ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2018/137
Karar Sayısı
: 2022/86
Karar Tarihi
: 30/6/2022
R.G.Tarih-Sayı
: 12/1/2023-32071
İPTAL DAVALARINI AÇANLAR:
1. Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri Engin ALTAY, Özgür
ÖZEL, Engin ÖZKOÇ ile birlikte 138 milletvekili (E.2018/137)
2. Türkiye
Büyük Millet Meclisi üyeleri Engin ALTAY, Özgür ÖZEL, Engin ÖZKOÇ ile birlikte
132 milletvekili (E.2021/106)
İPTAL DAVALARININ KONUSU:
A. 25/7/2018
tarihli ve 7145 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun’un;
1. 1. maddesiyle
10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11. maddesinin (C)
fıkrasına eklenen ikinci paragrafın,
2. 2. maddesiyle
4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’na
eklenen;
a. 56/A maddesinin
birinci fıkrasının “…veya bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca
bulunan hâllerde askerî birlik komutanının veya askerî kurum amirinin ya da
hukuk hizmetleri başkanı veya birim amirinin yazılı emri…” bölümünün,
b. 56/B maddesinin
birinci fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “…gerektiğinde el ile…” ibaresi
ile üçüncü ve dördüncü cümlelerinin,
3. 5. maddesiyle
9/7/1982 tarihli ve 2692 sayılı Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanunu’na eklenen ek
7. maddenin birinci fıkrasında yer alan “…veya bu sebeplere bağlı olarak
gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde birlik komutanının veya kurum amirinin
yazılı emri…” ibaresinin,
4. 6. maddesiyle 10/3/1983
tarihli ve 2803 sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu’na eklenen
15/A maddesinin birinci fıkrasında yer alan “…veya bu sebeplere bağlı olarak
gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde birlik komutanının veya kurum amirinin
yazılı emri…” ibaresinin,
5. 8. maddesiyle
6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 6.
maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesine eklenen “…vatandaşların
günlük yaşamını aşırı ve katlanılamaz derecede zorlaştırmayacak…” ibaresinin,
6. 9. maddesiyle
2911 sayılı Kanun’un 7. maddesinin değiştirilen ikinci fıkrasının,
7. 10. maddesiyle
1/11/1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Millî
İstihbarat Teşkilatı Kanunu’nun 30. maddesine eklenen dördüncü ve beşinci fıkraların,
8. 11. maddesiyle
4/11/1983 tarihli ve 2941 sayılı Seferberlik ve Savaş Hali Kanunu’nun 17.
maddesinin birinci fıkrasında yer alan “1402 sayılı Sıkıyönetim Kanununun 15
inci maddesinde yazılı suçları işleyenler” ibaresinin “26/9/2004 tarihli
ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 109, 124, 148, 149, 170 ila 172, 179, 185
ila 188, 190, 202, 213 ila 217, 220, 223, 240, 299 ila 339 uncu maddelerinde
belirtilen suçları işleyenler” şeklinde değiştirilmesi ile anılan maddeye
eklenen ikinci, üçüncü ve dördüncü fıkraların,
9. 12. maddesiyle
12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’na eklenen ek 4.
maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesinin “…ile Milli Güvenlik
Kurulunca Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen
yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti ve iltisakı yahut bunlarla
irtibatı nedeniyle kamu görevinden çıkarılanların…” ve “...bu
silahların mülkiyetinin kamuya geçirilmesine karar verilir ve 10/7/1953 tarihli
ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunun
ek 8 inci maddesine göre ilgili idarelerce işlem tesis edilir…”
bölümlerinin,
10. 13. maddesiyle
3713 sayılı Kanun’a eklenen geçici 19. maddenin,
11. 16. maddesiyle
4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 134. maddesinin;
a. (1) numaralı
fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “…Cumhuriyet
savcısının istemi üzerine…” ibaresinin “hakim veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde
Cumhuriyet savcısı tarafından…” şeklinde
değiştiren ibarede bulunan “…veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde
Cumhuriyet savcısı…” ibaresinin,
b. (1) numaralı
fıkrasına eklenen ikinci, üçüncü ve dördüncü cümlelerin,
c. (2) numaralı
fıkrasının birinci cümlesine eklenen “ya da işlemin uzun sürecek olması”
ibaresinin,
12. 21. maddesiyle
18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere
İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair
Kanun’un 4. maddesinin (2) numaralı fıkrasına eklenen üçüncü cümlenin,
13. 22. maddesiyle
1/2/2018 tarihli ve 7075 sayılı Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu
Kurulması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine
Dair Kanun’un 10. maddesinin değiştirilen (1) numaralı fıkrasının;
a. Üçüncü cümlesinin,
b. Dördüncü
cümlesinin “…Ankara, İstanbul, İzmir illeri dışında ve 2006 yılından sonra
kurulan yükseköğretim kurumlarına öncelik verilmek kaydıyla, Yükseköğretim
Kurulu Başkanlığı tarafından kamu görevinden çıkarıldığı yükseköğretim kurumu
haricinde tespit edilecek yükseköğretim kurumlarından birine…” bölümünün,
c. Dokuzuncu ve
on üçüncü cümlelerinin,
14. 23. maddesiyle
7075 sayılı Kanun’a eklenen 10/A maddesinin,
15. 24. maddesiyle
7075 sayılı Kanun’a eklenen geçici 3. maddenin (3) numaralı fıkrasının
ikinci cümlesinin,
16. 26. maddesiyle
27/6/1989 tarihli ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye eklenen geçici 35.
maddenin,
17. Geçici 1.
maddesinin,
B. 18/7/2021
tarihli ve 7333 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun’un;
1. 11. maddesiyle
3713 sayılı Kanun’un geçici 19. maddesinde yer alan “…üç yıl…” ibaresinin “…dört yıl…”
şeklinde değiştirilmesinin,
2. 20. maddesiyle
7145 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan “…üç
yıl…” ibaresinin “…altı yıl…” şeklinde değiştirilmesinin,
3. 23. maddesiyle
375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin geçici 35. maddesinin (A), (B), (C),
(Ç), (D) ve (G) fıkralarında yer alan “…üç yıl…” ibarelerinin “…dört
yıl…” şeklinde değiştirilmesinin,
Anayasa’nın Başlangıç kısmı, 2., 6., 9., 10., 13., 15.,
17., 19., 20., 22., 23., 34., 35., 36., 38., 40., 48., 49., 70., 74., 118.,
119., 125., 128., 129., 138., 142. ve 153. maddelerine aykırılığı ileri
sürülerek iptallerine ve yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi
talepleridir.
I. İPTALİ İSTENEN KANUN HÜKÜMLERİ
A. 7145 sayılı
Kanun’un iptali talep edilen kuralların da yer aldığı;
1. 1. maddesiyle 5442 sayılı Kanun’un 11. maddesinin (C)
fıkrasına eklenen ikinci paragraf şöyledir:
“(Ek
paragraf: 25/7/2018-7145/1 md.) Vali, kamu düzeni veya güvenliğinin olağan hayatı durduracak veya kesintiye uğratacak şekilde
bozulduğu ya da bozulacağına ilişkin ciddi belirtilerin bulunduğu hâllerde on
beş günü geçmemek üzere ildeki belirli yerlere girişi ve çıkışı kamu düzeni ya
da kamu güvenliğini bozabileceği şüphesi bulunan kişiler için sınırlayabilir; belli
yerlerde veya saatlerde kişilerin dolaşmalarını, toplanmalarını, araçların
seyirlerini düzenleyebilir veya kısıtlayabilir ve ruhsatlı da olsa her çeşit
silah ve merminin taşınması ve naklini yasaklayabilir.”
2. 2. maddesiyle 211 sayılı Kanun’a eklenen;
a.
56/A maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Tehlikenin veya suç işlenmesinin önlenmesi amacıyla
usulüne göre verilmiş sulh ceza hâkimi kararı veya bu sebeplere bağlı olarak
gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde askerî birlik komutanının veya askerî
kurum amirinin ya da hukuk hizmetleri başkanı veya birim amirinin yazılı emri
üzerine, askerî mahallerde özel kanun hükümleri saklı kalmak kaydıyla kişilerin
üstü, araçları, özel kâğıtları ve eşyası aranır, gerekli tedbirler alınır, suç
delilleri koruma altına alınarak 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu hükümlerine göre gerekli işlemler yapılır.”
b.
56/B maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Özel kanun hükümleri saklı kalmak kaydıyla, asker
kişiler dâhil askerî mahallere girmek veya çıkmak isteyenler duyarlı kapıdan
geçmek zorundadır. Bu kişilerin üstleri, duyarlı kapının ikaz vermesi hâlinde,
metal dedektörle kontrol edilir; eşyaları teknik cihazlardan ve güvenlik
sistemlerinden geçirilir; aracı, teknik cihazlarla, gerektiğinde el ile
kontrol edilir. Şüphe hâlinde veya bu cihazların bulunmadığı yerlerde,
herhangi bir emir veya karar olmasına bakılmaksızın, kontrol elle yapılabilir.
Teknik cihazların ikazının sürmesi hâlinde, bu kişiler ancak elle kontrolü
kabul ettikleri takdirde askerî mahallere girebilirler.”
3. 5. maddesiyle 2692 sayılı Kanun’a eklenen ek 7. maddenin
birinci fıkrası şöyledir:
“Tehlikenin veya suç işlenmesinin önlenmesi amacıyla
usulüne göre verilmiş sulh ceza hâkimi kararı veya bu sebeplere bağlı olarak
gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde birlik komutanının veya kurum amirinin
yazılı emri üzerine, sahil güvenlik hizmet binaları ve eklentileri ile
yüzer unsurlarında, askerlik yükümlülüğünü yerine getiren erbaş ve erlerin
üstü, özel kâğıtları ve eşyası aranır, gerekli tedbirler alınır, suç delilleri
koruma altına alınarak 5271 sayılı Kanun hükümlerine göre gerekli işlemler
yapılır.”
4. 6. maddesiyle 2803 sayılı Kanun’a eklenen 15/A
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Tehlikenin veya suç işlenmesinin önlenmesi amacıyla
usulüne göre verilmiş sulh ceza hâkimi kararı veya bu sebeplere bağlı olarak
gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde birlik komutanının veya kurum amirinin
yazılı emri üzerine, jandarma hizmet binaları ve eklentilerinde, askerlik
yükümlülüğünü yerine getiren erbaş ve erlerin üstü, özel kâğıtları ve eşyası
aranır, gerekli tedbirler alınır, suç delilleri koruma altına alınarak 5271
sayılı Kanun hükümlerine göre gerekli işlemler yapılır.”
5. 8.
maddesiyle 2911 sayılı Kanun’un 6. maddesinin ibarenin eklendiği ikinci fıkrası
şöyledir:
“İl ve ilçelerde toplantı ve gösteri yürüyüşü yer ve
güzergâhı, kamu düzenini ve genel asayişi bozmayacak, vatandaşların günlük
yaşamını aşırı ve katlanılamaz derecede zorlaştırmayacak (…) şekilde ve 22
nci maddenin birinci fıkrasında sayılan sınırlamalara uyulması kaydıyla Türkiye
Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan siyasi partilerin il ve ilçe temsilcileri
ile güzergâhın geçeceği ilçe ve il belediye başkanlarının, en çok üyeye sahip
üç sendikanın ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının il ve ilçe
temsilcilerinin görüşleri alınarak mahallin en büyük mülki amiri tarafından
belirlenir. İl ve ilçenin büyüklüğü, gelişmişliği ve yerleşim özellikleri
dikkate alınarak birden fazla toplantı ve gösteri yürüyüşü yer ve güzergâhı
belirlenebilir.”
6. 9.
maddesiyle 2911 sayılı Kanun’un 7. maddesinin değiştirilen ikinci
fıkrası şöyledir:
“(Değişik
ikinci fıkra: 25/7/2018-7145/9 md.) Açık
yerlerdeki toplantılar ile yürüyüşler gece vaktinin başlamasıyla dağılacak şekilde,
kapalı yerlerdeki toplantılar ise saat 24.00’e kadar yapılabilir. Toplantı ve
gösteri yürüyüşünün gece vaktinin başlamasından sonra devam edeceği hususu,
geçerli neden gösterilerek bildirilmiş ise vatandaşların huzur ve sükûnet
içinde istirahatini aşırı ve katlanılamaz derecede zorlaştırmamak ve kamu
düzeni ve genel asayişin bozulmasına neden olmamak şartıyla, açık yerlerde
yapılan toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin dağılma saati mahallin en büyük
mülki amirinin kararıyla en geç saat 24.00’e kadar uzatılabilir.”
7.10. maddesiyle 2937 sayılı Kanun’un 30. maddesine eklenen
dördüncü ve beşinci fıkraları şöyledir:
“(Ek fıkra: 25/7/2018-7145/10 md.) MİT’in tarafı olduğu hukuk uyuşmazlıklarında, dava şartı olarak öngörülen
arabuluculuk dâhil, arabuluculuk usulü uygulanmaz.
(Ek fıkra:
25/7/2018-7145/10 md.)
MİT, 9/10/2003 tarihli ve 4982
sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu kapsamı dışındadır.”
8. 11. maddesiyle 2941 sayılı Kanunu’nun ibare değişikliği
yapılan, cümlenin yürürlükten kaldırıldığı ve fıkraların eklendiği 17. maddesi
şöyledir:
“Seferberlik ve savaş
hallerinde ilgili komutanlıklara tanınan adli yetki:
Madde 17 – Seferberlik ve savaş hallerinde bu
Kanunun 12 nci maddesine göre tespit ve ilan edilen bölgeler içinde,
26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 109, 124, 148, 149, 170
ila 172, 179, 185 ila 188, 190, 202, 213 ila 217, 220, 223, 240, 299 ila 339
uncu maddelerinde belirtilen suçları işleyenler veya bu suçlara iştirak
edenler, bölgede yetkili kılınan komutan tarafından gerekli görüldüğü takdirde,
askeri mahkemelerde yargılanırlar. (Mülga ikinci cümle: 25/7/2018-7145/11 md.)
(…)
(Ek fıkra: 25/7/2018-7145/11 md.) Bu Kanunda
belirtilen suçlardan dolayı aşağıda yazılı kişiler hakkında bölgede yetkili
kılınan komutanın kovuşturma yapabilmesi;
1. Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar
hakkında Cumhurbaşkanının,
2. Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri
hakkında Türkiye Büyük Millet Meclisinin,
3. General ve amiraller hakkında Genelkurmay
Başkanının,
4. Bakan yardımcıları hakkında ilgili
bakanların,
5. Valiler ve kaymakamlar ile Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil
Güvenlik Komutanlığında görevli general ve amiraller hakkında İçişleri
Bakanının,
6. Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay,
Hâkimler ve Savcılar Kurulu, Sayıştay Başkan ve üyeleri, hâkimler ve
savcılar ve bu sınıftan sayılanlar hakkında özel kanunlarına göre yetkili kurul
ve makamların,
iznine ve yargılama usulüne bağlıdır.
(Ek fıkra: 25/7/2018-7145/11 md.) Yukarıdaki fıkrada sayılan kişiler hakkında
yetkili kurul ve makamlar tarafından, hakkında bölgede yetkili kılınan
komutanca kovuşturma yapılmasına izin verilmediği ahvalde özel kanunlarına göre
işlem yapılır.
(Ek fıkra: 25/7/2018-7145/11 md.) Diplomatik dokunulmazlıkla ilgili
düzenlemeler saklıdır.”
9. 12. maddesiyle 3713 sayılı Kanun’a eklenen ek 4. maddenin
birinci fıkrası şöyledir;
“26/9/2004 tarihli ve
5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci,
Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar ile 3713 sayılı Terörle Mücadele
Kanunu kapsamına giren suçlardan mahkûm olanlar ile Milli Güvenlik Kurulunca
Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum
veya gruplara üyeliği, mensubiyeti ve iltisakı yahut bunlarla irtibatı
nedeniyle kamu görevinden çıkarılanların silah ruhsatları iptal edilir, bu
silahların mülkiyetinin kamuya geçirilmesine karar verilir ve 10/7/1953 tarihli
ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunun
ek 8 inci maddesine göre ilgili idarelerce işlem tesis edilir. Müsadere
hükümleri saklıdır.”
