak, ruh ve duygu bakımlarından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş bir
kişiliğe ve karaktere, hür ve bilimsel düşünme gücüne, geniş bir dünya görüşüne
sahip, insan haklarına saygılı, kişilik ve teşebbüse değer veren, topluma karşı
sorumluluk duyan; yapıcı, yaratıcı ve verimli kişiler olarak yetiştirmek;
3. İlgi, istidat ve
kabiliyetlerini geliştirerek gerekli bilgi, beceri, davranışlar ve birlikte iş
görme alışkanlığı kazandırmak suretiyle hayata hazırlamak ve onların,
kendilerini mutlu kılacak ve toplumun mutluluğuna katkıda bulunacak bir meslek
sahibi olmalarını sağlamak;
Böylece bir yandan
Türk vatandaşlarının ve Türk toplumunun refah ve mutluluğunu artırmak; öte
yandan milli birlik ve bütünlük içinde iktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmayı
desteklemek ve hızlandırmak ve nihayet Türk Milletini çağdaş uygarlığın yapıcı,
yaratıcı, seçkin bir ortağı yapmaktır.”
şeklindedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre eğitim hakkı,
“…belirli bir zamanda mevcut eğitim kurumlarına erişim (Belçika
dil davası, § 4, syf. 31), bilgi aktarımı ve düşünsel gelişim hakkını (Campbell
ve Cosans / Birleşik Krallık, § 33) ve ayrıca alınan eğitimden yarar sağlama
olanağını, diğer bir deyişle, her bir Devlet’te geçerli kurallara uygun olarak
ve bir veya başka bir şekilde (örneğin yeterlilik yoluyla), tamamlanan eğitimin
resmi olarak tanınmasını elde etme hakkını (Belçika dil davası, §§ 3-5, syf.
30-32) kapsamaktadır. 1 No’lu Protokol’ün 2. maddesi, ilkokul eğitiminin (Sulak
/ Türkiye (k.k.)) yanında ortaokul eğitimi (Kıbrıs / Türkiye [BD], § 278),
yüksekokul eğitimi (Leyla Şahin / Tirkiye [BD], § 141; Mürsel Eren / Türkiye, §
41) ve uzmanlık eğitimiyle de ilgilidir. Bu nedenle, 1 No’lu Protokol’ün 2.
maddesinde güvence altına alınan hakkın sahipleri, çocukların yanında
yetişkinler veya gerçekte eğitim hakkından faydalanmak isteyen herkestir (Velyo
Velev / Bulgaristan). 13. Ayrıca, Devlet, devlet okullarının yanında özel
okullardan da sorumludur (Kjeldsen, Busk Madsen ve Pedersen / Danimarka). Son
olarak, Devlet’in öğrencileri Devlet ve özel okullarda kötü muameleye maruz
kalmaktan koruma pozitif yükümlülüğü bulunmaktadır (O’Keeffe / İrlanda [BD], §§
144-152). 1 No’lu Protokol’ün 2. maddesinin ilk cümlesinde güvence altına
alınan eğitim hakkı, doğası gereği, Devlet tarafından kamunun ve bireylerin
ihtiyaçları ve kaynakları doğrultusunda zamana ve yere göre değişiklik
gösterebilecek bir düzenleme yapılmasını gerektirmektedir. Söz konusu
düzenleme, eğitim hakkının esasına halel getirmemeli veya Sözleşme’de güvence
altına alınan diğer haklarla çelişmemelidir. Bu nedenle, Sözleşme, kamunun
genel çıkarlarını korumak ve temel insan haklarına saygı arasında adil bir
denge kurulmasına işaret etmektedir (Belçika dil davası, § 5, syf. 32).”[22]
O halde yasama organı tarafından kanunlaştırılan bu metnin,
muhatap kılınan bireylerin eğitim hakkı gözetilerek kaleme alınması
gerekmektedir. Ancak açıklandığı üzere aday öğretmen olabilmek için mezun
olunacak yükseköğretim kurumlarının belirlenmesinin Bakanlığa bırakılması,
Anayasa’nın anılan hükümlerini ihlal etmek suretiyle donanımlı olmalarını
engelleyeceğinden; öğrencilerin de nitelikli eğitimden yararlanmasının önüne
geçecek, eğitim hakkı ve dolayısıyla maddi ve manevi varlığını geliştirme hakkı
ihlal edilecektir. Olanakları sınırlı, zor koşullardaki çocuklarımızın ücretsiz
ve kaliteli bir eğitime erişmek suretiyle yaşam becerisine sahip olmasının,
kendilerini gerçekleştirmelerinin, maddi ve manevi varlıklarını geliştirmelerinin
önüne geçilecektir. Öte yandan gençlere niteliksiz bir eğitim verilmesi,
Devletin Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda ve Devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmayı amaç edinen görüşlere karşı
yetişme ve gelişmelerini sağlayıcı tedbir alma yükümlülüğünü yerine
getirememesine neden olacaktır.
Diğer taraftan Anayasa’nın 10 ve 42’nci maddeleri birlikte
değerlendirildiğinde görüleceği üzere; eğitim hakkı, eşitlik ilkesi üzerine
inşa edilmelidir. Başka bir deyişle gelir, kültür ve bölgesel kalkınma düzeyi
farklılığının yoğun seyrettiği ülkemizde Devlet, eğitimde fırsat ve olanak
eşitliğine imkan sağlamak suretiyle söz konusu pozitif yükümlülüğü tüm
vatandaşlar (ve Anayasa’nın 42’nci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “kimse”
ibaresinin delaletiyle herkes) bakımından icra edebilecektir. Ancak kanun
koyucu, eğitim ve öğretim hizmetlerini yürütecek olan aday öğretmenlerin mezun
olacağı yükseköğretim kurumlarını tespit etme görevini, idarenin düzenleme
alanının konusu yapmış, öğrencilerin nitelikli öğretmene erişimi için kanun
düzeyinde temel ilkeleri çizmekten imtina etmiş, dahası bu yükümlülüğün ifası
için (işbu dilekçe boyunca somut bulgularla teşhir edildiği üzere) özensiz bir
meslek kanunu çıkararak öğretmenler özelinde modern, demokratik, laik toplumun
inşasına hizmet eden bir eğitim politikası oluşturmamıştır.
Buna ek olarak, kanun koyucu aday öğretmenlerin mezun olacağı
yükseköğretim kurumlarını belirleme yetkisini Milli Eğitim Bakanlığı’nın
uhdesine bırakmak suretiyle; temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasının
sınırlarını düzenleyen Anayasa’nın 13’üncü maddesinde yer alan kanunilik
kaydına halel getirmiştir; demokratik toplumun gereklerine riayet etmemiştir.
Diğer bir deyişle eğitim hakkının kullanılması için gerekli olanağı ve fırsatı
sunma yükümlülüğü olan Devletin, bu yükümlülüğü tam manasıyla ifası, iyi
yetişmiş, donanımlı öğretmenlerle mümkündür. Aksi bir tutum, Devletin eğitim
hakkının gerçekleştirilmesine ilişkin pozitif yükümlülüklerinin yerine
getirememesi anlamına geleceği gibi bu hakkın kısıtlanması sonucunu da
doğurabilecektir. Kanun koyucu da söz konusu yükseköğretim kurumlarının yürütme
tarafından tespit edilmesine cevaz vererek; hakkın kısıtlanmasının önünü
açmıştır. Kaldı ki demokratik bir toplum, eğitim hakkının herkese nitelikli bir
biçimde tanınmasını gerektirir. Tüm bu nedenlerle anılan ibare, Anayasa’nın
Başlangıç bölümüne, 5, 10, 13, 17, 42 ve 58’inci maddelerine aykırıdır.
i)İnkılâp
Kanunlarının (“03.03.1340 tarihli ve 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu”) korunması
bakımından:
Aliefendioğlu’nun
belirttiği üzere “Anayasada sayılan inkılap yasaları T.C. Devletinin dayandığı
8 temel yasadır.”[23] Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 174’üncü
maddesiyle ilgili olarak “Maddede sayılan Devrim
Yasalarının Anayasa’nın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan
hükümlerinin Anayasa’ya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaması ve
yorumlanamamasının öngörülmesi, bu yasalara, diğerlerinden farklı anayasal bir
güvence sağlamaktadır. Ancak bu durumun onlara, Anayasa gücü ve değeri
kazandırdığı kabul edilerek, Anayasa’ya uygunluk denetimine esas alınmaları
olanaklı değildir...” şeklinde hüküm kurmuştur (Anayasa Mahkemesi’nin
16.09.2018 tarihli ve 1997/62 E.: 1998/52 K. sayılı Kararı). Elbette Anayasa
Mahkemesi tarafından belirtildiği üzere; Anayasa’nın 174’üncü maddesi, Anayasa’nın
ruhunun somutlaştığı İnkılâp Kanunlarının normatif değerini Anayasal hüküm
haline getirmeyeceği gibi Anayasa yargısında, Anayasa’ya uygunluk denetiminde
ölçü norm kılmaz, Anayasallık bloğunun kapsamında değerlendirilmesini sağlamaz.
Ancak Anayasa’nın 174’üncü maddesiyle İnkılâp Kanunlarına münhasıran tanınan
anayasal güvenceye halel getirilmemesi, ilgileri bulunduğu alanda yapılan
düzenlemelerin anılan Kanunların ışığında (amacı ve çizdiği sınırlar
çerçevesinde) kaleme alınmasıyla mümkündür. Diğer bir deyişle eldeki dava
konusunun içeriği, nitelikli öğretmenler marifetiyle Atatürk ilkeleri ışığında
eğitimin modernleşmesine hizmet eden Tevhidi Tedrisat Kanunu’ndan arı
düşünülemez. Eldeki dava konusu gibi nihayetinde eğitim alanına sirayet eden
düzenlemeler, Anayasa’ya uygun olduğu ölçüde; Tevhidi Tedrisat Kanunu, anayasal
güvenceye sahip olacaktır. Açıklandığı üzere eldeki dava konusunun Anayasa’ya
aykırılığı, anılan İnkılâp Kanunu’nun Anayasal güvenceden yoksun bırakılmasına
neden olduğundan; iptali talep edilen ibare, Anayasa’nın 174’üncü maddesine de
aykırıdır.
ı) Uluslararası andlaşmaların iç hukuka etkisi bakımından:
Anayasa’nın 90’ıncı maddesine göre temel hak ve özgürlüklere ilişkin usulüne
göre yürürlüğe konmuş uluslararası anlaşmalar, (kanunlara nazaran hakkı koruyucu,
kullanımını genişletici hükümler barındırması kaydıyla) normlar hiyerarşisinde
kanunun üstündedir. İptali talep edilen ibare, eğitim hakkına ilişkin İnsan
Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 26’ncı; Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar
Uluslararası Sözleşmesi’nin 13’üncü[24]; Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin
28 ve 29’uncu[25]; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin
Ek 1 No’lu Protokolü’nün 2’nci[26] maddelerini ve çalışma hakkına
ilişkin İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 23’üncü; (Gözden Geçirilmiş)
Avrupa Sosyal Şartı’nın 1’inci maddeleri; Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu
ILO Sözleşmelerini[27] ihlal ettiğinden Anayasa’nın 90’ıncı
maddesine de aykırıdır.
Tüm bu nedenlerle, 7354 sayılı Kanun’un 5’inci maddesinin
birinci fıkrasında yer alan “yönetmelikle belirlenen” ibaresi, Anayasa’nın
Başlangıç bölümüne, 2, 5, 6, 7, 10, 13, 17, 42, 48, 49, 58, 70, 90, 123, 124,
128, 130, 153 ve 174’üncü maddelerine aykırıdır; anılan ibarenin iptali
gerekir.
3 03.02.2022
tarihli ve 7354 sayılı Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun 5’inci maddesinin birinci
fıkrasında yer alan “7/4/2021 tarihli ve 7315 sayılı Güvenlik Soruşturması ve Arşiv
Araştırması Kanununa göre güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılmış
olma” ibaresinin Anayasa’ya aykırılığı
7354 sayılı Kanun’un 5’inci maddesinin birinci fıkrasında aday
öğretmenliğe atanabilmek için gerekli olan tahdidi şartlar, “657 sayılı Devlet
Memurları Kanunu’nun 48’inci maddesinde sayılan Devlet memurluğuna
alınacaklarda aranacak genel ve özel şartları sağlama; yönetmelikle belirlenen
yükseköğretim kurumlarından mezun olma; 7315 sayılı Güvenlik Soruşturması ve
Arşiv Araştırması Kanununa göre güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması
yapılmış olma; Milli Eğitim Bakanlığınca ve/veya Ölçme, Seçme ve Yerleştirme
Merkezi Başkanlığı tarafından yapılacak sınavlarda başarılı olma” şeklinde
sıralanmıştır. Ancak iptali talep edilen ibareyle aday öğretmen atanabilmek
için 7315 sayılı Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Kanunu’na göre
güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılmış olma şartının aranması,
Anayasa’ya aykırıdır.
Öncelikle belirtmek gerekir ki; Devletin, bireyin maddi ve
manevi varlığını geliştirecek ortamın oluşturulması temelindeki pozitif
yükümlülüğünün bir tecessümü olarak (Anayasa’nın 42’nci maddesinin birinci fıkrasında
yer alan “kimse” ibaresinin delaletiyle) herkes bakımından eğitim hakkının
erişilebilir kılınması, öğretmenler marifetiyle mümkündür. O halde
öğretmenlerin statüsünün, Anayasa’nın 128’inci maddesi bağlamında “diğer
kamu görevlisi” niteliğinde olması gerekmektedir. Bu bağlamda
kanun koyucu tarafından öğretmenlerin ataması, görevlendirilmesi, niteliği,
görev ve yetkisi, aylık ve ödeneği ile diğer özlük haklarının Anayasa’nın
öngördüğü ilkeler ve özellikle de mezkûr 128’inci madde uyarınca maddi anlamda
kanunilik ilkesi dahilinde düzenlenmesi gerekmektedir. Ne var ki, iptali
istenilen ibare, aday öğretmenliğe atanma koşulunu Anayasa’nın öngördüğü
çerçevede düzenlememektedir. Bu durum, Anayasa’ya çok yönlü olarak aykırıdır.
a) Kamu görevlilerinin özlük hakları bağlamında
kanunilik ilkesi bakımından: Anayasa’nın 128’inci maddesinin birinci fıkrası
kapsamındaki görevleri yürüten bütün personelin nitelikleri, atanmaları, görev
ve yetkileri, hakları ve yükümlülüklerinin kanunla düzenlenmesi gerekir
(Anayasa Mahkemesi’nin 22.11.2012 tarihli ve 2011/107 E.; 2012/184 K. sayılı
Kararı). Anayasa Mahkemesi’nin sıkça vurguladığı gibi kanunilik ölçütünün
sağlandığından söz edilebilmesi için kanunun şeklen var olması yeterli olmayıp
yasal kurallar keyfiliğe izin vermeyecek şekilde belirli, ulaşılabilir ve
öngörülebilir nitelikte olmalıdır. Esasen kanunun bu niteliklere sahip olması,
Anayasa’nın 2’nci maddesinde güvenceye bağlanan hukuk devleti ilkesinin de bir
gereğidir. Dolayısıyla Anayasa’nın 128’inci maddesinde yer verilen kanunilik
ölçütü, Anayasa’nın 2’nci maddesinde güvence altına alınan hukuk devleti ilkesi
ışığında yorumlanmalıdır (aynı yöndeki değerlendirme için bkz. AYM, E.2018/88,
K.2020/24, 11/6/2020 §§ 13, 14) (Anayasa Mahkemesi’nin, 22.10.2020 tarihli ve
2020/1 E.; 2020/563 K. sayılı Kararı, § 41). İhtilaflı kural, Anayasa’nın
128’inci maddesinin 2’nci fıkrasına aykırı şekilde, 7315 sayılı Kanun’a göre
güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının esas ve usulleri (söz gelimi kim
tarafından yapılacağı, kapsamının ne olduğu, soruşturma ve araştırmaya hangi
bilgi ve belgelerin konu olacağı, elde edilen verilerin muhafaza ve yok edilme
usulü) net bir biçimde kanun formunda ortaya koymamış ve
bu hususların belirlenmesini idarenin düzenleyici işlemlerine bırakmıştır. Oysa
bir kamu görevlisi olan öğretmen statüsünde olmaya namzet kimselere yönelik
yapılacak güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının usul ve esaslarının
kanun düzeyinde belirlenmesi ve idarenin keyfi işlem ve eylemlerine terk
edilmemesi gerekirdi. İptal istenen ibare, bu nedenle Anayasa’nın 128’inci
maddesine aykırıdır (bu açıdan ayrıca bkz. aşağıda “c” alt başlığı).
b) Hukuk devleti ilkesi bakımından: Hukuk devleti, bütün işlem
ve eylemlerinin hukuk kurallarına uygunluğunu başlıca geçerlik koşulu sayan,
her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurmayı amaçlayan ve bunu geliştirerek
sürdüren, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa’ya aykırı durum
ve tutumlardan kaçınan, insan haklarına saygı duyarak bu hak ve özgürlükleri
koruyup güçlendiren, Anayasa’ya ve hukuk kurallarına bağlılığa özen gösteren,
yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde yasa koyucunun da uymak zorunda
olduğu temel hukuk ilkeleri ile Anayasa’nın bulunduğu bilinci olan devlettir
(Anayasa Mahkemesi’nin 02.06.2009 tarihli ve 2004/10 E.; 2009/68 K. sayılı
Kararı). Hukuk devletinin önkoşullarından olan hukuki
güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, hukuki belirlilik
ilkesi de kanun hükümlerinin şüpheye yer vermeyecek şekilde açık, net,
anlaşılabilir olmasını ve ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı
koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (bkz. AYM 9.2.2017, 2016/143 E.–
2017/23 K. par. 13; RG. 12.4.2017-30036) (Anayasa Mahkemesi’nin
04.05.2017 tarihli ve 2015/41 E.; 2017/98 K. sayılı Kararı). Başka bir deyişle,
hukuk devleti ilkesi gereğince, idareye işlem tesis ederken ve eylemde
bulunurken veya görevlerini yerine getirirken belirli ölçüde hareket
serbestliği sağlayan takdir yetkisinin kullanımı mutlak, sınırsız, keyfi
biçimde gerçekleşemez; idarenin takdir yetkisinin sınırları, keyfi işlem ve
eylemleri önlemek amacıyla kanunla çizilmelidir. Kanun düzeyinde tanımlanması
gereken hususları idarenin düzenleyici işlemlerine tevdi eden ve yukarıda
tanımlandığı anlamda hukuki güvenlik ve belirlilik ilkelerinin gereklerini
yerine getirmeyen ihtilaflı ibare, Anayasa’nın 2’nci maddesine aykırıdır (bu
açıdan ayrıca bkz. aşağıda “c” alt başlığı).
c) İdarenin kanuniliği ilkesi bakımından: Anayasa’nın 123’üncü
maddesinde yer alan idarenin kanuniliği ilkesinin iki boyutu bulunmaktadır. İlk
boyutu, idarenin secundum legem özelliğidir (kanuna dayanma ilkesidir). Bu
ilkeye göre idarenin düzenleme yetkisi kanundan kaynaklanır. İkinci boyutu,
idarenin intra legem özelliğidir (kanuna aykırı olmama ilkesidir). Bu ilkeye
göre idarenin işlem ve eylemleri kanunun çizdiği sınırlar içinde kalmalıdır.
Bu nedenle aday öğretmen atanabilmek için yapılacak güvenlik
soruşturmasının ve arşiv araştırmasının esas ve usullerinin; Anayasa’nın 128’inci
maddesinde hüküm altına alınan ve hukuk devletinin temel taşı olan maddi
anlamdaki kanunilik kıstasının gereklerini karşılaması ve kanuna dayanması ile
kanuna aykırı olmaması için; genel çerçevesinin keyfi uygulamaya yer vermeyecek
açıklıkta kanun düzeyinde çizilmesi gerekmektedir. Ancak kanun koyucu; güvenlik
soruşturmasının ve arşiv araştırmasının esas ve usulleri –Anayasal ilkelerin
aksine- (söz gelimi soruşturma ve araştırma yapacak mercii, bu merciin hangi
sınırlar dahilinde ve hangi amaçla yapacağı, hangi bilgi ve belgelerin konu
edileceği, bu verilerin muhafaza ve yok edilme usulü, elde edilen verilerin
kötüye kullanılmasını engellemeye yönelik teminatların ne olduğu) hakkında
tamamen sessiz kalmış, bu hususları idarenin düzenleyici işleminin konusu
yapmıştır. Her ne kadar kanun koyucunun söz konusu güvenlik soruşturması ve
arşiv araştırmasının esas ve usullerinin sınırlarının; “7315 sayılı Kanun’a
göre” şeklindeki ibareyle çizildiği ifade edilebilir ise de; 7315 sayılı Kanun,
Anayasa’ya uygun biçimde temel çerçeve belirlememiştir. Nitekim; CHP tarafından
7315 sayılı Kanun’un esas yönünden Anayasa’ya aykırı olduğu iddiasıyla Anayasa
Mahkemesi nezdinde 16.06.2021 tarihinde 2021/60 E. No’lu dosya üzerinden iptal
davası açılmıştır. (7315 sayılı Kanun’un Anayasa’ya şekil yönünden aykırılık
iddiası hakkında, 13.10.2021 tarihli ve 2021/43 E.; 2021/74 K. sayılı red
kararı verilmiştir.)
Buna ilave olarak, “Kamu kurum
ve kuruluşlarının kadrolarının ihdası başka bir deyişle kadro usulüne ilişkin
düzenlemeler, idarenin teşkilat yapısı ile ilgili olup idarenin kuruluş ve
görevlerinin belirlenmesinin bir parçasını oluşturmaktadır. Anayasa
Mahkemesinin bir kararında konuyla ilgili olarak, “Bir kurumun kuruluşu deyince
her şeyden önce o kurumu yürütecek personele ait kadrolar hatıra gelir. Zira
kurumun temelinden çatısına kadar bütün örgütünün bu kadrolar teşkil eder.
Personel kadroları mevcut olmayan bir kurum, henüz kuruluş haline geçmemiş
demektir. Şu halde bir kurumu çalışır hale getirecek olan Personel kadrolarının,
en küçüğünden en büyüğüne kadar, bütününü kuruluştan ayrı düşünmeğe imkân
yoktur.” denilmektedir (AYM E. 1965/32, K. 1966/3, 4/2/1966)” (Anayasa
Mahkemesi’nin 11.06.2020 tarihli ve 2018/119 E.; 2020/25 K. sayılı Kararı, §
18). Ancak iptali talep edilen ibarenin yer aldığı fıkra hükmünde; kadro ihdası
gibi özlük işleri kapsamında değerlendirilen atama önkoşulunun
(güvenlik soruşturmasının ve arşiv araştırmasının esas ve usullerinin) genel
çerçevesi; hukuki işlem olarak kanun ile açıkça ortaya konulmamıştır.
Öte yandan 13.08.2005 tarihli ve 25905 sayılı
Resmi Gazete’de yayımlanan Öğretmenlik Kariyer Basamaklarında Yükseltme
Yönetmeliği hakkında Danıştay 2’nci Dairesi tarafından verilen kararlarda;
“Lisans mezunu olmayan öğretmenlerin öğretmenlik kariyer
basamaklarında yükselme imkanını ortadan kaldıran, Kanunda öngörülmeyen,
eşitlik ve genellik ilkeleriyle hakkaniyete aykırı olarak dava konusu
Yönetmeliğin 8. maddesiyle öğretmenlik kariyer basamaklarında yükselme sınavına
başvurularda “lisans mezunu” olma koşulu getiren düzenlemede hukuka uyarlık
görülmemiştir (Danıştay 2. Dairesi’nin 05.03.2008 tarihli ve 2005/2477 E.;
2008/1049 K. sayılı Kararı).”
“Öğretmenlik Kariyer Basamaklarında Yükselme Yönetmeliğinin 28.
maddesinin 1. fıkrasında hizmet içi eğitim etkinliklerinin kapsamı bu çerçevede
belirlenmiş ve 2. fıkranın (a) ve (b) bentlerinde de yurtdışı ve yurtiçi hizmet
içi eğitim etkinliklerinin değerlendirme esasları bu kapsamda düzenlenmiş
olmasına karşın, 2. fıkranın (c) bendinde yer alan diğer kamu kurum ve
kuruluşları, özel sektör ve sivil toplum örgütlerince düzenlenen hizmet içi
eğitim faaliyetlerinin de değerlendirmeye alınacağı yolundaki düzenleme ile Milli
Eğitim Bakanlığınca yapılması gereken bu etkinliklerin kapsamı genişletilmiş ve
bu konuda mevcut düzenlemeye aykırı olarak Bakanlık tarafından uygun bulunma
koşuluna bağlanmakla birlikte takdir yetkisi aşılmak suretiyle başka kurumlara
da yetki verilmiş olması ve gerek Milli Eğitim Temel Kanununda öğretmenlerin
mesleki olarak gelişimlerinin amaçlanmış olması, gerekse 5204 sayılı Yasa ile
öngörülen kariyer basamaklarında yükselmede alanında ya da eğitim bilimleri
alanında yetişmiş olmanın esas alınmasına karşın, hizmet içi eğitimin kapsamına
yönelik bir ölçüt de bulunmaması nedeniyle Yönetmeliğin 28. maddesinin 2.
fıkrasının (c) bendinde mevzuata ve 5204 sayılı Yasanın amacına uyarlık
görülmemiştir.
Davalı idare tarafından, Yönetmeliğin sadece Milli Eğitim
Bakanlığında görevli öğretmenler için değil diğer kamu kurum ve kuruluşlarında ve
Milli Eğitim Bakanlığına bağlı özel öğretim kurumlarında görev yapan
öğretmenlere de uygulanması nedeniyle başka kurumlarca düzenlenen hizmet içi
eğitim etkinliklerine katılımın engellenemeyeceği, ayrıca Bakanlıkça uygun
bulunan bu etkinliklere katılarak öğretmenlerin kendilerini mesleki ve diğer
alanlarda geliştirmesinin bir sakıncası olmadığı öne sürülmekte ise de, Milli
Eğitim Bakanlığı Merkez ve taşra teşkilatında görevli personelin hizmet içi
eğitimi konusunda sadece Bakanlığın yetkili ve görevli olduğu, bu personel için
diğer kurum ve kuruluşların eğitim etkinliği düzenleyemeyeceği açık olduğu
gibi, Milli Eğitim Bakanlığına bağlı özel öğretim kurumlarında görevli öğretmenlerin
de Bakanlıkça açılacak hizmet içi eğitim kurslarına katılacakları yolundaki düzenlemeler
karşısında ve hizmet içi eğitim etkinliklerinin sadece “ mesleki gelişime”
yönelik olabileceği nedeniyle iddialar yerinde görülmemiştir (Danıştay 2.
Dairesi’nin 05.03.2008 tarihli ve 2005/2528 E.; 2008/1050 K. sayılı Kararı).”
şeklinde hüküm kurulmuştur.
Bununla birlikte Milli Eğitim Bakanlığı
tarafından 14.08.2022 -15.03.2022 tarihleri arasında görüş ve önerilerin
iletilmesi için “Aday Öğretmenlik ve Öğretmenlik Kariyer Basamakları
Yönetmeliği Taslağı” hazırlanmıştır.[28] Bu dilekçenin yazım tarihi itibarıyla Resmi Gazete’de
yayımlanmamış ve fakat taslak olarak Bakanlığın resmi internet sitesinde halka
arz edilen yönetmelik metni dahi göstermektedir ki: normlar arasında hukuka
uygun kademelenmenin sağlanabilmesi, diğer bir deyişle normlar hiyerarşisinde
anılan yönetmeliğin 7354 sayılı Kanun’a uygun olması, yalnız bu Kanun’un temel
ilkeleri ortaya koymasıyla mümkündür. Aksi takdirde, Kanun’un genel çerçeveyi
çizmemesi, yönetmeliğin hukuka uygunluk denetiminde gözetilecek ölçü normun
(7354 sayılı Kanun’un) muğlak ibareler içermesi ve maddi anlamda kanunun asgari
ögelerini karşılamaması durumunda, durumunda, yönetmelik hukuki dayanaktan yoksun
kılınacaktır.
Tüm bu nedenlerle iptali talep edilen ibare, Anayasa’nın 2, 123
ve 128’inci maddelerine aykırıdır.
ç) Yasama yetkisinin devredilmezliği bakımından: Anayasa’nın 7’nci
maddesinde temelini bulan yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine göre
yasama yetkisi yalnız Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne aittir. Bu nedenle
idareye düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralının temel ilkeleri ortaya
koyması ve çerçeveyi çizmesi gerekir. Diğer bir deyişle idareye sınırsız ve
belirsiz bir düzenleme yetkisi bırakılamaz. Nitekim idarenin düzenle me
yetkisi; sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir yetkidir. Yasa ile yetkilendirme,
Anayasa’nın öngördüğü biçimde yasa ile düzenleme anlamını taşımamaktadır
(Anayasa Mahkemesi’nin 02.05.2008 tarihli ve 2005/68 E.; 2008/102 K. sayılı
Kararı). İptali talep edilen ibarenin yer aldığı fıkra hükmünde olduğu gibi
temel ilkeleri belirlenmeksizin ve çerçevesi çizilmeksizin; idareye güvenlik
soruşturmasının ve arşiv araştırmasının esas ve usullerini belirleme yetkisi
veren yasa hükmü, Anayasa’nın 7’nci maddesine aykırılık oluşturur.
d) Kamu hizmetinde görevin gerekli
kıldığı nitelikler bakımından: Anayasa’nın 70’inci maddesinde yer alan ve her
Türk vatandaşına eşit şekilde tanınan kamu hizmetine girme hakkı, kamu hizmeti
icra edecek personellerin istihdamının liyakata dayalı bir sistem içerisinde
gerçekleşmesini sağlar. Anayasa; ödevle nitelik arasında sıkı bir ilişki
bulunduğunu, bunun dışında hizmete alınmada hiçbir nedenin gözetilemeyeceğini,
daha açık bir anlatımla ayrımın yalnızca ödev-nitelik ilişkisi yönünden
yapılması gerektiğini buyurmaktadır. O halde ödevle, onun gerektirdiği niteliği
birbirinden ayrı düşünmeye olanak yoktur. Buna göre, o nitelikler görevlilerde
bulunmadıkça o ödev yerine getirilemeyecek ya da ödev, görevin gerekleri
doğrultusunda yerine getirilmemiş olacak demektir. Kamu hizmetlerinin
özellikleri olduğu ve bu hizmetleri gören idare ajanlarının da özel statülere
bağlı bulunduğu bilinen bir gerçektir. Memurlarda yasalarca aranan nitelikler
ve onlar hakkında yasalarda öngörülen kısıtlamalar, kamu hizmetinin etkin ve
esenlikli bir biçimde yürütülmesi amacına yöneliktir (Anayasa Mahkemesi’nin
09.10.1979 tarihli ve 1979/19 E.; 1979/39 K. sayılı Kararı).
Anayasa’nın 128’inci maddesinde temelini
bulan ve hukuk devletinin ana halkasını oluşturan kanunilik ilkesi ışığında,
Anayasa’nın 70’inci maddesi ele alındığında görüleceği üzere; kamu hizmetine
girme hakkının temel bir hak olarak etkililiği, maddenin “Hizmete alınmada,
görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez” şeklindeki
ikinci fıkrasında yer alan “görevin” ibaresinin; kamu hizmeti görülürken ifa
edilecek görevin (ve atama önkoşulunun), (bir kimsenin bu kadroya uygun
olduğunun objektif kriterlere göre tespitinin yapılabilmesi amacıyla) kanun
düzeyinde açıklanmasını gerektirir. Aksi bir tutum, bir başka deyişle kamu
hizmeti görecek kimsenin (aday olarak) atanması için yapılacak güvenlik
soruşturmasının ve arşiv araştırmasının esas ve usullerini belirleme yetkisini
idarenin keyfi uygulamalarına, kayırmacılığa neden olabilecek takdir yetkisine
bırakmak; Anayasal amacın (kamu hizmeti icra edecek personelin istihdamının
liyakate dayalı bir sistem içerisinde gerçekleşmesini sağlamak) bertaraf
edilmesine neden olacak, anılan hakkın istekli kimseler bakımından eşit düzeyde
güvence altına alınmasına engel oluşturacaktır. Diğer bir deyişle, aday
öğretmenliğe atanabilmek için yapılacak güvenlik soruşturmasının ve arşiv
araştırmasının esas ve usullerinin liyakat esasının gereklerini karşılayacak
açıklıkta olması ve vatandaşların eşit şekilde kamu hizmetine girme haklarının
idarenin keyfî işlemler tesis etme ihtimaline karşı kanun seviyesinde korunması
gerekmektedir. Bu nedenle anılan gereklilikleri karşılamayan ihtilaflı ibare,
Anayasa’nın 70’inci maddesine de aykırıdır.
Nitekim Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa’nın
70’inci maddesi ile ilişkilendirerek verdiği bir iptal kararının müteallik
bölümü:
“1- KHK’nin 37. Maddesinin (2), (3) ve (4) Numaralı Fıkraları
KHK’nin 37. maddesinde, Gümrük ve Ticaret Uzmanlığı ve Uzman
Yardımcılığı kadroları kurulmuş ve bu kadrolarda görev yapacak kişilerin atanma
usul ve esasları düzenlenmiştir. Anılan maddenin (2) numaralı fıkrasında,
Gümrük ve Ticaret Uzman Yardımcılığına atanmanın koşulları; (3) numaralı
fıkrasında, Gümrük ve Ticaret Uzmanlığına atanmanın koşulları ile bu koşulları
yerine getiremeyen Uzman Yardımcılarının bu unvanlarını kaybedecekleri ve
Bakanlıkta durumlarına uygun kadrolara atanacakları; (4) numaralı fıkrasında
ise Gümrük ve Ticaret Uzmanı ile Uzman Yardımcılarının mesleğe alınmaları,
yetiştirilmeleri, yarışma sınavı, tez hazırlama ve yeterlik sınavı ile diğer
hususların yönetmelikle düzenleneceği kurala bağlanmıştır.
Anayasa’nın 91. maddesinin birinci fıkrasında “Sıkıyönetim ve
olağanüstü haller saklı kalmak üzere, Anayasanın ikinci kısmının birinci ve
ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile
dördüncü bölümde yer alan siyasî haklar ve ödevler...”in kanun hükmünde
kararnamelerle düzenlenemeyeceği belirtilmiştir. Öte yandan, Anayasa’nın “Kamu
hizmetlerine girme hakkı” başlıklı 70. maddesinin birinci fıkrasında, her Türk’ün,
kamu hizmetlerine girme hakkına sahip olduğu belirtildikten sonra ikinci
fıkrasında hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir
ayırım gözetilemeyeceği kurala bağlanmıştır. Buna göre, Anayasa’nın “Siyasi
Haklar ve Ödevler” başlıklı dördüncü bölümünde yer alan ve 70. maddesinde
korunan kamu hizmetlerine girme hakkına ilişkin olarak kanun hükmünde kararname
ile düzenleme yapılması mümkün değildir.
Gümrük ve Ticaret Uzmanlığı ve Uzman Yardımcılığı kadrolarına
giriş koşullarının belirlenmesi, Anayasa’nın 70. maddesine göre kamu hizmetine
girme hakkına ilişkin olduğundan, bu hususu düzenleyen KHK’nin 37. maddesinin
(2), (3) ve (4) numaralı fıkraları, Anayasa’nın 91. maddesinin birinci
fıkrasına aykırıdır. İptalleri gerekir.”
şeklindedir (Anayasa Mahkemesi’nin 08.11.2012 tarihli ve 2011/87
E.; 2012/176 K. sayılı Kararı).
Buna ilave olarak “Aday öğretmenler
esasen mesleğe başlamış olup, kurala göre, performans değerlendirmelerine göre
de başarılı bulunmak şartıyla sınava alınacaktır. Ancak yapılacak sözlü
sınavların büyük ölçüde nesnellikten uzak, sübjektif değerlendirmelere ve hatta
inanç, düşünce ve etnik köken temelinde ayrımcılığa açık bir nitelikte
düzenlendiği anlaşılmaktadır. Başka bir ifadeyle esasen memuriyete girmeye hak
kazanmış adayların yeni ve keyfiliğe açık bir elemeden geçirilerek, idarece
beğenilmeyen bazılarının meslekten uzaklaştırılmaları söz konusu olabilecektir.
Kural, bu nedenle Anayasa’nın 70. maddesine aykırıdır.” (Anayasa
Mahkemesi’nin 04.12.2014 tarihli ve 2014/99 E.; 2014/181 K. sayılı Kararına
karşı Üye Osman Alifeyyaz Paksüt tarafından kaleme alınan karşıoy yazısı).
e) Kişisel verilen korunması hakkı ile temel hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılmasının sınırları bakımından: Güvenlik soruşturması
ve arşiv araştırması sonunda elde edilecek bilgi ve belgeler (söz
gelimi diplomaları, sertifikaları, sağlık durumu, yaşı, adli sicil kaydı,
fiziki durumu, yabancı dil puanı, ALES/KPSS puanı, aday öğretmenliğe
atanabilmek için Milli Eğitim Bakanlığı ve/veya Ölçme, Seçme ve Yerleştirme
Merkezi Başkanlığı tarafından yapılacak sınavlarda alınan not), kişiyi belirli, belirlenebilir kıldığından; kişisel
veri niteliğindedir.
Nitekim Anayasa Mahkemesi’ne göre “...
Bu bağlamda adı, soyadı, doğum tarihi ve doğum yeri gibi bireyin sadece
kimliğini ortaya koyan bilgiler değil; telefon numarası, motorlu taşıt plakası,
sosyal güvenlik numarası, pasaport numarası, özgeçmiş, resim, görüntü ve ses
kayıtları, parmak izleri, IP adresi, e-posta adresi, hobiler, tercihler,
etkileşimde bulunulan kişiler, grup üyelikleri, aile bilgileri, sağlık
bilgileri gibi kişiyi doğrudan veya dolaylı olarak belirlenebilir kılan tüm
veriler” kişisel veri olarak kabul
edilmektedir (E. 2013/122, K. 2014/74, 9.4.2014; E. 2014/149, K. 2014/151,
2.10.2014; E. 2013/84, K. 2014/183, 4.12.2014; E. 2014/74, K. 2014/201,
25.12.2014; E. 2014/180, K. 2015/30, 19.3.2015; E. 2015/32, K. 2015/102,
12.11.2015).
Kişisel verilerin korunması, Anayasal
düzeyde (20’nci madde) özel hayatın gizliliği hakkına ilişkindir. Nitekim
Anayasa Mahkemesi’nin bir kararının müteallik bölümü:
“Özel hayatın gizliliği ve kişisel verilerin korunması hakkı,
temel hak ve özgürlükler arasında önemli bir yer tutar. Özel hayatın
gizliliğinin korunması, bu hayatın başkalarının gözleri önüne serilmemesi
demektir. Kişinin özel hayatının, yalnız kendisi veya kendisinin bilmesini
istediği kimseler tarafından bilinmesini isteme hakkı, kişinin temel
haklarından biridir ve bu niteliği nedeniyle insan haklarına ilişkin beyanname
ve sözleşmelerde de yer almış; demokratik ülkelerin mevzuatında açıkça
belirlenen istisnalar dışında devlete, topluma ve diğer kişilere karşı
korunmuştur. Kişisel verilerin korunması hakkı ise özel hayatın gizliliği
hakkının özel bir biçimi olarak bireyin hak ve özgürlüklerini kişisel verilerin
işlenmesi sırasında korumayı amaçlamaktadır. Öte yandan kişisel verilerin
korunması hakkı sınırsız olmayıp bu hakkın Anayasa’da
güvence altına alınan diğer temel hak ve özgürlüklerin korunması veya Anayasa’nın
devlete bir görev olarak yüklediği millî güvenliğin, kamu düzeninin ve kamu
güvenliğinin korunması gibi nedenlerle sınırlandırılması mümkündür.
Ancak bu sınırlama yapılırken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması
rejimini belirleyen Anayasa’nın 13. maddesine de uyulması gerekmektedir.”
şeklindedir (Anayasa Mahkemesi’nin 24.07.2019 tarihli ve 2017/16
E.; 2019/64 K. No’lu Kararı,§ 48, 49, 50).
Anayasa’nın temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasının
sınırlarını düzenleyen 13’üncü maddesinin ilk cümlesi uyarınca, “Temel hak ve
hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde
belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir”. Anayasa’nın
20’nci maddesinin üçüncü fıkrasının son iki cümlesine göre, “Kişisel veriler,
ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir.
Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir”.
Ancak iptali talep edilen ibareyle güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması
yapılacağı öngörülmüş ve fakat bunun yasal çerçevesi çizilmemiştir. Diğer bir
deyişle soruşturma ve araştırmaya konu hususların ne olduğuna, nasıl / ne kadar
süre ile kaydedileceğine, analiz edileceğine, muhafaza edileceğine, kim
tarafından imha edileceğine, kurum ve kuruluşlarla paylaşılmasına;
amacı dışında kullanılmamasına, siber güvenliğinin sağlanmasına; bunlara resmi
makamların keyfi müdahalesinin önlenmesine; bunlardan suret alınmasına; başvuru
usullerine (vb.) ilişkin kanun düzeyinde hiçbir kıstas, kanuni güvence öngörülmemiştir. Hiçbir
sınırlandırmaya tabi olmayan söz konusu müdahale, kişisel verilerin korunması
hakkını tamamen savunmasız bırakmakta, keyfiliğe açık hale getirmekte ve
yasallık ilkesini zedelemektedir.
Ölçülülük ilkesi gereğince kişisel verilerin korunması hakkına
yapılan söz konusu müdahalede; amaç ve araç ilişkisi bakımından, aracın (aday
öğretmenliğe atanacak kimse hakkında güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması
yapılması), amacı (Anayasa Mahkemesi’nin 24.07.2019 tarihli ve 2018/73 E.;
2019/65 K. sayılı Kararı, § 170: “Anayasa’nın 129. maddesinin birinci fıkrasında
memurlar ve kamu görevlilerinin Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette
bulunma yükümlülükleri düzenlenmiştir. Belirtilen hususlar gözetilerek kamu
görevlerine atanacak kişiler bakımından birtakım şartlar getirilmesi doğaldır.
Bu şekilde aranan nitelikler kamu hizmetinin etkin ve sağlıklı bir biçimde yürütülmesi
amacına yöneliktir. Dolayısıyla kamu görevine atanmadan önce kişilerin güvenlik
soruşturması ve arşiv araştırmasının yapılmasını öngören kural kanun koyucunun
takdir yetkisindedir. Ancak bu alanda düzenleme getiren kuralların kamu
makamlarına hangi koşullarda ve hangi sınırlar içinde tedbirler uygulama ve
özel hayatın gizliliğine yönelik müdahalelerde bulunma yetkisi verildiğini
yeterince açık olarak göstermesi ve olası kötüye kullanmalara karşı yeterli
güvenceleri sağlaması gerekir.” delaletiyle sadakat yükümlülüğü)
gerçekleştirmeye elverişli, gerekli olması ve amaç ile araç arasında orantı
bulunması gerekmektedir. Ancak yapılacak güvenlik soruşturmasının ve arşiv
araştırmasının esas ve usullerinin şeffaf ve objektif biçimde kanun düzeyinde
belirlenmemesi; aracı, amacı gerçekleştirmeyi elverişsiz hale getirmektedir.
İhtilaflı düzenlemeyle kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı kanun
düzeyinde güvencelenmediğinden temel bir hakkın keyfî şekilde sınırlanabilmesi
öngörülmektedir.
Diğer bir deyişle Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi’ne (AİHM) göre, kişinin özel hayatına ilişkin verilerin yalnızca
kaydedilmesi, işlenmeseler dahi, özel hayat hakkına müdahale oluşturur (S. ve
Marper/Birleşik Krallık, 4 Aralık 2008, başvuru no : 30562/04 ve 30566/04,
p.67). İptali talep edilen ibareye konu kişisel verilere ilişkin olarak,
Sözleşme’nin 8’inci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan hak sınırlama
ölçütleriyle uyumlu bir düzenleme yapılmamıştır. Söz konusu düzenlemenin özel
hayat hakkına getirdiği sınırlama, kanunilik ilkesinin gerektirdiği şekilde
yeterli hukuki belirlilik ve güvence içermediği gibi, demokratik toplumda
orantılı bir tedbir de değildir. Kanunilik ve elverişlilik ölçütleriyle uyumlu
olmayan düzenleme, AİHS’nin 8’inci maddesinin uygulanmasında özel hayat
hakkıyla toplumun bütününün çıkarları arasında adil bir denge kurulması
gerekliliğine işaret eden AİHM perspektifine aykırıdır (Birçok karar arasında
bkz. mesela: AİHM, X, Y ve Z/Birleşik Krallık, 22 Nisan 1997, başvuru no:
21830/93, p.41). İptali talep edilen ibare, özel hayat hakkının ancak AİHS’nin
8’inci maddesinin ikinci fıkrasındaki kanunilik ve demokratik toplumda
elverişlilik ölçütlerini de ihlal etmektedir. Bu nedenlerle anılan ibare,
Anayasa’nın 13 ve 20’nci maddelerine aykırıdır.
f) Kuvvetler ayrılığı ilkesi, hiçbir kimsenin
veya organın Anayasa’dan kaynaklanmayan bir yetkiyi kullanamaması ve Anayasa
Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı bakımından: Anayasa Mahkemesi kararlarında
Anayasa’nın 153’üncü maddesinde belirtilen bağlayıcılık ilkesine aykırılıktan
söz edilebilmesi için iptal edilen kuralla dava konusu yeni düzenlemenin içerik
ve kapsam bakımından aynı ya da benzeri olması gerektiği belirtilmektedir (Anayasa
Mahkemesi’nin 12.11.1991 tarihli ve 1991/7 E.: 1991/43 K. sayılı Kararı).
Anayasa Mahkemesi, eldeki dava konusuyla benzer bir hüküm ihtiva eden düzenleme
hakkında verdiği bir iptal kararında “… Buna
göre, (Telekomünikasyon) Kurum’da
çalışan memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev
ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ile diğer özlük
işlerinin yasayla düzenlenmesi gerekirken, buna ilişkin düzenlemelerin Bakanlar
Kurulu’na bırakılması, Anayasa’nın 128’inci maddesine aykırıdır. Bu nedenle
kuralın iptali gerekir…” şeklinde gerekçe kaleme almıştır (Anayasa Mahkemesi’nin
12.12.2007 tarihli ve 2002/35 ve 2002/95 sayılı Kararı).
Yine Anayasa Mahkemesi’nin 01.02.2018 tarihli ve 7070 sayılı
Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun’un 60’ıncı
maddesiyle 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 48’inci maddesinin birinci
fıkrasının (A) bendine eklenen “8. Güvenlik soruşturması ve/veya arşiv
araştırması yapılmış olmak.” şeklindeki bentle ilgili olarak verdiği kararın
müteallik bölümü:
“169. Bu bağlamda güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasıyla
elde edilen veriler kişisel veri niteliğindedir. Kuralla güvenlik soruşturması
ve arşiv araştırması kapsamında kamu mercileri tarafından özel yaşamı ile
ilgili sorular sorulması da dâhil olmak üzere bir bireyin özel hayatı, iş ve
sosyal yaşamıyla ilgili bilgilerinin alınması, kaydedilmesi ve kullanılması
özel hayata saygı hakkına sınırlama niteliğindedir.
170. Anayasa’nın 129. maddesinin birinci fıkrasında memurlar ve
kamu görevlilerinin Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunma
yükümlülükleri düzenlenmiştir. Belirtilen hususlar gözetilerek kamu görevlerine
atanacak kişiler bakımından birtakım şartlar getirilmesi doğaldır. Bu şekilde
aranan nitelikler kamu hizmetinin etkin ve sağlıklı bir biçimde yürütülmesi
amacına yöneliktir. Dolayısıyla kamu görevine atanmadan önce kişilerin güvenlik
soruşturması ve arşiv araştırmasının yapılmasını öngören kural kanun koyucunun
takdir yetkisindedir. Ancak bu alanda düzenleme getiren kuralların kamu
makamlarına hangi koşullarda ve hangi sınırlar içinde tedbirler uygulama ve
özel hayatın gizliliğine yönelik müdahalelerde bulunma yetkisi verildiğini
yeterince açık olarak göstermesi ve olası kötüye kullanmalara karşı yeterli
güvenceleri sağlaması gerekir.
171. Kuralda güvenlik soruşturması ve/veya arşiv araştırması
yapılması memurluğa alımlarda genel şartlar arasında sayılmasına karşın
güvenlik soruşturmasına ve arşiv araştırmasına konu edilecek bilgi ve
belgelerin neler olduğuna, bu bilgilerin ne şekilde kullanılacağına, hangi
mercilerin soruşturma ve araştırmayı yapacağına ilişkin herhangi bir düzenleme
yapılmamıştır. Diğer bir ifadeyle güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının
yapılmasına ve elde edilecek verilen kullanılmasına ilişkin temel ilkeler
belirlenmeksizin kuralla sadece güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması
yapılması devlet memurluğuna alımlarda aranacak şartlar arasında sayılmıştır.
172. Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması sonucunda devlet
memurluğuna atanmada esas alınacak kişisel veri niteliğindeki bilgilerin
alınmasına, kullanılmasına ve işlenmesine yönelik güvenceler ve temel ilkeler
kanunla belirlenmeksizin bunların alınmasına ve kullanılmasına izin verilmesi
Anayasa’nın 13., 20. ve 128. maddeleriyle bağdaşmamaktadır.
173. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 13., 20. ve 128.
maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.”
şeklindedir (Anayasa Mahkemesi’nin 24.07.2019 tarihli ve 2018/73
E.; 2019/65 K. sayılı Kararı, § 169-173).
Anayasa Mahkemesi’nin verdiği iptal kararı karşısında; kanun
koyucunun Anayasa’nın 13, 20 ve 128’inci maddesine -benzer sakatlıktan muzdarip
olması hasebiyle- aykırı olan iptali talep edilen ibareyi kanunlaştırması,
Anayasa’nın 153’üncü maddesini ihlal ettiği gibi, hiçbir kimse ve organın
kaynağını Anayasa’dan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağını öngören 6’ncı
maddesine ve Anayasa’nın Başlangıç bölümünde yer alan kuvvetler ayrılığı
ilkesine de halel getirmektedir.
g) Eşitlik ilkesi bakımından: Ayrıca iptali talep edilen
ibarenin idareye verdiği sınırsız takdir yetkisi, aynı şartları ve nitelikleri
sağlayan adaylar arasında idare tarafından kayırma/ayrımcılık yapılmasına neden
olabileceğinden; anılan ibare, Anayasa’nın 10’uncu maddesinde yer alan eşitlik
ilkesine de aykırıdır. İhtilaflı kural, aynı şekilde, kamu hizmetine girişte
(aday öğretmenliğe atanma) yapılacak güvenlik soruşturması ve arşiv
araştırmasının esas ve usullerine ilişkin objektif esas ve usulleri öngörmemesi
sebebiyle de, yine eşitlik ilkesini ihlal etmektedir. Zira eşitlik ilkesinin ihlal
edilip edilmediği hususunun tespiti, münferit olayda benzer kişi kategorileri
arasında gerçekleştirilen ayrıma ilişkin bir “haklı neden”in var olup
olmadığına göre yapılır. Ne var ki, iptali talep edilen ibarenin idareye
verdiği keyfi uygulamalara sebep olabilecek sınırsız takdir yetkisi idare
tarafından aynı şartlara ve niteliklere sahip birinin aday öğretmen olarak
atanmasına diğerinin atanamamasına ilişkin haklı nedeni somutlaştırmaya
elverişli değildir. Başka bir anlatımla, aday öğretmenliğe
atanabilmek için yapılacak güvenlik soruşturması ve arşiv
araştırmasının esas ve usullerinin idareye
bırakılması, görevin / mesleğin gerektirdiği nitelikler bakımından aynı durumda
olan kişi kategorileri arasında haklı nedene dayanmayan ve keyfî muamele
farklılıklarına yol açacaktır. Bu nedenle anılan ibare, Anayasa’nın 10’uncu
maddesine aykırıdır.
ğ) Çalışma hürriyeti ve çalışma hakkı ile temel hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılmasının sınırları bakımından: Anayasa Mahkemesi’nin
belirttiği üzere “Anayasa’nın “Çalışma ve
Sözleşme Hürriyeti” başlıklı 48. maddesinde, “Herkes, dilediği alanda çalışma
ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir.” denilmek
suretiyle çalışma özgürlüğü güvenceye bağlanmıştır. Çalışma özgürlüğü, kişinin çalışıp
çalışmama, çalışacağı işi seçme ve çalıştığı işten ayrılma özgürlüğünü korur.
Çalışma özgürlüğü ücretli olarak bağımlı çalışma hakkını olduğu kadar,
iktisadi-ticari faaliyet yapma hakkını da içerir.” (Anayasa Mahkemesi’nin
13.11.2014 tarihli ve 2013/95 E.: 2014/176 K. sayılı Kararı).
Öte yandan 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nun “Özlük
Hakları ve sorumluluklar” başlıklı 9’uncu maddesinin birinci fıkrası “Kurumlarda
çalışan yönetici, öğretmen, uzman öğretici ve usta öğreticiler ile kurucu veya
kurucu temsilcisi arasında yapılacak iş sözleşmesi, en az bir takvim yılı
süreli olmak üzere yönetmelikle belirtilen esaslara göre yazılı olarak yapılır.
Mazeretleri nedeniyle kurumdan ayrılan öğretmen ve öğreticilerin yerine
alınacak olanlar ile devredilen kurumların yönetici, öğretmen ve öğreticileri
ile bir yıldan daha az bir süre için de iş sözleşmesi yapılabilir.”
şeklindedir. Bu sözleşmenin nev’i çeşitli yargı kararlarına konu olmuş ve
ihtilaf doğurmuştur. Nihayetinde Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu, 5580
sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nun 9’uncu maddesinde belirtilen
sözleşmenin belirli süreli iş sözleşmesi olduğu sonucuna varmıştır. Anılan
kararının gerekçesinin eldeki dava konusu bakımından özellik arz eden müteallik
bölümü:
“…2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “eğitim ve
öğrenim hakkı ve ödevi” başlıklı 42’inci maddesine göre, eğitim ve öğretim
devletin gözetim ve denetimi altında yapılacak olup, belirtilen esaslara aykırı
eğitim ve öğretim yerleri açılamaz. Ayrıca özel ilk ve orta dereceli okulların
bağlı olduğu esaslar, devlet okulları ile erişilmek istenen seviyeye uygun
olarak, kanunla düzenlenir.
Demokratik ülkelerde, eğitim politikalarını belirleme ve bu
politikaların hayata geçirilmesine yönelik kurumsal tercihlerde bulunma
konusunda kanun koyucunun geniş takdir yetkisi vardır...Anayasa’nın 42.
maddesindeki eğitim ve öğrenim hakkı, diğer haklarla birlikte, kişinin maddî ve
manevi varlığını koruyup geliştirebilmesine imkân sağlayıcı bir niteliğe
sahiptir.
Aynı madde gereğince eğitimin gözetim ve denetiminden sorumlu
olan Devletin görevi, herkesin eğitim ve öğrenim hakkından en iyi şekilde
faydalanabilmesini sağlamaktır. Eğitim öğretim alanında hizmet sunan özel
teşebbüsün faaliyet alanının düzenlenmesi de, Devletin eğitim ve öğretimin
sağlıklı ve verimli işleyişini sağlama yükümlülüğünün bir gereğidir. Diğer
temel haklar gibi, eğitim hakkının da Devlete bazı yükümlülükler yüklediği
açıktır. Devlet, herkesin eğitim ve öğrenim hakkından yararlanabilmesini sağlamak
için gerekli tedbirleri almalıdır (Anayasa Mahkemesi’nin 13.07.2015 gün ve
2014/88 E., 2015/68 K. sayılı kararı).
...Bu açıklamalar ışığında 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları
Kanunu’nun 9’uncu maddesinde belirtilen iş sözleşmesinin niteliğinin belirli
süreli iş sözleşmesi olduğu anlaşılmakla, kanunda öngörülen bu durumda 4857
sayılı İş Kanunu’nun 11 ‘inci maddesinde belirtilen objektif koşulun
gerçekleştiği kabul edilmelidir. Başka bir anlatımla kanun hükmünün sözleşmenin
belirli süreli yapılması zorunluluğunu öngördüğü durumda objektif koşulların
varlığı aranmaz. Kanun hükmü ile sözleşmenin belirli süreli yapılması gereken
hâllerde belirli süreli sözleşmenin zincirleme yapılması da sözleşmenin belirli
süreli olma niteliğini ortadan kaldırmaz.”
şeklindedir (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu’nun 23.02.2018
tarihli ve 2017/1E.; 2018/2 K. sayılı Kararı).[29]
Anılan Yargıtay kararından anlaşılacağı üzere öğretmenler,
sözleşme özgürlüğüne istinaden özel eğitim kurumlarıyla belirli süreli iş
sözleşmesi akdetmektedirler. Ancak kanun koyucu bu türden sözleşmelerin tarafı
olmayı talep eden kimseler yönünden; bu kimselerin aday olabilmesi için yapılacak güvenlik soruşturması ve
arşiv araştırmasının esas ve usullerini, (kanun
düzeyinde açık, net, anlaşılabilir biçimde belirlenmek yerine) idarenin
düzenleyici işlemlerine bırakmak suretiyle; Anayasa’nın temel hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılmasının sınırlarını düzenleyen 13’üncü maddesinde
yer alan kanunilik kaydının aksine sözleşmenin tarafı olabilme özgürlüğünü
kısıtlamaktadır. Diğer bir deyişle kanun koyucu, söz konusu güvenlik soruşturması
ve arşiv araştırması yapılmasına ilişkin usul ve esasların düzenlenmesini
idarenin uhdesine bırakmak suretiyle; anılan hürriyete idari işlemlerle
müdahale edilmesinin önünü açmıştır. Bu nedenle anılan ibare, Anayasa’nın 13’üncü
ve 48’inci maddelerine aykırıdır.
Öte yandan Anayasa’nın 2 ve 5’inci maddelerinde yer alan sosyal
devlet ilkesinin bir görünümü, Anayasa’nın 49’uncu maddesinde güvencelenen
çalışma hakkıdır. Diğer bir deyişle herkese hak ve ödev olarak tanınan çalışma
hakkı, Devlete pozitif yükümlülük yüklemektedir. Devlet, herkes için uygun bir
çalışma ortamı hazırlamalıdır. Ancak iptali talep edilen ibare, Devletin anılan
yükümlülüğünü ifa etmesine engel olacaktır. Nitekim idare, keyfi biçimde
güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yaparak birtakım kimselerin meslek
mensubu olmasının önüne geçecektir; Devlet tarafından onlar bakımından çalışma
hakkının kullanılması için gerekli ortam, hazırlanamayacaktır. Diğer bir
deyişle kanun koyucu, söz konusu güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması
yapılmasına ilişkin usul ve esasların düzenlenmesini idarenin uhdesine bırakmak
suretiyle; anılan hakka idari işlemlerle müdahale edilmesinin önünü açmıştır.
