ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2022/110
Karar Sayısı : 2023/115
Karar Tarihi : 22/6/2023
R.G.Tarih-Sayı :
19/9/2023-32314
İPTAL DAVASINI AÇAN: Türkiye
Büyük Millet Meclisi üyeleri Engin ALTAY, Özgür ÖZEL, Engin ÖZKOÇ ile birlikte
129 milletvekili
İPTAL DAVASININ KONUSU: 1/7/2022 tarihli ve 7417 sayılı Devlet Memurları Kanunu
ile Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun’un;
A. 2. maddesiyle 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye
Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu’nun mülga ek 70. maddesinin yeniden
düzenlenen ikinci fıkrasında yer alan “...Cumhurbaşkanı...” ibaresinin,
B. 29. maddesiyle 18/1/1972 tarihli ve 1512 sayılı Noterlik
Kanunu’nun 27. maddesine eklenen üçüncü fıkranın,
C. 47. maddesiyle 1/7/2005 tarihli ve 5378 sayılı
Engelliler Hakkında Kanun’un geçici 3. maddesinin altıncı fıkrasının üçüncü
cümlesinde yer alan “...dört yılı...” ibaresinin “...sekiz yılı...”
şeklinde değiştirilmesinin,
Ç. 50. maddesiyle 13/6/2006 tarihli ve 5520 sayılı Kurumlar
Vergisi Kanunu’na eklenen geçici 15. maddenin (1), (2), (3), (4), (5), (6),
(7), (8), (9), (10), (11) ve (12) numaralı fıkralarının,
D. Geçici 1. maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan “...üçüncü
fıkrası...” ibaresinin,
Anayasa’nın 2., 5., 7., 10., 13.,
17., 20., 23., 35., 42., 49., 61., 73., 90. ve 128. maddelerine aykırılığı
ileri sürülerek iptallerine ve yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi
talebidir.
I. İPTALİ İSTENEN KANUN
HÜKÜMLERİ
Kanun’un iptali talep edilen
kuralların da yer aldığı;
1. 2. maddesiyle 5434 sayılı Kanun’un yeniden düzenlenen mülga
ek 70. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi ile ikinci fıkrası şöyledir:
“b) (Yeniden
düzenleme:1/7/2022-7417/2 md.) Zam, tazminat ve ödenekler ile benzeri ödemeler
toplamına karşılık gelmek üzere en yüksek Devlet memuru aylığı (ek gösterge
dahil) brüt tutarının;
- Ek göstergesi 8400 ve daha
yüksek olanlarda % 255’ine,
- Ek göstergesi 7800 (dahil) -
8400 (hariç) arasında olanlarda % 215’ine,
- Ek göstergesi 7000 (dahil) -
7800 (hariç) arasında olanlarda % 195’ine,
- Ek göstergesi 5400 (dahil) -
7000 (hariç) arasında olanlarda % 165’ine,
- Ek göstergesi 3600 (dahil) -
5400 (hariç) arasında olanlarda % 145’ine,
- Ek göstergesi 2800 (dahil) -
3600 (hariç) arasında olanlarda % 85’ine,
- Diğerlerinde % 55’ine,
tekabül eden miktarı, emeklilik
keseneğine ve kurum karşılığına tabi tutulur.
(Yeniden
düzenleme:1/7/2022-7417/2 md.) Birinci fıkradaki oranları, ayrı ayrı veya
birlikte üç katına kadar artırmaya, yukarıdaki ek gösterge gruplarını
değiştirmeye ve personel kanunlarında yer alan ek göstergelerin artırılması
halinde gruplardaki ek göstergeleri yeniden düzenlemeye Cumhurbaşkanı
yetkilidir.”
2. 29. maddesiyle 1512 sayılı Kanun’un üçüncü fıkranın
eklendiği 27. maddesi şöyledir:
“Atama usulü:
Madde 27 – (Değişik: 16/11/1989
- 3588/2 md.)
Birinci sınıf noterliğe birinci
sınıf, ikinci sınıf noterliğe birinci veya ikinci sınıf, üçüncü sınıf noterliğe
birinci, ikinci veya üçüncü sınıf noterler arasından, 22 nci maddeye göre
yapılan ilanları izleyen bir ay içinde başvuran isteklilerden birisi, Adalet
Bakanı tarafından atanır. Noterlik belgesi sahiplerinin üçüncü sınıf bir
noterliğe atanabilmesi, üçüncü veya daha üst sınıf noter isteklilerin
bulunmamasına bağlıdır. İkinci ve üçüncü sınıf noterliklere atamada bir üst
sınıftan olan noterlerin atanma isteği diğer isteklilere tercih edilir.
Bulunduğu noterlikte iki yılını doldurmamış bulunan noterlerin atanma isteği
nazara alınmaz.
(Değişik ikinci fıkra:
2/12/2014-6572/3 md.) Atama yapılırken aynı sınıftan noterlerin meslekteki
kıdemleri esas alınır. Kıdemde eşitlik hâlinde Adalet Bakanlığınca verilen
noterlik belge sıra numarası önce olan tercih edilir.
(Ek fıkra: 1/7/2022-7417/29
md.) İki defa yapılan ilana rağmen, birinci fıkra uyarınca atama yapılamayan
bir noterliğe; üst sınıf veya aynı sınıf noterler, bu sınıflardan isteklinin
bulunmaması halinde, bir alt sınıf noterler arasından atama yapılabilir. Bu
fıkra kapsamında yapılacak atamalarda birinci fıkranın son cümlesindeki iki
yıllık süre bir yıl olarak uygulanır.”
3. 47. maddesiyle 5378 sayılı Kanun’un üçüncü cümlesinde
ibare değişikliği yapılan geçici 3. maddesinin altıncı fıkrası şöyledir:
“(Ek fıkra: 4/7/2012-6353/34
md.) Bu Kanunun geçici 2 nci maddesi ile bu maddede belirtilen erişilebilirlik
standartlarının ve yükümlülüklerinin uygulanmasının izlenmesi ve denetimi her
ilde Aile ve Sosyal Politikalar, Bilim, Sanayi ve Teknoloji, İçişleri, Çevre ve
Şehircilik, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlıkları ile engelliler ile
ilgili konfederasyonların temsilcilerinden oluşan komisyon tarafından yapılır.
İhtiyaç halinde birden fazla komisyon kurulabilir. Denetim sonucunda ilgili
belediye ve kamu kurum ve kuruluşları ile umuma açık hizmet veren her türlü
yapıların ve açık alanların malikleri ile toplu taşıma araçlarının sahiplerine
eksikleri tamamlaması için birinci fıkrada belirtilen sürenin bitiminden
itibaren sekiz yılı geçmemek üzere ek süre verilebilir.”
4. 50. maddesiyle 5520 sayılı Kanun’a eklenen geçici 15. madde
şöyledir:
“GEÇİCİ MADDE 15- (Ek: 1/7/2022-7417/50 md.)
(1) Gerçek veya tüzel
kişilerce, yurt dışında bulunan; para, altın, döviz, menkul kıymet ve diğer
sermaye piyasası araçları 31/3/2023 tarihine kadar banka veya aracı kurumlara
bildirilir.
(2) Birinci fıkra kapsamına
giren varlıklar, yurt dışında bulunan banka veya finansal kurumlardan
kullanılan ve bu maddenin yürürlük tarihi itibarıyla kanuni defterlerde kayıtlı
olan kredilerin en geç 31/3/2023 tarihine kadar kapatılmasında kullanılabilir.
Bu takdirde, defter kayıtlarından düşülmesi kaydıyla, borcun ödenmesinde
kullanılan varlıklar için Türkiye’ye getirilme şartı aranmaksızın bu madde
hükümlerinden yararlanılır.
(3) Bu maddenin yürürlük
tarihi itibarıyla kanuni defterlerde kayıtlı olan sermaye avanslarının, yurt
dışında bulunan para, altın, döviz, menkul kıymet ve diğer sermaye piyasası
araçlarının bu maddenin yürürlüğe girmesinden önce Türkiye’ye getirilmek
suretiyle karşılanmış olması hâlinde, söz konusu avansların en geç 31/3/2023
tarihine kadar defter kayıtlarından düşülmesi kaydıyla bu madde hükümlerinden
yararlanılır.
(4) Gelir veya kurumlar
vergisi mükelleflerince sahip olunan ve Türkiye’de bulunan ancak kanuni defter
kayıtlarında yer almayan para, altın, döviz, menkul kıymet ve diğer sermaye
piyasası araçları ile taşınmazlar, 31/3/2023 tarihine kadar vergi dairelerine
beyan edilir.
(5) Birinci ve dördüncü
fıkra kapsamında bildirilen veya beyan edilen varlıklar 213 sayılı Kanun
uyarınca defter tutan mükellefler tarafından bildirim veya beyan tarihi
itibarıyla kanuni defterlere kaydedilir. Bilanço esasına göre defter tutan
mükellefler, bu madde hükümleri uyarınca kanuni defterlerine kaydettikleri
kıymetler için pasifte özel fon hesabı açarlar. Bu fon hesabı bildirim veya
beyan tarihinden itibaren iki yıl geçmedikçe işletmeden çekilemez, sermayeye
ilave dışında başka bir amaçla kullanılamaz, işletmenin tasfiye edilmesi
halinde ise vergilendirilmez. Serbest meslek kazanç defteri ile işletme hesabı
esasına göre defter tutan mükellefler, söz konusu kıymetleri defterlerinde
ayrıca gösterirler. Bu varlıklar dönem kazancının tespitinde dikkate alınmaz ve
bildirim veya beyan tarihinden itibaren iki yıl geçmesi koşuluyla vergiye tabi
kazancın ve kurumlar için dağıtılabilir kazancın tespitinde dikkate
alınmaksızın işletmeden çekilebilir. Gelir ve kurumlar vergisi mükellefiyeti bulunmayanlar,
bu fıkrada yer alan beyan dışındaki diğer şartlar aranmaksızın madde
hükümlerinden yararlanabilirler, bunlar tarafından taşınmaz dışındaki
varlıkların en geç beyan tarihi itibarıyla banka veya aracı kurumlara
yatırılmak suretiyle tevsik edilmesi zorunludur. Dördüncü fıkra kapsamında
beyan edilerek işletme kayıtlarına alınacak taşınmazların işletmeye devrine
ilişkin tapuda yapılacak işlemlerden, 2/7/1964 tarihli ve 492 sayılı Harçlar
Kanunu uyarınca harç alınmaz, bu taşınmazların işletmeye devri 193 sayılı
Kanunun mükerrer 80 inci maddesi uygulamasında elden çıkarma sayılmaz.
(6) Banka ve aracı
kurumlar, kendilerine bildirilen varlıklara ilişkin olarak bildirim sahibinden
bildirilen varlıkların değeri üzerinden 30/9/2022 tarihine kadar yapılan bildirimler
için %1, 1/10/2022 tarihi ila 31/12/2022 tarihi (bu tarih dahil) arasında
yapılan bildirimler için %2, 31/3/2023 tarihine kadar yapılan bildirimler için
%3 oranında peşin olarak tahsil ettikleri vergiyi, bildirimi izleyen ayın on
beşinci günü akşamına kadar vergi sorumlusu sıfatıyla bir beyanname ile bağlı
bulunduğu vergi dairesine beyan eder ve aynı sürede öderler. Şu kadar ki vergi
oranı; bildirilen varlıkların, Türkiye’deki banka ya da aracı kurumlarda açılan
hesaplara transfer edildiği veya yurt dışından getirilerek bu hesaplara
yatırıldığı tarihten itibaren en az bir yıl süreyle tutulması halinde %0 olarak
uygulanır. Bu takdirde, banka ve aracı kurumlar tarafından bildirim esnasında
tahsil edilerek vergi dairesine ödenen vergi, bildirim sahibinin ilgili vergi
dairesine başvurusu üzerine iade edilir.
(7) Vergi dairelerine beyan
edilen varlıkların değeri üzerinden %3 oranında vergi tarh edilir ve bu vergi,
tarhiyatın yapıldığı ayı izleyen ayın sonuna kadar ödenir. Bu fıkraya ve
altıncı fıkraya göre ödenen vergi, hiçbir suretle gider yazılamaz ve başka bir
vergiden mahsup edilemez.
(8) Bildirim ve beyana konu
edilen varlıklarla ilgili olarak 213 sayılı Kanunun amortismanlara ilişkin
hükümleri uygulanmaz. Bu varlıkların elden çıkarılmasından doğan zararlar,
gelir veya kurumlar vergisi uygulaması bakımından gider veya indirim olarak
kabul edilmez.
