“…
5271 sayılı CMK’nın 193. maddesinin 5353 sayılı kanunun 28. maddesi ile değişik 2. fıkrası “Sanık hakkında, toplanan delillere göre mahkûmiyet dışında bir karar verilmesi gerektiği kanısına varılırsa, sorgusu yapılmamış olsa da dava yokluğunda bitirilebilir.” şeklindedir. CMK’nın 223/1. maddesi ise “Beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, mahkûmiyet, güvenlik tedbirine hükmedilmesi, davanın reddi ve düşmesi kararı, hükümdür.” şeklindedir. CMK’nın 193/2 hükmü incelendiğinde mahkumiyet hükmü dışında kalan beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, güvenlik tedbirine hükmedilmesi, davanın reddi ve düşmesi kararı verilmesi gerekmekte ise sanığın sorgusu yapılmadan yargılamanın bitirilebileceği anlaşılmaktadır.
Ceza verilmesine yer olmadığı ve güvenlik tedbirine hükmedilmesi CMK’nın 223/1. kapsamında hükümdür. CMK’nın 223. maddenin 3. fıkrasına göre Sanık hakkında; yüklenen suçla bağlantılı olarak yaş küçüklüğü, akıl hastalığı veya sağır ve dilsizlik hali ya da geçici nedenlerin bulunması, Yüklenen suçun hukuka aykırı fakat bağlayıcı emrin yerine getirilmesi suretiyle veya zorunluluk hali ya da cebir veya tehdit etkisiyle işlenmesi, Meşru savunmada sınırın heyecan, korku ve telaş nedeniyle aşılması ve Kusurluluğu ortadan kaldıran hataya düşülmesi, hallerinde, kusurunun bulunmaması dolayısıyla ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilecektir. Yine CMK’nın 223. maddenin 4. fıkrasına göre işlenen fiilin suç olma özelliğini devam ettirmesine rağmen; etkin pişmanlık, şahsî cezasızlık sebebinin varlığı, karşılıklı hakaret ve işlenen fiilin haksızlık içeriğinin azlığı dolayısıyla faile ceza verilmemesi hallerinde, ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilecektir. CMK’nın 223. maddenin 6. fıkrasına göre ise sanığın yüklenen suçu işlediğinin sabit olması halinde, belli bir cezaya mahkûmiyet yerine veya mahkûmiyetin yanı sıra güvenlik tedbirine hükmolunabilecektir. Ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilebilmesinin ön koşulu sanığın üzerine atılı suçu işlediğinin sabit olmasıdır. Suçu işlediği sabit olan sanık hakkında ancak CMK’nın 223. maddenin 3 ve 4. fıkrasında gösterilen haller bulunmaktaysa mahkumiyet kararı yerine ceza verilmesine yer olmadığına dair karar verilebilecektir (Yargıtay 3. CD 13/11/2017 tarih 2017/15056 E 2017/14568 K). CMK’nın 223. maddenin 6. fıkrasına göre güvenlik tedbirine hükmedilmesi halinde de sanığın üzerine atılı suçu işlediğinin sabit olması gerekmektedir. Bu durum anılan fıkra hükmünde de açıkça ifade edilmiştir.
5271 sayılı CMK’nın 193. maddesinin 5353 sayılı Kanunun 28. maddesi ile değişik 2. fıkrası “Sanık hakkında, toplanan delillere göre mahkûmiyet dışında bir karar verilmesi gerektiği kanısına varılırsa, sorgusu yapılmamış olsa da dava yokluğunda bitirilebilir.” şeklindeki hükme göre ceza verilmesine yer olmadığı ve güvenlik tedbirine hükmedilmesi halinde sanığın sorgusu yapılmadan dava yokluğunda bitirilebilecektir. Ancak beraat, davanın reddi ve düşme kararlarından farklı olarak göre ceza verilmesine yer olmadığı ve güvenlik tedbirine hükmedilmesi için suçun sabit olması gerekmektedir. Anayasanın 38/4. maddesine göre suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Evrensel bir ilke olan masumiyet karinesi uyarınca sanığın suçluluğu ispatlanmadıkça suçlu kabul edilmesi mümkün değildir. Sanığın suçlu olduğunun sabit olması için adil bir yargılamanın yapılması ve mutlaka sanığa savunma hakkının tanınması gerekir. Nitekim Anayasanın 36/1. maddesine göre herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Bu kapsamda sanığın suçunun sabit olduğunun kabulüyle sanık hakkında ceza verilmesine yer olmadığı ve güvenlik tedbirine hükmedilmesi kararları verilebilmesi için sanığa savunma hakkı tanınması zorunludur. 5271 sayılı CMK’nın 193. maddesinin 5353 sayılı Kanunun 28. maddesi ile değişik 2. fıkrası ise bu zorunluğun aksine sorgusu yapılmamış sanık hakkında ceza verilmesine yer olmadığı ve güvenlik tedbirine hükmedilmesi kararları verilmesine olanak tanımaktadır. 5271 sayılı CMK’nın 193. maddesinin 5353 sayılı kanunun 28. maddesi ile değişik 2. fıkrası hükmünün takdiri bir nitelik gösterdiği ileri sürülse dahi yasal olarak sorgu yapılmadan ceza verilmesine yer olmadığı ve güvenlik tedbirine hükmedilmesi kararları verilmesi mümkündür. Bu durum 5271 sayılı CMK’nın 193. maddesinin 5353 sayılı kanunun 28. maddesi ile değişik 2. fıkrasının Anayasanın 36 ve 38/4. fıkrasına aykırı olduğunu ortaya koymaktadır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 30.10.2014 tarih 2013/8-119 Esas 2014/448 Karar sayılı ilamında “Türk Ceza Kanunu’nun 31/2 ve 32/1. maddelerinde kusur yeteneği dolaylı bir şekilde tanımlanmıştır. Bu hükümler uyarınca, işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama ve davranışlarını yönlendirme yeteneğinin bulunması durumunda kusur yeteneğinin varlığı kabul edilmiştir. Kusur yeteneğinin iki belirgin unsuru vardır. Bunlardan ilki; işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını anlayabilme, diğeri ise; eylemin hukuki anlam ve sonuçlarını kavrayan kişinin, davranışlarını bu algılama doğrultusunda hukuk düzeninin gereklerine uygun olarak yönlendirme yeteneğinin bulunmasıdır. “Algılama” ve “irade yeteneği” denilen bu iki öğenin kişide bir arada bulunmaması veya bu yeteneklerinde azalma meydana gelmesi halinde kusur yeteneğinin tam olmadığı kabul edilmelidir.
Ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenler arasında bulunan akıl hastalığı, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 32. maddesinde;
“1) Akıl hastalığı nedeniyle işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılayamayan veya bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli derecede azalmış olan kişiye ceza verilmez. Ancak, bu kişiler hakkında güvenlik tedbirine hükmolunur.
2) Birinci fıkrada yazılı derecede olmamakla birlikte işlediği fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği azalmış olan kişiye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine yirmibeş yıl, müebbet hapis cezası yerine yirmi yıl hapis cezası verilir. Diğer hâllerde verilecek ceza, altıda birden fazla olmamak üzere indirilebilir. Mahkûm olunan ceza, süresi aynı olmak koşuluyla, kısmen veya tamamen, akıl hastalarına özgü güvenlik tedbiri olarak da uygulanabilir” şeklinde hüküm altına alınmıştır.
Buna göre, ortada bütün unsurlarıyla oluşmuş bir suç bulunmakta ise de, akıl hastası olduğu belirlenen sanık, işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamayacak durumda olduğundan, suçun işlenmesinden dolayı hukuki anlamda sorumlu tutulup cezalandırılamaz. TCK'nun 32/1. maddesi gereğince bu durumda bulunan sanığa ceza tayin edilmesi mümkün olmadığından, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 223. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca “ceza verilmesine yer olmadığına” karar verilmesi gerekir. Öte yandan sanığa ceza verilemiyor olması, hakkında bir güvenlik tedbirine hükmolunmasına engel değildir. O halde akıl hastası sanığın tedavi ve muhafazasına karar verilebilmesi için, açılan davada isnat yeteneği ile “fiil- fail-akıl hastalığı” arasındaki ilişkinin belirlenebilmesi için bir yargılama faaliyetine ihtiyaç vardır.
Öğretide; “Emniyet tedbiri veya ceza uygulaması failler hakkında kabul edildiğine göre, suçun işlendiği sıradaki tam ve yarım akıl hastalığının emniyet tedbiri veya dar manada ceza davası açılmasına, o kişilerin sanık sıfatı almasına ve son soruşturma yapılmasına tesir etmeyeceği” belirtilerek, ceza ehliyetine sahip olmayanların, ceza yargılaması sırasında sanık konumunda bulunabilecekleri vurgulanmıştır. (Nurullah Kunter, Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta Yayınevi, Onuncu Bası, s.414)
İşlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamayan veya fiille ilgili davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli ölçüde azalmış olanlar hakkında güvenlik tedbiri uygulanabilmesi için açılan dava üzerine yapılan muhakeme güvenlik tedbiri muhakemesidir. Bu düşünceden hareketle, suçu işlediği sırada akıl hastası olanlar hakkında güvenlik tedbirine hükmedilebilmesi amacıyla açılan dava üzerine yapılan yargılama sırasında sanık konumunda bulundukları, dolayısıyla sanıklara tanınan haklardan yararlanabilecekleri hususunda herhangi bir şüphe yoktur. Koruma ve tedavi tedbiri bir suç işlenmesinin neticesi olduğundan, ancak suç işleyen kimselere uygulanması gereken bir müeyyidedir. Dolayısıyla bu tedbirin uygulanması için açılan dava bir ceza muhakemesi davasıdır. Mahkemenin TCK'nun 57. maddesinde düzenlenen tedbirlere karar verebilmesi için, sanığın bir suç işlemiş olması şart olduğuna göre, bütün deliller toplanıp sanığın sorgusu da yapılacak ve suç işlediği sabit bulunmazsa beraat kararı verilecektir. (Nurullah Kunter-Feridun Yenisey-Ayşe Nuhoğlu Ceza Muhakemesi Hukuku, Onsekizinci Baskı, Beta Yayınevi, İstanbul 2010, s. 1569-1571, 1593-1596)