10. 13. maddesiyle 3713 sayılı Kanun’a eklenen geçici 19.
madde şöyledir:
“Geçici Madde 19- (Ek: 25/7/2018-7145/13 md.)
Bu maddenin yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren üç yıl süreyle; 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun
İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde
tanımlanan suçlar ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren
suçlar veya örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar bakımından:
a) Gözaltı süresi, yakalama yerine en
yakın hâkim veya mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç, yakalama
anından itibaren kırk sekiz saati, toplu olarak işlenen suçlarda dört günü
geçemez. Delillerin toplanmasındaki güçlük veya dosyanın kapsamlı olması
nedeniyle gözaltı süresi, birinci cümlede belirtilen sürelerle bağlı kalmak
kaydıyla, en fazla iki defa uzatılabilir. Gözaltı süresinin uzatılmasına
ilişkin karar, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine yakalanan kişi dinlenilmek
suretiyle hâkim tarafından verilir. Yakalama emri üzerine yakalanan kişi
hakkında da bu bent hükümleri uygulanır.
b) Şüphelinin aynı olayla ilgili olarak
yeniden ifadesinin alınması ihtiyacı ortaya çıktığında bu işlem, Cumhuriyet
savcısı veya Cumhuriyet savcısının yazılı emri üzerine kolluk tarafından
yapılabilir.
c) 1. Tutukluluğa itiraz ve
tahliye talepleri dosya üzerinden karara bağlanabilir.
2. Tahliye talepleri en geç otuzar günlük sürelerle
tutukluluğun incelenmesi ile birlikte dosya üzerinden karara bağlanabilir.
3. 4/12/2004 tarihli ve 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 108 inci maddesi uyarınca yapılan tutukluluğun
incelenmesi en geç, otuzar günlük sürelerle dosya üzerinden, doksanar günlük
sürelerle kişi veya müdafi dinlenilmek suretiyle resen yapılır.”
11. 16. maddesiyle 5271 sayılı Kanun’un 134. maddesinin ibare
değişikliği yapılan, ibarenin çıkarıldığı ve ibare ile cümlelerin eklendiği (1)
ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturmada, somut
delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka surette delil
elde etme imkânının bulunmaması halinde, hâkim veya gecikmesinde sakınca
bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısı tarafından şüphelinin kullandığı
bilgisayar ve bilgisayar programları ile bilgisayar kütüklerinde arama
yapılmasına, bilgisayar kayıtlarından kopya çıkarılmasına, bu kayıtların
çözülerek metin hâline getirilmesine (…) (2) karar verilir. (Ek üç cümle:
25/7/2018-7145/16 md.) Cumhuriyet savcısı tarafından verilen kararlar yirmi
dört saat içinde hâkim onayına sunulur. Hâkim kararını en geç yirmi dört saat
içinde verir. Sürenin dolması veya hâkim tarafından aksine karar verilmesi
hâlinde çıkarılan kopyalar ve çözümü yapılan metinler derhâl imha edilir.
Bilgisayar, bilgisayar programları ve bilgisayar kütüklerine
şifrenin çözülememesinden dolayı girilememesi veya gizlenmiş bilgilere
ulaşılamaması ya da işlemin uzun sürecek olması halinde çözümün yapılabilmesi
ve gerekli kopyaların alınabilmesi için, bu araç ve gereçlere elkonulabilir.
Şifrenin çözümünün yapılması ve gerekli kopyaların alınması halinde, elkonulan
cihazlar gecikme olmaksızın iade edilir.’’
12. 21. maddesiyle 6749 sayılı Kanun’un 4. maddesinin üçüncü
cümlenin eklendiği (2) numaralı fıkrası şöyledir;
“Birinci fıkra
uyarınca görevine son verilenler bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemez,
doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilemezler; görevinden çıkarılanların
uhdelerinde bulunan her türlü mütevelli heyet, kurul, komisyon, yönetim kurulu,
denetim kurulu, tasfiye kurulu üyeliği ve sair görevleri de sona ermiş sayılır.
Bu fıkrada sayılan görevleri yürütmekle birlikte kamu görevlisi sıfatını
taşımayanlar hakkında da bu fıkra hükümleri uygulanır. Birinci fıkra
uyarınca kamu görevinden çıkarılan asker kişilerin askerî rütbeleri, mahkeme
kararı aranmaksızın karar tarihinden geçerli olmak üzere geri alınır.”
13. 22. maddesiyle 7075 sayılı Kanun’un 10. maddesinin
değiştirilen (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) (Değişik: 25/7/2018-7145/22 md.) Kamu görevinden, meslekten veya görev yapılan
teşkilattan çıkarılan ya da ilişiği kesilenlere ilişkin başvurunun kabulü
hâlinde karar, kadro veya pozisyonunun bulunduğu kuruma, yükseköğretim kurumlarında
kamu görevinden çıkarılan öğretim elemanları için Yükseköğretim Kurulu
Başkanlığına bildirilir. Kamu görevine iade edilmesine karar verilenlerin eski
kadro veya pozisyonuna atanması esastır. Ancak müdür yardımcısı veya daha
üstü ile bunlara eşdeğer yöneticilik görevinde bulunmakta iken kamu görevinden
çıkarılmış olanların atamalarında, söz konusu yöneticilik görevlerinden önce
bulundukları kadro ve pozisyon unvanları dikkate alınır.
Yükseköğretim Kurulu Başkanlığına bildirilenlerin atama teklifleri; Ankara,
İstanbul, İzmir illeri dışında ve 2006 yılından sonra kurulan yükseköğretim
kurumlarına öncelik verilmek kaydıyla, Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı
tarafından kamu görevinden çıkarıldığı yükseköğretim kurumu haricinde tespit
edilecek yükseköğretim kurumlarından birine önceki kadro unvanlarına uygun
olarak on beş gün içinde yapılır. Kurumlar, bildirim veya atama teklif tarihini
takip eden otuz gün içerisinde atama işlemlerini tamamlar. Bu kapsamda yer alan
personele ilişkin kadro ve pozisyonlar, ilgililere ilişkin atama onaylarının
alındığı tarih itibarıyla diğer kanunlardaki hükümlere bakılmaksızın ve başka
bir işleme gerek kalmaksızın ilgili mevzuatı uyarınca ihdas, tahsis ve vize
edilmiş sayılır. Söz konusu kadro ve pozisyonlar, herhangi bir şekilde
boşalmaları hâlinde başka bir işleme gerek kalmaksızın iptal edilmiş sayılır.
Atama emri, ilgili kamu kurum ve kuruluşu tarafından 11/2/1959 tarihli ve 7201
sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre ilgililere tebliğ edilir. Tebliğ
tarihini takip eden on gün içerisinde göreve başlamayanların bu maddeden doğan
atanma hakkı ile mali hakları düşer. Kamu kurum ve kuruluşları atama ve
göreve başlatma işlemlerinin sonucunu, işlemlerin tamamlanmasını takip eden on
beş gün içinde Devlet Personel Başkanlığına bildirirler. İlgililerin kamu
görevinden çıkarılmasına ilişkin kanun hükmünde kararname hükümleri, bu fıkrada
belirtilen kişiler bakımından tüm hüküm ve sonuçlarıyla birlikte ortadan
kalkmış sayılır. Bu kapsamda göreve başlayanlara, kamu görevinden çıkarılma
tarihlerini takip eden aybaşından göreve başladıkları tarihe kadar geçen süreye
tekabül eden mali ve sosyal hakları ödenir. Bu kişiler, kamu görevinden
çıkarılmalarından dolayı herhangi bir tazminat talebinde bulunamaz.”
14. 23. maddesiyle 7075 sayılı Kanun’a eklenen 10/A maddesi
şöyledir:
“Türk Silahlı Kuvvetleri ile genel kolluk
kuvvetleri personeli ve Dışişleri Bakanlığı diplomatik kariyer memurlarına
ilişkin kararların uygulanması
MADDE 10/A- (Ek: 25/7/2018-7145/23 md.)
(1) Terör örgütlerine veya Millî Güvenlik
Kurulunca Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen
yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla
irtibatı olduğu değerlendirilmesi sebebiyle kamu görevinden, meslekten veya
görevden çıkarılan ya da ilişiği kesilen subay, astsubay, uzman jandarmalar ile
Emniyet Genel Müdürlüğünde emniyet hizmetleri sınıfına tabi olanlar ve
Dışişleri Bakanlığı diplomatik kariyer memurlarından; haklarında mahkemeler
tarafından göreve iade mahiyetinde karar verilenler ile Olağanüstü Hal
İşlemleri İnceleme Komisyonu tarafından başvurunun kabulü kararı verilenlerden,
eski kadro, rütbe veya unvanına atanması ilgili bakan onayı ile uygun
görülmeyenler ilgisine göre Milli Savunma Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve
İçişleri Bakanlığı bünyelerinde kurulan araştırma merkezlerinde bu madde
esaslarına göre istihdam edilir.
(2) Birinci fıkra kapsamında bulunanlardan
binbaşı ve üstü rütbelerde olanlar ile emniyet hizmetleri sınıfında bulunan her
sınıftaki emniyet müdürlerinin atamaları araştırma merkezlerindeki araştırmacı
unvanlı kadrolara, diğerlerinin atamaları ise Devlet Personel Başkanlığının
görüşü üzerine ilgisine göre İçişleri Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve Milli
Savunma Bakanlığı tarafından tespit edilen araştırma merkezlerindeki diğer
kadrolara, kararların bildirimini takip eden otuz gün içinde ilgili bakan
onayıyla yapılır. Bunlara ilişkin kadrolar başka bir işleme gerek kalmaksızın
ilgili mevzuatı uyarınca atama onayının alındığı tarih itibarıyla ihdas, tahsis
ve vize edilmiş sayılır. Söz konusu kadrolar herhangi bir sebeple boşalmaları
hâlinde iptal edilmiş sayılır.
(3) Atama emri, ilgili bakanlık tarafından
7201 sayılı Kanun hükümlerine göre ilgililere tebliğ edilir. Tebliğ tarihini
takip eden on gün içerisinde göreve başlamayanların atanma hakkı düşer. İlgili
bakanlık atama ve göreve başlatma işlemlerinin sonucunu, işlemlerin
tamamlanmasını takip eden on beş gün içinde Devlet Personel Başkanlığına
bildirir.
(4) Bu madde kapsamında araştırma
merkezlerinde göreve başlayanlara, kamu görevinden çıkarıldıkları tarihi takip
eden aybaşından göreve başladıkları tarihe kadar geçen süreye tekabül eden mali
ve sosyal hakları eski kurumları tarafından ödenir. Bu kişiler, kamu görevinden
çıkarılmalarından dolayı herhangi bir tazminat talebinde bulunamaz. Mahkeme
kararları saklı kalmak üzere, ilgililerin kamu görevinden çıkarılmasına ilişkin
kanun hükmünde kararname hükümleri, bu madde kapsamında yer alanlar bakımından
tüm hüküm ve sonuçlarıyla birlikte ortadan kalkmış sayılır.
(5) Bu madde uyarınca atananlara, eski
kadro, rütbe veya unvanlarına ilişkin atama onayının tebliği tarihi itibarıyla
almaya hak kazandıkları aylık, ek gösterge, her türlü zam ve tazminatlar,
makam, görev ve temsil tazminatları, ek ödeme ile diğer mali hakları (ilgili
mevzuatı uyarınca fiilî çalışmaya bağlı yapılan ödemeler, tayın bedeli, fazla
mesai ücreti ile fiilen yapılan ders karşılığı ödenen ek ders ücreti hariç)
toplamının net tutarının (bu tutar sabit bir değer olarak esas alınır),
atandıkları yeni kadroları için öngörülen aylık, ek gösterge, her türlü zam ve
tazminatlar, makam, görev ve temsil tazminatları, ek ödeme ile diğer mali
hakları (ilgili mevzuatı uyarınca fiilî çalışmaya bağlı yapılan ödemeler, tayın
bedeli, fazla mesai ücreti ile fiilen yapılan ders karşılığı ödenen ek ders
ücreti hariç) toplamının net tutarından fazla olması hâlinde aradaki fark
tutarı, farklılık giderilinceye kadar herhangi bir vergi ve kesintiye tabi
tutulmaksızın tazminat olarak ödenir.
(6) Bu madde kapsamına giren personel,
önceki statülerinden kaynaklanan rütbe, unvan, kimlik ve sosyal haklarını
kullanamaz, emniyet hizmetleri sınıfındakiler ile Dışişleri Bakanlığı
diplomatik kariyer memurları hariç olmak üzere muvazzaf askerlik hizmetini
yerine getirmiş sayılır ve bunların 21/4/2004 tarihli ve 5143 sayılı Türk
Silahlı Kuvvetlerinde İlk Nasıp İstihkakına İlişkin Kanun kapsamında verilen
silahları irat kaydedilir. Talepte bulunanların Ordu Yardımlaşma Kurumu üyelikleri
devam eder.
(7) Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten
önce Komisyon tarafından başvurunun kabulü kararı verilenler hakkında da bu
maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren otuz gün içinde bu maddedeki usul
ve esaslar çerçevesinde yeniden işlem tesis edilebilir.
(8) Araştırma merkezlerinin görev, yetki
ve sorumlulukları, kurulacağı iller, çalışma usul ve esasları ve diğer hususlar
ilgili bakanlık tarafından yürürlüğe konulan yönetmelikle düzenlenir. Bakan
onayı ile Ankara dışında araştırma merkezlerine bağlı çalışma grupları
oluşturulabilir.
(9) Bu madde kapsamında araştırma
merkezlerine atananlar hakkında 10 uncu ve geçici 3 üncü madde hükümleri
uygulanmaz.
(10) Bu madde hükümlerine göre araştırma
merkezlerine atanan personelden ilgili mevzuat uyarınca diğer kamu kurum ve
kuruluşlarındaki kadro veya pozisyonlara atananlara, beşinci fıkraya göre
ödenen fark tazminatının aynı usul ve esaslar çerçevesinde ödenmesine devam
olunur.
(11) Bu madde kapsamındaki personelin mali
ve sosyal haklarına ilişkin konularda ortaya çıkabilecek tereddütleri
gidermeye, uygulamayı yönlendirmeye ve gerekli düzenlemeleri yapmaya Hazine ve
Maliye Bakanlığı yetkilidir.
(12) Bu maddenin uygulanmasına
ilişkin usul ve esaslar ilgili bakanlıkça belirlenir.”
15. 24. maddesiyle 7075 sayılı Kanun’a eklenen geçici
3. maddenin (3) numaralı fıkrası şöyledir:
“(3) Bu Kanun
uyarınca Devlet Personel Başkanlığı ve Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı
tarafından atama teklifi yapılan ve göreve başlayanlar hakkında da 10 uncu
maddenin birinci fıkrası hükümleri uygulanır. Mali haklarının
hesaplanmasında göreve başladıkları tarihi takip eden hizmetleri karşılığında
ilgiliye yapılan ödemeler, kurumlarınca yapılacak toplu ödeme tutarından mahsup
edilir. Bu maddenin ikinci fıkrası kapsamındakilere atama teklifinin
yapıldığı kurumlar tarafından ödeme yapılır.”
16. 26. maddesiyle 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye
(KHK) eklenen geçici 35. madde şöyledir:
“Geçici Madde 35- (Ek: 25/7/2018-7145/26 md.)
A) Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren üç yıl süreyle; terör örgütlerine veya Millî Güvenlik Kurulunca
Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum
veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu
değerlendirilen Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında Anayasa Mahkemesi Genel
Kurulunun salt çoğunluğunca; Yargıtay daire başkanı ve üyeleri hakkında
Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunca; Danıştay daire başkanı ve üyeleri
hakkında Danıştay Başkanlık Kurulunca; hâkim ve savcılar hakkında Hâkimler ve
Savcılar Kurulu Genel Kurulunca, askeri hâkimler hakkında Milli Savunma
Bakanının başkanlığında, Milli Savunma Bakanı tarafından birinci sınıf askeri
hâkimler arasından seçilecek iki askeri hâkimden oluşan komisyonca ve Sayıştay
meslek mensupları hakkında Sayıştay Başkanının başkanlığında, başkan
yardımcıları ile Sayıştay Başkanı tarafından belirlenecek bir daire başkanı ve
bir üyeden oluşan komisyonca meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve
meslekten çıkarılmalarına karar verilir. Bu kararlar, Resmî Gazetede yayımlanır
ve yayımı tarihinde ilgililere tebliğ edilmiş sayılır. Meslekten çıkarma
kararlarına karşı ilgili kanunlarda yer alan hükümler uyarınca itiraz edilmesi
veya yeniden inceleme talebinde bulunulması üzerine verilen kararlar da Resmî
Gazetede yayımlanır ve yayımı tarihinde ilgililere tebliğ edilmiş sayılır. Bu
kişiler hakkında alınan kararlar on beş gün içinde Devlet Personel Başkanlığına
bildirilir. Görevden uzaklaştırılanlar veya görevlerine son verilenlerin silah
ruhsatları ve pasaportları iptal edilir ve bu kişiler oturdukları kamu
konutlarından veya vakıf lojmanlarından on beş gün içinde tahliye edilir.
Bu fıkranın birinci paragrafı uyarınca
görevine son verilenler hakkında bu maddenin (B) fıkrasının ikinci paragrafı
hükümleri uygulanır. Ayrıca askeri hâkimlerin askeri rütbeleri, mahkûmiyet
kararı aranmaksızın alınır.
B) Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren üç yıl süreyle; terör örgütlerine veya Millî Güvenlik Kurulunca
Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı,
oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı
olduğu değerlendirilen;
1) 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk
Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanununa tabi personel Milli Savunma Bakanının
onayı ile kamu görevinden çıkarılır.
2) 18/3/1986 tarihli ve 3269 sayılı Uzman
Erbaş Kanununa tabi personelden Türk Silahlı Kuvvetlerinde istihdam edilenler
Milli Savunma Bakanının onayı ile kamu görevinden çıkarılır.
3) 13/6/2001 tarihli ve 4678 sayılı Türk
Silâhlı Kuvvetlerinde İstihdam Edilecek Sözleşmeli Subay ve Astsubaylar
Hakkında Kanuna tabi personelden Türk Silahlı Kuvvetlerinde istihdam edilenler
Milli Savunma Bakanının onayı ile kamu görevinden çıkarılır.
4) 10/3/2011 tarihli ve 6191 sayılı
Sözleşmeli Erbaş ve Er Kanununa tabi personelden Türk Silahlı Kuvvetlerinde
istihdam edilenler Milli Savunma Bakanının onayı ile kamu görevinden çıkarılır.
5) Milli Savunma Bakanına bağlı personel
Milli Savunma Bakanının onayı ile kamu görevinden çıkarılır.
6) Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil
Güvenlik Komutanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü personeli İçişleri Bakanının
onayı ile kamu görevinden çıkarılır.
7) 11/10/1983 tarihli ve 2914 sayılı
Yükseköğretim Personel Kanununa tabi personel, Yükseköğretim Kurulu Başkanının
teklifi üzerine Yükseköğretim Kurulunun kararıyla; yükseköğretim kurumları ile
yükseköğretim üst kuruluşlarındaki 657 sayılı Kanuna tabi personel ise
yükseköğretim kurumları ile yükseköğretim üst kuruluşlarının en üst
yöneticisinin teklifi üzerine, yükseköğretim kurumlarında üniversite yönetim
kurulunun, yükseköğretim üst kuruluşlarında ise Yükseköğretim Kurulunun
kararıyla kamu görevinden çıkarılır.
8) Mahalli idareler personeli, valinin
başkanlığında toplanan ve vali tarafından belirlenen kurulun teklifi üzerine
İçişleri Bakanının onayıyla kamu görevinden çıkarılır.
9) 657 sayılı Kanuna ve diğer mevzuata
tabi her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dâhil) istihdam edilen
personel, ilgili kurum veya kuruluşun en üst yöneticisi başkanlığında bağlı,
ilgili veya ilişkili olunan bakan tarafından oluşturulan kurulun teklifi
üzerine ilgili bakan onayıyla kamu görevinden çıkarılır. Bu maddenin (A)
fıkrasında belirtilenlerin işlemleri ise söz konusu fıkradaki usule göre
yapılır.
10) Bir bakanlığa bağlı, ilgili veya
ilişkili olmayan diğer kurumlarda her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dâhil)
istihdam edilen personel, birim amirinin teklifi üzerine atamaya yetkili amirin
onayıyla kamu görevinden çıkarılır.
Bu fıkranın birinci paragrafı uyarınca
görevine son verilenler bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemez, doğrudan
veya dolaylı olarak görevlendirilemez; görevinden çıkarılanların uhdelerinde
bulunan her türlü mütevelli heyet, kurul, komisyon, yönetim kurulu, denetim
kurulu, tasfiye kurulu üyeliği ve sair görevleri de sona ermiş sayılır. Birinci
paragraf uyarınca Türk Silahlı Kuvvetleri, Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil
Güvenlik Komutanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğünden çıkarılanların, mahkeme
kararı aranmaksızın, karar tarihinden geçerli olmak üzere rütbe ve
memuriyetleri geri alınır, bu kişiler yeniden kamu görevlerine kabul edilmez ve
on beş gün içinde Devlet Personel Başkanlığına bildirilir. Bu paragrafta
sayılan görevleri yürütmekle birlikte kamu görevlisi sıfatını taşımayanlar
hakkında da bu paragraf hükümleri uygulanır.
Bu fıkraya göre görevlerine son verilenlerin
silah ruhsatları, gemi adamlığına ilişkin belgeleri ve pilot lisansları iptal
edilir ve bu kişiler oturdukları kamu konutlarından veya vakıf lojmanlarından
on beş gün içinde tahliye edilir. Bu kişiler özel güvenlik şirketlerinin
kurucusu, ortağı ve çalışanı olamaz.
Bu fıkrada öngörülen usuller uyarınca,
terör örgütlerine veya Millî Güvenlik Kurulunca Devletin millî güvenliğine
karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği,
mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilerek
idari işlem tesis edilmek suretiyle kamu görevinden çıkarılanların itirazları
üzerine yapılacak değerlendirme sonucunda görevlerine iadesine ilişkin işlemler
aynı usullerle yapılır. Bu kapsamda görevine iade edilenlere kamu görevinden
çıkarıldıkları tarihten göreve başladıkları tarihe kadar geçen süreye tekabül
eden mali ve sosyal hakları ödenir. Bu kişiler, kamu görevinden
çıkarılmalarından dolayı herhangi bir tazminat talebinde bulunamaz. Bu
personelin görevlerine iadesi, kamu görevinden çıkarıldıkları tarihte
bulundukları yöneticilik görevi dışında öğrenim durumları ve kazanılmış hak
aylık derecelerine uygun kadro ve pozisyonlara atanmak suretiyle de yerine
getirilebilir.
C) Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren üç yıl süreyle; haklarında (A) ve (B) fıkraları uyarınca idari işlem
tesis edilenler ile aynı gerekçeyle haklarında suç soruşturması veya
kovuşturması yürütülenler, işlemi yapan kurum ve kuruluşlarca ilgili pasaport
birimine derhâl bildirilir. Bu bildirim üzerine ilgili pasaport birimlerince
pasaportlar iptal edilebilir. İlgili pasaport birimine isimleri bildirilen
kişilerin eşlerine ait pasaportlar da genel güvenlik açısından mahzurlu
görülmesi hâlinde aynı tarihte İçişleri Bakanlığınca iptal edilebilir.
Ç) Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren üç yıl süreyle; terör örgütlerine veya Millî Güvenlik Kurulunca
Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı,
oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı
nedeniyle hakkında inceleme ve soruşturma yürütülen kişiler ile bunların eş ve
çocuklarına ilişkin olarak yetkili kurul, komisyon ve diğer mercilerce ihtiyaç
duyulan, 19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu uyarınca müşteri
sırrı kapsamında kabul edilenler hariç, telekomünikasyon yoluyla iletişimin
tespiti de dâhil olmak üzere her türlü bilgi ve belge, kamu ve özel tüm kurum
ve kuruluşlarca vakit geçirilmeksizin verilir.
Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren üç yıl süreyle; kamu kurum ve kuruluşlarının personeline ve bunların
eş ve çocuklarına ait olup Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilen ve
faaliyet izni kaldırılan Asya Katılım Bankası A.Ş.’de veya bu Bankayla ilgili
olarak Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunda, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme
Kurumunda ya da Malî Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığında bulunan her türlü
bilgi, bu personelin çalıştığı kurum ve kuruluşlarca talepte bulunulması
durumunda gecikmeksizin verilir ve bu işlemlere ilişkin olarak 5411 sayılı
Kanunun 73 üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan sınırlama uygulanmaz.
D) Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren üç yıl süreyle;
1) Türk Silahlı Kuvvetlerinden emekliye
sevk edilen, kendi isteğiyle emekli olan, 31/1/2013 tarihli ve 6413 sayılı Türk
Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu hükümlerine göre Silahlı Kuvvetlerden ayırma
cezası alan, Devlet memurluğundan çıkarılan, sözleşmeleri feshedilen, müstafi
sayılan veya istifa eden subay, sözleşmeli subay, astsubay, sözleşmeli astsubay,
Devlet memuru, işçi, uzman erbaş, sözleşmeli erbaş ve erler ile 926 sayılı
Kanunun geçici 32 nci maddesi kapsamında haklarında işlem tesis edilenlerden,
2) Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil
Güvenlik Komutanlığından emekliye sevk edilen, kendi isteğiyle emekli olan,
ilişiği kesilen, disiplin hükümlerine göre meslekten veya Devlet memurluğundan
çıkarılan, sözleşmeleri feshedilen, müstafi sayılan, istifa eden veya çekilmiş
sayılan subay, sözleşmeli subay, astsubay, sözleşmeli astsubay, uzman jandarma,
Devlet memuru, işçi, uzman erbaş, sözleşmeli erbaş ve erlerden,
3) 4/6/1937 tarihli ve 3201 sayılı Emniyet
Teşkilat Kanununun 55 inci maddesinin ondokuzuncu ve yirminci fıkraları ile
geçici 27 nci maddesi uyarınca resen emekliye sevk edilen, kendi isteğiyle
emekli olan veya disiplin hükümlerine göre meslekten veya Devlet memurluğundan
çıkarılanlar ile müstafi sayılanlardan,
terör örgütlerine veya Milli Güvenlik
Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen
yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla
irtibatı olduğu değerlendirilenlerin rütbeleri ilgili bakanın onayıyla alınır.
Bu kişiler görev yaptıkları teşkilata ve kamu görevine yeniden kabul edilmez,
doğrudan veya dolaylı görevlendirilemez ve bu kişiler on beş gün içinde Devlet
Personel Başkanlığına bildirilir. Ayrıca bunlar uhdelerinde taşımış oldukları
mesleki unvanları ve sıfatlarını kullanamaz ve bu unvan ve sıfatlarına bağlı
olarak sağlanan haklardan yararlanamaz. Bu kişilerin uhdelerinde bulunan her
türlü mütevelli heyet, kurul, komisyon, yönetim kurulu, denetim kurulu, tasfiye
kurulu üyeliği ve sair görevleri de sona ermiş sayılır. Bunların silah
ruhsatları, emekli kimlikleri, gemi adamlığına ilişkin belgeleri, pilot
lisansları ve ilgili pasaport birimlerince pasaportları iptal edilir. Bu
kişiler özel güvenlik şirketlerinin kurucusu, ortağı ve çalışanı olamaz.
E) Bu maddenin (A), (B) ve (D) fıkraları
uyarınca haklarında işlem tesis edilenler uhdelerinde taşımış oldukları
büyükelçi, vali gibi unvanları ve yüksek mahkeme başkan ve üyeliği, müsteşar,
hâkim, savcı, kaymakam ve benzeri meslek adlarını ve sıfatlarını kullanamaz ve
bu unvan, sıfat ve meslek adlarına bağlı olarak sağlanan haklardan
yararlanamaz.
F) Bu maddenin (A), (B) ve (D) fıkraları
kapsamındaki görevler yerine getirilirken görevin niteliğinden doğan veya
görevle ilgili olmak şartıyla görevin ifası sırasında işlendiği iddia olunan
suçlardan dolayı kamu görevlileri hakkında adli ve idari soruşturma ve
kovuşturma yapılması ilgisine göre ilgili bakan, Cumhurbaşkanı veya
yetkilendireceği Cumhurbaşkanı yardımcısının iznine tabidir.
G) Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren üç yıl süreyle; terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca
Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı,
oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı
olduğu değerlendirildiği için görevden uzaklaştırılanlar veya açığa alınanlar
hakkında ilgili mevzuatta yer alan;
a) Soruşturmaya başlama süresi uygulanmaz.
b) Disiplin soruşturması sebebiyle
görevden uzaklaştırma süreleri bir yıl olarak uygulanır ve bu süre ilgisine
göre ilgili bakan, Hâkimler ve Savcılar Kurulu, Yükseköğretim Kurulu veya ilgili
kurul onayıyla bir yıla kadar uzatılabilir.
c) Adli soruşturma ve kovuşturma
sebebiyle görevden uzaklaştırma veya açığa alma işlemlerinde değerlendirme
süreleri uygulanmaz.
Bu maddenin
yürürlüğe girdiği tarihten önce terör örgütlerine veya Millî Güvenlik Kurulunca Devletin millî güvenliğine karşı
faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği,
mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu gerekçesiyle
haklarında görevden uzaklaştırma veya açığa alınma işlemi tesis edilen ve
ilgili mevzuatında yer alan süreleri dolan kamu görevlilerinin durumu, işlemi
tesis eden makamca en geç üç ay içinde gözden geçirilir ve yeniden bu fıkra
hükümlerine göre karar verilir. Karar verilinceye kadar, herhangi bir işleme
gerek kalmaksızın görevden uzaklaştırma veya açığa alınma tedbirlerinin
uygulanmasına devam olunur.
Bu maddenin (A) ve (B) fıkraları uyarınca haklarında
işlem tesis edilecek olanlara yedi günden az olmamak üzere ilgili kurum
tarafından uygun vasıtalarla savunma hakkı verilir. Verilen süre içinde
savunmasını yapmayanlar, savunma hakkından vazgeçmiş sayılır.”
17.
Geçici 1. maddesi şöyledir:
“GEÇİCİ MADDE 1- (1)
10/11/2016 tarihli ve 6758 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler
Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine
Dair Kanunun 19 uncu maddesinin ikinci fıkrası uyarınca Tasarruf Mevduatı
Sigorta Fonunun kayyım olarak atanmasına ilişkin hüküm, bu maddenin yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren üç yıl süreyle uygulanır.
(2) 20/7/2016
tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan
edilen olağanüstü hal döneminde yürürlüğe konulan ve Fon ile Fonun ilişkili
olduğu Bakan ve Fonun kayyımlık yetkisi kapsamında atananlar veya
görevlendirilenlerin görev, hak, yetki ve sorumluluklarını ve şirket ve mal
varlığı değerlerine ilişkin, kefalet ve takip dâhil tüm muafiyetleri düzenleyen
kanun hükümleri, Fonun kayyım atandığı dosyalar bakımından ceza soruşturması
veya kovuşturması kesinleşinceye ya da satış veya tasfiye işlemleri
tamamlanıncaya kadar uygulanır.
(3) 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanununun 133 üncü maddesi uyarınca kayyım atanan şirketlerde ortaklık pay ve
haklarına ilişkin olarak soruşturmanın başladığı tarihten Fonun kayyım olarak
atandığı tarihe kadar şirket ortakları
tarafından yapılmış olan devir ve temlik işlemleri muvazaalı kabul edilerek
geçersiz sayılır ve ticaret sicilinden resen terkin edilir.”
B. 7333 sayılı
Kanun’un iptali talep edilen kuralların da yer aldığı;
1. 11.
maddesiyle 3713 sayılı Kanun’un ibare değişikliği yapılan geçici 19. maddesi
şöyledir:
“Geçici Madde 19- (Ek:
25/7/2018-7145/13 md.)
Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren dört yıl süreyle; 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun İkinci Kitap
Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan
suçlar ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar veya
örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar bakımından:
a) Gözaltı süresi, yakalama yerine en
yakın hâkim veya mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç, yakalama
anından itibaren kırk sekiz saati, toplu olarak işlenen suçlarda dört günü
geçemez. Delillerin toplanmasındaki güçlük veya dosyanın kapsamlı olması
nedeniyle gözaltı süresi, birinci cümlede belirtilen sürelerle bağlı kalmak
kaydıyla, en fazla iki defa uzatılabilir. Gözaltı süresinin uzatılmasına
ilişkin karar, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine yakalanan kişi dinlenilmek
suretiyle hâkim tarafından verilir. Yakalama emri üzerine yakalanan kişi
hakkında da bu bent hükümleri uygulanır.
b) Şüphelinin aynı olayla ilgili olarak
yeniden ifadesinin alınması ihtiyacı ortaya çıktığında bu işlem, Cumhuriyet savcısı
veya Cumhuriyet savcısının yazılı emri üzerine kolluk tarafından yapılabilir.
c) 1. Tutukluluğa itiraz ve tahliye
talepleri dosya üzerinden karara bağlanabilir.
2. Tahliye talepleri en geç otuzar günlük
sürelerle tutukluluğun incelenmesi ile birlikte dosya üzerinden karara
bağlanabilir.
3. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanununun 108 inci maddesi uyarınca yapılan tutukluluğun incelenmesi
en geç, otuzar günlük sürelerle dosya üzerinden, doksanar günlük sürelerle kişi
veya müdafi dinlenilmek suretiyle resen yapılır.”
2. 20.
maddesiyle 7145 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin ibare değişikliği yapılan
(1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) 10/11/2016 tarihli ve 6758 sayılı Olağanüstü
Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin
Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanunun 19 uncu maddesinin ikinci fıkrası
uyarınca Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun kayyım olarak atanmasına ilişkin
hüküm, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı yıl süreyle
uygulanır.”
3. 23.
maddesiyle 375 sayılı KHK’nın geçici 35. maddesinin ibare değişiklikleri
yapılan (A), (B), (C), (Ç), (D) ve (G) fıkraları şöyledir:
“A) Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren dört yıl süreyle; terör örgütlerine veya Millî Güvenlik
Kurulunca Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen
yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla
irtibatı olduğu değerlendirilen Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında Anayasa
Mahkemesi Genel Kurulunun salt çoğunluğunca; Yargıtay daire başkanı ve üyeleri
hakkında Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunca; Danıştay daire başkanı ve
üyeleri hakkında Danıştay Başkanlık Kurulunca; hâkim ve savcılar hakkında
Hâkimler ve Savcılar Kurulu Genel Kurulunca, askeri hâkimler hakkında Milli
Savunma Bakanının başkanlığında, Milli Savunma Bakanı tarafından birinci sınıf
askeri hâkimler arasından seçilecek iki askeri hâkimden oluşan komisyonca ve Sayıştay
meslek mensupları hakkında Sayıştay Başkanının başkanlığında, başkan
yardımcıları ile Sayıştay Başkanı tarafından belirlenecek bir daire başkanı ve
bir üyeden oluşan komisyonca meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve
meslekten çıkarılmalarına karar verilir. Bu kararlar, Resmî Gazetede yayımlanır
ve yayımı tarihinde ilgililere tebliğ edilmiş sayılır. Meslekten çıkarma
kararlarına karşı ilgili kanunlarda yer alan hükümler uyarınca itiraz edilmesi
veya yeniden inceleme talebinde bulunulması üzerine verilen kararlar da Resmî
Gazetede yayımlanır ve yayımı tarihinde ilgililere tebliğ edilmiş sayılır. Bu
kişiler hakkında alınan kararlar on beş gün içinde Devlet Personel Başkanlığına
bildirilir. Görevden uzaklaştırılanlar veya görevlerine son verilenlerin silah
ruhsatları ve pasaportları iptal edilir ve bu kişiler oturdukları kamu
konutlarından veya vakıf lojmanlarından on beş gün içinde tahliye edilir.
Bu fıkranın birinci paragrafı uyarınca
görevine son verilenler hakkında bu maddenin (B) fıkrasının ikinci paragrafı
hükümleri uygulanır. Ayrıca askeri hâkimlerin askeri rütbeleri, mahkûmiyet
kararı aranmaksızın alınır.
B) Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren dört yıl süreyle; terör örgütlerine veya Millî Güvenlik
Kurulunca Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen
yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla
irtibatı olduğu değerlendirilen;
1) 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk
Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanununa tabi personel Milli Savunma Bakanının
onayı ile kamu görevinden çıkarılır.
2) 18/3/1986 tarihli ve 3269 sayılı Uzman
Erbaş Kanununa tabi personelden Türk Silahlı Kuvvetlerinde istihdam edilenler
Milli Savunma Bakanının onayı ile kamu görevinden çıkarılır.
3) 13/6/2001 tarihli ve 4678 sayılı Türk
Silâhlı Kuvvetlerinde İstihdam Edilecek Sözleşmeli Subay ve Astsubaylar
Hakkında Kanuna tabi personelden Türk Silahlı Kuvvetlerinde istihdam edilenler
Milli Savunma Bakanının onayı ile kamu görevinden çıkarılır.
4) 10/3/2011 tarihli ve 6191 sayılı
Sözleşmeli Erbaş ve Er Kanununa tabi personelden Türk Silahlı Kuvvetlerinde
istihdam edilenler Milli Savunma Bakanının onayı ile kamu görevinden çıkarılır.
5) Milli Savunma Bakanına bağlı personel
Milli Savunma Bakanının onayı ile kamu görevinden çıkarılır.
6) Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil
Güvenlik Komutanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü personeli İçişleri Bakanının
onayı ile kamu görevinden çıkarılır.
7) 11/10/1983 tarihli ve 2914 sayılı
Yükseköğretim Personel Kanununa tabi personel, Yükseköğretim Kurulu Başkanının
teklifi üzerine Yükseköğretim Kurulunun kararıyla; yükseköğretim kurumları ile
yükseköğretim üst kuruluşlarındaki 657 sayılı Kanuna tabi personel ise
yükseköğretim kurumları ile yükseköğretim üst kuruluşlarının en üst
yöneticisinin teklifi üzerine, yükseköğretim kurumlarında üniversite yönetim
kurulunun, yükseköğretim üst kuruluşlarında ise Yükseköğretim Kurulunun
kararıyla kamu görevinden çıkarılır.
8) Mahalli idareler personeli, valinin
başkanlığında toplanan ve vali tarafından belirlenen kurulun teklifi üzerine
İçişleri Bakanının onayıyla kamu görevinden çıkarılır.
9) 657 sayılı Kanuna ve diğer mevzuata
tabi her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dâhil) istihdam edilen
personel, ilgili kurum veya kuruluşun en üst yöneticisi başkanlığında bağlı,
ilgili veya ilişkili olunan bakan tarafından oluşturulan kurulun teklifi
üzerine ilgili bakan onayıyla kamu görevinden çıkarılır. Bu maddenin (A)
fıkrasında belirtilenlerin işlemleri ise söz konusu fıkradaki usule göre
yapılır.
10) Bir bakanlığa bağlı, ilgili veya
ilişkili olmayan diğer kurumlarda her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi
dâhil) istihdam edilen personel, birim amirinin teklifi üzerine atamaya yetkili
amirin onayıyla kamu görevinden çıkarılır.
Bu fıkranın birinci paragrafı uyarınca
görevine son verilenler bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemez, doğrudan
veya dolaylı olarak görevlendirilemez; görevinden çıkarılanların uhdelerinde bulunan
her türlü mütevelli heyet, kurul, komisyon, yönetim kurulu, denetim kurulu,
tasfiye kurulu üyeliği ve sair görevleri de sona ermiş sayılır. Birinci
paragraf uyarınca Türk Silahlı Kuvvetleri, Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil
Güvenlik Komutanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğünden çıkarılanların, mahkeme
kararı aranmaksızın, karar tarihinden geçerli olmak üzere rütbe ve
memuriyetleri geri alınır, bu kişiler yeniden kamu görevlerine kabul edilmez ve
on beş gün içinde Devlet Personel Başkanlığına bildirilir. Bu paragrafta
sayılan görevleri yürütmekle birlikte kamu görevlisi sıfatını taşımayanlar
hakkında da bu paragraf hükümleri uygulanır.
Bu fıkraya göre görevlerine son
verilenlerin silah ruhsatları, gemi adamlığına ilişkin belgeleri ve pilot
lisansları iptal edilir ve bu kişiler oturdukları kamu konutlarından veya vakıf
lojmanlarından on beş gün içinde tahliye edilir. Bu kişiler özel güvenlik
şirketlerinin kurucusu, ortağı ve çalışanı olamaz.
Bu fıkrada öngörülen usuller uyarınca,
terör örgütlerine veya Millî Güvenlik Kurulunca Devletin millî güvenliğine
karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği,
mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilerek
idari işlem tesis edilmek suretiyle kamu görevinden çıkarılanların itirazları
üzerine yapılacak değerlendirme sonucunda görevlerine iadesine ilişkin işlemler
aynı usullerle yapılır. Bu kapsamda görevine iade edilenlere kamu görevinden
çıkarıldıkları tarihten göreve başladıkları tarihe kadar geçen süreye tekabül
eden mali ve sosyal hakları ödenir. Bu kişiler, kamu görevinden
çıkarılmalarından dolayı herhangi bir tazminat talebinde bulunamaz. Bu
personelin görevlerine iadesi, kamu görevinden çıkarıldıkları tarihte
bulundukları yöneticilik görevi dışında öğrenim durumları ve kazanılmış hak
aylık derecelerine uygun kadro ve pozisyonlara atanmak suretiyle de yerine
getirilebilir.
C) Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren dört yıl süreyle; haklarında (A) ve (B) fıkraları uyarınca
idari işlem tesis edilenler ile aynı gerekçeyle haklarında suç soruşturması
veya kovuşturması yürütülenler, işlemi yapan kurum ve kuruluşlarca ilgili
pasaport birimine derhâl bildirilir. Bu bildirim üzerine ilgili pasaport
birimlerince pasaportlar iptal edilebilir. İlgili pasaport birimine isimleri
bildirilen kişilerin eşlerine ait pasaportlar da genel güvenlik açısından
mahzurlu görülmesi hâlinde aynı tarihte İçişleri Bakanlığınca iptal edilebilir.
Ç) Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren dört yıl süreyle; terör örgütlerine veya Millî Güvenlik
Kurulunca Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen
yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla
irtibatı nedeniyle hakkında inceleme ve soruşturma yürütülen kişiler ile
bunların eş ve çocuklarına ilişkin olarak yetkili kurul, komisyon ve diğer
mercilerce ihtiyaç duyulan, 19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu
uyarınca müşteri sırrı kapsamında kabul edilenler hariç, telekomünikasyon
yoluyla iletişimin tespiti de dâhil olmak üzere her türlü bilgi ve belge, kamu
ve özel tüm kurum ve kuruluşlarca vakit geçirilmeksizin verilir.
Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren dört yıl süreyle; kamu kurum ve kuruluşlarının personeline ve
bunların eş ve çocuklarına ait olup Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilen
ve faaliyet izni kaldırılan Asya Katılım Bankası A.Ş.’de veya bu Bankayla
ilgili olarak Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunda, Bankacılık Düzenleme ve
Denetleme Kurumunda ya da Malî Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığında bulunan
her türlü bilgi, bu personelin çalıştığı kurum ve kuruluşlarca talepte
bulunulması durumunda gecikmeksizin verilir ve bu işlemlere ilişkin olarak 5411
sayılı Kanunun 73 üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan sınırlama uygulanmaz.
D) Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren dört yıl süreyle;
1) Türk Silahlı Kuvvetlerinden emekliye
sevk edilen, kendi isteğiyle emekli olan, 31/1/2013 tarihli ve 6413 sayılı Türk
Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu hükümlerine göre Silahlı Kuvvetlerden ayırma
cezası alan, Devlet memurluğundan çıkarılan, sözleşmeleri feshedilen, müstafi
sayılan veya istifa eden subay, sözleşmeli subay, astsubay, sözleşmeli
astsubay, Devlet memuru, işçi, uzman erbaş, sözleşmeli erbaş ve erler ile 926
sayılı Kanunun geçici 32 nci maddesi kapsamında haklarında işlem tesis
edilenlerden,
2) Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil
Güvenlik Komutanlığından emekliye sevk edilen, kendi isteğiyle emekli olan, ilişiği
kesilen, disiplin hükümlerine göre meslekten veya Devlet memurluğundan
çıkarılan, sözleşmeleri feshedilen, müstafi sayılan, istifa eden veya çekilmiş
sayılan subay, sözleşmeli subay, astsubay, sözleşmeli astsubay, uzman jandarma,
Devlet memuru, işçi, uzman erbaş, sözleşmeli erbaş ve erlerden,
3) 4/6/1937 tarihli ve 3201 sayılı Emniyet
Teşkilat Kanununun 55 inci maddesinin ondokuzuncu ve yirminci fıkraları ile
geçici 27 nci maddesi uyarınca resen emekliye sevk edilen, kendi isteğiyle
emekli olan veya disiplin hükümlerine göre meslekten veya Devlet memurluğundan
çıkarılanlar ile müstafi sayılanlardan,
terör örgütlerine veya Milli Güvenlik
Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen
yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla
irtibatı olduğu değerlendirilenlerin rütbeleri ilgili bakanın onayıyla alınır.
Bu kişiler görev yaptıkları teşkilata ve kamu görevine yeniden kabul edilmez,
doğrudan veya dolaylı görevlendirilemez ve bu kişiler on beş gün içinde Devlet
Personel Başkanlığına bildirilir. Ayrıca bunlar uhdelerinde taşımış oldukları
mesleki unvanları ve sıfatlarını kullanamaz ve bu unvan ve sıfatlarına bağlı
olarak sağlanan haklardan yararlanamaz. Bu kişilerin uhdelerinde bulunan her türlü
mütevelli heyet, kurul, komisyon, yönetim kurulu, denetim kurulu, tasfiye
kurulu üyeliği ve sair görevleri de sona ermiş sayılır. Bunların silah
ruhsatları, emekli kimlikleri, gemi adamlığına ilişkin belgeleri, pilot
lisansları ve ilgili pasaport birimlerince pasaportları iptal edilir. Bu
kişiler özel güvenlik şirketlerinin kurucusu, ortağı ve çalışanı olamaz.
…
G) Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren dört yıl süreyle; terör örgütlerine veya Milli Güvenlik
Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen
yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla
irtibatı olduğu değerlendirildiği için görevden uzaklaştırılanlar veya açığa
alınanlar hakkında ilgili mevzuatta yer alan;
a) Soruşturmaya başlama süresi uygulanmaz.
b) Disiplin soruşturması sebebiyle
görevden uzaklaştırma süreleri bir yıl olarak uygulanır ve bu süre ilgisine
göre ilgili bakan, Hâkimler ve Savcılar Kurulu, Yükseköğretim Kurulu veya
ilgili kurul onayıyla bir yıla kadar uzatılabilir.
c) Adli soruşturma ve kovuşturma sebebiyle
görevden uzaklaştırma veya açığa alma işlemlerinde değerlendirme süreleri
uygulanmaz.”
II. İLK İNCELEME
A. E.2018/137 Sayılı
Başvuru Yönünden
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Zühtü ARSLAN, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM,
Serdar ÖZGÜLDÜR, Serruh KALELİ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Recep KÖMÜRCÜ, Hicabi
DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ, Hasan Tahsin GÖKCAN,
Kadir ÖZKAYA, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL ve Yusuf Şevki HAKYEMEZ’in
katılımlarıyla 17/10/2018 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında dosyada
eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine, yürürlüğü durdurma
talebinin esas inceleme aşamasında karara bağlanmasına OYBİRLİĞİYLE karar
verilmiştir.