(9) Bildirilen veya beyan
edilen varlıklara isabet eden tutarlara ilişkin hiçbir suretle vergi incelemesi
ve vergi tarhiyatı yapılmaz. Diğer nedenlerle başlayan vergi incelemeleri ile
takdir komisyonu kararları sonucu bulunan matrah farkının madde kapsamında
bildirilen veya beyan edilen varlıklar nedeniyle ortaya çıktığının tespiti ve
bildirilen veya beyan edilen varlık tutarının, bulunan matrah farkına eşit ya
da fazla olması durumunda matrah farkına ilişkin tarhiyat yapılmaz. Bulunan
matrah farkının, bildirilen veya beyan edilen varlıklar nedeniyle ortaya
çıktığının tespitine rağmen söz konusu varlık tutarlarından büyük olması
durumunda sadece aradaki fark tutar üzerinden vergi tarhiyatı yapılır. Vergi
incelemesi veya takdir komisyonu kararları sonucunda bildirim veya beyana konu
edilen varlıklar dışındaki nedenlerle matrah farkı tespit edilmesi durumunda,
bu madde kapsamında bildirilen veya beyan edilen tutarlar, bulunan matrah
farkından mahsup edilmeksizin tarhiyat yapılır.
(10) Birinci fıkra uyarınca
bildirildiği halde, bildirilen varlıkların, bildirimin yapıldığı tarihten
itibaren üç ay içinde Türkiye’ye getirilmemesi veya Türkiye’deki banka ya da aracı
kurumlarda açılacak bir hesaba transfer edilmemesi ile bildirilen veya beyan
edilen tutarlara ilişkin tarh edilen vergilerin süresinde ödenmemesi ve bu
maddede yer alan diğer şartların yerine getirilmemesi hallerinde dokuzuncu
fıkra hükmünden yararlanılamaz. Vergi incelemesine başlanılan veya takdir
komisyonuna sevk edilen tarihten sonra bu madde kapsamında yapılan bildirim ve
beyanlar dolayısıyla söz konusu inceleme veya takdir komisyonu kararları
sonucunda yapılacak tarhiyatlar için de dokuzuncu fıkra hükmü uygulanmaz.
Tahakkuk eden verginin vadesinde ödenmemesi vergi aslının gecikme zammı ile
birlikte 6183 sayılı Kanun uyarınca takip ve tahsiline engel teşkil etmez.
Tahsil edilmiş olan vergiler red ve iade edilmez.
(11) Bildirim ve beyan
süresi sona erdikten sonra bildirim veya beyanlara ilişkin düzeltme yapılamaz.
(12) Hazine ve Maliye
Bakanlığı, madde kapsamına giren varlıkların Türkiye’ye getirilmesi ve
bildirimi ile işletmeye dâhil edilmelerine ilişkin hususları, bildirim ve
beyana esas şekli ile maddenin uygulanmasında kullanılacak bilgi ve belgeler
ile iade işlemlerine ve uygulamaya ilişkin usul ve esasları belirlemeye
yetkilidir.
(13) Bu maddeyi ihdas eden
Kanunla, Kanunun 10 uncu maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendinde yapılan
değişiklik hükmü, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce sermaye artırımı
yapan veya ilk defa kurulan şirketler için 2022 yılı hesap dönemi dahil olmak
üzere 5 hesap dönemi için uygulanır”
5. Geçici 1. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:
“(3) Konusu suç teşkil etmemek
ve kesinleşmiş bir yargı kararına müstenit olmamak kaydıyla, bu maddenin
yürürlük tarihine kadar personeline yemek yardımını nakden ödeyen ya da kupon,
kart, fiş, bilet ya da bu mahiyette bir ödeme aracı üzerinden gerçekleştirmek
amacıyla bu ödeme araçlarının teminini bütçesinden hizmet alımı yoluyla
karşılamış olan ve 25/6/2001 tarihli ve 4688 sayılı Kamu Görevlileri
Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanununun 32 nci maddesinin üçüncü fıkrası
hükümlerine aykırı olarak sosyal denge tazminatı verdiği tespit edilen il özel
idareleri, belediyeler, büyükşehir belediyeleri ve bağlı kuruluşlarının yetkili
ve görevli personeli hakkında idari veya mali yargılama ve takibat yapılamaz,
başlamış olanlar işlemden kaldırılır.”
II. İLK İNCELEME
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü
gereğince Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ, Rıdvan
GÜLEÇ, Recai AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin
MENTEŞ, İrfan FİDAN ve Kenan YAŞAR’ın katılımlarıyla 8/9/2022 tarihinde yapılan
ilk inceleme toplantısında dosyada eksiklik
bulunmadığından işin esasının incelenmesine, yürürlüğü durdurma talebinin esas
inceleme aşamasında karara bağlanmasına OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
III. ESASIN İNCELENMESİ
2. Dava dilekçesi ve ekleri,
Raportör Fatih TORUN tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, dava
konusu kanun hükümleri, dayanılan ve ilgili görülen Anayasa kuralları ve
bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra
gereği görüşülüp düşünüldü:
A. Kanun’un 2. Maddesiyle 5434 Sayılı
Kanun’un Mülga Ek 70. Maddesinin Yeniden Düzenlenen İkinci Fıkrasında Yer Alan “...Cumhurbaşkanı...”
İbaresinin İncelenmesi
1. Anlam ve Kapsam
3. 31/5/2006 tarihli ve 5510
sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun “5434 sayılı
Kanuna ilişkin geçiş hükümleri” başlıklı geçici 4. maddesinde; anılan Kanun’un
yürürlüğe girdiği tarihten önce 5434 sayılı Kanun uyarınca emekli aylığı
bağlananlar ile iştirakçi iken 5510 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği tarih
itibarıyla anılan Kanun’un 4. maddesinin
birinci fıkrasının (c) bendi kapsamına alınanlar ve yine söz konusu Kanun’un
yürürlüğe girdiği tarihten önce 5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olarak
çalışmış olup 5510 sayılı Kanun’un 4.
maddesinin birinci fıkrasının (c) bendine tabi olarak yeniden çalışmaya
başlayanlar ile bunların dul ve yetimleri hakkında anılan Kanun ile yürürlükten
kaldırılan hükümleri de dâhil olmak üzere 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre
işlem yapılmaya devam edileceği, geçici 4. madde kapsamına girenlerin aylıklarının
bağlanması, artırılması, azaltılması, kesilmesi, yeniden bağlanması, toptan
ödemeleri, ilgi devamı, ihya ve borçlanmaları, diğer ödemeler ile emekli
ikramiyeleri hakkında 5510 sayılı Kanun’la yürürlükten kaldırılan hükümleri de
dâhil olmak üzere 5434 sayılı Kanun’a göre işlem yapılacağı, yine 5510 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten önce iştirakçi
olup bu Kanun’un yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Kanun’un 4. maddesinin
birinci fıkrasının (c) bendi kapsamına alınanların kesenek ve karşılıkları,
fiili hizmet zammı ve itibari hizmet süresi karşılıkları ile %100 artış
farkları hakkında 5434 sayılı Kanun’un 5510 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmeden
önceki hükümleri uyarınca işlem yapılacağı belirtilmiştir.
4. Bu çerçevede 5434 sayılı Kanun
uyarınca sigortalılar (iştirakçiler) ve kurumlarından kesilecek emeklilik
kesenekleri ve kurum karşılıkları anılan Kanun’un mülga 14. ilâ mülga 19.
maddeleri ile mülga ek 70. maddesinde yer alan hükümler doğrultusunda hesaplanmaktadır.
5. Kanun’un mülga 14. maddesinde Emekli
Sandığının (Sandık) gelirleri belirlenmiş olup anılan maddenin (a) bendinde iştirakçilerin
emeklilik keseneğine esas aylık tutarları üzerinden her ay kesilecek %16
emeklilik kesenekleri; (d) bendinde ise (a) bendinde yazılı %16
emeklilik keseneğine karşılık %20, (b, c, ve ç) bentlerinde yazılı paralara
eşit olarak kurumlarınca verilecek karşılıklar Sandığın gelirleri
arasında sayılmıştır. Kanun’un mülga 15. maddesinde emeklilik keseneğine tabi
tutulacak aylık, ücret ve ödenekler belirlenmiş; mülga 16. maddesinde ise
emeklilik keseneklerinin kurumlarca aylık, ücret veya ödeneklerin bordrolarında
gösterileceği ve bunların hak sahiplerine ödenmesi sırasında kesileceği hükme
bağlanmıştır.
6. Kanun’un mülga 15. maddesinde
emeklilik keseneğine tabi tutulacağı belirtilen aylık, ücret ve ödeneklerin
yanı sıra Kanun’un mülga ek 70. maddesinin birinci
fıkrasının (b) bendinde kamu görevlilerinin görev aylıklarına esas alınan zam,
tazminat ve ödenekler ile benzeri ödemeler toplamına karşılık gelmek üzere en
yüksek devlet memuru aylığı (ek gösterge dâhil) brüt tutarının ek gösterge
oranları esas alınmak suretiyle Kanun’da belirlenen oranlara tekabül
eden miktarının da emeklilik
keseneğine ve kurum karşılığına tabi tutulacağı öngörülmüştür.
7. Dava konusu kuralda ise anılan
maddenin birinci fıkrasındaki oranları, ayrı ayrı veya birlikte üç katına kadar
artırmaya, yukarıdaki ek gösterge gruplarını değiştirmeye ve personel
kanunlarında yer alan ek göstergelerin artırılması hâlinde gruplardaki ek
göstergeleri yeniden düzenlemeye Cumhurbaşkanı’nın yetkili olduğu hükme
bağlanmıştır. Söz konusu fıkrada yer alan “...Cumhurbaşkanı...” ibaresi dava
konusu kuralı oluşturmaktadır.
2. İptal Talebinin Gerekçesi
8. Dava dilekçesinde özetle; dava konusu kuralla Cumhurbaşkanı’na tanınan yetkinin mülkiyet hakkını ihlal ettiği, yasama yetkisinin
devredilmezliği ilkesine aykırı olduğu,
ayrıca memurların ve diğer kamu görevlilerinin aylık
ve ödenekleri ile diğer özlük işlerinin kanunla düzenlenmesi gerektiği belirtilerek kuralın Anayasa'nın
7., 35. ve 128. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
3. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
9. 30/3/2011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun’un 43. maddesi uyarınca
kural, ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 13. maddesi yönünden de incelenmiştir.
10. Anayasa’nın 7. maddesinde “Yasama yetkisi Türk
Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.”
denilmektedir. Anayasa’nın açıkça kanunla
düzenlenmesini öngörmediği konularda kanunda genel ifadelerle düzenleme
yapılarak ayrıntıların düzenlenmesinin yürütmeye bırakılması mümkündür.
Anayasa’da münhasıran kanunla düzenleme yapılması öngörülmeyen konularda
yasamanın asliliği ve Cumhurbaşkanlığı kararnameleri haricinde geçerli olan
yürütmenin türevselliği ilkeleri gereği idari işlemlerin kanuna dayanması
zorunluluğu vardır. Ancak bu durumda kanunda belirlenmesi gereken çerçeve,
Anayasa’nın kanunla düzenlenmesini öngördüğü durumdakinden çok daha geniş
olabilecektir. Başka bir ifadeyle Anayasa’ya göre kanunla düzenlenmesi
gerekmeyen bir konu, kanuni dayanağı olmak kaydıyla idarenin düzenleyici
işlemlerine bırakılabilir (AYM, 19/2/2020, E.2018/91, K.2020/10, § 110).
11. Türevsel nitelikteki düzenleyici işlemler bakımından
kural olarak kanun koyucunun genel ifadelerle yürütme organını yetkilendirmesi
yeterli olmakla birlikte Anayasa’da kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda
genel ifadelerle yürütme organına düzenleme yapma yetkisi verilmesi yasama
yetkisinin devredilmezliği ilkesine aykırılık oluşturabilmektedir. Bu nedenle
Anayasa’da temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması, vergi ve benzeri mali
yükümlülüklerin konması ve memurların atanması, özlük hakları gibi münhasıran
kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda kanunun temel esasları, ilkeleri ve
çerçeveyi belirlemiş olması gerekmektedir. Anayasa koyucunun açıkça kanunla
düzenlenmesini öngördüğü konularda yasama organının temel kuralları saptadıktan
sonra uzmanlık ve idare tekniğine ilişkin hususları yürütmenin türevsel
nitelikteki işlemlerine bırakması, yasama yetkisinin devri olarak yorumlanamaz (AYM, E.2011/42, K.2013/60, 9/5/2013).