Bu nedenle anılan ibare, Anayasa’nın 13’üncü ve 49’uncu maddelerine aykırıdır.
h) Maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme ile eğitim
hakları, eşitlik ilkesi, gençliğin korunması, temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasının sınırları bakımından:
Anayasa’nın Başlangıç bölümü gereğince her Türk vatandaşı, bu
Anayasa’daki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince
yararlanarak milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat
sürdürme ve maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine
doğuştan sahiptir. Öte yandan Devletin Anayasa’nın 5’inci maddesinde sayılan
temel amaç ve görevleri arasında “insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi
için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak” yer almaktadır. Bununla birlikte
Anayasa’nın 17’nci maddesi uyarınca herkes, maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına sahiptir. Bireyin maddi ve manevi varlığı geliştirmesinin
yollarından biri de Anayasa’nın 42’nci maddesinde güvence altına alınan eğitim
hakkının kullanılmasıyla mümkündür. Öte yandan Anayasa’nın 58’inci maddesi
uyarınca Devlet, istiklal ve Cumhuriyetimizin emanet edildiği gençlerin müspet
ilmin ışığında, Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda ve Devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmayı amaç edinen görüşlere karşı
yetişme ve gelişmelerini sağlayıcı tedbirleri alır. Söz konusu tedbirlerden
birinin gençlere eğitim verilmesi olduğu izahtan varestedir. Nitekim 1739
sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun “Genel Amaçlar” başlıklı 2’nci maddesi:
“Türk
Milli Eğitiminin genel amacı, Türk Milletinin bütün fertlerini,
1. Atatürk inkılap ve
ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; Türk
Milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen,
koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye
çalışan, insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan
demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı
görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar
olarak yetiştirmek;
2. Beden, zihin,
ahlak, ruh ve duygu bakımlarından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş bir
kişiliğe ve karaktere, hür ve bilimsel düşünme gücüne, geniş bir dünya görüşüne
sahip, insan haklarına saygılı, kişilik ve teşebbüse değer veren, topluma karşı
sorumluluk duyan; yapıcı, yaratıcı ve verimli kişiler olarak yetiştirmek;
3. İlgi, istidat ve
kabiliyetlerini geliştirerek gerekli bilgi, beceri, davranışlar ve birlikte iş
görme alışkanlığı kazandırmak suretiyle hayata hazırlamak ve onların,
kendilerini mutlu kılacak ve toplumun mutluluğuna katkıda bulunacak bir meslek
sahibi olmalarını sağlamak;
Böylece bir yandan
Türk vatandaşlarının ve Türk toplumunun refah ve mutluluğunu artırmak; öte
yandan milli birlik ve bütünlük içinde iktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmayı
desteklemek ve hızlandırmak ve nihayet Türk Milletini çağdaş uygarlığın yapıcı,
yaratıcı, seçkin bir ortağı yapmaktır.”
şeklindedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre eğitim hakkı,
“…belirli bir zamanda mevcut eğitim kurumlarına erişim (Belçika
dil davası, § 4, syf. 31), bilgi aktarımı ve düşünsel gelişim hakkını (Campbell
ve Cosans / Birleşik Krallık, § 33) ve ayrıca alınan eğitimden yarar sağlama
olanağını, diğer bir deyişle, her bir Devlet’te geçerli kurallara uygun olarak
ve bir veya başka bir şekilde (örneğin yeterlilik yoluyla), tamamlanan eğitimin
resmi olarak tanınmasını elde etme hakkını (Belçika dil davası, §§ 3-5, syf.
30-32) kapsamaktadır. 1 No’lu Protokol’ün 2. maddesi, ilkokul eğitiminin (Sulak
/ Türkiye (k.k.)) yanında ortaokul eğitimi (Kıbrıs / Türkiye [BD], § 278),
yüksekokul eğitimi (Leyla Şahin / Tirkiye [BD], § 141; Mürsel Eren / Türkiye, §
41) ve uzmanlık eğitimiyle de ilgilidir. Bu nedenle, 1 No’lu Protokol’ün 2.
maddesinde güvence altına alınan hakkın sahipleri, çocukların yanında
yetişkinler veya gerçekte eğitim hakkından faydalanmak isteyen herkestir (Velyo
Velev / Bulgaristan). 13. Ayrıca, Devlet, devlet okullarının yanında özel
okullardan da sorumludur (Kjeldsen, Busk Madsen ve Pedersen / Danimarka). Son
olarak, Devlet’in öğrencileri Devlet ve özel okullarda kötü muameleye maruz
kalmaktan koruma pozitif yükümlülüğü bulunmaktadır (O’Keeffe / İrlanda [BD], §§
144-152). 1 No’lu Protokol’ün 2. maddesinin ilk cümlesinde güvence altına
alınan eğitim hakkı, doğası gereği, Devlet tarafından kamunun ve bireylerin
ihtiyaçları ve kaynakları doğrultusunda zamana ve yere göre değişiklik
gösterebilecek bir düzenleme yapılmasını gerektirmektedir. Söz konusu
düzenleme, eğitim hakkının esasına halel getirmemeli veya Sözleşme’de güvence
altına alınan diğer haklarla çelişmemelidir. Bu nedenle, Sözleşme, kamunun
genel çıkarlarını korumak ve temel insan haklarına saygı arasında adil bir
denge kurulmasına işaret etmektedir (Belçika dil davası, § 5, syf. 32).”[30]
O halde yasama organı tarafından kanunlaştırılan bu metnin,
muhatap kılınan bireylerin eğitim hakkı gözetilerek kaleme alınması gerekmektedir.
Ancak açıklandığı üzere güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının esas ve
usullerinin idareye bırakılması, Anayasa’nın anılan hükümlerini ihlal etmek
suretiyle öğretmenlerin donanımlı olmalarını engelleyeceğinden; öğrencilerin de
nitelikli eğitimden yararlanmasının önüne geçecek, eğitim hakkı ve dolayısıyla
maddi ve manevi varlığını geliştirme hakkı ihlal edilecektir. Olanakları
sınırlı, zor koşullardaki çocuklarımızın ücretsiz ve kaliteli bir eğitime
erişmek suretiyle yaşam becerisine sahip olmasının, kendilerini
gerçekleştirmelerinin, maddi ve manevi varlıklarını geliştirmelerinin önüne
geçilecektir. Öte yandan gençlere niteliksiz bir eğitim verilmesi, Devletin
Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda ve Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğünü ortadan kaldırmayı amaç edinen görüşlere karşı yetişme ve
gelişmelerini sağlayıcı tedbir alma yükümlülüğünü yerine getirememesine neden
olacaktır.
Diğer taraftan Anayasa’nın 10 ve 42’nci maddeleri birlikte
değerlendirildiğinde görüleceği üzere; eğitim hakkı, eşitlik ilkesi üzerine
inşa edilmelidir. Başka bir deyişle gelir, kültür ve bölgesel kalkınma düzeyi
farklılığının yoğun seyrettiği ülkemizde Devlet, eğitimde fırsat ve olanak eşitliğine
imkan sağlamak suretiyle söz konusu pozitif yükümlülüğü tüm vatandaşlar (ve
Anayasa’nın 42’nci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “kimse” ibaresinin
delaletiyle herkes) bakımından icra edebilecektir. Ancak kanun koyucu, eğitim
ve öğretim hizmetlerini yürütmekle görevli öğretmen
adayı olacak kimseler hakkında yapılacak güvenlik soruşturması ve arşiv
araştırmasının esas ve usullerini tespit etme görevini,
idarenin düzenleme alanının konusu yapmış, öğrencilerin nitelikli öğretmene
erişimi için kanun düzeyinde temel ilkeleri çizmekten imtina etmiş, dahası bu
yükümlülüğün ifası için (işbu dilekçe boyunca somut bulgularla teşhir edildiği
üzere) özensiz bir meslek kanunu çıkararak öğretmenler özelinde modern,
demokratik, laik toplumun inşasına hizmet eden bir eğitim politikası
oluşturmamıştır.
Bunun yanında, kanun koyucu güvenlik soruşturması ve
arşiv araştırmasının esas ve usullerinin belirlenmesini idarenin
uhdesine bırakmak suretiyle; temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasının
sınırlarını düzenleyen Anayasa’nın 13’üncü maddesinde yer alan kanunilik
kaydına halel getirmiştir; demokratik toplumun gereklerine riayet etmemiştir.
Diğer bir deyişle eğitim hakkının kullanılması için gerekli olanağı ve fırsatı
sunma yükümlülüğü olan Devletin, bu yükümlülüğü tam manasıyla ifası, iyi
yetişmiş, donanımlı öğretmenlerle mümkündür. Aksi bir tutum, eğitim hakkının
kısıtlanması sonucunu doğuracaktır. Kanun koyucu da bu niteliklere sahip olup
olmadığının tespitini yapmayı sağlayan mekanizmalardan biri olan güvenlik
soruşturması ve arşiv araştırmasının esas ve usullerinin
yürütme tarafından düzenlenmesine cevaz vererek; hakkın kısıtlanmasının önünü
açmıştır. Kaldı ki demokratik bir toplum, eğitim hakkının herkese nitelikli bir
biçimde tanınmasını gerektirir. Tüm bu nedenlerle anılan ibare, Anayasa’nın
Başlangıç bölümüne, 5, 10, 13, 17, 42 ve 58’inci maddelerine aykırıdır.
i)İnkılâp
Kanunlarının (“03.03.1340 tarihli ve 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu”) korunması
bakımından:
Aliefendioğlu’nun
belirttiği üzere “Anayasada sayılan inkılap yasaları T.C. Devletinin dayandığı
8 temel yasadır.”[31] Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 174’üncü
maddesiyle ilgili olarak “Maddede sayılan Devrim
Yasalarının Anayasa’nın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin
Anayasa’ya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaması ve yorumlanamamasının
öngörülmesi, bu yasalara, diğerlerinden farklı anayasal bir güvence
sağlamaktadır. Ancak bu durumun onlara, Anayasa gücü ve değeri kazandırdığı
kabul edilerek, Anayasa’ya uygunluk denetimine esas alınmaları olanaklı
değildir...” şeklinde hüküm kurmuştur (Anayasa Mahkemesi’nin 16.09.2018
tarihli ve 1997/62 E.: 1998/52 K. sayılı Kararı). Elbette Anayasa Mahkemesi
tarafından belirtildiği üzere; Anayasa’nın 174’üncü maddesi, Anayasa’nın
ruhunun somutlaştığı İnkılâp Kanunlarının normatif değerini Anayasal hüküm
haline getirmeyeceği gibi Anayasa yargısında, Anayasa’ya uygunluk denetiminde
ölçü norm kılmaz, Anayasallık bloğunun kapsamında değerlendirilmesini sağlamaz.
Ancak Anayasa’nın 174’üncü maddesiyle İnkılâp Kanunlarına münhasıran tanınan
anayasal güvenceye halel getirilmemesi, ilgileri bulunduğu alanda yapılan
düzenlemelerin anılan Kanunların ışığında (amacı ve çizdiği sınırlar
çerçevesinde) kaleme alınmasıyla mümkündür. Diğer bir deyişle eldeki dava
konusunun içeriği, nitelikli öğretmenler marifetiyle Atatürk ilkeleri ışığında
eğitimin modernleşmesine hizmet eden Tevhidi Tedrisat Kanunu’ndan arı
düşünülemez. Eldeki dava konusu gibi nihayetinde eğitim alanına sirayet eden
düzenlemeler, Anayasa’ya uygun olduğu ölçüde; Tevhidi Tedrisat Kanunu, anayasal
güvenceye sahip olacaktır. Açıklandığı üzere eldeki dava konusunun Anayasa’ya
aykırılığı, anılan İnkılâp Kanunu’nun Anayasal güvenceden yoksun bırakılmasına
neden olduğundan; iptali talep edilen ibare, Anayasa’nın 174’üncü maddesine de
aykırıdır.
ı) Uluslararası andlaşmaların iç hukuka etkisi bakımından:
Anayasa’nın 90’ıncı maddesine göre temel hak ve özgürlüklere ilişkin usulüne
göre yürürlüğe konmuş uluslararası anlaşmalar, (kanunlara nazaran hakkı
koruyucu, kullanımını genişletici hükümler barındırması kaydıyla) normlar
hiyerarşisinde kanunun üstündedir. İptali talep edilen ibare, eğitim hakkına
ilişkin İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 26’ncı; Ekonomik, Sosyal ve
Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 13’üncü[32];
Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 28 ve 29’uncu[33];
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Ek 1 No’lu Protokolü’nün 2’nci[34]
maddelerini ve çalışma hakkına ilişkin İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 23’üncü;
(Gözden Geçirilmiş) Avrupa Sosyal Şartı’nın 1’inci maddeleri Türkiye
Cumhuriyeti’nin taraf olduğu ILO Sözleşmelerini[35]
ve kişisel verilerin korunması hakkına ilişkin; (İnsan
Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 12’nci; Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8’inci maddelerini ihlal
ettiğinden Anayasa’nın 90’ıncı maddesine de aykırıdır.
Tüm bu nedenlerle, 7354 sayılı Kanun’un 5’inci maddesinin
birinci fıkrasında yer alan “7/4/2021 tarihli ve 7315 sayılı Güvenlik
Soruşturması ve Arşiv Araştırması Kanununa göre güvenlik soruşturması ve arşiv
araştırması yapılmış olma” ibaresi, Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 2, 5, 6, 7, 10, 13,
17, 20, 42, 48, 49, 58, 70, 90, 123, 128, 153 ve 174’üncü maddelerine
aykırıdır; anılan ibarenin iptali gerekir.
4 03.02.2022
tarihli ve 7354 sayılı Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun 5’inci
maddesinin birinci fıkrasında yer alan “ve/veya” ile “sınavlarda”
ibarelerinin Anayasa’ya aykırılığı
7354 sayılı Kanun’un 5’inci maddesinin birinci fıkrasında aday
öğretmenliğe atanabilmek için gerekli olan tahdidi şartlar, “657 sayılı Devlet
Memurları Kanunu’nun 48’inci maddesinde sayılan Devlet memurluğuna
alınacaklarda aranacak genel ve özel şartları sağlama; yönetmelikle belirlenen
yükseköğretim kurumlarından mezun olma; 7315 sayılı Güvenlik Soruşturması ve
Arşiv Araştırması Kanununa göre güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması
yapılmış olma; Milli Eğitim Bakanlığınca ve/veya Ölçme, Seçme ve Yerleştirme
Merkezi Başkanlığı tarafından yapılacak sınavlarda başarılı olma” şeklinde
sıralanmıştır. Ancak iptali talep edilen ibarelerle başarılı olunması gereken
sınavın kim tarafından yapılacağının ve nev’inin (söz gelimi sözlü veya yazılı
sınav olması, çoktan seçmeli veya açık uçlu sınav olması, içeriği, alınması
gereken başarı puanı, başarı puanı tespit edilirken esas alınacak kriter, optik
okuyucu kullanılması, sınavı değerlendirecek komisyonun oluşumu, mülakatın
kamera kaydına alınması) net bir biçimde belirlenmemesi, Anayasa’ya aykırıdır.
Öncelikle belirtmek gerekir ki; Devletin, bireyin maddi ve
manevi varlığını geliştirecek ortamın oluşturulması temelindeki pozitif
yükümlülüğünün bir tecessümü olarak (Anayasa’nın 42’nci maddesinin birinci
fıkrasında yer alan “kimse” ibaresinin delaletiyle) herkes bakımından eğitim
hakkının erişilebilir kılınması, öğretmenler marifetiyle mümkündür. O halde
öğretmenlerin statüsünün, Anayasa’nın 128’inci maddesi bağlamında “diğer
kamu görevlisi” niteliğinde olması gerekmektedir. Bu bağlamda
kanun koyucu tarafından öğretmenlerin adaylık süreci, kadro ihdası, ataması,
görevlendirilmesi, niteliği, görev ve yetkisi, aylık ve ödeneği ile diğer özlük
haklarının Anayasa’nın öngördüğü ilkeler ve özellikle de mezkûr 128’inci
madde uyarınca maddi anlamda kanunilik ilkesi dahilinde düzenlenmesi
gerekmektedir. Ne var ki, iptali istenilen ibareler, bu hususları Anayasa’nın
öngördüğü çerçevede düzenlememektedir. Bu durum, Anayasa’ya çok yönlü olarak
aykırıdır.
a) Kamu görevlilerinin özlük hakları bağlamında
kanunilik ilkesi bakımından: Anayasa’nın 128’inci maddesinin birinci fıkrası
kapsamındaki görevleri yürüten bütün personelin nitelikleri, atanmaları, görev
ve yetkileri, hakları ve yükümlülüklerinin kanunla düzenlenmesi gerekir
(Anayasa Mahkemesi’nin 22.11.2012 tarihli ve 2011/107 E.; 2012/184 K. sayılı
Kararı). Anayasa Mahkemesi’nin sıkça vurguladığı gibi kanunilik ölçütünün
sağlandığından söz edilebilmesi için kanunun şeklen var olması yeterli olmayıp
yasal kurallar keyfiliğe izin vermeyecek şekilde belirli, ulaşılabilir ve
öngörülebilir nitelikte olmalıdır. Esasen kanunun bu niteliklere sahip olması,
Anayasa’nın 2’nci maddesinde güvenceye bağlanan hukuk devleti ilkesinin de bir
gereğidir. Dolayısıyla Anayasa’nın 128’inci maddesinde yer verilen kanunilik
ölçütü, Anayasa’nın 2’nci maddesinde güvence altına alınan hukuk devleti ilkesi
ışığında yorumlanmalıdır (aynı yöndeki değerlendirme için bkz. AYM, E.2018/88,
K.2020/24, 11/6/2020 §§ 13, 14) (Anayasa Mahkemesi’nin, 22.10.2020 tarihli ve
2020/1 E.; 2020/563 K. sayılı Kararı, § 41). İhtilaflı kural, Anayasa’nın
128’inci maddesinin 2’nci fıkrasına aykırı şekilde, başarılı
olunması gereken sınavın kim tarafından yapılacağını ve nev’ini net bir biçimde
kanun formunda ortaya koymamış ve bu hususların belirlenmesini idarenin
düzenleyici işlemlerine bırakmıştır. Oysa bir kamu görevlisi olan öğretmen
statüsünde olmaya namzet kimselere yapılacak sınavın kim tarafından
yapılacağının ve nev’inin kanun düzeyinde belirlenmesi ve idarenin keyfi işlem
ve eylemlerine terk edilmemesi gerekirdi. İptal istenen ibareler, bu nedenle
Anayasa’nın 128’inci maddesine aykırıdır (bu açıdan ayrıca bkz. aşağıda “c” alt
başlığı).
b) Hukuk devleti ilkesi bakımından: Hukuk devleti, bütün işlem
ve eylemlerinin hukuk kurallarına uygunluğunu başlıca geçerlik koşulu sayan,
her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurmayı amaçlayan ve bunu geliştirerek
sürdüren, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa’ya aykırı durum
ve tutumlardan kaçınan, insan haklarına saygı duyarak bu hak ve özgürlükleri
koruyup güçlendiren, Anayasa’ya ve hukuk kurallarına bağlılığa özen gösteren,
yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde yasa koyucunun da uymak zorunda
olduğu temel hukuk ilkeleri ile Anayasa’nın bulunduğu bilinci olan devlettir
(Anayasa Mahkemesi’nin 02.06.2009 tarihli ve 2004/10 E.; 2009/68 K. sayılı
Kararı). Hukuk devletinin önkoşullarından olan hukuki
güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, hukuki belirlilik
ilkesi de kanun hükümlerinin şüpheye yer vermeyecek şekilde açık, net,
anlaşılabilir olmasını ve ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı
koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (bkz. AYM 9.2.2017, 2016/143 E.–
2017/23 K. par. 13; RG. 12.4.2017-30036) (Anayasa Mahkemesi’nin
04.05.2017 tarihli ve 2015/41 E.; 2017/98 K. sayılı Kararı). Başka bir deyişle,
hukuk devleti ilkesi gereğince, idareye işlem tesis ederken ve eylemde bulunurken
veya görevlerini yerine getirirken belirli ölçüde hareket serbestliği sağlayan
takdir yetkisinin kullanımı mutlak, sınırsız, keyfi biçimde gerçekleşemez;
idarenin takdir yetkisinin sınırları, keyfi işlem ve eylemleri önlemek amacıyla
kanunla çizilmelidir. Anayasa’nın 128. maddesi uyarınca kanun düzeyinde
tanımlanması gereken hususları idarenin düzenleyici işlemlerine tevdi eden,
maddi anlamda bir kanunda bulunması gereken öngörülebilirlik niteliğini
içermeyip, yukarıda tanımlandığı anlamda hukuki güvenlik ve belirlilik
ilkelerinin gereklerini yerine getirmeyen ihtilaflı ibareler, Anayasa’nın 2’nci
maddesine aykırıdır (bu açıdan ayrıca bkz. aşağıda “c” alt başlığı).
c) İdarenin kanuniliği ilkesi bakımından: Anayasa’nın 123’üncü
maddesinde yer alan idarenin kanuniliği ilkesinin iki boyutu bulunmaktadır. İlk
boyutu, idarenin secundum legem özelliğidir (kanuna dayanma ilkesidir). Bu
ilkeye göre idarenin düzenleme yetkisi kanundan kaynaklanır. İkinci boyutu,
idarenin intra legem özelliğidir (kanuna aykırı olmama ilkesidir). Bu ilkeye
göre idarenin işlem ve eylemleri kanunun çizdiği sınırlar içinde kalmalıdır.
Bu nedenle aday öğretmen atanabilmek için başarılı
olunması gereken sınavın kim tarafından yapılacağının ve nev’inin; Anayasa’nın
128’inci maddesinde hüküm altına alınan ve hukuk devletinin temel taşı olan
maddi anlamdaki kanunilik kıstasının gereklerini karşılaması ve kanuna
dayanması ile kanuna aykırı olmaması için; genel çerçevesinin keyfi uygulamaya
yer vermeyecek açıklıkta kanun düzeyinde çizilmesi gerekmektedir. Ancak kanun
koyucu; sınavın kim tarafından yapılacağına ilişkin –Anayasal ilkelerin aksine-
birçok seçenek (söz gelimi sadece Milli Eğitim Bakanlığı tarafından, sadece
Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığı tarafından, hem Milli Eğitim
Bakanlığı hem de Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığı tarafından)
ortaya koymuş; öte yandan sınavın nev’i ve içeriği hakkında tamamen sessiz
kalmış, bu hususları idarenin düzenleyici işleminin konusu yapmıştır.
Halbuki Anayasa Mahkemesi’nin de belirttiği üzere sözlü sınav
ile yazılı sınav nitelik itibarıyla birbirinden farklı ölçme araçlarıdır: “Dava
konusu kuralda düzenlenen sözlü sınav, bir kişinin davranış ve düşünceleri
üstüne bilgi edinmek amacıyla sorulu cevaplı görüşme yapılarak ilgilinin
muhakeme gücünü, bir konuyu kavrayıp özetleme ve ifade yeteneğini, genel
görünümünü, davranış ve tepkilerinin mesleğe uygunluğunu ve liyakatini, yetenek
ve kültürünü, bilimsel ve teknolojik gelişmelere açıklığını puan vermek
suretiyle değerlendirme yöntemidir. Yazılı yarışma sınavında ilgililerin genel
yetenek ve genel kültür seviyeleri ile alan bilgisi düzeyleri ölçüldüğünden
sözlü sınavda anılan bilgilerin yeniden ölçülmesi yerine dava konusu kuralda
belirtilen hususlarda değerlendirmeye tabi tutulması, mülakatın yapılış amacına
uygunluk taşımaktadır.” (Anayasa Mahkemesi’nin 04.12.2014 tarihli ve
2014/99 E.; 2014/181 K. sayılı Kararı). Bu nedenle kanun koyucunun takdir
yetkisini kullanırken tercihini hangi tür yönünden (veya her iki tür yönünden)
yaptığını açıkça ortaya koyması gerekmektedir.
Buna ilave olarak, “Kamu kurum
ve kuruluşlarının kadrolarının ihdası başka bir deyişle kadro usulüne ilişkin
düzenlemeler, idarenin teşkilat yapısı ile ilgili olup idarenin kuruluş ve
görevlerinin belirlenmesinin bir parçasını oluşturmaktadır. Anayasa
Mahkemesinin bir kararında konuyla ilgili olarak, “Bir kurumun kuruluşu deyince
her şeyden önce o kurumu yürütecek personele ait kadrolar hatıra gelir. Zira
kurumun temelinden çatısına kadar bütün örgütünün bu kadrolar teşkil eder.
Personel kadroları mevcut olmayan bir kurum, henüz kuruluş haline geçmemiş
demektir. Şu halde bir kurumu çalışır hale getirecek olan Personel
kadrolarının, en küçüğünden en büyüğüne kadar, bütününü kuruluştan ayrı
düşünmeğe imkân yoktur.” denilmektedir (AYM E. 1965/32, K. 1966/3, 4/2/1966)”
(Anayasa Mahkemesi’nin 11.06.2020 tarihli ve 2018/119 E.; 2020/25 K. sayılı
Kararı, § 18). Ancak iptali talep edilen ibarelerin yer aldığı fıkra hükmünde;
kadro ihdası gibi özlük işleri kapsamında değerlendirilen sınav
yapmaya yetkili merciin ve sınavın nev’inin genel çerçevesi; hukuki işlem
olarak kanun ile açıkça ortaya konulmamıştır.
Öte yandan 13.08.2005 tarihli ve 25905 sayılı
Resmi Gazete’de yayımlanan Öğretmenlik Kariyer Basamaklarında Yükseltme
Yönetmeliği hakkında Danıştay 2’nci Dairesi tarafından verilen kararlarda;
“Lisans mezunu olmayan öğretmenlerin öğretmenlik kariyer
basamaklarında yükselme imkanını ortadan kaldıran, Kanunda öngörülmeyen,
eşitlik ve genellik ilkeleriyle hakkaniyete aykırı olarak dava konusu
Yönetmeliğin 8. maddesiyle öğretmenlik kariyer basamaklarında yükselme sınavına
başvurularda “lisans mezunu” olma koşulu getiren düzenlemede hukuka uyarlık
görülmemiştir (Danıştay 2. Dairesi’nin 05.03.2008 tarihli ve 2005/2477 E.;
2008/1049 K. sayılı Kararı).”
“Öğretmenlik Kariyer Basamaklarında Yükselme Yönetmeliğinin 28.
maddesinin 1. fıkrasında hizmet içi eğitim etkinliklerinin kapsamı bu çerçevede
belirlenmiş ve 2. fıkranın (a) ve (b) bentlerinde de yurtdışı ve yurtiçi hizmet
içi eğitim etkinliklerinin değerlendirme esasları bu kapsamda düzenlenmiş
olmasına karşın, 2. fıkranın (c) bendinde yer alan diğer kamu kurum ve
kuruluşları, özel sektör ve sivil toplum örgütlerince düzenlenen hizmet içi
eğitim faaliyetlerinin de değerlendirmeye alınacağı yolundaki düzenleme ile
Milli Eğitim Bakanlığınca yapılması gereken bu etkinliklerin kapsamı
genişletilmiş ve bu konuda mevcut düzenlemeye aykırı olarak Bakanlık tarafından
uygun bulunma koşuluna bağlanmakla birlikte takdir yetkisi aşılmak suretiyle
başka kurumlara da yetki verilmiş olması ve gerek Milli Eğitim Temel Kanununda
öğretmenlerin mesleki olarak gelişimlerinin amaçlanmış olması, gerekse 5204
sayılı Yasa ile öngörülen kariyer basamaklarında yükselmede alanında ya da
eğitim bilimleri alanında yetişmiş olmanın esas alınmasına karşın, hizmet içi
eğitimin kapsamına yönelik bir ölçüt de bulunmaması nedeniyle Yönetmeliğin 28.
maddesinin 2. fıkrasının (c) bendinde mevzuata ve 5204 sayılı Yasanın amacına
uyarlık görülmemiştir.
Davalı idare tarafından, Yönetmeliğin sadece Milli Eğitim
Bakanlığında görevli öğretmenler için değil diğer kamu kurum ve kuruluşlarında ve
Milli Eğitim Bakanlığına bağlı özel öğretim kurumlarında görev yapan
öğretmenlere de uygulanması nedeniyle başka kurumlarca düzenlenen hizmet içi
eğitim etkinliklerine katılımın engellenemeyeceği, ayrıca Bakanlıkça uygun
bulunan bu etkinliklere katılarak öğretmenlerin kendilerini mesleki ve diğer
alanlarda geliştirmesinin bir sakıncası olmadığı öne sürülmekte ise de, Milli
Eğitim Bakanlığı Merkez ve taşra teşkilatında görevli personelin hizmet içi
eğitimi konusunda sadece Bakanlığın yetkili ve görevli olduğu, bu personel için
diğer kurum ve kuruluşların eğitim etkinliği düzenleyemeyeceği açık olduğu
gibi, Milli Eğitim Bakanlığına bağlı özel öğretim kurumlarında görevli öğretmenlerin
de Bakanlıkça açılacak hizmet içi eğitim kurslarına katılacakları yolundaki düzenlemeler
karşısında ve hizmet içi eğitim etkinliklerinin sadece “ mesleki gelişime”
yönelik olabileceği nedeniyle iddialar yerinde görülmemiştir (Danıştay 2.
Dairesi’nin 05.03.2008 tarihli ve 2005/2528 E.; 2008/1050 K. sayılı Kararı).”
şeklinde hüküm kurulmuştur.
Bununla birlikte Milli Eğitim Bakanlığı
tarafından 14.08.2022 -15.03.2022 tarihleri arasında görüş ve önerilerin
iletilmesi için “Aday Öğretmenlik ve Öğretmenlik Kariyer Basamakları
Yönetmeliği Taslağı” hazırlanmıştır.[36] Bu dilekçenin yazım tarihi itibarıyla Resmi Gazete’de
yayımlanmamış ve fakat taslak olarak Bakanlığın resmi internet sitesinde halka
arz edilen yönetmelik metni dahi göstermektedir ki; normlar arasında hukuka
uygun kademelenmenin sağlanabilmesi, diğer bir deyişle normlar hiyerarşisinde
anılan yönetmeliğin 7354 sayılı Kanun’a uygun olması, yalnız bu Kanun’un temel
ilkeleri ortaya koymasıyla mümkündür. Aksi takdirde, Kanun’un genel çerçeveyi
çizmemesi, yönetmeliğin hukuka uygunluk denetiminde gözetilecek ölçü normun
(7354 sayılı Kanun’un) muğlak ibareler içermesi ve maddi anlamda kanunun asgari
ögelerini karşılamaması durumunda, yönetmelik hukuki dayanaktan yoksun
kılınacaktır.
Tüm bu nedenlerle iptali talep edilen ibareler, Anayasa’nın 2,
123 ve 128’inci maddelerine aykırıdır.
ç) Yasama yetkisinin devredilmezliği bakımından: Anayasa’nın 7’nci
maddesinde temelini bulan yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine göre
yasama yetkisi yalnız Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne aittir. Bu nedenle
idareye düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralının temel ilkeleri ortaya
koyması ve çerçeveyi çizmesi gerekir. Diğer bir deyişle idareye sınırsız ve
belirsiz bir düzenleme yetkisi bırakılamaz. Nitekim idarenin düzenle me yetkisi;
sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir yetkidir. Yasa ile yetkilendirme, Anayasa’nın
öngördüğü biçimde yasa ile düzenleme anlamını taşımamaktadır (Anayasa Mahkemesi’nin
02.05.2008 tarihli ve 2005/68 E.; 2008/102 K. sayılı Kararı). İptali talep
edilen ibarelerin yer aldığı fıkra hükmünde olduğu gibi temel ilkeleri
belirlenmeksizin ve çerçevesi çizilmeksizin; idareye sınav yapacak mercii ve
sınavın nev’ini belirleme yetkisi veren yasa hükmü, Anayasa’nın 7’nci maddesine
aykırılık oluşturur.
d) Kamu hizmetinde görevin gerekli
kıldığı nitelikler bakımından: Anayasa’nın 70’inci maddesinde yer alan ve her
Türk vatandaşına eşit şekilde tanınan kamu hizmetine girme hakkı, kamu hizmeti
icra edecek personellerin istihdamının liyakata dayalı bir sistem içerisinde
gerçekleşmesini sağlar. Anayasa; ödevle nitelik arasında sıkı bir ilişki
bulunduğunu, bunun dışında hizmete alınmada hiçbir nedenin gözetilemeyeceğini,
daha açık bir anlatımla ayrımın yalnızca ödev-nitelik ilişkisi yönünden
yapılması gerektiğini buyurmaktadır. O halde ödevle, onun gerektirdiği niteliği
birbirinden ayrı düşünmeye olanak yoktur. Buna göre, o nitelikler görevlilerde
bulunmadıkça o ödev yerine getirilemeyecek ya da ödev, görevin gerekleri
doğrultusunda yerine getirilmemiş olacak demektir. Kamu hizmetlerinin
özellikleri olduğu ve bu hizmetleri gören idare ajanlarının da özel statülere
bağlı bulunduğu bilinen bir gerçektir. Memurlarda yasalarca aranan nitelikler
ve onlar hakkında yasalarda öngörülen kısıtlamalar, kamu hizmetinin etkin ve esenlikli
bir biçimde yürütülmesi amacına yöneliktir (Anayasa Mahkemesi’nin 09.10.1979 tarihli
ve 1979/19 E.; 1979/39 K. sayılı Kararı).
Anayasa’nın 128’inci maddesinde temelini
bulan ve hukuk devletinin ana halkasını oluşturan kanunilik ilkesi ışığında, Anayasa’nın
70’inci maddesi ele alındığında görüleceği üzere; kamu hizmetine girme hakkının
temel bir hak olarak etkililiği, maddenin “Hizmete alınmada, görevin
gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez” şeklindeki ikinci
fıkrasında yer alan “görevin” ibaresinin; kamu hizmeti görülürken ifa edilecek
görevin (ve niteliğinin varlığının tespiti için yapılacak sınavın), (bir
kimsenin bu kadroya uygun olduğunun objektif kriterlere göre tespitinin
yapılabilmesi amacıyla) kanun düzeyinde açıklanmasını gerektirir. Aksi bir
tutum, bir başka deyişle kamu hizmeti görülürken ifa edilecek görevin
niteliklerinin varlığını tespit edecek araç olan sınavın kim tarafından
yapılacağını ve nev’ini belirleme yetkisini idarenin keyfi uygulamalarına,
kayırmacılığa neden olabilecek takdir yetkisine bırakmak; Anayasal amacın (kamu
hizmeti icra edecek personelin istihdamının liyakate dayalı bir sistem
içerisinde gerçekleşmesini sağlamak) bertaraf edilmesine neden olacak, anılan
hakkın istekli kimseler bakımından eşit düzeyde güvence altına alınmasına engel
oluşturacaktır. Diğer bir deyişle, aday öğretmenliğe atanabilmek için başarılı
olunması gereken sınavın kim tarafından yapılacağının ve nev’inin liyakat
esasının gereklerini karşılayacak açıklıkta olması ve vatandaşların eşit
şekilde kamu hizmetine girme haklarının idarenin keyfî işlemler tesis etme
ihtimaline karşı kanun seviyesinde korunması gerekmektedir. Bu nedenle anılan
gereklilikleri karşılamayan ihtilaflı ibareler, Anayasa’nın 70’inci maddesine
de aykırıdır.
Nitekim Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa’nın
70’inci maddesi ile ilişkilendirerek verdiği bir iptal kararının müteallik
bölümü:
“1- KHK’nin 37. Maddesinin (2), (3) ve (4) Numaralı Fıkraları
KHK’nin 37. maddesinde, Gümrük ve Ticaret Uzmanlığı ve Uzman Yardımcılığı
kadroları kurulmuş ve bu kadrolarda görev yapacak kişilerin atanma usul ve
esasları düzenlenmiştir. Anılan maddenin (2) numaralı fıkrasında, Gümrük ve
Ticaret Uzman Yardımcılığına atanmanın koşulları; (3) numaralı fıkrasında,
Gümrük ve Ticaret Uzmanlığına atanmanın koşulları ile bu koşulları yerine
getiremeyen Uzman Yardımcılarının bu unvanlarını kaybedecekleri ve Bakanlıkta
durumlarına uygun kadrolara atanacakları; (4) numaralı fıkrasında ise Gümrük ve
Ticaret Uzmanı ile Uzman Yardımcılarının mesleğe alınmaları, yetiştirilmeleri,
yarışma sınavı, tez hazırlama ve yeterlik sınavı ile diğer hususların
yönetmelikle düzenleneceği kurala bağlanmıştır.
Anayasa’nın 91. maddesinin birinci fıkrasında “Sıkıyönetim ve
olağanüstü haller saklı kalmak üzere, Anayasanın ikinci kısmının birinci ve
ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile
dördüncü bölümde yer alan siyasî haklar ve ödevler...”in kanun hükmünde
kararnamelerle düzenlenemeyeceği belirtilmiştir. Öte yandan, Anayasa’nın “Kamu
hizmetlerine girme hakkı” başlıklı 70. maddesinin birinci fıkrasında, her Türk’ün,
kamu hizmetlerine girme hakkına sahip olduğu belirtildikten sonra ikinci
fıkrasında hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir
ayırım gözetilemeyeceği kurala bağlanmıştır. Buna göre, Anayasa’nın “Siyasi
Haklar ve Ödevler” başlıklı dördüncü bölümünde yer alan ve 70. maddesinde
korunan kamu hizmetlerine girme hakkına ilişkin olarak kanun hükmünde kararname
ile düzenleme yapılması mümkün değildir.
Gümrük ve Ticaret Uzmanlığı ve Uzman Yardımcılığı kadrolarına
giriş koşullarının belirlenmesi, Anayasa’nın 70. maddesine göre kamu hizmetine
girme hakkına ilişkin olduğundan, bu hususu düzenleyen KHK’nin 37. maddesinin
(2), (3) ve (4) numaralı fıkraları, Anayasa’nın 91. maddesinin birinci
fıkrasına aykırıdır. İptalleri gerekir.”
şeklindedir (Anayasa Mahkemesi’nin 08.11.2012 tarihli ve 2011/87
E.; 2012/176 K. sayılı Kararı).
Buna ilave olarak “Aday
öğretmenler esasen mesleğe başlamış olup, kurala göre, performans
değerlendirmelerine göre de başarılı bulunmak şartıyla sınava alınacaktır.
Ancak yapılacak sözlü sınavların büyük ölçüde nesnellikten uzak, sübjektif
değerlendirmelere ve hatta inanç, düşünce ve etnik köken temelinde ayrımcılığa
açık bir nitelikte düzenlendiği anlaşılmaktadır. Başka bir ifadeyle esasen
memuriyete girmeye hak kazanmış adayların yeni ve keyfiliğe açık bir elemeden
geçirilerek, idarece beğenilmeyen bazılarının meslekten uzaklaştırılmaları söz
konusu olabilecektir. Kural, bu nedenle Anayasa’nın 70. maddesine aykırıdır.”
(Anayasa Mahkemesi’nin 04.12.2014 tarihli ve 2014/99 E.; 2014/181 K. sayılı
Kararına karşı Üye Osman Alifeyyaz Paksüt tarafından kaleme alınan karşıoy
yazısı).
e) Kuvvetler ayrılığı ilkesi, hiçbir kimsenin
veya organın Anayasa’dan kaynaklanmayan bir yetkiyi kullanamaması ve Anayasa
Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı bakımından: Anayasa Mahkemesi kararlarında
Anayasa’nın 153’üncü maddesinde belirtilen bağlayıcılık ilkesine aykırılıktan
söz edilebilmesi için iptal edilen kuralla dava konusu yeni düzenlemenin içerik
ve kapsam bakımından aynı ya da benzeri olması gerektiği belirtilmektedir (Anayasa
Mahkemesi’nin 12.11.1991 tarihli ve 1991/7 E.: 1991/43 K. sayılı Kararı).
Anayasa Mahkemesi, eldeki dava konusuyla benzer bir hüküm ihtiva eden düzenleme
hakkında verdiği bir iptal kararında “… Buna
göre, (Telekomünikasyon) Kurum’da
çalışan memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev
ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ile diğer özlük
işlerinin yasayla düzenlenmesi gerekirken, buna ilişkin düzenlemelerin Bakanlar
Kurulu’na bırakılması, Anayasa’nın 128’inci maddesine aykırıdır. Bu nedenle
kuralın iptali gerekir…” şeklinde gerekçe kaleme almıştır (Anayasa Mahkemesi’nin
12.12.2007 tarihli ve 2002/35 ve 2002/95 sayılı Kararı).
Yine Anayasa Mahkemesi’nin 01.02.2018 tarihli ve 7070 sayılı
Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanunla 636
sayılı KHK’ye eklenen ve sözleşmeli sağlık personeli istihdamında yapılacak “sözlü
sınav ve yerleştirmeye ilişkin usul ve esasların Sağlık Bakanlığınca
belirleneceğine” ilişkin 45/A maddesinin (2) numaralı fıkrasının son cümlesiyle
ilgili olarak verdiği kararında da; bu durum, hüküm altına alınmıştır. Anılan
kararın ilgili bölümü: “Kamu görevlisi statüsünde olan sözleşmeli sağlık
personelinin sözlü sınavla mesleğe alınması kanun koyucunun takdir yetkisinde
olmakla birlikte bu personelin sözlü sınavla mesleğe alınmasına ve
yerleştirilmesine ilişkin temel ilkelerin Anayasa’nın 128. maddesi uyarınca
kanunla düzenlenmesi ve bu bağlamda Anayasa’nın 7. maddesi uyarınca yasama yetkisinin
idareye devredilmemesi gerekir ... Kuralın ikinci cümlesinde sözlü sınav ve
yerleştirmeye ilişkin usul ve esasların Bakanlıkça belirleneceği öngörülmüştür.
Kanun’da sözlü sınavda hangi ölçütlerin gözetileceği hususlarına yer
verilmediği gibi sınavı kazanan adayların yerleştirilmesinde uygulanacak
esaslara ilişkin herhangi bir düzenleme de yapılmamıştır. Diğer bir ifadeyle
Kanun’da sözlü sınav ve sınav sonrası yerleştirmeye ilişkin temel ilkeler
belirlenmemiş ve kuralın ikinci cümlesiyle bu hususların düzenlenmesi
yönetmeliğe bırakılmıştır ... Bakanlıkta istihdam edilecek sözleşmeli
personelin sözlü sınavla mesleğe alımına ve yerleştirilmelerine ilişkin temel
ilkelerin kanunda belirlenmeksizin yönetmelikle düzenlenmesine imkan tanınması
kamu görevlilerinin statülerinin kanunla düzenlenmesine ve yasama yetkisinin
devredilmezliğine ilişkin anayasal ilkelerle bağdaşmamaktadır.” şeklindedir. Anayasa
Mahkemesi, iptal davasına konu düzenlemeyi, Anayasa’nın 7 ve 128’inci
maddelerine aykırılığı nedeniyle iptal etmiştir (Anayasa Mahkemesi’nin
24.07.2019 tarihli ve 2018/73 E.; 2019/65 K. sayılı Kararı, § 199-201).
Anayasa Mahkemesi’nin verdiği iptal kararı karşısında; kanun
koyucunun Anayasa’nın 7 ve 128’inci maddelerine -benzer sakatlıktan muzdarip
olması hasebiyle- aykırı olan iptali talep edilen ibareleri kanunlaştırması,
Anayasa’nın 153’üncü maddesini ihlal ettiği gibi, hiçbir kimse ve organın
kaynağını Anayasa’dan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağını öngören 6’ncı
maddesine ve Anayasa’nın Başlangıç bölümünde yer alan kuvvetler ayrılığı
ilkesine de halel getirmektedir.
f) Eşitlik ilkesi bakımından: Ayrıca iptali talep edilen
ibarelerin idareye verdiği sınırsız takdir yetkisi, aynı şartları ve
nitelikleri sağlayan adaylar arasında idare tarafından kayırma/ayrımcılık
yapılmasına neden olabileceğinden; anılan ibareler, Anayasa’nın 10’uncu
maddesinde yer alan eşitlik ilkesine de aykırıdır. İhtilaflı kural, aynı
şekilde, kamu hizmetine (öğretmenliğe) girişte yapılacak sınava ilişkin
objektif esas ve usulleri öngörmemesi sebebiyle de, yine eşitlik ilkesini ihlal
etmektedir. Zira eşitlik ilkesinin ihlal edilip edilmediği hususunun tespiti,
münferit olayda benzer kişi kategorileri arasında gerçekleştirilen ayrıma
ilişkin bir “haklı neden”in var olup olmadığına göre yapılır. Ne var ki, iptali
talep edilen ibarelerin idareye verdiği keyfi uygulamalara sebep olabilecek
sınırsız takdir yetkisi, idare tarafından aynı şartlara ve niteliklere sahip
adaylardan birinin mesleğe kabul edilip diğerinin edilmemesine ilişkin haklı
nedeni somutlaştırmaya elverişli değildir. Başka bir
anlatımla, aday öğretmenliğe atanabilmek için gerekli nitelikleri ölçmeyi
sağlayacak sınavın kim tarafından yapılacağının ve nev’inin idareye
bırakılması, görevin / mesleğin gerektirdiği nitelikler bakımından aynı durumda
olan kişi kategorileri arasında haklı nedene dayanmayan ve keyfî muamele
farklılıklarına yol açacaktır. Bu nedenle anılan ibareler, Anayasa’nın 10’uncu
maddesine aykırıdır.
g) Çalışma hürriyeti ve çalışma hakkı ile temel hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılmasının sınırları bakımından: Anayasa Mahkemesi’nin
belirttiği üzere “Anayasa’nın “Çalışma ve
Sözleşme Hürriyeti” başlıklı 48. maddesinde, “Herkes, dilediği alanda çalışma
ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir.” denilmek
suretiyle çalışma özgürlüğü güvenceye bağlanmıştır. Çalışma özgürlüğü, kişinin
çalışıp çalışmama, çalışacağı işi seçme ve çalıştığı işten ayrılma özgürlüğünü
korur. Çalışma özgürlüğü ücretli olarak bağımlı çalışma hakkını olduğu kadar,
iktisadi-ticari faaliyet yapma hakkını da içerir.” (Anayasa Mahkemesi’nin
13.11.2014 tarihli ve 2013/95 E.: 2014/176 K. sayılı Kararı).
Öte yandan 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nun “Özlük
Hakları ve sorumluluklar” başlıklı 9’uncu maddesinin birinci fıkrası “Kurumlarda
çalışan yönetici, öğretmen, uzman öğretici ve usta öğreticiler ile kurucu veya
kurucu temsilcisi arasında yapılacak iş sözleşmesi, en az bir takvim yılı
süreli olmak üzere yönetmelikle belirtilen esaslara göre yazılı olarak yapılır.
Mazeretleri nedeniyle kurumdan ayrılan öğretmen ve öğreticilerin yerine
alınacak olanlar ile devredilen kurumların yönetici, öğretmen ve öğreticileri
ile bir yıldan daha az bir süre için de iş sözleşmesi yapılabilir.” şeklindedir.
Bu sözleşmenin nev’i çeşitli yargı kararlarına konu olmuş ve ihtilaf
doğurmuştur. Nihayetinde Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu, 5580 sayılı Özel
Öğretim Kurumları Kanunu’nun 9’uncu maddesinde belirtilen sözleşmenin belirli
süreli iş sözleşmesi olduğu sonucuna varmıştır. Anılan kararının gerekçesinin
eldeki dava konusu bakımından özellik arz eden müteallik bölümü:
“…2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “eğitim ve
öğrenim hakkı ve ödevi” başlıklı 42’inci maddesine göre, eğitim ve öğretim
devletin gözetim ve denetimi altında yapılacak olup, belirtilen esaslara aykırı
eğitim ve öğretim yerleri açılamaz. Ayrıca özel ilk ve orta dereceli okulların
bağlı olduğu esaslar, devlet okulları ile erişilmek istenen seviyeye uygun
olarak, kanunla düzenlenir.
Demokratik ülkelerde, eğitim politikalarını belirleme ve bu
politikaların hayata geçirilmesine yönelik kurumsal tercihlerde bulunma
konusunda kanun koyucunun geniş takdir yetkisi vardır...Anayasa’nın 42.
maddesindeki eğitim ve öğrenim hakkı, diğer haklarla birlikte, kişinin maddî ve
manevi varlığını koruyup geliştirebilmesine imkân sağlayıcı bir niteliğe
sahiptir.
Aynı madde gereğince eğitimin gözetim ve denetiminden sorumlu
olan Devletin görevi, herkesin eğitim ve öğrenim hakkından en iyi şekilde
faydalanabilmesini sağlamaktır. Eğitim öğretim alanında hizmet sunan özel
teşebbüsün faaliyet alanının düzenlenmesi de, Devletin eğitim ve öğretimin
sağlıklı ve verimli işleyişini sağlama yükümlülüğünün bir gereğidir. Diğer
temel haklar gibi, eğitim hakkının da Devlete bazı yükümlülükler yüklediği
açıktır. Devlet, herkesin eğitim ve öğrenim hakkından yararlanabilmesini
sağlamak için gerekli tedbirleri almalıdır (Anayasa Mahkemesi’nin 13.07.2015
gün ve 2014/88 E., 2015/68 K. sayılı kararı).
...Bu açıklamalar ışığında 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları
Kanunu’nun 9’uncu maddesinde belirtilen iş sözleşmesinin niteliğinin belirli
süreli iş sözleşmesi olduğu anlaşılmakla, kanunda öngörülen bu durumda 4857
sayılı İş Kanunu’nun 11 ‘inci maddesinde belirtilen objektif koşulun
gerçekleştiği kabul edilmelidir. Başka bir anlatımla kanun hükmünün sözleşmenin
belirli süreli yapılması zorunluluğunu öngördüğü durumda objektif koşulların
varlığı aranmaz. Kanun hükmü ile sözleşmenin belirli süreli yapılması gereken
hâllerde belirli süreli sözleşmenin zincirleme yapılması da sözleşmenin belirli
süreli olma niteliğini ortadan kaldırmaz.”
şeklindedir (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu’nun 23.02.2018
tarihli ve 2017/1E.; 2018/2 K. sayılı Kararı).[37]
Anılan Yargıtay kararından anlaşılacağı üzere öğretmenler,
sözleşme özgürlüğüne istinaden özel eğitim kurumlarıyla belirli süreli iş
sözleşmesi akdetmektedirler. Ancak kanun koyucu bu türden sözleşmelerin tarafı
olmayı talep eden kimseler yönünden; bu kimselerin aday olabilmesi için başarılı olunacak sınavın kim tarafından yapılacağını
ve nev’ini, (kanun düzeyinde açık, net, anlaşılabilir biçimde belirlenmek
yerine) idarenin düzenleyici işlemlerine bırakmak suretiyle; Anayasa’nın
temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasının sınırlarını düzenleyen 13’üncü
maddesinde yer alan kanunilik kaydının aksine sözleşmenin tarafı olabilme
özgürlüğünü kısıtlamaktadır. Diğer bir deyişle kanun koyucu, söz
konusu sınavın yapılmasına ilişkin usul ve esasları düzenlenmesini idarenin uhdesine
bırakmak suretiyle; anılan hürriyete idari işlemlerle müdahale edilmesinin
önünü açmıştır. Bu nedenle anılan ibareler, Anayasa’nın 13’üncü ve 48’inci
maddelerine aykırıdır.
Öte yandan Anayasa’nın 2 ve 5’inci maddelerinde yer alan sosyal
devlet ilkesinin bir görünümü, Anayasa’nın 49’uncu maddesinde güvencelenen
çalışma hakkıdır. Diğer bir deyişle herkese hak ve ödev olarak tanınan çalışma
hakkı, Devlete pozitif yükümlülük yüklemektedir. Devlet, herkes için uygun bir
çalışma ortamı hazırlamalıdır. Ancak iptali talep edilen ibareler, Devletin
anılan yükümlülüğünü ifa etmesine engel olacaktır. Nitekim idare, keyfi
biçimde, sınava ilişkin usul ve esasları belirleyerek; bu sınavlarda başarısız
sayılan kimselerin meslek mensubu olmasının önüne geçecektir; Devlet tarafından
onlar bakımından çalışma hakkının kullanılması için gerekli ortam,
hazırlanamayacaktır. Diğer bir deyişle kanun koyucu, söz konusu sınavın
yapılmasına ilişkin usul ve esasları düzenlenmesini idarenin uhdesine bırakmak
suretiyle; anılan hakka idari işlemlerle müdahale edilmesinin önünü açmıştır. Bu
nedenle anılan ibareler, Anayasa’nın 13’üncü ve 49’uncu maddelerine aykırıdır.
ğ) Maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme ile eğitim
hakları, eşitlik ilkesi, gençliğin korunması, temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasının sınırları bakımından:
Anayasa’nın Başlangıç bölümü gereğince her Türk vatandaşı, bu
Anayasa’daki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince
yararlanarak milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat
sürdürme ve maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine
doğuştan sahiptir. Öte yandan Devletin Anayasa’nın 5’inci maddesinde sayılan
temel amaç ve görevleri arasında “insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi
için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak” yer almaktadır. Bununla birlikte
Anayasa’nın 17’nci maddesi uyarınca herkes, maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına sahiptir. Bireyin maddi ve manevi varlığı geliştirmesinin
yollarından biri de Anayasa’nın 42’nci maddesinde güvence altına alınan eğitim
hakkının kullanılmasıyla mümkündür. Öte yandan Anayasa’nın 58’inci maddesi
uyarınca Devlet, istiklal ve Cumhuriyetimizin emanet edildiği gençlerin müspet
ilmin ışığında, Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda ve Devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmayı amaç edinen görüşlere karşı
yetişme ve gelişmelerini sağlayıcı tedbirleri alır. Söz konusu tedbirlerden
birinin gençlere eğitim verilmesi olduğu izahtan varestedir. Nitekim 1739
sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun “Genel Amaçlar” başlıklı 2’nci maddesi:
“Türk
Milli Eğitiminin genel amacı, Türk Milletinin bütün fertlerini,
1. Atatürk inkılap ve
ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; Türk
Milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen,
koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye
çalışan, insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan
demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı
görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar
olarak yetiştirmek;
2. Beden, zihin,
ahlak, ruh ve duygu bakımlarından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş bir
kişiliğe ve karaktere, hür ve bilimsel düşünme gücüne, geniş bir dünya görüşüne
sahip, insan haklarına saygılı, kişilik ve teşebbüse değer veren, topluma karşı
sorumluluk duyan; yapıcı, yaratıcı ve verimli kişiler olarak yetiştirmek;
3. İlgi, istidat ve
kabiliyetlerini geliştirerek gerekli bilgi, beceri, davranışlar ve birlikte iş
görme alışkanlığı kazandırmak suretiyle hayata hazırlamak ve onların,
kendilerini mutlu kılacak ve toplumun mutluluğuna katkıda bulunacak bir meslek
sahibi olmalarını sağlamak;
Böylece bir yandan
Türk vatandaşlarının ve Türk toplumunun refah ve mutluluğunu artırmak; öte
yandan milli birlik ve bütünlük içinde iktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmayı
desteklemek ve hızlandırmak ve nihayet Türk Milletini çağdaş uygarlığın yapıcı,
yaratıcı, seçkin bir ortağı yapmaktır.”
şeklindedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre eğitim hakkı,
“…belirli bir zamanda mevcut eğitim kurumlarına erişim (Belçika
dil davası, § 4, syf. 31), bilgi aktarımı ve düşünsel gelişim hakkını (Campbell
ve Cosans / Birleşik Krallık, § 33) ve ayrıca alınan eğitimden yarar sağlama
olanağını, diğer bir deyişle, her bir Devlet’te geçerli kurallara uygun olarak
ve bir veya başka bir şekilde (örneğin yeterlilik yoluyla), tamamlanan eğitimin
resmi olarak tanınmasını elde etme hakkını (Belçika dil davası, §§ 3-5, syf.
30-32) kapsamaktadır. 1 No’lu Protokol’ün 2. maddesi, ilkokul eğitiminin (Sulak
/ Türkiye (k.k.)) yanında ortaokul eğitimi (Kıbrıs / Türkiye [BD], § 278), yüksekokul
eğitimi (Leyla Şahin / Tirkiye [BD], § 141; Mürsel Eren / Türkiye, § 41) ve
uzmanlık eğitimiyle de ilgilidir. Bu nedenle, 1 No’lu Protokol’ün 2. maddesinde
güvence altına alınan hakkın sahipleri, çocukların yanında yetişkinler veya
gerçekte eğitim hakkından faydalanmak isteyen herkestir (Velyo Velev /
Bulgaristan). 13. Ayrıca, Devlet, devlet okullarının yanında özel okullardan da
sorumludur (Kjeldsen, Busk Madsen ve Pedersen / Danimarka). Son olarak, Devlet’in
öğrencileri Devlet ve özel okullarda kötü muameleye maruz kalmaktan koruma
pozitif yükümlülüğü bulunmaktadır (O’Keeffe / İrlanda [BD], §§ 144-152). 1 No’lu
Protokol’ün 2. maddesinin ilk cümlesinde güvence altına alınan eğitim hakkı,
doğası gereği, Devlet tarafından kamunun ve bireylerin ihtiyaçları ve
kaynakları doğrultusunda zamana ve yere göre değişiklik gösterebilecek bir
düzenleme yapılmasını gerektirmektedir. Söz konusu düzenleme, eğitim hakkının
esasına halel getirmemeli veya Sözleşme’de güvence altına alınan diğer haklarla
çelişmemelidir. Bu nedenle, Sözleşme, kamunun genel çıkarlarını korumak ve
temel insan haklarına saygı arasında adil bir denge kurulmasına işaret
etmektedir (Belçika dil davası, § 5, syf. 32).”[38]
O halde yasama organı tarafından kanunlaştırılan bu metnin,
muhatap kılınan bireylerin eğitim hakkı gözetilerek kaleme alınması
gerekmektedir. Ancak açıklandığı üzere öğretmenlerin niteliklerini ölçecek
sınavın kim tarafından yapılacağının ve nev’inin belirlenmesinin Milli Eğitim
Bakanlığı’na ve/veya Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığı’na
bırakılması, Anayasa’nın anılan hükümlerini ihlal etmek suretiyle donanımlı
olmalarını engelleyeceğinden; öğrencilerin de nitelikli eğitimden
yararlanmasının önüne geçecek, eğitim hakkı ve dolayısıyla maddi ve manevi
varlığını geliştirme hakkı ihlal edilecektir. Olanakları sınırlı, zor
koşullardaki çocuklarımızın ücretsiz ve kaliteli bir eğitime erişmek suretiyle
yaşam becerisine sahip olmasının, kendilerini gerçekleştirmelerinin, maddi ve
manevi varlıklarını geliştirmelerinin önüne geçilecektir. Öte yandan gençlere
niteliksiz bir eğitim verilmesi, Devletin Atatürk ilke ve inkılapları
doğrultusunda ve Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü ortadan
kaldırmayı amaç edinen görüşlere karşı yetişme ve gelişmelerini sağlayıcı
tedbir alma yükümlülüğünü yerine getirememesine neden olacaktır.