Diğer taraftan oldukça geniş bir kavram olan “savunma hakkı” şüpheliyi ve sanığı ilgilendirdiği kadar, bir gün şüpheli veya sanık konumuna düşebilecek olan toplumda yaşayan herhangi bir ferdi, dolayısıyla bütün toplumu ve yine adaleti sağlama yükümlülüğü bulunan Devleti de ilgilendirmektedir. Ceza muhakemesinin amacı, yargılama neticesi verilen ve iddia ile savunmanın değerlendirilmesinden ibaret olan hükmün doğru olmasını sağlamaktadır. Bu yönüyle, geniş bir bakış açısı ile değerlendirilmesi gereken savunma hakkı, yargı mercileri huzurunda kendisini savunma, müdafi yardımından yararlanma, susma, soru sorma, aleyhine olan işleme katılmama, tercümandan yararlanma, delillerin toplanmasını isteme, duruşmada hazır bulunma, kanun yoluna başvurma gibi hakları içermektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının “Temel haklar ve ödevler” bölümünde yer alan 36. maddesinde savunma hakkı; “Herkes meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir” şeklinde düzenlenmiş olup, “temel hak” niteliğine uygun olarak savunma hakkı verilmemesi veya savunma hakkının sınırlandırılması durumunda verilen karar hukuka aykırı olacaktır. Buna göre, sanığın ceza muhakemesindeki en önemli haklarından birisi, yargı mercilerince her aşamada nazara alınması gereken savunma hakkıdır. Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış olan bu hakkın herhangi bir nedenle sınırlandırılması da mümkün değildir. Nitekim Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi uyarınca yürürlükte olan 308/8. maddesine göre savunma hakkının sınırlandırılması mutlak bozma nedenlerindendir.
Savunma hakkının temelini oluşturan sorgu, sadece sanık lehine getirilmiş bir hüküm değil, aynı zamanda maddi gerçeğe ulaşmak amacıyla konulmuş, kamusal niteliği de bulunan emredici usul kuralıdır. Savunma hakkının sınırlandırılamayacağı ilke olmakla birlikte, kanun koyucunun başka bir mağduriyete sebebiyet vermemek, yargılamanın uzamasını engellemek, usul ekonomisi, gereksiz emek ve gider kaybına neden olmamak açısından bazı sınırlamalara gittiği de bir gerçektir. Ancak bu sınırlamalar istisna olup, bu hallerde dahi usul kanunumuz bazı şartların varlığını aramaktadır.
Sanık duruşmada hazır bulunması gereken kişilerden olup, bu durum yargılamanın “yüze karşılık” özelliği ve savunma hakkının sonucudur. Bu nedenledir ki, ceza muhakemesi hukukumuzda istisnai haller haricinde, gelmeyen sanık hakkında duruşma yapılamayacaktır.
CMK'nun 191. maddesi uyarınca, ceza muhakemesinin bir türü olduğu kabul edilen ve suçu işlediği sırada akıl hastası olanlar hakkında görülen güvenlik tedbiri yargılamasında duruşmaya tanık ve bilirkişi yoklamasıyla başlanacak, bundan sonra sanığın açık kimliği ve şahsi hali tespit edilecek, iddianamenin okunmasından sonra sanık, aynı kanunun 147. maddesinde öngörülen şekilde sorguya çekilecektir. Sorgusu sırasında sanığa üzerine atılı suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanuni hakkı olduğu, şüpheden kurtulması için somut delillerin toplanmasını isteyebileceği hatırlatılacak, aleyhindeki şüphe nedenlerini ortadan kaldırmak ve lehine olan hususları ileri sürme imkânı verilecektir. Bu yönü itibarıyla sorgu, kamusal yanı bulunmakla birlikte öncelikle bir savunma aracıdır.
Fiili işlediği sırada akıl hastası olduğu tespit edilen kişi hakkında uygulanacak güvenlik tedbirleri Türk Ceza Kanunu’nun 57. maddesinde;
“1) Fiili işlediği sırada akıl hastası olan kişi hakkında, koruma ve tedavi amaçlı olarak güvenlik tedbirine hükmedilir. Hakkında güvenlik tedbirine hükmedilen akıl hastaları, yüksek güvenlikli sağlık kurumlarında koruma ve tedavi altına alınırlar.
2) Hakkında güvenlik tedbirine hükmedilmiş olan akıl hastası, yerleştirildiği kurumun sağlık kurulunca düzenlenen raporda toplum açısından tehlikeliliğinin ortadan kalktığının veya önemli ölçüde azaldığının belirtilmesi üzerine mahkeme veya hâkim kararıyla serbest bırakılabilir.
3) Sağlık kurulu raporunda, akıl hastalığının ve işlenen fiilin niteliğine göre, güvenlik bakımından kişinin tıbbî kontrol ve takibinin gerekip gerekmediği, gerekiyor ise, bunun süre ve aralıkları belirtilir.
4) Tıbbî kontrol ve takip, raporda gösterilen süre ve aralıklarla, Cumhuriyet savcılığınca bu kişilerin teknik donanımı ve yetkili uzmanı olan sağlık kuruluşuna gönderilmeleri ile sağlanır.
5) Tıbbî kontrol ve takipte, kişinin akıl hastalığı itibarıyla toplum açısından tehlikeliliğinin arttığı anlaşıldığında, hazırlanan rapora dayanılarak, yeniden koruma ve tedavi amaçlı olarak güvenlik tedbirine hükmedilir. Bu durumda, bir ve devamı fıkralarda belirlenen işlemler tekrarlanır.