12. Anayasa’nın 35. maddesinde “Herkes,
mülkiyet ve miras haklarına sahiptir./Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla,
kanunla sınırlanabilir./ Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı
olamaz.” denilmektedir. Anayasa’nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan
mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her
türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır.
13. Mülkiyet
hakkı; kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve kanunların koyduğu
sınırlamalara uymak şartıyla sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma,
semerelerinden yararlanma ve üzerinde tasarruf etme imkânı veren bir haktır. Bu
bağlamda malikin mülkünü kullanma, semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde
tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin kısıtlanması veya mülkünden yoksun
bırakılması mülkiyet hakkına getirilmiş bir sınırlama niteliğindedir (AYM,
E.2017/21, K.2020/77, 24/12/2020, § 137; E.2019/100, K.2020/62, 22/10/2020, §
13).
14. 5434
sayılı Kanun’un mülga ek 70. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi uyarınca en yüksek devlet
memuru aylığı (ek gösterge dâhil) brüt tutarının ek gösterge oranları esas
alınmak suretiyle Kanun’da belirlenen oranlara tekabül eden miktarının emeklilik
keseneğine ve kurum karşılığına tabi tutulması mülkiyet hakkı kapsamındadır. Bu
itibarla anılan maddenin dava konusu ikinci fıkrasında, birinci fıkradaki oranları, ayrı ayrı veya
birlikte üç katına kadar artırmaya, ek gösterge gruplarını değiştirmeye ve ek
göstergeleri yeniden düzenleme yetkisinin Cumhurbaşkanı’na verilmesi suretiyle mülkiyet
hakkına yönelik olarak bir sınırlama öngörüldüğü açıktır.
15. Anayasa’nın 13. maddesinde “Temel
hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili
maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir.
Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve
lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
denilmektedir. Buna göre temel hak ve özgürlüklere sınırlama getiren
düzenlemelerin kanunla yapılması, Anayasa’da öngörülen sınırlama sebebine uygun
ve ölçülü olması gerekir.
16. Anayasa’nın
anılan hükümleri uyarınca mülkiyet hakkına yapılan sınırlamalarda dikkate
alınacak öncelikli ölçüt, sınırlamanın kanunla yapılmasıdır. Anayasa
Mahkemesinin sıkça vurguladığı gibi temel hakları sınırlayan kanunun şeklen var
olması yeterli olmayıp kuralların keyfîliğe izin vermeyecek şekilde belirli,
ulaşılabilir ve öngörülebilir düzenlemeler niteliğinde olması gerekir.
17. Esasen temel
hakları sınırlayan kanunun bu niteliklere sahip olması, Anayasa’nın 2.
maddesinde güvenceye alınan hukuk devleti ilkesinin de bir gereğidir. Hukuk
devletinin temel unsurlarından olan hukuki
belirlilik ilkesi
uyarınca kanuni düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir
duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır,
uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına
karşı koruyucu önlem içermesi gerekir. Kanunda bulunması gereken bu nitelikler
hukuki güvenliğin sağlanması bakımından da zorunludur. Zira bu ilke hukuk
normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde
devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven
duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (AYM, E.2015/41,
K.2017/98, 4/5/2017, §§ 153, 154; E.2019/106, K.2019/100, 25/12/2019, § 20; E.2020/15,
K.2020/78, 24/12/2020, § 10). Dolayısıyla Anayasa’nın 13. maddesinde sınırlama
ölçütü olarak belirtilen kanunilik, Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye alınan
hukuk devleti ilkesi ışığında yorumlanmalıdır.
18. Anayasa’nın 128. maddesinin
ikinci fıkrasında da “Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri,
atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri
ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir. Ancak, malî ve sosyal haklara ilişkin
toplu sözleşme hükümleri saklıdır” denilmek suretiyle memurlar ve diğer
kamu görevlileri özlük hakları bakımından yasal güvenceye kavuşturulmuştur.
Kanuni düzenleme ilkesi, düzenlenen alanda temel ilkelerin kanunla konulmasını
ve çerçevenin kanunla çizilmesini ifade etmektedir. Bu niteliği taşıyan bir
yasal düzenleme ile uzmanlık ve teknik konulara ilişkin ayrıntıların
belirlenmesi konusunda yürütme organına yetki verilmesi, kanuni düzenleme
ilkesine aykırılık oluşturmaz (AYM, E.2021/130,
K.2022/110, 28/9/2022, § 32; E.2018/110, K.2018/99, 17/10/2018).
19. Dava konusu kuralda,
Cumhurbaşkanı’na 5434 sayılı Kanun’un mülga
ek 70. maddesinin birinci fıkrasının (b)
bendinin birinci fıkrasındaki oranları, ayrı ayrı veya birlikte üç
katına kadar artırmaya, ek gösterge gruplarını değiştirmeye ve ek göstergeleri
yeniden düzenleme yetkisi verilmiş ise de
Cumhurbaşkanı’nın söz konusu oranları ve gösterge gruplarını değiştirmesine
veya ek göstergeleri yeniden düzenlemesine ilişkin objektif bir ölçütün belirlenmediği görülmektedir.
Bu itibarla kuralla Cumhurbaşkanı’na tanınan
yetkinin genel çerçevesinin çizilmediği, temel esaslar ve ilkelerin
belirlenmediği, bu konulardaki takdir yetkisinin bütünüyle
Cumhurbaşkanı’na bırakıldığı anlaşılmaktadır.
20. Bu durumda kuralla 5434
sayılı Kanun’un mülga ek 70. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin birinci fıkrasındaki oranların ve gösterge gruplarının değiştirilmesi veya ek
göstergelerin yeniden düzenlenmesi konusundaki ölçütlere ilişkin yasal çerçeve
belirlenmeksizin yürütme organına sınırları ve kapsamı belirli olmayan bir
yetki tanınmasının mülkiyet hakkının kanunla sınırlanması ilkesiyle bağdaşmadığı gibi yasama yetkisinin devredilmezliği
ilkesiyle de çeliştiği sonucuna varılmıştır.
21. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 7., 13., 35.
ve 128. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
B. Kanun’un 29. Maddesiyle 1512
Sayılı Kanun’un 27. Maddesine Eklenen Üçüncü Fıkranın İncelenmesi
1. Anlam ve Kapsam
22. 1512 sayılı Kanun’un 1.
maddesinde noterliğin bir kamu hizmeti olduğu, noterlerin, hukuki güvenliği
sağlamak ve anlaşmazlıkları önlemek için işlemleri belgelendireceği ve
kanunlarla verilen başka görevleri yapacağı hüküm altına alınmıştır.
23. Söz konusu Kanun’un 4.
maddesinde noterliklerin dört sınıfa ayrılacağı, birinci, ikinci ve üçüncü
sınıf noterliklerin, Türkiye Noterler Birliğinin mütalaası alınarak Adalet
Bakanlığınca (Bakanlık) sınıflandırılacağı hükme bağlanmış, ayrıca
noterliklerin sınıflandırılmasına ilişkin usul ve esaslar düzenlenmiştir.
Anılan maddenin altıncı fıkrasında ise dördüncü sınıf noterliğe indirme
hakkındaki 31. madde hükmünün saklı olduğu belirtilmiştir.
24. Kanun’un “Noterin sınıfı ve
asgari hizmet süresi:” başlıklı 4/a maddesinde noterlerin üç sınıfa
ayrılacağı, ilk defa üçüncü sınıf bir noterliğe atanarak mesleğe girenlerin,
işe başladıkları tarihte üçüncü sınıf hizmetinin başladığı, noterin ikinci ve
üçüncü sınıfta asgari hizmet süresinin dörder yıl olduğu öngörülmüştür. Kanun’un
5. maddesinde ise noter olabilmek için noterlik stajını tamamlayarak noterlik
belgesini almış olmanın şart olduğu hükme bağlanmıştır.
25. Noterliğe atama usulü Kanun’un
22. ilâ 27. maddelerinde düzenlemiştir. 22. maddenin birinci fıkrasında
boşalan, açılan veya dördüncü sınıftan üçüncü sınıfa geçirilen noterliklerin
Resmî Gazete’de ilan olunacağı; ikinci fıkrasında yaş tahdidi sebebiyle
boşalacak noterliklerin noterin yaş tahdidine tabi tutulmasından önce ilanının
zorunlu olduğu; üçüncü fıkrasında ise yapılacak ilanda, boşalan ve üçüncü
sınıfa geçirilen noterliğin bir evvelki yıla ait gayrisafi gelirinin, açılan
noterliğin ise emsallerine göre Adalet Bakanlığınca tahmin edilecek gayrisafi
geliri ve isteklilerin hangi belgelerle birlikte başvurmaları gerektiğinin
gösterileceği hükme bağlanmıştır. Kanun’un 23. maddesinde ilan edilen noterliklere
başvuru usulü düzenlenmiştir.
26. Birinci, ikinci ve üçüncü sınıf
noterliklere atama usulü ise Kanun’un dava konusu kuralın da yer aldığı 27. maddesinde
düzenlenmiştir. Anılan maddenin birinci fıkrasında birinci sınıf noterliğe
birinci sınıf, ikinci sınıf noterliğe birinci veya ikinci sınıf, üçüncü sınıf
noterliğe birinci, ikinci veya üçüncü sınıf noterler arasından, 22. maddeye
göre yapılan ilanları izleyen bir ay içinde başvuran isteklilerden birisinin
Adalet Bakanı tarafından atanacağı, noterlik belgesi sahiplerinin üçüncü sınıf
bir noterliğe atanabilmesinin üçüncü veya daha üst sınıf noter isteklilerin
bulunmamasına bağlı olduğu, ikinci ve üçüncü sınıf noterliklere atamada bir üst
sınıftan olan noterlerin atanma isteğinin diğer isteklilere tercih edileceği, bulunduğu
noterlikte iki yılını doldurmamış olan noterlerin atanma isteklerinin dikkate
alınmayacağı öngörülmüştür.
27. Maddenin ikinci fıkrasında atama
yapılırken aynı sınıftan noterlerin meslekteki kıdemlerinin esas alınacağı, kıdemde
eşitlik hâlinde Adalet Bakanlığınca verilen noterlik belge sıra numarası önce
olanın tercih edileceği hükme bağlanmıştır.
28. Maddenin dava konusu üçüncü
fıkrasında ise iki defa yapılan ilana rağmen birinci fıkra uyarınca atama
yapılamayan bir noterliğe; üst sınıf veya aynı sınıf noterler, bu sınıflardan
isteklinin bulunmaması hâlinde bir alt sınıf noterler arasından atama
yapılabileceği, ayrıca bu fıkra kapsamında yapılacak atamalarda bulunduğu
noterlikte iki yılı doldurmuş olma şartının bir yıl olarak uygulanacağı öngörülmüştür.
2. İptal Talebinin Gerekçesi
29. Dava dilekçesinde özetle; dava
konusu kuralda iki defa yapılan ilana rağmen atama yapılamayan bir noterliğe
bir alt sınıf noterler arasından da atama yapılabilmesine imkân tanındığı ve
iki yıllık bekleme süresinin bir yıla indirildiği, noterliğe atamada ilke
olarak sınıf esasının benimsendiği ve ayrıca bir noterin atama talebinde
bulunabilmesi için bulunduğu noterlikte iki yıl beklemesi zorunluluğunun
öngörüldüğü, sınıf sisteminin değiştirilmesinin keyfî uygulamalara yol
açabileceği, bu itibarla kuralın hukuki güvenlik, öngörülebilirlik ve belirlilik
ilkelerine aykırı olduğu, aynı sınıfta bulunan noterlerin farklı sınıftaki
noterliklere atanmasının eşitlik ilkesine aykırılık oluşturacağı, söz konusu
uygulamanın çalışma barışının bozulmasına neden olacağı belirtilerek kuralın
Anayasa'nın 2., 10. ve 49. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
3. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
30. Anayasa’nın 2. maddesinde
belirtilen hukuk devleti eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına
saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk
düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, hukuki güvenliği sağlayan, Anayasa’ya
aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuk kurallarıyla kendini bağlı sayan ve
yargı denetimine açık olan devlettir.