Diğer taraftan Anayasa’nın 10 ve 42’nci maddeleri birlikte
değerlendirildiğinde görüleceği üzere; eğitim hakkı, eşitlik ilkesi üzerine
inşa edilmelidir. Başka bir deyişle gelir, kültür ve bölgesel kalkınma düzeyi
farklılığının yoğun seyrettiği ülkemizde Devlet, eğitimde fırsat ve olanak
eşitliğine imkan sağlamak suretiyle söz konusu pozitif yükümlülüğü tüm
vatandaşlar (ve Anayasa’nın 42’nci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “kimse”
ibaresinin delaletiyle herkes) bakımından icra edebilecektir. Ancak kanun
koyucu, eğitim ve öğretim hizmetlerini yürütmekle görevli öğretmenlerin niteliklerini
ölçecek sınavın kim tarafından yapılacağını ve nev’ini tespit etme görevini,
idarenin düzenleme alanının konusu yapmış, öğrencilerin nitelikli öğretmene
erişimi için kanun düzeyinde temel ilkeleri çizmekten imtina etmiş, dahası bu
yükümlülüğün ifası için (işbu dilekçe boyunca somut bulgularla teşhir edildiği
üzere) özensiz bir meslek kanunu çıkararak öğretmenler özelinde modern, demokratik,
laik toplumun inşasına hizmet eden bir eğitim politikası oluşturmamıştır.
Bununla birlikte kanun koyucu öğretmenlerin niteliklerini
ölçecek sınavın kim tarafından yapılacağının ve nev’inin belirlenmesini Milli Eğitim
Bakanlığı’nın ve/veya Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığı’nın
uhdesine bırakmak suretiyle; temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasının
sınırlarını düzenleyen Anayasa’nın 13’üncü maddesinde yer alan kanunilik
kaydına halel getirmiştir; demokratik toplumun gereklerine riayet etmemiştir.
Diğer bir deyişle eğitim hakkının kullanılması için gerekli olanağı ve fırsatı
sunma yükümlülüğü olan Devletin, bu yükümlülüğü tam manasıyla ifası, iyi
yetişmiş, donanımlı öğretmenlerle mümkündür. Aksi bir tutum, eğitim hakkının
kısıtlanması sonucunu doğuracaktır. Kanun koyucu da bu niteliklerin sınav
marifetiyle tespitine ilişkin usul ve esasların yürütme tarafından
düzenlenmesine cevaz vererek; hakkın kısıtlanmasının önünü açmıştır. Kaldı ki
demokratik bir toplum, eğitim hakkının herkese nitelikli bir biçimde
tanınmasını gerektirir. Tüm bu nedenlerle anılan ibareler, Anayasa’nın
Başlangıç bölümüne, 5, 10, 13, 17, 42 ve 58’inci maddelerine aykırıdır.
h) İnkılâp
Kanunlarının (“03.03.1340 tarihli ve 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu”) korunması
bakımından:
Aliefendioğlu’nun
belirttiği üzere “Anayasada sayılan inkılap yasaları T.C. Devletinin dayandığı
8 temel yasadır.”[39] Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 174’üncü
maddesiyle ilgili olarak “Maddede sayılan Devrim
Yasalarının Anayasa’nın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan
hükümlerinin Anayasa’ya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaması ve
yorumlanamamasının öngörülmesi, bu yasalara, diğerlerinden farklı anayasal bir
güvence sağlamaktadır. Ancak bu durumun onlara, Anayasa gücü ve değeri
kazandırdığı kabul edilerek, Anayasa’ya uygunluk denetimine esas alınmaları
olanaklı değildir...” şeklinde hüküm kurmuştur (Anayasa Mahkemesi’nin
16.09.2018 tarihli ve 1997/62 E.: 1998/52 K. sayılı Kararı). Elbette Anayasa
Mahkemesi tarafından belirtildiği üzere; Anayasa’nın 174’üncü maddesi, Anayasa’nın
ruhunun somutlaştığı İnkılâp Kanunlarının normatif değerini Anayasal hüküm
haline getirmeyeceği gibi Anayasa yargısında, Anayasa’ya uygunluk denetiminde
ölçü norm kılmaz, Anayasallık bloğunun kapsamında değerlendirilmesini sağlamaz.
Ancak Anayasa’nın 174’üncü maddesiyle İnkılâp Kanunlarına münhasıran tanınan
anayasal güvenceye halel getirilmemesi, ilgileri bulunduğu alanda yapılan
düzenlemelerin anılan Kanunların ışığında (amacı ve çizdiği sınırlar
çerçevesinde) kaleme alınmasıyla mümkündür. Diğer bir deyişle eldeki dava
konusunun içeriği, nitelikli öğretmenler marifetiyle Atatürk ilkeleri ışığında
eğitimin modernleşmesine hizmet eden Tevhidi Tedrisat Kanunu’ndan arı
düşünülemez. Eldeki dava konusu gibi nihayetinde eğitim alanına sirayet eden
düzenlemeler, Anayasa’ya uygun olduğu ölçüde; Tevhidi Tedrisat Kanunu, anayasal
güvenceye sahip olacaktır. Açıklandığı üzere eldeki dava konusunun Anayasa’ya
aykırılığı, anılan İnkılâp Kanunu’nun Anayasal güvenceden yoksun bırakılmasına
neden olduğundan; iptali talep edilen ibareler, Anayasa’nın 174’üncü maddesine
de aykırıdır.
i) Uluslararası andlaşmaların iç hukuka etkisi bakımından:
Anayasa’nın 90’ıncı maddesine göre temel hak ve özgürlüklere ilişkin usulüne
göre yürürlüğe konmuş uluslararası anlaşmalar, (kanunlara nazaran hakkı
koruyucu, kullanımını genişletici hükümler barındırması kaydıyla) normlar
hiyerarşisinde kanunun üstündedir. İptali talep edilen ibareler, eğitim hakkına
ilişkin İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 26’ncı; Ekonomik, Sosyal ve
Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 13’üncü[40];
Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 28 ve 29’uncu[41];
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Ek 1 No’lu Protokolü’nün 2’nci[42]
maddelerini ve çalışma hakkına ilişkin İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 23’üncü;
(Gözden Geçirilmiş) Avrupa Sosyal Şartı’nın 1’inci maddeleri; Türkiye
Cumhuriyeti’nin taraf olduğu ILO Sözleşmelerini[43]
ihlal ettiğinden Anayasa’nın 90’ıncı maddesine de aykırıdır.
Tüm bu nedenlerle, 7354 sayılı Kanun’un 5’inci
maddesinin birinci fıkrasında yer alan “ve/veya” ile “sınavlarda”
ibareleri, Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 2, 5, 6, 7, 10, 13, 17, 42, 48, 49,
58, 70, 90, 123, 128, 153 ve 174’üncü maddelerine aykırıdır; anılan ibarelerin
iptali gerekir.
5 03.02.2022
tarihli ve 7354 sayılı Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun 5’inci maddesinin ikinci
fıkrasında yer alan “zorunlu hâller dışında” ibaresinin Anayasa’ya
aykırılığı
7354 sayılı Kanun’un 5’inci maddesinin ikinci fıkrasında
öğretmenliğe adaylık süresinin bir yıldan az iki yıldan fazla olmayacağı ve bu
süre içinde zorunlu haller dışında aday öğretmenlerin görev yerlerinin
değiştirilemeyeceği hüküm altına alınmıştır. Ancak görev yeri değişikliği
yapılmasını gerektirecek zorunlu hallerin ne olduğunun kanun düzeyinde
belirlenmemesi, Anayasa’ya aykırıdır.
Öncelikle belirtmek gerekir ki; Devletin, bireyin maddi ve
manevi varlığını geliştirecek ortamın oluşturulması temelindeki pozitif
yükümlülüğünün bir tecessümü olarak (Anayasa’nın 42’nci maddesinin birinci
fıkrasında yer alan “kimse” ibaresinin delaletiyle) herkes bakımından eğitim
hakkının erişilebilir kılınması, öğretmenler marifetiyle mümkündür. O halde
öğretmenlerin statüsünün, Anayasa’nın 128’inci maddesi bağlamında “diğer
kamu görevlisi” niteliğinde olması gerekmektedir. Bu bağlamda
kanun koyucu tarafından öğretmenlerin görev yeri değişikliği, adaylık süreci, kadro
ihdası, ataması, görevlendirilmesi, niteliği, görev ve yetkisi,
aylık ve ödeneği ile diğer özlük haklarının Anayasa’nın öngördüğü
ilkeler ve özellikle de mezkûr 128’inci madde uyarınca maddi anlamda kanunilik
ilkesi dahilinde düzenlenmesi gerekmektedir. Ne var ki, iptali istenilen
ibareler, bu hususları Anayasa’nın öngördüğü çerçevede düzenlememektedir. Bu
durum, Anayasa’ya çok yönlü olarak aykırıdır.
a) Kamu görevlilerinin özlük hakları bağlamında
kanunilik ilkesi bakımından: Anayasa’nın 128’inci maddesinin birinci fıkrası
kapsamındaki görevleri yürüten bütün personelin nitelikleri, atanmaları, görev
ve yetkileri, hakları ve yükümlülüklerinin kanunla düzenlenmesi gerekir
(Anayasa Mahkemesi’nin 22.11.2012 tarihli ve 2011/107 E.; 2012/184 K. sayılı
Kararı). Anayasa Mahkemesi’nin sıkça vurguladığı gibi kanunilik ölçütünün
sağlandığından söz edilebilmesi için kanunun şeklen var olması yeterli olmayıp
yasal kurallar keyfiliğe izin vermeyecek şekilde belirli, ulaşılabilir ve
öngörülebilir nitelikte olmalıdır. Esasen kanunun bu niteliklere sahip olması,
Anayasa’nın 2’nci maddesinde güvenceye bağlanan hukuk devleti ilkesinin de bir
gereğidir. Dolayısıyla Anayasa’nın 128’inci maddesinde yer verilen kanunilik
ölçütü, Anayasa’nın 2’nci maddesinde güvence altına alınan hukuk devleti ilkesi
ışığında yorumlanmalıdır (aynı yöndeki değerlendirme için bkz. AYM, E.2018/88,
K.2020/24, 11/6/2020 §§ 13, 14) (Anayasa Mahkemesi’nin, 22.10.2020 tarihli ve
2020/1 E.; 2020/563 K. sayılı Kararı, § 41). İhtilaflı kural, Anayasa’nın
128’inci maddesinin 2’nci fıkrasına aykırı şekilde, aday öğretmenlerin adaylık
süresi içinde görev yeri değişikliği yapabilmesine cevaz veren zorunlu hallerin
içeriğinin belirlenmesini idarenin düzenleyici işlemlerine bırakmıştır. Oysa
bir kamu görevlisi olan öğretmen statüsünde olmaya namzet kimselerin özlük
işlerini ilgilendiren görev yeri değişikliğinin yapılabileceği zorunlu hallerin
kanun düzeyinde belirlenmesi ve idarenin keyfi işlem ve eylemlerine terk
edilmemesi gerekirdi. İptal istenen ibare, bu nedenle Anayasa’nın 128’inci
maddesine aykırıdır (bu açıdan ayrıca bkz. aşağıda “c” alt başlığı).
b) Hukuk devleti ilkesi bakımından: Hukuk devleti, bütün işlem
ve eylemlerinin hukuk kurallarına uygunluğunu başlıca geçerlik koşulu sayan,
her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurmayı amaçlayan ve bunu geliştirerek
sürdüren, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa’ya aykırı durum
ve tutumlardan kaçınan, insan haklarına saygı duyarak bu hak ve özgürlükleri
koruyup güçlendiren, Anayasa’ya ve hukuk kurallarına bağlılığa özen gösteren,
yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde yasa koyucunun da uymak zorunda
olduğu temel hukuk ilkeleri ile Anayasa’nın bulunduğu bilinci olan devlettir
(Anayasa Mahkemesi’nin 02.06.2009 tarihli ve 2004/10 E.; 2009/68 K. sayılı
Kararı). Hukuk devletinin önkoşullarından olan hukuki
güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, hukuki belirlilik
ilkesi de kanun hükümlerinin şüpheye yer vermeyecek şekilde açık, net,
anlaşılabilir olmasını ve ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı
koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (bkz. AYM 9.2.2017, 2016/143 E.–
2017/23 K. par. 13; RG. 12.4.2017-30036) (Anayasa Mahkemesi’nin
04.05.2017 tarihli ve 2015/41 E.; 2017/98 K. sayılı Kararı). Başka bir deyişle,
hukuk devleti ilkesi gereğince, idareye işlem tesis ederken ve eylemde bulunurken
veya görevlerini yerine getirirken belirli ölçüde hareket serbestliği sağlayan
takdir yetkisinin kullanımı mutlak, sınırsız, keyfi biçimde gerçekleşemez;
idarenin takdir yetkisinin sınırları, keyfi işlem ve eylemleri önlemek amacıyla
kanunla çizilmelidir. Kanun düzeyinde tanımlanması gereken zorunlu hallerin
idarenin düzenleyici işlemlerine tevdi eden ve yukarıda tanımlandığı anlamda
hukuki güvenlik ve belirlilik ilkelerinin gereklerini yerine getirmeyen
ihtilaflı kural, Anayasa’nın 2’nci maddesine aykırıdır (bu açıdan ayrıca bkz.
aşağıda “c” alt başlığı).
c) İdarenin kanuniliği ilkesi bakımından: Anayasa’nın 123’üncü
maddesinde yer alan idarenin kanuniliği ilkesinin iki boyutu bulunmaktadır. İlk
boyutu, idarenin secundum legem özelliğidir (kanuna dayanma ilkesidir). Bu
ilkeye göre idarenin düzenleme yetkisi kanundan kaynaklanır. İkinci boyutu,
idarenin intra legem özelliğidir (kanuna aykırı olmama ilkesidir). Bu ilkeye
göre idarenin işlem ve eylemleri kanunun çizdiği sınırlar içinde kalmalıdır.
Bu nedenle aday öğretmenlerin adaylık süresi içinde görev yeri
değişikliği yapmalarına imkan veren zorunlu hallerin; Anayasa’nın 128’inci
maddesinde hüküm altına alınan ve hukuk devletinin temel taşı olan maddi
anlamdaki kanunilik kıstasının gereklerini karşılaması ve kanuna dayanması ile
kanuna aykırı olmaması için; genel çerçevesinin keyfi uygulamaya yer vermeyecek
açıklıkta kanun düzeyinde çizilmesi gerekmektedir. Ancak kanun koyucu;
–Anayasal ilkelerin aksine- zorunlu hallerin içeriği, (söz gelimi can
güvenliği ve sağlık mazereti, bakmakla yükümlü oldukları ana, baba ve
çocuklarının ölümü halinde cenaze işlemleri, eşin doğum yapması, eşinin görev
yeri değişikliği/aile birliği, savaş, sıkıyönetim, afet ve diğer olağanüstü
hallerde yeri değişikliği) hakkında tamamen sessiz kalmış, bu hallerin düzenlenmesini
idarenin (Bakanlığın) uhdesine bırakmıştır.
Buna ilave olarak, “Kamu kurum
ve kuruluşlarının kadrolarının ihdası başka bir deyişle kadro usulüne ilişkin
düzenlemeler, idarenin teşkilat yapısı ile ilgili olup idarenin kuruluş ve
görevlerinin belirlenmesinin bir parçasını oluşturmaktadır. Anayasa
Mahkemesinin bir kararında konuyla ilgili olarak, “Bir kurumun kuruluşu deyince
her şeyden önce o kurumu yürütecek personele ait kadrolar hatıra gelir. Zira
kurumun temelinden çatısına kadar bütün örgütünün bu kadrolar teşkil eder.
Personel kadroları mevcut olmayan bir kurum, henüz kuruluş haline geçmemiş
demektir. Şu halde bir kurumu çalışır hale getirecek olan Personel
kadrolarının, en küçüğünden en büyüğüne kadar, bütününü kuruluştan ayrı
düşünmeğe imkân yoktur.” denilmektedir (AYM E. 1965/32, K. 1966/3, 4/2/1966)”
(Anayasa Mahkemesi’nin 11.06.2020 tarihli ve 2018/119 E.; 2020/25 K. sayılı
Kararı, § 18). Ancak iptali talep edilen ibarelerin yer aldığı fıkra hükmünde;
kadro ihdası gibi özlük işleri kapsamında değerlendirilen görev
yeri değişikliğine ilişkin usul ve esasların genel çerçevesi; hukuki işlem
olarak kanun ile açıkça ortaya konulmamıştır.
Öte yandan 13.08.2005 tarihli ve 25905 sayılı
Resmi Gazete’de yayımlanan Öğretmenlik Kariyer Basamaklarında Yükseltme
Yönetmeliği hakkında Danıştay 2’nci Dairesi tarafından verilen kararlarda;
“Lisans mezunu olmayan öğretmenlerin öğretmenlik kariyer
basamaklarında yükselme imkanını ortadan kaldıran, Kanunda öngörülmeyen,
eşitlik ve genellik ilkeleriyle hakkaniyete aykırı olarak dava konusu
Yönetmeliğin 8. maddesiyle öğretmenlik kariyer basamaklarında yükselme sınavına
başvurularda “lisans mezunu” olma koşulu getiren düzenlemede hukuka uyarlık
görülmemiştir (Danıştay 2. Dairesi’nin 05.03.2008 tarihli ve 2005/2477 E.;
2008/1049 K. sayılı Kararı).”
“Öğretmenlik Kariyer Basamaklarında Yükselme Yönetmeliğinin 28.
maddesinin 1. fıkrasında hizmet içi eğitim etkinliklerinin kapsamı bu çerçevede
belirlenmiş ve 2. fıkranın (a) ve (b) bentlerinde de yurtdışı ve yurtiçi hizmet
içi eğitim etkinliklerinin değerlendirme esasları bu kapsamda düzenlenmiş
olmasına karşın, 2. fıkranın (c) bendinde yer alan diğer kamu kurum ve
kuruluşları, özel sektör ve sivil toplum örgütlerince düzenlenen hizmet içi
eğitim faaliyetlerinin de değerlendirmeye alınacağı yolundaki düzenleme ile
Milli Eğitim Bakanlığınca yapılması gereken bu etkinliklerin kapsamı
genişletilmiş ve bu konuda mevcut düzenlemeye aykırı olarak Bakanlık tarafından
uygun bulunma koşuluna bağlanmakla birlikte takdir yetkisi aşılmak suretiyle
başka kurumlara da yetki verilmiş olması ve gerek Milli Eğitim Temel Kanununda
öğretmenlerin mesleki olarak gelişimlerinin amaçlanmış olması, gerekse 5204
sayılı Yasa ile öngörülen kariyer basamaklarında yükselmede alanında ya da
eğitim bilimleri alanında yetişmiş olmanın esas alınmasına karşın, hizmet içi
eğitimin kapsamına yönelik bir ölçüt de bulunmaması nedeniyle Yönetmeliğin 28.
maddesinin 2. fıkrasının (c) bendinde mevzuata ve 5204 sayılı Yasanın amacına
uyarlık görülmemiştir.
Davalı idare tarafından, Yönetmeliğin sadece Milli Eğitim
Bakanlığında görevli öğretmenler için değil diğer kamu kurum ve kuruluşlarında ve
Milli Eğitim Bakanlığına bağlı özel öğretim kurumlarında görev yapan
öğretmenlere de uygulanması nedeniyle başka kurumlarca düzenlenen hizmet içi
eğitim etkinliklerine katılımın engellenemeyeceği, ayrıca Bakanlıkça uygun
bulunan bu etkinliklere katılarak öğretmenlerin kendilerini mesleki ve diğer
alanlarda geliştirmesinin bir sakıncası olmadığı öne sürülmekte ise de, Milli
Eğitim Bakanlığı Merkez ve taşra teşkilatında görevli personelin hizmet içi
eğitimi konusunda sadece Bakanlığın yetkili ve görevli olduğu, bu personel için
diğer kurum ve kuruluşların eğitim etkinliği düzenleyemeyeceği açık olduğu
gibi, Milli Eğitim Bakanlığına bağlı özel öğretim kurumlarında görevli öğretmenlerin
de Bakanlıkça açılacak hizmet içi eğitim kurslarına katılacakları yolundaki düzenlemeler
karşısında ve hizmet içi eğitim etkinliklerinin sadece “ mesleki gelişime”
yönelik olabileceği nedeniyle iddialar yerinde görülmemiştir (Danıştay 2.
Dairesi’nin 05.03.2008 tarihli ve 2005/2528 E.; 2008/1050 K. sayılı Kararı).”
şeklinde hüküm kurulmuştur.
Bunun yanında, Milli Eğitim Bakanlığı
tarafından 14.08.2022 -15.03.2022 tarihleri arasında görüş ve önerilerin
iletilmesi için “Aday Öğretmenlik ve Öğretmenlik Kariyer Basamakları
Yönetmeliği Taslağı” hazırlanmıştır.[44] Bu dilekçenin yazım tarihi itibarıyla Resmi Gazete’de
yayımlanmamış ve fakat taslak olarak Bakanlığın resmi internet sitesinde halka
arz edilen yönetmelik metni dahi göstermektedir ki; normlar arasında hukuka
uygun kademelenmenin sağlanabilmesi, diğer bir deyişle normlar hiyerarşisinde
anılan yönetmeliğin 7354 sayılı Kanun’a uygun olması, yalnız bu Kanun’un temel
ilkeleri ortaya koymasıyla mümkündür. Aksi takdirde, Kanun’un genel çerçeveyi
çizmemesi, yönetmeliğin hukuka uygunluk denetiminde gözetilecek ölçü normun
(7354 sayılı Kanun’un) muğlak ibareler içermesi ve maddi anlamda kanunun asgari
ögelerini karşılamaması durumunda, yönetmelik hukuki dayanaktan yoksun
kılınacaktır.
Tüm bu nedenlerle iptali talep edilen ibare, Anayasa’nın 2, 123
ve 128’inci maddelerine aykırıdır.
ç) Yasama yetkisinin devredilmezliği bakımından: Anayasa’nın 7’nci
maddesinde temelini bulan yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine göre
yasama yetkisi yalnız Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne aittir. Bu nedenle
idareye düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralının temel ilkeleri ortaya
koyması ve çerçeveyi çizmesi gerekir. Diğer bir deyişle idareye sınırsız ve
belirsiz bir düzenleme yetkisi bırakılamaz. Nitekim idarenin düzenleme yetkisi;
sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir yetkidir. Yasa ile yetkilendirme, Anayasa’nın
öngördüğü biçimde yasa ile düzenleme anlamını taşımamaktadır (Anayasa Mahkemesi’nin
02.05.2008 tarihli ve 2005/68 E.; 2008/102 K. sayılı Kararı). İptali talep
edilen ibarenin yer aldığı fıkra hükmünde olduğu gibi temel ilkeleri
belirlenmeksizin ve çerçevesi çizilmeksizin; idareye (Bakanlığa); adaylık
süresi içinde görev yeri değişikliği yapılabilmesine imkan veren zorunlu
halleri belirleme yetkisi veren yasa hükmü, Anayasa’nın 7’nci maddesine
aykırılık oluşturur.
d) Kuvvetler ayrılığı ilkesi, hiçbir kimsenin
veya organın Anayasa’dan kaynaklanmayan bir yetkiyi kullanamaması ve Anayasa
Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı bakımından: Anayasa Mahkemesi kararlarında
Anayasa’nın 153’üncü maddesinde belirtilen bağlayıcılık ilkesine aykırılıktan
söz edilebilmesi için iptal edilen kuralla dava konusu yeni düzenlemenin içerik
ve kapsam bakımından aynı ya da benzeri olması gerektiği belirtilmektedir (Anayasa
Mahkemesi’nin 12.11.1991 tarihli ve 1991/7 E.: 1991/43 K. sayılı Kararı).
Anayasa Mahkemesi, eldeki dava konusuyla benzer bir hüküm ihtiva eden düzenleme
hakkında verdiği bir iptal kararında “… Buna
göre, (Telekomünikasyon) Kurum’da
çalışan memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev
ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ile diğer özlük
işlerinin yasayla düzenlenmesi gerekirken, buna ilişkin düzenlemelerin Bakanlar
Kurulu’na bırakılması, Anayasa’nın 128’inci maddesine aykırıdır. Bu nedenle
kuralın iptali gerekir…” şeklinde gerekçe kaleme almıştır (Anayasa Mahkemesi’nin
12.12.2007 tarihli ve 2002/35 ve 2002/95 sayılı Kararı).
Yine Anayasa Mahkemesi’nin, 20.06.2004 tarihli ve 5204 sayılı
Milli Eğitim Temel Kanunu ve Devlet Memurları Kanununda Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Kanun Hakkında verdiği kararının müteallik bölümü:
“5204 sayılı Yasa’nın 1. maddesinin altıncı fıkrasında, “Öğretmenlik
kariyer basamaklarında yükseleceklerin gireceği sınav, sınava katılacaklarda aranacak
en az çalışma süresi, hizmet içi eğitim veya lisansüstü eğitim nitelikleri, her
bir değerlendirme ölçütüne ilişkin hususlar ve puan değerleri, alanında ya da
eğitim bilimleri alanında tezli yüksek lisans veya doktora öğrenimini
tamamlamış olanlardan uzman öğretmenlik veya başöğretmenlik için aranacak
kıdem, hizmet içi eğitim, etkinlikler (bilimsel, kültürel, sanatsal ve sportif
çalışmalar) ve sicil (iş başarımı) şartları ve puan değerleri, branşlar
temelindeki uzman öğretmenlik ve başöğretmenlik sayıları, yükselmeye ilişkin
usul ve esaslar ile diğer hususlar Maliye Bakanlığı ve Devlet Personel
Başkanlığının uygun görüşleri alınarak Millî Eğitim Bakanlığınca çıkarılacak
yönetmelikle düzenlenir.” hükmü yer almaktadır.
Kuralda yönetmeliğe bırakılan “sınava katılacaklarda aranacak en
az çalışma süresi”, “alanında ya da eğitim bilimleri alanında tezli yüksek
lisans veya doktora öğrenimini tamamlamış olanlardan uzman öğretmenlik veya
başöğretmenlik için aranacak kıdem,”, “branşlar temelindeki uzman öğretmenlik
ve başöğretmenlik sayıları,” ve “ile diğer hususlar” ibareleri kariyer
basamaklarında yükselme hakkından yararlanabilmeye ilişkindir.
Anayasa’nın 7. maddesine göre Yasama yetkisi Türk Milleti adına
Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez. Anayasa’nın 124.
maddesinin birinci fıkrasına göre, yönetmelikler, kanunların ve tüzüklerin
uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla çıkarılabilir.
Yasayla düzenleme, konunun tüm ayrıntılarının yasayla
belirlenmesini değil, temel ilkelerin, ölçü ve sınırların yasada gösterilip
uzmanlık ve teknik konulara yönelik ayrıntıların düzenlenmesinin yürütme
organına bırakılmasını ifade eder. Yasada, yönetmelikle düzenlenecek konuların
çerçevesinin, Anayasa yargısı bağlamında denetime olanak verecek biçimde
düzenlenmiş olması gerekir. Kuraldaki “sınava katılacaklarda aranacak en az
çalışma süresi”, “alanında ya da eğitim bilimleri alanında tezli yüksek lisans
veya doktora öğrenimini tamamlamış olanlardan uzman öğretmenlik veya başöğretmenlik
için aranacak kıdem,”, “branşlar temelindeki uzman öğretmenlik ve
başöğretmenlik sayıları,” ve “ile diğer hususlar” ibarelerinin belirlenmesinde
belirtilen çerçeveye yer verilmediği açıktır. Bu nedenlerle kuraldaki anılan
ibareler Anayasa’nın 2. ve 7. maddelerine aykırıdır. İptalleri gerekir.”
şeklindedir (Anayasa Mahkemesi’nin 21.05.2008 tarihli ve 2004/83
ve 2008/107 sayılı Kararı).
Anayasa Mahkemesi’nin verdiği iptal kararı karşısında; kanun
koyucunun Anayasa’nın 2, 7 ve 128’inci maddelerine -benzer sakatlıktan muzdarip
olması hasebiyle- aykırı olan iptali talep edilen ibareyi kanunlaştırması,
Anayasa’nın 153’üncü maddesini ihlal ettiği gibi, hiçbir kimse ve organın
kaynağını Anayasa’dan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağını öngören 6’ncı
maddesine ve Anayasa’nın Başlangıç bölümünde yer alan kuvvetler ayrılığı
ilkesine de halel getirmektedir.
e) Eşitlik ilkesi bakımından: Ayrıca iptali talep edilen
ibarenin idareye (Bakanlığa) verdiği sınırsız takdir yetkisi, aynı mazerete
sahip olan adaylar arasında idare tarafından kayırma/ayrımcılık yapılmasına
neden olabileceğinden; anılan ibare, Anayasa’nın 10’uncu maddesinde yer alan
eşitlik ilkesine de aykırıdır. İhtilaflı kural, aynı şekilde, zorunlu hallerin
tespit edilmesinde esas alınacak objektif esas ve usulleri öngörmemesi
sebebiyle de, yine eşitlik ilkesini ihlal etmektedir. Zira eşitlik ilkesinin
ihlal edilip edilmediği hususunun tespiti, münferit olayda benzer kişi
kategorileri arasında gerçekleştirilen ayrıma ilişkin bir “haklı neden”in var
olup olmadığına göre yapılır. Ne var ki, iptali talep edilen ibarenin idareye
verdiği keyfi uygulamalara sebep olabilecek sınırsız takdir yetkisi, Bakanlık
tarafından aynı mazerete sahip adaylardan birinin görev yeri değişikliği
talebinin kabul edilip diğerinin edilmemesine ilişkin haklı nedeni
somutlaştırmaya elverişli değildir. Başka bir
anlatımla, aday öğretmenlerin adaylık süresi içinde görev yeri değişikliğine
imkan veren zorunlu hallerin belirlenmesinin idareye bırakılması, mazeret
bakımından aynı durumda olan kişi kategorileri arasında haklı nedene dayanmayan
ve keyfî muamele farklılıklarına yol açacaktır. Bu durum, aday öğretmenler
bakımından mağduriyetlere ve telafisi güç zararlara yol açacaktır. Bu nedenle
anılan ibare, Anayasa’nın 10’uncu maddesine aykırıdır.
f) Çalışma barışı bakımından: Anayasa’nın 2 ve
5’inci maddeleriyle Devlete verilen “sosyal devlet” niteliğinin bir görünümü,
Anayasa’nın 49’uncu maddesiyle Devlete yüklenen çalışma barışını sağlamak için
gerekli tedbirleri alma yükümlülüğüdür. Anayasa Mahkemesi, “Anayasa’nın 49.
maddesine göre, çalışma, herkesin hakkı ve ödevidir. Devlete karşı ileri
sürülecek bu hak, bireylere zorlama yetkisi ve yaptırımı vermemiştir. Devlet,
olanakları ölçüsünde, yeterli örgütler kurarak iş bulmayı kolaylaştırıp
sağlamak için gerekli önlemleri almakla yükümlüdür. Devletin herkese iş verme,
herkesi işe yerleştirme zorunluluğu bulunmamaktadır. İşsizliği önlemek amacıyla
yapacağı çalışmalarla Devlet, öncelikle kamu sektöründe iş vermek yolunu
izleyecek, bu nedenle de yasal düzenlemeler yapacaktır.” şeklinde hüküm kurmak
suretiyle; Anayasa’nın 49’uncu maddesinin kapsama alanında özel sektörün yanı
sıra kamu sektörünün de değerlendirileceğine işaret etmiştir (Anayasa
Mahkemesi’nin 19.12.1989 tarihli ve 1989/14 ve 1989/49 sayılı Kararı). O halde
Devlet, hem özel sektörde hem de kamu sektöründe çalışma barışını sağlamalıdır.
Ancak iptali talep edilen ibare; aday
öğretmenler arasında eşitsiz bir muamele oluşturacağından; çalışma barışının da
bozulmasına neden olacaktır. Bu nedenle iptali talep edilen ibare, Anayasa’nın
2, 5 ve 49’uncu maddelerine de aykırıdır.
g) Uluslararası andlaşmaların
iç hukuka etkisi bakımından: Anayasa’nın 90’ıncı maddesine göre temel hak ve
özgürlüklere ilişkin usulüne göre yürürlüğe konmuş uluslararası anlaşmalar,
(kanunlara nazaran hakkı koruyucu, kullanımını genişletici hükümler
barındırması kaydıyla) normlar hiyerarşisinde kanunun üstündedir. İptali talep
edilen ibare, adil çalışma koşullarına ilişkin İnsan Hakları Evrensel
Bildirgesi’nin 23’üncü; (Gözden Geçirilmiş) Avrupa Sosyal Şartı’nın 3 ve 22’nci
maddeleri; ILO’nun 94 No’lu Çalışma Şartları (Kamu Sözleşmeleri) Sözleşmesi ile
151 No’lu Çalışma İlişkileri (Kamu Hizmeti) Sözleşmesi’ni ihlal ettiğinden
Anayasa’nın 90’ıncı maddesine de aykırıdır.
Tüm bu nedenlerle, 7354 sayılı Kanun’un 5’inci maddesinin ikinci
fıkrasında yer alan “zorunlu hâller dışında” ibaresi, Anayasa’nın Başlangıç
bölümüne, 2, 5, 6, 7, 10, 49, 90, 123, 128 ve 153’üncü maddelerine aykırıdır;
anılan ibarenin iptali gerekir.
6 03.02.2022
tarihli ve 7354 sayılı Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun 5’inci
maddesinin üçüncü fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “Adaylık
Değerlendirme Komisyonu tarafından yapılan değerlendirme sonucunda” ibaresinin
Anayasa’ya aykırılığı
7354 sayılı Kanun’un 5’inci maddesinin üçüncü fıkrasının ikinci
cümlesine göre aday öğretmenlerden adaylık süreci sonunda Adaylık Değerlendirme
Komisyonu tarafından yapılan değerlendirme sonucunda başarılı olanlar, öğretmenliğe
atanacaktır. Ancak öğretmenliğe atabilmek için, ihtilaflı kuralda düzenlediği
şekil ve kapsamda Adaylık Değerlendirme Komisyonu’nun (Komisyon) yapacağı
değerlendirme sonucunda başarılı olma hususunun kıstas kabul edilmesi, Anayasa’ya
aykırıdır.
Öncelikle belirtmek gerekir ki; Devletin, bireyin maddi ve
manevi varlığını geliştirecek ortamın oluşturulması temelindeki pozitif
yükümlülüğünün bir tecessümü olarak (Anayasa’nın 42’nci maddesinin birinci
fıkrasında yer alan “kimse” ibaresinin delaletiyle) herkes bakımından eğitim
hakkının erişilebilir kılınması, öğretmenler marifetiyle mümkündür. O halde
öğretmenlerin statüsünün, Anayasa’nın 128’inci maddesi bağlamında “diğer
kamu görevlisi” niteliğinde olması gerekmektedir. Bu bağlamda
kanun koyucu tarafından öğretmenlerin atanması, görev yeri değişikliği, adaylık süreci,
kadro ihdası, görevlendirilmesi, niteliği, görev ve yetkisi,
aylık ve ödeneği ile diğer özlük haklarının Anayasa’nın öngördüğü
ilkeler ve özellikle de mezkûr 128’inci madde uyarınca maddi anlamda kanunilik
ilkesi dahilinde düzenlenmesi gerekmektedir. Öte yandan, 7354 sayılı Kanun’un 5’inci
maddesinin altıncı fıkrası uyarınca aday öğretmenlerin adaylık sürecinde
yetiştirilmelerine esas Aday Öğretmen Yetiştirme Programı ve Adaylık
Değerlendirme Komisyonu’nun oluşumu ile aday öğretmenlik sürecine ilişkin diğer
usul ve esaslar yönetmelikle düzenlenecektir. O halde Komisyonun kimlerden
teşekkül edeceği, ilgili kurum ve kuruluşlardan bilgi- belge
talep etme yetkisi, ön inceleme yapma yetkisi, dosya üzerinden değerlendirme
yapma yetkisi, değerlendirme yaparken esas alacağı nesnel kriterler,
değerlendirme sonucunun idari itiraz usulüne tabi olup olmaması, değerlendirme
sonucunda karar verme süresi, başarı puanı, başarılı – başarısız şeklinde
notlama gibi hususların tamamı yönetmeliğe bırakılmıştır. Anılan altıncı fıkra
hükmü de göz önünde bulundurulduğunda; iptali istenilen ibare,
atama usulünü Anayasa’nın öngördüğü çerçevede düzenlememektedir. Bu durum,
Anayasa’ya çok yönlü olarak aykırıdır.
a) Kamu görevlilerinin özlük hakları bağlamında
kanunilik ilkesi bakımından: Anayasa’nın 128’inci maddesinin birinci fıkrası
kapsamındaki görevleri yürüten bütün personelin nitelikleri, atanmaları, görev
ve yetkileri, hakları ve yükümlülüklerinin kanunla düzenlenmesi gerekir
(Anayasa Mahkemesi’nin 22.11.2012 tarihli ve 2011/107 E.; 2012/184 K. sayılı
Kararı). Anayasa Mahkemesi’nin sıkça vurguladığı gibi kanunilik ölçütünün
sağlandığından söz edilebilmesi için kanunun şeklen var olması yeterli olmayıp
yasal kurallar keyfiliğe izin vermeyecek şekilde belirli, ulaşılabilir ve
öngörülebilir nitelikte olmalıdır. Esasen kanunun bu niteliklere sahip olması,
Anayasa’nın 2’nci maddesinde güvenceye bağlanan hukuk devleti ilkesinin de bir
gereğidir. Dolayısıyla Anayasa’nın 128’inci maddesinde yer verilen kanunilik
ölçütü, Anayasa’nın 2’nci maddesinde güvence altına alınan hukuk devleti ilkesi
ışığında yorumlanmalıdır (aynı yöndeki değerlendirme için bkz. AYM, E.2018/88,
K.2020/24, 11/6/2020 §§ 13, 14) (Anayasa Mahkemesi’nin, 22.10.2020 tarihli ve
2020/1 E.; 2020/563 K. sayılı Kararı, § 41). İhtilaflı kural, Anayasa’nın
128’inci maddesinin 2’nci fıkrasına aykırı şekilde, atanabilmenin ön koşulu
olarak adaylık süreci sonunda Komisyonun yaptığı (sonucunda
başarılı olunması gereken) değerlendirmeye ilişkin kanun düzeyinde
objektif ölçüt belirlememiştir. Dahası Komisyonun kimlerden teşekkül edeceğini idarenin
öznel değerlendirmelerine bırakmıştır. Oysa bir kamu görevlisi olan öğretmen
statüsünde olmaya namzet kimselerin öğretmen olarak atanabilmeleri için
getirilen ön koşulun kanun düzeyinde belirlenmesi ve idarenin keyfi işlem ve
eylemlerine terk edilmemesi gerekirdi. İptal istenen ibare, bu nedenle Anayasa’nın
128’inci maddesine aykırıdır (bu açıdan ayrıca bkz. aşağıda “c” alt başlığı).
b) Hukuk devleti ilkesi bakımından: Hukuk devleti, bütün işlem
ve eylemlerinin hukuk kurallarına uygunluğunu başlıca geçerlik koşulu sayan,
her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurmayı amaçlayan ve bunu geliştirerek
sürdüren, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa’ya aykırı durum
ve tutumlardan kaçınan, insan haklarına saygı duyarak bu hak ve özgürlükleri
koruyup güçlendiren, Anayasa’ya ve hukuk kurallarına bağlılığa özen gösteren,
yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde yasa koyucunun da uymak zorunda
olduğu temel hukuk ilkeleri ile Anayasa’nın bulunduğu bilinci olan devlettir
(Anayasa Mahkemesi’nin 02.06.2009 tarihli ve 2004/10 E.; 2009/68 K. sayılı
Kararı). Hukuk devletinin önkoşullarından olan hukuki
güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, hukuki belirlilik
ilkesi de kanun hükümlerinin şüpheye yer vermeyecek şekilde açık, net,
anlaşılabilir olmasını ve ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı
koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (bkz. AYM 9.2.2017, 2016/143 E.–
2017/23 K. par. 13; RG. 12.4.2017-30036) (Anayasa Mahkemesi’nin
04.05.2017 tarihli ve 2015/41 E.; 2017/98 K. sayılı Kararı). Başka bir deyişle,
hukuk devleti ilkesi gereğince, idareye işlem tesis ederken ve eylemde bulunurken
veya görevlerini yerine getirirken belirli ölçüde hareket serbestliği sağlayan
takdir yetkisinin kullanımı mutlak, sınırsız, keyfi biçimde gerçekleşemez;
idarenin takdir yetkisinin sınırları, keyfi işlem ve eylemleri önlemek amacıyla
kanunla çizilmelidir. Komisyonun yapacağı değerlendirmeye ilişkin usul ve
esasları kanun düzeyinde tanımlamak ve maddi anlamda kanunilik ilkesinin
gereklerini yerine getirmek yerine; idarenin (Komisyonun) uhdesine bırakan ve
yukarıda tanımlandığı anlamda hukuki güvenlik ve belirlilik ilkelerinin
gereklerini yerine getirmeyen ihtilaflı ibare, Anayasa’nın 2’nci maddesine
aykırıdır (bu açıdan ayrıca bkz. aşağıda “c” alt başlığı).
c) İdarenin kanuniliği ilkesi bakımından: Anayasa’nın 123’üncü
maddesinde yer alan idarenin kanuniliği ilkesinin iki boyutu bulunmaktadır. İlk
boyutu, idarenin secundum legem özelliğidir (kanuna dayanma ilkesidir). Bu
ilkeye göre idarenin düzenleme yetkisi kanundan kaynaklanır. İkinci boyutu,
idarenin intra legem özelliğidir (kanuna aykırı olmama ilkesidir). Bu ilkeye
göre idarenin işlem ve eylemleri kanunun çizdiği sınırlar içinde kalmalıdır.
Bu nedenle Komisyonun yapacağı değerlendirmeye ilişkin usul ve
esasların; Anayasa’nın 128’inci maddesinde hüküm altına alınan ve hukuk
devletinin temel taşı olan maddi anlamdaki kanunilik kıstasının gereklerini
karşılaması ve kanuna dayanması ile kanuna aykırı olmaması için; genel
çerçevesinin keyfi uygulamaya yer vermeyecek açıklıkta kanun düzeyinde
çizilmesi gerekmektedir. Ancak kanun koyucu; Komisyonun yapacağı
değerlendirmeye ilişkin usul ve esasların içeriği,–Anayasal ilkelerin aksine-
(söz gelimi başarı düzeyi, sözlü ve/veya yazılı sınav yapılması, performans /
mesleki yeterlilik değerlendirmesi yapılması, özdeğerlendirme olup olmayacağı,
nihai değerlendirme puanı hesaplanırken esas alınan kıstaslar ve bu kıstasların
katsayısının neye göre belirleneceği, puanlama sırasında kullanılacak
göstergeler: 1, 2, 3, …/ çok iyi, iyi, orta, … ) hakkında tamamen sessiz
kalmış, bu konuların düzenlenmesini idarenin (Komisyonun) uhdesine bırakmıştır.
Buna ilave olarak, “Kamu kurum
ve kuruluşlarının kadrolarının ihdası başka bir deyişle kadro usulüne ilişkin
düzenlemeler, idarenin teşkilat yapısı ile ilgili olup idarenin kuruluş ve
görevlerinin belirlenmesinin bir parçasını oluşturmaktadır. Anayasa
Mahkemesinin bir kararında konuyla ilgili olarak, “Bir kurumun kuruluşu deyince
her şeyden önce o kurumu yürütecek personele ait kadrolar hatıra gelir. Zira
kurumun temelinden çatısına kadar bütün örgütünün bu kadrolar teşkil eder.
Personel kadroları mevcut olmayan bir kurum, henüz kuruluş haline geçmemiş
demektir. Şu halde bir kurumu çalışır hale getirecek olan Personel
kadrolarının, en küçüğünden en büyüğüne kadar, bütününü kuruluştan ayrı
düşünmeğe imkân yoktur.” denilmektedir (AYM E. 1965/32, K. 1966/3, 4/2/1966)”
(Anayasa Mahkemesi’nin 11.06.2020 tarihli ve 2018/119 E.; 2020/25 K. sayılı
Kararı, § 18). Ancak iptali talep edilen ibarenin yer aldığı fıkra hükmünde;
kadro ihdası gibi özlük işleri kapsamında değerlendirilen atamanın
(ön koşulunun) genel çerçevesi; hukuki işlem olarak kanun ile açıkça ortaya
konulmamıştır.
Öte yandan 13.08.2005 tarihli ve 25905 sayılı
Resmi Gazete’de yayımlanan Öğretmenlik Kariyer Basamaklarında Yükseltme
Yönetmeliği hakkında Danıştay 2’nci Dairesi tarafından verilen kararlarda;
“Lisans mezunu olmayan öğretmenlerin öğretmenlik kariyer
basamaklarında yükselme imkanını ortadan kaldıran, Kanunda öngörülmeyen,
eşitlik ve genellik ilkeleriyle hakkaniyete aykırı olarak dava konusu
Yönetmeliğin 8. maddesiyle öğretmenlik kariyer basamaklarında yükselme sınavına
başvurularda “lisans mezunu” olma koşulu getiren düzenlemede hukuka uyarlık
görülmemiştir (Danıştay 2. Dairesi’nin 05.03.2008 tarihli ve 2005/2477 E.;
2008/1049 K. sayılı Kararı).”
“Öğretmenlik Kariyer Basamaklarında Yükselme Yönetmeliğinin 28.
maddesinin 1. fıkrasında hizmet içi eğitim etkinliklerinin kapsamı bu çerçevede
belirlenmiş ve 2. fıkranın (a) ve (b) bentlerinde de yurtdışı ve yurtiçi hizmet
içi eğitim etkinliklerinin değerlendirme esasları bu kapsamda düzenlenmiş
olmasına karşın, 2. fıkranın (c) bendinde yer alan diğer kamu kurum ve
kuruluşları, özel sektör ve sivil toplum örgütlerince düzenlenen hizmet içi
eğitim faaliyetlerinin de değerlendirmeye alınacağı yolundaki düzenleme ile
Milli Eğitim Bakanlığınca yapılması gereken bu etkinliklerin kapsamı
genişletilmiş ve bu konuda mevcut düzenlemeye aykırı olarak Bakanlık tarafından
uygun bulunma koşuluna bağlanmakla birlikte takdir yetkisi aşılmak suretiyle
başka kurumlara da yetki verilmiş olması ve gerek Milli Eğitim Temel Kanununda
öğretmenlerin mesleki olarak gelişimlerinin amaçlanmış olması, gerekse 5204
sayılı Yasa ile öngörülen kariyer basamaklarında yükselmede alanında ya da
eğitim bilimleri alanında yetişmiş olmanın esas alınmasına karşın, hizmet içi
eğitimin kapsamına yönelik bir ölçüt de bulunmaması nedeniyle Yönetmeliğin 28.
maddesinin 2. fıkrasının (c) bendinde mevzuata ve 5204 sayılı Yasanın amacına
uyarlık görülmemiştir.
Davalı idare tarafından, Yönetmeliğin sadece Milli Eğitim
Bakanlığında görevli öğretmenler için değil diğer kamu kurum ve kuruluşlarında ve
Milli Eğitim Bakanlığına bağlı özel öğretim kurumlarında görev yapan
öğretmenlere de uygulanması nedeniyle başka kurumlarca düzenlenen hizmet içi
eğitim etkinliklerine katılımın engellenemeyeceği, ayrıca Bakanlıkça uygun
bulunan bu etkinliklere katılarak öğretmenlerin kendilerini mesleki ve diğer
alanlarda geliştirmesinin bir sakıncası olmadığı öne sürülmekte ise de, Milli
Eğitim Bakanlığı Merkez ve taşra teşkilatında görevli personelin hizmet içi
eğitimi konusunda sadece Bakanlığın yetkili ve görevli olduğu, bu personel için
diğer kurum ve kuruluşların eğitim etkinliği düzenleyemeyeceği açık olduğu
gibi, Milli Eğitim Bakanlığına bağlı özel öğretim kurumlarında görevli öğretmenlerin
de Bakanlıkça açılacak hizmet içi eğitim kurslarına katılacakları yolundaki düzenlemeler
karşısında ve hizmet içi eğitim etkinliklerinin sadece “ mesleki gelişime”
yönelik olabileceği nedeniyle iddialar yerinde görülmemiştir (Danıştay 2.
Dairesi’nin 05.03.2008 tarihli ve 2005/2528 E.; 2008/1050 K. sayılı Kararı).”
şeklinde hüküm kurulmuştur.
Bunun yanında, Milli Eğitim Bakanlığı
tarafından 14.08.2022 -15.03.2022 tarihleri arasında görüş ve önerilerin
iletilmesi için “Aday Öğretmenlik ve Öğretmenlik Kariyer Basamakları
Yönetmeliği Taslağı” hazırlanmıştır.[45] Bu dilekçenin yazım tarihi itibarıyla Resmi Gazete’de
yayımlanmamış ve fakat taslak olarak Bakanlığın resmi internet sitesinde halka
arz edilen yönetmelik metni dahi göstermektedir ki; normlar arasında hukuka
uygun kademelenmenin sağlanabilmesi, diğer bir deyişle normlar hiyerarşisinde
anılan yönetmeliğin 7354 sayılı Kanun’a uygun olması, yalnız bu Kanun’un temel
ilkeleri ortaya koymasıyla mümkündür. Aksi takdirde, Kanun’un genel çerçeveyi
çizmemesi, yönetmeliğin hukuka uygunluk denetiminde gözetilecek ölçü normun
(7354 sayılı Kanun’un) muğlak ibareler içermesi ve maddi anlamda kanunun asgari
ögelerini karşılamaması durumunda, yönetmelik hukuki dayanaktan yoksun
kılınacaktır.
Tüm bu nedenlerle iptali talep edilen ibare, Anayasa’nın 2, 123
ve 128’inci maddelerine aykırıdır.
ç) Yasama yetkisinin devredilmezliği bakımından: Anayasa’nın 7’nci
maddesinde temelini bulan yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine göre
yasama yetkisi yalnız Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne aittir. Bu nedenle
idareye düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralının temel ilkeleri ortaya
koyması ve çerçeveyi çizmesi gerekir. Diğer bir deyişle idareye sınırsız ve
belirsiz bir düzenleme yetkisi bırakılamaz. Nitekim idarenin düzenle me yetkisi;
sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir yetkidir. Yasa ile yetkilendirme, Anayasa’nın
öngördüğü biçimde yasa ile düzenleme anlamını taşımamaktadır (Anayasa Mahkemesi’nin
02.05.2008 tarihli ve 2005/68 E.; 2008/102 K. sayılı Kararı). İptali talep
edilen ibarenin yer aldığı fıkra hükmünde olduğu gibi temel ilkeleri
belirlenmeksizin ve çerçevesi çizilmeksizin; idareye (Komisyona); adaylık
süresi sonucunda yapılacak değerlendirmeye ilişkin usul ve esasları belirleme
yetkisi veren yasa hükmü, Anayasa’nın 7’nci maddesine aykırılık oluşturur.
d) Kamu hizmetinde görevin gerekli
kıldığı nitelikler bakımından: Anayasa’nın 70’inci maddesinde yer alan ve her
Türk vatandaşına eşit şekilde tanınan kamu hizmetine girme hakkı, kamu hizmeti
icra edecek personellerin istihdamının liyakata dayalı bir sistem içerisinde
gerçekleşmesini sağlar. Anayasa; ödevle nitelik arasında sıkı bir ilişki
bulunduğunu, bunun dışında hizmete alınmada hiçbir nedenin gözetilemeyeceğini,
daha açık bir anlatımla ayrımın yalnızca ödev-nitelik ilişkisi yönünden
yapılması gerektiğini buyurmaktadır. O halde ödevle, onun gerektirdiği niteliği
birbirinden ayrı düşünmeye olanak yoktur. Buna göre, o nitelikler görevlilerde
bulunmadıkça o ödev yerine getirilemeyecek ya da ödev, görevin gerekleri
doğrultusunda yerine getirilmemiş olacak demektir. Kamu hizmetlerinin
özellikleri olduğu ve bu hizmetleri gören idare ajanlarının da özel statülere
bağlı bulunduğu bilinen bir gerçektir. Memurlarda yasalarca aranan nitelikler
ve onlar hakkında yasalarda öngörülen kısıtlamalar, kamu hizmetinin etkin ve
esenlikli bir biçimde yürütülmesi amacına yöneliktir (Anayasa Mahkemesi’nin
09.10.1979 tarihli ve 1979/19 E.; 1979/39 K. sayılı Kararı).
Anayasa’nın 128’inci maddesinde temelini
bulan ve hukuk devletinin ana halkasını oluşturan kanunilik ilkesi ışığında,
Anayasa’nın 70’inci maddesi ele alındığında görüleceği üzere; kamu hizmetine
girme hakkının temel bir hak olarak etkililiği, maddenin “Hizmete alınmada,
görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez” şeklindeki
ikinci fıkrasında yer alan “görevin” ibaresinin; kamu hizmeti görülürken ifa
edilecek görevin (ve atamanın), (bir kimsenin bu kadroya uygun olduğunun
objektif kriterlere göre tespitinin yapılabilmesi amacıyla) kanun düzeyinde
açıklanmasını gerektirir. Aksi bir tutum, bir başka deyişle kamu hizmeti görmek
için yapılacak atamanın usul ve esaslarını (ön koşulunu) belirleme yetkisini
idarenin keyfi uygulamalarına, kayırmacılığa neden olabilecek takdir yetkisine
bırakmak; Anayasal amacın (kamu hizmeti icra edecek personelin istihdamının
liyakate dayalı bir sistem içerisinde gerçekleşmesini sağlamak) bertaraf
edilmesine neden olacak, anılan hakkın istekli kimseler bakımından eşit düzeyde
güvence altına alınmasına engel oluşturacaktır. Diğer bir deyişle, öğretmen
olarak atanabilmek için başarılı olunması gereken değerlendirmenin liyakat
esasının gereklerini karşılayacak açıklıkta olması ve vatandaşların eşit
şekilde kamu hizmetine girme haklarının idarenin keyfî işlemler tesis etme
ihtimaline karşı kanun seviyesinde korunması gerekmektedir. Bu nedenle anılan
gereklilikleri karşılamayan ihtilaflı ibare, Anayasa’nın 70’inci maddesine de
aykırıdır.
Nitekim Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa’nın
70’inci maddesi ile ilişkilendirerek verdiği bir iptal kararının müteallik
bölümü:
“1- KHK’nin 37. Maddesinin (2), (3) ve (4) Numaralı Fıkraları
KHK’nin 37. maddesinde, Gümrük ve Ticaret Uzmanlığı ve Uzman
Yardımcılığı kadroları kurulmuş ve bu kadrolarda görev yapacak kişilerin atanma
usul ve esasları düzenlenmiştir. Anılan maddenin (2) numaralı fıkrasında,
Gümrük ve Ticaret Uzman Yardımcılığına atanmanın koşulları; (3) numaralı
fıkrasında, Gümrük ve Ticaret Uzmanlığına atanmanın koşulları ile bu koşulları
yerine getiremeyen Uzman Yardımcılarının bu unvanlarını kaybedecekleri ve
Bakanlıkta durumlarına uygun kadrolara atanacakları; (4) numaralı fıkrasında
ise Gümrük ve Ticaret Uzmanı ile Uzman Yardımcılarının mesleğe alınmaları,
yetiştirilmeleri, yarışma sınavı, tez hazırlama ve yeterlik sınavı ile diğer hususların
yönetmelikle düzenleneceği kurala bağlanmıştır.
Anayasa’nın 91. maddesinin birinci fıkrasında “Sıkıyönetim ve
olağanüstü haller saklı kalmak üzere, Anayasanın ikinci kısmının birinci ve
ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile
dördüncü bölümde yer alan siyasî haklar ve ödevler...”in kanun hükmünde
kararnamelerle düzenlenemeyeceği belirtilmiştir. Öte yandan, Anayasa’nın “Kamu
hizmetlerine girme hakkı” başlıklı 70. maddesinin birinci fıkrasında, her Türk’ün,
kamu hizmetlerine girme hakkına sahip olduğu belirtildikten sonra ikinci
fıkrasında hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir
ayırım gözetilemeyeceği kurala bağlanmıştır. Buna göre, Anayasa’nın “Siyasi
Haklar ve Ödevler” başlıklı dördüncü bölümünde yer alan ve 70. maddesinde
korunan kamu hizmetlerine girme hakkına ilişkin olarak kanun hükmünde kararname
ile düzenleme yapılması mümkün değildir.
Gümrük ve Ticaret Uzmanlığı ve Uzman Yardımcılığı kadrolarına
giriş koşullarının belirlenmesi, Anayasa’nın 70. maddesine göre kamu hizmetine
girme hakkına ilişkin olduğundan, bu hususu düzenleyen KHK’nin 37. maddesinin
(2), (3) ve (4) numaralı fıkraları, Anayasa’nın 91. maddesinin birinci
fıkrasına aykırıdır. İptalleri gerekir.”
şeklindedir (Anayasa Mahkemesi’nin 08.11.2012 tarihli ve 2011/87
E.; 2012/176 K. sayılı Kararı).
e) Kuvvetler ayrılığı ilkesi, hiçbir kimsenin
veya organın Anayasa’dan kaynaklanmayan bir yetkiyi kullanamaması ve Anayasa
Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı bakımından: Anayasa Mahkemesi kararlarında
Anayasa’nın 153’üncü maddesinde belirtilen bağlayıcılık ilkesine aykırılıktan
söz edilebilmesi için iptal edilen kuralla dava konusu yeni düzenlemenin içerik
ve kapsam bakımından aynı ya da benzeri olması gerektiği belirtilmektedir (Anayasa
Mahkemesi’nin 12.11.1991 tarihli ve 1991/7 E.: 1991/43 K. sayılı Kararı).
Anayasa Mahkemesi, eldeki dava konusuyla benzer bir hüküm ihtiva eden düzenleme
hakkında verdiği bir iptal kararında “… Buna
göre, (Telekomünikasyon) Kurum’da
çalışan memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev
ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ile diğer özlük
işlerinin yasayla düzenlenmesi gerekirken, buna ilişkin düzenlemelerin Bakanlar
Kurulu’na bırakılması, Anayasa’nın 128’inci maddesine aykırıdır. Bu nedenle
kuralın iptali gerekir…” şeklinde gerekçe kaleme almıştır (Anayasa Mahkemesi’nin
12.12.2007 tarihli ve 2002/35 ve 2002/95 sayılı Kararı).