B. E.2021/106 Sayılı Başvuru Yönünden
2. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü
hükümleri uyarınca Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA, Engin
YILDIRIM, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ,
Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin
MENTEŞ, Basri BAĞCI ve İrfan FİDAN’ın katılımlarıyla 13/10/2021 tarihinde
yapılan ilk inceleme toplantısında dosyada eksiklik bulunmadığından işin
esasının incelenmesine, yürürlüğü durdurma talebinin esas inceleme aşamasında
karara bağlanmasına OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
III. BİRLEŞTİRME KARARI
3. 18/7/2021 tarihli ve 7333 sayılı Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un;
A. 11. maddesiyle 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle
Mücadele Kanunu’nun geçici 19. maddesinde yer alan “…üç yıl…” ibaresinin
“…dört yıl…” şeklinde değiştirilmesinin,
B. 20. maddesiyle 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Bazı Kanun
ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un geçici 1.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan “…üç yıl…” ibaresinin “…altı
yıl…” şeklinde değiştirilmesinin,
C. 23. maddesiyle 27/6/1989 tarihli ve 375 sayılı KHK’nın
geçici 35. maddesinin (A), (B), (C), (Ç), (D) ve (G) fıkralarında yer alan “…üç
yıl…” ibarelerinin “…dört yıl…” şeklinde değiştirilmesinin,
iptallerine ve yürürlüklerinin
durdurulması talebiyle açılan davaya ilişkin E.2021/106 sayılı davanın,
aralarındaki hukuki irtibat nedeniyle E.2018/137 sayılı dava ile BİRLEŞTİRİLMESİNE,
esas incelemenin E.2018/137 sayılı dosya üzerinden yürütülmesine, 13/10/2021
tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
IV. ESASIN İNCELENMESİ
4. Dava dilekçesi ve ekleri, Raportör Yakup
MACİT tarafından hazırlanan işin esasına
ilişkin rapor, dava konusu kanun hükümleri, dayanılan ve ilgili görülen Anayasa
kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup
incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A. Kanun’un 1. Maddesiyle 5442 Sayılı
Kanun’un 11. Maddesinin (C) Fıkrasına
Eklenen İkinci Paragrafın İncelenmesi
1. Anlam ve Kapsam
5. Dava konusu kural, valinin kamu düzeni veya
güvenliğinin olağan hayatı durduracak veya kesintiye uğratacak şekilde
bozulduğu ya da bozulacağına ilişkin ciddi belirtilerin bulunduğu hâllerde on
beş günü geçmemek üzere ildeki belirli yerlere giriş ve çıkışı kamu düzeni ya
da kamu güvenliğini bozabileceği şüphesi bulunan kişiler için
sınırlayabileceğini, belli yerlerde veya saatlerde kişilerin dolaşmalarını,
toplanmalarını, araçların seyirlerini düzenleyebileceğini veya
kısıtlayabileceğini, ruhsatlı da olsa her çeşit silah ve merminin taşınması ve
naklini yasaklayabileceğini öngörmektedir.
6. Kuralda valilere tanınan yetkideki ortak husus, kamu düzeni veya güvenliğinin olağan hayatı
durduracak veya kesintiye uğratacak şekilde bozulması ya da bozulacağına
ilişkin ciddi belirtilerin bulunması hâlleridir. Söz konusu durumlarda kamu
güvenliğini bozabileceği şüphesi bulunan kişilere yönelik bu kişilerin on beş
günü geçmemek üzere ildeki belirli yerlere giriş ve çıkışlarının engellenmesi,
bu süreyle sınırlı olmak üzere belirli yerlerde ve saatlerde kişilerin
dolaşmaları ve toplanmalarının kısıtlanması ile araçların seyirlerinin
düzenlenmesi hususlarında valilere yetki verilmiştir. Yine kuralda belirtilen
hâllerde valilere on beş günü geçmemek üzere ildeki ruhsatlı da olsa her çeşit
silah ve merminin taşınmasını ve naklini yasaklayabileceği hususlarında yetki
tanınmıştır.
7. 5442 sayılı Kanun’un 9. maddesinde, valinin, ilde
Cumhurbaşkanının temsilcisi ve idari yürütme vasıtası olduğu belirtilmiş,
görevleri ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Anılan Kanun’un 11.
maddesinin (A) fıkrasında, valinin il sınırları içinde suç işlenmesini önlemek,
kamu düzeni ve güvenliğini korumak için gereken karar ve tedbirleri alacağı
belirtilmiş,C) fıkrasının birinci
paragrafında ise il sınırları içinde huzur ve güvenliğin kişi
dokunulmazlığının, tasarrufa müteallik emniyetin ve kamu esenliğinin sağlanması
ile önleyici kolluk yetkisi valinin ödev ve görevleri arasında sayılmıştır.
8. Kanun’un
66. maddesinde valiye tanınan söz konusu
önleyici kolluk yetkisi kapsamında alınan tedbirlere uymayanların
cezalandırılmasına karar verileceği hükme bağlanmıştır.
9. Kural kapsamında valilerin alacağı karar ve
tedbirlerin idari işlem niteliğinde olması nedeniyle bunlara karşı idari yargı
yoluna başvurulabileceği, idare mahkemelerince yürütmenin durdurulması
kararı verilebileceği açıktır.
2. İptal Talebinin Gerekçesi
10. Dava dilekçesinde özetle; dava konusu kural
kapsamında valilere tanınan yetki ile kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı,
seyahat özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme hakkına sınırlama
getirildiği, temel hak ve özgürlüklere kanunla sınırlama getirilirken kanunun
içeriğinin belirli ve sonuçlarının öngörülebilir olması gerektiği, bireyler
için öngörülebilirlik sağlamayan bir düzenlemenin Anayasa’da geçen kanunla
sınırlama ölçütünü karşılamayacağı, kuralda yer alan kamu düzeninin
bozulabileceği yönünde ciddi belirtiler bulunması hâli ile kamu düzenini
bozabileceğinden şüphelenilen kişiler, kamu düzeninin olağan hayatı durduracak
şekilde bozulması kavramlarının belirli olmadığı, ayrıca kuralda valilerin
söz konusu yetkiyi keyfî kullanmasını önleyecek herhangi bir güvenceye
yer verilmediği, bu yönüyle kuralın belirsiz ve keyfi uygulamalara yol
açabilecek nitelikte olduğu, öte yandan valilere tanınan yetki kapsamında
eğitim, çalışma, yaşam hakkı gibi başka pek çok temel hak ve özgürlüğe de
sınırlama getirilebileceği, kuralda on beş günlük tedbir süresinin sona ermesi
hâlinde yeniden karar alınarak sınırsız bir şekilde söz konusu yetkinin
kullanılmasını engelleyecek bir güvencenin düzenlenmediği, yasakları ihlal
edenler hakkında idari para cezası veya hapis cezasının uygulanmasının söz
konusu olabileceği, bu itibarla kuralla valilere görev alanlarına giren
bölgelerde adı konulmamış bir olağanüstü hâl (OHAL) ilan etme yetkisinin
tanındığı belirtilerek kuralın Anayasa’nın 13., 19., 23., 34. ve 119.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
3. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
a.
Paragrafın “…belirli yerlere girişi ve çıkışı kamu düzeni ya da kamu
güvenliğini bozabileceği şüphesi bulunan kişiler için sınırlayabilir;
belli yerlerde veya saatlerde kişilerin dolaşmalarını, toplanmalarını,
araçların seyirlerini düzenleyebilir veya kısıtlayabilir ve…” Bölümü
i. “…toplanmalarını,…” İbaresi
11. Anayasa’nın 34. maddesinin birinci
fıkrasında “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve
gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.” denilmek suretiyle toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı güvenceye bağlanmaktadır. Toplantı ve
gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, bireylerin düşünce açıklamalarında bulunmak
amacıyla açık veya kapalı mekânlarda, kamu otoriteleri ile üçüncü kişilerin
müdahalesi olmaksızın, geçici olarak bir araya gelebilme serbestisini
korumaktadır (AYM, E.2020/12, K.2020/46, 10/09/2020, § 5).
12. Kural, valilere kişilerin ildeki belli
yerlerde veya saatlerde toplanmalarına yönelik düzenleme yapma ve kısıtlama
yetkisi tanımak suretiyle toplantı
ve gösteri yürüyüşü hakkına sınırlama getirmektedir.
13. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına
sınırlama getirilirken temel hak ve özgürlüklerin sınırlanmasına ilişkin genel
ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin dikkate alınması gerekmektedir.
Anayasa’nın anılan maddesinde “Temel hak ve
hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde
belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu
sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik
Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz”
denilmektedir. Buna göre seyahat özgürlüğüne ve toplantı
ve gösteri yürüyüşü hakkına getirilen sınırlamanın Anayasa’da öngörülen
sınırlama sebebine, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine uygun olması gerekir.
14. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına getirilen sınırlamanın kanuni bir temele dayandığı
açıktır. Ancak sınırlamaya yönelik kanuni düzenlemenin şeklen var olması
yeterli olmayıp kuralın keyfilîğe izin vermeyecek şekilde belirli niteliklere
sahip olması gerekir. Bu kapsamda düzenlemeler belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir
olmalıdır.
15. Esasen temel hakları sınırlayan kanunun bu niteliklere
sahip olması, Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye alınan hukuk devleti
ilkesinin de bir gereğidir. Hukuk devletinde, kanuni düzenlemelerin hem kişiler
hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek
şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu
otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir.
Kanunda bulunması gereken bu nitelikler hukuki güvenliğin sağlanması bakımından
da zorunludur. Zira bu ilke hukuk normlarının öngörülebilir olmasını,
bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de
yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını
gerekli kılar. Dolayısıyla Anayasa’nın 13. maddelerinde sınırlama ölçütü olarak
belirtilen kanunilik, Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye alınan hukuk devleti
ilkesi ışığında yorumlanmalıdır (AYM, E.2018/90, K.2019/85, 14/11/2019, § 42).
16. Kişiler açısından öngörülebilir bir hukuk güvencesinin
sağlanması, kişilerin idari tedbire kimlerin muhatap olacağını, hangi fiillerin
tedbiri gerektireceğini önceden bilecek konumda olmaları ile mümkündür.
Tedbirlerin ve bu kapsamda uygulanacak yaptırımın öngörülebilir olması, hukuk
devleti ilkesinin gereklerindendir. Öngörülebilirlik mevzuat ve yargısal
içtihatlarla sağlanabilir. Bu kapsamda kişilerin belirli bir hareketi yapmaktan
doğabilecek sonuçları, en azından içinde bulunulan şartların gerektirdiği makul
bir ölçüde değerlendirebilmesi, kanunun öngörülebilirlik şartının yerine
getirilmesine engel değildir.
17. Kuralda öngörülen tedbir kamu düzeni veya
güvenliğinin olağan hayatı durduracak veya kesintiye uğratacak şekilde
bozulması ya da bozulacağına ilişkin ciddi belirtilerin bulunması
şartlarına bağlanmış, kişi yönünden ise kapsamı tedbirin uygulandığı yerde
bulunan herkesi içerecek şekilde geniş belirlenmiştir.
18. Kuralda öngörülen tedbirin şartlarını belirleyen kamu
düzeni veya güvenliğinin olağan hayatı durduracak veya kesintiye uğratacak
şekilde bozulması ya da bozulacağına ilişkin ciddi belirtilerin bulunması
ibareleri belli ölçüde soyut olmakla birlikte bunların belirsiz ve
öngörülemez nitelikte sonuçlar doğurabileceği söylenemez. Bu ibarelerin hukuki
niteliği ve objektif anlamı yargı içtihatlarıyla belirlenebilecek durumdadır.
Ayrıca yetkinin tanındığı makam, yetkinin kapsamı ve süresi kuralda herhangi
bir tereddüde yer yermeyecek şekilde açık ve net olarak tespit edildiği dikkate
alındığında kuralın kanunilik ilkesine aykırı bir yönünün bulunmadığı
anlaşılmaktadır.
19. Anayasa’nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının millî güvenlik, kamu düzeni, suç
işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak
ve özgürlüklerinin korunması amacıyla sınırlanabileceği ifade edilmiştir. Buna
göre demokratik toplumda vazgeçilmez bir hak teşkil eden toplantı ve gösteri
yürüyüşleri, Anayasa’da belirtilen meşru amaçlardan birine dayanılarak ancak
istisnai hâllerde sınırlandırılabilir. Ayrıca anılan maddenin üçüncü
fıkrasında, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında
uygulanacak şekil, şart ve usullerin kanunda gösterileceği belirtilmek
suretiyle kanun koyucuya düzenleme yetkisi tanınmıştır.
20. Dava konusu kuralda idari tedbirlere konu eylemler kamu
düzeni ya da güvenliğinin bozulmasına neden olabilecek fiillerdir. Bunlar, ceza
hukuku anlamında suç ya da kabahat olabilir. Kuralla kamu düzeni ya da
güvenliğinin bozulmasına sebebiyet verecek fiillerin önlenmesinin amaçlandığı
gözetildiğinde kuralın kamu güvenliği ve kamu düzeninin sağlanması şeklinde
meşru bir amaca yönelik öngörüldüğü anlaşılmaktadır.
21. Toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme hakkına getirilen sınırlamanın Anayasa’nın
13. maddesi uyarınca demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olması, bir
başka ifadeyle demokratik toplumda zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması
gerekir. Toplumsal düzenin bozulmasına neden
olabilecek fiilleri önleyerek kamu güvenliği ve düzeninin sağlanmasını
amaçlayan kuralın demokratik bir toplumda zorunlu
bir toplumsal ihtiyacı karşılamaya yönelik olmadığı söylenemez.
22. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik
sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesi uyarınca ölçülü olması gerekir. Ölçülülük
ilkesi ise elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt
ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen sınırlamanın ulaşılmak
istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak
istenen amaç bakımından sınırlamanın zorunlu olmasını diğer bir ifadeyle aynı
amaca daha hafif bir sınırlama ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık
ise hakka getirilen sınırlama ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir
dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111,
K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127,
22/6/2016, § 18 ; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817,
19/12/2013, § 38; Mahmut Üçüncü, B. No. 2014/1017, 13/7/2016, §
81).
23. Kuralın, kamu düzeni veya güvenliğinin olağan hayatı
durduracak veya kesintiye uğratacak şekilde bozulması ya da bozulacağına
ilişkin ciddi belirtilerin bulunması hallerinde, bu durumun doğmasına neden
olan olguları bertaraf etme ve bu suretle kamu düzeni ve güvenliğini sağlama
amaçlarına ulaşma bakımından elverişli olduğu açıktır.
24. Kanun koyucunun hukuka aykırı fiillerin
gerçekleştirilmesini sağlayacak koşulların ortadan kaldırılması hususunda
takdir yetkisinin bulunduğu gözetildiğinde kuralda öngörülen tedbirin söz
konusu amaçlara ulaşma bakımından gerekli olmadığı da söylenmez.
25. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik
sınırlamanın orantılılığı değerlendirilirken tedbir süreci bir bütün olarak ele
alınmalıdır. Bu bağlamda kuralla valiye tanınan yetkinin şartları, kapsamı,
süresi, keyfilîği önleyecek güvencelerin varlığı ve tedbirlere karşı öngörülen
denetim mekanizmasının etkinliğinin dikkate alınması gerekir.
26. Hukuk devletinde temel hak ve özgürlüklere yönelik
sınırlamaların istisnai nitelik taşıması zorunludur. Demokratik bir toplumda
temel hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamanın, bu sınırlamayla güdülen
amacın gerektirdiğinden fazla olması düşünülemez. Demokratik hukuk devletinde
güdülen amaç ne olursa olsun, kısıtlamaların, temel hak ve özgürlüklerin
kullanımını aşırı derecede zorlaştırmaması gerekir. Bu açıdan toplantı ve
gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına kamu güvenliği ve düzeninin sağlanması
amacıyla getirilen sınırlamanın söz konusu hakka en az müdahaleye imkân veren
ölçülü bir sınırlama niteliğinde olması gerekir.
27. Dava konusu kuralda olduğu gibi devletin belli
amaçlarla başvuracağı tedbirlerin geçici, ölçülü ve denetime açık olması
gerekir. Bu da tedbirlerde, hedeflenen meşru amacı gerçekleştirmeye
elverişli en hafif müdahale yöntemlerinin uygulanmasını zorunlu kılar. Bunun
yanında temel hakka sınırlama getiren düzenlemelerin kapsam ve sınırları
itibarıyla idarenin keyfî uygulamalarını önleyecek niteliğe de sahip olması
gerekir. Aksi halde hukuk devletinin gerektirdiği meşru amaç ve araç arasında
makul ve uygun bir denge kurulması mümkün olamaz.