6) İşlediği fiille ilgili olarak hastalığı yüzünden davranışlarını yönlendirme yeteneği azalmış olan kişi hakkında birinci ve ikinci fıkra hükümlerine göre yerleştirildiği yüksek güvenlikli sağlık kuruluşunda düzenlenen kurul raporu üzerine, mahkûm olduğu hapis cezası, süresi aynı kalmak koşuluyla, kısmen veya tamamen, mahkeme kararıyla akıl hastalarına özgü güvenlik tedbiri olarak da uygulanabilir.
7) Suç işleyen alkol ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde bağımlısı kişilerin, güvenlik tedbiri olarak, alkol ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde bağımlılarına özgü sağlık kuruluşunda tedavi altına alınmasına karar verilir. Bu kişilerin tedavisi, alkol ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde bağımlılığından kurtulmalarına kadar devam eder. Bu kişiler, yerleştirildiği kurumun sağlık kurulunca bu yönde düzenlenecek rapor üzerine mahkeme veya hâkim kararıyla serbest bırakılabilir” şeklinde düzenlenmiştir.
TCK'nun 57. maddesi uyarınca muhafaza ve güvenlik tedbirinin, yüksek güvenlikli sağlık kurumlarında ve toplum açısından tehlikeliliğinin ortadan kalktığı veya önemli ölçüde azaldığı sağlık kurulu raporuyla tespit edilene kadar devam edeceği nazara alındığında, sanık açısından ağır sonuçlar meydana getireceği tartışmasızdır. Dolayısıyla kendisi açısından ağır neticeler doğuracağı muhakkak olan kararın verilme ihtimali bulunan bir yargılama sırasında bizzat sanığa, bu sonucu önlemeye yönelik savunma imkânı tanınması, sorguya ilişkin kanuni düzenlemenin getirdiği bir zorunluluk olduğu kadar, adil yargılanma hakkının da gereğidir.
Öte yandan, bilirkişi raporunu denetleyecek, değerlendirecek ve gerektiğinde yeni bir bilirkişi görüşüne başvurabilecek olan hâkimin, duruşmadaki sorgusu sırasında sanığı bizzat görmesi, izlemesi ve kanunun gerekli kıldığı durumları tutanağa kaydetmesi gereklidir. Yine zamanaşımının dolması halinde güvenlik tedbirine hükmedilmesi imkânı bulunmadığından, dava zamanaşımını kesici özelliği olan sanığın sorguya çekilmesi işleminin gerçekleştirilmesi bu yönüyle de zorunludur.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Alkole bağlı psikotik bozukluk nedeniyle, işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneğinin önemli derecede azaldığı ve davranışlarını yönlendirme kabiliyetinin de ortadan kalktığı adli raporlarla tespit edilen sanık hakkında soruşturma aşamasında sorgusu yapıldıktan sonra akıl hastalarına özgü güvenlik tedbirlerine ve suça konu silahın müsaderesine karar verilmesi istemiyle açılan davada yerel mahkemece, durumda sanığın sorgusu yapılmadan müdafi tayiniyle yetinilerek, muhafaza ve tedavi tedbiri ile suçta kullanılan tabancanın müsaderesine hükmolunması, usul ve Kanuna aykırıdır.” şeklindeki kararı da 5271 sayılı CMK’nın 193. maddesinin 5353 sayılı Kanunun 28. maddesi ile değişik 2. fıkrasının anayasaya aykırı olduğunu ortaya koyduğu değerlendirilmektedir.
SONUÇ : Yukarıda arz edilen gerekçeler ve inceleme sırasında res’en nazara alınacak diğer nedenler nazara alınarak, Mahkememizin 2020/489 esas sayılı dava dosyasında uygulanma ihtimali bulunan ancak; 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 36., 38/4 maddesi hükmüne açıkça aykırı hüküm içeren 5271 sayılı CMK’nın 193. maddesinin 5353 sayılı Kanun’un 28. maddesi ile değişik 2. fıkrası “Sanık hakkında, toplanan delillere göre mahkûmiyet dışında bir karar verilmesi gerektiği kanısına varılırsa, sorgusu yapılmamış olsa da dava yokluğunda bitirilebilir.” şeklindeki hükmünün iptaline karar verilmesi talep olunur.”
ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2021/118
Karar Sayısı : 2022/98
Karar Tarihi : 8/9/2022
R.G. Tarih - Sayı : 4/10/2022 - 31973
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Hatay 6. Asliye Ceza Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU: 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 193. maddesine 25/5/2005 tarihli ve 5353 sayılı Kanun’un 28. maddesiyle eklenen (2) numaralı fıkranın Anayasa’nın 36. ve 38. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi talebidir.
OLAY: Sanık hakkında kasten yaralama ve hakaret suçlarından açılan davada itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur.
I. İPTALİ İSTENEN VE İLGİLİ GÖRÜLEN KANUN HÜKÜMLERİ
A. İptali İstenen Kanun Hükmü
Kanun’un itiraz konusu kuralın da yer aldığı 193. maddesi şöyledir:
“Sanığın duruşmada hazır bulunmaması
Madde 193 – (1) Kanunun ayrık tuttuğu hâller saklı kalmak üzere, hazır bulunmayan sanık hakkında duruşma yapılmaz. Gelmemesinin geçerli nedeni olmayan sanığın zorla getirilmesine karar verilir.