Yine Anayasa Mahkemesi’nin, 20.06.2004 tarihli ve 5204 sayılı
Milli Eğitim Temel Kanunu ve Devlet Memurları Kanununda Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Kanun Hakkında verdiği kararının müteallik bölümü:
“5204 sayılı Yasa’nın 1. maddesinin altıncı fıkrasında, “Öğretmenlik
kariyer basamaklarında yükseleceklerin gireceği sınav, sınava katılacaklarda
aranacak en az çalışma süresi, hizmet içi eğitim veya lisansüstü eğitim
nitelikleri, her bir değerlendirme ölçütüne ilişkin hususlar ve puan değerleri,
alanında ya da eğitim bilimleri alanında tezli yüksek lisans veya doktora
öğrenimini tamamlamış olanlardan uzman öğretmenlik veya başöğretmenlik için
aranacak kıdem, hizmet içi eğitim, etkinlikler (bilimsel, kültürel, sanatsal ve
sportif çalışmalar) ve sicil (iş başarımı) şartları ve puan değerleri, branşlar
temelindeki uzman öğretmenlik ve başöğretmenlik sayıları, yükselmeye ilişkin
usul ve esaslar ile diğer hususlar Maliye Bakanlığı ve Devlet Personel
Başkanlığının uygun görüşleri alınarak Millî Eğitim Bakanlığınca çıkarılacak
yönetmelikle düzenlenir.” hükmü yer almaktadır.
Kuralda yönetmeliğe bırakılan “sınava katılacaklarda aranacak en
az çalışma süresi”, “alanında ya da eğitim bilimleri alanında tezli yüksek
lisans veya doktora öğrenimini tamamlamış olanlardan uzman öğretmenlik veya
başöğretmenlik için aranacak kıdem,”, “branşlar temelindeki uzman öğretmenlik
ve başöğretmenlik sayıları,” ve “ile diğer hususlar” ibareleri kariyer
basamaklarında yükselme hakkından yararlanabilmeye ilişkindir.
Anayasa’nın 7. maddesine göre Yasama yetkisi Türk Milleti adına
Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez. Anayasa’nın 124.
maddesinin birinci fıkrasına göre, yönetmelikler, kanunların ve tüzüklerin
uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla çıkarılabilir.
Yasayla düzenleme, konunun tüm ayrıntılarının yasayla
belirlenmesini değil, temel ilkelerin, ölçü ve sınırların yasada gösterilip
uzmanlık ve teknik konulara yönelik ayrıntıların düzenlenmesinin yürütme
organına bırakılmasını ifade eder. Yasada, yönetmelikle düzenlenecek konuların
çerçevesinin, Anayasa yargısı bağlamında denetime olanak verecek biçimde
düzenlenmiş olması gerekir. Kuraldaki “sınava katılacaklarda aranacak en az
çalışma süresi”, “alanında ya da eğitim bilimleri alanında tezli yüksek lisans
veya doktora öğrenimini tamamlamış olanlardan uzman öğretmenlik veya
başöğretmenlik için aranacak kıdem,”, “branşlar temelindeki uzman öğretmenlik
ve başöğretmenlik sayıları,” ve “ile diğer hususlar” ibarelerinin
belirlenmesinde belirtilen çerçeveye yer verilmediği açıktır. Bu nedenlerle
kuraldaki anılan ibareler Anayasa’nın 2. ve 7. maddelerine aykırıdır. İptalleri
gerekir.”
şeklindedir (Anayasa Mahkemesi’nin 21.05.2008 tarihli ve 2004/83
ve 2008/107 sayılı Kararı).
Anayasa Mahkemesi’nin verdiği iptal kararı karşısında; kanun
koyucunun Anayasa’nın 2, 7 ve 128’inci maddelerine -benzer sakatlıktan muzdarip
olması hasebiyle- aykırı olan iptali talep edilen ibareyi kanunlaştırması,
Anayasa’nın 153’üncü maddesini ihlal ettiği gibi, hiçbir kimse ve organın
kaynağını Anayasa’dan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağını öngören 6’ncı
maddesine ve Anayasa’nın Başlangıç bölümünde yer alan kuvvetler ayrılığı
ilkesine de halel getirmektedir.
f) Eşitlik ilkesi bakımından: Ayrıca iptali talep edilen
ibarenin idareye (Komisyona) verdiği sınırsız takdir yetkisi, aynı şartları ve
nitelikleri sağlayan adaylar arasında idare tarafından kayırma/ayrımcılık
yapılmasına neden olabileceğinden; anılan ibare, Anayasa’nın 10’uncu maddesinde
yer alan eşitlik ilkesine de aykırıdır. İhtilaflı kural, aynı şekilde, kamu
hizmetine girişte (öğretmenliğe atanmada) esas alınacak objektif esas ve
usulleri öngörmemesi sebebiyle de, yine eşitlik ilkesini ihlal etmektedir. Zira
eşitlik ilkesinin ihlal edilip edilmediği hususunun tespiti, münferit olayda
benzer kişi kategorileri arasında gerçekleştirilen ayrıma ilişkin bir “haklı
neden”in var olup olmadığına göre yapılır. Ne var ki, iptali talep edilen
ibarenin idareye verdiği keyfi uygulamalara sebep olabilecek sınırsız takdir
yetkisi, Komisyon tarafından aynı şartlara ve niteliklere sahip adaylardan
birinin başarılı kabul edilip diğerinin edilmemesine ilişkin haklı nedeni
somutlaştırmaya elverişli değildir. Başka bir
anlatımla, öğretmen adaylarının niteliğinin tespitinin (değerlendirmeye ilişkin
usul ve esasların) belirlenmesinin idareye (Komisyona) bırakılması, görevin /
mesleğin gerektirdiği nitelikler bakımından aynı durumda olan kişi kategorileri
arasında haklı nedene dayanmayan ve keyfî muamele farklılıklarına yol
açacaktır. Bu nedenle anılan ibare, Anayasa’nın 10’uncu maddesine aykırıdır.
g) Çalışma hürriyeti ve çalışma hakkı ile temel hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılmasının sınırları bakımından: Anayasa Mahkemesi’nin
belirttiği üzere “Anayasa’nın “Çalışma ve
Sözleşme Hürriyeti” başlıklı 48. maddesinde, “Herkes, dilediği alanda çalışma
ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir.” denilmek
suretiyle çalışma özgürlüğü güvenceye bağlanmıştır. Çalışma özgürlüğü, kişinin
çalışıp çalışmama, çalışacağı işi seçme ve çalıştığı işten ayrılma özgürlüğünü
korur. Çalışma özgürlüğü ücretli olarak bağımlı çalışma hakkını olduğu kadar,
iktisadi-ticari faaliyet yapma hakkını da içerir.” (Anayasa Mahkemesi’nin
13.11.2014 tarihli ve 2013/95 E.: 2014/176 K. sayılı Kararı).
Öte yandan 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nun “Özlük
Hakları ve sorumluluklar” başlıklı 9’uncu maddesinin birinci fıkrası “Kurumlarda
çalışan yönetici, öğretmen, uzman öğretici ve usta öğreticiler ile kurucu veya
kurucu temsilcisi arasında yapılacak iş sözleşmesi, en az bir takvim yılı
süreli olmak üzere yönetmelikle belirtilen esaslara göre yazılı olarak yapılır.
Mazeretleri nedeniyle kurumdan ayrılan öğretmen ve öğreticilerin yerine alınacak
olanlar ile devredilen kurumların yönetici, öğretmen ve öğreticileri ile bir
yıldan daha az bir süre için de iş sözleşmesi yapılabilir.” şeklindedir. Bu
sözleşmenin nev’i çeşitli yargı kararlarına konu olmuş ve ihtilaf doğurmuştur.
Nihayetinde Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu, 5580 sayılı Özel Öğretim
Kurumları Kanunu’nun 9’uncu maddesinde belirtilen sözleşmenin belirli süreli iş
sözleşmesi olduğu sonucuna varmıştır. Anılan kararının gerekçesinin eldeki dava
konusu bakımından özellik arz eden müteallik bölümü:
“…2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “eğitim ve
öğrenim hakkı ve ödevi” başlıklı 42’inci maddesine göre, eğitim ve öğretim
devletin gözetim ve denetimi altında yapılacak olup, belirtilen esaslara aykırı
eğitim ve öğretim yerleri açılamaz. Ayrıca özel ilk ve orta dereceli okulların
bağlı olduğu esaslar, devlet okulları ile erişilmek istenen seviyeye uygun
olarak, kanunla düzenlenir.
Demokratik ülkelerde, eğitim politikalarını belirleme ve bu
politikaların hayata geçirilmesine yönelik kurumsal tercihlerde bulunma
konusunda kanun koyucunun geniş takdir yetkisi vardır...Anayasa’nın 42.
maddesindeki eğitim ve öğrenim hakkı, diğer haklarla birlikte, kişinin maddî ve
manevi varlığını koruyup geliştirebilmesine imkân sağlayıcı bir niteliğe
sahiptir.
Aynı madde gereğince eğitimin gözetim ve denetiminden sorumlu
olan Devletin görevi, herkesin eğitim ve öğrenim hakkından en iyi şekilde
faydalanabilmesini sağlamaktır. Eğitim öğretim alanında hizmet sunan özel
teşebbüsün faaliyet alanının düzenlenmesi de, Devletin eğitim ve öğretimin
sağlıklı ve verimli işleyişini sağlama yükümlülüğünün bir gereğidir. Diğer
temel haklar gibi, eğitim hakkının da Devlete bazı yükümlülükler yüklediği
açıktır. Devlet, herkesin eğitim ve öğrenim hakkından yararlanabilmesini
sağlamak için gerekli tedbirleri almalıdır (Anayasa Mahkemesi’nin 13.07.2015
gün ve 2014/88 E., 2015/68 K. sayılı kararı).
...Bu açıklamalar ışığında 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları
Kanunu’nun 9’uncu maddesinde belirtilen iş sözleşmesinin niteliğinin belirli
süreli iş sözleşmesi olduğu anlaşılmakla, kanunda öngörülen bu durumda 4857
sayılı İş Kanunu’nun 11 ‘inci maddesinde belirtilen objektif koşulun
gerçekleştiği kabul edilmelidir. Başka bir anlatımla kanun hükmünün sözleşmenin
belirli süreli yapılması zorunluluğunu öngördüğü durumda objektif koşulların
varlığı aranmaz. Kanun hükmü ile sözleşmenin belirli süreli yapılması gereken
hâllerde belirli süreli sözleşmenin zincirleme yapılması da sözleşmenin belirli
süreli olma niteliğini ortadan kaldırmaz.”
şeklindedir (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu’nun23.02.2018
tarihli ve 2017/1E.; 2018/2 K. sayılı Kararı).[46]
Anılan Yargıtay kararından anlaşılacağı üzere öğretmenler,
sözleşme özgürlüğüne istinaden özel eğitim kurumlarıyla belirli süreli iş
sözleşmesi akdetmektedirler. Ancak kanun koyucu bu türden sözleşmelerin tarafı
olmayı talep eden kimseler yönünden; bu kimselerin öğretmen olarak atanabilmesi
için (başarılı olunması gereken) Komisyonun yapacağı değerlendirmeye ilişkin usul
ve esasları, (kanun düzeyinde açık, net, anlaşılabilir biçimde belirlenmek
yerine) idarenin öznel değerlendirmelerine bırakmak suretiyle; Anayasa’nın
temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasının sınırlarını düzenleyen 13’üncü
maddesinde yer alan kanunilik kaydının aksine sözleşmenin tarafı olabilme
özgürlüğünü kısıtlamaktadır. Diğer bir deyişle kanun koyucu, söz
konusu değerlendirmenin usul ve esaslarının
düzenlenmesini idarenin uhdesine bırakmak suretiyle; anılan hürriyete idari
işlemlerle müdahale edilmesinin önünü açmıştır. Bu nedenle anılan ibare,
Anayasa’nın 13’üncü ve 48’inci maddelerine aykırıdır.
Öte yandan Anayasa’nın 2 ve 5’inci maddelerinde yer alan sosyal
devlet ilkesinin bir görünümü, Anayasa’nın 49’uncu maddesinde güvencelenen
çalışma hakkıdır. Diğer bir deyişle herkese hak ve ödev olarak tanınan çalışma
hakkı, Devlete pozitif yükümlülük yüklemektedir. Devlet, herkes için uygun bir
çalışma ortamı hazırlamalıdır. Ancak iptali talep edilen ibare, Devletin anılan
yükümlülüğünü ifa etmesine engel olacaktır. Nitekim Komisyon, keyfi biçimde,
değerlendirme yaparak; bu değerlendirmede başarısız sayılan kimselerin meslek
mensubu olmasının önüne geçecektir; Devlet tarafından onlar bakımından çalışma
hakkının kullanılması için gerekli ortam, hazırlanamayacaktır. Diğer bir
deyişle kanun koyucu, söz konusu değerlendirmenin usul ve
esaslarının düzenlenmesini idarenin uhdesine bırakmak suretiyle; anılan
hakka idari işlemlerle müdahale edilmesinin önünü açmıştır. Bu nedenle anılan
ibare, Anayasa’nın 13’üncü ve 49’uncu maddelerine aykırıdır.
ğ) Çalışma barışı bakımından: Anayasa’nın 2 ve 5’inci maddeleriyle
Devlete verilen “sosyal devlet” niteliğinin bir görünümü, Anayasa’nın 49’uncu
maddesiyle Devlete yüklenen çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbirleri
alma yükümlülüğüdür. Anayasa Mahkemesi, “Anayasa’nın 49. maddesine göre,
çalışma, herkesin hakkı ve ödevidir. Devlete karşı ileri sürülecek bu hak,
bireylere zorlama yetkisi ve yaptırımı vermemiştir. Devlet, olanakları
ölçüsünde, yeterli örgütler kurarak iş bulmayı kolaylaştırıp sağlamak için
gerekli önlemleri almakla yükümlüdür. Devletin herkese iş verme, herkesi işe
yerleştirme zorunluluğu bulunmamaktadır. İşsizliği önlemek amacıyla yapacağı
çalışmalarla Devlet, öncelikle kamu sektöründe iş vermek yolunu izleyecek, bu
nedenle de yasal düzenlemeler yapacaktır.” şeklinde hüküm kurmak suretiyle;
Anayasa’nın 49’uncu maddesinin kapsama alanında özel sektörün yanı sıra kamu
sektörünün de değerlendirileceğine işaret etmiştir (Anayasa
Mahkemesi’nin 19.12.1989 tarihli ve 1989/14 ve 1989/49 sayılı Kararı). O halde
Devlet, hem özel sektörde hem de kamu sektöründe çalışma barışını sağlamalıdır.
Ancak iptali talep edilen ibare; (aday) öğretmenler
arasında eşitsiz bir muamele oluşturacağından; çalışma barışının da bozulmasına
neden olacaktır. Çalışma barışının bozulması; (aday)
öğretmenler arasında bölünmelere ve okul idaresi – veli – öğretmen
arasında anlaşmazlıklara yol açabilecektir; mesleki dayanışmayı
azaltabilecektir; eğitim ve öğretim hizmetlerini yürütmekle görevli olan
öğretmenlerin ilgilerini başka alanlara yöneltmesine; sorumluluklarını yeteri
kadar yerine getirememelerine sebep olabilecektir. Bu nedenle iptali talep edilen ibare, Anayasa’nın 2, 5 ve 49’uncu
maddelerine de aykırıdır.
h) Maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme ile eğitim
hakları, eşitlik ilkesi, gençliğin korunması, temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasının sınırları bakımından:
Anayasa’nın Başlangıç bölümü gereğince her Türk vatandaşı, bu
Anayasa’daki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince
yararlanarak milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat
sürdürme ve maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine
doğuştan sahiptir. Öte yandan Devletin Anayasa’nın 5’inci maddesinde sayılan
temel amaç ve görevleri arasında “insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi
için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak” yer almaktadır. Bununla birlikte
Anayasa’nın 17’nci maddesi uyarınca herkes, maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına sahiptir. Bireyin maddi ve manevi varlığı geliştirmesinin
yollarından biri de Anayasa’nın 42’nci maddesinde güvence altına alınan eğitim
hakkının kullanılmasıyla mümkündür. Öte yandan Anayasa’nın 58’inci maddesi
uyarınca Devlet, istiklal ve Cumhuriyetimizin emanet edildiği gençlerin müspet
ilmin ışığında, Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda ve Devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmayı amaç edinen görüşlere karşı
yetişme ve gelişmelerini sağlayıcı tedbirleri alır. Söz konusu tedbirlerden
birinin gençlere eğitim verilmesi olduğu izahtan varestedir. Nitekim 1739
sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun “Genel Amaçlar” başlıklı 2’nci maddesi:
“Türk
Milli Eğitiminin genel amacı, Türk Milletinin bütün fertlerini,
1. Atatürk inkılap ve
ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; Türk
Milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen,
koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye
çalışan, insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan
demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı
görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar
olarak yetiştirmek;
2. Beden, zihin,
ahlak, ruh ve duygu bakımlarından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş bir
kişiliğe ve karaktere, hür ve bilimsel düşünme gücüne, geniş bir dünya görüşüne
sahip, insan haklarına saygılı, kişilik ve teşebbüse değer veren, topluma karşı
sorumluluk duyan; yapıcı, yaratıcı ve verimli kişiler olarak yetiştirmek;
3. İlgi, istidat ve
kabiliyetlerini geliştirerek gerekli bilgi, beceri, davranışlar ve birlikte iş
görme alışkanlığı kazandırmak suretiyle hayata hazırlamak ve onların,
kendilerini mutlu kılacak ve toplumun mutluluğuna katkıda bulunacak bir meslek
sahibi olmalarını sağlamak;
Böylece bir yandan
Türk vatandaşlarının ve Türk toplumunun refah ve mutluluğunu artırmak; öte
yandan milli birlik ve bütünlük içinde iktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmayı
desteklemek ve hızlandırmak ve nihayet Türk Milletini çağdaş uygarlığın yapıcı,
yaratıcı, seçkin bir ortağı yapmaktır.”
şeklindedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre eğitim hakkı,
“…belirli bir zamanda mevcut eğitim kurumlarına erişim (Belçika
dil davası, § 4, syf. 31), bilgi aktarımı ve düşünsel gelişim hakkını (Campbell
ve Cosans / Birleşik Krallık, § 33) ve ayrıca alınan eğitimden yarar sağlama
olanağını, diğer bir deyişle, her bir Devlet’te geçerli kurallara uygun olarak
ve bir veya başka bir şekilde (örneğin yeterlilik yoluyla), tamamlanan eğitimin
resmi olarak tanınmasını elde etme hakkını (Belçika dil davası, §§ 3-5, syf.
30-32) kapsamaktadır. 1 No’lu Protokol’ün 2. maddesi, ilkokul eğitiminin (Sulak
/ Türkiye (k.k.)) yanında ortaokul eğitimi (Kıbrıs / Türkiye [BD], § 278),
yüksekokul eğitimi (Leyla Şahin / Tirkiye [BD], § 141; Mürsel Eren / Türkiye, §
41) ve uzmanlık eğitimiyle de ilgilidir. Bu nedenle, 1 No’lu Protokol’ün 2.
maddesinde güvence altına alınan hakkın sahipleri, çocukların yanında yetişkinler
veya gerçekte eğitim hakkından faydalanmak isteyen herkestir (Velyo Velev /
Bulgaristan). 13. Ayrıca, Devlet, devlet okullarının yanında özel okullardan da
sorumludur (Kjeldsen, Busk Madsen ve Pedersen / Danimarka). Son olarak, Devlet’in
öğrencileri Devlet ve özel okullarda kötü muameleye maruz kalmaktan koruma
pozitif yükümlülüğü bulunmaktadır (O’Keeffe / İrlanda [BD], §§ 144-152). 1 No’lu
Protokol’ün 2. maddesinin ilk cümlesinde güvence altına alınan eğitim hakkı,
doğası gereği, Devlet tarafından kamunun ve bireylerin ihtiyaçları ve
kaynakları doğrultusunda zamana ve yere göre değişiklik gösterebilecek bir
düzenleme yapılmasını gerektirmektedir. Söz konusu düzenleme, eğitim hakkının
esasına halel getirmemeli veya Sözleşme’de güvence altına alınan diğer haklarla
çelişmemelidir. Bu nedenle, Sözleşme, kamunun genel çıkarlarını korumak ve
temel insan haklarına saygı arasında adil bir denge kurulmasına işaret
etmektedir (Belçika dil davası, § 5, syf. 32).”[47]
O halde yasama organı tarafından kanunlaştırılan bu metnin,
muhatap kılınan bireylerin eğitim hakkı gözetilerek kaleme alınması
gerekmektedir. Ancak açıklandığı üzere öğretmenlerin atanması için yapılacak
değerlendirmenin Komisyona bırakılması, Anayasa’nın anılan hükümlerini ihlal
etmek suretiyle donanımlı olmalarını engelleyeceğinden; öğrencilerin de
nitelikli eğitimden yararlanmasının önüne geçecek, eğitim hakkı ve dolayısıyla
maddi ve manevi varlığını geliştirme hakkı ihlal edilecektir. Olanakları
sınırlı, zor koşullardaki çocuklarımızın ücretsiz ve kaliteli bir eğitime
erişmek suretiyle yaşam becerisine sahip olmasının, kendilerini
gerçekleştirmelerinin, maddi ve manevi varlıklarını geliştirmelerinin önüne
geçilecektir. Öte yandan gençlere niteliksiz bir eğitim verilmesi, Devletin
Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda ve Devletin ülkesi ve milletiyle
bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmayı amaç edinen görüşlere karşı yetişme ve
gelişmelerini sağlayıcı tedbir alma yükümlülüğünü yerine getirememesine neden
olacaktır.
Diğer taraftan Anayasa’nın 10 ve 42’nci maddeleri birlikte
değerlendirildiğinde görüleceği üzere; eğitim hakkı, eşitlik ilkesi üzerine
inşa edilmelidir. Başka bir deyişle gelir, kültür ve bölgesel kalkınma düzeyi
farklılığının yoğun seyrettiği ülkemizde Devlet, eğitimde fırsat ve olanak
eşitliğine imkan sağlamak suretiyle söz konusu pozitif yükümlülüğü tüm
vatandaşlar (ve Anayasa’nın 42’nci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “kimse”
ibaresinin delaletiyle herkes) bakımından icra edebilecektir. Ancak kanun
koyucu, eğitim ve öğretim hizmetlerini yürütmekle görevli öğretmenlerin
atanması için yapılacak değerlendirmeye ilişkin usul ve esasları tespit etme
görevini, idarenin (Komisyonun) uhdesine bırakmış, öğrencilerin nitelikli öğretmene
erişimi için kanun düzeyinde temel ilkeleri çizmekten imtina etmiş, dahası bu
yükümlülüğün ifası için (işbu dilekçe boyunca somut bulgularla teşhir edildiği
üzere) özensiz bir meslek kanunu çıkararak öğretmenler özelinde modern,
demokratik, laik toplumun inşasına hizmet eden bir eğitim politikası oluşturmamıştır.
Bunun yanında, kanun koyucu, öğretmenlerin atanması için
yapılacak değerlendirmeye ilişkin usul ve esasları tespit etme görevini Komisyonun
uhdesine bırakmak suretiyle; temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasının
sınırlarını düzenleyen Anayasa’nın 13’üncü maddesinde yer alan kanunilik
kaydına halel getirmiştir; demokratik toplumun gereklerine riayet etmemiştir.
Diğer bir deyişle eğitim hakkının kullanılması için gerekli olanağı ve fırsatı
sunma yükümlülüğü olan Devletin, bu yükümlülüğü tam manasıyla ifası, iyi
yetişmiş, donanımlı öğretmenlerle mümkündür. Aksi bir tutum, eğitim hakkının
kısıtlanması sonucunu doğuracaktır. Kanun koyucu da atamanın önkoşulunun idare
tarafından tespit edilmesine cevaz vererek; hakkın kısıtlanmasının önünü açmıştır.
Kaldı ki demokratik bir toplum, eğitim hakkının herkese nitelikli bir biçimde
tanınmasını gerektirir. Tüm bu nedenlerle anılan ibare, Anayasa’nın Başlangıç
bölümüne, 5, 10, 13, 17, 42 ve 58’inci maddelerine aykırıdır.
i)İnkılâp
Kanunlarının (“03.03.1340 tarihli ve 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu”) korunması
bakımından:
Aliefendioğlu’nun
belirttiği üzere “Anayasada sayılan inkılap yasaları T.C. Devletinin dayandığı
8 temel yasadır.”[48] Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 174’üncü
maddesiyle ilgili olarak “Maddede sayılan Devrim
Yasalarının Anayasa’nın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan
hükümlerinin Anayasa’ya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaması ve
yorumlanamamasının öngörülmesi, bu yasalara, diğerlerinden farklı anayasal bir
güvence sağlamaktadır. Ancak bu durumun onlara, Anayasa gücü ve değeri
kazandırdığı kabul edilerek, Anayasa’ya uygunluk denetimine esas alınmaları
olanaklı değildir...” şeklinde hüküm kurmuştur (Anayasa Mahkemesi’nin
16.09.2018 tarihli ve 1997/62 E.: 1998/52 K. sayılı Kararı). Elbette Anayasa
Mahkemesi tarafından belirtildiği üzere; Anayasa’nın 174’üncü maddesi, Anayasa’nın
ruhunun somutlaştığı İnkılâp Kanunlarının normatif değerini Anayasal hüküm
haline getirmeyeceği gibi Anayasa yargısında, Anayasa’ya uygunluk denetiminde
ölçü norm kılmaz, Anayasallık bloğunun kapsamında değerlendirilmesini sağlamaz.
Ancak Anayasa’nın 174’üncü maddesiyle İnkılâp Kanunlarına münhasıran tanınan
anayasal güvenceye halel getirilmemesi, ilgileri bulunduğu alanda yapılan
düzenlemelerin anılan Kanunların ışığında (amacı ve çizdiği sınırlar
çerçevesinde) kaleme alınmasıyla mümkündür. Diğer bir deyişle eldeki dava
konusunun içeriği, nitelikli öğretmenler marifetiyle Atatürk ilkeleri ışığında
eğitimin modernleşmesine hizmet eden Tevhidi Tedrisat Kanunu’ndan arı
düşünülemez. Eldeki dava konusu gibi nihayetinde eğitim alanına sirayet eden
düzenlemeler, Anayasa’ya uygun olduğu ölçüde; Tevhidi Tedrisat Kanunu, anayasal
güvenceye sahip olacaktır. Açıklandığı üzere eldeki dava konusunun Anayasa’ya
aykırılığı, anılan İnkılâp Kanunu’nun Anayasal güvenceden yoksun bırakılmasına
neden olduğundan; iptali talep edilen ibare, Anayasa’nın 174’üncü maddesine de
aykırıdır.
ı) Uluslararası andlaşmaların iç hukuka etkisi bakımından:
Anayasa’nın 90’ıncı maddesine göre temel hak ve özgürlüklere ilişkin usulüne
göre yürürlüğe konmuş uluslararası anlaşmalar, (kanunlara nazaran hakkı
koruyucu, kullanımını genişletici hükümler barındırması kaydıyla) normlar
hiyerarşisinde kanunun üstündedir. İptali talep edilen ibare, eğitim hakkına
ilişkin İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 26’ncı; Ekonomik, Sosyal ve
Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 13’üncü[49];
Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 28 ve 29’uncu[50];
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Ek 1 No’lu Protokolü’nün 2’nci[51]
maddelerini ve çalışma hakkına ilişkin İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 23’üncü;
(Gözden Geçirilmiş) Avrupa Sosyal Şartı’nın 1’inci maddeleri; Türkiye
Cumhuriyeti’nin taraf olduğu ILO Sözleşmelerini[52];
adil çalışma koşullarına ilişkin İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 23’üncü;
(Gözden Geçirilmiş) Avrupa Sosyal Şartı’nın 3 ve 22’nci maddeleri; ILO’nun 94
No’lu Çalışma Şartları (Kamu Sözleşmeleri) Sözleşmesi ile 151 No’lu Çalışma
İlişkileri (Kamu Hizmeti) Sözleşmesi’ni ihlal ettiğinden Anayasa’nın 90’ıncı
maddesine de aykırıdır.
Tüm bu nedenlerle, 5’inci maddesinin üçüncü fıkrasının
ikinci cümlesinde yer alan “Adaylık Değerlendirme Komisyonu
tarafından yapılan değerlendirme sonucunda” ibaresi,
Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 2, 5, 6, 7, 10, 13, 17, 42, 48, 49, 58, 70, 90,
123, 128, 153 ve 174’üncü maddelerine aykırıdır; anılan ibarenin iptali
gerekir.
7 03.02.2022
tarihli ve 7354 sayılı Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun 5’inci maddesinin dördüncü
fıkrasının (c) bendi ile 6’ıncı maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi ve
ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “kademe ilerlemesinin
durdurulması cezası bulunmayan” ibaresinin Anayasa’ya aykırılığı
7354 sayılı Kanun’un 5’inci maddesinin dördüncü fıkrasında aday
öğretmenlerin görevine son verileceği ve üç yıl süreyle öğretmenlik mesleğine
alınmayacağı haller, bentler formunda tahdidi olarak sayılmıştır. Bu hallerden
biri, anılan fıkranın (c) bendi uyarınca “adaylık sürecinde aylıktan kesme veya
kademe ilerlemesinin durdurulması cezası alma” şeklinde hüküm altına
alınmıştır. Anılan Kanun’un 6’ıncı maddesinin birinci fıkrasında ise
öğretmenler bakımından uzman öğretmen unvanı için yapılacak yazılı sınava
başvurabilme şartları, bentler formunda tahdidi olarak sayılmıştır. Bu
şartlardan biri, anılan fıkranın (c) bendi uyarınca “kademe ilerlemesinin
durdurulması cezası bulunmama” şeklinde hüküm altına alınmıştır. Anılan Kanun’un
6’ıncı maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde ise uzman öğretmenler
bakımından başöğretmen unvanı için yapılacak yazılı sınava başvurabilme
şartları, tahdidi olarak sayılmıştır. Bu şartlardan biri, anılan cümlede yer
alan ve iptali talep edilen ibare uyarınca “kademe ilerlemesinin durdurulması
cezası bulunmama” şeklinde hüküm altına alınmıştır.
Kanun koyucu anılan bentler ve ibarelerle; (sırasıyla) aday
öğretmen, öğretmen ve uzman öğretmenin; görevine son verilmemesi (ve üç yıl
süreyle öğretmenlik mesleğine alınmaması) veya kariyer basamaklarında
ilerleyebilmesi için; aynı nitelikte ön koşul getirmiştir. Başka bir anlatımla
iptali talep edilen bentler ve ibare uyarınca (sırasıyla) aday öğretmenler,
öğretmenler ve uzman öğretmenlerin; görevine son verilmemesi (ve üç yıl süreyle
öğretmenlik mesleğine alınmaması) veya bir sonraki unvana sahip olabilmesi için
adaylık sürecinde aylıktan kesme cezası almama veya kademe ilerlemesinin
durdurulması cezası almaması gerekmektedir. Bu durum, Anayasa’ya aykırıdır.
Öncelikle belirtmek gerekir ki; Devletin, bireyin maddi ve
manevi varlığını geliştirecek ortamın oluşturulması temelindeki pozitif
yükümlülüğünün bir tecessümü olarak (Anayasa’nın 42’nci maddesinin birinci
fıkrasında yer alan “kimse” ibaresinin delaletiyle) herkes bakımından eğitim
hakkının erişilebilir kılınması, öğretmenler marifetiyle mümkündür. O halde
öğretmenlerin statüsünün, Anayasa’nın 128’inci maddesi bağlamında “diğer
kamu görevlisi” niteliğinde olması gerekmektedir.
Buna ilave olarak aylıktan kesme ve kademe ilerlemesinin
durdurulması cezalarının hukuki nev’inin; disiplin cezası olduğunu, ortaya
koymak gerekmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin belirttiği üzere; disiplin
cezaları, “kamu hizmetlerinin gereği gibi
yürütülmesini sağlamak amacıyla öngörülmüş, yapma veya yapmama biçiminde
beliren davranış kurallarının ihlali hâlinde uygulanan idari yaptırımlardır.
Kamu hizmetlerini yürütenlerin görev, yetki ve sorumlulukları kamu hizmeti ve
hizmet gerekleri ile sınırlandırılmış; bu sınırlar dışına çıkanların ise
disiplin cezaları ile cezalandırılmaları ilgili kanunlarda öngörülmüştür.”
(Anayasa Mahkemesi’nin 20.12.2018 tarihli ve 2018/107 E.; 2018/114-K.
sayılı Kararı, § 9). 7354 sayılı Kanun’da ise disiplin hükümleri ayrıca
düzenlenmemiş ve fakat anılan Kanun’un 7’inci maddesi, “Bu
Kanunda hüküm bulunmayan hâllerde; 5/1/1961 tarihli ve
222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu, 657 sayılı Kanun, 14/6/1973 tarihli ve
1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu ile diğer kanunların bu Kanun ile
çelişmeyen hükümleri uygulanır.” şeklinde kaleme alınmak suretiyle; disiplin
hükümleri bakımından diğer kanuni düzenlemelere atıf yapılmıştır. 657 sayılı
Kanun’un disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve halleri
düzenleyen 125’inci maddesinin müteallik bölümü:
“C- Aylıktan kesme: Memurun, brüt aylığından 1/30 - 1/8
arasında kesinti yapılmasıdır.
Aylıktan kesme cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:
a) Kasıtlı olarak; verilen emir ve görevleri tam ve zamanında
yapmamak, görev mahallinde kurumlarca belirlenen usul ve esasları yerine
getirmemek, görevle ilgili resmi belge, araç ve gereçleri korumamak, bakımını
yapmamak, hor kullanmak,
b) Özürsüz olarak bir veya iki gün göreve gelmemek,
c) Devlete ait resmi belge, araç, gereç ve benzerlerini özel
menfaat sağlamak için kullanmak,
d) Görevle ilgili konularda yükümlü olduğu kişilere yalan ve
yanlış beyanda bulunmak,
e) Görev sırasında amirine sözle saygısızlık etmek,
f) Görev yeri sınırları içerisinde herhangi bir yerin toplantı,
tören ve benzeri amaçlarla izinsiz olarak kullanılmasına yardımcı olmak,
g) (Mülga: 13/2/2011 - 6111/111 md.)
h) (Mülga: 13/2/2011 - 6111/111 md.)
ı) Hizmet içinde Devlet memurunun itibar ve güven duygusunu
sarsacak nitelikte davranışlarda bulunmak,
j) (Mülga: 13/2/2011 - 6111/111 md.)
D- Kademe ilerlemesinin durdurulması: Fiilin ağırlık derecesine
göre memurun, bulunduğu kademede ilerlemesinin 1 - 3 yıl durdurulmasıdır.
Kademe ilerlemesinin durdurulması cezasını gerektiren fiil ve
haller şunlardır:
a) Göreve sarhoş gelmek, görev yerinde alkollü içki içmek,
b) Özürsüz ve kesintisiz 3 - 9 gün göreve gelmemek,
c) Görevi ile ilgili olarak her ne şekilde olursa olsun çıkar
sağlamak,
d) Amirine veya maiyetindekilere karşı küçük düşürücü veya
aşağılayıcı fiil ve hareketler yapmak,
e) Görev yeri sınırları içinde herhangi bir yeri toplantı, tören
ve benzeri amaçlarla izinsiz kullanmak veya kullandırmak,
f) Gerçeğe aykırı rapor ve belge düzenlemek,
g) (Mülga:17/9/2004 - 5234/33 md.)
h) Ticaret yapmak veya Devlet memurlarına yasaklanan diğer
kazanç getirici faaliyetlerde bulunmak,
ı) Görevin yerine getirilmesinde dil, ırk, cinsiyet, siyasi
düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ayrımı yapmak, kişilerin yarar veya
zararını hedef tutan davranışlarda bulunmak,
j) Belirlenen durum ve sürelerde mal bildiriminde bulunmamak,
k) Açıklanması yasaklanan bilgileri açıklamak,
l) Amirine, maiyetindekilere, iş arkadaşları veya iş sahiplerine
hakarette bulunmak veya bunları tehdit etmek,
m) Diplomatik statüsünden yararlanmak suretiyle yurt dışında,
haklı bir sebep göstermeksizin ödeme kabiliyetinin üstünde borçlanmak ve
borçlarını ödemedeki tutum ve davranışlarıyla Devlet itibarını zedelemek veya
zorunlu bir sebebe dayanmaksızın borcunu ödemeden yurda dönmek,
n) Verilen görev ve emirleri kasten yapmamak,
o) Herhangi bir siyasi parti yararına veya zararına fiilen
faaliyette bulunmak”
şeklindedir. 657 sayılı Kanun’un 125’inci maddenin ilgili
bölümünün lafzından da anlaşılacağı üzere; muğlak ibarelerle tanımlanan
fiillere anılan türdeki disiplin cezaları bağlanmıştır.
a) Suç ve ceza arasında orantılılık ilkesi bakımından: İptali
talep edilen bentler ve ibareyle anılan türdeki disiplin cezalarını almış
olanlar, yine bir yaptırıma muhatap kılınmıştır. Başka bir anlatımla aylıktan
kesme veya kademe ilerlemesinin durdurulması cezası alan kimse, aday öğretmen
ise görevine son verilecek ve üç yıl süreyle öğretmenlik mesleğine alınmayacak;
öğretmen ise uzman öğretmen unvanı için yapılan yazılı sınava başvuramayacak;
uzman öğretmen unvanı ise başöğretmen için yapılan yazılı sınava
başvuramayacaktır. Aylıktan kesme veya kademe ilerlemesinin durdurulması
cezası, bir netice (cezai yaptırım) iken; bu cezayı alanlara bir kez daha
farklı yaptırımlar uygulanmak suretiyle; anılan cezalar, başka yaptırımların
(görevine son verilmesi ve üç yıl mesleğe alınmaması ile uzman/başöğretmen
unvanı için yapılacak yazılı sınava başvuramama) bağlandığı hukuki fiil
kılınmıştır.
Ancak burada suç (aylıktan kesme veya
kademe ilerlemesinin durdurulması cezası alma) ve ceza (görevine son verilmesi
ve üç yıl mesleğe alınmaması ile uzman / baş öğretmen unvanı için yapılacak
yazılı sınava başvuramama) arasındaki denge gözetilmemiştir. Zira hafif bir
suça, ağır bir ceza bağlanmıştır. Halbuki Anayasa’nın 2’nci maddesinde yer alan
hukuk devleti ilkesine dayanan “suç ve ceza arasında orantılılık” ilkesi,
cezada adalet, kefaret anlayışının ve zarar ilkesinin bir sonucudur. Bu ilke,
Türk Ceza Kanunu’nun 3’üncü maddesinde de hüküm altına alınmıştır. Öte yandan
bu ilke, Anayasa’nın 2’nci maddesinde hüküm altına alınan hukuk devleti ile 13’üncü
maddesinde yer alan ölçülülük ilkelerinin somut bir görünümüdür. Nitekim
Anayasa Mahkemesi’ne göre de;
“Kanun koyucu, düzenlemeler yaparken
hukuk devleti ilkesinin bir gereği olan ölçülülük ilkesiyle bağlıdır. Bu ilke
ise “elverişlilik”, “gereklilik” ve “orantılılık” olmak üzere üç alt ilkeden
oluşmaktadır. “Elverişlilik”, başvurulan önlemin ulaşılmak istenen amaç için
elverişli olmasını, “gereklilik” başvurulan önlemin ulaşılmak istenen amaç
bakımından gerekli olmasını, “orantılılık” ise başvurulan önlem ve ulaşılmak
istenen amaç arasında olması gereken ölçüyü ifade etmektedir. Bir kurala
uyulmaması nedeniyle kanun koyucu tarafından öngörülen yaptırım ile ulaşılmak
istenen amaç arasında da “ölçülülük ilkesi” gereğince makul bir dengenin
bulunması zorunludur. Ceza, toplumda korunmaya değer görülen hukuki değerlerin
ihlali durumunda Devletin gösterdiği tepki olarak karşımıza çıkmaktadır.
Dolayısıyla ceza hukukunun amacı, toplumsal yaşam bakımından önem arz eden
hukuksal değerleri korumaktır. Fakat Devlet, bu hukuksal değerleri korumak
üzere sahip olduğu cezalandırma yetkisini istediği biçim ve kapsamda
kullanamaz. Bu yetkisini kullanırken suç ve ceza arasındaki adil dengenin
korunmasını da dikkate almak zorundadır. Faile, işlediği suçun ağırlığı ile
orantılı ceza ve güvenlik tedbiri uygulanması, orantılılık ilkesi ile
örtüşmektedir. Bu ilke, cezaya ve güvenlik tedbirine hükmedilmesinde önemli bir
sınırlayıcı unsurdur. Bu noktada orantılılık ilkesi hem kanun koyucuyu hem de
hâkimi bağlar. (Anayasa Mahkemesi’nin 05.05.2016 tarihli ve 2016/16 E.: 2016/
37 K. sayılı Kararı)”.
657 sayılı Kanun’un 125’inci maddesinin ilgili bölümünde muğlak
ibarelere yer verilmesi; uygulamada bu türden cezaların haksız yere verilmesi (söz
gelimi öğretmenlik mesleğine mensup kimselerin Anayasa’nın Sosyal ve Ekonomik
Haklar ve Ödevler Bölümünde düzenlenen Sendikal Faaliyet başlığı altındaki
hakları kullanmaları sonucunda aylıktan kesme veya kademe ilerlemesinin
durdurulması cezası alması); 7354 sayılı Kanun’un iptali talep edilen
bentlerinin ve ibarenin yer aldığı fıkralarda bu cezaların kesinleşmesine
yönelik bir hüküm öngörülmemesi, 657 sayılı Kanun’un 125’inci maddesinde
aylıktan kesme ve kademe ilerlemesinin durdurulması cezasından daha ağır
nitelikteki Devlet memurluğundan çıkarma cezasının düzenlendiği hususları
nazara alındığında; aylıktan kesme veya kademe ilerlemesinin durdurulması
cezası ile görevine son verilmesi ve üç yıl mesleğe alınmaması, uzman / baş
öğretmen unvanı için yapılacak yazılı sınava başvuramama arasında orantılılık
gözetilmediği ortaya çıkacaktır. Öte yandan 7354 sayılı Kanun’un 6’ncı
maddesinin 7’nci fıkrasında kademe ilerlemesinin
durdurulması cezası almış olanların, cezalarının özlük dosyasından silindikten
sonra uzman öğretmen veya başöğretmen unvanı için başvuruda bulunabileceğinin
hüküm altına alınması; orantılılık unsurunun gereğini karşılamaya yeterli
değildir. Kaldı ki anılan Kanun’un 5’inci maddesinde aday öğretmenler
bakımından bu türden bir düzenleme öngörülmemiştir. Tüm
bu nedenlerle iptali talep edilen bentler ve ibare, Anayasa’nın 2 ve 13’üncü
maddelerine aykırıdır.
b) Hukuk devleti ilkesi bakımından: Aday öğretmenler,
öğretmenler ve uzman öğretmenlerin; görevine son verilmemesi (ve üç yıl süreyle
öğretmenlik mesleğine alınmaması) veya bir sonraki unvana sahip olabilmesi için
adaylık sürecinde aylıktan kesme cezası almama veya kademe ilerlemesinin
durdurulması cezası almaması hususu, bir başka perspektiften ele alındığında; 657
sayılı Kanun’un 125’inci maddesinde sayılan fiilleri işleyen kimselere hem aylıktan
kesme cezası almama veya kademe ilerlemesinin durdurulması cezası uygulanacak
hem de; görevine son verilecek (ve üç yıl süreyle öğretmenlik mesleğine
alınmayacak) veya bir sonraki unvana sahip olamayacaktır. Diğer bir deyişle bu
fiilleri işleyen kimselere iki kez idari yaptırım uygulanmaktadır. Bu durumun
ceza hukuku alanındaki izdüşümü, (hukukun genel ilkeleri arasında yer alan) aynı fiil nedeniyle yeniden yargılanmama veya
cezalandırılmama (ne bis in idem) ilkesinin ihlalidir.
Gerçekten de; AİHM, Sözleşme’nin 6’ncı maddesi
anlamında “cezai alanda ... yöneltilen suçlama” terimini, üç ölçütle
değerlendirmektedir: Fiilin iç hukuktaki hukuki nitelemesi, fiilin mahiyeti ve
müeyyidenin ağırlık derecesi (AİHM, Engel et diğerleri-Hollanda, 8 Haziran
1976, başvuru no: 5100/71 ve diğerleri, § 82). Sözleşme’nin 6’ncı maddesi
çerçevesindeki bu yaklaşım ve söz konusu ölçütler, 7 numaralı Protokol’ün ne
bis in idem ilkesine ilişkin 4’üncü maddesi bakımından da geçerlidir. (AİHM,
Prina-Romanya, kabul edilebilirlik, 8 Eylül 2020, başvuru no: 37697/13, § 48
vd.). İlgili prosedürün iç hukuktaki nitelemesi, 7 numaralı Protokol’ün 4’üncü
maddesi ve ne bis in idem ilkesinin uygulanabilirliği bakımından ilgili tek
ölçüt değildir (AİHM, Prina-Romanya, kabul edilebilirlik, 8 Eylül 2020, başvuru
no : 37697/13, § 51).
Ne bis in idem
ilkesi bakımından; ilgili iki prosedür, (Sözleşme anlamında) “cezai” nitelikte
olmalı, aynı fiillere ilişkin olmalı ve kovuşturmaların tekrarı söz konusu
olmalıdır (AİHM, Prina-Romanya, kabul edilebilirlik, 8 Eylül 2020, başvuru no:
37697/13 , § 46). AİHM, örneğin Sismanidis ve Sitaridis-Yunanistan kararında;
davada söz konusu idari prosedürün, daha önce kesinleşmiş bir beraat kararının
ilişkin olduğu fiillerle aynı olan ikinci bir suça tekabül etmesi hasebiyle, 7
numaralı Protokol’ün 4’üncü maddesinin ihlaline hükmetmiştir (AİHM, Sismanidis
ve Sitaridis-Yunanistan, 9 Haziran 2016, başvuru no: 66602/09 ve 71879/12, §
46). Yine, Mahkeme, örneğin Maszni-Romanya kararında da, her ne kadar Romanya
iç hukuku söz konusu ehliyet iptalini idari bir tedbir olarak nitelese de; bu
ehliyet iptalinin ağırlık derecesi itibariyle cezalandırıcı ve caydırıcı bir
nitelik taşıması sebebiyle, ceza müeyyidesi oluşturduğuna hükmetmiştir (AİHM,
Maszni-Romanya, 21 Eylül 2006, başvuru no : 59892/00. Aynı yönde, bkz.: AİHM,
Sismanidis ve Sitaridis-Yunanistan, 9 Haziran 2016, başvuru no : 66602/09 ve
71879/12, § 35).
Anayasa Mahkemesi’ne göre de, “... hukuk devleti ilkesi ve ceza
hukukunun temel ilkeleri arasında yer alan ‘aynı fiilden dolayı iki kez
yargılama olmaz (ne bis in idem)’ ilkesi gereğince, kişi aynı fiil nedeniyle
birden fazla yargılanamaz ve cezalandırılamaz” (Anayasa Mahkemesi’nin
31.05.2017 tarihli ve 2017/28 E.; 2017/107 K. sayılı Kararı, § 15).
İhtilaflı kuralda yer alan ve kişilerin mesleki geleceklerini
derinden etkileyen müeyyideler, ağırlık dereceleri dikkate alındığında, AİHM
içtihatları ışığında cezai nitelik taşıyor addedilmek gerekir. Bu açıdan, aynı
fillere ilişkin olarak son tahlilde iki farklı müeyyidenin uygulanması; hukuk
güvensizlik ve tutarsızlık yaratmakta, kamu yararı taşımamakta ve hukuk devleti
ilkesinin bir ögesi kabul edilmek gereken ne bis in idem ilkesini (ve yine
aşağıda da işaret edildiği üzere Anayasa’nın 90’ıncı maddesini) ihlal
etmektedir.
c) Hak arama özgürlüğü, masumiyet karinesi, etkili başvuru hakkı,
idarenin her türlü eylem ve işleminin yargı denetimine tabi olması bakımından:
İptali istenilen düzenlemeler, hak arama özgürlüğünü düzenleyen Madde 36,
masumiyet karinesini düzenleyen Madde 38, etkili başvuru hakkını koruyan Madde
40 ve “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu”nun açık
olduğunu öngören Madde 125’e aykırıdır.
Anayasa Mahkemesi bir kararında; “Anayasanın hak arama
özgürlüğüne ilişkin 36. maddesinde, herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahip bulunduğu belirtilmiştir. Maddeyle güvence altına
alınan dava yoluyla hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği
taşımanın ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde
yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden
birini oluşturmaktadır. Kişinin uğradığı bir haksızlığa veya zarara karşı
kendisini savunabilmesinin ya da maruz kaldığı haksız bir uygulama veya işleme
karşı haklılığını ileri sürüp kanıtlayabilmesinin, zararını giderebilmesinin en
etkili ve güvenceli yolu, yargı mercileri önünde dava hakkını
kullanabilmesidir. Kişilere yargı mercileri önünde dava hakkı tanınması adil
yargılamanın ön koşulunu oluşturur. Anayasa’nın 40. maddesinde; ‘Anayasa ile
tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkes, yetkili makama
geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.
Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere
başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır...’ … denilmektedir.” şeklinde
hüküm kurmuştur (Anayasa Mahkemesi’nin 25.06.2009 tarihli ve 2008/30 E.;
2009/96 K. sayılı Kararı). Buna ilave olarak Anayasa’nın 125’inci
maddesine göre idarenin her türlü eylem ve işlemine karşı yargı yolu açıktır.
Ancak aylıktan kesme cezası almama veya kademe ilerlemesinin
durdurulması cezası almaması hususu bakımından bu cezaların (idari) yargı
yolunda, kesin nitelik kazanmasının beklenilmemesi; hak
arama özgürlüğüne ve etkili başvuru hakkına halel getirecek ve idarenin her
türlü eylem ve işlemlerinin yargı denetimine tabi olduğu kuralını ihlal
edecektir.
Öte yandan aylıktan kesme veya kademe ilerlemesinin durdurulması
yaptırımının bir yargı kararına bağlanmaması, (Anayasa’nın 36’ncı maddesinin
temin ettiği; kanunla kurulmuş-bağımsız-tarafsız bir mahkemede, makul bir
sürede, adil ve aleni biçimde yargılanma hakkı, mahkemeye erişim hakkı,
silahların eşitliği-yargılamada çelişme-yargılamada vicahilik ilkelerinin
gereklerinin karşılanmaması) Anayasa’nın 38’inci maddesinde
düzenlenen masumiyet (suçsuzluk) karinesini de ihlal etmiştir. Diğer bir
deyişle yargı süreci herhangi bir biçimde işletilmeden, adil yargılanma
hakkının tüm unsurlarının tecessüm edeceği bir hüküm aranmadan (öğretmenlerin
memuriyet güvencesinin aksine) idarenin keyfî takdir yetkisine istinaden
aylıktan kesme cezası veya kademe ilerlemesinin durdurulması cezası verilmesi; kişinin
anılan fiilleri işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan işlemiş
kabul edilmesine sebep olacaktır. O halde aylıktan kesme veya kademe
ilerlemesinin durdurulması cezası verilmiş ve fakat bu cezası kesinleşmemiş aday
öğretmenler, öğretmenler ve uzman öğretmenler hakkında; kamu otoritesi
tarafından; görevine son verme (ve üç yıl süreyle öğretmenlik mesleğine almama)
veya bir sonraki unvanı vermeme kararı alınması; masumiyet karinesini ihlal
edecektir. Bu nedenle iptali talep edilen düzenlemeler, Anayasa’nın 36, 38,
40 ve 125’inci maddelerine de aykırıdır.
ç) Kamu hizmetinde görevin gerekli
kıldığı nitelikler bakımından: Anayasa’nın 70’inci maddesinde yer alan ve her
Türk vatandaşına eşit şekilde tanınan kamu hizmetine girme hakkı, kamu hizmeti
icra edecek personellerin istihdamının liyakata dayalı bir sistem içerisinde
gerçekleşmesini sağlar. Anayasa; ödevle nitelik arasında sıkı bir ilişki
bulunduğunu, bunun dışında hizmete alınmada hiçbir nedenin gözetilemeyeceğini,
daha açık bir anlatımla ayrımın yalnızca ödev-nitelik ilişkisi yönünden
yapılması gerektiğini buyurmaktadır. O halde ödevle, onun gerektirdiği niteliği
birbirinden ayrı düşünmeye olanak yoktur. Buna göre, o nitelikler görevlilerde
bulunmadıkça o ödev yerine getirilemeyecek ya da ödev, görevin gerekleri
doğrultusunda yerine getirilmemiş olacak demektir. Kamu hizmetlerinin
özellikleri olduğu ve bu hizmetleri gören idare ajanlarının da özel statülere
bağlı bulunduğu bilinen bir gerçektir. Memurlarda yasalarca aranan nitelikler
ve onlar hakkında yasalarda öngörülen kısıtlamalar, kamu hizmetinin etkin ve
esenlikli bir biçimde yürütülmesi amacına yöneliktir (Anayasa Mahkemesi’nin
09.10.1979 tarihli ve 1979/19 E.; 1979/39 K. sayılı Kararı).
Anayasa’nın 2’nci ve 13’üncü
maddelerinde temelini bulan ölçülülük ilkesi ışığında, Anayasa’nın 70’inci maddesi
ele alındığında görüleceği üzere; kamu hizmetine girme ve bu hizmette ilerleme
için öngörülen koşulların içeriği, koşul – sonuç arasında denge gözetilerek
kaleme alınmalıdır. Aday öğretmenlikten öğretmenliğe geçişte ve öğretmen ve
uzman öğretmen iken (sırasıyla) uzman öğretmen ve başöğretmen unvanına sahip
olabilmenin koşulları, (bir kimsenin bu unvana uygun olduğunun objektif
kriterlere göre tespitinin yapılabilmesi amacıyla) ölçülülük ilkesine uygun
şekilde açıklanmasını gerektirir. Aksi bir tutum, bir başka deyişle (657 sayılı
Kanun’un 125’inci maddesinin ilgili bölümünde kullanılan muğlak ibareler
nedeniyle) idarenin keyfi uygulamalarına, kayırmacılığa neden olabilecek takdir
yetkisine istinaden verebileceği aylıktan kesme ve kademe ilerlemesinin
durdurulması cezasının (Bu idari işlemin kesinleşmesinin beklenilmemesi de göz
önünde bulundurmak gerekmektedir.), kamu hizmeti görecek aday öğretmenlikten
öğretmenliğe geçişte ve öğretmen ve uzman öğretmen iken (sırasıyla) uzman
öğretmen ve başöğretmen unvanına sahip olabilmenin ön koşulu olarak
belirlenmesi, Anayasal amacın (kamu hizmeti icra edecek personelin istihdamının
liyakate dayalı bir sistem içerisinde gerçekleşmesini sağlamak) bertaraf
edilmesine neden olacak, anılan hakkın istekli kimseler bakımından eşit düzeyde
güvence altına alınmasına engel oluşturacaktır. Diğer bir deyişle, aday
öğretmenlik görevine son verilmemesi ve kariyer basamaklarında ilerlemenin
sağlanması için; vatandaşların eşit şekilde kamu hizmetine girme haklarının
idarenin keyfî işlemler tesis etme ihtimaline karşı kanun seviyesinde korunması
gerekmektedir. Bu nedenle anılan gereklilikleri karşılamayan ihtilaflı bentler
ve ibare, Anayasa’nın 70’inci maddesine de aykırıdır.
d) Çalışma hürriyeti ve çalışma hakkı ile temel hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılmasının sınırları bakımından: Anayasa Mahkemesi’nin
belirttiği üzere “Anayasa’nın “Çalışma ve
Sözleşme Hürriyeti” başlıklı 48. maddesinde, “Herkes, dilediği alanda çalışma
ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir.” denilmek
suretiyle çalışma özgürlüğü güvenceye bağlanmıştır. Çalışma özgürlüğü, kişinin
çalışıp çalışmama, çalışacağı işi seçme ve çalıştığı işten ayrılma özgürlüğünü
korur. Çalışma özgürlüğü ücretli olarak bağımlı çalışma hakkını olduğu kadar,
iktisadi-ticari faaliyet yapma hakkını da içerir.” (Anayasa Mahkemesi’nin
13.11.2014 tarihli ve 2013/95 E.: 2014/176 K. sayılı Kararı).
Öte yandan 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nun “Özlük
Hakları ve sorumluluklar” başlıklı 9’uncu maddesinin birinci fıkrası “Kurumlarda
çalışan yönetici, öğretmen, uzman öğretici ve usta öğreticiler ile kurucu veya
kurucu temsilcisi arasında yapılacak iş sözleşmesi, en az bir takvim yılı
süreli olmak üzere yönetmelikle belirtilen esaslara göre yazılı olarak yapılır.
Mazeretleri nedeniyle kurumdan ayrılan öğretmen ve öğreticilerin yerine
alınacak olanlar ile devredilen kurumların yönetici, öğretmen ve öğreticileri
ile bir yıldan daha az bir süre için de iş sözleşmesi yapılabilir.”
şeklindedir. Bu sözleşmenin nev’i çeşitli yargı kararlarına konu olmuş ve
ihtilaf doğurmuştur. Nihayetinde Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu, 5580
sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nun 9’uncu maddesinde belirtilen
sözleşmenin belirli süreli iş sözleşmesi olduğu sonucuna varmıştır. Anılan
kararının gerekçesinin eldeki dava konusu bakımından özellik arz eden müteallik
bölümü:
“…2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “eğitim ve
öğrenim hakkı ve ödevi” başlıklı 42’inci maddesine göre, eğitim ve öğretim
devletin gözetim ve denetimi altında yapılacak olup, belirtilen esaslara aykırı
eğitim ve öğretim yerleri açılamaz. Ayrıca özel ilk ve orta dereceli okulların
bağlı olduğu esaslar, devlet okulları ile erişilmek istenen seviyeye uygun
olarak, kanunla düzenlenir.
Demokratik ülkelerde, eğitim politikalarını belirleme ve bu
politikaların hayata geçirilmesine yönelik kurumsal tercihlerde bulunma
konusunda kanun koyucunun geniş takdir yetkisi vardır...Anayasa’nın 42.
maddesindeki eğitim ve öğrenim hakkı, diğer haklarla birlikte, kişinin maddî ve
manevi varlığını koruyup geliştirebilmesine imkân sağlayıcı bir niteliğe
sahiptir.
Aynı madde gereğince eğitimin gözetim ve denetiminden sorumlu
olan Devletin görevi, herkesin eğitim ve öğrenim hakkından en iyi şekilde
faydalanabilmesini sağlamaktır. Eğitim öğretim alanında hizmet sunan özel
teşebbüsün faaliyet alanının düzenlenmesi de, Devletin eğitim ve öğretimin
sağlıklı ve verimli işleyişini sağlama yükümlülüğünün bir gereğidir. Diğer
temel haklar gibi, eğitim hakkının da Devlete bazı yükümlülükler yüklediği
açıktır. Devlet, herkesin eğitim ve öğrenim hakkından yararlanabilmesini
sağlamak için gerekli tedbirleri almalıdır (Anayasa Mahkemesi’nin 13.07.2015
gün ve 2014/88 E., 2015/68 K. sayılı kararı).