28. Kuralda, kamu düzeni veya güvenliğini olağan hayatı
durduracak veya kesintiye uğratacak şekilde bozacak ya da bozulacağına ilişkin
ciddi belirtileri doğuracak durumların tespiti valinin değerlendirmelerine
bırakılmıştır. Ancak kuralda tedbirin şartlarını oluşturan söz konusu olguların
var olup olmadığı ya da bunların gerçekten kural kapsamında kalıp kalmadığı
yönündeki takdir yetkisinin objektif ölçütlere göre yargı mercileri tarafından
denetlenmesi mümkündür.
29. Tedbir
kararına karşı öngörülen yargı denetiminin varlığı bunun işlevsel olmasıyla bir
anlam ifade eder. Aksi durum denetimin, idarenin keyfî uygulamalarını önleme
fonksiyonunu ortadan kaldırır. Kural kapsamında alınan tedbirlere karşı
açılacak davalarda yargı mercileri tarafından kısa sürede karar verilmemesi
ihtimali kategorik olarak yargı denetiminin etkisiz olduğu sonucunu doğurmaz.
Nitekim idari yargılama usulüne göre “idari işlemin uygulanması halinde
telafisi güç veya imkânsız zararların doğması” ve “idari işlemin açıkça
hukuka aykırı olması” durumunda yürütmenin durdurulması kararı verilmesi
mümkündür.
30. Anayasa
Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında verdiği bir kararda benzer nitelikte bir
tedbir olan sokağa çıkma yasağını idari işlem olarak nitelendirmiş, tedbire
karşı idari yargıda açılacak iptal davasında, yasağın makul sürede yürütmesinin
durdurulmasının mümkün olması nedeniyle söz konusu davanın etkili bir başvuru
yolu olarak değerlendirilebileceğini, yürütmenin durdurulmasına makul sürede
karar verilmemesi hâlinde ise davanın fiilen etkisiz hâle geleceğini
belirtmiştir (Senih Özay, B.No: 2020/13969, 9/6/2020, §§ 28, 34).
Dolayısıyla tedbire karşı dava açma ve makul sürede yürütmenin durdurulması
kararı verilebilmesi imkânı denetim mekanizmasını işlevsel hale
getirmektedir.
31. Orantılılık incelemesinde kuralda öngörülen tedbir
süresine de değinilmesi gerekir. Kuralda tedbir kararının on beş günü
geçmemek üzere verilebileceği düzenlenmiştir. Kuralda süre sınırına
ilişkin olarak kullanılan bu ibarenin tedbire neden olan her bir olay
için verilebilecek azami süreyi ifade ettiği, valinin söz konusu yetkiyi ancak
bu süre içinde bir defada kullanabileceği anlamına geldiği açıktır.
Dolayısıyla kuralda öngörülen sürenin makul olmadığı söylenemez.
32. Dolayısıyla kuralda öngörülen tedbirin niteliği, süresi
dikkate alındığında idari yargı denetiminin keyfî uygulamalara karşı etkili ve
ivedi denetim mekanizması sağladığı sonucuna ulaşılabilir.
33. Bu itibarla kamu düzeni veya güvenliğinin olağan hayatı
durduracak veya kesintiye uğratacak şekilde bozulduğu ya da bozulacağına ilişkin
ciddi belirtilerin bulunduğu hâllerde valilere on beş günü geçmemekldeki belli
yerlerde ve saatlerde kişilerin toplanmalarına yönelik düzenleme ve kısıtlama
yapma yetkisi tanıyan kuralın, kamu düzeni ve güvenliğini sağlama amacı
bakımından toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına ölçüsüz bir sınırlama
getirdiği söylenemez.
34. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 13. ve 34. maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin
YILDIRIM, M. Emin KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ ve Kenan YAŞAR bu görüşe katılmamışlardır.
Kuralın Anayasa’nın 2. maddesine de
aykırı olduğu ileri sürülmüşse de bu bağlamda belirtilen hususların
Anayasa’nın 13. ve 34. maddeleri yönünden yapılan değerlendirmeler
kapsamında ele alınmış olması nedeniyle Anayasa’nın 2. maddesi yönünden ayrıca
bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 19., 23. ve 119. maddeleriyle
ilgisi görülmemiştir.
ii. Bölümün Kalan Kısmı
35. Anayasa'nın 19. maddesinin birinci fıkrasında ifade edilen "Herkes, kişi
hürriyeti ve güvenliğine sahiptir." şeklindeki düzenlemede yer alan
hürriyet sözcüğü, özgürlük ve bağımsızlığın yanı sıra serbestlik anlamına da
gelmektedir. Bu anlamda kişi hürriyetine yönelik bir sınırlamanın varlığından
bahsedebilmek için kişinin hareket serbestisinin maddi olarak sınırlandırılmış
olması gerekir. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik bir sınırlama için
kişi, rızası olmaksızın en azından rahatsızlık verecek uzunlukta bir süre boyunca
belirli bir yerde fiziki olarak tutulmalıdır (Galip Öğüt [GK], B. No:
2014/5863, 1/3/2017, § 34).
36. Anayasa'nın anılan maddesinin metni
bir bütün olarak değerlendirildiğinde maddenin
ikinci ve üçüncü fıkralarındaki sınırlama sebeplerinin kişilerin fiziksel
özgürlüklerine ilişkin olduğu, ayrıca devam eden fıkralardaki güvencelerin de
fiziki olarak özgürlüklerinden yoksun bırakılmış kişiler bakımından getirildiği
görülmektedir. Dolayısıyla kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının güvence altına
aldığı şey, bireylerin yalnızca fiziksel özgürlüğüdür (Galip Öğüt, §
35).
37.
Anayasa’nın “Yerleşme ve seyahat
hürriyeti” başlıklı 23.
maddesinde herkesin yerleşme ve seyahat özgürlüğüne sahip olduğu
belirtilmiştir. Seyahat özgürlüğü, kişilerin
gidip-gelme, dolaşma, hareket özgürlüklerini güvenceye almaktadır (AYM,
E.2000/82, K.2002/193, 26/11/2002). Bireylerin serbestçe yer değiştirme hakkını
ifade eden seyahat özgürlüğünün yurt içi ve dışı seyahatleri kapsadığı açıktır.
38. Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile seyahat özgürlüğüne yönelik sınırlama arasındaki temel fark,
nitelik ve esastan ziyade sınırlamanın derece ve yoğunluğu ile ilgilidir. Kişi
özgürlüğü ve güvenliği hakkı bağlamında hareket serbestisine yönelik kısıtlama,
seyahat özgürlüğüne yönelik bir sınırlamaya göre çok daha ileri derecede ve
yoğun olmalıdır. Sınırlamalardaki derece ya da yoğunluğun değerlendirilmesinde,
tedbirin niteliği, süresi, etkileri ve uygulanma tarzı gibi çeşitli faktörler
ile bireyin gündelik hayatının devlet tarafından ne ölçüde denetim altında
tutulduğunun dikkate alınması gerekir (Sebahat Tuncel, B. No: 2012/1051,
20/2/2014, § 44).
39. Bu bağlamda kamu düzeni veya
güvenliğinin olağan hayatı durduracak veya kesintiye uğratacak şekilde
bozulduğu ya da bozulacağına ilişkin ciddi belirtilerin bulunduğu hâllerde vali
tarafından on beş günü geçmemek üzere kamu düzeni ya
da güvenliğini bozabileceği şüphesi bulunan kişilerin ildeki belirli yerlere
giriş ve çıkışlarının sınırlanabileceğini, belli yerlerde ve saatlerde
kişilerin dolaşmalarını ve araçların seyirlerini düzenleyebileceğini veya
kısıtlayabileceğini hükme bağlayan kuralın
seyahat özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerekir.
40. Kural, valilere kamu düzeni ya da
güvenliğini bozabileceği şüphesi bulunan kişiler yönünden on beş günü geçmemek
üzere ildeki belirli yerlere giriş ve çıkışlara kısıtlama getirme, kişilerin belli
yerlerde veya saatlerde dolaşmaları ve araçların seyirlerinin düzenlenmesi ve
kısıtlanmasına karar verme yetkisi tanımak suretiyle seyahat özgürlüğüne sınırlama getirmektedir.
41. Seyahat özgürlüğüne sınırlama
getirilirken temel hak ve özgürlüklerin sınırlanmasına ilişkin genel ilkeleri
düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin gözönüne alınması gerekmektedir.
42. Seyahat
özgürlüğüne getirilen sınırlamanın kanuni bir temele dayandığı açıktır. Ancak
sınırlamaya yönelik kanuni düzenlemenin şeklen var olması yeterli olmayıp
kuralın keyfîliğe izin vermeyecek şekilde belirli niteliklere sahip olması
gerekir. Bu kapsamda düzenlemenin belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir olması
gerekir.
43. Kuralda yer alan tedbirlerin uygulanması kamu düzeni
veya güvenliğinin olağan hayatı durduracak veya kesintiye uğratacak şekilde
bozulması ya da bozulacağına ilişkin ciddi belirtilerin bulunması
şartlarına bağlanmış ve kapsamı da ildeki belirli yerlere giriş ve çıkışın
engellenmesi açısından kamu düzeni ya da kamu güvenliğini bozabileceği
şüphesi bulunan kişilerle sınırlandırılmıştır. Buna karşılık belli yerlerde
veya saatlerde dolaşma, araçların seyirlerinin düzenlenmesi veya kısıtlanmasına
yönelik tedbirler için kişiler yönünden herhangi bir sınırlama
getirilmemiştir.
44. Bir önceki başlık altında incelenen kuralın kanunilik
denetiminde yapılan açıklamalar bu kısım için de geçerli olmakla birlikte
anılan kuraldan farklı olarak dava konusu kuralda yer alan ildeki belli
yerlere giriş ve çıkışın sınırlandırılması tedbirine yönelik olarak tedbire
muhatap kişilerin kapsamını belirlemek için kullanılan kamu düzeni ya da
kamu güvenliğini bozabileceği şüphesi bulunan kişiler ibaresinin de hukuki
niteliği ve objektif anlamının yargı içtihatlarıyla belirlenebilecek durumda
olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla belirli ve öngörülebilir olduğu anlaşılan
kuralın kanunilik ilkesine aykırı bir yönü bulunmamaktadır.
45. Anayasa’nın 23. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence
altına alınan vatandaşın yurt dışına çıkma özgürlüğünün, ancak suç soruşturması
veya kovuşturması sebebiyle hâkim kararına bağlı olarak sınırlanabileceğine
ilişkin teminatın niteliği itibarıyla ancak bireysel durumlarda işlerlik
kazanabileceği, dolayısıyla bu özel sınırlama sebebinin yalnızca bireysel
olarak belirli kişi veya kişilerin yurt dışına çıkış haklarının sınırlanması
hâlinde söz konusu olabileceği, buna karşılık yurt dışına çıkış hakkını genel
olarak sınırlayan düzenlemelere yönelik herhangi bir sınırlama nedenine
Anayasa’nın 23. maddesinde yer verilmediği anlaşılmaktadır (AYM, E.2019/94, K.2022/32, 24/03/2022, § 117).
46. Nitekim Anayasa’nın
söz konusu maddesinin üçüncü fıkrasında değişiklik yapan 7/5/2010 tarihli ve
5982 sayılı Kanun’un 3. maddesinin gerekçesinde de “Maddede
yapılan değişiklikle, idare tarafından, vatandaşın yurt dışına çıkma
hürriyetinin sınırlandırılmasına son verilmekte; yurt dışına çıkma
hürriyetinin, sadece suç soruşturması veya kovuşturması sebebiyle ve hâkim
kararına bağlı olarak sınırlandırılabilmesi ilkesi benimsenmektedir.” denilmektedir. Bu bağlamda Anayasa’nın başka maddelerinde yer
alan hak ve özgürlükler ile devlete yüklenen ödevler yurt dışına çıkma özgürlüğüne
sınır teşkil edebilir (AYM, E.2019/94,
K.2022/32, 24/03/2022, § 118).
47. Anayasa’nın 5. maddesinde, kişilerin ve toplumun huzur ve refahını
sağlamak devletin temel amaç ve görevleri arasında sayılmıştır. Bu yönüyle devletin kamu düzeni ya da güvenliğinin bozulmasına neden olabilecek
fiilleri önlemek üzere gerekli tedbirleri alması söz konusu olabilir. Kural
kapsamında kamu düzeni ya da güvenliğini bozabileceği şüphesi bulunan kişiler yönünden on beş günü geçmemek
üzere ildeki belirli yerlere giriş ve çıkışlara kısıtlama getirmek, kişilerin belli
yerlerde veya saatlerde dolaşmaları ve araçların seyirlerinin düzenlenmesi ve
kısıtlanmasına yönelik tedbir almak kamu düzeni ve güvenliğini tesis etmek
suretiyle kişilerin ve toplumun huzur ve refahını
sağlama amacına hizmet etmektedir. Bu açıdan kuralın meşru bir amaca yönelik
öngörüldüğü anlaşılmaktadır.
48. Seyahat özgürlüğüne getirilen sınırlamanın Anayasa’nın
13. maddesi gereğince ölçülü olması gerekir. Kuralın, kamu düzeni veya
güvenliğinin olağan hayatı durduracak veya kesintiye uğratacak şekilde
bozulması ya da bozulacağına ilişkin ciddi belirtilerin bulunması hallerinde,
bu durumun ortaya çıkmasına neden olan olguları bertaraf etmek ve bu suretle
kamu düzeni ve güvenliğinin sağlanması amaçlarına ulaşma bakımından elverişli
ve gerekli olduğu açıktır.
49. Seyahat özgürlüğüne yönelik sınırlamanın orantılılığı
ile ilgili bir önceki başlık altında açıklanan gerekçeler uygun olduğu
ölçüde dava konusu kural yönünden de geçerlidir.
50. Bu itibarla dava konusu kuralla kamu düzeni veya güvenliğinin olağan
hayatı durduracak veya kesintiye uğratacak şekilde bozulduğu ya da bozulacağına
ilişkin ciddi belirtilerin bulunduğu hâllerde valilere on beş günü geçmemek
üzere kamu düzeni ya da kamu güvenliğini bozabileceği şüphesi bulunan kişiler
yönünden ildeki belirli yerlere giriş ve çıkışlara sınırlama getirme, belli
yerlerde ve saatlerde kişilerin dolaşmaları ve araçların seyirlerini
düzenleme ve kısıtlama yetkisi tanıyan kuralın kamu
düzeni ve güvenliğini sağlama amacına ulaşma bakımından seyahat
özgürlüğüne ölçüsüz bir sınırlama getirdiği söylenemez.
51. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 13. ve 23. maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin
YILDIRIM, M. Emin KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ ve Kenan YAŞAR bu görüşe katılmamışlardır.
Kuralın Anayasa’nın 2. maddesine de
aykırı olduğu ileri sürülmüşse de bu bağlamda belirtilen hususların
Anayasa’nın 13. ve 23. maddeleri yönünden yapılan değerlendirmeler
kapsamında ele alınmış olması nedeniyle Anayasa’nın 2. maddesi yönünden ayrıca
bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 19., 34. ve 119. maddeleriyle
ilgisi görülmemiştir.
b. Paragrafın Kalan Kısmı
52. 30/3/2011 tarihli ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural, ilgisi nedeniyle Anayasa’nın
35. maddesi yönünden de incelenmiştir.
53. Anayasa’nın
35. maddesinde “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir./ Bu
haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir./ Mülkiyet hakkının
kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.” denilmektedir.
Anayasa’nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer
ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını
kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62,
1/7/2015). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku
bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen
sınırlı ayni haklar ve fikrî hakların yanı sıra icrası mümkün olan her türlü
alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri,
B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).
54. Mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar
vermemek ve kanunların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu
şeyi dilediği gibi kullanma, onun semerelerinden yararlanma ve ondan tasarruf
etme imkânı verir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 32). Dolayısıyla
malikin mülkünü kullanma, onun semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde
tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına
müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546,
2/2/2017, § 53).
55. Kuralla kamu düzeni veya güvenliğinin olağan hayatı
durduracak veya kesintiye uğratacak şekilde bozulduğu ya da bozulacağına
ilişkin ciddi belirtilerin bulunduğu hâllerde valinin on beş günü geçmemek
kaydıyla ildeki ruhsatlı da olsa her çeşit silah ve merminin taşınmasını ve
naklini yasaklayabileceğinin öngörülmesi suretiyle mülkiyet hakkına sınırlama
getirilmektedir.