31. Anayasa’nın anılan maddesinde
güvence altına alınan hukuk devleti ilkesi gereği kanunlar kamu yararı amacıyla
çıkarılır. Anayasa Mahkemesinin kararlarına göre kamu yararı genel bir ifadeyle
bireysel, özel çıkarlardan ayrı ve bunlara üstün olan toplumsal yararı ifade
etmektedir. Kanunun amaç ögesi bakımından Anayasa’ya uygun sayılabilmesi için
çıkarılmasında kamu yararı dışında bir amacın gözetilmemiş olması gerekir.
Kanunun kamu yararı dışında bir amaçla yalnız özel çıkarlar için veya yalnızca
belirli kişilerin yararına olarak çıkarılmış olduğu açıkça anlaşılabiliyorsa
amaç unsuru bakımından Anayasa’ya aykırılık söz konusudur.
32. Açıklanan hâl dışında bir
kanun hükmünün ülke gereksinimlerine uygun olup olmadığı, hangi araç ve
yöntemlerle kamu yararının sağlanabileceği bir siyasi tercih sorunu olarak
kanun koyucunun takdirinde olduğundan bu kapsamda kamu yararı değerlendirmesi
yapmak anayasa yargısıyla bağdaşmaz (AYM, E.2018/99, K.2021/14, 3/3/2021, §
102).
33. Bu itibarla Anayasa’ya
uygunluk denetiminde kuralın öngörülmesindeki kamu yararı anlayışının isabetli
olup olmadığı değil incelenen kuralın kamu yararı dışında belirli bireylerin ya
da grupların çıkarları gözetilerek yasalaştırılmış olup olmadığı incelenir.
Başka bir ifadeyle bir kuralın Anayasa’ya aykırılık sorunu çözümlenirken kamu
yararı konusunda Anayasa Mahkemesinin yapacağı inceleme, yalnızca kuralın kamu
yararı amacıyla çıkarılıp çıkarılmadığının denetimiyle sınırlıdır (AYM,
E.2016/140, K.2017/92, 12/4/2017, §§ 6,7; E.2017/33, K.2019/20, 10/4/2019, §§
10, 11; E.2022/50, K.2022/107, 28/9/2022, § 28).
34. Noterlik, 1512 sayılı Kanun’un
1. maddesi uyarınca bir kamu hizmeti olup noterler hukuki güvenliği sağlamak ve
anlaşmazlıkları önlemek için işlemleri belgelendirmekte ve kanunlarla verilen
diğer görevleri yapmaktadırlar. Anılan Kanun’un 82. maddesinde noterlik
işlemlerinin resmî nitelikte olduğu belirtildikten sonra düzenleme biçiminde
yapılmış işlemlerin içeriğinin, onaylama biçiminde yapılmış işlemlerin de imza
ve tarihinin sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olduğu; diğer noterlik
işlemlerinin ise aksi sabit oluncaya kadar geçerli olduğu hükme bağlanmıştır. Bu
itibarla hukuki güvenliği sağlamak ve hukuki anlaşmazlıkların çıkmasını önlemek
amacıyla bizatihi düzenlemek yahut onaylamak suretiyle işlemlere resmiyet
kazandırmak yani işlem güvenliğini tesis etmek, noterlerin aslî ve temel
işlevlerindendir. Bu nedenle noterler, klasik kamu hizmeti olan adalet
hizmetinin bir parçası durumundadırlar.
35. Kanun’un 2. maddesi uyarınca
noterlik faaliyetinin yürütülebilmesi için her asliye ve münferit sulh
mahkemesinin bulunduğu yerde ve gerek görülen diğer yerlerde noterlik kurulması
zorunludur. Ayrıca belirli ölçütler ve usuller esas alınarak iş yoğunluğunda
artış görülen yerlerde birden çok noterlik açılması da mümkündür. Bu çerçevede Kanun
uyarınca kurulup faaliyete geçen noterliklerin tayin, emeklilik, istifa ve diğer
sebeplerle boşalması hâlinde noterlerin yerine getirdiği kamu hizmetinin
aksamadan yürütülebilmesi ve noterlik hizmetinin devamının sağlanabilmesi için
boşalan noterliklere en kısa sürede atama yapılması gerektiği kuşkusuzdur.
Nitekim noterlik atamasının istekli bulunması durumunda gerçekleştirilebildiği
düşünüldüğünde boşalan bir noterliğe atanma hususunda istekli bulunmaması sebebiyle
ilgili yerdeki noterlik hizmetinin verilememesi ve bu nedenle kamu hizmetinin
isleyişinin aksaması ihtimal dâhilindedir.
36. Ayrıca hukuki güvenliği
sağlamak ve anlaşmazlıkları önlemek için işlemleri belgeleme görevi bulunan
noterlerin tamamının aynı işlemleri ve aynı işlem formüllerini uygulamak
durumunda olduğu gözetildiğinde gerek yapılan işlemlerin niteliği gerekse tabi oldukları
sorumluluklar bakımından noter sınıfları arasında bir fark bulunmamaktadır. Bu
nedenle atama yapılamayan bir noterliğe; üst sınıf veya aynı sınıf noterler, bu
sınıflardan isteklinin bulunmaması hâlinde, bir alt sınıf noterler arasından
atama yapılabilmesinin noterlik hizmetinin devamının sağlanabilmesi amacına
hizmet etmediği söylenemez.
37. Bu itibarla noterlerin yerine
getirdikleri kamu hizmetinin aksamadan sürdürülebilmesi amacıyla öngörüldüğü
anlaşılan kuralda kamu yararı dışında bir amacın
gözetilmediği sonucuna varılmıştır.
38. Öte yandan kuralda hangi
durumlarda bir noterliğe alt sınıf noterler arasından atama yapılabileceği
açıkça düzenlenmiştir. Buna göre öncelikle boşalan noterliğe aynı sınıftaki
noterler arasından atama yapılabilmesi amacıyla Kanun’da öngörülen usulde iki
defa ilan yapılması, yapılan iki ilana rağmen boşalan noterliğe aynı veya üst
sınıf noterler arasından Kanun’un 27. maddesinin birinci fıkrası uyarınca atama
yapılamaması gerekmektedir. Ayrıca iki defa yapılan ilana rağmen boşalan bir
noterliğe; öncelikle üst sınıf veya aynı sınıf noterler, bu sınıflardan
isteklinin bulunmaması hâlinde bir alt sınıf noterler arasından atama
yapılabilmesi mümkündür.
39. Bunun yanı sıra iki ilana
rağmen üst sınıf ya da kendi sınıfından atama talebinde bulunulmaması durumunda
belirli şartları taşıyan bir alt sınıf noterler arasından atama yapılması hâlinde
de atamaların 1512 sayılı Kanunun 27. maddesinin birinci fıkrasındaki sınıf
sistemi ile ikinci fıkrasındaki kıdem esası gözetilerek yapılması
gerekmektedir. Ayrıca kuralda öngörülen atama usulünün uygulanması sırasında
Kanun’da öngörülen noterlerin atanmasına ilişkin diğer ilke ve hükümlerin bu
tür atamalarda da uygulanacağı açıktır.
40. Diğer yandan bulunduğu
noterlikte iki yılını doldurmuş olma şartının da sadece bu tür atamalarda bir
yıl olarak uygulanacağı anlaşılmakla birlikte bir yılını doldurmuş bulunan
noterlerin atanma isteğinde bulunması durumunda da öncelikle görev süresi daha
fazla olan noterlerin atanmasının yapılması gerekmektedir. Nitekim bu durumda
1512 sayılı Kanun’un 27. maddesinin ikinci fıkrasında benimsenmiş olan kıdem
esasının bu noter atamaları hakkında da uygulanacağı açıktır.
41. Bu itibarla kuralda boşalan noterliklere bir alt
sınıf noterler arasından atama yapılabilmesine ilişkin şartların açık ve net
bir şekilde belirlendiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla kuralda öngörülen
hususların temel ilkeleri ve çerçevesinin kanunla düzenlenmesi sebebiyle kuralın
keyfîliğe izin vermeyecek şekilde belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir
nitelikte olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
42. Açıklanan nedenlerle kural,
Anayasa'nın 2. maddesine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Kuralın
Anayasa'nın 10. ve 49. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
C. Kanun’un 47. Maddesiyle 5378
Sayılı Kanun’un Geçici 3. Maddesinin Altıncı Fıkrasının Üçüncü Cümlesinde Yer
Alan “...dört yılı...” İbaresinin “...sekiz yılı...” Şeklinde
Değiştirilmesinin İncelenmesi
1. Anlam ve Kapsam
43. 5378 sayılı Kanun’un 1.
maddesinde bu Kanun’un amacının engellilerin
temel hak ve özgürlüklerden faydalanmasını teşvik ve temin ederek ve doğuştan
sahip oldukları onura saygıyı güçlendirerek toplumsal hayata diğer bireylerle eşit
şartlarda tam ve etkin katılımlarının sağlanması ve engelliliği önleyici
tedbirlerin alınması için gerekli düzenlemelerin yapılmasını sağlamak olduğu
hükme bağlanmıştır.
44. Kanun’un 3. maddesinin (f) bendinde erişilebilirlik, binaların, açık alanların,
ulaşım ve bilgilendirme hizmetleri ile bilgi ve iletişim teknolojisinin
engelliler tarafından güvenli ve bağımsız olarak ulaşılabilir ve kullanılabilir
olması şeklinde tanımlanmış; (g) bendinde ise erişilebilirlik standartlarının Türk
Standardları Enstitüsünün erişilebilirlikle ilgili yayımladığı standartları
ifade ettiği belirtilmiştir.
45. Kanun’un 7. maddesinin birinci
fıkrasında yapılı çevrede engellilerin
erişebilirliğinin sağlanması için planlama, tasarım, inşaat, imalat,
ruhsatlandırma ve denetleme süreçlerinde erişilebilirlik standartlarına
uygunluğun gerçekleştirileceği belirtilmiş; ikinci fıkrasında özel ve kamu
toplu taşıma sistemleri ile sürücü koltuğu hariç dokuz veya daha fazla koltuğu
bulunan özel ve kamu toplu taşıma araçlarının engellilerin erişebilirliğine
uygun olmasının zorunlu olduğu hükme bağlanmış; üçüncü fıkrasında ise
bilgilendirme hizmetleri ile bilgi ve iletişim teknolojisinin engelliler için
erişilebilir olmasının sağlanacağı hükme bağlanmıştır.
46. Kanun’un anılan maddelerinde yapıların, açık alanların ve toplu taşıma araçlarının engellilerin
erişebilirliğine uygun hâle getirilmesi zorunlu kılınmış olup bu yerlerin
engellilerin erişebilirliğine uygun hâle getirilmesi için ise bir geçiş süreci
öngörülmüştür.
47. Bu çerçevede Kanun’un geçici 2. maddesinde kamu kurum ve kuruluşlarına ait
mevcut resmî yapılar, mevcut tüm yol, kaldırım, yaya geçidi, açık ve yeşil
alanlar, spor alanları ve benzeri sosyal ve kültürel alt yapı alanları ile
gerçek ve tüzel kişiler tarafından yapılmış ve umuma açık hizmet veren her
türlü yapıların bu Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten itibaren sekiz yıl
içinde engellilerin erişebilirliğine uygun duruma getirileceği hükme
bağlanmıştır.
48. Geçici 3. maddesinin birinci
fıkrasında ise büyükşehir belediyeleri ve
belediyelerin, şehir içinde kendilerince sunulan ya da denetimlerinde olan
sürücü koltuğu hariç dokuz veya daha fazla koltuğu bulunan araçlarla sağlanan
toplu taşıma hizmetlerinin engellilerin erişilebilirliğine uygun olması için
gereken tedbirleri alacağı, mevcut özel ve kamu toplu taşıma araçlarının, bu
Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten itibaren sekiz yıl içinde, sürücü koltuğu
hariç dokuz ila on altı oturma yeri olan araçlarla verilen toplu taşıma
hizmetleri, turizm taşımacılığı yapılan araçlarla sağlanan taşıma hizmetleri ve
özel ve kamu şehirler arası toplu taşıma hizmetleri ile yolcu gemilerinin
7/7/2018 tarihine kadar engelliler için erişilebilir duruma getirileceği
öngörülmüştür.
49. Anılan maddenin altıncı
fıkrasının birinci cümlesinde geçici 2.
madde ile bu maddede belirtilen erişilebilirlik standartlarının ve
yükümlülüklerinin uygulanmasının izlenmesi ve denetiminin her ilde Aile ve
Sosyal Hizmetler, Sanayi ve Teknoloji, İçişleri, Çevre, Şehircilik ve İklim
Değişikliği, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlıkları ile engellilerle ilgili
konfederasyonların temsilcilerinden oluşan komisyon tarafından yapılacağı;
ikinci cümlesinde ihtiyaç hâlinde birden fazla komisyonun kurulabileceği
belirtilmiştir.