(2) (Ek: 25/5/2005 - 5353/28 md.) Sanık hakkında, toplanan delillere göre mahkûmiyet dışında bir karar verilmesi gerektiği kanısına varılırsa, sorgusu yapılmamış olsa da dava yokluğunda bitirilebilir.”
B. İlgili Görülen Kanun Hükmü
Kanun’un 223. maddesi şöyledir:
“Duruşmanın sona ermesi ve hüküm
Madde 223 – (1) Duruşmanın sona erdiği açıklandıktan sonra hüküm verilir. Beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, mahkûmiyet, güvenlik tedbirine hükmedilmesi, davanın reddi ve düşmesi kararı, hükümdür.
(2) Beraat kararı;
a) Yüklenen fiilin kanunda suç olarak tanımlanmamış olması,
b) Yüklenen suçun sanık tarafından işlenmediğinin sabit olması,
c) Yüklenen suç açısından failin kast veya taksirinin bulunmaması,
d) Yüklenen suçun sanık tarafından işlenmesine rağmen, olayda bir hukuka uygunluk nedeninin bulunması,
e) Yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması,
Hallerinde verilir.
(3) Sanık hakkında;
a) Yüklenen suçla bağlantılı olarak yaş küçüklüğü, akıl hastalığı veya sağır ve dilsizlik hali ya da geçici nedenlerin bulunması,
b) (Değişik: 25/5/2005 - 5353/30 md.) Yüklenen suçun hukuka aykırı fakat bağlayıcı emrin yerine getirilmesi suretiyle veya zorunluluk hali ya da cebir veya tehdit etkisiyle işlenmesi,
c) Meşru savunmada sınırın heyecan, korku ve telaş nedeniyle aşılması,
d) Kusurluluğu ortadan kaldıran hataya düşülmesi,
Hallerinde, kusurunun bulunmaması dolayısıyla ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilir.
(4) İşlenen fiilin suç olma özelliğini devam ettirmesine rağmen;
a) Etkin pişmanlık,
b) Şahsî cezasızlık sebebinin varlığı,
c) Karşılıklı hakaret,
d) İşlenen fiilin haksızlık içeriğinin azlığı,
Dolayısıyla, faile ceza verilmemesi hallerinde, ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilir.
(5) Yüklenen suçu işlediğinin sabit olması halinde, sanık hakkında mahkûmiyet kararı verilir.
(6) Yüklenen suçu işlediğinin sabit olması halinde, belli bir cezaya mahkûmiyet yerine veya mahkûmiyetin yanı sıra güvenlik tedbirine hükmolunur.
(7) Aynı fiil nedeniyle, aynı sanık için önceden verilmiş bir hüküm veya açılmış bir dava varsa davanın reddine karar verilir.
(8) Türk Ceza Kanununda öngörülen düşme sebeplerinin varlığı ya da soruşturma veya kovuşturma şartının gerçekleşmeyeceğinin anlaşılması hallerinde, davanın düşmesine karar verilir. Ancak, soruşturmanın veya kovuşturmanın yapılması şarta bağlı tutulmuş olup da şartın henüz gerçekleşmediği anlaşılırsa; gerçekleşmesini beklemek üzere, durma kararı verilir. Bu karara itiraz edilebilir.
(9) Derhâl beraat kararı verilebilecek hâllerde durma, düşme veya ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilemez.
(10) Adlî yargı dışındaki bir yargı merciine yönelik görevsizlik kararı kanun yolu bakımından hüküm sayılır.”
II. İLK İNCELEME
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA, Engin YILDIRIM, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ, Basri BAĞCI ve İrfan FİDAN’ın katılımlarıyla 4/11/2021 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
III. ESASIN İNCELENMESİ
2. Başvuru kararı ve ekleri, Raportör Aydın AYGÜN tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu ve ilgili görülen kanun hükümleri, dayanılan ve ilgili görülen Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A. Anlam ve Kapsam
3. 5271 sayılı Kanun’un 193. maddesinin itiraz konusu (2) numaralı fıkrasında, toplanan delillere göre sanık hakkında mahkûmiyet dışında bir karar verilmesi gerektiği kanısına varılırsa sanığın sorgusu yapılmamış olsa da davanın yokluğunda bitirilebileceği öngörülmüştür.
4. Anılan Kanun’un 223. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ceza yargılaması sonunda verilebilecek hükümlerin nelerden ibaret olduğu sayılmıştır. Buna göre mahkûmiyet dışındaki hükümler; beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, güvenlik tedbirine hükmedilmesi, davanın reddi ve davanın düşmesi kararlarıdır.
5. Beraat kararları söz konusu maddenin (2) numaralı fıkrasında düzenlenmiştir. Buna göre (a) yüklenen fiilin kanunda suç olarak düzenlenmemiş olması, (b) suçun sanık tarafından işlenmediğinin sabit olması, (c) yüklenen suç açısından sanığın kast veya taksirinin bulunmaması, (d) yüklenen suç sanık tarafından işlenmesine rağmen olayda hukuka uygunluk nedeninin bulunması, (e) yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması hâllerinde sanık hakkında beraat kararı verilir.