...Bu açıklamalar ışığında 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları
Kanunu’nun 9’uncu maddesinde belirtilen iş sözleşmesinin niteliğinin belirli
süreli iş sözleşmesi olduğu anlaşılmakla, kanunda öngörülen bu durumda 4857
sayılı İş Kanunu’nun 11 ‘inci maddesinde belirtilen objektif koşulun
gerçekleştiği kabul edilmelidir. Başka bir anlatımla kanun hükmünün sözleşmenin
belirli süreli yapılması zorunluluğunu öngördüğü durumda objektif koşulların
varlığı aranmaz. Kanun hükmü ile sözleşmenin belirli süreli yapılması gereken
hâllerde belirli süreli sözleşmenin zincirleme yapılması da sözleşmenin belirli
süreli olma niteliğini ortadan kaldırmaz.”
şeklindedir (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu’nun 23.02.2018
tarihli ve 2017/1E.; 2018/2 K. sayılı Kararı).[53]
Anılan Yargıtay kararından anlaşılacağı üzere öğretmenler,
sözleşme özgürlüğüne istinaden özel eğitim kurumlarıyla belirli süreli iş
sözleşmesi akdetmektedirler. Ancak kanun koyucu bu türden sözleşmelerin tarafı
olmayı talep eden kimseler yönünden; aylıktan kesme veya kademe ilerlemesinin
durdurulması cezalarını idarenin öznel değerlendirmelerine bırakmak suretiyle;
Anayasa’nın temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasının sınırlarını
düzenleyen 13’üncü maddesinde yer alan kanunilik kaydının aksine sözleşmenin
tarafı olabilme özgürlüğünü kısıtlamaktadır. Diğer bir deyişle
kanun koyucu, söz konusu disiplin cezalarını idarenin uhdesine bırakmak
suretiyle; anılan hürriyete idari işlemlerle müdahale edilmesinin önünü
açmıştır. Bu nedenle anılan bentler ve ibare, Anayasa’nın 13’üncü ve 48’inci
maddelerine aykırıdır.
Öte yandan Anayasa’nın 2 ve 5’inci maddelerinde yer alan sosyal
devlet ilkesinin bir görünümü, Anayasa’nın 49’uncu maddesinde güvencelenen
çalışma hakkıdır. Diğer bir deyişle herkese hak ve ödev olarak tanınan çalışma
hakkı, Devlete pozitif yükümlülük yüklemektedir. Devlet, herkes için uygun bir
çalışma ortamı hazırlamalıdır. Ancak iptali talep edilen bentler ve ibare,
Devletin anılan yükümlülüğünü ifa etmesine engel olacaktır. Nitekim idare,
keyfi biçimde, aylıktan kesme veya kademe ilerlemesinin durdurulması cezalarını
vererek; bu cezalara muhatap kılınan kimselerin meslek mensubu
olmasının, meslekte ilerlemesinin önüne geçecektir; Devlet tarafından onlar
bakımından çalışma hakkının kullanılması için gerekli ortam,
hazırlanamayacaktır. Diğer bir deyişle kanun koyucu, söz konusu disiplin
cezalarını idarenin uhdesine bırakmak suretiyle; anılan hakka idari işlemlerle
müdahale edilmesinin önünü açmıştır. Bu nedenle anılan bentler ve ibare,
Anayasa’nın 13’üncü ve 49’uncu maddelerine aykırıdır.
e) Çalışma barışı bakımından: Anayasa’nın 2 ve
5’inci maddeleriyle Devlete verilen “sosyal devlet” niteliğinin bir görünümü,
Anayasa’nın 49’uncu maddesiyle Devlete yüklenen çalışma barışını sağlamak için
gerekli tedbirleri alma yükümlülüğüdür. Anayasa Mahkemesi, “Anayasa’nın 49.
maddesine göre, çalışma, herkesin hakkı ve ödevidir. Devlete karşı ileri sürülecek
bu hak, bireylere zorlama yetkisi ve yaptırımı vermemiştir. Devlet, olanakları
ölçüsünde, yeterli örgütler kurarak iş bulmayı kolaylaştırıp sağlamak için
gerekli önlemleri almakla yükümlüdür. Devletin herkese iş verme, herkesi işe
yerleştirme zorunluluğu bulunmamaktadır. İşsizliği önlemek amacıyla yapacağı
çalışmalarla Devlet, öncelikle kamu sektöründe iş vermek yolunu izleyecek, bu
nedenle de yasal düzenlemeler yapacaktır.” şeklinde hüküm kurmak suretiyle;
Anayasa’nın 49’uncu maddesinin kapsama alanında özel sektörün yanı sıra kamu
sektörünün de değerlendirileceğine işaret etmiştir (Anayasa
Mahkemesi’nin 19.12.1989 tarihli ve 1989/14 ve 1989/49 sayılı Kararı). O halde
Devlet, hem özel sektörde hem de kamu sektöründe çalışma barışını sağlamalıdır.
Ancak iptali talep edilen bentler ve ibare;
öğretmenler (ve aday öğretmenler, uzman öğretmenler) arasında eşitsiz bir
muamele oluşturacağından; çalışma barışının da bozulmasına neden olacaktır. Çalışma
barışının bozulması; öğretmenler (ve aday öğretmenler, uzman öğretmenler)
arasında bölünmelere ve okul idaresi – veli – öğretmen arasında anlaşmazlıklara
yol açabilecektir; mesleki dayanışmayı azaltabilecektir; eğitim ve öğretim
hizmetlerini yürütmekle görevli olan öğretmenlerin (ve aday öğretmenlerin,
uzman öğretmenlerin) ilgilerini başka alanlara yöneltmesine; sorumluluklarını
yeteri kadar yerine getirememelerine sebep olabilecektir. Bu nedenle iptali talep edilen bentler ve ibare,
Anayasa’nın 2, 5 ve 49’uncu maddelerine de aykırıdır.
f) Maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme ile eğitim
hakları, eşitlik ilkesi, gençliğin korunması, temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasının sınırları bakımından:
Anayasa’nın Başlangıç bölümü gereğince her Türk vatandaşı, bu
Anayasa’daki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince
yararlanarak milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat
sürdürme ve maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine
doğuştan sahiptir. Öte yandan Devletin Anayasa’nın 5’inci maddesinde sayılan
temel amaç ve görevleri arasında “insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi
için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak” yer almaktadır. Bununla birlikte
Anayasa’nın 17’nci maddesi uyarınca herkes, maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına sahiptir. Bireyin maddi ve manevi varlığı geliştirmesinin
yollarından biri de Anayasa’nın 42’nci maddesinde güvence altına alınan eğitim
hakkının kullanılmasıyla mümkündür. Öte yandan Anayasa’nın 58’inci maddesi
uyarınca Devlet, istiklal ve Cumhuriyetimizin emanet edildiği gençlerin müspet
ilmin ışığında, Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda ve Devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmayı amaç edinen görüşlere karşı
yetişme ve gelişmelerini sağlayıcı tedbirleri alır. Söz konusu tedbirlerden
birinin gençlere eğitim verilmesi olduğu izahtan varestedir. Nitekim 1739
sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun “Genel Amaçlar” başlıklı 2’nci maddesi:
“Türk
Milli Eğitiminin genel amacı, Türk Milletinin bütün fertlerini,
1. Atatürk inkılap ve
ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; Türk
Milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen,
koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye
çalışan, insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan
demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı
görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar
olarak yetiştirmek;
2. Beden, zihin,
ahlak, ruh ve duygu bakımlarından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş bir
kişiliğe ve karaktere, hür ve bilimsel düşünme gücüne, geniş bir dünya görüşüne
sahip, insan haklarına saygılı, kişilik ve teşebbüse değer veren, topluma karşı
sorumluluk duyan; yapıcı, yaratıcı ve verimli kişiler olarak yetiştirmek;
3. İlgi, istidat ve
kabiliyetlerini geliştirerek gerekli bilgi, beceri, davranışlar ve birlikte iş
görme alışkanlığı kazandırmak suretiyle hayata hazırlamak ve onların,
kendilerini mutlu kılacak ve toplumun mutluluğuna katkıda bulunacak bir meslek
sahibi olmalarını sağlamak;
Böylece bir yandan
Türk vatandaşlarının ve Türk toplumunun refah ve mutluluğunu artırmak; öte
yandan milli birlik ve bütünlük içinde iktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmayı
desteklemek ve hızlandırmak ve nihayet Türk Milletini çağdaş uygarlığın yapıcı,
yaratıcı, seçkin bir ortağı yapmaktır.”
şeklindedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre eğitim hakkı,
“…belirli bir zamanda mevcut eğitim kurumlarına erişim (Belçika
dil davası, § 4, syf. 31), bilgi aktarımı ve düşünsel gelişim hakkını (Campbell
ve Cosans / Birleşik Krallık, § 33) ve ayrıca alınan eğitimden yarar sağlama
olanağını, diğer bir deyişle, her bir Devlet’te geçerli kurallara uygun olarak
ve bir veya başka bir şekilde (örneğin yeterlilik yoluyla), tamamlanan eğitimin
resmi olarak tanınmasını elde etme hakkını (Belçika dil davası, §§ 3-5, syf.
30-32) kapsamaktadır. 1 No’lu Protokol’ün 2. maddesi, ilkokul eğitiminin (Sulak
/ Türkiye (k.k.)) yanında ortaokul eğitimi (Kıbrıs / Türkiye [BD], § 278),
yüksekokul eğitimi (Leyla Şahin / Tirkiye [BD], § 141; Mürsel Eren / Türkiye, §
41) ve uzmanlık eğitimiyle de ilgilidir. Bu nedenle, 1 No’lu Protokol’ün 2.
maddesinde güvence altına alınan hakkın sahipleri, çocukların yanında
yetişkinler veya gerçekte eğitim hakkından faydalanmak isteyen herkestir (Velyo
Velev / Bulgaristan). 13. Ayrıca, Devlet, devlet okullarının yanında özel
okullardan da sorumludur (Kjeldsen, Busk Madsen ve Pedersen / Danimarka). Son
olarak, Devlet’in öğrencileri Devlet ve özel okullarda kötü muameleye maruz
kalmaktan koruma pozitif yükümlülüğü bulunmaktadır (O’Keeffe / İrlanda [BD], §§
144-152). 1 No’lu Protokol’ün 2. maddesinin ilk cümlesinde güvence altına
alınan eğitim hakkı, doğası gereği, Devlet tarafından kamunun ve bireylerin
ihtiyaçları ve kaynakları doğrultusunda zamana ve yere göre değişiklik
gösterebilecek bir düzenleme yapılmasını gerektirmektedir. Söz konusu
düzenleme, eğitim hakkının esasına halel getirmemeli veya Sözleşme’de güvence
altına alınan diğer haklarla çelişmemelidir. Bu nedenle, Sözleşme, kamunun
genel çıkarlarını korumak ve temel insan haklarına saygı arasında adil bir
denge kurulmasına işaret etmektedir (Belçika dil davası, § 5, syf. 32).”[54]
O halde yasama organı tarafından kanunlaştırılan bu metnin,
muhatap kılınan bireylerin eğitim hakkı gözetilerek kaleme alınması
gerekmektedir. Ancak açıklandığı üzere aday öğretmenlerin görevine son
verilmemesi, öğretmenlerin ve uzman öğretmenlerin kariyer basamaklarında
ilerlemesi için aylıktan kesme veya kademe ilerlemesinin durdurulması
cezalarını almamış olmanın koşul olarak belirlenmesi, Anayasa’nın anılan
hükümlerini ihlal etmek suretiyle donanımlı olmalarını engelleyeceğinden;
öğrencilerin de nitelikli eğitimden yararlanmasının önüne geçecek, eğitim hakkı
ve dolayısıyla maddi ve manevi varlığını geliştirme hakkı ihlal edilecektir.
Olanakları sınırlı, zor koşullardaki çocuklarımızın ücretsiz ve kaliteli bir
eğitime erişmek suretiyle yaşam becerisine sahip olmasının, kendilerini
gerçekleştirmelerinin, maddi ve manevi varlıklarını geliştirmelerinin önüne
geçilecektir. Öte yandan gençlere niteliksiz bir eğitim verilmesi, Devletin
Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda ve Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğünü ortadan kaldırmayı amaç edinen görüşlere karşı yetişme ve
gelişmelerini sağlayıcı tedbir alma yükümlülüğünü yerine getirememesine neden
olacaktır.
Diğer taraftan Anayasa’nın 10 ve 42’nci maddeleri birlikte
değerlendirildiğinde görüleceği üzere; eğitim hakkı, eşitlik ilkesi üzerine
inşa edilmelidir. Başka bir deyişle gelir, kültür ve bölgesel kalkınma düzeyi
farklılığının yoğun seyrettiği ülkemizde Devlet, eğitimde fırsat ve olanak
eşitliğine imkan sağlamak suretiyle söz konusu pozitif yükümlülüğü tüm
vatandaşlar (ve Anayasa’nın 42’nci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “kimse”
ibaresinin delaletiyle herkes) bakımından icra edebilecektir. Ancak kanun
koyucu, öğretmenlerin ve uzman öğretmenlerin kariyer basamaklarında ilerlemesi
için aylıktan kesme veya kademe ilerlemesinin durdurulması cezalarını almamış
olmanın koşul olarak belirlemesi, öğrencilerin nitelikli öğretmene erişimi için
Anayasa’ya uygun kanuni koşulları öngörmekten imtina etmiş, dahası bu
yükümlülüğün ifası için (işbu dilekçe boyunca somut bulgularla teşhir edildiği
üzere) özensiz bir meslek kanunu çıkararak öğretmenler özelinde modern,
demokratik, laik toplumun inşasına hizmet eden bir eğitim politikası
oluşturmamıştır.
Bununla birlikte söz konusu disiplin cezaları, idare tarafından
verilecektir ve iptali talep edilen bentlerin ve ibarenin yer aldığı fıkra
hükümlerinde, disiplin cezalarının yargı yolunda kesinleşmesinin beklenmesi
öngörülmemektedir. O halde aday öğretmenlerin görevlerine son verilmemesi ve
öğretmenler ile uzman öğretmenlerin kariyer basamaklarında ilerlemeleri
bakımından öngörülen koşul, idarenin uhdesine bırakmak suretiyle; temel hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılmasının sınırlarını düzenleyen Anayasa’nın 13’üncü
maddesinde yer alan kanunilik kaydına halel getirmiştir; demokratik toplumun
gereklerine riayet etmemiştir. Diğer bir deyişle eğitim hakkının kullanılması
için gerekli olanağı ve fırsatı sunma yükümlülüğü olan Devletin, bu yükümlülüğü
tam manasıyla ifası, iyi yetişmiş, donanımlı öğretmenlerle mümkündür. Aksi bir
tutum, eğitim hakkının kısıtlanması sonucunu doğuracaktır. Kanun koyucu da söz
konusu disiplin cezalarının idare tarafından verilmesi ve onların yargı yolunda
kesinleşmesinin beklenmemesine cevaz vererek; hakkın kısıtlanmasının önünü açmıştır.
Kaldı ki demokratik bir toplum, eğitim hakkının herkese nitelikli bir biçimde
tanınmasını gerektirir. Tüm bu nedenlerle anılan bentler ve ibare, Anayasa’nın
Başlangıç bölümüne, 5, 10, 13, 17, 42 ve 58’inci maddelerine aykırıdır.
g) İnkılâp
Kanunlarının (“03.03.1340 tarihli ve 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu”) korunması
bakımından:
Aliefendioğlu’nun
belirttiği üzere “Anayasada sayılan inkılap yasaları T.C. Devletinin dayandığı
8 temel yasadır.”[55] Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 174’üncü
maddesiyle ilgili olarak “Maddede sayılan Devrim
Yasalarının Anayasa’nın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan
hükümlerinin Anayasa’ya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaması ve
yorumlanamamasının öngörülmesi, bu yasalara, diğerlerinden farklı anayasal bir
güvence sağlamaktadır. Ancak bu durumun onlara, Anayasa gücü ve değeri
kazandırdığı kabul edilerek, Anayasa’ya uygunluk denetimine esas alınmaları
olanaklı değildir...” şeklinde hüküm kurmuştur (Anayasa Mahkemesi’nin
16.09.2018 tarihli ve 1997/62 E.: 1998/52 K. sayılı Kararı). Elbette Anayasa
Mahkemesi tarafından belirtildiği üzere; Anayasa’nın 174’üncü maddesi, Anayasa’nın
ruhunun somutlaştığı İnkılâp Kanunlarının normatif değerini Anayasal hüküm
haline getirmeyeceği gibi Anayasa yargısında, Anayasa’ya uygunluk denetiminde
ölçü norm kılmaz, Anayasallık bloğunun kapsamında değerlendirilmesini sağlamaz.
Ancak Anayasa’nın 174’üncü maddesiyle İnkılâp Kanunlarına münhasıran tanınan
anayasal güvenceye halel getirilmemesi, ilgileri bulunduğu alanda yapılan
düzenlemelerin anılan Kanunların ışığında (amacı ve çizdiği sınırlar
çerçevesinde) kaleme alınmasıyla mümkündür. Diğer bir deyişle eldeki dava
konusunun içeriği, nitelikli öğretmenler marifetiyle Atatürk ilkeleri ışığında
eğitimin modernleşmesine hizmet eden Tevhidi Tedrisat Kanunu’ndan arı
düşünülemez. Eldeki dava konusu gibi nihayetinde eğitim alanına sirayet eden
düzenlemeler, Anayasa’ya uygun olduğu ölçüde; Tevhidi Tedrisat Kanunu, anayasal
güvenceye sahip olacaktır. Açıklandığı üzere eldeki dava konusunun Anayasa’ya
aykırılığı, anılan İnkılâp Kanunu’nun Anayasal güvenceden yoksun bırakılmasına
neden olduğundan; iptali talep edilen bentler ve ibare, Anayasa’nın 174’üncü
maddesine de aykırıdır.
ğ) Uluslararası andlaşmaların iç hukuka etkisi bakımından:
Anayasa’nın 90’ıncı maddesine göre temel hak ve özgürlüklere ilişkin usulüne
göre yürürlüğe konmuş uluslararası anlaşmalar, (kanunlara nazaran hakkı
koruyucu, kullanımını genişletici hükümler barındırması kaydıyla) normlar
hiyerarşisinde kanunun üstündedir. İptali talep edilen bentler ve ibare, eğitim
hakkına ilişkin İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 26’ncı; Ekonomik, Sosyal
ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 13’üncü[56];
Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 28 ve 29’uncu[57];
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Ek 1 No’lu Protokolü’nün 2’nci[58];
ne bis in idem
ilkesine ilişkin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Ek 7 No’lu Protokolü’nün 4’üncü maddelerini ve çalışma hakkına
ilişkin İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 23’üncü; (Gözden Geçirilmiş)
Avrupa Sosyal Şartı’nın 1’inci maddeleri; Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu
ILO Sözleşmelerini[59]; adil çalışma koşullarına ilişkin
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 23’üncü; (Gözden Geçirilmiş) Avrupa
Sosyal Şartı’nın 3 ve 22’nci maddeleri; ILO’nun 94 No’lu Çalışma Şartları (Kamu
Sözleşmeleri) Sözleşmesi ile 151 No’lu Çalışma İlişkileri (Kamu Hizmeti)
Sözleşmesi’ni; adil yargılanma hakkına ve masumiyet karinesine ilişkin Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6’nci maddesini ihlal ettiğinden Anayasa’nın 90’ıncı
maddesine de aykırıdır.
Tüm bu nedenlerle, 7354 sayılı Kanun’un 5’inci maddesinin
dördüncü fıkrasının (c) bendi ile 6’ıncı maddesinin birinci fıkrasının (c)
bendi ve ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “kademe ilerlemesinin durdurulması
cezası bulunmayan” ibaresi, Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 2, 5, 10, 13, 17,
36, 38, 40, 42, 48, 49, 58, 70, 90, 125 ve 174’üncü maddelerine aykırıdır;
anılan bentlerin ve ibarenin iptali gerekir.
8 03.02.2022
tarihli ve 7354 sayılı Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun 5’inci maddesinin dördüncü
fıkrasının (ç) bendinin Anayasa’ya aykırılığı
7354 sayılı Kanun’un 5’inci maddesinin dördüncü fıkrasında aday
öğretmenlerin görevine son verileceği ve üç yıl süreyle öğretmenlik mesleğine
alınmayacağı haller, bentler formunda tahdidi olarak sayılmıştır. Bu hallerden
biri, anılan fıkranın (ç) bendi uyarınca “aday öğretmenler için öngörülen Aday
Öğretmen Yetiştirme Programına (Program) mazeretsiz olarak katılmama ile bu
program sonunda Adaylık Değerlendirme Komisyonunca (Komisyon) yapılan
değerlendirmede başarısız olma” şeklinde hüküm altına alınmıştır. Ancak,
sonucuna görevine son verilme ve üç yıl süreyle öğretmenlik mesleğine alınmama
yaptırımı bağlanan anılan (ç) bendi, Anayasa’ya aykırıdır.
Öncelikle belirtmek gerekir ki; Devletin, bireyin maddi ve
manevi varlığını geliştirecek ortamın oluşturulması temelindeki pozitif
yükümlülüğünün bir tecessümü olarak (Anayasa’nın 42’nci maddesinin birinci
fıkrasında yer alan “kimse” ibaresinin delaletiyle) herkes bakımından eğitim
hakkının erişilebilir kılınması, öğretmenler marifetiyle mümkündür. O halde
öğretmenlerin statüsünün, Anayasa’nın 128’inci maddesi bağlamında “diğer
kamu görevlisi” niteliğinde olması gerekmektedir. Bu bağlamda
kanun koyucu tarafından öğretmenlerin görevine son verilmesi, mesleğe alınmaması,
atanması, görev yeri değişikliği, adaylık süreci, kadro ihdası,
görevlendirilmesi, niteliği, görev ve yetkisi, aylık ve ödeneği ile diğer özlük
haklarının Anayasa’nın öngördüğü ilkeler ve özellikle de mezkûr 128’inci
madde uyarınca maddi anlamda kanunilik ilkesi dahilinde düzenlenmesi
gerekmektedir.
Öte yandan mazeretin kapsamı (söz
gelimi can güvenliği ve sağlık mazereti, bakmakla yükümlü oldukları
ana, baba ve çocuklarının ölümü halinde cenaze işlemleri, eşin doğum yapması,
eşinin görev yeri değişikliği / aile birliği, savaş, sıkıyönetim, afet ve diğer
olağanüstü hallerde yeri değişikliği) ve mazeretli olunan gün sayısı (söz gelimi üst üste üç gün ve
toplamda bir hafta) olacağı da belirsizdir. Buna ilave olarak 7354
sayılı Kanun’un 5’inci maddesinin altıncı fıkrası uyarınca aday öğretmenlerin
adaylık sürecinde yetiştirilmelerine esas Aday Öğretmen Yetiştirme Programı ve
Adaylık Değerlendirme Komisyon’unun oluşumu ile aday öğretmenlik sürecine
ilişkin diğer usul ve esaslar yönetmelikle düzenlenecektir. O halde Komisyonun
kimlerden teşekkül edeceği, ilgili kurum ve
kuruluşlardan bilgi- belge talep etme yetkisi, ön inceleme yapma yetkisi, dosya
üzerinden değerlendirme yapma yetkisi, değerlendirme yaparken esas alacağı
nesnel kriterler, değerlendirme sonucunun idari itiraz usulüne tabi olup
olmaması, değerlendirme sonucunda karar verme süresi, başarı puanı, başarılı –
başarısız şeklinde notlama gibi hususların tamamı yönetmeliğe bırakılmıştır.
Anılan altıncı fıkra hükmü de göz önünde bulundurulduğunda; iptali
istenilen bent, atama usulünün Anayasa’nın öngördüğü çerçevede düzenlenmesine
engeldir. Bu durum, Anayasa’ya çok yönlü olarak aykırıdır.
a) Kamu görevlilerinin özlük hakları bağlamında
kanunilik ilkesi bakımından: Anayasa’nın 128’inci maddesinin birinci fıkrası
kapsamındaki görevleri yürüten bütün personelin nitelikleri, atanmaları, görev
ve yetkileri, hakları ve yükümlülüklerinin kanunla düzenlenmesi gerekir
(Anayasa Mahkemesi’nin 22.11.2012 tarihli ve 2011/107 E.; 2012/184 K. sayılı
Kararı). Anayasa Mahkemesi’nin sıkça vurguladığı gibi kanunilik ölçütünün
sağlandığından söz edilebilmesi için kanunun şeklen var olması yeterli olmayıp
yasal kurallar keyfiliğe izin vermeyecek şekilde belirli, ulaşılabilir ve
öngörülebilir nitelikte olmalıdır. Esasen kanunun bu niteliklere sahip olması,
Anayasa’nın 2’nci maddesinde güvenceye bağlanan hukuk devleti ilkesinin de bir
gereğidir. Dolayısıyla Anayasa’nın 128’inci maddesinde yer verilen kanunilik
ölçütü, Anayasa’nın 2’nci maddesinde güvence altına alınan hukuk devleti ilkesi
ışığında yorumlanmalıdır (aynı yöndeki değerlendirme için bkz. AYM, E.2018/88,
K.2020/24, 11/6/2020 §§ 13, 14) (Anayasa Mahkemesi’nin, 22.10.2020 tarihli ve 2020/1
E.; 2020/563 K. sayılı Kararı, § 41). İhtilaflı kural, Anayasa’nın
128’inci maddesinin 2’nci fıkrasına aykırı şekilde, aday öğretmenin görevine
son verilmesi (ve üç yıl süreyle mesleğe alınmaması) yaptırımı bağlanacak
halleri, kanun düzeyinde net bir biçimde ortaya koymamıştır. Diğer bir deyişle;
anılan Programa katılmama durumunda gerekçe olarak ibraz edilecek mazeretin
kapsamını ve gün sayısını belirlememiştir; Komisyonun yaptığı (sonucunda
başarılı olunması gereken) değerlendirmeye ilişkin kanun düzeyinde
objektif ölçüt belirlememiştir. Dahası bu ölçütleri, kimlerden teşekkül edeceği
dahi (kanun düzeyinde) bilinmeyen Komisyonun (idarenin)
öznel değerlendirmelerine bırakmıştır. Oysa bir kamu görevlisi olan öğretmen
statüsünde olmaya namzet kimselerin görevlerine son verilme (ve üç yıl süreyle
öğretmenlik mesleğine alınmama) yaptırımı bağlanacak hallerin kanun düzeyinde
belirlenmesi ve idarenin keyfi işlem ve eylemlerine terk edilmemesi gerekirdi.
İptal istenen bent, bu nedenle Anayasa’nın 128’inci maddesine aykırıdır (bu
açıdan ayrıca bkz. aşağıda “c” alt başlığı).
b) Hukuk devleti ilkesi bakımından: Hukuk devleti, bütün işlem
ve eylemlerinin hukuk kurallarına uygunluğunu başlıca geçerlik koşulu sayan,
her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurmayı amaçlayan ve bunu geliştirerek
sürdüren, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa’ya aykırı durum
ve tutumlardan kaçınan, insan haklarına saygı duyarak bu hak ve özgürlükleri
koruyup güçlendiren, Anayasa’ya ve hukuk kurallarına bağlılığa özen gösteren,
yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde yasa koyucunun da uymak zorunda
olduğu temel hukuk ilkeleri ile Anayasa’nın bulunduğu bilinci olan devlettir
(Anayasa Mahkemesi’nin 02.06.2009 tarihli ve 2004/10 E.; 2009/68 K. sayılı
Kararı). Hukuk devletinin önkoşullarından olan hukuki
güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, hukuki belirlilik
ilkesi de kanun hükümlerinin şüpheye yer vermeyecek şekilde açık, net,
anlaşılabilir olmasını ve ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı
koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (bkz. AYM 9.2.2017, 2016/143 E.–
2017/23 K. par. 13; RG. 12.4.2017-30036) (Anayasa Mahkemesi’nin
04.05.2017 tarihli ve 2015/41 E.; 2017/98 K. sayılı Kararı). Başka bir deyişle,
hukuk devleti ilkesi gereğince, idareye işlem tesis ederken ve eylemde
bulunurken veya görevlerini yerine getirirken belirli ölçüde hareket
serbestliği sağlayan takdir yetkisinin kullanımı mutlak, sınırsız, keyfi
biçimde gerçekleşemez; idarenin takdir yetkisinin sınırları, keyfi işlem ve
eylemleri önlemek amacıyla kanunla çizilmelidir. Programa katılmama mazeretinin
kapsamı ve gün sayısı ile Komisyonun yapacağı değerlendirmeye ilişkin usul ve
esasları, kanun düzeyinde tanımlamak yerine; idarenin uhdesine bırakan ve
yukarıda tanımlandığı anlamda hukuki güvenlik ve belirlilik ilkelerinin
gereklerini yerine getirmeyen ihtilaflı bent, Anayasa’nın 2’nci maddesine
aykırıdır (bu açıdan ayrıca bkz. aşağıda “c” alt başlığı).
c) İdarenin kanuniliği ilkesi bakımından: Anayasa’nın 123’üncü
maddesinde yer alan idarenin kanuniliği ilkesinin iki boyutu bulunmaktadır. İlk
boyutu, idarenin secundum legem özelliğidir (kanuna dayanma ilkesidir). Bu
ilkeye göre idarenin düzenleme yetkisi kanundan kaynaklanır. İkinci boyutu,
idarenin intra legem özelliğidir (kanuna aykırı olmama ilkesidir). Bu ilkeye
göre idarenin işlem ve eylemleri kanunun çizdiği sınırlar içinde kalmalıdır.
Bu nedenle Programa katılmama mazeretinin kapsamı ve gün sayısı
ile Komisyonun yapacağı değerlendirmeye ilişkin usul ve esasların; Anayasa’nın
128’inci maddesinde hüküm altına alınan ve hukuk devletinin temel taşı olan
maddi anlamdaki kanunilik kıstasının gereklerini karşılaması ve kanuna
dayanması ile kanuna aykırı olmaması için; genel çerçevesinin keyfi uygulamaya
yer vermeyecek açıklıkta kanun düzeyinde çizilmesi gerekmektedir. Ancak kanun
koyucu; mazeretin kapsamı ve gün sayısı (söz gelimi doğum izni, süt izni, engelli
olan çocuğunun hastalanması halinde hastalık raporu, refakat izni, askerlik
izni; üst üste üç gün, toplamda sekiz hafta süre) ile
Komisyonun yapacağı değerlendirmeye ilişkin usul ve esasların içeriği,
–Anayasal ilkelerin aksine- (söz gelimi başarı düzeyi, sözlü ve/veya yazılı
sınav yapılması, performans / mesleki yeterlilik değerlendirmesi yapılması,
özdeğerlendirme olup olmayacağı, nihai değerlendirme puanı hesaplanırken esas
alınan kıstaslar ve bu kıstasların katsayısının neye göre belirleneceği,
puanlama sırasında kullanılacak göstergeler: 1, 2, 3, …/ çok iyi, iyi, orta, …
) hakkında tamamen sessiz kalmış, bu konuların düzenlenmesini idarenin uhdesine
bırakmıştır.
Buna ilave olarak, “Kamu kurum
ve kuruluşlarının kadrolarının ihdası başka bir deyişle kadro usulüne ilişkin
düzenlemeler, idarenin teşkilat yapısı ile ilgili olup idarenin kuruluş ve
görevlerinin belirlenmesinin bir parçasını oluşturmaktadır. Anayasa
Mahkemesinin bir kararında konuyla ilgili olarak, “Bir kurumun kuruluşu deyince
her şeyden önce o kurumu yürütecek personele ait kadrolar hatıra gelir. Zira
kurumun temelinden çatısına kadar bütün örgütünün bu kadrolar teşkil eder.
Personel kadroları mevcut olmayan bir kurum, henüz kuruluş haline geçmemiş
demektir. Şu halde bir kurumu çalışır hale getirecek olan Personel
kadrolarının, en küçüğünden en büyüğüne kadar, bütününü kuruluştan ayrı düşünmeğe
imkân yoktur.” denilmektedir (AYM E. 1965/32, K. 1966/3, 4/2/1966)” (Anayasa
Mahkemesi’nin 11.06.2020 tarihli ve 2018/119 E.; 2020/25 K. sayılı Kararı, §
18). Ancak iptali talep edilen bendin yer aldığı fıkra hükmünde; kadro ihdası
gibi özlük işleri kapsamında değerlendirilen sonucuna görevine
son verme (ve üç yıl mesleğe alınmama) yaptırımı bağlanan hallerin genel
çerçevesi; hukuki işlem olarak kanun ile açıkça ortaya konulmamıştır.
Öte yandan 13.08.2005 tarihli ve 25905 sayılı
Resmi Gazete’de yayımlanan Öğretmenlik Kariyer Basamaklarında Yükseltme
Yönetmeliği hakkında Danıştay 2’nci Dairesi tarafından verilen kararlarda;
“Lisans mezunu olmayan öğretmenlerin öğretmenlik kariyer
basamaklarında yükselme imkanını ortadan kaldıran, Kanunda öngörülmeyen,
eşitlik ve genellik ilkeleriyle hakkaniyete aykırı olarak dava konusu
Yönetmeliğin 8. maddesiyle öğretmenlik kariyer basamaklarında yükselme sınavına
başvurularda “lisans mezunu” olma koşulu getiren düzenlemede hukuka uyarlık
görülmemiştir (Danıştay 2. Dairesi’nin 05.03.2008 tarihli ve 2005/2477 E.;
2008/1049 K. sayılı Kararı).”
“Öğretmenlik Kariyer Basamaklarında Yükselme Yönetmeliğinin 28.
maddesinin 1. fıkrasında hizmet içi eğitim etkinliklerinin kapsamı bu çerçevede
belirlenmiş ve 2. fıkranın (a) ve (b) bentlerinde de yurtdışı ve yurtiçi hizmet
içi eğitim etkinliklerinin değerlendirme esasları bu kapsamda düzenlenmiş
olmasına karşın, 2. fıkranın (c) bendinde yer alan diğer kamu kurum ve
kuruluşları, özel sektör ve sivil toplum örgütlerince düzenlenen hizmet içi
eğitim faaliyetlerinin de değerlendirmeye alınacağı yolundaki düzenleme ile
Milli Eğitim Bakanlığınca yapılması gereken bu etkinliklerin kapsamı
genişletilmiş ve bu konuda mevcut düzenlemeye aykırı olarak Bakanlık tarafından
uygun bulunma koşuluna bağlanmakla birlikte takdir yetkisi aşılmak suretiyle
başka kurumlara da yetki verilmiş olması ve gerek Milli Eğitim Temel Kanununda
öğretmenlerin mesleki olarak gelişimlerinin amaçlanmış olması, gerekse 5204
sayılı Yasa ile öngörülen kariyer basamaklarında yükselmede alanında ya da
eğitim bilimleri alanında yetişmiş olmanın esas alınmasına karşın, hizmet içi
eğitimin kapsamına yönelik bir ölçüt de bulunmaması nedeniyle Yönetmeliğin 28.
maddesinin 2. fıkrasının (c) bendinde mevzuata ve 5204 sayılı Yasanın amacına
uyarlık görülmemiştir.
Davalı idare tarafından, Yönetmeliğin sadece Milli Eğitim
Bakanlığında görevli öğretmenler için değil diğer kamu kurum ve kuruluşlarında ve
Milli Eğitim Bakanlığına bağlı özel öğretim kurumlarında görev yapan öğretmenlere
de uygulanması nedeniyle başka kurumlarca düzenlenen hizmet içi eğitim
etkinliklerine katılımın engellenemeyeceği, ayrıca Bakanlıkça uygun bulunan bu
etkinliklere katılarak öğretmenlerin kendilerini mesleki ve diğer alanlarda
geliştirmesinin bir sakıncası olmadığı öne sürülmekte ise de, Milli Eğitim
Bakanlığı Merkez ve taşra teşkilatında görevli personelin hizmet içi eğitimi
konusunda sadece Bakanlığın yetkili ve görevli olduğu, bu personel için diğer
kurum ve kuruluşların eğitim etkinliği düzenleyemeyeceği açık olduğu gibi,
Milli Eğitim Bakanlığına bağlı özel öğretim kurumlarında görevli öğretmenlerin de
Bakanlıkça açılacak hizmet içi eğitim kurslarına katılacakları yolundaki düzenlemeler
karşısında ve hizmet içi eğitim etkinliklerinin sadece “ mesleki gelişime”
yönelik olabileceği nedeniyle iddialar yerinde görülmemiştir (Danıştay 2.
Dairesi’nin 05.03.2008 tarihli ve 2005/2528 E.; 2008/1050 K. sayılı Kararı).”
şeklinde hüküm kurulmuştur.
Bununla birlikte Milli Eğitim Bakanlığı
tarafından 14.08.2022 -15.03.2022 tarihleri arasında görüş ve önerilerin
iletilmesi için “Aday Öğretmenlik ve Öğretmenlik Kariyer Basamakları
Yönetmeliği Taslağı” hazırlanmıştır.[60] Bu dilekçenin yazım tarihi itibarıyla Resmi Gazete’de
yayımlanmamış ve fakat taslak olarak Bakanlığın resmi internet sitesinde halka
arz edilen yönetmelik metni dahi göstermektedir ki: normlar arasında hukuka
uygun kademelenmenin sağlanabilmesi, diğer bir deyişle normlar hiyerarşisinde
anılan yönetmeliğin 7354 sayılı Kanun’a uygun olması, yalnız bu Kanun’un temel
ilkeleri ortaya koymasıyla mümkündür. Aksi takdirde, Kanun’un genel çerçeveyi
çizmemesi, yönetmeliğin hukuka uygunluk denetiminde gözetilecek ölçü normun
(7354 sayılı Kanun’un) muğlak ibareler içermesi ve maddi anlamda kanunun asgari
ögelerini karşılamaması durumunda, yönetmelik hukuki dayanaktan yoksun
kılınacaktır.
Tüm bu nedenlerle iptali talep edilen bent, Anayasa’nın 2, 123
ve 128’inci maddelerine aykırıdır.
ç) Yasama yetkisinin devredilmezliği bakımından: Anayasa’nın 7’nci
maddesinde temelini bulan yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine göre
yasama yetkisi yalnız Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne aittir. Bu nedenle
idareye düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralının temel ilkeleri ortaya
koyması ve çerçeveyi çizmesi gerekir. Diğer bir deyişle idareye sınırsız ve
belirsiz bir düzenleme yetkisi bırakılamaz. Nitekim idarenin düzenle me
yetkisi; sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir yetkidir. Yasa ile yetkilendirme,
Anayasa’nın öngördüğü biçimde yasa ile düzenleme anlamını taşımamaktadır
(Anayasa Mahkemesi’nin 02.05.2008 tarihli ve 2005/68 E.; 2008/102 K. sayılı
Kararı). İptali talep edilen bendin yer aldığı fıkra hükmünde olduğu gibi temel
ilkeleri belirlenmeksizin ve çerçevesi çizilmeksizin; idareye Programa
katılmama mazeretinin kapsamına ve gün sayısına ve adaylık süresi sonucunda
yapılacak değerlendirmeye ilişkin usul ve esasları belirleme yetkisi veren yasa
hükmü, Anayasa’nın 7’nci maddesine aykırılık oluşturur.
d) Kamu hizmetinde görevin gerekli
kıldığı nitelikler bakımından: Anayasa’nın 70’inci maddesinde yer alan ve her
Türk vatandaşına eşit şekilde tanınan kamu hizmetine girme hakkı, kamu hizmeti
icra edecek personellerin istihdamının liyakata dayalı bir sistem içerisinde
gerçekleşmesini sağlar. Anayasa; ödevle nitelik arasında sıkı bir ilişki
bulunduğunu, bunun dışında hizmete alınmada hiçbir nedenin gözetilemeyeceğini,
daha açık bir anlatımla ayrımın yalnızca ödev-nitelik ilişkisi yönünden
yapılması gerektiğini buyurmaktadır. O halde ödevle, onun gerektirdiği niteliği
birbirinden ayrı düşünmeye olanak yoktur. Buna göre, o nitelikler görevlilerde
bulunmadıkça o ödev yerine getirilemeyecek ya da ödev, görevin gerekleri
doğrultusunda yerine getirilmemiş olacak demektir. Kamu hizmetlerinin
özellikleri olduğu ve bu hizmetleri gören idare ajanlarının da özel statülere
bağlı bulunduğu bilinen bir gerçektir. Memurlarda yasalarca aranan nitelikler
ve onlar hakkında yasalarda öngörülen kısıtlamalar, kamu hizmetinin etkin ve esenlikli
bir biçimde yürütülmesi amacına yöneliktir (Anayasa Mahkemesi’nin 09.10.1979
tarihli ve 1979/19 E.; 1979/39 K. sayılı Kararı).
Anayasa’nın 128’inci maddesinde temelini
bulan ve hukuk devletinin ana halkasını oluşturan kanunilik ilkesi ışığında, Anayasa’nın
70’inci maddesi ele alındığında görüleceği üzere; kamu hizmetine girme hakkının
temel bir hak olarak etkililiği, maddenin “Hizmete alınmada, görevin
gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez” şeklindeki ikinci
fıkrasında yer alan “görevin” ibaresinin; kamu hizmeti görülürken ifa edilecek
görevin (ve görevine son verilme-üç yıl süreyle mesleğe kabul edilmeme), (bir
kimsenin bu kadroya uygun olduğunun objektif kriterlere göre tespitinin
yapılabilmesi amacıyla) kanun düzeyinde açıklanmasını gerektirir. Aksi bir
tutum, bir başka deyişle kamu hizmeti görecek öğretmenlerin (adayların) tabi
olacağı Programa katılmama mazeretinin kapsamı ve gün sayısı ile Komisyonun
yapacağı değerlendirmenin usul ve esaslarını belirleme yetkisini idarenin keyfi
uygulamalarına, kayırmacılığa neden olabilecek takdir yetkisine bırakmak;
Anayasal amacın (kamu hizmeti icra edecek personelin istihdamının liyakate
dayalı bir sistem içerisinde gerçekleşmesini sağlamak) bertaraf edilmesine
neden olacak, anılan hakkın istekli kimseler bakımından eşit düzeyde güvence
altına alınmasına engel oluşturacaktır. Diğer bir deyişle, aday öğretmenlik
görevine son verilmemesi için söz konusu mazeretin ve değerlendirmenin liyakat
esasının gereklerini karşılayacak açıklıkta olması ve vatandaşların eşit
şekilde kamu hizmetine girme haklarının idarenin keyfî işlemler tesis etme
ihtimaline karşı kanun seviyesinde korunması gerekmektedir. Bu nedenle anılan
gereklilikleri karşılamayan ihtilaflı bent, Anayasa’nın 70’inci maddesine de
aykırıdır.
Nitekim Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa’nın
70’inci maddesi ile ilişkilendirerek verdiği bir iptal kararının müteallik
bölümü:
“1- KHK’nin 37. Maddesinin (2), (3) ve (4) Numaralı Fıkraları
KHK’nin 37. maddesinde, Gümrük ve Ticaret Uzmanlığı ve Uzman
Yardımcılığı kadroları kurulmuş ve bu kadrolarda görev yapacak kişilerin atanma
usul ve esasları düzenlenmiştir. Anılan maddenin (2) numaralı fıkrasında,
Gümrük ve Ticaret Uzman Yardımcılığına atanmanın koşulları; (3) numaralı fıkrasında,
Gümrük ve Ticaret Uzmanlığına atanmanın koşulları ile bu koşulları yerine
getiremeyen Uzman Yardımcılarının bu unvanlarını kaybedecekleri ve Bakanlıkta
durumlarına uygun kadrolara atanacakları; (4) numaralı fıkrasında ise Gümrük ve
Ticaret Uzmanı ile Uzman Yardımcılarının mesleğe alınmaları, yetiştirilmeleri,
yarışma sınavı, tez hazırlama ve yeterlik sınavı ile diğer hususların
yönetmelikle düzenleneceği kurala bağlanmıştır.
Anayasa’nın 91. maddesinin birinci fıkrasında “Sıkıyönetim ve
olağanüstü haller saklı kalmak üzere, Anayasanın ikinci kısmının birinci ve
ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile
dördüncü bölümde yer alan siyasî haklar ve ödevler...”in kanun hükmünde
kararnamelerle düzenlenemeyeceği belirtilmiştir. Öte yandan, Anayasa’nın “Kamu
hizmetlerine girme hakkı” başlıklı 70. maddesinin birinci fıkrasında, her Türk’ün,
kamu hizmetlerine girme hakkına sahip olduğu belirtildikten sonra ikinci
fıkrasında hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir
ayırım gözetilemeyeceği kurala bağlanmıştır. Buna göre, Anayasa’nın “Siyasi
Haklar ve Ödevler” başlıklı dördüncü bölümünde yer alan ve 70. maddesinde
korunan kamu hizmetlerine girme hakkına ilişkin olarak kanun hükmünde kararname
ile düzenleme yapılması mümkün değildir.
Gümrük ve Ticaret Uzmanlığı ve Uzman Yardımcılığı kadrolarına
giriş koşullarının belirlenmesi, Anayasa’nın 70. maddesine göre kamu hizmetine
girme hakkına ilişkin olduğundan, bu hususu düzenleyen KHK’nin 37. maddesinin
(2), (3) ve (4) numaralı fıkraları, Anayasa’nın 91. maddesinin birinci
fıkrasına aykırıdır. İptalleri gerekir.”
şeklindedir (Anayasa Mahkemesi’nin 08.11.2012 tarihli ve 2011/87
E.; 2012/176 K. sayılı Kararı).
e) Kuvvetler ayrılığı ilkesi, hiçbir kimsenin
veya organın Anayasa’dan kaynaklanmayan bir yetkiyi kullanamaması ve Anayasa
Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı bakımından: Anayasa Mahkemesi kararlarında
Anayasa’nın 153’üncü maddesinde belirtilen bağlayıcılık ilkesine aykırılıktan
söz edilebilmesi için iptal edilen kuralla dava konusu yeni düzenlemenin içerik
ve kapsam bakımından aynı ya da benzeri olması gerektiği belirtilmektedir (Anayasa
Mahkemesi’nin 12.11.1991 tarihli ve 1991/7 E.: 1991/43 K. sayılı Kararı).
Anayasa Mahkemesi, eldeki dava konusuyla benzer bir hüküm ihtiva eden düzenleme
hakkında verdiği bir iptal kararında “… Buna
göre, (Telekomünikasyon) Kurum’da
çalışan memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev
ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ile diğer özlük
işlerinin yasayla düzenlenmesi gerekirken, buna ilişkin düzenlemelerin Bakanlar
Kurulu’na bırakılması, Anayasa’nın 128’inci maddesine aykırıdır. Bu nedenle
kuralın iptali gerekir…” şeklinde gerekçe kaleme almıştır (Anayasa Mahkemesi’nin
12.12.2007 tarihli ve 2002/35 ve 2002/95 sayılı Kararı).
Yine Anayasa Mahkemesi’nin, 20.06.2004 tarihli ve 5204 sayılı
Milli Eğitim Temel Kanunu ve Devlet Memurları Kanununda Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Kanun Hakkında verdiği kararının müteallik bölümü:
“5204 sayılı Yasa’nın 1. maddesinin altıncı fıkrasında, “Öğretmenlik
kariyer basamaklarında yükseleceklerin gireceği sınav, sınava katılacaklarda
aranacak en az çalışma süresi, hizmet içi eğitim veya lisansüstü eğitim
nitelikleri, her bir değerlendirme ölçütüne ilişkin hususlar ve puan değerleri,
alanında ya da eğitim bilimleri alanında tezli yüksek lisans veya doktora
öğrenimini tamamlamış olanlardan uzman öğretmenlik veya başöğretmenlik için
aranacak kıdem, hizmet içi eğitim, etkinlikler (bilimsel, kültürel, sanatsal ve
sportif çalışmalar) ve sicil (iş başarımı) şartları ve puan değerleri, branşlar
temelindeki uzman öğretmenlik ve başöğretmenlik sayıları, yükselmeye ilişkin
usul ve esaslar ile diğer hususlar Maliye Bakanlığı ve Devlet Personel
Başkanlığının uygun görüşleri alınarak Millî Eğitim Bakanlığınca çıkarılacak
yönetmelikle düzenlenir.” hükmü yer almaktadır.
Kuralda yönetmeliğe bırakılan “sınava katılacaklarda aranacak en
az çalışma süresi”, “alanında ya da eğitim bilimleri alanında tezli yüksek lisans
veya doktora öğrenimini tamamlamış olanlardan uzman öğretmenlik veya
başöğretmenlik için aranacak kıdem,”, “branşlar temelindeki uzman öğretmenlik
ve başöğretmenlik sayıları,” ve “ile diğer hususlar” ibareleri kariyer
basamaklarında yükselme hakkından yararlanabilmeye ilişkindir.
Anayasa’nın 7. maddesine göre Yasama yetkisi Türk Milleti adına
Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez. Anayasa’nın 124.
maddesinin birinci fıkrasına göre, yönetmelikler, kanunların ve tüzüklerin
uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla çıkarılabilir.
Yasayla düzenleme, konunun tüm ayrıntılarının yasayla
belirlenmesini değil, temel ilkelerin, ölçü ve sınırların yasada gösterilip
uzmanlık ve teknik konulara yönelik ayrıntıların düzenlenmesinin yürütme
organına bırakılmasını ifade eder. Yasada, yönetmelikle düzenlenecek konuların
çerçevesinin, Anayasa yargısı bağlamında denetime olanak verecek biçimde
düzenlenmiş olması gerekir. Kuraldaki “sınava katılacaklarda aranacak en az
çalışma süresi”, “alanında ya da eğitim bilimleri alanında tezli yüksek lisans
veya doktora öğrenimini tamamlamış olanlardan uzman öğretmenlik veya
başöğretmenlik için aranacak kıdem,”, “branşlar temelindeki uzman öğretmenlik
ve başöğretmenlik sayıları,” ve “ile diğer hususlar” ibarelerinin
belirlenmesinde belirtilen çerçeveye yer verilmediği açıktır. Bu nedenlerle
kuraldaki anılan ibareler Anayasa’nın 2. ve 7. maddelerine aykırıdır. İptalleri
gerekir.”
şeklindedir (Anayasa Mahkemesi’nin 21.05.2008 tarihli ve 2004/83
ve 2008/107 sayılı Kararı).
Anayasa Mahkemesi’nin verdiği iptal kararı karşısında; kanun
koyucunun Anayasa’nın 2, 7 ve 128’inci maddelerine -benzer sakatlıktan muzdarip
olması hasebiyle- aykırı olan iptali talep edilen bendi kanunlaştırması,
Anayasa’nın 153’üncü maddesini ihlal ettiği gibi, hiçbir kimse ve organın
kaynağını Anayasa’dan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağını öngören 6’ncı
maddesine ve Anayasa’nın Başlangıç bölümünde yer alan kuvvetler ayrılığı
ilkesine de halel getirmektedir.
f) Eşitlik ilkesi bakımından: Ayrıca iptali talep edilen bendin
idareye verdiği sınırsız takdir yetkisi, aynı mazerete sahip olan veya aynı
şartları ve nitelikleri sağlayan adaylar arasında idare tarafından
kayırma/ayrımcılık yapılmasına neden olabileceğinden; anılan bent, Anayasa’nın
10’uncu maddesinde yer alan eşitlik ilkesine de aykırıdır. İhtilaflı kural,
aynı şekilde, kamu hizmetine girişte (aday öğretmenlik görevine son
verilmemesinde) esas alınacak objektif esas ve usulleri öngörmemesi sebebiyle
de, yine eşitlik ilkesini ihlal etmektedir. Zira eşitlik ilkesinin ihlal edilip
edilmediği hususunun tespiti, münferit olayda benzer kişi kategorileri arasında
gerçekleştirilen ayrıma ilişkin bir “haklı neden”in var olup olmadığına göre
yapılır. Ne var ki, iptali talep edilen bendin idareye verdiği keyfi
uygulamalara sebep olabilecek sınırsız takdir yetkisi, idare tarafından (aynı
mazereti olan veya) aynı şartlara ve niteliklere sahip adaylardan (birinin
mazeretinin veya) başarılı kabul edilip diğerinin edilmemesine ilişkin haklı
nedeni somutlaştırmaya elverişli değildir. Başka bir
anlatımla, öğretmen adaylarının mazeretinin ve niteliğinin tespitinin
(değerlendirmeye ilişkin usul ve esasların) belirlenmesinin idareye
bırakılması, mazeret veya görevin / mesleğin gerektirdiği nitelikler bakımından
aynı durumda olan kişi kategorileri arasında haklı nedene dayanmayan ve keyfî
muamele farklılıklarına yol açacaktır. Bu nedenle anılan bent, Anayasa’nın 10’uncu
maddesine aykırıdır.
g) Çalışma hürriyeti ve çalışma hakkı ile temel hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılmasının sınırları bakımından: Anayasa Mahkemesi’nin
belirttiği üzere “Anayasa’nın “Çalışma ve
Sözleşme Hürriyeti” başlıklı 48. maddesinde, “Herkes, dilediği alanda çalışma
ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir.” denilmek
suretiyle çalışma özgürlüğü güvenceye bağlanmıştır. Çalışma özgürlüğü, kişinin
çalışıp çalışmama, çalışacağı işi seçme ve çalıştığı işten ayrılma özgürlüğünü korur.
Çalışma özgürlüğü ücretli olarak bağımlı çalışma hakkını olduğu kadar,
iktisadi-ticari faaliyet yapma hakkını da içerir.” (Anayasa Mahkemesi’nin
13.11.2014 tarihli ve 2013/95 E.: 2014/176 K. sayılı Kararı).
Öte yandan 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nun “Özlük
Hakları ve sorumluluklar” başlıklı 9’uncu maddesinin birinci fıkrası “Kurumlarda
çalışan yönetici, öğretmen, uzman öğretici ve usta öğreticiler ile kurucu veya
kurucu temsilcisi arasında yapılacak iş sözleşmesi, en az bir takvim yılı
süreli olmak üzere yönetmelikle belirtilen esaslara göre yazılı olarak yapılır.
Mazeretleri nedeniyle kurumdan ayrılan öğretmen ve öğreticilerin yerine
alınacak olanlar ile devredilen kurumların yönetici, öğretmen ve öğreticileri
ile bir yıldan daha az bir süre için de iş sözleşmesi yapılabilir.”
şeklindedir. Bu sözleşmenin nev’i çeşitli yargı kararlarına konu olmuş ve
ihtilaf doğurmuştur. Nihayetinde Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu, 5580
sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nun 9’uncu maddesinde belirtilen
sözleşmenin belirli süreli iş sözleşmesi olduğu sonucuna varmıştır. Anılan
kararının gerekçesinin eldeki dava konusu bakımından özellik arz eden müteallik
bölümü:
“…2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “eğitim ve
öğrenim hakkı ve ödevi” başlıklı 42’inci maddesine göre, eğitim ve öğretim
devletin gözetim ve denetimi altında yapılacak olup, belirtilen esaslara aykırı
eğitim ve öğretim yerleri açılamaz. Ayrıca özel ilk ve orta dereceli okulların
bağlı olduğu esaslar, devlet okulları ile erişilmek istenen seviyeye uygun
olarak, kanunla düzenlenir.
Demokratik ülkelerde, eğitim politikalarını belirleme ve bu
politikaların hayata geçirilmesine yönelik kurumsal tercihlerde bulunma
konusunda kanun koyucunun geniş takdir yetkisi vardır...Anayasa’nın 42.
maddesindeki eğitim ve öğrenim hakkı, diğer haklarla birlikte, kişinin maddî ve
manevi varlığını koruyup geliştirebilmesine imkân sağlayıcı bir niteliğe
sahiptir.
Aynı madde gereğince eğitimin gözetim ve denetiminden sorumlu
olan Devletin görevi, herkesin eğitim ve öğrenim hakkından en iyi şekilde
faydalanabilmesini sağlamaktır. Eğitim öğretim alanında hizmet sunan özel
teşebbüsün faaliyet alanının düzenlenmesi de, Devletin eğitim ve öğretimin
sağlıklı ve verimli işleyişini sağlama yükümlülüğünün bir gereğidir. Diğer
temel haklar gibi, eğitim hakkının da Devlete bazı yükümlülükler yüklediği
açıktır. Devlet, herkesin eğitim ve öğrenim hakkından yararlanabilmesini
sağlamak için gerekli tedbirleri almalıdır (Anayasa Mahkemesi’nin 13.07.2015
gün ve 2014/88 E., 2015/68 K. sayılı kararı).
...Bu açıklamalar ışığında 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları
Kanunu’nun 9’uncu maddesinde belirtilen iş sözleşmesinin niteliğinin belirli
süreli iş sözleşmesi olduğu anlaşılmakla, kanunda öngörülen bu durumda 4857
sayılı İş Kanunu’nun 11 ‘inci maddesinde belirtilen objektif koşulun
gerçekleştiği kabul edilmelidir. Başka bir anlatımla kanun hükmünün sözleşmenin
belirli süreli yapılması zorunluluğunu öngördüğü durumda objektif koşulların
varlığı aranmaz. Kanun hükmü ile sözleşmenin belirli süreli yapılması gereken
hâllerde belirli süreli sözleşmenin zincirleme yapılması da sözleşmenin belirli
süreli olma niteliğini ortadan kaldırmaz.”
şeklindedir (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu’nun 23.02.2018
tarihli ve 2017/1E.; 2018/2 K. sayılı Kararı).[61]
Anılan Yargıtay kararından anlaşılacağı üzere öğretmenler,
sözleşme özgürlüğüne istinaden özel eğitim kurumlarıyla belirli süreli iş
sözleşmesi akdetmektedirler. Ancak kanun koyucu bu türden sözleşmelerin tarafı
olmayı talep eden kimseler yönünden; bu kimselerin öğretmen olarak atanabilmesi
için tabi olacakları Programa katılmama mazeretlerinin kapsamı ve gün sayısı
ile (başarılı olunması gereken) Komisyonun yapacağı değerlendirmeye ilişkin
usul ve esasları, (kanun düzeyinde açık, net, anlaşılabilir biçimde belirlenmek
yerine) idarenin öznel değerlendirmelerine bırakmak suretiyle; Anayasa’nın
temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasının sınırlarını düzenleyen 13’üncü
maddesinde yer alan kanunilik kaydının aksine sözleşmenin tarafı olabilme
özgürlüğünü kısıtlamaktadır. Diğer bir deyişle kanun koyucu, söz
konusu mazeretin kapsamı ve gün sayısı ile değerlendirmenin usul ve
esaslarının düzenlenmesini idarenin uhdesine bırakmak suretiyle; anılan
hürriyete idari işlemlerle müdahale edilmesinin önünü açmıştır. Bu nedenle
anılan bent, Anayasa’nın 13’üncü ve 48’inci maddelerine aykırıdır.