56. Kural kapsamında valiye tanınan yetkinin kapsamı,
şartları ve süresinin herhangi bir tereddüde yer yermeyecek şekilde açık ve net
olarak belirlendiği gözetildiğinde kuralın temel hak ve özgürlüklerin kanunla
sınırlanması ölçütüne aykırı bir yönü bulunmamaktadır.
57. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet
hakkı ancak kamu yararı amacıyla sınırlanabilmektedir. Kamu yararı kavramı,
mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlanması imkânı
vermekle bir sınırlama amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının kamu yararı
amacı dışında sınırlanamayacağını öngörmek ve bu anlamda bir sınırlamanın da
sınırını oluşturmak suretiyle mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır (Nusrat
Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, § 53).
58. Ruhsatlı da olsa her çeşit silah ve merminin kamu
düzeni ya da güvenliğinin olağan hayatı durduracak veya kesintiye uğratacak
şekilde bozulduğu ya da bozulacağına ilişkin ciddi belirtilerin bulunduğu
hâllerde il sınırları içinde taşınmasının ve naklinin yasaklanmasını öngören
kuralın kamu güvenliği ve düzeninin sağlanması ve korunması suretiyle kamu
yararını hedeflediği, bu yönüyle sınırlamanın Anayasa’nın 35. maddesinde
belirtilen sınırlama sebebine uygun olduğu anlaşılmaktadır. Ancak kuralın
anayasal bağlamda meşru bir amacının bulunması yeterli olmayıp sınırlamanın
ölçülü olması gerekir.
59. Esasen ruhsatlı da olsa her çeşit silah ve merminin
kamu düzeni ya da güvenliğinin olağan hayatı durduracak veya kesintiye
uğratacak şekilde bozulduğu ya da bozulacağına ilişkin ciddi belirtilerin
bulunduğu hâllerde taşınmasının ve naklinin yasaklanmasının kamu güvenliği
aleyhine yürütülen faaliyetlerin ortadan kaldırılması ve bu suretle kamu
düzeninin sağlanarak kamu yararı amacına ulaşma bakımından elverişli ve gerekli
olmadığı söylenemez.
60. Mülkiyet hakkına yönelik sınırlamanın orantılılığı ile
ilgili Kanun’un 1. maddesiyle 5442 Sayılı Kanun’un 11. maddesinin (C) fıkrasına
eklenen ikinci paragrafta geçen “…toplanmalarını,…” ibaresine yönelik açıklanan
gerekçeler uygun olduğu ölçüde dava konusu kural yönünden de geçerlidir.
61. Bu itibarla valilere il içinde belli yerlerde ve
saatlerde ruhsatlı da olsa her çeşit silah ve
merminin taşınması ve naklinin yasaklanması
hususunda yetki tanıyan kuralla, kamu güvenliğinin sağlanması ve korunması
amacına ulaşma bakımından kişilerin mülkiyet hakkına ölçüsüz bir sınırlama
getirildiği söylenemez.
62. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 13. ve 35. maddelerine
aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 2. maddesine de
aykırı olduğu ileri sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların
Anayasa’nın 13. ve 35. maddeleri yönünden yapılan değerlendirmeler
kapsamında ele alınmış olması nedeniyle Anayasa’nın 2. maddesi yönünden ayrıca
bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 19., 23., 34. ve 119. maddeleriyle bir
ilgisi görülmemiştir.
B. Kanun’un 2. Maddesiyle 211 sayılı Kanun’a Eklenen 56/A
Maddesinin Birinci Fıkrasının “…veya bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde
sakınca bulunan hâllerde askerî birlik komutanının veya askerî kurum amirinin
ya da hukuk hizmetleri başkanı veya birim amirinin yazılı emri…” Bölümünün,
56/B Maddesinin Birinci Fıkrasının İkinci Cümlesinde Yer Alan “…gerektiğinde
el ile…” İbaresi ile Üçüncü ve Dördüncü Cümlelerinin İncelenmesi
1. 56/A Maddesinin Birinci Fıkrasının “…veya bu
sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde askerî birlik
komutanının veya askerî kurum amirinin ya da hukuk hizmetleri başkanı veya
birim amirinin yazılı emri…” Bölümü
a. Anlam ve Kapsam
63. 211 sayılı Kanun’un 56/A maddesinin birinci
fıkrasında askeri mahallerde gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde kişilerin üstü,
özel kâğıtları ve eşyası ile ilgili yapılacak önleme aramasının usul ve
esasları düzenlemiştir.
64. Önleme araması esas olarak 4/7/1934
tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife Salâhiyet Kanunu’nun 9. maddesinde
düzenlenmiştir. Söz konusu maddeye göre önleme araması, tehlikenin veya suç
işlenmesinin önlenmesi amacıyla kişilerin üstlerinin, araçlarının, özel
kâğıtları ve eşyasının aranması olarak tanımlanmıştır. Bu yönüyle önleme
araması, ceza muhakemesi hukukunda, suçluların yakalanması ve suç delillerinin
ortaya çıkarılması için başvurulan ve geçici bir koruma tedbiri olan adli
aramadan ayrılmaktadır.
65. 211 sayılı Kanun’un 56/A maddesinin birinci fıkrasında
2559 sayılı Kanun hükümleri ile uyumlu olarak tehlikenin veya suç işlenmesinin
önlenmesi amacıyla usulüne göre verilmiş sulh ceza hâkimi kararı veya bu
sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde askerî birlik
komutanının veya askerî kurum amirinin ya da hukuk hizmetleri başkanı veya
birim amirinin yazılı emri üzerine, askerî mahallerde özel kanun
hükümleri saklı kalmak kaydıyla kişilerin üstünün, araçlarının, özel kâğıtları
ve eşyasının aranacağı, bu konuda gerekli tedbirlerin alınacağı, suç
delillerinin koruma altına alınarak 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu hükümlerine göre gerekli işlemlerin yapılacağı hükme
bağlanmıştır. Anılan fıkranın “…veya bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde
sakınca bulunan hâllerde askerî birlik komutanının veya askerî kurum amirinin
ya da hukuk hizmetleri başkanı veya birim amirinin yazılı emri…” bölümü
dava konusu kuralı oluşturmaktadır.
66. Anılan maddede, arama talep yazısında
arama için makul sebeplerin gösterilmesi gerektiği, arama kararı veya emrinde
aramanın sebebi, konusu, kapsamı ile yapılacağı yer, zaman ve geçerli olacak
sürenin belirtileceği, konutta, yerleşim yerinde ve eklentilerinde önleme
aramasının yapılamayacağı hüküm altına alınmıştır.
b. İptal
Talebinin Gerekçesi
67. Dava dilekçesinde özetle; gecikmesinde sakınca bulunan
hâllerde arama emrinin kanunla yetkili kılınan merci tarafından verilmesi
durumunda yazılı emrin yirmi dört saat içinde yetkili hâkimin onayına
sunulmasının anayasal zorunluluk olduğu, kuralda söz konusu hâllerde askerî
birlik komutanının veya askerî kurum amirinin ya da hukuk hizmetleri başkanının
veya birim amirinin yazılı emrinin hâkim onayına sunulmasına yönelik bir
güvencenin tesis edilmediği, ele geçirilen suç delillerinin tutanak altına
alınarak 5271 sayılı Kanun uyarınca işlem yapılacağı şeklindeki düzenlemenin de
yazılı arama emrinin yirmi dört saat içinde hâkim onayına sunulması
zorunluluğunu karşılamadığı, dolayısıyla kuralın Anayasa’nın öngördüğü şartı
karşılamaksızın özel hayata saygı gösterilmesini isteme hakkının sınırlanmasına
imkân tanıdığı belirtilerek kuralın Anayasa’nın 20. maddesine aykırı olduğu
ileri sürülmüştür.
c. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
68. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural
ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 13. maddesi yönünden de incelenmiştir.
69. Anayasa’nın
20. maddesinin birinci fıkrasında; herkesin özel hayatına saygı gösterilmesini
isteme hakkına sahip olduğu, özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine
dokunulamayacağı belirtilmiş; ikinci fıkrasında da “Millî güvenlik, kamu
düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması
veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya
birkaçına bağlı olarak, usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu
sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili
kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kâğıtları ve
eşyası aranamaz ve bunlara el konulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört
saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını el koymadan itibaren
kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde, el koyma kendiliğinden kalkar.”
hükmüne yer verilmiştir.
70. Buna göre
bir kimsenin üstünün ve eşyasının aranabilmesi için gecikmesinde sakınca
bulunmayan hâllerde mutlaka yetkili hâkim kararının bulunması, gecikmesinde
sakınca bulunan hâllerde ise yirmi dört saat içinde görevli hâkimin onayına
sunulmak kaydıyla kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emrinin bulunması
gerekmektedir.
71. Dava
konusu kuralda, askerî mahallerde gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde hâkim
kararı aranmaksızın askerî birlik komutanının veya askerî kurum amirinin ya da
hukuk hizmetleri başkanının veya birim amirinin yazılı emri üzerine kişilerin
üstü, araçları, özel kâğıtları ve eşyalarının aranmasına imkân tanımakla kişilerin
özel hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sınırlama
getirilmektedir.
72. Kuralda arama kararının kapsamı ve şartları, hangi
merci tarafından ne şekilde verilebileceğinin açık ve net olarak belirlendiği
gözetildiğinde kuralla kişilerin özel hayatına
saygı gösterilmesini isteme hakkına getirilen
sınırlamanın kanuni bir temele dayandığı açıktır.
73. Kuralda
gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde askerî yetkililerin yazılı emri üzerine
önleme araması yapılmasına imkân tanınmasının kuralın gerekçesinde belirtildiği
üzere, askerî mahallerde fiziki güvenlik ile bilgi güvenliğine, emniyet ve
kazaların önlemesine yönelik olarak verilmiş emirlere riayet edilip
edilmediğinin tespit edilerek tehlikenin veya suç işlenmesinin önlenmesinin
amaçlandığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla kuralın meşru
bir amaç taşımadığı söylenemez.
74. Kişilerin
özel hayatının korunmasını isteme hakkına getirilen sınırlamanın Anayasa’nın
13. maddesi gereğince Anayasa’nın sözüne de
uygun olması gerekir.
75.
Anayasa’nın 20. maddesinin ikinci fıkrasında kişilerin özel hayatının
korunmasını isteme hakkına sınırlama getiren arama ve elkoyma tedbirlerinin
kapsam ve şartları ayrıntılı olarak düzenlenmiş ve birtakım güvenceler
öngörülmüştür. Kural olarak bir kimsenin üstünün, özel kâğıtlarının ve
eşyasının aranabilmesi için gecikmesinde sakınca bulunmayan hâllerde mutlaka
yetkili hâkim kararının bulunması, gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde ise
yirmi dört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulmak kaydıyla kanunla
yetkili kılınmış merciin yazılı emrinin bulunması gerekmektedir. Yetkili mercii
tarafından verilen arama kararının yirmi dört saat içinde hâkim onayına
sunulması, arama kararının alınması ve uygulanması sürecinde keyfîliğin önüne
geçilerek bireyler nezdinde hukuki güvenlik ve öngörülebilirliğin oluşmasına
katkı sağlamaktadır.
76. Kuralda,
askerî merciler tarafından verilen arama emrinin yirmi dört saat içinde görevli
hâkim onayına sunulmasına ilişkin güvenceye yer verilmediği
anlaşılmaktadır. Dolayısıyla söz konusu güvence sağlanmadan askeri
mahallerde kişilerin üstü, araçları, özel kâğıtları ve eşyasının aranmasına
imkân tanınması Anayasa’nın 20. maddesiyle bağdaşmamaktadır. Bu nedenle kuralla
Anayasa’nın sözüne aykırı olarak kişilerin özel hayatına saygı gösterilmesini
isteme hakkına sınırlama getirildiği anlaşılmaktadır.
77. Açıklanan
nedenlerle kural, Anayasa’nın 13. ve 20. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
Muammer TOPAL, Basri BAĞCI ve İrfan FİDAN bu görüşe katılmamışlardır.
2. 56/B Maddesinin Birinci Fıkrasının İkinci
Cümlesinde Yer Alan “…gerektiğinde el ile…” İbaresi
a. İptal
Talebinin Gerekçesi
78. Dava dilekçesinde özetle; hukukumuzda elle
kontrol kavramının bulunmadığı, kaba arama, sıvazlama, elle kontrol
şeklinde ifade edilen fiillerin arama niteliğinde olduğu, aramanın ise ancak
hâkim kararı veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde kanunun yetkili kıldığı
merciinin yazılı emriyle mümkün olabileceği, kurallarda elle kontrolü, aramadan
ayıran herhangi bir ölçütün bulunmadığı, elle kontrol adı altında kişinin
bedeni ya da aracı üzerinde arama yapılabileceği, bunun yanı sıra
kurallar kapsamında kişinin elle kontrolü kabul etmesine sonuç bağlanmasının da
kuralların Anayasa’ya aykırılığını ortadan kaldırmayacağı, kişinin zorunluluk
ya da korkma nedeniyle verdiği rızanın geçerli olmayacağı, ayrıca kuralların
belirsiz ve keyfî uygulamalara açık olduğu, bu yönüyle Anayasa’nın öngördüğü
kanunla sınırlama ölçütünün de karşılanmadığı belirtilerek kuralların
Anayasa’nın 2., 13. ve 20. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
b. Anayasaya Aykırılık Sorunu
79. 211 sayılı Kanun’un 56/B maddesinde askerî mahallere
giriş ve çıkışın usulü düzenlenmiştir. Anılan maddenin birinci fıkrasında, özel
kanun hükümleri saklı kalmak kaydıyla, asker kişiler dâhil askerî mahallere
girmek veya çıkmak isteyenlerin duyarlı kapıdan geçmek zorunda olduğu, bu
kişilerin üstlerinin, duyarlı kapının ikaz vermesi hâlinde, metal dedektörle
kontrol edileceği; eşyalarının teknik cihazlardan ve güvenlik sistemlerinden
geçirileceği; aracının teknik cihazlarla, gerektiğinde el ile kontrol
edileceği düzenlenmiştir.
80. Kaba arama, yoklama, sıvazlama veya
elle tarama olarak da ifade edilen elle kontrol aramadan farklı bir
kavram olup söz konusu işlemin arama boyutuna ulaşmaması gerekir. Bu itibarla
elle kontrol (yoklama, sıvazlama elle tarama) kişilerin üst ve eşyası üzerinde
amaç, kapsam ve süre itibarıyla aramaya göre daha sınırlı uygulanma imkânı
sağlayan tedbir niteliğinde bir işlemdir.
81. Arama
tedbiri özel olarak Anayasa’nın 20. maddesinin ikinci fıkrasında kişilerin özel
hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkı kapsamında güvence altına
alınmıştır. Elle kontrolün arama boyutuna ulaşmayan alt düzeyde sınırlı bir
kolluk tedbiri olduğu dikkate alındığında dava konusu kuralların Anayasa’nın
20. maddesinin birinci fıkrası kapsamında incelenmesi gerektiği
anlaşılmaktadır.
82. Anayasa’nın 20. maddesinin gerekçesinde de
belirtildiği üzere özel hayata saygı gösterilmesini isteme hakkı; bir yönüyle özel
hayatın gizliliğinin korunmasını, başkalarının gözleri önüne serilmemesini, bir
başka ifadeyle kişinin özel hayatında yaşananların yalnız kendisi veya dilediği
kimseler tarafından bilinmesini isteme hakkını korurken diğer yönüyle resmî
makamların özel hayata müdahale edememesini, yani kişinin ferdî ve aile
hayatını kendi anladığı gibi düzenleyip yaşayabilmesiüvence altına
almaktadır.
83. Dava
konusu kuralı oluşturan “…gerektiğinde el ile…” ibaresinin aynı cümlede
geçen aracı ibaresiyle ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Bu çerçevede asker kişiler dâhil askerî
mahallere girmek veya çıkmak isteyenlerin araçlarında elle kontrol yapma
yetkisi tanıyan kural, Anayasa’nın 20. maddesi
kapsamındaki kişilerin özel hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sınırlama
getirmektedir.