50. Geçici 3. maddenin altıncı fıkrasının üçüncü cümlesinde
ise denetim sonucunda ilgili belediye ve kamu kurum ve
kuruluşları ile umuma açık hizmet veren her türlü yapıların ve açık alanların
malikleri ile toplu taşıma araçlarının sahiplerine eksikleri tamamlaması için
birinci fıkrada belirtilen sürenin bitiminden itibaren sekiz yılı geçmemek
üzere ek süre verilebileceği hüküm altına alınmıştır. Anılan cümlede yer alan “…dört
yılı…” ibaresinin “…sekiz yılı…” şeklinde değiştirilmesi dava konusu
kuralı oluşturmaktadır.
2. İptal Talebinin Gerekçesi
51. Dava dilekçesinde özetle; engellilerin yaşam
koşullarının iyileştirilmesi ve hak ve özgürlüklere ulaşmasının önündeki
engellerin kaldırılmasının devletin görevi olduğu, bu çerçevede bina ve diğer
altyapı tesisleri ile toplu taşıma hizmetlerinin engellilerin erişim ve
kullanımına uygun hâle getirilmesi gerektiği, dava konusu kuralla kamu kurum ve
kuruluşları ile umuma açık hizmet veren her türlü yapılar ve açık alanlar ile toplu
taşıma araçlarının engellilerin erişebilirliğine ve kullanımına uygun duruma
getirilebilmesi için belirlenen sürenin uzatılmasının devlete yüklenen
engellilerin korunmalarını ve toplum hayatına uyumlarını sağlayıcı tedbirlerin
alınması şeklindeki pozitif yükümlülüğe aykırı olduğu, sosyal devlet ilkesi ile
eşitlik ilkesini ihlal ettiği, devletin sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi
gerçekleştirme yükümlülüğüne aykırılık oluşturduğu, bu yükümlülüklerin yerine
getirilmesi için belirlenen sürenin uzatılmasının yaşam hakkı, maddi ve manevi
varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı, özel hayata saygı hakkı, eğitim
hakkı ve çalışma hakkını ihlal ettiği, engelli haklarının korunmasına ilişkin
usulüne uygun yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalarla bağdaşmadığı belirtilerek
kuralın Anayasa’nın 2., 5., 10., 17.,
20., 23., 42., 49., 61. ve 90. maddelerine
aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
3. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
52. Anayasa’nın 17. maddesinde “Herkes,
yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir”
hükmüne yer verilmiştir. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını
koruma ve geliştirme hakkı, birbirleriyle sıkı bağlantıları olan, devredilmez
ve vazgeçilmez haklarındandır.
53. Anayasa’nın 5. maddesi insanın maddi ve manevi
varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamayı devletin temel amaç ve
görevleri arasında saymıştır. Anayasa’nın 17. maddesinde temel haklar olarak
güvence altına alınmış olan yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkının etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca devletin bu
haklara müdahaleden kaçınmasına bağlı değildir. Anayasa’nın 5. ve 17. maddeleri
uyarınca devletin pozitif yükümlülükleri de bulunmaktadır. Bu pozitif
yükümlülükler bazı durumlarda söz konusu temel hakların korunması için belirli
tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir (benzer yönde bkz. AYM, E.2019/11,
K.2019/86, 14/11/2019, § 13).
54. Bunun yanı sıra devletin engellilere
yönelik pozitif yükümlülükleri kapsamında Anayasa’da çeşitli düzenlemelere yer
verilmiştir. Bu bağlamda Anayasa’nın 10. maddesi gereğince engellilere ilişkin
bu görevlerin yerine getirilmesi için pozitif ayrımcılık içeren tedbirler
eşitlik ilkesine aykırı sayılmayacaktır (AYM, E.2022/51, K.2022/94, 20/7/2022,
§ 18).
55. Anayasa’nın 61. maddesinin ikinci
fıkrasında ise “Devlet, sakatların korunmalarını ve toplum hayatına
intibaklarını sağlayıcı tedbirleri alır” denilmek suretiyle engellilerin
sosyal güvenlik bakımından özel olarak korunması gerekenler kapsamında olduğu
belirtilmiştir.
56. Buna göre Anayasa’nın
anılan maddeleri uyarınca, engellilerin korunmasını ve toplum hayatına uyumunu
sağlamak için gerekli tedbirleri alma görevi devlete yüklenen pozitif
yükümlülükler kapsamında kalmaktadır. Bu çerçevede 5378 sayılı Kanun’un anılan maddelerinde belirtilen yapıların, açık alanların ve toplu taşıma araçlarının engellilerin
erişebilirliğine uygun hâle getirilmesi de maddi
ve manevi varlığın korunması ve geliştirmesi hakkı bağlamında devletin
engellilere ilişkin pozitif ödevleri kapsamında değerlendirilmesi
gerekmektedir.
57. Kanun’un dava konusu kuralın da yer aldığı geçici 3.
maddesinin altıncı fıkrasının üçüncü cümlesinde ise geçici
2. madde ile bu maddede belirtilen erişilebilirlik standartlarının ve
yükümlülüklerinin uygulanmasının izlenmesi ve denetimi amacıyla kurulan
komisyon tarafından yapılan denetimler sonucunda ilgili belediye ve kamu kurum
ve kuruluşları ile umuma açık hizmet veren her türlü yapıların ve açık
alanların malikleri ile toplu taşıma araçlarının sahiplerine eksikleri
tamamlaması için geçici 3. maddenin birinci fıkrasında belirtilen sürenin
bitiminden itibaren verilebilecek ek süre sekiz yıla çıkarılmıştır.
58. Kanun’un anılan maddelerinde umuma
açık hizmet veren her türlü yapılar ve açık alanlar ile toplu taşıma
araçlarının engellilerin erişebilirliğine uygun hâle getirilmesi zorunlu
kılınmış ise de bu yerlerin engellilerin erişebilirliğine uygun hâle
getirilmesi için bir geçiş süreci öngörülmüştür. Bununla birlikte 4/7/2012 tarih ve 6353 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 34. maddesiyle ihdas edilen
geçici 3. maddesinin altıncı fıkrasının üçüncü cümlesinin ilk hâlinde
belirtilen yükümlülüklerin yerine getirilebilmesi için iki yılı geçmemek
üzere ek süre verilebileceği hükme bağlanmıştır. 23/7/2020
tarih ve 7252 sayılı Dijital Mecralar Komisyonu Kurulması İle Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 7. maddesiyle bu süre “üç yıl”
şeklinde yeniden düzenlenmiş, 18/7/2021 tarih ve 7333 sayılı Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 15. maddesiyle süre “dört yıl” olarak tekrar
belirlenmiştir. Son olarak dava konusu kuralla anılan cümlede yer alan “…dört
yılı…” ibaresi “…sekiz yılı…” şeklinde değiştirilmiş, bu yolla gerek
geçici 2. maddede gerekse geçici 3. maddede geçiş süreci için öngörülen sürelerin
kanuni düzenlemeler ile müteaddit defalar uzatılması yoluna gidilmiştir.
59. Kanun’un anılan maddelerinde umuma
açık hizmet veren her türlü yapılar ve açık alanlar ile toplu taşıma
araçlarının engellilerin erişebilirliğine uygun hâle getirilmesi için öngörülen
sürenin devamlı uzatılmasının engellilerin toplum içinde yer almaları, iş
gücüne katılmaları ve bireysel olarak yaşayabilmeleri imkânını olumsuz
etkileyeceği açıktır.
60. Bunun yanı sıra Kanun’da umuma
açık hizmet veren her türlü yapılar ve açık alanlar ile toplu taşıma
araçlarının engellilerin erişebilirliğine uygun hâle getirilip getirilmediğinin
denetlenmesi amacıyla bir komisyon kurulması öngörülmüş ve ayrıca Kanun’un
geçici 4. maddesinde sürenin bitiminden itibaren öngörülen yükümlülüklerini
yerine getirmediği denetim komisyonlarınca tespit edilenler hakkında idari para
cezasının uygulanacağı hükme bağlanmıştır. Ancak söz konusu alanların ve toplu
taşıma araçlarının engellilerin erişebilirliğine uygun hâle getirilmesi için
öngörülen sürenin devamlı uzatılması Kanun’da öngörülen denetim mekanizmasını
işlevsiz hâle getireceği gibi Kanun’un öngördüğü yükümlülüklere uymayanlar hakkında
idari yaptırım uygulanması imkânını da ortadan kaldırmaktadır. Süre uzatımının
devamlılık kazanması ise söz konusu alanları ve toplu taşıma araçlarını
engellilerin erişebilirliğine uygun hâle getirilmesi yükümlülüğü bulunanların
yükümlülüklerini yerine getirme hususunda istekli davranmamasına yol açacak
niteliktedir.
61. Öte yandan umuma açık hizmet
veren her türlü yapılar ve açık alanlar ile toplu taşıma araçlarının engellilerin
erişebilirliğine uygun duruma getirilmesinin ilgili kamu kurum ve kuruluşları
ile özel hukuk kişilerine aşırı külfet yüklemeyeceği, söz konusu yapılar,
alanlar ve toplu taşıma araçları üzerinde gerçekleştirilecek bir takım ufak
tadilat ve tamirat ile yapılacak bazı eklemelerle söz konusu yapılar, alanlar
ve toplu taşıma araçlarının engellilerin erişebilirliğine uygun duruma
getirilmesinin mümkün olduğu açıktır.
62. Buna göre Kanun’un
yayımlandığı tarih de dikkate alındığında geçen süre içinde her türlü yapılar
ve açık alanlar ile toplu taşıma araçlarının engellilerin erişebilirliğine
uygun duruma getirilmesi amacıyla gerekli iş ve işlemlerin yapılması için
öngörülen sürenin dört yıl daha uzatılmasının maddi ve manevi varlığın korunması
ve geliştirmesi hakkı bağlamında devlete yüklenen engellilerin
korunmalarını ve toplum hayatına intibaklarını sağlayıcı tedbirleri alma
şeklindeki pozitif yükümlülüğe aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.
63. Açıklanan nedenlerle kural,
Anayasa'nın 5., 17. ve 61. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
Kural,
Anayasa’nın 5., 17. ve 61. maddelerine aykırı görülerek iptal edildiğinden
ayrıca Anayasa’nın 2., 10., 20., 23., 42., 49. ve 90. maddeleri yönünden incelenmemiştir.
Ç. Kanun’un 50. Maddesiyle 5520 Sayılı Kanun’a Eklenen
Geçici 15. Maddenin (1), (2), (3), (4), (5), (6), (7), (8), (9), (10), (11) ve
(12) Numaralı Fıkralarının İncelenmesi
1. Anlam ve Kapsam
64. Dava konusu kurallarla belirli şartların
gerçekleştirilmesi hâlinde gerek yurtdışında bulunan gerekse Türkiye’de kayıt
dışı kalan bazı varlıklara ilişkin vergi avantajı sağlanmıştır.
65. Kurallar gereğince gerçek veya tüzel kişilerce, yurt
dışında bulunan; para, altın, döviz, menkul kıymet ve diğer sermaye piyasası
araçlarının 31/3/2023 tarihine kadar banka veya aracı kurumlara bildirilmesi
gerekmektedir. Ayrıca bu varlıklar, yurt dışında bulunan banka veya finansal
kurumlardan kullanılan ve 5520 sayılı geçici 15. maddesinin yürürlük tarihi
itibarıyla kanuni defterlerde kayıtlı olan kredilerin en geç 31/3/2023 tarihine
kadar kapatılmasında da kullanılabilir. Bu takdirde, defter kayıtlarından düşülmesi
kaydıyla borcun ödenmesinde kullanılan varlıklar için Türkiye’ye getirilme
şartı aranmaksızın bu madde hükümlerinden yararlanılır.
66. Anılan maddenin yürürlük tarihi itibarıyla kanuni
defterlerde kayıtlı olan sermaye avanslarının, yurt dışında bulunan para,
altın, döviz, menkul kıymet ve diğer sermaye piyasası araçlarının maddenin
yürürlüğe girmesinden önce Türkiye’ye getirilmek suretiyle karşılanmış olması
hâlinde, söz konusu avansların en geç 31/3/2023 tarihine kadar defter
kayıtlarından düşülmesi kaydıyla madde hükümlerinden yararlanılabilmesi
mümkündür.