Öte yandan Anayasa’nın 2 ve 5’inci maddelerinde yer alan sosyal
devlet ilkesinin bir görünümü, Anayasa’nın 49’uncu maddesinde güvencelenen
çalışma hakkıdır. Diğer bir deyişle herkese hak ve ödev olarak tanınan çalışma
hakkı, Devlete pozitif yükümlülük yüklemektedir. Devlet, herkes için uygun bir
çalışma ortamı hazırlamalıdır. Ancak iptali talep edilen bent, Devletin anılan
yükümlülüğünü ifa etmesine engel olacaktır. Nitekim idare, keyfi biçimde,
mazeretin kapsamı ve gün sayısı ile değerlendirmenin usul ve
esaslarını belirleyerek; mazereti kabul görmeyen veya değerlendirmede başarısız sayılan
kimselerin meslek mensubu olmasının önüne geçecektir; Devlet tarafından onlar
bakımından çalışma hakkının kullanılması için gerekli ortam,
hazırlanamayacaktır. Diğer bir deyişle kanun koyucu, söz konusu mazeretin
kapsamı ve gün sayısı ile değerlendirmenin usul ve esaslarının düzenlenmesini
idarenin uhdesine bırakmak suretiyle; anılan hakka idari işlemlerle müdahale
edilmesinin önünü açmıştır. Bu nedenle anılan bent, Anayasa’nın 13’üncü ve 49’uncu
maddelerine aykırıdır.
ğ) Maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme ile eğitim hakları,
eşitlik ilkesi, gençliğin korunması, temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasının sınırları bakımından:
Anayasa’nın Başlangıç bölümü gereğince her Türk vatandaşı, bu
Anayasa’daki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince
yararlanarak milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat
sürdürme ve maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine
doğuştan sahiptir. Öte yandan Devletin Anayasa’nın 5’inci maddesinde sayılan
temel amaç ve görevleri arasında “insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi
için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak” yer almaktadır. Bununla birlikte
Anayasa’nın 17’nci maddesi uyarınca herkes, maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına sahiptir. Bireyin maddi ve manevi varlığı geliştirmesinin
yollarından biri de Anayasa’nın 42’nci maddesinde güvence altına alınan eğitim
hakkının kullanılmasıyla mümkündür. Öte yandan Anayasa’nın 58’inci maddesi
uyarınca Devlet, istiklal ve Cumhuriyetimizin emanet edildiği gençlerin müspet
ilmin ışığında, Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda ve Devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmayı amaç edinen görüşlere karşı
yetişme ve gelişmelerini sağlayıcı tedbirleri alır. Söz konusu tedbirlerden
birinin gençlere eğitim verilmesi olduğu izahtan varestedir. Nitekim 1739
sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun “Genel Amaçlar” başlıklı 2’nci maddesi:
“Türk
Milli Eğitiminin genel amacı, Türk Milletinin bütün fertlerini,
1. Atatürk inkılap ve
ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; Türk
Milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen,
koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye
çalışan, insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan
demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı
görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar
olarak yetiştirmek;
2. Beden, zihin,
ahlak, ruh ve duygu bakımlarından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş bir
kişiliğe ve karaktere, hür ve bilimsel düşünme gücüne, geniş bir dünya görüşüne
sahip, insan haklarına saygılı, kişilik ve teşebbüse değer veren, topluma karşı
sorumluluk duyan; yapıcı, yaratıcı ve verimli kişiler olarak yetiştirmek;
3. İlgi, istidat ve
kabiliyetlerini geliştirerek gerekli bilgi, beceri, davranışlar ve birlikte iş
görme alışkanlığı kazandırmak suretiyle hayata hazırlamak ve onların,
kendilerini mutlu kılacak ve toplumun mutluluğuna katkıda bulunacak bir meslek
sahibi olmalarını sağlamak;
Böylece bir yandan
Türk vatandaşlarının ve Türk toplumunun refah ve mutluluğunu artırmak; öte
yandan milli birlik ve bütünlük içinde iktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmayı
desteklemek ve hızlandırmak ve nihayet Türk Milletini çağdaş uygarlığın yapıcı,
yaratıcı, seçkin bir ortağı yapmaktır.”
şeklindedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre eğitim hakkı,
“…belirli bir zamanda mevcut eğitim kurumlarına erişim (Belçika
dil davası, § 4, syf. 31), bilgi aktarımı ve düşünsel gelişim hakkını (Campbell
ve Cosans / Birleşik Krallık, § 33) ve ayrıca alınan eğitimden yarar sağlama
olanağını, diğer bir deyişle, her bir Devlet’te geçerli kurallara uygun olarak
ve bir veya başka bir şekilde (örneğin yeterlilik yoluyla), tamamlanan eğitimin
resmi olarak tanınmasını elde etme hakkını (Belçika dil davası, §§ 3-5, syf.
30-32) kapsamaktadır. 1 No’lu Protokol’ün 2. maddesi, ilkokul eğitiminin (Sulak
/ Türkiye (k.k.)) yanında ortaokul eğitimi (Kıbrıs / Türkiye [BD], § 278),
yüksekokul eğitimi (Leyla Şahin / Tirkiye [BD], § 141; Mürsel Eren / Türkiye, §
41) ve uzmanlık eğitimiyle de ilgilidir. Bu nedenle, 1 No’lu Protokol’ün 2.
maddesinde güvence altına alınan hakkın sahipleri, çocukların yanında
yetişkinler veya gerçekte eğitim hakkından faydalanmak isteyen herkestir (Velyo
Velev / Bulgaristan). 13. Ayrıca, Devlet, devlet okullarının yanında özel
okullardan da sorumludur (Kjeldsen, Busk Madsen ve Pedersen / Danimarka). Son
olarak, Devlet’in öğrencileri Devlet ve özel okullarda kötü muameleye maruz
kalmaktan koruma pozitif yükümlülüğü bulunmaktadır (O’Keeffe / İrlanda [BD], §§
144-152). 1 No’lu Protokol’ün 2. maddesinin ilk cümlesinde güvence altına
alınan eğitim hakkı, doğası gereği, Devlet tarafından kamunun ve bireylerin
ihtiyaçları ve kaynakları doğrultusunda zamana ve yere göre değişiklik
gösterebilecek bir düzenleme yapılmasını gerektirmektedir. Söz konusu
düzenleme, eğitim hakkının esasına halel getirmemeli veya Sözleşme’de güvence
altına alınan diğer haklarla çelişmemelidir. Bu nedenle, Sözleşme, kamunun
genel çıkarlarını korumak ve temel insan haklarına saygı arasında adil bir
denge kurulmasına işaret etmektedir (Belçika dil davası, § 5, syf. 32).”[62]
O halde yasama organı tarafından kanunlaştırılan bu metnin,
muhatap kılınan bireylerin eğitim hakkı gözetilerek kaleme alınması
gerekmektedir. Ancak açıklandığı üzere öğretmenlerin atanması için tabi
oldukları Programa katılmama mazeretinin kapsamının ve gün sayısının tespit
edilmemesi ve yapılacak değerlendirmenin Komisyona bırakılması, Anayasa’nın
anılan hükümlerini ihlal etmek suretiyle donanımlı olmalarını
engelleyeceğinden; öğrencilerin de nitelikli eğitimden yararlanmasının önüne
geçecek, eğitim hakkı ve dolayısıyla maddi ve manevi varlığını geliştirme hakkı
ihlal edilecektir. Olanakları sınırlı, zor koşullardaki çocuklarımızın ücretsiz
ve kaliteli bir eğitime erişmek suretiyle yaşam becerisine sahip olmasının,
kendilerini gerçekleştirmelerinin, maddi ve manevi varlıklarını
geliştirmelerinin önüne geçilecektir. Öte yandan gençlere niteliksiz bir eğitim
verilmesi, Devletin Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda ve Devletin
ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmayı amaç edinen
görüşlere karşı yetişme ve gelişmelerini sağlayıcı tedbir alma yükümlülüğünü
yerine getirememesine neden olacaktır.
Diğer taraftan Anayasa’nın 10 ve 42’nci maddeleri birlikte
değerlendirildiğinde görüleceği üzere; eğitim hakkı, eşitlik ilkesi üzerine
inşa edilmelidir. Başka bir deyişle gelir, kültür ve bölgesel kalkınma düzeyi
farklılığının yoğun seyrettiği ülkemizde Devlet, eğitimde fırsat ve olanak
eşitliğine imkan sağlamak suretiyle söz konusu pozitif yükümlülüğü tüm
vatandaşlar (ve Anayasa’nın 42’nci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “kimse”
ibaresinin delaletiyle herkes) bakımından icra edebilecektir. Ancak kanun
koyucu, eğitim ve öğretim hizmetlerini yürütmekle görevli öğretmenlerin
atanması için tabi oldukları Programa katılmama mazeretinin kapsamı ve gün
sayısı ile yapılacak değerlendirmeye ilişkin usul ve esasları tespit etme
görevini, idarenin uhdesine bırakmış, öğrencilerin nitelikli öğretmene erişimi
için kanun düzeyinde temel ilkeleri çizmekten imtina etmiş, dahası bu
yükümlülüğün ifası için (işbu dilekçe boyunca somut bulgularla teşhir edildiği
üzere) özensiz bir meslek kanunu çıkararak öğretmenler özelinde modern,
demokratik, laik toplumun inşasına hizmet eden bir eğitim politikası
oluşturmamıştır.
Bununla birlikte kanun koyucu öğretmenlerin atanması için tabi
oldukları Programa katılmama mazeretinin kapsamı ve gün sayısı ile yapılacak
değerlendirmeye ilişkin usul ve esasları tespit etme görevini idarenin uhdesine
bırakmak suretiyle; temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasının sınırlarını
düzenleyen Anayasa’nın 13’üncü maddesinde yer alan kanunilik kaydına halel
getirmiştir; demokratik toplumun gereklerine riayet etmemiştir. Diğer bir
deyişle eğitim hakkının kullanılması için gerekli olanağı ve fırsatı sunma
yükümlülüğü olan Devletin, bu yükümlülüğü tam manasıyla ifası, iyi yetişmiş,
donanımlı öğretmenlerle mümkündür. Aksi bir tutum, eğitim hakkının kısıtlanması
sonucunu doğuracaktır. Kanun koyucu da mazeretin kapsamı ve gün sayısı ile
değerlendirmenin usul ve esaslarının idare tarafından tespit edilmesine cevaz
vererek; hakkın kısıtlanmasının önünü açmıştır. Kaldı ki demokratik bir toplum,
eğitim hakkının herkese nitelikli bir biçimde tanınmasını gerektirir. Tüm bu
nedenlerle anılan bent, Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 5, 10, 13, 17, 42 ve 58’inci
maddelerine aykırıdır.
h) Çalışma barışı bakımından: Anayasa’nın 2 ve
5’inci maddeleriyle Devlete verilen “sosyal devlet” niteliğinin bir görünümü,
Anayasa’nın 49’uncu maddesiyle Devlete yüklenen çalışma barışını sağlamak için
gerekli tedbirleri alma yükümlülüğüdür. Anayasa Mahkemesi, “Anayasa’nın 49.
maddesine göre, çalışma, herkesin hakkı ve ödevidir. Devlete karşı ileri
sürülecek bu hak, bireylere zorlama yetkisi ve yaptırımı vermemiştir. Devlet,
olanakları ölçüsünde, yeterli örgütler kurarak iş bulmayı kolaylaştırıp
sağlamak için gerekli önlemleri almakla yükümlüdür. Devletin herkese iş verme,
herkesi işe yerleştirme zorunluluğu bulunmamaktadır. İşsizliği önlemek amacıyla
yapacağı çalışmalarla Devlet, öncelikle kamu sektöründe iş vermek yolunu
izleyecek, bu nedenle de yasal düzenlemeler yapacaktır.” şeklinde hüküm kurmak
suretiyle; Anayasa’nın 49’uncu maddesinin kapsama alanında özel sektörün yanı
sıra kamu sektörünün de değerlendirileceğine işaret etmiştir (Anayasa
Mahkemesi’nin 19.12.1989 tarihli ve 1989/14 ve 1989/49 sayılı Kararı). O halde
Devlet, hem özel sektörde hem de kamu sektöründe çalışma barışını sağlamalıdır.
Ancak iptali talep edilen bent; aynı mazerete
sahip olan aday öğretmenler arasında eşitsiz bir muamele oluşturacağından;
çalışma barışının da bozulmasına neden olacaktır. Bu nedenle iptali talep
edilen bent, Anayasa’nın 2, 5 ve 49’uncu maddelerine de aykırıdır.
i)İnkılâp
Kanunlarının (“03.03.1340 tarihli ve 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu”) korunması
bakımından:
Aliefendioğlu’nun
belirttiği üzere “Anayasada sayılan inkılap yasaları T.C. Devletinin dayandığı
8 temel yasadır.”[63] Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 174’üncü
maddesiyle ilgili olarak “Maddede sayılan Devrim
Yasalarının Anayasa’nın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan
hükümlerinin Anayasa’ya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaması ve
yorumlanamamasının öngörülmesi, bu yasalara, diğerlerinden farklı anayasal bir
güvence sağlamaktadır. Ancak bu durumun onlara, Anayasa gücü ve değeri
kazandırdığı kabul edilerek, Anayasa’ya uygunluk denetimine esas alınmaları
olanaklı değildir...” şeklinde hüküm kurmuştur (Anayasa Mahkemesi’nin
16.09.2018 tarihli ve 1997/62 E.: 1998/52 K. sayılı Kararı). Elbette Anayasa
Mahkemesi tarafından belirtildiği üzere; Anayasa’nın 174’üncü maddesi, Anayasa’nın
ruhunun somutlaştığı İnkılâp Kanunlarının normatif değerini Anayasal hüküm
haline getirmeyeceği gibi Anayasa yargısında, Anayasa’ya uygunluk denetiminde
ölçü norm kılmaz, Anayasallık bloğunun kapsamında değerlendirilmesini sağlamaz.
Ancak Anayasa’nın 174’üncü maddesiyle İnkılâp Kanunlarına münhasıran tanınan
anayasal güvenceye halel getirilmemesi, ilgileri bulunduğu alanda yapılan
düzenlemelerin anılan Kanunların ışığında (amacı ve çizdiği sınırlar
çerçevesinde) kaleme alınmasıyla mümkündür. Diğer bir deyişle eldeki dava
konusunun içeriği, nitelikli öğretmenler marifetiyle Atatürk ilkeleri ışığında
eğitimin modernleşmesine hizmet eden Tevhidi Tedrisat Kanunu’ndan arı
düşünülemez. Eldeki dava konusu gibi nihayetinde eğitim alanına sirayet eden
düzenlemeler, Anayasa’ya uygun olduğu ölçüde; Tevhidi Tedrisat Kanunu, anayasal
güvenceye sahip olacaktır. Açıklandığı üzere eldeki dava konusunun Anayasa’ya
aykırılığı, anılan İnkılâp Kanunu’nun Anayasal güvenceden yoksun bırakılmasına
neden olduğundan; iptali talep edilen bent, Anayasa’nın 174’üncü maddesine de
aykırıdır.
ı) Uluslararası andlaşmaların iç hukuka etkisi bakımından:
Anayasa’nın 90’ıncı maddesine göre temel hak ve özgürlüklere ilişkin usulüne
göre yürürlüğe konmuş uluslararası anlaşmalar, (kanunlara nazaran hakkı
koruyucu, kullanımını genişletici hükümler barındırması kaydıyla) normlar
hiyerarşisinde kanunun üstündedir. İptali talep edilen bent, eğitim hakkına
ilişkin İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 26’ncı; Ekonomik, Sosyal ve
Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 13’üncü[64];
Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 28 ve 29’uncu[65];
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Ek 1 No’lu Protokolü’nün 2’nci[66]
maddelerini ve çalışma hakkına ilişkin İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 23’üncü;
(Gözden Geçirilmiş) Avrupa Sosyal Şartı’nın 1’inci maddeleri; Türkiye
Cumhuriyeti’nin taraf olduğu ILO Sözleşmelerini[67]
[adil çalışma koşullarına ilişkin İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 23’üncü;
(Gözden Geçirilmiş) Avrupa Sosyal Şartı’nın 3 ve 22’nci maddeleri; ILO’nun 94
No’lu Çalışma Şartları (Kamu Sözleşmeleri) Sözleşmesi ile 151 No’lu Çalışma
İlişkileri (Kamu Hizmeti) Sözleşmesi’ni] ihlal ettiğinden Anayasa’nın 90’ıncı
maddesine de aykırıdır.
Tüm bu nedenlerle, 7354 sayılı Kanun’un 5’inci maddesinin
dördüncü fıkrasının (ç) bendi, Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 2, 5, 6, 7, 10,
13, 17, 42, 48, 49, 58, 70, 90, 123, 128, 153 ve 174’üncü maddelerine
aykırıdır; anılan bendin iptali gerekir.
9 03.02.2022
tarihli ve 7354 sayılı Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun 5’inci maddesinin altıncı
fıkrasının Anayasa’ya aykırılığı
7354 sayılı Kanun’un 5’inci maddesinin altıncı fıkrası uyarınca
aday öğretmenlerin adaylık sürecinde yetiştirilmelerine esas Aday Öğretmen
Yetiştirme Programı (Program) ve Adaylık Değerlendirme Komisyonunun (Komisyon)
oluşumu ile aday öğretmenlik sürecine ilişkin diğer usul ve esaslar
yönetmelikle düzenlenecektir. Ancak iptali talep edilen fıkrada yer alan
hususları, idarenin düzenleyici işleminin (yönetmeliğin) konusu yapmak, Anayasa’ya
aykırıdır.
Öncelikle belirtmek gerekir ki; Devletin, bireyin maddi ve
manevi varlığını geliştirecek ortamın oluşturulması temelindeki pozitif
yükümlülüğünün bir tecessümü olarak (Anayasa’nın 42’nci maddesinin birinci
fıkrasında yer alan “kimse” ibaresinin delaletiyle) herkes bakımından eğitim
hakkının erişilebilir kılınması, öğretmenler marifetiyle mümkündür. O halde
öğretmenlerin statüsünün, Anayasa’nın 128’inci maddesi bağlamında “diğer
kamu görevlisi” niteliğinde olması gerekmektedir. Bu bağlamda
kanun koyucu tarafından öğretmenlerin tabi olacağı Program, öğretmenleri
değerlendirecek olan Komisyonun oluşumu, adaylık süreci, kadro ihdası, ataması,
görevlendirilmesi, niteliği, görev ve yetkisi, aylık ve ödeneği ile diğer özlük
haklarının Anayasa’nın öngördüğü ilkeler ve özellikle de mezkûr 128’inci
madde uyarınca maddi anlamda kanunilik ilkesi dahilinde düzenlenmesi
gerekmektedir. Ne var ki, iptali istenilen fıkra, bu hususları Anayasa’nın
öngördüğü çerçevede düzenlememektedir. Bu durum, Anayasa’ya çok yönlü olarak
aykırıdır.
a) Kamu görevlilerinin özlük hakları bağlamında
kanunilik ilkesi bakımından: Anayasa’nın 128’inci maddesinin birinci fıkrası
kapsamındaki görevleri yürüten bütün personelin nitelikleri, atanmaları, görev
ve yetkileri, hakları ve yükümlülüklerinin kanunla düzenlenmesi gerekir
(Anayasa Mahkemesi’nin 22.11.2012 tarihli ve 2011/107 E.; 2012/184 K. sayılı
Kararı). Anayasa Mahkemesi’nin sıkça vurguladığı gibi kanunilik ölçütünün
sağlandığından söz edilebilmesi için kanunun şeklen var olması yeterli olmayıp
yasal kurallar keyfiliğe izin vermeyecek şekilde belirli, ulaşılabilir ve
öngörülebilir nitelikte olmalıdır. Esasen kanunun bu niteliklere sahip olması,
Anayasa’nın 2’nci maddesinde güvenceye bağlanan hukuk devleti ilkesinin de bir
gereğidir. Dolayısıyla Anayasa’nın 128’inci maddesinde yer verilen kanunilik
ölçütü, Anayasa’nın 2’nci maddesinde güvence altına alınan hukuk devleti ilkesi
ışığında yorumlanmalıdır (aynı yöndeki değerlendirme için bkz. AYM, E.2018/88,
K.2020/24, 11/6/2020 §§ 13, 14) (Anayasa Mahkemesi’nin, 22.10.2020 tarihli ve
2020/1 E.; 2020/563 K. sayılı Kararı, § 41). İhtilaflı kural, Anayasa’nın
128’inci maddesinin 2’nci fıkrasına aykırı şekilde, başta öğretmenlerin tabi
olacağı Program ve öğretmenleri değerlendirecek olan Komisyonun oluşumu olmak
üzere aday öğretmenlik sürecine ilişkin diğer usul ve esasları idarenin
düzenleyici işlemlerine bırakmıştır. Oysa bir kamu görevlisi olan öğretmen
statüsünde olmaya namzet kimselerin (anılan Programın içeriği ve yürütülme
usulü ile Komisyonun oluşumu dahil olmak üzere) tüm ayrıntılarıyla adaylık
süreci kanun düzeyinde belirlenmesi ve idarenin keyfi işlem ve eylemlerine terk
edilmemesi gerekirdi. İptal istenen fıkra, bu nedenle Anayasa’nın 128’inci
maddesine aykırıdır (bu açıdan ayrıca bkz. aşağıda “c” alt başlığı).
b) Hukuk devleti ilkesi bakımından: Hukuk devleti, bütün işlem
ve eylemlerinin hukuk kurallarına uygunluğunu başlıca geçerlik koşulu sayan,
her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurmayı amaçlayan ve bunu geliştirerek
sürdüren, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa’ya aykırı durum
ve tutumlardan kaçınan, insan haklarına saygı duyarak bu hak ve özgürlükleri
koruyup güçlendiren, Anayasa’ya ve hukuk kurallarına bağlılığa özen gösteren,
yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde yasa koyucunun da uymak zorunda
olduğu temel hukuk ilkeleri ile Anayasa’nın bulunduğu bilinci olan devlettir
(Anayasa Mahkemesi’nin 02.06.2009 tarihli ve 2004/10 E.; 2009/68 K. sayılı
Kararı). Hukuk devletinin önkoşullarından olan hukuki
güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, hukuki belirlilik
ilkesi de kanun hükümlerinin şüpheye yer vermeyecek şekilde açık, net,
anlaşılabilir olmasını ve ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı
koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (bkz. AYM 9.2.2017, 2016/143 E.–
2017/23 K. par. 13; RG. 12.4.2017-30036) (Anayasa Mahkemesi’nin
04.05.2017 tarihli ve 2015/41 E.; 2017/98 K. sayılı Kararı). Başka bir deyişle,
hukuk devleti ilkesi gereğince, idareye işlem tesis ederken ve eylemde
bulunurken veya görevlerini yerine getirirken belirli ölçüde hareket
serbestliği sağlayan takdir yetkisinin kullanımı mutlak, sınırsız, keyfi
biçimde gerçekleşemez; idarenin takdir yetkisinin sınırları, keyfi işlem ve
eylemleri önlemek amacıyla kanunla çizilmelidir. Kanun düzeyinde belirlenmesi
gereken hususların idarenin düzenleyici işlemine, yönetmeliğe, tevdi eden ve
yukarıda tanımlandığı anlamda hukuki güvenlik ve belirlilik ilkelerinin
gereklerini yerine getirmeyen ihtilaflı fıkra, Anayasa’nın 2’nci maddesine
aykırıdır (bu açıdan ayrıca bkz. aşağıda “c” alt başlığı).
c) İdarenin kanuniliği ilkesi bakımından: Anayasa’nın 123’üncü
maddesinde yer alan idarenin kanuniliği ilkesinin iki boyutu bulunmaktadır. İlk
boyutu, idarenin secundum legem özelliğidir (kanuna dayanma ilkesidir). Bu
ilkeye göre idarenin düzenleme yetkisi kanundan kaynaklanır. İkinci boyutu,
idarenin intra legem özelliğidir (kanuna aykırı olmama ilkesidir). Bu ilkeye
göre idarenin işlem ve eylemleri kanunun çizdiği sınırlar içinde kalmalıdır.
Bu nedenle anılan Programın içeriği ve yürütülme usulü ile
Komisyonun oluşumu dahil olmak üzere aday öğretmenlik sürecine ilişkin diğer
usul ve esasların; Anayasa’nın 128’inci maddesinde hüküm altına alınan ve hukuk
devletinin temel taşı olan maddi anlamdaki kanunilik kıstasının gereklerini
karşılaması ve kanuna dayanması ile kanuna aykırı olmaması için; genel
çerçevesinin keyfi uygulamaya yer vermeyecek açıklıkta kanun düzeyinde
çizilmesi gerekmektedir. Diğer bir deyişle Komisyonun kimlerden teşekkül
edeceği, ilgili kurum ve kuruluşlardan bilgi- belge
talep etme yetkisi, ön inceleme yapma yetkisi, dosya üzerinden değerlendirme
yapma yetkisi, değerlendirme yaparken esas alacağı nesnel kriterler,
değerlendirme sonucunun idari itiraz usulüne tabi olup olmaması, değerlendirme
sonucunda karar verme süresi, başarı puanı, başarılı – başarısız şeklinde
notlama gibi hususların tamamı yönetmeliğe bırakılmıştır.
Kanun koyucu, Komisyonun yapacağı değerlendirmeye ilişkin usul ve esasların
içeriği,–Anayasal ilkelerin aksine- (söz gelimi başarı düzeyi, sözlü ve/veya
yazılı sınav yapılması, performans / mesleki yeterlilik değerlendirmesi yapılması,
özdeğerlendirme olup olmayacağı, nihai değerlendirme puanı hesaplanırken esas
alınan kıstaslar ve bu kıstasların katsayısının neye göre belirleneceği,
puanlama sırasında kullanılacak göstergeler: 1, 2, 3, …/ çok iyi, iyi, orta, …
) hakkında tamamen sessiz kalmış, bu konuların düzenlenmesini idarenin
(Komisyonun) uhdesine bırakmıştır. Buna ilave olarak Programın yürütülmesine
ilişkin usul ve esaslar (söz gelimi Programda yer alan eğitimin kim tarafından
verileceği, hizmet içi eğitimin uygulamalı programları kapsayıp kapsamadığı,
eğitimin merkezi / mahalli veya yüz yüze / uzaktan olup olmayacağı) de kanun
düzeyinde sarih biçimde ortaya konulmamıştır. Nihayetinde “aday öğretmenlik
sürecine ilişkin diğer usul ve esaslar” ibaresi kullanılmak suretiyle yasa
koyucu tarafından idareye “temel çerçeve belirleme” yetkisi verilmiştir.
Buna ilave olarak, “Kamu kurum
ve kuruluşlarının kadrolarının ihdası başka bir deyişle kadro usulüne ilişkin
düzenlemeler, idarenin teşkilat yapısı ile ilgili olup idarenin kuruluş ve
görevlerinin belirlenmesinin bir parçasını oluşturmaktadır. Anayasa
Mahkemesinin bir kararında konuyla ilgili olarak, “Bir kurumun kuruluşu deyince
her şeyden önce o kurumu yürütecek personele ait kadrolar hatıra gelir. Zira
kurumun temelinden çatısına kadar bütün örgütünün bu kadrolar teşkil eder.
Personel kadroları mevcut olmayan bir kurum, henüz kuruluş haline geçmemiş
demektir. Şu halde bir kurumu çalışır hale getirecek olan Personel
kadrolarının, en küçüğünden en büyüğüne kadar, bütününü kuruluştan ayrı
düşünmeğe imkân yoktur.” denilmektedir (AYM E. 1965/32, K. 1966/3, 4/2/1966)”
(Anayasa Mahkemesi’nin 11.06.2020 tarihli ve 2018/119 E.; 2020/25 K. sayılı
Kararı, § 18). Ancak iptali talep edilen fıkra hükmünde; kadro ihdası gibi
özlük işleri kapsamında değerlendirilen (Programın içeriği ve yürütülme usulü
ile Komisyonun oluşumu dahil olmak üzere) adaylık sürecinin genel
çerçevesi; hukuki işlem olarak kanun ile açıkça ortaya konulmamıştır.
Öte yandan 13.08.2005 tarihli ve 25905 sayılı
Resmi Gazete’de yayımlanan Öğretmenlik Kariyer Basamaklarında Yükseltme
Yönetmeliği hakkında Danıştay 2’nci Dairesi tarafından verilen kararlarda;
“Lisans mezunu olmayan öğretmenlerin öğretmenlik kariyer
basamaklarında yükselme imkanını ortadan kaldıran, Kanunda öngörülmeyen,
eşitlik ve genellik ilkeleriyle hakkaniyete aykırı olarak dava konusu
Yönetmeliğin 8. maddesiyle öğretmenlik kariyer basamaklarında yükselme sınavına
başvurularda “lisans mezunu” olma koşulu getiren düzenlemede hukuka uyarlık
görülmemiştir (Danıştay 2. Dairesi’nin 05.03.2008 tarihli ve 2005/2477 E.;
2008/1049 K. sayılı Kararı).”
“Öğretmenlik Kariyer Basamaklarında Yükselme Yönetmeliğinin 28.
maddesinin 1. fıkrasında hizmet içi eğitim etkinliklerinin kapsamı bu çerçevede
belirlenmiş ve 2. fıkranın (a) ve (b) bentlerinde de yurtdışı ve yurtiçi hizmet
içi eğitim etkinliklerinin değerlendirme esasları bu kapsamda düzenlenmiş
olmasına karşın, 2. fıkranın (c) bendinde yer alan diğer kamu kurum ve
kuruluşları, özel sektör ve sivil toplum örgütlerince düzenlenen hizmet içi
eğitim faaliyetlerinin de değerlendirmeye alınacağı yolundaki düzenleme ile
Milli Eğitim Bakanlığınca yapılması gereken bu etkinliklerin kapsamı
genişletilmiş ve bu konuda mevcut düzenlemeye aykırı olarak Bakanlık tarafından
uygun bulunma koşuluna bağlanmakla birlikte takdir yetkisi aşılmak suretiyle
başka kurumlara da yetki verilmiş olması ve gerek Milli Eğitim Temel Kanununda
öğretmenlerin mesleki olarak gelişimlerinin amaçlanmış olması, gerekse 5204
sayılı Yasa ile öngörülen kariyer basamaklarında yükselmede alanında ya da
eğitim bilimleri alanında yetişmiş olmanın esas alınmasına karşın, hizmet içi
eğitimin kapsamına yönelik bir ölçüt de bulunmaması nedeniyle Yönetmeliğin 28.
maddesinin 2. fıkrasının (c) bendinde mevzuata ve 5204 sayılı Yasanın amacına
uyarlık görülmemiştir.
Davalı idare tarafından, Yönetmeliğin sadece Milli Eğitim
Bakanlığında görevli öğretmenler için değil diğer kamu kurum ve kuruluşlarında ve
Milli Eğitim Bakanlığına bağlı özel öğretim kurumlarında görev yapan
öğretmenlere de uygulanması nedeniyle başka kurumlarca düzenlenen hizmet içi
eğitim etkinliklerine katılımın engellenemeyeceği, ayrıca Bakanlıkça uygun
bulunan bu etkinliklere katılarak öğretmenlerin kendilerini mesleki ve diğer
alanlarda geliştirmesinin bir sakıncası olmadığı öne sürülmekte ise de, Milli
Eğitim Bakanlığı Merkez ve taşra teşkilatında görevli personelin hizmet içi
eğitimi konusunda sadece Bakanlığın yetkili ve görevli olduğu, bu personel için
diğer kurum ve kuruluşların eğitim etkinliği düzenleyemeyeceği açık olduğu
gibi, Milli Eğitim Bakanlığına bağlı özel öğretim kurumlarında görevli öğretmenlerin
de Bakanlıkça açılacak hizmet içi eğitim kurslarına katılacakları yolundaki düzenlemeler
karşısında ve hizmet içi eğitim etkinliklerinin sadece “ mesleki gelişime”
yönelik olabileceği nedeniyle iddialar yerinde görülmemiştir (Danıştay 2.
Dairesi’nin 05.03.2008 tarihli ve 2005/2528 E.; 2008/1050 K. sayılı Kararı).”
şeklinde hüküm kurulmuştur.
Bunun yanında, Milli Eğitim Bakanlığı
tarafından 14.08.2022 -15.03.2022 tarihleri arasında görüş ve önerilerin
iletilmesi için “Aday Öğretmenlik ve Öğretmenlik Kariyer Basamakları
Yönetmeliği Taslağı” hazırlanmıştır.[68] (Anılan yönetmeliğin taslak halinde söz konusu yükseköğretim
kurumlarına yer verilmemiştir.) Bu dilekçenin yazım tarihi itibarıyla Resmi
Gazete’de yayımlanmamış ve fakat taslak olarak Bakanlığın resmi internet
sitesinde halka arz edilen yönetmelik metni dahi göstermektedir ki: normlar
arasında hukuka uygun kademelenmenin sağlanabilmesi, diğer bir deyişle normlar
hiyerarşisinde anılan yönetmeliğin 7354 sayılı Kanun’a uygun olması, yalnız bu
Kanun’un temel ilkeleri ortaya koymasıyla mümkündür. Aksi takdirde, Kanun’un
genel çerçeveyi çizmemesi, yönetmeliğin hukuka uygunluk denetiminde gözetilecek
ölçü normun (7354 sayılı Kanun’un) muğlak ibareler içermesi ve maddi anlamda
kanunun asgari ögelerini karşılamaması durumunda, yönetmelik hukuki dayanaktan
yoksun kılınacaktır.
Tüm bu nedenlerle iptali talep edilen fıkra, Anayasa’nın 2, 123
ve 128’inci maddelerine aykırıdır.
ç) Yasama yetkisinin devredilmezliği bakımından: Anayasa’nın 7’nci
maddesinde temelini bulan yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine göre
yasama yetkisi yalnız Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne aittir. Bu nedenle
idareye düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralının temel ilkeleri ortaya
koyması ve çerçeveyi çizmesi gerekir. Diğer bir deyişle idareye sınırsız ve
belirsiz bir düzenleme yetkisi bırakılamaz. Nitekim idarenin düzenle me
yetkisi; sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir yetkidir. Yasa ile yetkilendirme,
Anayasa’nın öngördüğü biçimde yasa ile düzenleme anlamını taşımamaktadır
(Anayasa Mahkemesi’nin 02.05.2008 tarihli ve 2005/68 E.; 2008/102 K. sayılı
Kararı). İptali talep edilen ibarenin yer aldığı fıkra hükmünde olduğu gibi
temel ilkeleri belirlenmeksizin ve çerçevesi çizilmeksizin; idareye; (Programın içeriği ve yürütülme usulü ile Komisyonun oluşumu
dahil olmak üzere) adaylık sürecine ilişkin usul ve esasları belirleme yetkisi
veren yasa hükmü, Anayasa’nın 7’nci maddesine aykırılık oluşturur.
d) Yönetmelikle düzenleme bakımından: Anayasa koyucu, idarenin
düzenleyici işlemlerinin bir türü –kural işlem- olan yönetmelikler için özel
bir Anayasal hüküm öngörmüştür. Anayasa’nın 124’üncü maddesine göre Cumhurbaşkanı,
Bakanlıklar ve kamu tüzel kişileri, kendi görev alanlarını ilgilendiren
kanunların ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin uygulanmasını sağlamak üzere ve
bunlara aykırı olmamak şartıyla, yönetmelikler çıkarabilirler. Milli Eğitim
Bakanlığının (Programın içeriği ve yürütülme
usulü ile Komisyonun oluşumu dahil olmak üzere) adaylık
süreci hususunda çıkaracağı yönetmeliğin 7354 sayılı Kanun’un 5’inci
maddesinin uygulanmasını sağlaması ve ona aykırı olmaması için; yönetmelik
çıkartılmasına cevaz veren kanuni hükmün, hangi iş ve işlemlerin yasal çerçeve
içinde kalacağına yönelik temel çerçeve ve sınırları belirlemesi gerekmektedir.
Aksi bir tutum, kanunun uygulanmasını sağlamaya ilişkin Anayasal işlevinin
ötesine geçerek, şekli anlamda kanun aracılığıyla, yönetmeliğe, maddi anlamda
kanun koyma yetkisinin tanınması ve aşırı geniş bir düzenleme alanının idarenin
uhdesine bırakılması anlamına gelecektir. İhtilaflı kurala bakıldığında,
ortada, idare tarafından tecessüm ettirilmeye elverişli bir kanuni genel
düzenleme yoktur. İdare tarafından takdir yetkisinin keyfi biçimde
kullanılmasına neden olabilecek iptali talep edilen fıkra, Anayasa’nın 124’üncü
maddesine de aykırıdır.
e) Kamu hizmetinde görevin gerekli
kıldığı nitelikler bakımından: Anayasa’nın 70’inci maddesinde yer alan ve her
Türk vatandaşına eşit şekilde tanınan kamu hizmetine girme hakkı, kamu hizmeti
icra edecek personellerin istihdamının liyakata dayalı bir sistem içerisinde
gerçekleşmesini sağlar. Anayasa; ödevle nitelik arasında sıkı bir ilişki
bulunduğunu, bunun dışında hizmete alınmada hiçbir nedenin gözetilemeyeceğini,
daha açık bir anlatımla ayrımın yalnızca ödev-nitelik ilişkisi yönünden
yapılması gerektiğini buyurmaktadır. O halde ödevle, onun gerektirdiği niteliği
birbirinden ayrı düşünmeye olanak yoktur. Buna göre, o nitelikler görevlilerde
bulunmadıkça o ödev yerine getirilemeyecek ya da ödev, görevin gerekleri
doğrultusunda yerine getirilmemiş olacak demektir. Kamu hizmetlerinin
özellikleri olduğu ve bu hizmetleri gören idare ajanlarının da özel statülere
bağlı bulunduğu bilinen bir gerçektir. Memurlarda yasalarca aranan nitelikler
ve onlar hakkında yasalarda öngörülen kısıtlamalar, kamu hizmetinin etkin ve
esenlikli bir biçimde yürütülmesi amacına yöneliktir (Anayasa Mahkemesi’nin 09.10.1979
tarihli ve 1979/19 E.; 1979/39 K. sayılı Kararı).
Anayasa’nın 128’inci maddesinde temelini
bulan ve hukuk devletinin ana halkasını oluşturan kanunilik ilkesi ışığında,
Anayasa’nın 70’inci maddesi ele alındığında görüleceği üzere; kamu hizmetine
girme hakkının temel bir hak olarak etkililiği, maddenin “Hizmete alınmada,
görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez” şeklindeki
ikinci fıkrasında yer alan “görevin” ibaresinin; kamu hizmeti görülürken ifa
edilecek görevin (ve adaylık sürecinin), (bir kimsenin bu kadroya uygun
olduğunun objektif kriterlere göre tespitinin yapılabilmesi amacıyla) kanun
düzeyinde açıklanmasını gerektirir. Aksi bir tutum, bir başka deyişle kamu
hizmeti görecek öğretmenlerin (adayların tabi
olacağı Programın içeriği ve yürütülme usulü ile Komisyonun oluşumu dahil olmak
üzere) adaylık sürecinin usul ve esaslarını belirleme yetkisini idarenin
keyfi uygulamalarına, kayırmacılığa neden olabilecek takdir yetkisine bırakmak;
Anayasal amacın (kamu hizmeti icra edecek personelin istihdamının liyakate
dayalı bir sistem içerisinde gerçekleşmesini sağlamak) bertaraf edilmesine
neden olacak, anılan hakkın istekli kimseler bakımından eşit düzeyde güvence altına
alınmasına engel oluşturacaktır. Diğer bir deyişle, (Programın içeriği ve yürütülme usulü ile Komisyonun oluşumu dahil olmak
üzere) adaylık sürecinin usul ve esaslarının liyakat esasının
gereklerini karşılayacak açıklıkta olması ve vatandaşların eşit şekilde kamu
hizmetine girme haklarının idarenin keyfî işlemler tesis etme ihtimaline karşı
kanun seviyesinde korunması gerekmektedir. Bu nedenle anılan gereklilikleri
karşılamayan ihtilaflı fıkra, Anayasa’nın 70’inci maddesine de aykırıdır.
Nitekim Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa’nın
70’inci maddesi ile ilişkilendirerek verdiği bir iptal kararının müteallik
bölümü:
“1- KHK’nin 37. Maddesinin (2), (3) ve (4) Numaralı Fıkraları
KHK’nin 37. maddesinde, Gümrük ve Ticaret Uzmanlığı ve Uzman
Yardımcılığı kadroları kurulmuş ve bu kadrolarda görev yapacak kişilerin atanma
usul ve esasları düzenlenmiştir. Anılan maddenin (2) numaralı fıkrasında,
Gümrük ve Ticaret Uzman Yardımcılığına atanmanın koşulları; (3) numaralı
fıkrasında, Gümrük ve Ticaret Uzmanlığına atanmanın koşulları ile bu koşulları
yerine getiremeyen Uzman Yardımcılarının bu unvanlarını kaybedecekleri ve
Bakanlıkta durumlarına uygun kadrolara atanacakları; (4) numaralı fıkrasında
ise Gümrük ve Ticaret Uzmanı ile Uzman Yardımcılarının mesleğe alınmaları,
yetiştirilmeleri, yarışma sınavı, tez hazırlama ve yeterlik sınavı ile diğer
hususların yönetmelikle düzenleneceği kurala bağlanmıştır.
Anayasa’nın 91. maddesinin birinci fıkrasında “Sıkıyönetim ve
olağanüstü haller saklı kalmak üzere, Anayasanın ikinci kısmının birinci ve
ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile
dördüncü bölümde yer alan siyasî haklar ve ödevler...”in kanun hükmünde
kararnamelerle düzenlenemeyeceği belirtilmiştir. Öte yandan, Anayasa’nın “Kamu
hizmetlerine girme hakkı” başlıklı 70. maddesinin birinci fıkrasında, her Türk’ün,
kamu hizmetlerine girme hakkına sahip olduğu belirtildikten sonra ikinci
fıkrasında hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir
ayırım gözetilemeyeceği kurala bağlanmıştır. Buna göre, Anayasa’nın “Siyasi
Haklar ve Ödevler” başlıklı dördüncü bölümünde yer alan ve 70. maddesinde
korunan kamu hizmetlerine girme hakkına ilişkin olarak kanun hükmünde kararname
ile düzenleme yapılması mümkün değildir.
Gümrük ve Ticaret Uzmanlığı ve Uzman Yardımcılığı kadrolarına
giriş koşullarının belirlenmesi, Anayasa’nın 70. maddesine göre kamu hizmetine
girme hakkına ilişkin olduğundan, bu hususu düzenleyen KHK’nin 37. maddesinin
(2), (3) ve (4) numaralı fıkraları, Anayasa’nın 91. maddesinin birinci
fıkrasına aykırıdır. İptalleri gerekir.”
şeklindedir (Anayasa Mahkemesi’nin 08.11.2012 tarihli ve 2011/87
E.; 2012/176 K. sayılı Kararı).
f) Kuvvetler ayrılığı ilkesi, hiçbir kimsenin
veya organın Anayasa’dan kaynaklanmayan bir yetkiyi kullanamaması ve Anayasa
Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı bakımından: Anayasa Mahkemesi kararlarında
Anayasa’nın 153’üncü maddesinde belirtilen bağlayıcılık ilkesine aykırılıktan
söz edilebilmesi için iptal edilen kuralla dava konusu yeni düzenlemenin içerik
ve kapsam bakımından aynı ya da benzeri olması gerektiği belirtilmektedir (Anayasa
Mahkemesi’nin 12.11.1991 tarihli ve 1991/7 E.: 1991/43 K. sayılı Kararı).
Anayasa Mahkemesi, eldeki dava konusuyla benzer bir hüküm ihtiva eden düzenleme
hakkında verdiği bir iptal kararında “… Buna
göre, (Telekomünikasyon) Kurum’da
çalışan memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev
ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ile diğer özlük
işlerinin yasayla düzenlenmesi gerekirken, buna ilişkin düzenlemelerin Bakanlar
Kurulu’na bırakılması, Anayasa’nın 128’inci maddesine aykırıdır. Bu nedenle
kuralın iptali gerekir…” şeklinde gerekçe kaleme almıştır (Anayasa Mahkemesi’nin
12.12.2007 tarihli ve 2002/35 ve 2002/95 sayılı Kararı).
Yine Anayasa Mahkemesi’nin, 20.06.2004 tarihli ve 5204 sayılı
Milli Eğitim Temel Kanunu ve Devlet Memurları Kanununda Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Kanun Hakkında verdiği kararının müteallik bölümü:
“5204 sayılı Yasa’nın 1. maddesinin altıncı fıkrasında, “Öğretmenlik
kariyer basamaklarında yükseleceklerin gireceği sınav, sınava katılacaklarda
aranacak en az çalışma süresi, hizmet içi eğitim veya lisansüstü eğitim
nitelikleri, her bir değerlendirme ölçütüne ilişkin hususlar ve puan değerleri,
alanında ya da eğitim bilimleri alanında tezli yüksek lisans veya doktora
öğrenimini tamamlamış olanlardan uzman öğretmenlik veya başöğretmenlik için
aranacak kıdem, hizmet içi eğitim, etkinlikler (bilimsel, kültürel, sanatsal ve
sportif çalışmalar) ve sicil (iş başarımı) şartları ve puan değerleri, branşlar
temelindeki uzman öğretmenlik ve başöğretmenlik sayıları, yükselmeye ilişkin
usul ve esaslar ile diğer hususlar Maliye Bakanlığı ve Devlet Personel
Başkanlığının uygun görüşleri alınarak Millî Eğitim Bakanlığınca çıkarılacak
yönetmelikle düzenlenir.” hükmü yer almaktadır.
Kuralda yönetmeliğe bırakılan “sınava katılacaklarda aranacak en
az çalışma süresi”, “alanında ya da eğitim bilimleri alanında tezli yüksek
lisans veya doktora öğrenimini tamamlamış olanlardan uzman öğretmenlik veya
başöğretmenlik için aranacak kıdem,”, “branşlar temelindeki uzman öğretmenlik
ve başöğretmenlik sayıları,” ve “ile diğer hususlar” ibareleri kariyer
basamaklarında yükselme hakkından yararlanabilmeye ilişkindir.
Anayasa’nın 7. maddesine göre Yasama yetkisi Türk Milleti adına
Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez. Anayasa’nın 124.
maddesinin birinci fıkrasına göre, yönetmelikler, kanunların ve tüzüklerin
uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla çıkarılabilir.
Yasayla düzenleme, konunun tüm ayrıntılarının yasayla
belirlenmesini değil, temel ilkelerin, ölçü ve sınırların yasada gösterilip
uzmanlık ve teknik konulara yönelik ayrıntıların düzenlenmesinin yürütme
organına bırakılmasını ifade eder. Yasada, yönetmelikle düzenlenecek konuların
çerçevesinin, Anayasa yargısı bağlamında denetime olanak verecek biçimde
düzenlenmiş olması gerekir. Kuraldaki “sınava katılacaklarda aranacak en az
çalışma süresi”, “alanında ya da eğitim bilimleri alanında tezli yüksek lisans
veya doktora öğrenimini tamamlamış olanlardan uzman öğretmenlik veya
başöğretmenlik için aranacak kıdem,”, “branşlar temelindeki uzman öğretmenlik
ve başöğretmenlik sayıları,” ve “ile diğer hususlar” ibarelerinin
belirlenmesinde belirtilen çerçeveye yer verilmediği açıktır. Bu nedenlerle
kuraldaki anılan ibareler Anayasa’nın 2. ve 7. maddelerine aykırıdır. İptalleri
gerekir.”
şeklindedir (Anayasa Mahkemesi’nin 21.05.2008 tarihli ve 2004/83
ve 2008/107 sayılı Kararı).
Anayasa Mahkemesi’nin verdiği iptal kararı karşısında; kanun
koyucunun Anayasa’nın 2, 7 ve 128’inci maddelerine -benzer sakatlıktan muzdarip
olması hasebiyle- aykırı olan iptali talep edilen fıkrayı kanunlaştırması,
Anayasa’nın 153’üncü maddesini ihlal ettiği gibi, hiçbir kimse ve organın kaynağını
Anayasa’dan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağını öngören 6’ncı
maddesine ve Anayasa’nın Başlangıç bölümünde yer alan kuvvetler ayrılığı
ilkesine de halel getirmektedir.
g) Eşitlik ilkesi bakımından: İptali talep edilen fıkranın
idareye verdiği sınırsız takdir yetkisi, aynı niteliklere sahip ve aynı
şartları taşıyan adaylar arasında idare tarafından kayırma/ayrımcılık
yapılmasına neden olabileceğinden; anılan fıkra, Anayasa’nın 10’uncu maddesinde
yer alan eşitlik ilkesine de aykırıdır. İhtilaflı kural, aynı şekilde, kamu
hizmetine (öğretmenliğe) girişte [adayların
(tabi olacağı Programın içeriği ve yürütülme usulü ile Komisyonun oluşumu dahil
olmak üzere) adaylık sürecinde] esas alınacak objektif şartları öngörmemesi
sebebiyle de, yine eşitlik ilkesini ihlal etmektedir. Zira eşitlik ilkesinin
ihlal edilip edilmediği hususunun tespiti, münferit olayda benzer kişi
kategorileri arasında gerçekleştirilen ayrıma ilişkin bir “haklı neden”in var
olup olmadığına göre yapılır. Ne var ki, iptali talep edilen fıkranın idareye
verdiği keyfi uygulamalara sebep olabilecek sınırsız takdir yetkisi, Bakanlık
tarafından aynı şartlara ve niteliklere sahip adaylardan birinin mesleğe kabul
edilip diğerinin edilmemesine ilişkin haklı nedeni somutlaştırmaya elverişli
değildir. Başka bir anlatımla, adayların tabi olacağı
Programın içeriği ve yürütülme usulü ile adayları bu Program sonucunda
değerlendirip başarılı ya da başarısız şeklinde nitelendirecek Komisyonun
oluşumunun ve genel olarak adaylık sürecine ilişkin usul ve esasların
belirlenmesinin idareye bırakılması, görevin / mesleğin gerektirdiği nitelikler
bakımından aynı durumda olan kişi kategorileri arasında haklı nedene dayanmayan
ve keyfî muamele farklılıklarına yol açacaktır. Bu nedenle anılan fıkra, Anayasa’nın
10’uncu maddesine aykırıdır.
ğ) Çalışma hürriyeti ve çalışma hakkı ile temel hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılmasının sınırları bakımından: Anayasa Mahkemesi’nin
belirttiği üzere “Anayasa’nın “Çalışma ve
Sözleşme Hürriyeti” başlıklı 48. maddesinde, “Herkes, dilediği alanda çalışma
ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir.” denilmek
suretiyle çalışma özgürlüğü güvenceye bağlanmıştır. Çalışma özgürlüğü, kişinin
çalışıp çalışmama, çalışacağı işi seçme ve çalıştığı işten ayrılma özgürlüğünü
korur. Çalışma özgürlüğü ücretli olarak bağımlı çalışma hakkını olduğu kadar,
iktisadi-ticari faaliyet yapma hakkını da içerir.” (Anayasa Mahkemesi’nin
13.11.2014 tarihli ve 2013/95 E.: 2014/176 K. sayılı Kararı).
Öte yandan 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nun “Özlük
Hakları ve sorumluluklar” başlıklı 9’uncu maddesinin birinci fıkrası “Kurumlarda
çalışan yönetici, öğretmen, uzman öğretici ve usta öğreticiler ile kurucu veya
kurucu temsilcisi arasında yapılacak iş sözleşmesi, en az bir takvim yılı
süreli olmak üzere yönetmelikle belirtilen esaslara göre yazılı olarak yapılır.
Mazeretleri nedeniyle kurumdan ayrılan öğretmen ve öğreticilerin yerine
alınacak olanlar ile devredilen kurumların yönetici, öğretmen ve öğreticileri
ile bir yıldan daha az bir süre için de iş sözleşmesi yapılabilir.”
şeklindedir. Bu sözleşmenin nev’i çeşitli yargı kararlarına konu olmuş ve
ihtilaf doğurmuştur. Nihayetinde Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu, 5580
sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nun 9’uncu maddesinde belirtilen
sözleşmenin belirli süreli iş sözleşmesi olduğu sonucuna varmıştır. Anılan
kararının gerekçesinin eldeki dava konusu bakımından özellik arz eden müteallik
bölümü:
“…2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “eğitim ve
öğrenim hakkı ve ödevi” başlıklı 42’inci maddesine göre, eğitim ve öğretim
devletin gözetim ve denetimi altında yapılacak olup, belirtilen esaslara aykırı
eğitim ve öğretim yerleri açılamaz. Ayrıca özel ilk ve orta dereceli okulların
bağlı olduğu esaslar, devlet okulları ile erişilmek istenen seviyeye uygun
olarak, kanunla düzenlenir.
Demokratik ülkelerde, eğitim politikalarını belirleme ve bu
politikaların hayata geçirilmesine yönelik kurumsal tercihlerde bulunma
konusunda kanun koyucunun geniş takdir yetkisi vardır...Anayasa’nın 42.
maddesindeki eğitim ve öğrenim hakkı, diğer haklarla birlikte, kişinin maddî ve
manevi varlığını koruyup geliştirebilmesine imkân sağlayıcı bir niteliğe
sahiptir.
Aynı madde gereğince eğitimin gözetim ve denetiminden sorumlu
olan Devletin görevi, herkesin eğitim ve öğrenim hakkından en iyi şekilde
faydalanabilmesini sağlamaktır. Eğitim öğretim alanında hizmet sunan özel
teşebbüsün faaliyet alanının düzenlenmesi de, Devletin eğitim ve öğretimin
sağlıklı ve verimli işleyişini sağlama yükümlülüğünün bir gereğidir. Diğer
temel haklar gibi, eğitim hakkının da Devlete bazı yükümlülükler yüklediği
açıktır. Devlet, herkesin eğitim ve öğrenim hakkından yararlanabilmesini
sağlamak için gerekli tedbirleri almalıdır (Anayasa Mahkemesi’nin 13.07.2015
gün ve 2014/88 E., 2015/68 K. sayılı kararı).
...Bu açıklamalar ışığında 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları
Kanunu’nun 9’uncu maddesinde belirtilen iş sözleşmesinin niteliğinin belirli
süreli iş sözleşmesi olduğu anlaşılmakla, kanunda öngörülen bu durumda 4857
sayılı İş Kanunu’nun 11 ‘inci maddesinde belirtilen objektif koşulun
gerçekleştiği kabul edilmelidir. Başka bir anlatımla kanun hükmünün sözleşmenin
belirli süreli yapılması zorunluluğunu öngördüğü durumda objektif koşulların
varlığı aranmaz. Kanun hükmü ile sözleşmenin belirli süreli yapılması gereken
hâllerde belirli süreli sözleşmenin zincirleme yapılması da sözleşmenin belirli
süreli olma niteliğini ortadan kaldırmaz.”
şeklindedir (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu’nun23.02.2018
tarihli ve 2017/1E.; 2018/2 K. sayılı Kararı).[69]
Anılan Yargıtay kararından anlaşılacağı üzere öğretmenler,
sözleşme özgürlüğüne istinaden özel eğitim kurumlarıyla belirli süreli iş
sözleşmesi akdetmektedirler. Ancak kanun koyucu bu türden sözleşmelerin tarafı
olmayı talep eden kimseler yönünden; bu kimselerin adaylık sürecine ilişkin
usul ve esasları, (kanun düzeyinde açık, net, anlaşılabilir biçimde belirlenmek
yerine) yönetmeliğe bırakmak suretiyle; Anayasa’nın temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasının sınırlarını düzenleyen 13’üncü maddesinde yer alan
kanunilik kaydının aksine sözleşmenin tarafı olabilme özgürlüğünü
kısıtlamaktadır. Diğer bir deyişle kanun koyucu, Programın içeriği ve yürütülme
usulü ile Komisyonun oluşumu dahil olmak üzere adaylık sürecinin belirlenmesini
idarenin uhdesine bırakmak suretiyle; anılan hürriyete idari işlemlerle
müdahale edilmesinin önünü açmıştır. Bu nedenle anılan fıkra, Anayasa’nın 13’üncü
ve 48’inci maddelerine aykırıdır.
Öte yandan Anayasa’nın 2 ve 5’inci maddelerinde yer alan sosyal
devlet ilkesinin bir görünümü, Anayasa’nın 49’uncu maddesinde güvencelenen
çalışma hakkıdır. Diğer bir deyişle herkese hak ve ödev olarak tanınan çalışma
hakkı, Devlete pozitif yükümlülük yüklemektedir. Devlet, herkes için uygun bir
çalışma ortamı hazırlamalıdır. Ancak iptali talep edilen fıkra, Devletin anılan
yükümlülüğünü ifa etmesine engel olacaktır. Nitekim idare, keyfi biçimde,
Programın içeriği ve yürütülme usulü ile Komisyonun oluşumu dahil olmak üzere
adaylık sürecine ilişkin diğer usul ve esasları belirleyerek; Programın
gerektirdiği katılımı göstermeyen veya Komisyonun yapacağı değerlendirmede
başarısız sayılan kimselerin meslek mensubu olmasının önüne geçecektir; Devlet
tarafından onlar bakımından çalışma hakkının kullanılması için gerekli ortam,
hazırlanamayacaktır. Diğer bir deyişle kanun koyucu, Programın içeriği ve
yürütülme usulü ile Komisyonun oluşumu dahil olmak üzere adaylık sürecinin
belirlenmesini idarenin uhdesine bırakmak suretiyle; anılan hakka idari
işlemlerle müdahale edilmesinin önünü açmıştır. Bu nedenle anılan fıkra,
Anayasa’nın 13’üncü ve 49’uncu maddelerine aykırıdır.
h) Çalışma barışı bakımından: Anayasa’nın 2 ve
5’inci maddeleriyle Devlete verilen “sosyal devlet” niteliğinin bir görünümü,
Anayasa’nın 49’uncu maddesiyle Devlete yüklenen çalışma barışını sağlamak için
gerekli tedbirleri alma yükümlülüğüdür. Anayasa Mahkemesi, “Anayasa’nın 49.
maddesine göre, çalışma, herkesin hakkı ve ödevidir. Devlete karşı ileri sürülecek
bu hak, bireylere zorlama yetkisi ve yaptırımı vermemiştir. Devlet, olanakları
ölçüsünde, yeterli örgütler kurarak iş bulmayı kolaylaştırıp sağlamak için
gerekli önlemleri almakla yükümlüdür. Devletin herkese iş verme, herkesi işe
yerleştirme zorunluluğu bulunmamaktadır. İşsizliği önlemek amacıyla yapacağı
çalışmalarla Devlet, öncelikle kamu sektöründe iş vermek yolunu izleyecek, bu
nedenle de yasal düzenlemeler yapacaktır.” şeklinde hüküm kurmak suretiyle;
Anayasa’nın 49’uncu maddesinin kapsama alanında özel sektörün yanı sıra kamu
sektörünün de değerlendirileceğine işaret etmiştir (Anayasa
Mahkemesi’nin 19.12.1989 tarihli ve 1989/14 ve 1989/49 sayılı Kararı). O halde
Devlet, hem özel sektörde hem de kamu sektöründe çalışma barışını sağlamalıdır.