6. Ceza verilmesine yer olmadığı kararlarına ilişkin düzenlemeler ise aynı maddenin (3) ve (4) numaralı fıkralarında yer almaktadır. Bu kapsamda (3) numaralı fıkrada eylem sabit olmasına rağmen kusur bulunmaması nedeniyle sanık hakkında ceza verilmeyen hâller; (4) numaralı fıkrada da işlenen fiilin suç olma özelliği devam etmesine -kusur bulunmasına- rağmen ceza verilmeyen hâller düzenlenmiştir. Maddenin (3) numaralı fıkrası hükmüne göre (a) isnat edilen suçla bağlantılı olarak yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, sağır ve dilsizlik hâli veya geçici nedenlerin bulunması, (b) yüklenen suçun hukuka aykırı fakat bağlayıcı emrin yerine getirilmesi suretiyle veya zorunluluk hâli ya da cebir veya tehdit etkisiyle işlenmesi, (c) meşru savunmada sınırın heyecan, korku ve telaş nedeniyle aşılması, (d) kusurluluğu ortadan kaldıran hataya düşülmesi hâllerinde sanık kusurlu olarak kabul edilmez ve cezalandırılmaz. Aynı maddenin (4) numaralı fıkrasına göre ise fiilin suç olma özelliği devam etmesine rağmen (a) etkin pişmanlık, (b) şahsi cezasızlık sebebinin varlığı, (c) karşılıklı hakaret, (d) işlenen fiilin haksızlık içeriğinin azlığı dolayısıyla faile ceza verilememesi nedeniyle ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilir. Diğer bir ifadeyle anılan fıkraya göre sanık tarafından işlenen suç ceza mahkemesince sabit bulunmasına rağmen fıkrada sayılan cezasızlık hâllerinden birinin varlığı nedeniyle fail cezalandırılamaz.
7. Anılan maddenin (6) numaralı fıkrasında isnat edilen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olması hâlinde sanık hakkında sadece veya mahkûmiyet kararıyla birlikte bir güvenlik tedbirine hükmedileceği belirtilmiştir. Hangi hâllerde güvenlik tedbirine karar verilebileceği ceza kanunlarında düzenlenmiş olup bu kapsamda 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda yer alan çocuklara özgü güvenlik tedbirleri (mad. 56), akıl hastalarına özgü güvenlik tedbirleri (mad. 57) bazı güvenlik tedbirlerine örnek olarak gösterilebilir.
8. Aynı eylem nedeniyle aynı sanık hakkında daha önce verilmiş bir hüküm veya açılmış bir dava bulunması hâlinde 5271 sayılı Kanun’un 223. maddesinin (7) numaralı fıkrasına göre mahkeme davayı reddeder. 5237 sayılı Kanun’daki düşme sebepleri ile soruşturma veya kovuşturması şarta bağlanan hâllerde bu şartın gerçekleşmeyeceğinin anlaşılması hâlinde ise aynı maddenin (8) numaralı fıkrasına göre davanın düşmesine karar verilir.
9. İtiraz konusu kural uyarınca sorgusu yapılmadan da sanık hakkında beraat veya ceza verilmesine yer olmadığı kararlarının verilmesi ya da güvenlik tedbirlerine hükmedilmesi yahut davanın reddine veya düşmesine karar verilmesi mümkündür.
B. İtirazın Gerekçesi
10. Başvuru kararında özetle; itiraz konusu kural uyarınca sanığın sorgusu yapılmadan ceza verilmesine yer olmadığı, güvenlik tedbirine, davanın reddine ve düşmesine karar verilebileceği, ceza verilmesine yer olmadığına ve güvenlik tedbirine dair kararların fiilin ya da suçun işlendiğinin sabit olması hâlinde verilen kararlar olduğu gözetildiğinde sorgusu yapılmadan sanık hakkında anılan kararların verilmesi suretiyle yargılamanın sanığın yokluğunda bitirilmesinin adil yargılanma hakkı ve masumiyet karinesiyle bağdaşmadığı belirtilerek kuralın Anayasa’nın 36. ve 38. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
C. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
11. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural, ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 13. maddesi yönünden de incelenmiştir.
12. Anayasa’nın 36. maddesinde herkesin iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anılan maddede yapılan değişikliğin gerekçesinde, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki hakkaniyete uygun yargılama kavramından hareket ederek adil yargılanma hakkının gereklerini saptamıştır. Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası kapsamında adil yargılanma hakkının gereklerinden birinin de duruşmada hazır bulunma hakkı olduğunu birçok kararında ifade etmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının duruşmada hazır bulunma hakkını da kapsadığının kabul edilmesi gerekir (Emrah Yayla [GK], B. No: 2017/38732, 6/2/2020, § 59).
13. Tarafların duruşmada hazır bulunma hakkı hem savunma hakkının etkin bir şekilde kullanılmasını sağlamakta hem de silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine işlerlik kazandırmaktadır. Anılan hak, sadece duruşmada hazır bulunmayı değil duruşma sürecini dinlemeyi, takip etmeyi, iddia/savunmaları destekleyecek şeyleri ileri sürmeyi de içerir. Dolayısıyla duruşmada hazır bulunma hakkının tarafların yargılamaya etkili katılmaları ile doğrudan ilişkisi vardır (Emrah Yayla [GK], § 60).