67. Kurallar gereğince gelir veya kurumlar vergisi
mükelleflerince sahip olunan ve Türkiye’de bulunan ancak kanuni defter
kayıtlarında yer almayan para, altın, döviz, menkul kıymet ve diğer sermaye
piyasası araçları ile taşınmazların 31/3/2023 tarihine kadar vergi dairelerine
beyan edilmesi gerekmektedir.
68. Yine kurallar gereğince bildirilen veya beyan edilen
varlıklar 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu uyarınca defter
tutan mükellefler tarafından bildirim veya beyan tarihi itibarıyla kanuni
defterlere kaydedilecek, bu varlıklar dönem kazancının tespitinde dikkate
alınmayacak ve bildirim veya beyan tarihinden itibaren iki yıl geçmesi
koşuluyla vergiye tabi kazancın ve kurumlar için dağıtılabilir kazancın
tespitinde dikkate alınmaksızın işletmeden çekilebilecektir.
69. Banka ve aracı kurumların, kendilerine bildirilen
varlıklara ilişkin olarak bildirim sahibinden bildirilen varlıkların değeri
üzerinden bildirim tarihlerine göre değişen oranda vergi sorumlusu sıfatıyla
tahsil ettiği vergiyi bir beyanname ile bağlı bulunduğu vergi dairesine beyan
etmesi ve aynı sürede ödemesi gerekmektedir. Bildirilen varlıkların, Türkiye’ye
getirildiği tarihten itibaren en az bir yıl süreyle tutulması hâlinde, ödenen
vergi, bildirim sahibinin ilgili vergi dairesine başvurusu üzerine iade
edilecektir. Ayrıca bu kapsamda ödenen vergilerin, hiçbir suretle gider olarak
yazılamayacağı ve başka bir vergiden mahsup edilemeyeceği hüküm altına
alınmıştır.
70. Kurallarla Türkiye’ye getirilen veya kanuni
defterlere kaydedilen varlıkların vergi dışı tutulmasıyla uyumlu olarak
bunların elden çıkarılmasından doğan zararların, gelir veya kurumlar vergisi
uygulaması bakımından gider veya indirim olarak kabul edilmeyeceği de
öngörülmüştür.
71. Kurallarda ayrıca varlıklarını yurtdışından
getireceklere ve yurtiçinde kayıtlı hâle getireceklere güvence sağlanarak bildirilen
varlıklar nedeniyle vergi incelemesi ve vergi tarhiyatı yapılmayacağı da hüküm
altına alınmıştır. Öte yandan diğer nedenlerle başlayan vergi incelemeleri ile
takdir komisyonu kararları sonucu bulunan matrah farkının madde kapsamında
bildirilen veya beyan edilen varlıklar nedeniyle ortaya çıktığının tespiti ve
bildirilen veya beyan edilen varlık tutarının bulunan matrah farkına eşit ya da
fazla olması durumunda matrah farkına ilişkin tarhiyat yapılmayacağı
öngörülmüştür. Bulunan matrah farkının bildirilen veya beyan edilen varlıklar
nedeniyle ortaya çıktığının tespitine rağmen söz konusu varlık tutarlarından
büyük olması durumunda sadece aradaki fark tutar üzerinden vergi tarhiyatı
yapılacak, vergi incelemesi veya takdir komisyonu kararları sonucunda bildirim
veya beyana konu edilen varlıklar dışındaki nedenlerle matrah farkı tespit
edilmesi durumunda ise madde kapsamında bildirilen veya beyan edilen tutarlar,
bulunan matrah farkından mahsup edilmeksizin tarhiyat yapılabilecektir.
72. Bununla birlikte kurallarda bildirimde bulunulmasına
rağmen bildirilen varlıkların bildirimin yapıldığı tarihten itibaren üç ay
içinde Türkiye’ye getirilmemesi veya Türkiye’deki banka ya da aracı kurumlarda
açılacak bir hesaba transfer edilmemesi ile bildirilen veya beyan edilen
tutarlara ilişkin tarh edilen vergilerin süresinde ödenmemesi ve maddede yer
alan diğer şartların yerine getirilmemesi hâllerinde vergi incelemesi ve vergi
tarhiyatı yapılmayacağına ilişkin imkândan yararlanılamayacağı belirtilmiştir.
73. Madde kapsamına giren varlıkların Türkiye’ye
getirilmesi ve bildirimi ile işletmeye dâhil edilmelerine ilişkin hususları,
bildirim ve beyana esas şekli ile maddenin uygulanmasında kullanılacak bilgi ve
belgeler ile iade işlemlerine ve uygulamaya ilişkin usul ve esasları belirleme yetkisi
kurallarla Hazine ve Maliye Bakanlığına verilmiştir.
2. İptal Talebinin Gerekçesi
74. Dava dilekçesinde özetle; dava konusu kurallarla yurtiçi ve yurt dışında kayıt dışı
menkul varlığı olan gerçek ve tüzel kişilerin bu varlıklarını belirli bir
tarihe kadar beyan ederek kayıt altına alma imkânının
sağlandığı, ancak varlıklarını süresinde beyan
eden mükellefler tarafından daha yüksek oranda vergi ödenirken kuralların
öngördüğü imkândan yararlanmak suretiyle varlıklarını beyan eden mükelleflerin
bu varlıklarını cüzi miktarda vergi
ödemek suretiyle kayıt altına aldırabilmelerinin mümkün kılındığı, bu durumun verginin mali güce göre belirlenmesi ile vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı ilkelerine
aykırılık oluşturduğu, mülkiyet hakkının ihlali sonucunu doğurduğu, hukuk
devleti ve eşitlik ilkeleriyle bağdaşmadığı belirtilerek kuralların Anayasa’nın
2., 10., 13., 35. ve 73. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
3. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
75. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca kurallar,
ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 7. maddesi yönünden de incelenmiştir.
76. Anayasa’nın 73. maddesinde herkesin kamu giderlerini
karşılamak üzere mali gücüne göre vergi ödemekle yükümlü olduğu hüküm altına
alınmıştır. Verginin mali güce göre alınması ve genelliği ilkeleriyle
vergilendirmede eşitlik ve adaletin gerçekleştirilmesi amaçlanmıştır. Mali
gücün unsurları gelir, servet ve harcamalardır. Mali güç; ödeme gücünün
kaynağı, dayanağı, nedeni ve varlık şartıdır. Kanun koyucunun vergilendirmede,
kişilerin sahip olduğu ekonomik değer ile mali güçlerini gözönünde bulundurması
gerekir. Mali güce göre vergilendirme, verginin yükümlülerin ekonomik ve
kişisel durumlarına göre alınmasını gerektirmektedir (AYM, E.2017/117,
K.2018/28, 28/2/2018, § 22).
77. Vergide genellik ilkesi, herhangi bir ayırım
yapılmaksızın mali gücü olan herkesin vergi yüküne katılmasını ve vergi
ödemesini ifade eder. Anılan ilkenin amacı sosyal sınıf farkı gözetilmeksizin
herkesin elde ettiği gelir, servet ya da harcamalar üzerinden vergi ödemesinin
sağlanmasıdır.
78. Vergilendirmede eşitlik ilkesine göre de belirli kişi
veya gruplar dil, din, ırk, cinsiyet gibi nedenlerle vergi dışı bırakılamaz.
Vergilendirmede ancak mali politika, sosyal, ekonomik ve vergi tekniğinin
gerektirdiği nedenlerle bazı kişiler veya gelirler vergi kapsamı dışında
tutulabilir (AYM, E.2017/117, K.2018/28, 28/2/2018, § 25). Bu durum verginin
mali amacı doğrultusunda kamu hizmetlerinin finansmanı için tahsilinin yanı
sıra farklı amaçlarla da kullanılan bir maliye politikası aracı olmasından
kaynaklanmaktadır. Özellikle ülke ekonomisini olumsuz etkileyen ve ekonomide
daralmaya neden olan olayların meydana geldiği dönemlerde ekonomik sorunların
giderilmesi ve istihdam düzeyinin korunması için vergi indirim, istisna ve
muafiyetlerinden yararlanılmaktadır.
79. 7417 sayılı Kanun’un genel gerekçesinde ülkemizdeki
ekonomik gelişmelere uyum, ekonomik program hedeflerinin gerçekleştirilmesi,
vergide adalet, vergi rekabeti, basitlik, etkinlik ve verimlilik ilkeleri
çerçevesinde bazı güncellemelerin yapılmasına ihtiyaç duyulmakta olduğu, bu
çerçevede hazırlanan Teklifle, mükelleflerin gönüllü uyumunu gözeten, vergi
güvenliğini güçlendiren, kayıt dışılıkla mücadeleye katkı sağlayan, idarenin
etkin ve hızlı karar almasını sağlayan değişikliklerin öngörüldüğü ifade
edilmiştir.
80. Bu kapsamda kurallar da anılan amaçlara yönelik
tedbirlerden biri olarak ihdas edilmiştir. Kurallarla yurt dışında bulunan altın, döviz, menkul kıymet ve diğer sermaye piyasası
araçlarının Türkiye'ye getirilmesi suretiyle
milli ekonomiye kazandırılarak ekonominin canlandırılmasının amaçlandığı, gelir veya kurumlar vergisi mükelleflerince sahip olunan
ve Türkiye'de bulunan ancak işletmelerin kayıtları arasında yer almayan para,
altın, döviz, menkul kıymet ve diğer sermaye piyasası araçları ile
taşınmazların kanuni defterlere kaydedilmesi suretiyle kayıtlı hâle getirilmesi
ve bu suretle işletmelerinin bünyelerinin güçlendirilmesinin hedeflendiği
anlaşılmaktadır.
81. Bu bağlamda gerek yurt dışında bulunan ve gerekse
yurt içinde bulunup kayıt dışı kalan varlıkların bildirenler adına kayda
geçirilmesinin başka bir deyişle gerçek sahiplerinin araştırılmamasının bir
önemi bulunmamaktadır. Ayrıca kurallardan yararlanılarak bildirilen varlıklar dönem kazancının tespitinde gözetilmeksizin işletmeye
dâhil edilebileceği ve defterlere kaydedilebileceği gibi vergiye tabi kazancın
ve kurumlar için dağıtılabilir kazancın belirlenmesinde gözönünde
bulundurulmaksızın işletmeden çekilebilecektir. Bu suretle kişiler lehine vergi
bağışıklığı sağlandığı görülmektedir.
82. Ekonomik süreçte meydana gelen kimi değişiklikler
yeni bir verginin konulmasını veya mevcut vergilerin kaldırılmasını ya da
oranlarının azaltılıp artırılmasını gerektirebileceği gibi verginin mali
amacından taviz verilmesine de neden olunabilir.
83. Kurallarla söz konusu varlıkların Türkiye’ye
getirilmesi veya kayıt altına alınmasını teşvik etmek amacıyla bu varlıklar
hakkında hiçbir surette vergi incelemesinin ve vergi tarhiyatının
yapılmayacağının öngörülmesi suretiyle bildirilen varlıkların mali gücü
göstermelerine karşın verginin mali amacından taviz verilerek anılan amaçların
gerçekleştirilmesinin aracı olarak kullanılması söz konusudur. Özellikle son
yıllarda küresel alanda yaşanan ekonomik daralmanın oluşturduğu olumsuzlukların
giderilmesi ve ekonomik program hedeflerinin gerçekleştirilmesi bakımından
önemi de gözetildiğinde bu varlıkların milli ekonomiye kazandırılması ve
kayıtlı hâle getirilmelerinde kamu yararının bulunmadığı söylenemez.
84. Diğer yandan kurallar gereğince söz
konusu varlıklar hakkında vergi incelemesi ve vergi tarhiyatı yapılmayacak olsa
da vergi kanunları hâricindeki mevzuat hükümleri bu varlıklar bakımından da
geçerli olmaya devam edecek ve bu kapsamda varlıkların gerekli incelemelere
tabi tutulması ve gerektiğinde yaptırım uygulanması söz konusu olabilecektir.
Bu nedenle kurallar suçtan elde edilen gelirlerin aklanmasına imkân
vermemektedir.
85. Dava konusu sekizinci fıkrada Türkiye’ye getirilen
veya kanuni defterlere kaydedilen varlıkların elden çıkarılmasından doğan
zararların, gelir veya kurumlar vergisi uygulaması bakımından gider veya
indirim olarak kabul edilmeyeceği hüküm altına alınmıştır.