Ancak iptali talep edilen fıkra; (aday)
öğretmenler arasında eşitsiz bir muamele oluşturacağından; çalışma barışının da
bozulmasına neden olacaktır. Çalışma barışının bozulması; (aday) öğretmenler arasında bölünmelere ve okul
idaresi – veli – öğretmen arasında anlaşmazlıklara yol açabilecektir; mesleki
dayanışmayı azaltabilecektir; eğitim ve öğretim hizmetlerini yürütmekle görevli
olan öğretmenlerin ilgilerini başka alanlara yöneltmesine; sorumluluklarını
yeteri kadar yerine getirememelerine sebep olabilecektir. Bu nedenle iptali talep edilen fıkra, Anayasa’nın 2, 5
ve 49’uncu maddelerine de aykırıdır.
i) Maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme ile eğitim
hakları, eşitlik ilkesi, gençliğin korunması, temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasının sınırları bakımından:
Anayasa’nın Başlangıç bölümü gereğince her Türk vatandaşı, bu
Anayasa’daki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince
yararlanarak milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat
sürdürme ve maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine
doğuştan sahiptir. Öte yandan Devletin Anayasa’nın 5’inci maddesinde sayılan
temel amaç ve görevleri arasında “insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi
için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak” yer almaktadır. Bununla birlikte
Anayasa’nın 17’nci maddesi uyarınca herkes, maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına sahiptir. Bireyin maddi ve manevi varlığı geliştirmesinin
yollarından biri de Anayasa’nın 42’nci maddesinde güvence altına alınan eğitim
hakkının kullanılmasıyla mümkündür. Öte yandan Anayasa’nın 58’inci maddesi
uyarınca Devlet, istiklal ve Cumhuriyetimizin emanet edildiği gençlerin müspet
ilmin ışığında, Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda ve Devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmayı amaç edinen görüşlere karşı
yetişme ve gelişmelerini sağlayıcı tedbirleri alır. Söz konusu tedbirlerden
birinin gençlere eğitim verilmesi olduğu izahtan varestedir. Nitekim 1739
sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun “Genel Amaçlar” başlıklı 2’nci maddesi:
“Türk
Milli Eğitiminin genel amacı, Türk Milletinin bütün fertlerini,
1. Atatürk inkılap ve
ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; Türk
Milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen,
koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye
çalışan, insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan
demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı
görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar
olarak yetiştirmek;
2. Beden, zihin,
ahlak, ruh ve duygu bakımlarından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş bir
kişiliğe ve karaktere, hür ve bilimsel düşünme gücüne, geniş bir dünya görüşüne
sahip, insan haklarına saygılı, kişilik ve teşebbüse değer veren, topluma karşı
sorumluluk duyan; yapıcı, yaratıcı ve verimli kişiler olarak yetiştirmek;
3. İlgi, istidat ve
kabiliyetlerini geliştirerek gerekli bilgi, beceri, davranışlar ve birlikte iş
görme alışkanlığı kazandırmak suretiyle hayata hazırlamak ve onların,
kendilerini mutlu kılacak ve toplumun mutluluğuna katkıda bulunacak bir meslek
sahibi olmalarını sağlamak;
Böylece bir yandan
Türk vatandaşlarının ve Türk toplumunun refah ve mutluluğunu artırmak; öte
yandan milli birlik ve bütünlük içinde iktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmayı
desteklemek ve hızlandırmak ve nihayet Türk Milletini çağdaş uygarlığın yapıcı,
yaratıcı, seçkin bir ortağı yapmaktır.”
şeklindedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre eğitim hakkı,
“…belirli bir zamanda mevcut eğitim kurumlarına erişim (Belçika
dil davası, § 4, syf. 31), bilgi aktarımı ve düşünsel gelişim hakkını (Campbell
ve Cosans / Birleşik Krallık, § 33) ve ayrıca alınan eğitimden yarar sağlama
olanağını, diğer bir deyişle, her bir Devlet’te geçerli kurallara uygun olarak
ve bir veya başka bir şekilde (örneğin yeterlilik yoluyla), tamamlanan eğitimin
resmi olarak tanınmasını elde etme hakkını (Belçika dil davası, §§ 3-5, syf.
30-32) kapsamaktadır. 1 No’lu Protokol’ün 2. maddesi, ilkokul eğitiminin (Sulak
/ Türkiye (k.k.)) yanında ortaokul eğitimi (Kıbrıs / Türkiye [BD], § 278),
yüksekokul eğitimi (Leyla Şahin / Tirkiye [BD], § 141; Mürsel Eren / Türkiye, §
41) ve uzmanlık eğitimiyle de ilgilidir. Bu nedenle, 1 No’lu Protokol’ün 2. maddesinde
güvence altına alınan hakkın sahipleri, çocukların yanında yetişkinler veya
gerçekte eğitim hakkından faydalanmak isteyen herkestir (Velyo Velev /
Bulgaristan). 13. Ayrıca, Devlet, devlet okullarının yanında özel okullardan da
sorumludur (Kjeldsen, Busk Madsen ve Pedersen / Danimarka). Son olarak, Devlet’in
öğrencileri Devlet ve özel okullarda kötü muameleye maruz kalmaktan koruma
pozitif yükümlülüğü bulunmaktadır (O’Keeffe / İrlanda [BD], §§ 144-152). 1 No’lu
Protokol’ün 2. maddesinin ilk cümlesinde güvence altına alınan eğitim hakkı,
doğası gereği, Devlet tarafından kamunun ve bireylerin ihtiyaçları ve
kaynakları doğrultusunda zamana ve yere göre değişiklik gösterebilecek bir
düzenleme yapılmasını gerektirmektedir. Söz konusu düzenleme, eğitim hakkının
esasına halel getirmemeli veya Sözleşme’de güvence altına alınan diğer haklarla
çelişmemelidir. Bu nedenle, Sözleşme, kamunun genel çıkarlarını korumak ve
temel insan haklarına saygı arasında adil bir denge kurulmasına işaret
etmektedir (Belçika dil davası, § 5, syf. 32).”[70]
O halde yasama organı tarafından kanunlaştırılan bu metnin,
muhatap kılınan bireylerin eğitim hakkı gözetilerek kaleme alınması
gerekmektedir. Ancak açıklandığı üzere adayların tabi olacağı Programın
içeriği ve yürütülme usulü ile Komisyonun oluşumu dahil olmak üzere adaylık
sürecinin belirlenmesinin idareye bırakılması, Anayasa’nın anılan
hükümlerini ihlal etmek suretiyle donanımlı olmalarını engelleyeceğinden;
öğrencilerin de nitelikli eğitimden yararlanmasının önüne geçecek, eğitim hakkı
ve dolayısıyla maddi ve manevi varlığını geliştirme hakkı ihlal edilecektir.
Olanakları sınırlı, zor koşullardaki çocuklarımızın ücretsiz ve kaliteli bir
eğitime erişmek suretiyle yaşam becerisine sahip olmasının, kendilerini
gerçekleştirmelerinin, maddi ve manevi varlıklarını geliştirmelerinin önüne
geçilecektir. Öte yandan gençlere niteliksiz bir eğitim verilmesi, Devletin
Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda ve Devletin ülkesi ve milletiyle
bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmayı amaç edinen görüşlere karşı yetişme ve
gelişmelerini sağlayıcı tedbir alma yükümlülüğünü yerine getirememesine neden
olacaktır.
Diğer taraftan Anayasa’nın 10 ve 42’nci maddeleri birlikte
değerlendirildiğinde görüleceği üzere; eğitim hakkı, eşitlik ilkesi üzerine
inşa edilmelidir. Başka bir deyişle gelir, kültür ve bölgesel kalkınma düzeyi
farklılığının yoğun seyrettiği ülkemizde Devlet, eğitimde fırsat ve olanak
eşitliğine imkan sağlamak suretiyle söz konusu pozitif yükümlülüğü tüm
vatandaşlar (ve Anayasa’nın 42’nci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “kimse”
ibaresinin delaletiyle herkes) bakımından icra edebilecektir. Ancak kanun
koyucu, eğitim ve öğretim hizmetlerini yürütecek olan aday öğretmen adaylarının
tabi olacağı Programın içeriği ve yürütülme usulü ile Komisyonun oluşumu
dahil olmak üzere adaylık sürecine ilişkin usul ve esasları tespit
etme görevini, idarenin düzenleme alanının konusu yapmış, öğrencilerin
nitelikli öğretmene erişimi için kanun düzeyinde temel ilkeleri çizmekten
imtina etmiş, dahası bu yükümlülüğün ifası için (işbu dilekçe boyunca somut
bulgularla teşhir edildiği üzere) özensiz bir meslek kanunu çıkararak
öğretmenler özelinde modern, demokratik, laik toplumun inşasına hizmet eden bir
eğitim politikası oluşturmamıştır.
Bununla birlikte kanun koyucu adayların tabi olacağı
Programın içeriği ve yürütülme usulü ile Komisyonun oluşumu dahil olmak üzere
adaylık sürecinin belirleme yetkisini idarenin uhdesine bırakmak suretiyle; temel
hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasının sınırlarını düzenleyen Anayasa’nın 13’üncü
maddesinde yer alan kanunilik kaydına halel getirmiştir; demokratik toplumun
gereklerine riayet etmemiştir. Diğer bir deyişle eğitim hakkının kullanılması
için gerekli olanağı ve fırsatı sunma yükümlülüğü olan Devletin, bu yükümlülüğü
tam manasıyla ifası, iyi yetişmiş, donanımlı öğretmenlerle mümkündür. Aksi bir
tutum, eğitim hakkının kısıtlanması sonucunu doğuracaktır. Kanun koyucu da bu
niteliklerin (adaylık sürecinin) yürütme tarafından tespit edilmesine cevaz
vererek; hakkın kısıtlanmasının önünü açmıştır. Kaldı ki demokratik bir toplum,
eğitim hakkının herkese nitelikli bir biçimde tanınmasını gerektirir. Tüm bu
nedenlerle anılan fıkra, Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 5, 10, 13, 17, 42 ve
58’inci maddelerine aykırıdır.
ı) İnkılâp
Kanunlarının (“03.03.1340 tarihli ve 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu”) korunması
bakımından:
Aliefendioğlu’nun
belirttiği üzere “Anayasada sayılan inkılap yasaları T.C. Devletinin dayandığı
8 temel yasadır.”[71] Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 174’üncü
maddesiyle ilgili olarak “Maddede sayılan Devrim
Yasalarının Anayasa’nın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan
hükümlerinin Anayasa’ya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaması ve
yorumlanamamasının öngörülmesi, bu yasalara, diğerlerinden farklı anayasal bir
güvence sağlamaktadır. Ancak bu durumun onlara, Anayasa gücü ve değeri
kazandırdığı kabul edilerek, Anayasa’ya uygunluk denetimine esas alınmaları
olanaklı değildir...” şeklinde hüküm kurmuştur (Anayasa Mahkemesi’nin
16.09.2018 tarihli ve 1997/62 E.: 1998/52 K. sayılı Kararı). Elbette Anayasa
Mahkemesi tarafından belirtildiği üzere; Anayasa’nın 174’üncü maddesi, Anayasa’nın
ruhunun somutlaştığı İnkılâp Kanunlarının normatif değerini Anayasal hüküm
haline getirmeyeceği gibi Anayasa yargısında, Anayasa’ya uygunluk denetiminde
ölçü norm kılmaz, Anayasallık bloğunun kapsamında değerlendirilmesini sağlamaz.
Ancak Anayasa’nın 174’üncü maddesiyle İnkılâp Kanunlarına münhasıran tanınan
anayasal güvenceye halel getirilmemesi, ilgileri bulunduğu alanda yapılan
düzenlemelerin anılan Kanunların ışığında (amacı ve çizdiği sınırlar
çerçevesinde) kaleme alınmasıyla mümkündür. Diğer bir deyişle eldeki dava
konusunun içeriği, nitelikli öğretmenler marifetiyle Atatürk ilkeleri ışığında
eğitimin modernleşmesine hizmet eden Tevhidi Tedrisat Kanunu’ndan arı
düşünülemez. Eldeki dava konusu gibi nihayetinde eğitim alanına sirayet eden
düzenlemeler, Anayasa’ya uygun olduğu ölçüde; Tevhidi Tedrisat Kanunu, anayasal
güvenceye sahip olacaktır. Açıklandığı üzere eldeki dava konusunun Anayasa’ya
aykırılığı, anılan İnkılâp Kanunu’nun Anayasal güvenceden yoksun bırakılmasına
neden olduğundan; iptali talep edilen fıkra, Anayasa’nın 174’üncü maddesine de
aykırıdır.
j) Uluslararası andlaşmaların iç hukuka etkisi bakımından:
Anayasa’nın 90’ıncı maddesine göre temel hak ve özgürlüklere ilişkin usulüne
göre yürürlüğe konmuş uluslararası anlaşmalar, (kanunlara nazaran hakkı
koruyucu, kullanımını genişletici hükümler barındırması kaydıyla) normlar
hiyerarşisinde kanunun üstündedir. İptali talep edilen fıkra, eğitim hakkına
ilişkin İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 26’ncı; Ekonomik, Sosyal ve
Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 13’üncü[72];
Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 28 ve 29’uncu[73];
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Ek 1 No’lu Protokolü’nün 2’nci[74]
maddelerini ve çalışma hakkına ilişkin İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 23’üncü;
(Gözden Geçirilmiş) Avrupa Sosyal Şartı’nın 1’inci maddeleri; Türkiye
Cumhuriyeti’nin taraf olduğu ILO Sözleşmelerini[75];
adil çalışma koşullarına ilişkin İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 23’üncü;
(Gözden Geçirilmiş) Avrupa Sosyal Şartı’nın 3 ve 22’nci maddeleri; ILO’nun 94
No’lu Çalışma Şartları (Kamu Sözleşmeleri) Sözleşmesi ile 151 No’lu Çalışma
İlişkileri (Kamu Hizmeti) Sözleşmesi’ni ihlal ettiğinden Anayasa’nın 90’ıncı
maddesine de aykırıdır.
Tüm bu nedenlerle, 7354 sayılı Kanun’un 5’inci maddesinin
altıncı fıkrası, Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 2, 5, 6, 7, 10, 13, 17, 42,
48, 49, 58, 70, 90, 123, 124, 128, 153 ve 174’üncü maddelerine aykırıdır;
anılan fıkranın iptali gerekir.
10 03.02.2022
tarihli ve 7354 sayılı Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun 6’ncı maddesinin birinci
fıkrasının (b) bendi ile ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “ve
mesleki gelişim alanlarında başöğretmenlik için öngörülen çalışmaları
tamamlayanlar” ibaresinin Anayasa’ya aykırılığı
7354 sayılı Kanun’un 3’üncü maddesinin dördüncü fıkrasında,
(Anayasa’ya aykırı olarak) öğretmenlik mesleğinin aday öğretmenlik döneminden
sonra öğretmen, uzman öğretmen ve başöğretmen olmak üzere üç kariyer basamağına
ayrılacağı öngörülmüştür. (7354 sayılı Kanun’un öğretmenlik
mesleğinin kariyer basamaklarına ayrılmasına ilişkin 3’üncü maddesinin dördüncü
fıkrası, işbu dilekçeyle dava konusu yapılmıştır.) Anılan Kanun’un 6’ncı
maddesinin birinci fıkrasında uzman öğretmen unvanı için; ikinci fıkrasında
başöğretmen unvanı için yapılacak yazılı sınava başvuruda bulunacakların
taşıması gereken şartlar sıralanmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasının (b)
bendi uyarınca (diğer şartların yanı sıra) mesleki gelişim alanlarında uzman
öğretmenlik için öngörülen asgari çalışmaları tamamlamış olan öğretmenler uzman
öğretmen unvanı için yapılan yazılı sınava başvuruda bulunabilecek; ikinci
fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “ve mesleki gelişim alanlarında
başöğretmenlik için öngörülen çalışmaları tamamlayanlar” ibaresine istinaden
uzman öğretmenlerden (diğer şartların yanı sıra) mesleki gelişim alanlarında
başöğretmenlik için öngörülen çalışmaları tamamlayanlar başöğretmen unvanı için
yapılan yazılı sınava başvuruda bulunabilecektir. Ancak anılan maddenin iptali
talep edilen birinci fıkrasının (b) bendi ile ikinci fıkrasının birinci
cümlesinde yer alan “ve mesleki gelişim alanlarında başöğretmenlik için
öngörülen çalışmaları tamamlayanlar” ibaresinin delaletiyle; mesleki gelişim
alanlarında; uzman öğretmenler için öngörülmüş asgari çalışmaları tamamlama ile
başöğretmenlik için öngörülen çalışmaları tamamlamanın; (sırasıyla) uzman veya
baş öğretmen unvanı için yapılacak yazılı sınava başvuru şartı niteliğini
taşıması, Anayasa’ya aykırıdır.
Öncelikle belirtmek gerekir ki; Devletin, bireyin maddi ve
manevi varlığını geliştirecek ortamın oluşturulması temelindeki pozitif
yükümlülüğünün bir tecessümü olarak (Anayasa’nın 42’nci maddesinin birinci
fıkrasında yer alan “kimse” ibaresinin delaletiyle) herkes bakımından eğitim
hakkının erişilebilir kılınması, öğretmenler marifetiyle mümkündür. O halde
öğretmenlerin statüsünün, Anayasa’nın 128’inci maddesi bağlamında “diğer
kamu görevlisi” niteliğinde olması gerekmektedir. Bu bağlamda
kanun koyucu tarafından öğretmenlerin uzman ve baş olarak adlandırılan unvan şeklindeki
kariyer basamağına sahip olmasının şartları, kadro ihdası, ataması,
görevlendirilmesi, niteliği, görev ve yetkisi, aylık ve ödeneği ile diğer özlük
haklarının Anayasa’nın öngördüğü ilkeler ve özellikle de mezkûr 128’inci
madde uyarınca maddi anlamda kanunilik ilkesi dahilinde düzenlenmesi
gerekmektedir. Ne var ki, iptali istenilen bent ve ibare, bu hususları Anayasa’nın
öngördüğü çerçevede düzenlememektedir. Bu durum, Anayasa’ya çok yönlü olarak
aykırıdır.
a) Kamu görevlilerinin özlük hakları bağlamında
kanunilik ilkesi bakımından: Anayasa’nın 128’inci maddesinin birinci fıkrası
kapsamındaki görevleri yürüten bütün personelin nitelikleri, atanmaları, görev
ve yetkileri, hakları ve yükümlülüklerinin kanunla düzenlenmesi gerekir
(Anayasa Mahkemesi’nin 22.11.2012 tarihli ve 2011/107 E.; 2012/184 K. sayılı
Kararı). Anayasa Mahkemesi’nin sıkça vurguladığı gibi kanunilik ölçütünün
sağlandığından söz edilebilmesi için kanunun şeklen var olması yeterli olmayıp
yasal kurallar keyfiliğe izin vermeyecek şekilde belirli, ulaşılabilir ve
öngörülebilir nitelikte olmalıdır. Esasen kanunun bu niteliklere sahip olması,
Anayasa’nın 2’nci maddesinde güvenceye bağlanan hukuk devleti ilkesinin de bir
gereğidir. Dolayısıyla Anayasa’nın 128’inci maddesinde yer verilen kanunilik
ölçütü, Anayasa’nın 2’nci maddesinde güvence altına alınan hukuk devleti ilkesi
ışığında yorumlanmalıdır (aynı yöndeki değerlendirme için bkz. AYM, E.2018/88,
K.2020/24, 11/6/2020 §§ 13, 14) (Anayasa Mahkemesi’nin, 22.10.2020 tarihli ve
2020/1 E.; 2020/563 K. sayılı Kararı, § 41). İhtilaflı kural, Anayasa’nın
128’inci maddesinin 2’nci fıkrasına aykırı şekilde, kanun koyucu, mesleki
gelişim alanlarında öğretmenler bakımından uzman öğretmenler için
öngörülmüş asgari çalışmalar ile uzman öğretmenler bakımından başöğretmenlik
için öngörülen çalışmaların esasının ne olduğunu ve bunların tamamlanmasının
nasıl gerçekleşeceğini (söz gelimi çalışmaların % 95’ini başarıyla
bitirenlerin, çalışmaları tamamlamış kabul edileceği) düzenlememiş
ve bu hususların belirlenmesini idarenin düzenleyici işlemlerine bırakmıştır.
Oysa bir kamu görevlisi olan öğretmen ve uzman öğretmen unvanına sahip
kimselerin (sırasıyla) uzman öğretmen ve başöğretmen unvanına sahip olabilmesi
için taşıması gereken şartların kanun düzeyinde belirlenmesi ve idarenin keyfi
işlem ve eylemlerine terk edilmemesi gerekirdi. İptal istenen bent ve ibare, bu
nedenle Anayasa’nın 128’inci maddesine aykırıdır (bu açıdan ayrıca bkz. aşağıda
“c” alt başlığı).
b) Hukuk devleti ilkesi bakımından: Hukuk devleti, bütün işlem
ve eylemlerinin hukuk kurallarına uygunluğunu başlıca geçerlik koşulu sayan,
her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurmayı amaçlayan ve bunu geliştirerek
sürdüren, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa’ya aykırı durum
ve tutumlardan kaçınan, insan haklarına saygı duyarak bu hak ve özgürlükleri
koruyup güçlendiren, Anayasa’ya ve hukuk kurallarına bağlılığa özen gösteren,
yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde yasa koyucunun da uymak zorunda
olduğu temel hukuk ilkeleri ile Anayasa’nın bulunduğu bilinci olan devlettir
(Anayasa Mahkemesi’nin 02.06.2009 tarihli ve 2004/10 E.; 2009/68 K. sayılı
Kararı). Hukuk devletinin önkoşullarından olan hukuki
güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, hukuki belirlilik
ilkesi de kanun hükümlerinin şüpheye yer vermeyecek şekilde açık, net,
anlaşılabilir olmasını ve ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı
koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (bkz. AYM 9.2.2017, 2016/143 E.–
2017/23 K. par. 13; RG. 12.4.2017-30036) (Anayasa Mahkemesi’nin
04.05.2017 tarihli ve 2015/41 E.; 2017/98 K. sayılı Kararı). Başka bir deyişle,
hukuk devleti ilkesi gereğince, idareye işlem tesis ederken ve eylemde
bulunurken veya görevlerini yerine getirirken belirli ölçüde hareket
serbestliği sağlayan takdir yetkisinin kullanımı mutlak, sınırsız, keyfi
biçimde gerçekleşemez; idarenin takdir yetkisinin sınırları, keyfi işlem ve
eylemleri önlemek amacıyla kanunla çizilmelidir. Kanun düzeyinde tanımlanması gereken
çalışmaları (ve tamamlama usulünü) idarenin düzenleyici işlemlerine tevdi eden
ve yukarıda tanımlandığı anlamda hukuki güvenlik ve belirlilik ilkelerinin
gereklerini yerine getirmeyen ihtilaflı bent ve ibare, Anayasa’nın 2’nci
maddesine aykırıdır (bu açıdan ayrıca bkz. aşağıda “c” alt başlığı).
c) İdarenin kanuniliği ilkesi bakımından: Anayasa’nın 123’üncü
maddesinde yer alan idarenin kanuniliği ilkesinin iki boyutu bulunmaktadır. İlk
boyutu, idarenin secundum legem özelliğidir (kanuna dayanma ilkesidir). Bu
ilkeye göre idarenin düzenleme yetkisi kanundan kaynaklanır. İkinci boyutu,
idarenin intra legem özelliğidir (kanuna aykırı olmama ilkesidir). Bu ilkeye
göre idarenin işlem ve eylemleri kanunun çizdiği sınırlar içinde kalmalıdır.
Bu nedenle mesleki gelişim alanlarında; öğretmenler bakımından
uzman öğretmenlik için öngörülen asgari çalışmalar ile uzman öğretmenler
bakımından başöğretmenlik için öngörülen çalışmaların esası ve bunların
tamamlanma usulünün; Anayasa’nın 128’inci maddesinde hüküm altına alınan ve
hukuk devletinin temel taşı olan maddi anlamdaki kanunilik kıstasının
gereklerini karşılaması ve kanuna dayanması ile kanuna aykırı olmaması için;
genel çerçevesinin keyfi uygulamaya yer vermeyecek açıklıkta kanun düzeyinde
çizilmesi gerekmektedir. Ancak kanun koyucu; –Anayasal ilkelerin aksine- bu
çalışmaların içeriği (söz gelimi bilim dünyasında branşında meydana gelen
gelişmeleri takip etme, öğretim sürecini öğretim planı doğrultusunda uygulama,
kendi alanındaki metodolojiyi kullanabilme ve öğrenmeyi teşvik etme yetisi,
öğretim programını analiz ve değerlendirme yeteneği, öğretim yöntemlerine
hakimiyet, eğitim psikolojisini ve öğretim teknolojilerini kavrama hakkında
çalışmalar) ve tamamlama usulü (söz gelimi çalışmaların kapsamındaki eğitim
programının % 95’ini bitirme; çalışmalar sonucunda yazılı sınav öngörüldüyse 70
ve üzeri puan alma) çalışmalar hakkında tamamen sessiz kalmış, bu konuların
düzenlenmesini idarenin (Bakanlığın) uhdesine bırakmıştır.
Öte yandan kanun koyucu, mesleki gelişim alanlarına ilişkin
çalışmalar bakımından; uzman öğretmen unvanı almayı talep edenler ile
başöğretmen unvanı almayı talep edenler için benzer doğrultudaki söz konusu
şartı öngörmüştür. Ne var ki; öğretmenler bakımından “mesleki
gelişim alanlarında uzman öğretmenlik için öngörülen asgari çalışmaları
tamamlamış olan” şeklindeki bendi; uzman öğretmenler bakımından “mesleki
gelişim alanlarında başöğretmenlik için öngörülen çalışmaları tamamlayanlar”
şeklindeki ibareyi kaleme almak suretiyle; bir taraftan “asgari
çalışma”ya diğer taraftan “çalışma”ya hükmetmiştir.
Kanun koyucunun bu türden kavramsal farklılık ortaya koymasının nedeni
anlaşılamamaktadır.
Buna ilave olarak, “Kamu kurum
ve kuruluşlarının kadrolarının ihdası başka bir deyişle kadro usulüne ilişkin
düzenlemeler, idarenin teşkilat yapısı ile ilgili olup idarenin kuruluş ve
görevlerinin belirlenmesinin bir parçasını oluşturmaktadır. Anayasa
Mahkemesinin bir kararında konuyla ilgili olarak, “Bir kurumun kuruluşu deyince
her şeyden önce o kurumu yürütecek personele ait kadrolar hatıra gelir. Zira
kurumun temelinden çatısına kadar bütün örgütünün bu kadrolar teşkil eder.
Personel kadroları mevcut olmayan bir kurum, henüz kuruluş haline geçmemiş
demektir. Şu halde bir kurumu çalışır hale getirecek olan Personel
kadrolarının, en küçüğünden en büyüğüne kadar, bütününü kuruluştan ayrı
düşünmeğe imkân yoktur.” denilmektedir (AYM E. 1965/32, K. 1966/3, 4/2/1966)”
(Anayasa Mahkemesi’nin 11.06.2020 tarihli ve 2018/119 E.; 2020/25 K. sayılı
Kararı, § 18). Ancak iptali talep edilen bendin ve ibarenin yer aldığı
fıkraların hükümlerinde; kadro ihdası gibi özlük işleri kapsamında
değerlendirilen uzman ve baş öğretmen unvanlarına sahip olma şartının genel
çerçevesi; hukuki işlem olarak kanun ile açıkça ortaya konulmamıştır.
Öte yandan 13.08.2005 tarihli ve 25905 sayılı
Resmi Gazete’de yayımlanan Öğretmenlik Kariyer Basamaklarında Yükseltme
Yönetmeliği hakkında Danıştay 2’nci Dairesi tarafından verilen kararlarda;
“Lisans mezunu olmayan öğretmenlerin öğretmenlik kariyer
basamaklarında yükselme imkanını ortadan kaldıran, Kanunda öngörülmeyen,
eşitlik ve genellik ilkeleriyle hakkaniyete aykırı olarak dava konusu
Yönetmeliğin 8. maddesiyle öğretmenlik kariyer basamaklarında yükselme sınavına
başvurularda “lisans mezunu” olma koşulu getiren düzenlemede hukuka uyarlık
görülmemiştir (Danıştay 2. Dairesi’nin 05.03.2008 tarihli ve 2005/2477 E.;
2008/1049 K. sayılı Kararı).”
“Öğretmenlik Kariyer Basamaklarında Yükselme Yönetmeliğinin 28.
maddesinin 1. fıkrasında hizmet içi eğitim etkinliklerinin kapsamı bu çerçevede
belirlenmiş ve 2. fıkranın (a) ve (b) bentlerinde de yurtdışı ve yurtiçi hizmet
içi eğitim etkinliklerinin değerlendirme esasları bu kapsamda düzenlenmiş
olmasına karşın, 2. fıkranın (c) bendinde yer alan diğer kamu kurum ve
kuruluşları, özel sektör ve sivil toplum örgütlerince düzenlenen hizmet içi
eğitim faaliyetlerinin de değerlendirmeye alınacağı yolundaki düzenleme ile
Milli Eğitim Bakanlığınca yapılması gereken bu etkinliklerin kapsamı
genişletilmiş ve bu konuda mevcut düzenlemeye aykırı olarak Bakanlık tarafından
uygun bulunma koşuluna bağlanmakla birlikte takdir yetkisi aşılmak suretiyle
başka kurumlara da yetki verilmiş olması ve gerek Milli Eğitim Temel Kanununda
öğretmenlerin mesleki olarak gelişimlerinin amaçlanmış olması, gerekse 5204
sayılı Yasa ile öngörülen kariyer basamaklarında yükselmede alanında ya da
eğitim bilimleri alanında yetişmiş olmanın esas alınmasına karşın, hizmet içi
eğitimin kapsamına yönelik bir ölçüt de bulunmaması nedeniyle Yönetmeliğin 28.
maddesinin 2. fıkrasının (c) bendinde mevzuata ve 5204 sayılı Yasanın amacına
uyarlık görülmemiştir.
Davalı idare tarafından, Yönetmeliğin sadece Milli Eğitim Bakanlığında
görevli öğretmenler için değil diğer kamu kurum ve kuruluşlarında ve Milli Eğitim
Bakanlığına bağlı özel öğretim kurumlarında görev yapan öğretmenlere de
uygulanması nedeniyle başka kurumlarca düzenlenen hizmet içi eğitim
etkinliklerine katılımın engellenemeyeceği, ayrıca Bakanlıkça uygun bulunan bu
etkinliklere katılarak öğretmenlerin kendilerini mesleki ve diğer alanlarda
geliştirmesinin bir sakıncası olmadığı öne sürülmekte ise de, Milli Eğitim
Bakanlığı Merkez ve taşra teşkilatında görevli personelin hizmet içi eğitimi
konusunda sadece Bakanlığın yetkili ve görevli olduğu, bu personel için diğer
kurum ve kuruluşların eğitim etkinliği düzenleyemeyeceği açık olduğu gibi,
Milli Eğitim Bakanlığına bağlı özel öğretim kurumlarında görevli öğretmenlerin de
Bakanlıkça açılacak hizmet içi eğitim kurslarına katılacakları yolundaki düzenlemeler
karşısında ve hizmet içi eğitim etkinliklerinin sadece “ mesleki gelişime”
yönelik olabileceği nedeniyle iddialar yerinde görülmemiştir (Danıştay 2.
Dairesi’nin 05.03.2008 tarihli ve 2005/2528 E.; 2008/1050 K. sayılı Kararı).”
şeklinde hüküm kurulmuştur.
Bununla birlikte Milli Eğitim Bakanlığı
tarafından 14.08.2022 -15.03.2022 tarihleri arasında görüş ve önerilerin
iletilmesi için “Aday Öğretmenlik ve Öğretmenlik Kariyer Basamakları
Yönetmeliği Taslağı” hazırlanmıştır.[76] Bu dilekçenin yazım tarihi itibarıyla Resmi Gazete’de
yayımlanmamış ve fakat taslak olarak Bakanlığın resmi internet sitesinde halka
arz edilen yönetmelik metni dahi göstermektedir ki: normlar arasında hukuka
uygun kademelenmenin sağlanabilmesi, diğer bir deyişle normlar hiyerarşisinde
anılan yönetmeliğin 7354 sayılı Kanun’a uygun olması, yalnız bu Kanun’un temel
ilkeleri ortaya koymasıyla mümkündür. Aksi takdirde, Kanun’un genel çerçeveyi
çizmemesi, yönetmeliğin hukuka uygunluk denetiminde gözetilecek ölçü normun
(7354 sayılı Kanun’un) muğlak ibareler içermesi ve maddi anlamda kanunun asgari
ögelerini karşılamaması durumunda, yönetmelik hukuki dayanaktan yoksun
kılınacaktır.
Tüm bu nedenlerle iptali talep edilen bent ve ibare, Anayasa’nın
2, 123 ve 128’inci maddelerine aykırıdır.
ç) Yasama yetkisinin devredilmezliği bakımından: Anayasa’nın 7’nci
maddesinde temelini bulan yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine göre yasama
yetkisi yalnız Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne aittir. Bu nedenle idareye
düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralının temel ilkeleri ortaya koyması ve
çerçeveyi çizmesi gerekir. Diğer bir deyişle idareye sınırsız ve belirsiz bir
düzenleme yetkisi bırakılamaz. Nitekim idarenin düzenle me yetkisi; sınırlı,
tamamlayıcı ve bağımlı bir yetkidir. Yasa ile yetkilendirme, Anayasa’nın
öngördüğü biçimde yasa ile düzenleme anlamını taşımamaktadır (Anayasa Mahkemesi’nin
02.05.2008 tarihli ve 2005/68 E.; 2008/102 K. sayılı Kararı). İptali talep
edilen bendin ve ibarenin yer aldığı fıkraların hükümlerinde olduğu gibi temel
ilkeleri belirlenmeksizin ve çerçevesi çizilmeksizin; idareye (Bakanlığa);
uzman ve baş öğretmen unvanlarına sahip olma şartını (mesleki gelişim alanlarında;
öğretmenler bakımından uzman öğretmenlik için öngörülen asgari çalışmalar ile
uzman öğretmenler bakımından başöğretmenlik için öngörülen çalışmaların esasını
ve bunların tamamlanma usulünü) belirleme yetkisi veren yasa hükmü, Anayasa’nın
7’nci maddesine aykırılık oluşturur.
d) Kamu hizmetinde görevin gerekli
kıldığı nitelikler bakımından: Anayasa’nın 70’inci maddesinde yer alan ve her
Türk vatandaşına eşit şekilde tanınan kamu hizmetine girme hakkı, kamu hizmeti
icra edecek personellerin istihdamının liyakata dayalı bir sistem içerisinde
gerçekleşmesini sağlar. Anayasa; ödevle nitelik arasında sıkı bir ilişki
bulunduğunu, bunun dışında hizmete alınmada hiçbir nedenin gözetilemeyeceğini,
daha açık bir anlatımla ayrımın yalnızca ödev-nitelik ilişkisi yönünden
yapılması gerektiğini buyurmaktadır. O halde ödevle, onun gerektirdiği niteliği
birbirinden ayrı düşünmeye olanak yoktur. Buna göre, o nitelikler görevlilerde
bulunmadıkça o ödev yerine getirilemeyecek ya da ödev, görevin gerekleri doğrultusunda
yerine getirilmemiş olacak demektir. Kamu hizmetlerinin özellikleri olduğu ve
bu hizmetleri gören idare ajanlarının da özel statülere bağlı bulunduğu bilinen
bir gerçektir. Memurlarda yasalarca aranan nitelikler ve onlar hakkında
yasalarda öngörülen kısıtlamalar, kamu hizmetinin etkin ve esenlikli bir
biçimde yürütülmesi amacına yöneliktir (Anayasa Mahkemesi’nin 09.10.1979
tarihli ve 1979/19 E.; 1979/39 K. sayılı Kararı).
Anayasa’nın 128’inci maddesinde temelini
bulan ve hukuk devletinin ana halkasını oluşturan kanunilik ilkesi ışığında,
Anayasa’nın 70’inci maddesi ele alındığında görüleceği üzere; kamu hizmetine
girme hakkının temel bir hak olarak etkililiği, maddenin “Hizmete alınmada,
görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez” şeklindeki
ikinci fıkrasında yer alan “görevin” ibaresinin; kamu hizmeti görülürken ifa
edilecek görevin (ve uzman / baş öğretmen unvanına sahip olma şartının), (bir
kimsenin bu kadroya uygun olduğunun objektif kriterlere göre tespitinin yapılabilmesi
amacıyla) kanun düzeyinde açıklanmasını gerektirir. Aksi bir tutum, bir başka
deyişle kamu hizmeti görecek kimseler bakımından uzman ve baş öğretmen
unvanlarına sahip olma şartını (mesleki gelişim alanlarında; öğretmenler
bakımından uzman öğretmenlik için öngörülen asgari çalışmalar ile uzman
öğretmenler bakımından başöğretmenlik için öngörülen çalışmaların esasını ve
bunların tamamlanma usulünü) belirleme yetkisini idarenin keyfi uygulamalarına,
kayırmacılığa neden olabilecek takdir yetkisine bırakmak; Anayasal amacın (kamu
hizmeti icra edecek personelin istihdamının liyakate dayalı bir sistem
içerisinde gerçekleşmesini sağlamak) bertaraf edilmesine neden olacak, anılan
hakkın istekli kimseler bakımından eşit düzeyde güvence altına alınmasına engel
oluşturacaktır. Diğer bir deyişle, uzman ve baş öğretmen unvanlarına sahip olma
şartının liyakat esasının gereklerini karşılayacak açıklıkta olması ve
vatandaşların eşit şekilde kamu hizmetine girme haklarının idarenin keyfî
işlemler tesis etme ihtimaline karşı kanun seviyesinde korunması gerekmektedir.
Bu nedenle anılan gereklilikleri karşılamayan ihtilaflı bent ve ibare, Anayasa’nın
70’inci maddesine de aykırıdır.
Nitekim Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa’nın
70’inci maddesi ile ilişkilendirerek verdiği bir iptal kararının müteallik
bölümü:
“1- KHK’nin 37. Maddesinin (2), (3) ve (4) Numaralı Fıkraları
KHK’nin 37. maddesinde, Gümrük ve Ticaret Uzmanlığı ve Uzman
Yardımcılığı kadroları kurulmuş ve bu kadrolarda görev yapacak kişilerin atanma
usul ve esasları düzenlenmiştir. Anılan maddenin (2) numaralı fıkrasında,
Gümrük ve Ticaret Uzman Yardımcılığına atanmanın koşulları; (3) numaralı
fıkrasında, Gümrük ve Ticaret Uzmanlığına atanmanın koşulları ile bu koşulları
yerine getiremeyen Uzman Yardımcılarının bu unvanlarını kaybedecekleri ve
Bakanlıkta durumlarına uygun kadrolara atanacakları; (4) numaralı fıkrasında
ise Gümrük ve Ticaret Uzmanı ile Uzman Yardımcılarının mesleğe alınmaları,
yetiştirilmeleri, yarışma sınavı, tez hazırlama ve yeterlik sınavı ile diğer
hususların yönetmelikle düzenleneceği kurala bağlanmıştır.
Anayasa’nın 91. maddesinin birinci fıkrasında “Sıkıyönetim ve
olağanüstü haller saklı kalmak üzere, Anayasanın ikinci kısmının birinci ve
ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile
dördüncü bölümde yer alan siyasî haklar ve ödevler...”in kanun hükmünde
kararnamelerle düzenlenemeyeceği belirtilmiştir. Öte yandan, Anayasa’nın “Kamu
hizmetlerine girme hakkı” başlıklı 70. maddesinin birinci fıkrasında, her Türk’ün,
kamu hizmetlerine girme hakkına sahip olduğu belirtildikten sonra ikinci
fıkrasında hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir
ayırım gözetilemeyeceği kurala bağlanmıştır. Buna göre, Anayasa’nın “Siyasi
Haklar ve Ödevler” başlıklı dördüncü bölümünde yer alan ve 70. maddesinde
korunan kamu hizmetlerine girme hakkına ilişkin olarak kanun hükmünde kararname
ile düzenleme yapılması mümkün değildir.
Gümrük ve Ticaret Uzmanlığı ve Uzman Yardımcılığı kadrolarına
giriş koşullarının belirlenmesi, Anayasa’nın 70. maddesine göre kamu hizmetine
girme hakkına ilişkin olduğundan, bu hususu düzenleyen KHK’nin 37. maddesinin
(2), (3) ve (4) numaralı fıkraları, Anayasa’nın 91. maddesinin birinci
fıkrasına aykırıdır. İptalleri gerekir.”
şeklindedir (Anayasa Mahkemesi’nin 08.11.2012 tarihli ve 2011/87
E.; 2012/176 K. sayılı Kararı).
e) Kuvvetler ayrılığı ilkesi, hiçbir kimsenin
veya organın Anayasa’dan kaynaklanmayan bir yetkiyi kullanamaması ve Anayasa
Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı bakımından: Anayasa Mahkemesi kararlarında
Anayasa’nın 153’üncü maddesinde belirtilen bağlayıcılık ilkesine aykırılıktan
söz edilebilmesi için iptal edilen kuralla dava konusu yeni düzenlemenin içerik
ve kapsam bakımından aynı ya da benzeri olması gerektiği belirtilmektedir (Anayasa
Mahkemesi’nin 12.11.1991 tarihli ve 1991/7 E.: 1991/43 K. sayılı Kararı).
Anayasa Mahkemesi, eldeki dava konusuyla benzer bir hüküm ihtiva eden düzenleme
hakkında verdiği bir iptal kararında “… Buna
göre, (Telekomünikasyon) Kurum’da
çalışan memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev
ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ile diğer özlük
işlerinin yasayla düzenlenmesi gerekirken, buna ilişkin düzenlemelerin Bakanlar
Kurulu’na bırakılması, Anayasa’nın 128’inci maddesine aykırıdır. Bu nedenle
kuralın iptali gerekir…” şeklinde gerekçe kaleme almıştır (Anayasa Mahkemesi’nin
12.12.2007 tarihli ve 2002/35 ve 2002/95 sayılı Kararı).
Yine Anayasa Mahkemesi’nin, 20.06.2004 tarihli ve 5204 sayılı
Milli Eğitim Temel Kanunu ve Devlet Memurları Kanununda Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Kanun Hakkında verdiği kararının müteallik bölümü:
“5204 sayılı Yasa’nın 1. maddesinin altıncı fıkrasında, “Öğretmenlik
kariyer basamaklarında yükseleceklerin gireceği sınav, sınava katılacaklarda
aranacak en az çalışma süresi, hizmet içi eğitim veya lisansüstü eğitim
nitelikleri, her bir değerlendirme ölçütüne ilişkin hususlar ve puan değerleri,
alanında ya da eğitim bilimleri alanında tezli yüksek lisans veya doktora
öğrenimini tamamlamış olanlardan uzman öğretmenlik veya başöğretmenlik için
aranacak kıdem, hizmet içi eğitim, etkinlikler (bilimsel, kültürel, sanatsal ve
sportif çalışmalar) ve sicil (iş başarımı) şartları ve puan değerleri, branşlar
temelindeki uzman öğretmenlik ve başöğretmenlik sayıları, yükselmeye ilişkin
usul ve esaslar ile diğer hususlar Maliye Bakanlığı ve Devlet Personel
Başkanlığının uygun görüşleri alınarak Millî Eğitim Bakanlığınca çıkarılacak
yönetmelikle düzenlenir.” hükmü yer almaktadır.
Kuralda yönetmeliğe bırakılan “sınava katılacaklarda aranacak en
az çalışma süresi”, “alanında ya da eğitim bilimleri alanında tezli yüksek
lisans veya doktora öğrenimini tamamlamış olanlardan uzman öğretmenlik veya
başöğretmenlik için aranacak kıdem,”, “branşlar temelindeki uzman öğretmenlik
ve başöğretmenlik sayıları,” ve “ile diğer hususlar” ibareleri kariyer
basamaklarında yükselme hakkından yararlanabilmeye ilişkindir.
Anayasa’nın 7. maddesine göre Yasama yetkisi Türk Milleti adına
Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez. Anayasa’nın 124.
maddesinin birinci fıkrasına göre, yönetmelikler, kanunların ve tüzüklerin
uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla çıkarılabilir.
Yasayla düzenleme, konunun tüm ayrıntılarının yasayla
belirlenmesini değil, temel ilkelerin, ölçü ve sınırların yasada gösterilip uzmanlık
ve teknik konulara yönelik ayrıntıların düzenlenmesinin yürütme organına
bırakılmasını ifade eder. Yasada, yönetmelikle düzenlenecek konuların
çerçevesinin, Anayasa yargısı bağlamında denetime olanak verecek biçimde
düzenlenmiş olması gerekir. Kuraldaki “sınava katılacaklarda aranacak en az
çalışma süresi”, “alanında ya da eğitim bilimleri alanında tezli yüksek lisans
veya doktora öğrenimini tamamlamış olanlardan uzman öğretmenlik veya
başöğretmenlik için aranacak kıdem,”, “branşlar temelindeki uzman öğretmenlik
ve başöğretmenlik sayıları,” ve “ile diğer hususlar” ibarelerinin
belirlenmesinde belirtilen çerçeveye yer verilmediği açıktır. Bu nedenlerle
kuraldaki anılan ibareler Anayasa’nın 2. ve 7. maddelerine aykırıdır. İptalleri
gerekir.”
şeklindedir (Anayasa Mahkemesi’nin 21.05.2008 tarihli ve 2004/83
ve 2008/107 sayılı Kararı).
Anayasa Mahkemesi’nin verdiği iptal kararı karşısında; kanun
koyucunun Anayasa’nın 2, 7 ve 128’inci maddelerine -benzer sakatlıktan muzdarip
olması hasebiyle- aykırı olan iptali talep edilen bendi ve ibareyi
kanunlaştırması, Anayasa’nın 153’üncü maddesini ihlal ettiği gibi, hiçbir kimse
ve organın kaynağını Anayasa’dan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağını
öngören 6’ncı maddesine ve Anayasa’nın Başlangıç bölümünde yer alan kuvvetler
ayrılığı ilkesine de halel getirmektedir.
f) Eşitlik ilkesi bakımından: Ayrıca iptali talep edilen bendin
ve ibarenin idareye (Bakanlığa) verdiği sınırsız takdir yetkisi, aynı
çalışmalara katılan ve onları aynı düzeyde tamamlayan uzman öğretmen unvanı
için yapılacak yazılı sınava başvurmak isteyen öğretmenler arasında ve aynı
çalışmalara katılan ve onları aynı düzeyde tamamlayan başöğretmen unvanı için
yapılacak yazılı sınava başvurmak isteyen uzman öğretmenler arasında idare tarafından
kayırma/ayrımcılık yapılmasına neden olabileceğinden; anılan bent ve ibare,
Anayasa’nın 10’uncu maddesinde yer alan eşitlik ilkesine de aykırıdır.
İhtilaflı kural, aynı şekilde, kamu hizmetinde (öğretmenlik mesleği kariyer
basamaklarında) ilerlemede esas alınacak objektif esas ve usulleri öngörmemesi
sebebiyle de, yine eşitlik ilkesini ihlal etmektedir. Zira eşitlik ilkesinin
ihlal edilip edilmediği hususunun tespiti, münferit olayda benzer kişi
kategorileri arasında gerçekleştirilen ayrıma ilişkin bir “haklı neden”in var
olup olmadığına göre yapılır. Ne var ki, iptali talep edilen bendin ve ibarenin
idareye verdiği keyfi uygulamalara sebep olabilecek sınırsız takdir yetkisi,
Bakanlık tarafından aynı çalışmalara katılan ve onları aynı düzeyde tamamlayan
öğretmenlerden/uzman öğretmenlerden birine (sırasıyla) uzman
öğretmen/başöğretmen unvanı verilmesine diğerine verilmemesine ilişkin haklı
nedeni somutlaştırmaya elverişli değildir. Başka bir
anlatımla, öğretmenlerin kariyer basamaklarında ilerlemesine ilişkin
koşullarının belirlenmesinin idareye bırakılması, görevin / mesleğin
gerektirdiği nitelikler bakımından aynı durumda olan kişi kategorileri arasında
haklı nedene dayanmayan ve keyfî muamele farklılıklarına yol açacaktır. Bu
nedenle anılan bent ve ibare, Anayasa’nın 10’uncu maddesine aykırıdır.
g) Çalışma barışı bakımından: Anayasa’nın 2 ve
5’inci maddeleriyle Devlete verilen “sosyal devlet” niteliğinin bir görünümü,
Anayasa’nın 49’uncu maddesiyle Devlete yüklenen çalışma barışını sağlamak için
gerekli tedbirleri alma yükümlülüğüdür. Anayasa Mahkemesi, “Anayasa’nın 49.
maddesine göre, çalışma, herkesin hakkı ve ödevidir. Devlete karşı ileri
sürülecek bu hak, bireylere zorlama yetkisi ve yaptırımı vermemiştir. Devlet,
olanakları ölçüsünde, yeterli örgütler kurarak iş bulmayı kolaylaştırıp
sağlamak için gerekli önlemleri almakla yükümlüdür. Devletin herkese iş verme,
herkesi işe yerleştirme zorunluluğu bulunmamaktadır. İşsizliği önlemek amacıyla
yapacağı çalışmalarla Devlet, öncelikle kamu sektöründe iş vermek yolunu
izleyecek, bu nedenle de yasal düzenlemeler yapacaktır.” şeklinde hüküm kurmak
suretiyle; Anayasa’nın 49’uncu maddesinin kapsama alanında özel sektörün yanı
sıra kamu sektörünün de değerlendirileceğine işaret etmiştir (Anayasa
Mahkemesi’nin 19.12.1989 tarihli ve 1989/14 ve 1989/49 sayılı Kararı). O halde
Devlet, hem özel sektörde hem de kamu sektöründe çalışma barışını sağlamalıdır.
Ancak iptali talep edilen bent ve ibare; öğretmenler
(ve uzman öğretmenler) arasında eşitsiz bir muamele oluşturacağından; çalışma
barışının da bozulmasına neden olacaktır. Çalışma barışının bozulması;
öğretmenler (ve uzman öğretmenler) arasında bölünmelere ve okul idaresi – veli
– öğretmen arasında anlaşmazlıklara yol açabilecektir; mesleki dayanışmayı
azaltabilecektir; eğitim ve öğretim hizmetlerini yürütmekle görevli olan
öğretmenlerin (ve uzman öğretmenlerin) ilgilerini başka alanlara yöneltmesine;
sorumluluklarını yeteri kadar yerine getirememelerine sebep olabilecektir. Bu nedenle iptali talep edilen bent ve ibare, Anayasa’nın
2, 5 ve 49’uncu maddelerine de aykırıdır.
ğ) Maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme ile eğitim
hakları, eşitlik ilkesi, gençliğin korunması, temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasının sınırları bakımından:
Anayasa’nın Başlangıç bölümü gereğince her Türk vatandaşı, bu
Anayasa’daki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince
yararlanarak milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat
sürdürme ve maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine
doğuştan sahiptir. Öte yandan Devletin Anayasa’nın 5’inci maddesinde sayılan
temel amaç ve görevleri arasında “insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi
için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak” yer almaktadır. Bununla birlikte
Anayasa’nın 17’nci maddesi uyarınca herkes, maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına sahiptir. Bireyin maddi ve manevi varlığı geliştirmesinin
yollarından biri de Anayasa’nın 42’nci maddesinde güvence altına alınan eğitim
hakkının kullanılmasıyla mümkündür. Öte yandan Anayasa’nın 58’inci maddesi uyarınca
Devlet, istiklal ve Cumhuriyetimizin emanet edildiği gençlerin müspet ilmin
ışığında, Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda ve Devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmayı amaç edinen görüşlere karşı
yetişme ve gelişmelerini sağlayıcı tedbirleri alır. Söz konusu tedbirlerden
birinin gençlere eğitim verilmesi olduğu izahtan varestedir. Nitekim 1739
sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun “Genel Amaçlar” başlıklı 2’nci maddesi:
“Türk
Milli Eğitiminin genel amacı, Türk Milletinin bütün fertlerini,
1. Atatürk inkılap ve
ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; Türk
Milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen,
koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye
çalışan, insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan
demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı
görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar
olarak yetiştirmek;
2. Beden, zihin,
ahlak, ruh ve duygu bakımlarından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş bir
kişiliğe ve karaktere, hür ve bilimsel düşünme gücüne, geniş bir dünya görüşüne
sahip, insan haklarına saygılı, kişilik ve teşebbüse değer veren, topluma karşı
sorumluluk duyan; yapıcı, yaratıcı ve verimli kişiler olarak yetiştirmek;
3. İlgi, istidat ve
kabiliyetlerini geliştirerek gerekli bilgi, beceri, davranışlar ve birlikte iş
görme alışkanlığı kazandırmak suretiyle hayata hazırlamak ve onların,
kendilerini mutlu kılacak ve toplumun mutluluğuna katkıda bulunacak bir meslek
sahibi olmalarını sağlamak;
Böylece bir yandan
Türk vatandaşlarının ve Türk toplumunun refah ve mutluluğunu artırmak; öte yandan
milli birlik ve bütünlük içinde iktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmayı
desteklemek ve hızlandırmak ve nihayet Türk Milletini çağdaş uygarlığın yapıcı,
yaratıcı, seçkin bir ortağı yapmaktır.”
şeklindedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre eğitim hakkı,
“…belirli bir zamanda mevcut eğitim kurumlarına erişim (Belçika
dil davası, § 4, syf. 31), bilgi aktarımı ve düşünsel gelişim hakkını (Campbell
ve Cosans / Birleşik Krallık, § 33) ve ayrıca alınan eğitimden yarar sağlama
olanağını, diğer bir deyişle, her bir Devlet’te geçerli kurallara uygun olarak
ve bir veya başka bir şekilde (örneğin yeterlilik yoluyla), tamamlanan eğitimin
resmi olarak tanınmasını elde etme hakkını (Belçika dil davası, §§ 3-5, syf.
30-32) kapsamaktadır. 1 No’lu Protokol’ün 2. maddesi, ilkokul eğitiminin (Sulak
/ Türkiye (k.k.)) yanında ortaokul eğitimi (Kıbrıs / Türkiye [BD], § 278),
yüksekokul eğitimi (Leyla Şahin / Tirkiye [BD], § 141; Mürsel Eren / Türkiye, §
41) ve uzmanlık eğitimiyle de ilgilidir. Bu nedenle, 1 No’lu Protokol’ün 2.
maddesinde güvence altına alınan hakkın sahipleri, çocukların yanında
yetişkinler veya gerçekte eğitim hakkından faydalanmak isteyen herkestir (Velyo
Velev / Bulgaristan). 13. Ayrıca, Devlet, devlet okullarının yanında özel
okullardan da sorumludur (Kjeldsen, Busk Madsen ve Pedersen / Danimarka). Son
olarak, Devlet’in öğrencileri Devlet ve özel okullarda kötü muameleye maruz
kalmaktan koruma pozitif yükümlülüğü bulunmaktadır (O’Keeffe / İrlanda [BD], §§
144-152). 1 No’lu Protokol’ün 2. maddesinin ilk cümlesinde güvence altına
alınan eğitim hakkı, doğası gereği, Devlet tarafından kamunun ve bireylerin
ihtiyaçları ve kaynakları doğrultusunda zamana ve yere göre değişiklik
gösterebilecek bir düzenleme yapılmasını gerektirmektedir. Söz konusu düzenleme,
eğitim hakkının esasına halel getirmemeli veya Sözleşme’de güvence altına
alınan diğer haklarla çelişmemelidir. Bu nedenle, Sözleşme, kamunun genel
çıkarlarını korumak ve temel insan haklarına saygı arasında adil bir denge
kurulmasına işaret etmektedir (Belçika dil davası, § 5, syf. 32).”[77]
O halde yasama organı tarafından kanunlaştırılan bu metnin,
muhatap kılınan bireylerin eğitim hakkı gözetilerek kaleme alınması
gerekmektedir. Ancak açıklandığı üzere kariyer basamaklarında ilerleme şartını
(uzman öğretmen veya başöğretmen unvanına sahip olmak için yapılacak yazılı
sınava başvuru şartını: mesleki gelişim alanlarında öğretmenler bakımından
uzman öğretmenlik için öngörülen asgari çalışmaları / uzman öğretmenler
bakımından başöğretmenlik için öngörülen çalışmaları tamamlama) belirlenmesinin
Bakanlığa bırakılması, Anayasa’nın anılan hükümlerini ihlal etmek suretiyle
donanımlı olmalarını engelleyeceğinden; öğrencilerin de nitelikli eğitimden
yararlanmasının önüne geçecek, eğitim hakkı ve dolayısıyla maddi ve manevi
varlığını geliştirme hakkı ihlal edilecektir. Olanakları sınırlı, zor
koşullardaki çocuklarımızın ücretsiz ve kaliteli bir eğitime erişmek suretiyle
yaşam becerisine sahip olmasının, kendilerini gerçekleştirmelerinin, maddi ve
manevi varlıklarını geliştirmelerinin önüne geçilecektir. Öte yandan gençlere
niteliksiz bir eğitim verilmesi, Devletin Atatürk ilke ve inkılapları
doğrultusunda ve Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü ortadan
kaldırmayı amaç edinen görüşlere karşı yetişme ve gelişmelerini sağlayıcı
tedbir alma yükümlülüğünü yerine getirememesine neden olacaktır.
Diğer taraftan Anayasa’nın 10 ve 42’nci maddeleri birlikte
değerlendirildiğinde görüleceği üzere; eğitim hakkı, eşitlik ilkesi üzerine
inşa edilmelidir. Başka bir deyişle gelir, kültür ve bölgesel kalkınma düzeyi
farklılığının yoğun seyrettiği ülkemizde Devlet, eğitimde fırsat ve olanak
eşitliğine imkan sağlamak suretiyle söz konusu pozitif yükümlülüğü tüm
vatandaşlar (ve Anayasa’nın 42’nci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “kimse”
ibaresinin delaletiyle herkes) bakımından icra edebilecektir. Ancak kanun
koyucu, eğitim ve öğretim hizmetlerini yürütmekle görevli öğretmenlerin / uzman
öğretmenlerin kariyer basamaklarında ilerleyerek (sırasıyla) uzman öğretmen / başöğretmen
unvanlarına sahip olabilmesinin şartını tespit etme görevini, idarenin
düzenleme alanının konusu yapmış, öğrencilerin nitelikli öğretmene erişimi için
kanun düzeyinde temel ilkeleri çizmekten imtina etmiş, dahası bu yükümlülüğün
ifası için (işbu dilekçe boyunca somut bulgularla teşhir edildiği üzere)
özensiz bir meslek kanunu çıkararak öğretmenler özelinde modern, demokratik,
laik toplumun inşasına hizmet eden bir eğitim politikası oluşturmamıştır.