14. Ceza yargılamasında savunma hakkının güvence altına alınması, hukuk devletinin temel ilkelerindendir. Savunma, ceza adaletinin hakkaniyete uygun olarak gerçekleşmesini sağlayan unsurlardan biridir (AYM, E.2018/73, K.2019/65, 24/07/2019, § 18).
15. İtiraz konusu kural toplanan delillere göre mahkûmiyet dışında bir karar verilmesi kanısına varılması durumunda sanığın sorgusu yapılmadan davanın yokluğunda bitirilebileceğini öngörmek suretiyle duruşmada hazır bulunma ve savunma hakkına, dolayısıyla adil yargılanma hakkına bir sınırlama getirmektedir.
16. Anayasa’nın 13. maddesinde “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” hükmüne yer verilmiştir. Buna göre adil yargılanma hakkına getirilen sınırlamanın kanunla yapılması, Anayasa’da öngörülen sınırlama sebebine ve ölçülülük ilkesine uygun olması gerekir.
17. Anayasa’nın anılan maddesi hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceğini temel bir kural olarak benimsemiştir. Buna göre adil yargılanma hakkına yapılan sınırlamalarda dikkate alınacak öncelikli ölçüt, sınırlamanın kanunla yapılmasıdır. Ancak Anayasa Mahkemesinin sıkça vurguladığı gibi temel hakları sınırlayan kanunun şeklen var olması yeterli olmayıp yasal kuralların keyfîliğe izin vermeyecek şekilde belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir düzenlemeler niteliğinde olması gerekir.
18. Esasen temel hakları sınırlayan kanunun bu niteliklere sahip olması, Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye bağlanan hukuk devleti ilkesinin de bir gereğidir. Hukuk devletinde kanuni düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir. Kanunda bulunması gereken bu nitelikler hukuki güvenliğin sağlanması bakımından da zorunludur. Zira bu ilke hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (AYM, E.2015/41, K.2017/98, 4/5/2017, §§ 153, 154). Dolayısıyla Anayasa’nın 13. maddesinde sınırlama ölçütü olarak belirtilen kanunilik, Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye bağlanan hukuk devleti ilkesi ışığında yorumlanmalıdır.
19. Kuralla yargılama sürecinde toplanan delillere göre sanık hakkında mahkûmiyet hükmü dışında bir karar verilmesi kanaati oluşması hâlinde sanığın sorgusu yapılmadan yokluğunda davanın bitirilebileceği herhangi bir tereddütte yer bırakmayacak biçimde açık ve net olarak düzenlendiği görüldüğünden kuralın belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir nitelikte olduğu anlaşılmıştır. Bu yönüyle kuralın kanunilik şartını taşımadığı söylenemez.
20. Öte yandan Anayasa’nın 13. maddesi uyarınca temel hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamanın Anayasa’da öngörülen sınırlama sebebine uygun olması gerekir. Anayasa’nın 36. maddesinde hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da o hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları olduğu kabul edilmektedir. Öte yandan Anayasa’nın başka maddelerinde yer alan hak ve özgürlükler ile devlete yüklenen ödevler, özel sınırlama sebebi gösterilmemiş hak ve özgürlüklere sınır teşkil edebilir (AYM, E.2018/99, K.2021/14, 3/3/2021, § 24).
21. Anayasa’nın 141. maddesinin dördüncü fıkrasında “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.” denilmek suretiyle davaların makul süre içinde bitirilmesi gerekliliği ifade edilmiştir. Bu ilke gereğince devlet, yargılamaların gereksiz yere uzamasını engelleyecek etkin önlemler almalıdır.
22. Bu kapsamda itiraz konusu kuralla toplanan delillere göre mahkûmiyet dışında bir hükümle sonuçlanacağı kanaatinin oluştuğu durumlarda yargılamaların bir an önce sonlandırılması suretiyle sanığın savunmasının alınması için gerçekleşecek yersiz gecikmelerin önüne geçilmesinin amaçlandığı anlaşılmıştır. Buna göre kuralın anayasal anlamda meşru bir amaca dayandığı sonucuna ulaşılmıştır.
23. Bununla birlikte söz konusu hak bağlamında getirilen sınırlamanın kanunilik ve meşru amaç şartlarını taşıması yeterli olmayıp aynı zamanda ölçülü olması da gerekir. Anayasa’nın 13. maddesinde güvence altına alınan ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen sınırlamanın ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından sınırlamanın zorunlu olmasını diğer bir ifadeyle aynı amaca daha hafif bir sınırlama ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise hakka getirilen sınırlama ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir.
24. Ceza hukukunun toplumun kültürel, sosyal ve ekonomik hayatıyla yakından ilgili olması nedeniyle suç ve suçlulukla mücadele amacıyla ceza ve ceza muhakemesi alanında sistem tercihinde bulunulması devletin ceza siyaseti ile ilgilidir. İtiraz konusu kural toplanan delillere göre sanık hakkında mahkûmiyet dışında bir hüküm verileceği kanaatine varılması hâlinde sanığın sorgusu yapılmadan da davanın sanığın yokluğunda bitirilebileceğini öngörmekle davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasına yöneliktir. Belirli şartların gerçekleşmesi hâlinde sorgusu yapılmamış sanığın yokluğunda da davanın bitirilebilmesini hüküm altına alan kuralın ulaşılmak istenen amacın gerçekleştirilmesi bağlamında elverişli ve gerekli olmadığı söylenemez.