86. Madde gereğince bildirilen varlıkların vergiden
bağışık tutulmasıyla uyumlu olarak bu varlıkların elden çıkarılmasından doğan
zararların gider veya indirim olarak gözetilemeyeceği hüküm altına alınmak
suretiyle bildirilen varlıkların mükelleflerin vergilendirilmeleriyle
bağlantısı kesilmiş, lehe ve aleyhe etki etmesi önlenmiştir. Böylece söz konusu
varlıkların satılması hâlinde ortaya çıkabilecek zararların vergilendirmede
gözönünde bulundurulup bulundurulamayacağına ilişkin tereddütlerin
giderilmesinin amaçlandığı anlaşılmaktadır.
87. Anayasa’nın 10. maddesinde “Herkes, dil, ırk,
renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri
sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir./ Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu
eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak
tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz./ Çocuklar, yaşlılar,
özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler
için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz. / Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz
tanınamaz./Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde
eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.” denilmek
suretiyle kanun önünde eşitlik ilkesine yer verilmiştir.
88. Anayasa’nın anılan maddesinde belirtilen kanun önünde
eşitlik ilkesi hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile
eylemli değil hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı; aynı
durumda bulunan kişilerin kanunlar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını
sağlamak, kişilere ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu
ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar
uygulanarak kanun karşısında eşitliğin ihlali yasaklanmıştır. Kanun önünde eşitlik,
herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmez.
Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik
kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı
hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’da öngörülen eşitlik
ilkesi zedelenmez (AYM, E.2021/129, K.2022/33,
24/3/2022, § 23).
89. Eşitlik ilkesi yönünden yapılacak
anayasallık denetiminde öncelikle Anayasa’nın 10. maddesi çerçevesinde aynı ya
da benzer durumda bulunan kişilere farklı muamele yapılıp yapılmadığı tespit
edilmeli, bu bağlamda aynı ya da benzer durumdaki kişiler arasında farklılık
gözetilip gözetilmediği belirlenmelidir. Yapılacak bu belirlemenin ardından ise
farklı muamelenin nesnel ve makul bir temele dayanıp dayanmadığı ve ölçülü olup
olmadığı hususları irdelenmelidir. Ölçülülük ilkesi, amaç ve araç arasında
hakkaniyete uygun bir dengenin bulunması gereğini ifade eder. Diğer bir
ifadeyle bu ilke, farklı muamelenin öngörülen objektif amaç ile orantılı olmasını
gerektirmektedir (AYM, E.2021/1, K.2021/32, 29/4/2021, § 32).
90. Eşitlik
ilkesine aykırılıktan söz edilebilmesi için bir kanunun aynı hukuksal durumda
olanlar arasında bir ayırım veya ayrıcalık yaratması gerekir. Kurallarla
yurt dışında bulunan varlıkların veya yurt içinde bulunup kayıt dışı kalan
varlıkların kime ait olduğu konusunda herhangi bir ayrım yapılmaksızın herkesin
yararlanabileceği bir düzenleme yapılmıştır. Dolayısıyla yurtdışında veya
yurtiçinde anılan varlıklara sahip olmak bakımından aynı konumda bulunan
herkese aynı imkânlardan yararlanma hakkının verildiği görülmektedir. Öte
yandan yurtiçi ve yurt dışında kayıt dışı
menkul varlığı olan ve bu varlıklarını kurallardan yararlanmak suretiyle beyan
ederek kayıt altına aldıranlarla kuralların yürürlüğe girmesinden önce varlıklarını beyan eden ve bu varlıklara
ilişkin vergisel yükümlülüklerini tamamlamış olanların aynı hukuksal konumda
olmadığı açıktır. Bu nedenle kuralların
eşitlik ilkesine aykırı olduğu söylenemez.
91. Dava konusu on ikinci fıkrayla
Hazine ve Maliye Bakanlığına, kural kapsamına giren varlıkların Türkiye’ye
getirilmesi ve bildirimi ile işletmeye dâhil edilmelerine ilişkin hususları,
bildirime esas değerlerin tespiti, bildirimin şekli, içeriği ve ekleri ile
yapılacağı yeri, kuralların uygulanmasında kullanılacak bilgi ve belgeler ile
uygulamaya ilişkin usul ve esasları belirleme yetkisi verilmiştir.
92. Anayasa'nın 73. maddesinin üçüncü fıkrasında "Vergi,
resim, harç ve benzeri malî yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya
kaldırılır." denilerek verginin kanuniliği ilkesine yer verilmiştir.
Anılan ilke takdire dayalı keyfî uygulamaları önleyecek sınırlamaların kanunda
yer almasını gerektirmekte ve vergi yükümlülüğüne ilişkin düzenlemelerin
konulması, değiştirilmesi veya kaldırılmasının kanunla yapılmasını zorunlu
kılmaktadır.
93. Vergi ve mali yükümlülüklerin kanunla konulmasını
öngören anılan madde, mali yükümlülüğün yalnızca kanun ile konulabileceğini ve
kanunun hiçbir şekilde bu konuda yürütme organını ve idareyi yetkili
kılamayacağını ifade etmektedir. Bu bağlamda bireylerin
sosyal ve ekonomik durumlarını etkileyecek keyfî uygulamalara neden olunmaması için vergilendirmede, vergiyi doğuran
olayın ve vergilerin matrah ve oranlarının, yukarı ve aşağı sınırlarının, tarh
ve tahakkuklarının, tahsil usullerinin, yaptırımlarının ve zamanaşımı gibi
belli başlı temel ögelerinin kanunlarla belirlenmesi gerekir. Ancak kanun ile
her konuyu bütün kapsam ve ayrıntılarıyla düzenlemenin mümkün olmadığı
durumlarda çerçevesi çizilerek bu sınırlar içinde kalmak şartıyla uygulamaya
ilişkin konularda yürütme organına açıklayıcı ve tamamlayıcı nitelikte
düzenleyici idari işlem yapma yetkisi verilebilir.
94. Kurallarla gerek yurtdışındaki varlıklarını
Türkiye’ye getirerek ve gerekse yurtiçindeki varlıklarını kayıtlı hâle
getirerek vergi bağışıklığından yararlanabilecekler, yararlanma şartları ve
süresine ilişkin esasların belirlendiği görülmekte olup kuralların vergi bağışıklığına
ilişkin esaslı unsurları düzenlemediği söylenemez. Dava konusu on ikinci
fıkrayla Hazine ve Maliye Bakanlığına tanınan yetki ise kurallar kapsamına
giren varlıkların Türkiye’ye getirilmesi ve bildirimi ile işletmeye dâhil
edilmelerine ilişkin hususları, bildirime esas değerlerin tespiti, bildirimin
şekli, içeriği ve ekleri ile yapılacağı yeri, kuralların uygulanmasında
kullanılacak bilgi ve belgeler ile uygulamaya ilişkin usul ve esasları
belirleme yetkisi olup bu yetkinin bağışıklığın esaslı unsurlarına ilişkin
olmayan teknik ve ayrıntıya ilişkin yetkiler olduğu görülmektedir.
95. Vergi bağışıklığının temel esaslarının kanunla
düzenlenmiş olması ve Hazine ve Maliye Bakanlığına verilen yetkinin teknik ve
ayrıntıya ilişkin olması dolayısıyla anılan kuralın verginin kanuniliği
ilkesine aykırı olduğu söylenemez.
96. Açıklanan nedenlerle kurallar,
Anayasa’nın 2., 7., 10. ve 73. maddelerine aykırı değildir. İptalleri talebinin
reddi gerekir.
Kuralların
Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
D. Kanun’un Geçici 1.
Maddesinin (3) Numaralı Fıkrasında
Yer Alan “...üçüncü fıkrası...” İbaresinin İncelenmesi
1. Anlam ve Kapsam
97. 27/6/1989 tarihli ve 375
sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin (KHK) ek 15. maddesinde belediyeler ve bağlı
kuruluşları ile il özel idarelerinin kadro ve pozisyonlarında istihdam edilen
kamu görevlilerine sosyal denge tazminatı ödenebileceği, sosyal denge tazminatının
ödenebilecek aylık tutarının 25/6/2001 tarihli ve 4688 sayılı Kamu Görevlileri
Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunu’na göre yapılan toplu sözleşmede
belirlenen tavan tutarı geçmemek üzere ilgili belediye ve il özel idaresi ile
ilgili belediye ve il özel idaresinde en çok üyeye sahip kamu görevlileri
sendikası arasında anılan Kanun’da öngörülen hükümler çerçevesinde
yapılabilecek sözleşmeyle belirleneceği hükme bağlanmıştır.
98. 4688 sayılı Kanun’un 32.
maddesinin birinci fıkrasında 375 sayılı KHK’nın ek 15. maddesi hükümleri
çerçevesinde sosyal denge tazminatının ödenmesine belediyelerde belediye
başkanının teklifi üzerine belediye meclisince, il özel idaresinde valinin
teklifi üzerine il genel meclisince karar verilmesi hâlinde, sözleşme döneminde
verilecek sosyal denge tazminatı tutarını belirlemek üzere ilgili mahallî
idarede en çok üyeye sahip sendikanın genel başkanı veya sendika yönetim kurulu
tarafından yetkilendirilecek bir temsilcisi ile belediyelerde belediye başkanı,
il özel idaresinde vali arasında toplu sözleşme sürecinin tamamlanmasını
izleyen üç ay içinde sözleşme yapılabileceği, bu sözleşmenin bu Kanun’un
uygulanması bakımından toplu sözleşme sayılmayacağı ve bu kapsamda Kamu
Görevlileri Hakem Kuruluna başvurulamayacağı öngörülmüştür.
99. Kanun’un 32. maddesinin ikinci
fıkrasında yapılacak sözleşmenin toplu sözleşme dönemi ile sınırlı olarak
uygulanacağı ve sözleşme süresinin hiçbir şekilde izleyen mahallî idareler
genel seçimi tarihini geçemeyeceği, mahallî idareler genel seçim tarihini
izleyen üç ay içinde de toplu sözleşme dönemiyle sınırlı olmak üzere sözleşme
yapılabileceği, bu sözleşmeye dayanılarak yapılan ödemelerin kazanılmış hak
sayılmayacağı hükme bağlanmıştır.
100. Anılan maddenin üçüncü
fıkrasında ilgili mahallî idarenin; vadesi geçmiş vergi, sosyal güvenlik primi
ile Hazine ve Maliye Bakanlığına olan borç toplamının gerçekleşen en son yıl
bütçe gelirlerinin yüzde onunu aşması, ödeme süresi geçtiği hâlde ödenmemiş
aylık ve ücret borcu bulunması veya gerçekleşen en son yıla ilişkin toplam
personel giderinin, gerçekleşen en son yıl bütçe gelirlerinin belediyelerde
yüzde otuzunu, il özel idaresinde yüzde yirmi beşini aşması hâllerinde bu madde
kapsamında sözleşme yapılamayacağı, sözleşmenin yapılmasından sonra bu şartların
oluşması durumunda mevcut sözleşmenin kendiliğinden hükümsüz kalacağı
belirtilmiştir.
101. 7417 sayılı Kanun’un geçici
1. maddesinin (3) numaralı fıkrasında ise konusu suç teşkil etmemek ve
kesinleşmiş bir yargı kararına müstenit olmamak kaydıyla, bu maddenin yürürlük
tarihine kadar personeline yemek yardımını nakden ödeyen ya da kupon, kart,
fiş, bilet ya da bu nitelikte bir ödeme aracı üzerinden gerçekleştirmek
amacıyla bu ödeme araçlarının teminini bütçesinden hizmet alımı yoluyla
karşılamış olan ve 4688 sayılı Kanun’un 32. maddesinin üçüncü fıkrası
hükümlerine aykırı olarak sosyal denge tazminatı verdiği tespit edilen il özel
idareleri, belediyeler, büyükşehir belediyeleri ve bağlı kuruluşlarının yetkili
ve görevli personeli hakkında idari veya mali yargılama ve takibat yapılamayacağı,
başlamış olanların işlemden kaldırılacağı hükme bağlanmıştır. Anılan fıkrada
yer alan “...üçüncü fıkrası...” ibaresi dava konusu kuralı
oluşturmaktadır.