Bununla birlikte kanun koyucu kariyer basamaklarında ilerleme
şartını (uzman öğretmen veya başöğretmen unvanına sahip olmak için yapılacak
yazılı sınava başvuru şartını: mesleki gelişim alanlarında öğretmenler
bakımından uzman öğretmenlik için öngörülen asgari çalışmaları / uzman
öğretmenler bakımından başöğretmenlik için öngörülen çalışmaları tamamlama) belirleme
yetkisini Milli Eğitim Bakanlığı’nın uhdesine bırakmak suretiyle; temel hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılmasının sınırlarını düzenleyen Anayasa’nın 13’üncü
maddesinde yer alan kanunilik kaydına halel getirmiştir; demokratik toplumun
gereklerine riayet etmemiştir. Diğer bir deyişle eğitim hakkının kullanılması
için gerekli olanağı ve fırsatı sunma yükümlülüğü olan Devletin, bu yükümlülüğü
tam manasıyla ifası, iyi yetişmiş, donanımlı öğretmenlerle mümkündür. Aksi bir
tutum, eğitim hakkının kısıtlanması sonucunu doğuracaktır. Kanun koyucu da bu
şartın yürütme tarafından tespit edilmesine cevaz vererek; hakkın
kısıtlanmasının önünü açmıştır. Kaldı ki demokratik bir toplum, eğitim hakkının
herkese nitelikli bir biçimde tanınmasını gerektirir. Tüm bu nedenlerle anılan
bent ve ibare, Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 5, 10, 13, 17, 42 ve 58’inci
maddelerine aykırıdır.
h) İnkılâp
Kanunlarının (“03.03.1340 tarihli ve 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu”) korunması
bakımından:
Aliefendioğlu’nun
belirttiği üzere “Anayasada sayılan inkılap yasaları T.C. Devletinin dayandığı
8 temel yasadır.”[78] Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 174’üncü
maddesiyle ilgili olarak “Maddede sayılan Devrim
Yasalarının Anayasa’nın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan
hükümlerinin Anayasa’ya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaması ve
yorumlanamamasının öngörülmesi, bu yasalara, diğerlerinden farklı anayasal bir
güvence sağlamaktadır. Ancak bu durumun onlara, Anayasa gücü ve değeri
kazandırdığı kabul edilerek, Anayasa’ya uygunluk denetimine esas alınmaları
olanaklı değildir...” şeklinde hüküm kurmuştur (Anayasa Mahkemesi’nin
16.09.2018 tarihli ve 1997/62 E.: 1998/52 K. sayılı Kararı). Elbette Anayasa
Mahkemesi tarafından belirtildiği üzere; Anayasa’nın 174’üncü maddesi, Anayasa’nın
ruhunun somutlaştığı İnkılâp Kanunlarının normatif değerini Anayasal hüküm
haline getirmeyeceği gibi Anayasa yargısında, Anayasa’ya uygunluk denetiminde
ölçü norm kılmaz, Anayasallık bloğunun kapsamında değerlendirilmesini sağlamaz.
Ancak Anayasa’nın 174’üncü maddesiyle İnkılâp Kanunlarına münhasıran tanınan
anayasal güvenceye halel getirilmemesi, ilgileri bulunduğu alanda yapılan
düzenlemelerin anılan Kanunların ışığında (amacı ve çizdiği sınırlar
çerçevesinde) kaleme alınmasıyla mümkündür. Diğer bir deyişle eldeki dava
konusunun içeriği, nitelikli öğretmenler marifetiyle Atatürk ilkeleri ışığında
eğitimin modernleşmesine hizmet eden Tevhidi Tedrisat Kanunu’ndan arı
düşünülemez. Eldeki dava konusu gibi nihayetinde eğitim alanına sirayet eden
düzenlemeler, Anayasa’ya uygun olduğu ölçüde; Tevhidi Tedrisat Kanunu, anayasal
güvenceye sahip olacaktır. Açıklandığı üzere eldeki dava konusunun Anayasa’ya
aykırılığı, anılan İnkılâp Kanunu’nun Anayasal güvenceden yoksun bırakılmasına
neden olduğundan; iptali talep edilen bent ve ibare, Anayasa’nın 174’üncü
maddesine de aykırıdır.
i) Uluslararası andlaşmaların iç hukuka etkisi bakımından:
Anayasa’nın 90’ıncı maddesine göre temel hak ve özgürlüklere ilişkin usulüne
göre yürürlüğe konmuş uluslararası anlaşmalar, (kanunlara nazaran hakkı
koruyucu, kullanımını genişletici hükümler barındırması kaydıyla) normlar
hiyerarşisinde kanunun üstündedir. İptali talep edilen bent ve ibare, eğitim
hakkına ilişkin İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 26’ncı; Ekonomik, Sosyal
ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 13’üncü[79];
Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 28 ve 29’uncu[80];
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Ek 1 No’lu Protokolü’nün 2’nci[81]
maddelerini; adil çalışma koşullarına ilişkin İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin
23’üncü; (Gözden Geçirilmiş) Avrupa Sosyal Şartı’nın 3 ve 22’nci maddeleri; ILO’nun
94 No’lu Çalışma Şartları (Kamu Sözleşmeleri) Sözleşmesi ile 151 No’lu Çalışma
İlişkileri (Kamu Hizmeti) Sözleşmesi’ni ihlal ettiğinden Anayasa’nın 90’ıncı
maddesine de aykırıdır.
Son olarak 6’ncı
maddenin ikinci fıkrasında yer alan; “mesleki gelişim alanlarında başöğretmenlik için öngörülen
çalışmaları tamamlayanlar” ibaresini kendinden önce gelen “mesleki gelişime
yönelik 240 saatten az olmamak üzere düzenlenen Başöğretmenlik Eğitim
Programını tamamlamış olan” ibaresine bağlayan “ve” bağlacı, “mesleki gelişim
alanlarında başöğretmenlik için öngörülen çalışmaları tamamlayanlar” ibaresinin
iptal edilmesiyle işlevini yitirecektir.
Tüm bu nedenlerle, 7354 sayılı Kanun’un 6’ncı maddesinin birinci
fıkrasının (b) bendi ile ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “ve
mesleki gelişim alanlarında başöğretmenlik için öngörülen çalışmaları
tamamlayanlar” ibaresi Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 2, 5, 6, 7, 10, 13, 17,
42, 49, 58, 70, 90, 123, 128, 153 ve 174’üncü maddelerine aykırıdır; anılan
bendin ve ibarenin iptali gerekir.
11 03.02.2022
tarihli ve 7354 sayılı Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun 6’ncı maddesinin sekizinci
fıkrasının Anayasa’ya aykırılığı
7354 sayılı Kanun’un 3’üncü maddesinin dördüncü fıkrasında,
(Anayasa’ya aykırı olarak) öğretmenlik mesleğinin aday öğretmenlik döneminden
sonra öğretmen, uzman öğretmen ve başöğretmen olmak üzere üç kariyer basamağına
ayrılacağı öngörülmüştür. (7354 sayılı Kanun’un öğretmenlik
mesleğinin kariyer basamaklarına ayrılmasına ilişkin 3’üncü maddesinin dördüncü
fıkrası, işbu dilekçeyle dava konusu yapılmıştır.) Anılan Kanun’un 6’ncı
maddesinin sekizinci fıkrasında ise öğretmenlik mesleği kariyer basamaklarında
ilerlemeye ilişkin usul ve esasların yönetmelikle düzenleneceği hüküm altına
alınmıştır. Ancak iptali talep edilen fıkrada yer alan hususu, idarenin
düzenleyici işleminin (yönetmeliğin) konusu yapmak, Anayasa’ya aykırıdır.
Öncelikle belirtmek gerekir ki; Devletin, bireyin maddi ve
manevi varlığını geliştirecek ortamın oluşturulması temelindeki pozitif
yükümlülüğünün bir tecessümü olarak (Anayasa’nın 42’nci maddesinin birinci
fıkrasında yer alan “kimse” ibaresinin delaletiyle) herkes bakımından eğitim
hakkının erişilebilir kılınması, öğretmenler marifetiyle mümkündür. O halde
öğretmenlerin statüsünün, Anayasa’nın 128’inci maddesi bağlamında “diğer
kamu görevlisi” niteliğinde olması gerekmektedir. Bu bağlamda
kanun koyucu tarafından öğretmenlerin kariyer basamaklarında ilerlemelerine ilişkin
usul ve esasların, aday öğretmenlerin tabi olacağı Program, öğretmenleri
değerlendirecek olan Adaylık Değerlendirme Komisyonunun oluşumu, adaylık
süreci, kadro ihdası, ataması, görevlendirilmesi, niteliği,
görev ve yetkisi, aylık ve ödeneği ile diğer özlük haklarının Anayasa’nın
öngördüğü ilkeler ve özellikle de mezkûr 128’inci madde uyarınca maddi anlamda
kanunilik ilkesi dahilinde düzenlenmesi gerekmektedir. Ne var ki, iptali
istenilen fıkra, bu hususları Anayasa’nın öngördüğü çerçevede
düzenlememektedir. Bu durum, Anayasa’ya çok yönlü olarak aykırıdır.
a) Kamu görevlilerinin özlük hakları bağlamında
kanunilik ilkesi bakımından: Anayasa’nın 128’inci maddesinin birinci fıkrası
kapsamındaki görevleri yürüten bütün personelin nitelikleri, atanmaları, görev
ve yetkileri, hakları ve yükümlülüklerinin kanunla düzenlenmesi gerekir
(Anayasa Mahkemesi’nin 22.11.2012 tarihli ve 2011/107 E.; 2012/184 K. sayılı
Kararı). Anayasa Mahkemesi’nin sıkça vurguladığı gibi kanunilik ölçütünün
sağlandığından söz edilebilmesi için kanunun şeklen var olması yeterli olmayıp
yasal kurallar keyfiliğe izin vermeyecek şekilde belirli, ulaşılabilir ve
öngörülebilir nitelikte olmalıdır. Esasen kanunun bu niteliklere sahip olması,
Anayasa’nın 2’nci maddesinde güvenceye bağlanan hukuk devleti ilkesinin de bir
gereğidir. Dolayısıyla Anayasa’nın 128’inci maddesinde yer verilen kanunilik
ölçütü, Anayasa’nın 2’nci maddesinde güvence altına alınan hukuk devleti ilkesi
ışığında yorumlanmalıdır (aynı yöndeki değerlendirme için bkz. AYM, E.2018/88,
K.2020/24, 11/6/2020 §§ 13, 14) (Anayasa Mahkemesi’nin, 22.10.2020 tarihli ve
2020/1 E.; 2020/563 K. sayılı Kararı, § 41). İhtilaflı kural, Anayasa’nın
128’inci maddesinin 2’nci fıkrasına aykırı şekilde, öğretmenlerin kariyer
basamaklarında ilerlemelerine ilişkin usul ve esasları idarenin düzenleyici
işlemlerine bırakmıştır. Oysa bir kamu görevlisi olan öğretmenlerin mesleklerinde
uzman veya baş öğretmen unvanına sahip olmak yoluyla ilerlemelerine ilişkin
usul ve esasların tüm ayrıntılarıyla kanun düzeyinde belirlenmesi ve idarenin
keyfi işlem ve eylemlerine terk edilmemesi gerekirdi. İptal istenen fıkra, bu
nedenle Anayasa’nın 128’inci maddesine aykırıdır (bu açıdan ayrıca bkz. aşağıda
“c” alt başlığı).
b) Hukuk devleti ilkesi bakımından: Hukuk devleti, bütün işlem
ve eylemlerinin hukuk kurallarına uygunluğunu başlıca geçerlik koşulu sayan,
her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurmayı amaçlayan ve bunu geliştirerek
sürdüren, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa’ya aykırı durum
ve tutumlardan kaçınan, insan haklarına saygı duyarak bu hak ve özgürlükleri
koruyup güçlendiren, Anayasa’ya ve hukuk kurallarına bağlılığa özen gösteren,
yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde yasa koyucunun da uymak zorunda
olduğu temel hukuk ilkeleri ile Anayasa’nın bulunduğu bilinci olan devlettir
(Anayasa Mahkemesi’nin 02.06.2009 tarihli ve 2004/10 E.; 2009/68 K. sayılı
Kararı). Hukuk devletinin önkoşullarından olan hukuki
güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, hukuki belirlilik
ilkesi de kanun hükümlerinin şüpheye yer vermeyecek şekilde açık, net,
anlaşılabilir olmasını ve ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı
koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (bkz. AYM 9.2.2017, 2016/143 E.–
2017/23 K. par. 13; RG. 12.4.2017-30036) (Anayasa Mahkemesi’nin
04.05.2017 tarihli ve 2015/41 E.; 2017/98 K. sayılı Kararı). Başka bir deyişle,
hukuk devleti ilkesi gereğince, idareye işlem tesis ederken ve eylemde bulunurken
veya görevlerini yerine getirirken belirli ölçüde hareket serbestliği sağlayan
takdir yetkisinin kullanımı mutlak, sınırsız, keyfi biçimde gerçekleşemez;
idarenin takdir yetkisinin sınırları, keyfi işlem ve eylemleri önlemek amacıyla
kanunla çizilmelidir. Kanun düzeyinde belirlenmesi gereken husususun idarenin
düzenleyici işlemine, yönetmeliğe, tevdi eden ve yukarıda tanımlandığı anlamda
hukuki güvenlik ve belirlilik ilkelerinin gereklerini yerine getirmeyen
ihtilaflı fıkra, Anayasa’nın 2’nci maddesine aykırıdır (bu açıdan ayrıca bkz.
aşağıda “c” alt başlığı).
c) İdarenin kanuniliği ilkesi bakımından: Anayasa’nın 123’üncü
maddesinde yer alan idarenin kanuniliği ilkesinin iki boyutu bulunmaktadır. İlk
boyutu, idarenin secundum legem özelliğidir (kanuna dayanma ilkesidir). Bu
ilkeye göre idarenin düzenleme yetkisi kanundan kaynaklanır. İkinci boyutu,
idarenin intra legem özelliğidir (kanuna aykırı olmama ilkesidir). Bu ilkeye
göre idarenin işlem ve eylemleri kanunun çizdiği sınırlar içinde kalmalıdır.
Bu nedenle öğretmenlerin kariyer basamaklarında ilerlemelerine
ilişkin usul ve esasların; Anayasa’nın 128’inci maddesinde hüküm altına alınan
ve hukuk devletinin temel taşı olan maddi anlamdaki kanunilik kıstasının
gereklerini karşılaması ve kanuna dayanması ile kanuna aykırı olmaması için;
genel çerçevesinin keyfi uygulamaya yer vermeyecek açıklıkta kanun düzeyinde
çizilmesi gerekmektedir. Diğer bir deyişle öğretmenlerin katılacakları Uzman
veya Baş Öğretmenlik Eğitim Programının içeriği ve bu eğitimin kim tarafından
verileceği; hizmet içi eğitimin uygulamalı programları kapsayıp kapsamadığı,
eğitimin merkezi / mahalli veya yüz yüze / uzaktan olup olmayacağı; mesleki
gelişim alanlarında uzman veya başöğretmenlik için öngörülen çalışmaların
kapsamı ve bu çalışmaları tamamlama usulü; unvan sahibi olmaya yönelik talep
üzerine idare tarafından red verilirse idari itiraz usulünün olup olmayacağı
gibi hususların tamamı yönetmeliğe bırakılmıştır.
Kanun koyucu, öğretmenlerin kariyer basamaklarında ilerlemelerine ilişkin usul
ve esasların içeriği,–Anayasal ilkelerin aksine- hakkında tamamen sessiz
kalmış, bu konuların düzenlenmesini idarenin (Bakanlığın) uhdesine bırakmıştır.
Nihayetinde “öğretmenlik mesleği kariyer basamaklarında ilerlemeye ilişkin usul
ve esaslar” ibaresi kullanılmak suretiyle yasa koyucu tarafından idareye “temel
çerçeve belirleme” yetkisi verilmiştir.
Buna ilave olarak, “Kamu kurum
ve kuruluşlarının kadrolarının ihdası başka bir deyişle kadro usulüne ilişkin
düzenlemeler, idarenin teşkilat yapısı ile ilgili olup idarenin kuruluş ve
görevlerinin belirlenmesinin bir parçasını oluşturmaktadır. Anayasa
Mahkemesinin bir kararında konuyla ilgili olarak, “Bir kurumun kuruluşu deyince
her şeyden önce o kurumu yürütecek personele ait kadrolar hatıra gelir. Zira
kurumun temelinden çatısına kadar bütün örgütünün bu kadrolar teşkil eder.
Personel kadroları mevcut olmayan bir kurum, henüz kuruluş haline geçmemiş
demektir. Şu halde bir kurumu çalışır hale getirecek olan Personel
kadrolarının, en küçüğünden en büyüğüne kadar, bütününü kuruluştan ayrı
düşünmeğe imkân yoktur.” denilmektedir (AYM E. 1965/32, K. 1966/3, 4/2/1966)”
(Anayasa Mahkemesi’nin 11.06.2020 tarihli ve 2018/119 E.; 2020/25 K. sayılı
Kararı, § 18). Ancak iptali talep edilen fıkra hükmünde; kadro ihdası gibi
özlük işleri kapsamında değerlendirilen öğretmenlerin kariyer
basamaklarında ilerlemenin genel çerçevesi; hukuki işlem olarak kanun ile
açıkça ortaya konulmamıştır.
Öte yandan 13.08.2005 tarihli ve 25905 sayılı
Resmi Gazete’de yayımlanan Öğretmenlik Kariyer Basamaklarında Yükseltme
Yönetmeliği hakkında Danıştay 2’nci Dairesi tarafından verilen kararlarda;
“Lisans mezunu olmayan öğretmenlerin öğretmenlik kariyer
basamaklarında yükselme imkanını ortadan kaldıran, Kanunda öngörülmeyen,
eşitlik ve genellik ilkeleriyle hakkaniyete aykırı olarak dava konusu
Yönetmeliğin 8. maddesiyle öğretmenlik kariyer basamaklarında yükselme sınavına
başvurularda “lisans mezunu” olma koşulu getiren düzenlemede hukuka uyarlık
görülmemiştir (Danıştay 2. Dairesi’nin 05.03.2008 tarihli ve 2005/2477 E.;
2008/1049 K. sayılı Kararı).”
“Öğretmenlik Kariyer Basamaklarında Yükselme Yönetmeliğinin 28.
maddesinin 1. fıkrasında hizmet içi eğitim etkinliklerinin kapsamı bu çerçevede
belirlenmiş ve 2. fıkranın (a) ve (b) bentlerinde de yurtdışı ve yurtiçi hizmet
içi eğitim etkinliklerinin değerlendirme esasları bu kapsamda düzenlenmiş olmasına
karşın, 2. fıkranın (c) bendinde yer alan diğer kamu kurum ve kuruluşları, özel
sektör ve sivil toplum örgütlerince düzenlenen hizmet içi eğitim
faaliyetlerinin de değerlendirmeye alınacağı yolundaki düzenleme ile Milli
Eğitim Bakanlığınca yapılması gereken bu etkinliklerin kapsamı genişletilmiş ve
bu konuda mevcut düzenlemeye aykırı olarak Bakanlık tarafından uygun bulunma
koşuluna bağlanmakla birlikte takdir yetkisi aşılmak suretiyle başka kurumlara
da yetki verilmiş olması ve gerek Milli Eğitim Temel Kanununda öğretmenlerin
mesleki olarak gelişimlerinin amaçlanmış olması, gerekse 5204 sayılı Yasa ile
öngörülen kariyer basamaklarında yükselmede alanında ya da eğitim bilimleri
alanında yetişmiş olmanın esas alınmasına karşın, hizmet içi eğitimin kapsamına
yönelik bir ölçüt de bulunmaması nedeniyle Yönetmeliğin 28. maddesinin 2.
fıkrasının (c) bendinde mevzuata ve 5204 sayılı Yasanın amacına uyarlık
görülmemiştir.
Davalı idare tarafından, Yönetmeliğin sadece Milli Eğitim
Bakanlığında görevli öğretmenler için değil diğer kamu kurum ve kuruluşlarında ve
Milli Eğitim Bakanlığına bağlı özel öğretim kurumlarında görev yapan
öğretmenlere de uygulanması nedeniyle başka kurumlarca düzenlenen hizmet içi
eğitim etkinliklerine katılımın engellenemeyeceği, ayrıca Bakanlıkça uygun
bulunan bu etkinliklere katılarak öğretmenlerin kendilerini mesleki ve diğer
alanlarda geliştirmesinin bir sakıncası olmadığı öne sürülmekte ise de, Milli
Eğitim Bakanlığı Merkez ve taşra teşkilatında görevli personelin hizmet içi eğitimi
konusunda sadece Bakanlığın yetkili ve görevli olduğu, bu personel için diğer
kurum ve kuruluşların eğitim etkinliği düzenleyemeyeceği açık olduğu gibi,
Milli Eğitim Bakanlığına bağlı özel öğretim kurumlarında görevli öğretmenlerin de
Bakanlıkça açılacak hizmet içi eğitim kurslarına katılacakları yolundaki düzenlemeler
karşısında ve hizmet içi eğitim etkinliklerinin sadece “ mesleki gelişime”
yönelik olabileceği nedeniyle iddialar yerinde görülmemiştir (Danıştay 2.
Dairesi’nin 05.03.2008 tarihli ve 2005/2528 E.; 2008/1050 K. sayılı Kararı).”
şeklinde hüküm kurulmuştur.
Bununla birlikte Milli Eğitim Bakanlığı
tarafından 14.08.2022 -15.03.2022 tarihleri arasında görüş ve önerilerin
iletilmesi için “Aday Öğretmenlik ve Öğretmenlik Kariyer Basamakları
Yönetmeliği Taslağı” hazırlanmıştır.[82] Bu dilekçenin yazım tarihi itibarıyla Resmi Gazete’de
yayımlanmamış ve fakat taslak olarak Bakanlığın resmi internet sitesinde halka
arz edilen yönetmelik metni dahi göstermektedir ki: normlar arasında hukuka
uygun kademelenmenin sağlanabilmesi, diğer bir deyişle normlar hiyerarşisinde
anılan yönetmeliğin 7354 sayılı Kanun’a uygun olması, yalnız bu Kanun’un temel
ilkeleri ortaya koymasıyla mümkündür. Aksi takdirde, Kanun’un genel çerçeveyi
çizmemesi, yönetmeliğin hukuka uygunluk denetiminde gözetilecek ölçü normun
(7354 sayılı Kanun’un) muğlak ibareler içermesi ve maddi anlamda kanunun asgari
ögelerini karşılamaması durumunda, yönetmelik hukuki dayanaktan yoksun
kılınacaktır.
Tüm bu nedenlerle iptali talep edilen fıkra, Anayasa’nın 2, 123
ve 128’inci maddelerine aykırıdır.
ç) Yasama yetkisinin devredilmezliği bakımından: Anayasa’nın 7’nci
maddesinde temelini bulan yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine göre
yasama yetkisi yalnız Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne aittir. Bu nedenle
idareye düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralının temel ilkeleri ortaya
koyması ve çerçeveyi çizmesi gerekir. Diğer bir deyişle idareye sınırsız ve
belirsiz bir düzenleme yetkisi bırakılamaz. Nitekim idarenin düzenle me
yetkisi; sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir yetkidir. Yasa ile yetkilendirme,
Anayasa’nın öngördüğü biçimde yasa ile düzenleme anlamını taşımamaktadır
(Anayasa Mahkemesi’nin 02.05.2008 tarihli ve 2005/68 E.; 2008/102 K. sayılı
Kararı). İptali talep edilen fıkra hükmünde olduğu gibi temel ilkeleri
belirlenmeksizin ve çerçevesi çizilmeksizin; idareye (Bakanlığa); öğretmenlerin
kariyer basamaklarında ilerlemelerine ilişkin usul ve esasları belirleme
yetkisi veren yasa hükmü, Anayasa’nın 7’nci maddesine aykırılık oluşturur.
d) Yönetmelikle düzenleme bakımından: Anayasa koyucu, idarenin
düzenleyici işlemlerinin bir türü –kural işlem- olan yönetmelikler için özel
bir Anayasal hüküm öngörmüştür. Anayasa’nın 124’üncü maddesine göre Cumhurbaşkanı,
Bakanlıklar ve kamu tüzel kişileri, kendi görev alanlarını ilgilendiren
kanunların ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin uygulanmasını sağlamak üzere ve
bunlara aykırı olmamak şartıyla, yönetmelikler çıkarabilirler. Milli Eğitim
Bakanlığı’nın öğretmenlerin kariyer basamaklarında ilerlemeleri hususunda
çıkaracağı yönetmeliğin 7354 sayılı Kanun’un 6’ncı maddesinin uygulanmasını
sağlaması ve ona aykırı olmaması için; yönetmelik çıkartılmasına cevaz veren
kanuni hükmün, hangi iş ve işlemlerin yasal çerçeve içinde kalacağına yönelik
temel çerçeve ve sınırları belirlemesi gerekmektedir. Aksi bir tutum, kanunun
uygulanmasını sağlamaya ilişkin Anayasal işlevinin ötesine geçerek, şekli
anlamda kanun aracılığıyla, yönetmeliğe, maddi anlamda kanun koyma yetkisinin
tanınması ve aşırı geniş bir düzenleme alanının idarenin uhdesine bırakılması
anlamına gelecektir. İhtilaflı kurala bakıldığında, ortada, idare tarafından
tecessüm ettirilmeye elverişli bir kanuni genel düzenleme yoktur. İdare
tarafından takdir yetkisinin keyfi biçimde kullanılmasına neden olabilecek
iptali talep edilen fıkra, Anayasa’nın 124’üncü maddesine de aykırıdır.
e) Kamu hizmetinde görevin gerekli
kıldığı nitelikler bakımından: Anayasa’nın 70’inci maddesinde yer alan ve her
Türk vatandaşına eşit şekilde tanınan kamu hizmetine girme hakkı, kamu hizmeti
icra edecek personellerin istihdamının liyakata dayalı bir sistem içerisinde
gerçekleşmesini sağlar. Anayasa; ödevle nitelik arasında sıkı bir ilişki
bulunduğunu, bunun dışında hizmete alınmada hiçbir nedenin gözetilemeyeceğini,
daha açık bir anlatımla ayrımın yalnızca ödev-nitelik ilişkisi yönünden
yapılması gerektiğini buyurmaktadır. O halde ödevle, onun gerektirdiği niteliği
birbirinden ayrı düşünmeye olanak yoktur. Buna göre, o nitelikler görevlilerde
bulunmadıkça o ödev yerine getirilemeyecek ya da ödev, görevin gerekleri
doğrultusunda yerine getirilmemiş olacak demektir. Kamu hizmetlerinin
özellikleri olduğu ve bu hizmetleri gören idare ajanlarının da özel statülere
bağlı bulunduğu bilinen bir gerçektir. Memurlarda yasalarca aranan nitelikler
ve onlar hakkında yasalarda öngörülen kısıtlamalar, kamu hizmetinin etkin ve
esenlikli bir biçimde yürütülmesi amacına yöneliktir (Anayasa Mahkemesi’nin
09.10.1979 tarihli ve 1979/19 E.; 1979/39 K. sayılı Kararı).
Anayasa’nın 128’inci maddesinde temelini
bulan ve hukuk devletinin ana halkasını oluşturan kanunilik ilkesi ışığında,
Anayasa’nın 70’inci maddesi ele alındığında görüleceği üzere; kamu hizmetine
girme hakkının temel bir hak olarak etkililiği, maddenin “Hizmete alınmada,
görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez” şeklindeki
ikinci fıkrasında yer alan “görevin” ibaresinin; kamu hizmeti görülürken ifa
edilecek görevin (ve kariyer basamaklarında ilerlemenin), (bir kimsenin bu
unvana uygun olduğunun objektif kriterlere göre tespitinin yapılabilmesi
amacıyla) kanun düzeyinde açıklanmasını gerektirir. Aksi bir tutum, bir başka
deyişle kamu hizmeti görecek öğretmenlerin kariyer
basamaklarında ilerlemesinin usul ve esaslarını belirleme yetkisini
idarenin keyfi uygulamalarına, kayırmacılığa neden olabilecek takdir yetkisine
bırakmak; Anayasal amacın (kamu hizmeti icra edecek personelin istihdamının
liyakate dayalı bir sistem içerisinde gerçekleşmesini sağlamak) bertaraf
edilmesine neden olacak, anılan hakkın istekli kimseler bakımından eşit düzeyde
güvence altına alınmasına engel oluşturacaktır. Diğer bir deyişle, öğretmenlerin
kariyer basamaklarında ilerlemelerine ilişkin usul ve esaslarının liyakat
esasının gereklerini karşılayacak açıklıkta olması ve vatandaşların eşit
şekilde kamu hizmetine girme haklarının idarenin keyfî işlemler tesis etme
ihtimaline karşı kanun seviyesinde korunması gerekmektedir. Bu nedenle anılan
gereklilikleri karşılamayan ihtilaflı fıkra, Anayasa’nın 70’inci maddesine de
aykırıdır.
Nitekim Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa’nın
70’inci maddesi ile ilişkilendirerek verdiği bir iptal kararının müteallik
bölümü:
“1- KHK’nin 37. Maddesinin (2), (3) ve (4) Numaralı Fıkraları
KHK’nin 37. maddesinde, Gümrük ve Ticaret Uzmanlığı ve Uzman Yardımcılığı
kadroları kurulmuş ve bu kadrolarda görev yapacak kişilerin atanma usul ve
esasları düzenlenmiştir. Anılan maddenin (2) numaralı fıkrasında, Gümrük ve
Ticaret Uzman Yardımcılığına atanmanın koşulları; (3) numaralı fıkrasında,
Gümrük ve Ticaret Uzmanlığına atanmanın koşulları ile bu koşulları yerine
getiremeyen Uzman Yardımcılarının bu unvanlarını kaybedecekleri ve Bakanlıkta
durumlarına uygun kadrolara atanacakları; (4) numaralı fıkrasında ise Gümrük ve
Ticaret Uzmanı ile Uzman Yardımcılarının mesleğe alınmaları, yetiştirilmeleri,
yarışma sınavı, tez hazırlama ve yeterlik sınavı ile diğer hususların
yönetmelikle düzenleneceği kurala bağlanmıştır.
Anayasa’nın 91. maddesinin birinci fıkrasında “Sıkıyönetim ve
olağanüstü haller saklı kalmak üzere, Anayasanın ikinci kısmının birinci ve
ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile
dördüncü bölümde yer alan siyasî haklar ve ödevler...”in kanun hükmünde
kararnamelerle düzenlenemeyeceği belirtilmiştir. Öte yandan, Anayasa’nın “Kamu
hizmetlerine girme hakkı” başlıklı 70. maddesinin birinci fıkrasında, her Türk’ün,
kamu hizmetlerine girme hakkına sahip olduğu belirtildikten sonra ikinci
fıkrasında hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir
ayırım gözetilemeyeceği kurala bağlanmıştır. Buna göre, Anayasa’nın “Siyasi
Haklar ve Ödevler” başlıklı dördüncü bölümünde yer alan ve 70. maddesinde
korunan kamu hizmetlerine girme hakkına ilişkin olarak kanun hükmünde kararname
ile düzenleme yapılması mümkün değildir.
Gümrük ve Ticaret Uzmanlığı ve Uzman Yardımcılığı kadrolarına
giriş koşullarının belirlenmesi, Anayasa’nın 70. maddesine göre kamu hizmetine
girme hakkına ilişkin olduğundan, bu hususu düzenleyen KHK’nin 37. maddesinin
(2), (3) ve (4) numaralı fıkraları, Anayasa’nın 91. maddesinin birinci
fıkrasına aykırıdır. İptalleri gerekir.”
şeklindedir (Anayasa Mahkemesi’nin 08.11.2012 tarihli ve 2011/87
E.; 2012/176 K. sayılı Kararı).
f) Kuvvetler ayrılığı ilkesi, hiçbir kimsenin
veya organın Anayasa’dan kaynaklanmayan bir yetkiyi kullanamaması ve Anayasa
Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı bakımından: Anayasa Mahkemesi kararlarında
Anayasa’nın 153’üncü maddesinde belirtilen bağlayıcılık ilkesine aykırılıktan
söz edilebilmesi için iptal edilen kuralla dava konusu yeni düzenlemenin içerik
ve kapsam bakımından aynı ya da benzeri olması gerektiği belirtilmektedir (Anayasa
Mahkemesi’nin 12.11.1991 tarihli ve 1991/7 E.: 1991/43 K. sayılı Kararı).
Anayasa Mahkemesi, eldeki dava konusuyla benzer bir hüküm ihtiva eden düzenleme
hakkında verdiği bir iptal kararında “… Buna
göre, (Telekomünikasyon) Kurum’da
çalışan memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev
ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ile diğer özlük
işlerinin yasayla düzenlenmesi gerekirken, buna ilişkin düzenlemelerin Bakanlar
Kurulu’na bırakılması, Anayasa’nın 128’inci maddesine aykırıdır. Bu nedenle
kuralın iptali gerekir…” şeklinde gerekçe kaleme almıştır (Anayasa Mahkemesi’nin
12.12.2007 tarihli ve 2002/35 ve 2002/95 sayılı Kararı).
Yine Anayasa Mahkemesi’nin, 20.06.2004 tarihli ve 5204 sayılı
Milli Eğitim Temel Kanunu ve Devlet Memurları Kanununda Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Kanun Hakkında verdiği kararının müteallik bölümü:
“5204 sayılı Yasa’nın 1. maddesinin altıncı fıkrasında, “Öğretmenlik
kariyer basamaklarında yükseleceklerin gireceği sınav, sınava katılacaklarda
aranacak en az çalışma süresi, hizmet içi eğitim veya lisansüstü eğitim
nitelikleri, her bir değerlendirme ölçütüne ilişkin hususlar ve puan değerleri,
alanında ya da eğitim bilimleri alanında tezli yüksek lisans veya doktora
öğrenimini tamamlamış olanlardan uzman öğretmenlik veya başöğretmenlik için
aranacak kıdem, hizmet içi eğitim, etkinlikler (bilimsel, kültürel, sanatsal ve
sportif çalışmalar) ve sicil (iş başarımı) şartları ve puan değerleri, branşlar
temelindeki uzman öğretmenlik ve başöğretmenlik sayıları, yükselmeye ilişkin
usul ve esaslar ile diğer hususlar Maliye Bakanlığı ve Devlet Personel
Başkanlığının uygun görüşleri alınarak Millî Eğitim Bakanlığınca çıkarılacak
yönetmelikle düzenlenir.” hükmü yer almaktadır.
Kuralda yönetmeliğe bırakılan “sınava katılacaklarda aranacak en
az çalışma süresi”, “alanında ya da eğitim bilimleri alanında tezli yüksek
lisans veya doktora öğrenimini tamamlamış olanlardan uzman öğretmenlik veya
başöğretmenlik için aranacak kıdem,”, “branşlar temelindeki uzman öğretmenlik
ve başöğretmenlik sayıları,” ve “ile diğer hususlar” ibareleri kariyer
basamaklarında yükselme hakkından yararlanabilmeye ilişkindir.
Anayasa’nın 7. maddesine göre Yasama yetkisi Türk Milleti adına
Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez. Anayasa’nın 124.
maddesinin birinci fıkrasına göre, yönetmelikler, kanunların ve tüzüklerin
uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla çıkarılabilir.
Yasayla düzenleme, konunun tüm ayrıntılarının yasayla
belirlenmesini değil, temel ilkelerin, ölçü ve sınırların yasada gösterilip
uzmanlık ve teknik konulara yönelik ayrıntıların düzenlenmesinin yürütme organına
bırakılmasını ifade eder. Yasada, yönetmelikle düzenlenecek konuların
çerçevesinin, Anayasa yargısı bağlamında denetime olanak verecek biçimde
düzenlenmiş olması gerekir. Kuraldaki “sınava katılacaklarda aranacak en az
çalışma süresi”, “alanında ya da eğitim bilimleri alanında tezli yüksek lisans
veya doktora öğrenimini tamamlamış olanlardan uzman öğretmenlik veya
başöğretmenlik için aranacak kıdem,”, “branşlar temelindeki uzman öğretmenlik
ve başöğretmenlik sayıları,” ve “ile diğer hususlar” ibarelerinin
belirlenmesinde belirtilen çerçeveye yer verilmediği açıktır. Bu nedenlerle
kuraldaki anılan ibareler Anayasa’nın 2. ve 7. maddelerine aykırıdır. İptalleri
gerekir.”
şeklindedir (Anayasa Mahkemesi’nin 21.05.2008 tarihli ve 2004/83
ve 2008/107 sayılı Kararı).
Anayasa Mahkemesi’nin verdiği iptal kararı karşısında; kanun
koyucunun Anayasa’nın 2, 7 ve 128’inci maddelerine -benzer sakatlıktan muzdarip
olması hasebiyle- aykırı olan iptali talep edilen fıkrayı kanunlaştırması,
Anayasa’nın 153’üncü maddesini ihlal ettiği gibi, hiçbir kimse ve organın
kaynağını Anayasa’dan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağını öngören 6’ncı
maddesine ve Anayasa’nın Başlangıç bölümünde yer alan kuvvetler ayrılığı ilkesine
de halel getirmektedir.
g) Eşitlik ilkesi bakımından: İptali talep edilen fıkranın
idareye (Bakanlığa) verdiği sınırsız takdir yetkisi, aynı niteliklere sahip ve
aynı şartları taşıyan öğretmenler arasında veya uzman öğretmenler arasında
idare tarafından kayırma/ayrımcılık yapılmasına neden olabileceğinden; anılan
fıkra, Anayasa’nın 10’uncu maddesinde yer alan eşitlik ilkesine de aykırıdır.
İhtilaflı kural, aynı şekilde, kamu hizmetinde (öğretmenlik mesleği kariyer
basamaklarında) ilerlemeye esas alınacak objektif şartları öngörmemesi
sebebiyle de, yine eşitlik ilkesini ihlal etmektedir. Zira eşitlik ilkesinin
ihlal edilip edilmediği hususunun tespiti, münferit olayda benzer kişi
kategorileri arasında gerçekleştirilen ayrıma ilişkin bir “haklı neden”in var
olup olmadığına göre yapılır. Ne var ki, iptali talep edilen fıkranın idareye
verdiği keyfi uygulamalara sebep olabilecek sınırsız takdir yetkisi, Bakanlık
tarafından aynı şartlara ve niteliklere sahip öğretmenlerden veya uzman
öğretmenlerden birinin (sırasıyla) uzman öğretmen veya başöğretmen unvanına
sahip olmasına diğerinin olamamasına ilişkin haklı nedeni somutlaştırmaya
elverişli değildir. Başka bir anlatımla, öğretmenlerin
kariyer basamaklarında ilerlemelerine ilişkin
usul ve esasların belirlenmesinin idareye bırakılması, görevin / mesleğin
gerektirdiği nitelikler bakımından aynı durumda olan kişi kategorileri arasında
haklı nedene dayanmayan ve keyfî muamele farklılıklarına yol açacaktır. Bu
nedenle anılan fıkra, Anayasa’nın 10’uncu maddesine aykırıdır.
ğ) Çalışma barışı bakımından: Anayasa’nın 2 ve
5’inci maddeleriyle Devlete verilen “sosyal devlet” niteliğinin bir görünümü,
Anayasa’nın 49’uncu maddesiyle Devlete yüklenen çalışma barışını sağlamak için
gerekli tedbirleri alma yükümlülüğüdür. Anayasa Mahkemesi, “Anayasa’nın 49.
maddesine göre, çalışma, herkesin hakkı ve ödevidir. Devlete karşı ileri
sürülecek bu hak, bireylere zorlama yetkisi ve yaptırımı vermemiştir. Devlet,
olanakları ölçüsünde, yeterli örgütler kurarak iş bulmayı kolaylaştırıp
sağlamak için gerekli önlemleri almakla yükümlüdür. Devletin herkese iş verme,
herkesi işe yerleştirme zorunluluğu bulunmamaktadır. İşsizliği önlemek amacıyla
yapacağı çalışmalarla Devlet, öncelikle kamu sektöründe iş vermek yolunu
izleyecek, bu nedenle de yasal düzenlemeler yapacaktır.” şeklinde hüküm kurmak
suretiyle; Anayasa’nın 49’uncu maddesinin kapsama alanında özel sektörün yanı
sıra kamu sektörünün de değerlendirileceğine işaret etmiştir (Anayasa
Mahkemesi’nin 19.12.1989 tarihli ve 1989/14 ve 1989/49 sayılı Kararı). O halde
Devlet, hem özel sektörde hem de kamu sektöründe çalışma barışını sağlamalıdır.
Ancak iptali talep edilen fıkra; öğretmenler
arasında eşitsiz bir muamele oluşturacağından; çalışma barışının da bozulmasına
neden olacaktır. Çalışma barışının bozulması; öğretmenler arasında bölünmelere ve
okul idaresi – veli – öğretmen arasında anlaşmazlıklara yol açabilecektir;
mesleki dayanışmayı azaltabilecektir; eğitim ve öğretim hizmetlerini yürütmekle
görevli olan öğretmenlerin ilgilerini başka alanlara yöneltmesine;
sorumluluklarını yeteri kadar yerine getirememelerine sebep olabilecektir. Bu nedenle iptali talep edilen fıkra, Anayasa’nın 2, 5
ve 49’uncu maddelerine de aykırıdır.
h) Maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme ile eğitim
hakları, eşitlik ilkesi, gençliğin korunması, temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasının sınırları bakımından:
Anayasa’nın Başlangıç bölümü gereğince her Türk vatandaşı, bu
Anayasa’daki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince
yararlanarak milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat
sürdürme ve maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine
doğuştan sahiptir. Öte yandan Devletin Anayasa’nın 5’inci maddesinde sayılan
temel amaç ve görevleri arasında “insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi
için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak” yer almaktadır. Bununla birlikte
Anayasa’nın 17’nci maddesi uyarınca herkes, maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına sahiptir. Bireyin maddi ve manevi varlığı geliştirmesinin
yollarından biri de Anayasa’nın 42’nci maddesinde güvence altına alınan eğitim
hakkının kullanılmasıyla mümkündür. Öte yandan Anayasa’nın 58’inci maddesi
uyarınca Devlet, istiklal ve Cumhuriyetimizin emanet edildiği gençlerin müspet
ilmin ışığında, Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda ve Devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmayı amaç edinen görüşlere karşı
yetişme ve gelişmelerini sağlayıcı tedbirleri alır. Söz konusu tedbirlerden
birinin gençlere eğitim verilmesi olduğu izahtan varestedir. Nitekim 1739
sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun “Genel Amaçlar” başlıklı 2’nci maddesi:
“Türk
Milli Eğitiminin genel amacı, Türk Milletinin bütün fertlerini,
1. Atatürk inkılap ve
ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; Türk
Milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen,
koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye
çalışan, insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan
demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı
görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar
olarak yetiştirmek;
2. Beden, zihin,
ahlak, ruh ve duygu bakımlarından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş bir
kişiliğe ve karaktere, hür ve bilimsel düşünme gücüne, geniş bir dünya görüşüne
sahip, insan haklarına saygılı, kişilik ve teşebbüse değer veren, topluma karşı
sorumluluk duyan; yapıcı, yaratıcı ve verimli kişiler olarak yetiştirmek;
3. İlgi, istidat ve
kabiliyetlerini geliştirerek gerekli bilgi, beceri, davranışlar ve birlikte iş
görme alışkanlığı kazandırmak suretiyle hayata hazırlamak ve onların,
kendilerini mutlu kılacak ve toplumun mutluluğuna katkıda bulunacak bir meslek
sahibi olmalarını sağlamak;
Böylece bir yandan
Türk vatandaşlarının ve Türk toplumunun refah ve mutluluğunu artırmak; öte
yandan milli birlik ve bütünlük içinde iktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmayı
desteklemek ve hızlandırmak ve nihayet Türk Milletini çağdaş uygarlığın yapıcı,
yaratıcı, seçkin bir ortağı yapmaktır.”
şeklindedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre eğitim hakkı,
“…belirli bir zamanda mevcut eğitim kurumlarına erişim (Belçika
dil davası, § 4, syf. 31), bilgi aktarımı ve düşünsel gelişim hakkını (Campbell
ve Cosans / Birleşik Krallık, § 33) ve ayrıca alınan eğitimden yarar sağlama
olanağını, diğer bir deyişle, her bir Devlet’te geçerli kurallara uygun olarak
ve bir veya başka bir şekilde (örneğin yeterlilik yoluyla), tamamlanan eğitimin
resmi olarak tanınmasını elde etme hakkını (Belçika dil davası, §§ 3-5, syf.
30-32) kapsamaktadır. 1 No’lu Protokol’ün 2. maddesi, ilkokul eğitiminin (Sulak
/ Türkiye (k.k.)) yanında ortaokul eğitimi (Kıbrıs / Türkiye [BD], § 278),
yüksekokul eğitimi (Leyla Şahin / Tirkiye [BD], § 141; Mürsel Eren / Türkiye, §
41) ve uzmanlık eğitimiyle de ilgilidir. Bu nedenle, 1 No’lu Protokol’ün 2. maddesinde
güvence altına alınan hakkın sahipleri, çocukların yanında yetişkinler veya
gerçekte eğitim hakkından faydalanmak isteyen herkestir (Velyo Velev /
Bulgaristan). 13. Ayrıca, Devlet, devlet okullarının yanında özel okullardan da
sorumludur (Kjeldsen, Busk Madsen ve Pedersen / Danimarka). Son olarak, Devlet’in
öğrencileri Devlet ve özel okullarda kötü muameleye maruz kalmaktan koruma
pozitif yükümlülüğü bulunmaktadır (O’Keeffe / İrlanda [BD], §§ 144-152). 1 No’lu
Protokol’ün 2. maddesinin ilk cümlesinde güvence altına alınan eğitim hakkı,
doğası gereği, Devlet tarafından kamunun ve bireylerin ihtiyaçları ve
kaynakları doğrultusunda zamana ve yere göre değişiklik gösterebilecek bir
düzenleme yapılmasını gerektirmektedir. Söz konusu düzenleme, eğitim hakkının
esasına halel getirmemeli veya Sözleşme’de güvence altına alınan diğer haklarla
çelişmemelidir. Bu nedenle, Sözleşme, kamunun genel çıkarlarını korumak ve
temel insan haklarına saygı arasında adil bir denge kurulmasına işaret
etmektedir (Belçika dil davası, § 5, syf. 32).”[83]
O halde yasama organı tarafından kanunlaştırılan bu metnin,
muhatap kılınan bireylerin eğitim hakkı gözetilerek kaleme alınması
gerekmektedir. Ancak açıklandığı üzere öğretmenlerin kariyer basamaklarında
ilerlemelerine ilişkin usul ve esasların belirlenmesinin Bakanlığa bırakılması,
Anayasa’nın anılan hükümlerini ihlal etmek suretiyle donanımlı olmalarını
engelleyeceğinden; öğrencilerin de nitelikli eğitimden yararlanmasının önüne
geçecek, eğitim hakkı ve dolayısıyla maddi ve manevi varlığını geliştirme hakkı
ihlal edilecektir. Olanakları sınırlı, zor koşullardaki çocuklarımızın ücretsiz
ve kaliteli bir eğitime erişmek suretiyle yaşam becerisine sahip olmasının,
kendilerini gerçekleştirmelerinin, maddi ve manevi varlıklarını geliştirmelerinin
önüne geçilecektir. Öte yandan gençlere niteliksiz bir eğitim verilmesi,
Devletin Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda ve Devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmayı amaç edinen görüşlere karşı
yetişme ve gelişmelerini sağlayıcı tedbir alma yükümlülüğünü yerine
getirememesine neden olacaktır.
Diğer taraftan Anayasa’nın 10 ve 42’nci maddeleri birlikte
değerlendirildiğinde görüleceği üzere; eğitim hakkı, eşitlik ilkesi üzerine
inşa edilmelidir. Başka bir deyişle gelir, kültür ve bölgesel kalkınma düzeyi
farklılığının yoğun seyrettiği ülkemizde Devlet, eğitimde fırsat ve olanak eşitliğine
imkan sağlamak suretiyle söz konusu pozitif yükümlülüğü tüm vatandaşlar (ve
Anayasa’nın 42’nci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “kimse” ibaresinin
delaletiyle herkes) bakımından icra edebilecektir. Ancak kanun koyucu, eğitim
ve öğretim hizmetlerini yürütecek olan öğretmenlerin kariyer
basamaklarında ilerlemelerine ilişkin usul ve
esasları tespit etme görevini, idarenin düzenleme alanının konusu yapmış,
öğrencilerin nitelikli öğretmene erişimi için kanun düzeyinde temel ilkeleri
çizmekten imtina etmiş, dahası bu yükümlülüğün ifası için (işbu dilekçe boyunca
somut bulgularla teşhir edildiği üzere) özensiz bir meslek kanunu çıkararak
öğretmenler özelinde modern, demokratik, laik toplumun inşasına hizmet eden bir
eğitim politikası oluşturmamıştır.
Bununla birlikte kanun koyucu öğretmenlerin kariyer
basamaklarında ilerlemelerine ilişkin usul ve
esasları belirleme yetkisini Milli Eğitim Bakanlığı’nın uhdesine bırakmak
suretiyle; temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasının sınırlarını
düzenleyen Anayasa’nın 13’üncü maddesinde yer alan kanunilik kaydına halel
getirmiştir; demokratik toplumun gereklerine riayet etmemiştir. Diğer bir
deyişle eğitim hakkının kullanılması için gerekli olanağı ve fırsatı sunma
yükümlülüğü olan Devletin, bu yükümlülüğü tam manasıyla ifası, iyi yetişmiş,
donanımlı öğretmenlerle mümkündür. Aksi bir tutum, eğitim hakkının kısıtlanması
sonucunu doğuracaktır. Kanun koyucu da bu niteliklerin (kariyer basamaklarında
ilerlemenin) yürütme tarafından tespit edilmesine cevaz vererek; hakkın
kısıtlanmasının önünü açmıştır. Kaldı ki demokratik bir toplum, eğitim hakkının
herkese nitelikli bir biçimde tanınmasını gerektirir. Tüm bu nedenlerle anılan
fıkra, Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 5, 10, 13, 17, 42 ve 58’inci maddelerine
aykırıdır.
i)İnkılâp
Kanunlarının (“03.03.1340 tarihli ve 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu”) korunması
bakımından:
Aliefendioğlu’nun
belirttiği üzere “Anayasada sayılan inkılap yasaları T.C. Devletinin dayandığı
8 temel yasadır.”[84] Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 174’üncü
maddesiyle ilgili olarak “Maddede sayılan Devrim
Yasalarının Anayasa’nın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan
hükümlerinin Anayasa’ya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaması ve
yorumlanamamasının öngörülmesi, bu yasalara, diğerlerinden farklı anayasal bir
güvence sağlamaktadır. Ancak bu durumun onlara, Anayasa gücü ve değeri
kazandırdığı kabul edilerek, Anayasa’ya uygunluk denetimine esas alınmaları
olanaklı değildir...” şeklinde hüküm kurmuştur (Anayasa Mahkemesi’nin
16.09.2018 tarihli ve 1997/62 E.: 1998/52 K. sayılı Kararı). Elbette Anayasa
Mahkemesi tarafından belirtildiği üzere; Anayasa’nın 174’üncü maddesi, Anayasa’nın
ruhunun somutlaştığı İnkılâp Kanunlarının normatif değerini Anayasal hüküm
haline getirmeyeceği gibi Anayasa yargısında, Anayasa’ya uygunluk denetiminde
ölçü norm kılmaz, Anayasallık bloğunun kapsamında değerlendirilmesini sağlamaz.
Ancak Anayasa’nın 174’üncü maddesiyle İnkılâp Kanunlarına münhasıran tanınan
anayasal güvenceye halel getirilmemesi, ilgileri bulunduğu alanda yapılan
düzenlemelerin anılan Kanunların ışığında (amacı ve çizdiği sınırlar
çerçevesinde) kaleme alınmasıyla mümkündür. Diğer bir deyişle eldeki dava
konusunun içeriği, nitelikli öğretmenler marifetiyle Atatürk ilkeleri ışığında
eğitimin modernleşmesine hizmet eden Tevhidi Tedrisat Kanunu’ndan arı
düşünülemez. Eldeki dava konusu gibi nihayetinde eğitim alanına sirayet eden
düzenlemeler, Anayasa’ya uygun olduğu ölçüde; Tevhidi Tedrisat Kanunu, anayasal
güvenceye sahip olacaktır. Açıklandığı üzere eldeki dava konusunun Anayasa’ya
aykırılığı, anılan İnkılâp Kanunu’nun Anayasal güvenceden yoksun bırakılmasına
neden olduğundan; iptali talep edilen fıkra, Anayasa’nın 174’üncü maddesine de
aykırıdır.
ı) Uluslararası andlaşmaların iç hukuka etkisi bakımından:
Anayasa’nın 90’ıncı maddesine göre temel hak ve özgürlüklere ilişkin usulüne
göre yürürlüğe konmuş uluslararası anlaşmalar, (kanunlara nazaran hakkı
koruyucu, kullanımını genişletici hükümler barındırması kaydıyla) normlar
hiyerarşisinde kanunun üstündedir. İptali talep edilen fıkra, eğitim hakkına
ilişkin İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 26’ncı; Ekonomik, Sosyal ve
Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 13’üncü[85];
Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 28 ve 29’uncu[86];
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Ek 1 No’lu Protokolü’nün 2’nci[87]
maddelerini; adil çalışma koşullarına ilişkin İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin
23’üncü; (Gözden Geçirilmiş) Avrupa Sosyal Şartı’nın 3 ve 22’nci maddeleri; ILO’nun
94 No’lu Çalışma Şartları (Kamu Sözleşmeleri) Sözleşmesi ile 151 No’lu Çalışma
İlişkileri (Kamu Hizmeti) Sözleşmesi’ni ihlal ettiğinden Anayasa’nın 90’ıncı
maddesine de aykırıdır.
Tüm bu nedenlerle, 7354 sayılı Kanun’un 6’ncı maddesinin
sekizinci fıkrası, Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 2, 5, 6, 7, 10, 13, 17, 42,
49, 58, 70, 90, 123, 124, 128, 153 ve 174’üncü maddelerine aykırıdır; anılan
fıkranın iptali gerekir.
III. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ
03.02.2022 tarihli ve 7354 sayılı Öğretmenlik Meslek Kanunu ile
getirilen iptali talep edilen düzenlemeler, Anayasa’ya aykırıdır. Kamu
yararına aykırı olan, telafisi mümkün olmayacak sonuçlara yol açacak bu
düzenlemelerin iptal davası sonuçlanana kadar yürürlüğünün durdurulması
gerekmektedir.
Nitekim anayasal düzenin hukuka aykırı kural ve düzenlemelerden
en kısa sürede arındırılması, hukuk devleti sayılmanın en önemli gerekleri
arasında sayılmaktadır. Anayasa’ya aykırılıkların sürdürülmesi, özenle
korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyecektir. Hukukun
üstünlüğünün sağlanamadığı bir düzende, kişi hak ve özgürlükleri güvence
altında sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesi hukuk devleti yönünden
giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol açacaktır.
Bu zarar ve durumların doğmasını önlemek amacıyla, Anayasa’ya
açıkça aykırı olan ve iptali istenen hükmün iptal davası sonuçlanıncaya kadar
yürürlüğünün de durdurulması istenerek Anayasa Mahkemesi’ne dava açılmıştır.
IV. SONUÇ VE İSTEM
03.02.2022 tarihli ve 7354 sayılı Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun
1) 3’üncü maddesinin dördüncü fıkrası, Anayasa’nın Başlangıç
bölümüne, 2, 5, 6, 7, 10, 13, 17, 42, 49, 55, 58, 70, 90, 123, 128, 153 ve 174’üncü
maddelerine,
2) 4’üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Millî Eğitim
Bakanlığınca” ibaresi, Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 2, 5, 6, 7, 10, 13, 17,
42, 48, 49, 58, 70, 90, 123, 128, 153 ve 174’üncü maddelerine,
3) 5’inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “yönetmelikle
belirlenen” ibaresi, Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 2, 5, 6, 7, 10, 13, 17,
42, 48, 49, 58, 70, 90, 123, 124, 128, 130, 153 ve 174’üncü maddelerine,
4) 5’inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “7/4/2021
tarihli ve 7315 sayılı Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Kanununa göre
güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılmış olma”
ibaresi, Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 2, 5, 6, 7, 10, 13, 17, 20, 42, 48,
49, 58, 70, 90, 123, 128, 153 ve 174’üncü maddelerine,
5) 5’inci maddesinin birinci fıkrasında yer
alan “ve/veya” ile “sınavlarda” ibarelerinin, Anayasa’nın
Başlangıç bölümüne, 2, 5, 6, 7, 10, 13, 17, 42, 48, 49, 58, 70, 90, 123, 128,
153 ve 174’üncü maddelerine,
6) 5’inci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “zorunlu hâller
dışında” ibaresi, Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 2, 5, 6, 7, 10, 49, 90, 123,
128 ve 153’üncü maddelerine,
7) 5’inci maddesinin üçüncü fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “Adaylık
Değerlendirme Komisyonu tarafından yapılan değerlendirme sonucunda” ibaresi,
Anayasa’nın Başlangıç bölümüne, 2, 5, 6, 7, 10, 13, 17, 42, 48, 49, 58, 70, 90,
123, 128, 153 ve 174’üncü maddelerine,
8) 5’inci maddesinin dördüncü fıkrasının (c) bendi ile 6’ıncı
maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi ve ikinci fıkrasının birinci cümlesinde
yer alan “kademe ilerlemesinin durdurulması cezası bulunmayan” ibaresi, Anayasa’nın
Başlangıç bölümüne, 2, 5, 10, 13, 17, 36, 38, 40, 42, 48, 49, 58, 70, 90, 125
ve 174’üncü maddelerine,
9) 5’inci maddesinin dördüncü fıkrasının (ç) bendi, Anayasa’nın
Başlangıç bölümüne, 2, 5, 6, 7, 10, 13, 17, 42, 48, 49, 58, 70, 90, 123, 128,
153 ve 174’üncü maddelerine,
10) 5’inci maddesinin altıncı fıkrası, Anayasa’nın Başlangıç
bölümüne, 2, 5, 6, 7, 10, 13, 17, 42, 48, 49, 58, 70, 90, 123, 124, 128, 153 ve
174’üncü maddelerine,
11) 6’ncı maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi ile ikinci
fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “ve mesleki gelişim alanlarında
başöğretmenlik için öngörülen çalışmaları tamamlayanlar” ibaresi, Anayasa’nın
Başlangıç bölümüne, 2, 5, 6, 7, 10, 13, 17, 42, 49, 58, 70, 90, 123, 128, 153
ve 174’üncü maddelerine,
12) 6’ncı maddesinin sekizinci fıkrası, Anayasa’nın Başlangıç
bölümüne, 2, 5, 6, 7, 10, 13, 17, 42, 49, 58, 70, 90, 123, 124, 128, 153 ve 174’üncü
maddelerine
aykırı olduğundan iptaline ve uygulanması halinde giderilmesi
güç ya da olanaksız zarar ve durumlar olacağı için, iptal davası sonuçlanıncaya
kadar yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesine ilişkin istemimizi saygı
ile arz ederiz.”