25. Kural, toplanan delillere göre sanık hakkında mahkûmiyet dışında bir karar verilmesi gerektiği kanısına varılması hâlinde sanığın sorgusu yapılmamış olsa da yargılamanın sanığın yokluğunda bitirilebilmesine imkân vermektedir. Diğer bir ifade ile sorgu yapılmamış olsa bile toplanan delillere göre sanığın yokluğunda yargılama tamamlanabilecektir. Ceza yargılamasında mahkûmiyet dışındaki kararların nelerden ibaret olduğu Kanun’un 223. maddesinde belirtilmiştir (bkz. §§ 4-9). Kural, mahkûmiyet dışındaki kararlar yönünden bir ayrım yapmaksızın bu kararların tamamına ilişkin bir düzenleme içermektedir.
26. Mahkûmiyet dışındaki kararlar nazara alındığında hukuki nitelikleri gereği ceza verilmesine yer olmadığı ve/veya güvenlik tedbirlerine hükmedilmesi kararlarının üzerinde durulmalıdır. Söz konusu kararların verilebilmesi için atfedilen fiilin sanık tarafından icra edildiğinin sabit olması zorunludur. Başka bir ifadeyle iddianame ile isnat olunan fiilin sanık tarafından gerçekleştirildiğinin kovuşturma sırasında tespit edilmesi gerekir. Sanığın isnat edilen fiili işlediğinin tespit edilmesi ise sanığın iddianameye konu haksızlığı gerçekleştirdiği, ancak Kanun’da sayılan sebeplerin (bkz. §§ 6, 7) varlığı nedeniyle cezalandırılmadığı anlamına gelir. Suçun işlendiğinin sabit görüldüğü ancak ceza verilmesine yer olmadığı kararlarına hükmedildiği durumlarda sanığın Anayasa’nın 38. maddesinde öngörülen masumiyeti ortadan kalkmaktadır. Güvenlik tedbirlerine hükmedildiğinde ise sanık -masumiyetinin ortadan kalkması dışında- ayrıca yaptırıma maruz kalmaktadır.
27. İsnat edilen fiili işlediğinin mahkemece tespit edilmesi ve sonucunda ceza verilmesine yer olmadığına ya da güvenlik tedbirine hükmedilmesi durumunda da hakkında 5271 sayılı Kanun’un 223. maddesinin (5) numaralı fıkrasında düzenlenen mahkûmiyet hükmü gibi bir sonuç doğurmamakla birlikte sanığın işlediği fiilden dolayı hukuki olarak sorumluluğu devam edebilmektedir. Dolayısıyla mahkeme tarafından sanığın eylemi veya suçu işlediğinin tespit edildiği hâllerde kurulan mahkûmiyet dışındaki hüküm nedeniyle sanık başka yönlerden dezavantajlı konuma düşebilmektedir. Sanık hakkında böyle sonuçlar ihtiva edebilen mahkûmiyet dışındaki bu tür kararlar bakımından sanığın sorgusu yapılmaksızın davanın bitirilebilmesine imkân tanınması adil yargılanma hakkına orantısız, dolayısıyla ölçüsüz bir sınırlama getirmektedir.
28. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 13. ve 36. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
Kural Anayasa’nın 13. ve 36. maddelerine aykırı görülerek iptal edildiğinden Anayasa’nın 38. maddesi yönünden ayrıca incelenmemiştir.
IV. İPTAL KARARININ YÜRÜRLÜĞE GİRECEĞİ GÜN SORUNU
29. Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasında “Kanun, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmî Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmî Gazetede yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez.” Denilmekte, 6216 sayılı Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrasında da bu kural tekrarlanarak Mahkemenin gerekli gördüğü hâllerde Resmî Gazete’de yayımlandığı günden başlayarak iptal kararının yürürlüğe gireceği tarihi bir yılı geçmemek üzere ayrıca kararlaştırabileceği belirtilmiştir.
30. 5271 sayılı Kanun’un 193. maddesine 25/5/2005 tarihli ve 5353 sayılı Kanun’un 28. maddesiyle eklenen (2) numaralı fıkranın iptal edilmesi nedeniyle doğacak hukuksal boşluk kamu yararını ihlal edecek nitelikte görüldüğünden Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasıyla 6216 sayılı Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince iptal hükmünün kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesi uygun görülmüştür.
V. HÜKÜM
4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 193. maddesine 25/5/2005 tarihli ve 5353 sayılı Kanun’un 28. maddesiyle eklenen (2) numaralı fıkranın Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, iptal hükmünün, Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince KARARIN RESMÎ GAZETE’DE YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK ALTI AY SONRA YÜRÜRLÜĞE GİRMESİNE 8/9/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Başkanvekili
Hasan Tahsin GÖKCAN
Kadir ÖZKAYA
Üye
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Rıdvan GÜLEÇ
Recai AKYEL
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Yıldız SEFERİNOĞLU
Selahaddin MENTEŞ
İrfan FİDAN
Kenan YAŞAR