2. İptal Talebinin Gerekçesi
102. Dava dilekçesinde özetle;
dava konusu kuralla yerel yönetimlerin ödeme
gücü ve mali kapasitesine aykırı olarak çalışanlarına sosyal denge tazminatı
ödeyen yerel yönetimlerin yetkili ve görevli
personelinin idari ve mali sorumluluğunun kaldırıldığı,
buna karşın 4688 sayılı Kanun’un 32.
maddesinin birinci ve ikinci fıkrası ile 375 sayılı KHK’nın ek 15. maddesine
aykırı bir şekilde sosyal denge tazminatına ilişkin sözleşme imzalamaları
nedeniyle idari ve mali sorumluluğuna
başvurulan yerel yönetimlerin yetkili ve
görevli personelinin sorumluluğunun
kaldırılmamasının eşitlik, hukuki öngörülebilirlik ve belirlilik ilkeleriyle bağdaşmadığı
belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerine
aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
3. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
103. Dava konusu kuralda, 4688
sayılı Kanun’un 32. maddesinin üçüncü fıkrası hükümlerine aykırı olarak sosyal
denge tazminatı verdiği tespit edilen il özel idareleri, belediyeler,
büyükşehir belediyeleri ve bağlı kuruluşlarının yetkili ve görevli personeli
hakkında idari veya mali yargılama ve takibat yapılamayacağı, başlamış
olanların işlemden kaldırılacağı hükme bağlanmıştır.
104. Kural, kamu görevlilerinin
kuralda belirtilen karar ve fiilleri nedeniyle idari ve mali sorumluluklarının
olmadığını öngörmektedir.
105. Kamu görevlisinin idari
sorumluluğu kamu görevlisi ile idare arasındaki disiplin hukuku çerçevesindeki
işlemlerde ortaya çıkmaktadır. Disiplin cezaları, kamu hizmetlerinin gereği
gibi yürütülmesini sağlamak amacıyla öngörülmüş, yapma veya yapmama biçiminde
beliren davranış kurallarının ihlali hâlinde uygulanan idari yaptırımlardır.
106. Kamu görevlisinin görevinin
gereklerini yerine getirmemesi nedeniyle her hâlükârda disiplin işlemlerinin
yürütülmesini zorunlu kılan bir hükme Anayasa’da yer verilmemiştir. Yasamanın
genelliği ilkesi gereğince Anayasa’da düzenlenmemiş bir konuda kanun koyucunun
düzenleme yapabileceği, bu konudaki tercihin Anayasa’ya aykırı olmamak kaydıyla
kanun koyucunun takdiri kapsamında kaldığı kabul edilmelidir. Bu bağlamda
devletle kamu görevlisi arasında gerçekleşen disiplin hukukunun sonucu olan
idari sorumluluğun ortadan kaldırılması kanun koyucunun takdirindedir (AYM, E.2020/18, K.2021/38, 3/6/2021, § 34).
107. Bunun yanı sıra idari eylem ve işlemler ihdas edilirken bireylerin bazı
haklarının ihlal edilmesi nedeniyle çeşitli zararların ortaya çıkması
mümkündür. Bu zararların giderilmesi yükümlülüğü, hukuk alanında sorumluluk
olarak kabul edilmektedir. Anayasa’nın 129. maddesinin beşinci fıkrasına göre “Memurlar
ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan
doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun
gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir.”
Bu hükümle, kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri her
türlü kusurdan kaynaklanan tazminat davalarının muhatabının idare olduğu açıkça
ifade edilmektedir. Ancak kusuruyla idareyi zarara uğratan kamu görevlisinin
sorumluluğu ortadan kaldırılmamış, uğranılan mali zarar için sorumlu kamu
görevlisine rücu edilmesi zorunlu kılınmıştır.
108. Dava konusu kuralda ise kamu görevlisinin görevsel
kusurundan kaynaklanan tazmin sorumluluğuna ilişkin bir düzenlemenin yer
almadığı, 4688 sayılı Kanun’un 32. maddesinin üçüncü fıkrası hükümlerine aykırı
olarak sosyal denge tazminatı verdiği tespit edilen kamu görevlileri hakkında
mali sorumluluğun ortadan kaldırıldığı
anlaşılmaktadır.
109. Buna
göre il özel idareleri, belediyeler, büyükşehir belediyeleri ve bağlı kuruluşlarının
yetkili ve görevli personelinin kuralda belirtilen karar ve fiilleri nedeniyle
idari ve mali sorumluluklarının olmadığını öngören kuralın kanun koyucunun takdir yetkisi çerçevesinde
Anayasa’yla bağdaşmayan bir yönü bulunmamaktadır.
110. Öte yandan kuralda, 4688
sayılı Kanun’un 32. maddesinin üçüncü fıkrası hükümlerine aykırı olarak sosyal
denge tazminatı verdiği tespit edilen il özel idareleri, belediyeler,
büyükşehir belediyeleri ve bağlı kuruluşlarının yetkili ve görevli personeli
hakkında idari veya mali yargılama ve takibat yapılamayacağı, başlamış
olanların işlemden kaldırılacağı hükme bağlanmış olup 4688 sayılı Kanun’un 32.
maddesinin birinci ve ikinci fıkrası ile 375 sayılı KHK’nın ek 15. maddesine
aykırı bir şekilde sosyal denge tazminatına ilişkin sözleşme imzalayan mahallî
idarelerin yetkili ve görevli personeli hakkında herhangi bir düzenleme
yapılmamıştır.
111. 4688 sayılı Kanun’un 32. maddesinin üçüncü fıkrasında sosyal
denge tazminatı verilebilmesi için ilgili mahallî idarenin vadesi geçmiş vergi,
sosyal güvenlik primi ile Hazine ve Maliye Bakanlığına olan borç toplamına
ilişkin kısıtlamaların dikkate alınması gerektiği, borç toplamının anılan
fıkrada belirtilen sınırların üzerinde olması durumunda sosyal denge
tazminatına ilişkin sözleşme yapılamayacağı düzenlenmiştir. Söz konusu maddenin
birinci ve ikinci fıkrası ile 375 sayılı KHK’nın ek 15. maddesinde ise sosyal
denge tazminatının miktarı ve tespit usulü, sözleşme yapmaya yetkili olanlar
ile sözleşme yapılamayacak dönemlere ilişkin düzenlemeler yer almaktadır.
112. Buna göre anılan Kanun’un 32.
maddesinin üçüncü fıkrası ile aynı maddenin birinci ve ikinci fıkrası ve 375
sayılı KHK’nın ek 15. maddesinden kaynaklanan nedenlerle yapılacak olan idari
veya mali yargılama ve takibatlara ilişkin eylemlerin ve şartların farklı
olduğu anlaşıldığından anılan düzenlemelerin kapsamına giren kişilerin aynı hukuksal konumda olmadığı görülmektedir.
Dolayısıyla belirtilen kişiler arasında eşitlik karşılaştırması yapılmasına
imkân bulunmamaktadır.
113. Bu itibarla
kuralda aynı durumda bulunan bazı kişi ve topluluklara ayrı kurallar
uygulanarak kanun karşısında eşitliğin ihlali sonucunu doğuracak bir düzenleme
söz konusu değildir. Farklı hukuksal konumda olanların farklı hukuksal
düzenlemelere tabi olmalarının eşitsizliğe yol açtığı ileri sürülemez (AYM,
E.2008/54, K.2011/45, 10/3/2011). Dolayısıyla kuralın kanun önünde eşitlik
ilkesini ihlal etmediği sonucuna varılmıştır.
115. Açıklanan nedenlerle kural,
Anayasa'nın 2. ve 10. maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi
gerekir.
IV. İPTALİN DİĞER KURALLARA ETKİSİ
116. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı
fıkrasında kanunun, Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin veya Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğü’nün belirli kurallarının iptali, diğer kurallarının veya
tümünün uygulanmaması sonucunu doğuruyorsa bunların da Anayasa Mahkemesince
iptaline karar verilebileceği öngörülmektedir.
117. 5434 sayılı Kanun’un mülga ek 70. maddesinin ikinci
fıkrasında yer alan “...Cumhurbaşkanı...” ibaresi ile 5378 sayılı
Kanun’un geçici 3. maddesinin altıncı fıkrasının üçüncü cümlesinde yer alan “...sekiz
yılı...” ibaresinin iptalleri nedeniyle
uygulanma imkânı kalmayan 5434 sayılı Kanun’un mülga ek 70. maddesinin
ikinci fıkrasının kalan kısmı ile 5378 sayılı Kanun’un geçici 3. maddesinin
altıncı fıkrasının üçüncü cümlesinin kalan kısmının 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince iptalleri
gerekir.
V. YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI
TALEBİ
118. Dava dilekçesinde
özetle, dava konusu kuralların uygulanmaları hâlinde telafisi güç veya imkânsız
zararların doğabileceği belirtilerek yürürlüklerinin durdurulmasına karar
verilmesi talep edilmiştir.
1/7/2022 tarihli ve
7417 sayılı Devlet Memurları Kanunu ile Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun
Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un;
A.
1. 2. maddesiyle 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Emekli Sandığı Kanunu’nun mülga ek 70. maddesinin yeniden düzenlenen ikinci
fıkrasında yer alan “...Cumhurbaşkanı...” ibaresine,
2. 47. maddesiyle 1/7/2005 tarihli ve 5378 sayılı
Engelliler Hakkında Kanun’un geçici 3. maddesinin altıncı fıkrasının üçüncü
cümlesinde yer alan “...dört yılı...” ibaresinin “...sekiz yılı...”
şeklinde değiştirilmesine,
yönelik yürürlüğün
durdurulması taleplerinin, koşulları oluşmadığından REDDİNE,
B. 1. 29. maddesiyle
18/1/1972 tarihli ve 1512 sayılı Noterlik Kanunu’nun 27. maddesine eklenen
üçüncü fıkraya,
2. 50. maddesiyle 13/6/2006 tarihli ve 5520 sayılı Kurumlar
Vergisi Kanunu’na eklenen geçici 15. maddenin (1), (2), (3), (4), (5), (6),
(7), (8), (9), (10), (11) ve (12) numaralı fıkralarına,
3. Geçici 1. maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan
“...üçüncü fıkrası...” ibaresine,
yönelik iptal talepleri
22/6/2023 tarihli ve E.2022/110, K.2023/115 sayılı kararla reddedildiğinden bu
fıkralara ve ibareye ilişkin yürürlüğün durdurulması taleplerinin REDDİNE,
22/6/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
VI.
HÜKÜM
1/7/2022 tarihli ve 7417 sayılı Devlet Memurları Kanunu
ile Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun’un;
A. 2.
maddesiyle 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu’nun mülga ek 70. maddesinin yeniden
düzenlenen;
1. İkinci fıkrasında
yer alan “...Cumhurbaşkanı...” ibaresinin Anayasa’ya
aykırı olduğuna ve İPTALİNE,
2. İkinci
fıkrasının kalan kısmının 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve
Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı fıkrası
gereğince İPTALİNE,
B.
29. maddesiyle 18/1/1972 tarihli ve 1512
sayılı Noterlik Kanunu’nun 27. maddesine eklenen üçüncü fıkranın Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE,
C.
47. maddesiyle 1/7/2005 tarihli ve 5378 sayılı Engelliler Hakkında Kanun’un
geçici 3. maddesinin altıncı fıkrasının;
1.
Üçüncü cümlesinde yer alan “...dört yılı...” ibaresinin “...sekiz
yılı...” şeklinde değiştirilmesinin Anayasa’ya
aykırı olduğuna ve İPTALİNE,
2. Üçüncü
cümlesinin kalan kısmının 6216 sayılı Kanun’un
43. maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince İPTALİNE,
Ç.
50. maddesiyle 13/6/2006 tarihli ve 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’na
eklenen geçici 15. maddenin (1), (2), (3), (4), (5), (6), (7), (8), (9), (10),
(11) ve (12) numaralı fıkralarının Anayasa’ya
aykırı olmadıklarına ve iptal taleplerinin REDDİNE,
D.
Geçici 1. maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan “...üçüncü fıkrası...”
ibaresinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve
iptal talebinin REDDİNE,
22/6/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Başkan
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Başkanvekili
Kadir ÖZKAYA
|
Üye
Engin YILDIRIM
|
Üye
Muammer TOPAL
|
Üye
M. Emin KUZ
|
Üye
Rıdvan GÜLEÇ
|
Üye
Recai AKYEL
|
Üye
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
Üye
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
Üye
Selahaddin MENTEŞ
|
Üye
Basri BAĞCI
|
Üye
İrfan FİDAN
|
Üye
Kenan YAŞAR
|
|
|
|
|