84. Elle
kontrolün aramaya dönüşmemesi gerektiği dikkate alındığında bu konuda yapılacak
düzenlemelerin, hukuki öngörülebilirlik ve belirlilik ilkeleri çerçevesinde
elle kontrol (yoklama, sıvazlama, elle tarama) ve arama arasındaki sınırı
ortaya koyacak nitelikte olması gerekmektedir. Aksi durumda kolluğun elle
kontrol adı altında icra ettiği faaliyetlerin Anayasa’nın 20. maddesinin ikinci
fıkrasındaki güvencelerden yoksun olarak arama tedbirine dönüşmesi söz konusu
olabilir. Bu yönüyle kolluğa elle kontrol yapma yetkisi tanıyan kuralların
arama sonucunu doğuracak uygulamalara sebebiyet vermeyecek güvenceleri içermesi
gerekir.
85. Tedbire konu araç, kişilerin üstü ve eşyasına
göre elle kontrol uygulamasının klasik aramaya dönüşmesi açısından daha
elverişli niteliktedir. Bu açıdan yapılacak düzenlemelerde araç üzerinde
elle kontrolün ne şekilde uygulanacağı, aracın görünen ya da görünmeyen
kısımlarına yönelik bir müdahalenin hangi ölçütlere göre arama boyutuna
ulaşacağı ya da ulaşmayacağının açık olarak belirlenmesi gerekmektedir. Dava
konusu kuralda, kişilerin araçlarında yapılacak elle kontrolün arama tedbiri
boyutuna ulaşmasını önleyecek şekilde kapsam ve sınırlarının tespit edilmediği
anlaşılmaktadır.
86. Bu
yönüyle kural, hukuki öngörülebilirlik ve belirlilik ilkesi çerçevesinde her
durum ve koşulda objektif ve nesnel olarak uygulanabilir nitelikte açık ve net
değildir. Bu açıdan kural, elle kontrol adı altında
Anayasa’nın 20. maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen güvencelerden yoksun olarak arama kapsamındaki
uygulamalara sebebiyet verecek ölçüde belirsizlik içermektedir. Ayrıca kural,
idarece elle kontrolün amacı dışında keyfî bir şekilde uygulamasını
engelleyecek yeterli güvenceleri sağlamamaktadır. Bu nedenle kuralla Anayasa’nın 20. maddesinde düzenlenen kişilerin özel
hayatına saygı gösterilmesi hakkına getirilen sınırlamanın, öngörülebilir bir
kanuni dayanağının bulunduğu söylenemez.
87. Açıklanan nedenlerle kural,
Anayasa’nın 13. ve 20. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
Kural,
Anayasa’nın 13. ve 20. maddelerine aykırı görülerek iptal edildiğinden ayrıca
Anayasa’nın 2. maddesi yönünden incelenmemiştir.
3. 56/B Maddesinin Birinci Fıkrasının Üçüncü
ve Dördüncü Cümleleri
a. İptal Talebinin Gerekçesi
88. Dava dilekçesinde
özetle; kuralların 211 sayılı Kanun’a eklenen 56/A maddesinin birinci fıkranın
ikinci cümlesinde yer alan “…gerektiğinde el ile…” ibaresine yönelik gerekçelerle Anayasa’nın 2., 13. ve 20. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
b. Anayasaya Aykırılık Sorunu
i. Fıkranın İkinci Cümlesinde Yer Alan “…aracı,…” İbaresi
Yönünden
89. 211 sayılı Kanun’un 56/B maddesinin birinci fıkrasının
dava konusu üçüncü cümlesinde şüphe hâlinde veya teknik cihazların bulunmadığı
yerlerde, herhangi bir emir veya karar olmasına bakılmaksızın, kişilerin
üstünün, eşyasının ve aracının elle kontrol edilebileceği, dava konusu dördüncü
cümlesinde ise teknik cihazların ikazının sürmesi hâlinde, bu kişilerin ancak
elle kontrolü kabul etmeleri durumunda askerî mahallere girebilecekleri
öngörülmüştür.
90. Dava
konusu kurallar fıkranın ikinci cümlesinde yer alan üstleri, eşyaları
ve aracı ibareleri yönünden ortak hüküm niteliği taşımaktadır. Bu
nedenle kuralların fıkranın ikinci cümlesinde geçen üstleri, eşyaları
ve aracı ibareleri yönünden ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekir.
91. Askerî
mahallere giriş ve çıkışları düzenleyen kurallar belli şartlarda kişilerin araçları
üzerinde elle kontrol yapılabilmesine imkân tanımakla Anayasa’nın 20. maddesi kapsamındaki
kişilerin özel hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sınırlama
getirmektedir.
92. Aracı
ibaresi yönünden kuralların kanun tarafından öngörülme şartıyla ilgili
bir önceki başlık altında açıklanan gerekçeler dava konusu kurallar için de geçerlidir.
Dolayısıyla anılan ibare yönünden kurallarla Anayasa’nın 20. maddesinde düzenlenen kişilerin özel
hayatına saygı gösterilmesi hakkına getirilen sınırlamanın öngörülebilir bir
kanuni dayanağının bulunduğu söylenemez.
93. Açıklanan nedenlerle kurallar, fıkranın ikinci
cümlesinde yer alan “…aracı,…” ibaresi yönünden Anayasa’ya aykırıdır.
İptalleri gerekir.
Kurallar Anayasa’nın 13. ve 20. maddelerine aykırı
görülerek iptal edildiğinden ayrıca Anayasa’nın 2. maddesi yönünden
incelenmemiştir.
ii. Fıkranın İkinci Cümlesinde Yer Alan “…üstleri…”
ve “…eşyaları…” İbareleri Yönünden
94. Askerî mahallere giriş ve çıkışları düzenleyen kurallar
belli şartlarda kişilerin üstü ve eşyasında elle kontrol yapılabilmesine
imkân tanımakla Anayasa’nın 20. maddesi kapsamındaki kişilerin özel hayatına
saygı gösterilmesini isteme hakkına sınırlama getirmektedir.
95. Üstleri ve eşyaları ibareleri yönünden
kişilerin özel hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına getirilen
sınırlamada kanunilik şartının ayrıca değerlendirilmesi gerekir. Fıkranın
ikinci cümlesinde yer alan “…gerektiğinde el ile…” ibaresiyle ilgili
başlık altında açıklandığı gibi tedbire konu aracın
niteliği gereği bunlar üzerinde yapılacak elle kontrol uygulamasının klasik
aramaya dönüşmesine daha elverişli olması nedeniyle bunun farkının ortaya
konulması kapsam ve sınırlarının açık ve net olarak belirlenmesi gerekmektedir.
Buna karşın kişilerin üstü ve eşyasında yapılacak elle kontrol
açısından kuralların ihdas amacı da dikkate alındığında söz konusu faaliyetin
hangi durumlarda arama boyutuna ulaşabileceğinin ve bunun sınırlarının objektif
ölçütlerle tespit edilebilir nitelikte olduğu söylenebilir. Dolayısıyla
kurallar kişilerin üstü ve eşyası üzerinde yapılacak elle kontrol
faaliyeti ile arama arasındaki sınırın tespit edilmesi açısından herhangi bir
belirsizlik içermemektedir. Bu nedenle kurallarla kişilerin özel hayatına saygı
gösterilmesini isteme hakkına getirilen sınırlamanın kanuni bir temele
dayandığı açıktır.
96. Bunun yanında sınırlamanın meşru bir amaca dayanması
gerekir. Kurallarla askerî mahallerde kişileri üstü ve eşyası üzerinde
elle kontrol yapılmasına imkân tanınmasının askerî mahallerde güvenlik ve
disiplin tesis edilerek kamu düzeni ve güvenliğinin sağlanmasının amaçlandığı
anlaşılmaktadır. Dolayısıyla kuralların meşru bir amaç taşımadığı söylenemez.
97. Kişilerin özel hayatının korunmasını isteme hakkına
getirilen sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesi gereğince Anayasa’nın sözüne de
uygun olması gerekir. Kurallar kapsamında kişilerin üstü ve eşyası
üzerinde yapılacak genel güvenlik kontrolü faaliyetinin Anayasa’nın 20.
maddesinin ikinci fıkrasında özel güvenceye bağlanan klasik aramadan farklı
olduğu dikkate alındığından kurallarda söz konusu güvenceye yer verilmemesi
Anayasa’nın sözüne aykırılık sonucunu doğurmamaktadır.
98. Kişilerin özel hayatının korunmasını isteme hakkına
getirilen sınırlamanın ayrıca ölçülü olması gerekir. Kuralların askerî
mahallerde güvenlik ve disiplin tesis edilerek kamu düzeni ve güvenliğinin
sağlanması amaçlarına ulaşma bakımından elverişli ve gerekli olduğu açıktır.
99. Kanun koyucunun, askerî birliklerin bulunduğu yerler
ile güvenlik açısından önemli gördüğü kamu binaları veya tesislere giriş ve
çıkışlarla ilgili birtakım tedbirler alması takdir yetkisi kapsamında
değerlendirilmelidir. Kurallar yalnızca askerî mahallere gelen kişilerle ilgili
güvenlik amacına uygun olarak sınırlı bir kontrol faaliyeti icra edilmesine
imkân tanımaktadır. Ayrıca söz konusu uygulamada zorlama unsuru bulunmamakta
buna rıza gösterilmemesine kişilerin askerî mahallere alınmaması şeklinde bir
sonuç bağlanmaktadır.
100. Öte yandan kural kapsamında yapılan faaliyetin idari
eylem olduğu dikkate alındığında keyfî uygulamalara ve varsa herhangi bir
zarara karşı ilgililerin idari yargı yoluna başvurmasına engel bir durum da
bulunmamaktadır.
101. Bu itibarla şüphe hâlinde veya teknik cihazların
bulunmadığı yerlerde, herhangi bir emir veya karar olmasına
bakılmaksızın, askerî mahallere girmek veya çıkmak isteyen kişilerin üstünün
ve eşyasının elle kontrol edilebileceğini, teknik cihazların ikazının
sürmesi hâlinde, bu kişilerin ancak elle kontrolü kabul etmeleri durumunda
askerî mahallere girebileceklerini düzenleyen kurallarla, askerî mahallerde
güvenlik ve disiplin tesis edilerek kamu düzeni ve güvenliğini sağlama
amacına ulaşma bakımından kişilerin özel hayatının korunmasını isteme hakkına
ölçüsüz bir sınırlama getirildiği söylenemez.
102. Açıklanan nedenlerle kurallar, fıkranın ikinci
cümlesinde yer alan “…üstleri,…” ve “…eşyaları…” ibareleri yönünden Anayasa’ya
aykırı değildir. İptal taleplerinin reddi gerekir.
Kuralların Anayasa’nın 2. maddesine de
aykırı olduğu ileri sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların
Anayasa’nın 13. ve 20. maddeleri yönünden yapılan değerlendirmeler
kapsamında ele alınmış olması nedeniyle Anayasa’nın 2. maddesi yönünden ayrıca
bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
C. Kanun’un 5. Maddesiyle 2692 Sayılı Kanun’a
Eklenen Ek 7. Maddenin Birinci Fıkrasında Yer Alan “…veya bu sebeplere bağlı
olarak gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde birlik komutanının veya kurum
amirinin yazılı emri…” İbaresinin İncelenmesi
1. İptal Talebinin Gerekçesi
103. Dava dilekçesinde
özetle; kuralların, 7145 sayılı Kanun’un 2. maddesiyle 211 sayılı Kanun’a
Eklenen 56/A maddesinin birinci fıkrasının “…veya
bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde askerî birlik
komutanının veya askerî kurum amirinin ya da hukuk hizmetleri başkanı veya
birim amirinin yazılı emri…” bölümüne
yönelik gerekçelerle Anayasa’nın 20. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
104. 6216
sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural, ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 13.
maddesi yönünden de incelenmiştir.
105. 2692
sayılı Kanun’un ek 7. maddesinin birinci fıkrasında, tehlikenin veya suç
işlenmesinin önlenmesi amacıyla usulüne göre verilmiş
sulh ceza hâkimi kararı veya bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde
sakınca bulunan hâllerde birlik komutanının veya askerî kurum amirinin yazılı
emri üzerine, sahil güvenlik hizmet binaları ve
eklentileri ile yüzer unsurlarında, askerlik yükümlülüğünü yerine getiren
erbaş ve erlerin üstü, özel kâğıtları ve eşyasının aranacağı, gerekli
tedbirlerin alınacağı, suç delillerinin koruma altına alınarak 5271 sayılı
Kanun hükümlerine göre gerekli işlemlerin yapılacağı hükme
bağlanmıştır. Anılan fıkrada yer alan, “…veya bu sebeplere bağlı
olarak gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde birlik komutanının veya kurum
amirinin yazılı emri…” ibaresi dava konusu kuralı oluşturmaktadır.
106. 7145
sayılı Kanun’un 2. maddesiyle 211 sayılı Kanun’a eklenen 56/A maddesinin
birinci fıkrasının “…veya bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca
bulunan hâllerde askerî birlik komutanının veya askerî kurum amirinin ya da
hukuk hizmetleri başkanı veya birim amirinin yazılı emri…” bölümüne ilişkin
Anayasa’nın 20. maddesi kapsamında açıklanan gerekçeler uygun olduğu ölçüde
dava konusu kural yönünden de geçerlidir.
107.
Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 13. ve 20. maddelerine aykırıdır.
İptali gerekir.
Muammer
TOPAL, Basri BAĞCI ve İrfan FİDAN bu görüşe katılmamışlardır.
Ç. Kanun’un 6. Maddesiyle 2803 Sayılı Kanun’a
Eklenen 15/A Maddesinin Birinci Fıkrasında Yer Alan “…veya bu sebeplere
bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde birlik komutanının veya
kurum amirinin yazılı emri…” İbaresinin İncelenmesi
1. İptal Talebinin Gerekçesi
108. Dava
dilekçesinde özetle; 7145 sayılı Kanun’un 2. maddesiyle 211 sayılı Kanun’a
eklenen 56/A maddesinin birinci fıkrasının “…veya
bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde askerî birlik
komutanının veya askerî kurum amirinin ya da hukuk hizmetleri başkanı veya
birim amirinin yazılı emri…” bölümüne
yönelik gerekçelerle kuralın Anayasa’nın 20. maddesine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
109. 6216
sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural, ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 13.
maddesi yönünden de incelenmiştir.
110. 2803
sayılı Kanun’un 15/A maddesinin birinci fıkrasında tehlikenin veya suç
işlenmesinin önlenmesi amacıyla usulüne göre verilmiş sulh ceza hâkimi kararı
veya bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde birlik
komutanının veya kurum amirinin yazılı emri üzerine, jandarma hizmet binaları
ve eklentilerinde, askerlik yükümlülüğünü yerine getiren erbaş ve erlerin
üstü, özel kâğıtları ve eşyasının aranacağı, gerekli tedbirlerin alınacağı, suç
delillerinin koruma altına alınarak 5271 sayılı Kanun hükümlerine göre gerekli
işlemlerin yapılacağı hükme bağlanmıştır. Anılan fıkrada yer alan “…veya
bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde birlik
komutanının veya kurum amirinin yazılı emri…” ibaresi dava konusu kuralı
oluşturmaktadır.
111. 7145
sayılı Kanun’un 2. maddesiyle 211 sayılı Kanun’a eklenen 56/A maddesinin
birinci fıkrasının “…veya bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan
hâllerde askerî birlik komutanının veya askerî kurum amirinin ya da hukuk
hizmetleri başkanı veya birim amirinin yazılı emri…” bölümüne ilişkin
Anayasa’nın 20. maddesi kapsamında açıklanan gerekçeler uyun olduğu ölçüde dava
konusu kural yönünden de geçerlidir.
112.
Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 13. ve 20. maddelerine aykırıdır.
İptali gerekir.
Muammer
TOPAL, Basri BAĞCI ve İrfan FİDAN bu görüşe katılmamışlardır.
D. Kanun’un 8. Maddesiyle 2911 Sayılı
Kanun’un 6. Maddesinin İkinci Fıkrasının Birinci Cümlesine Eklenen “…vatandaşların
günlük yaşamını aşırı ve katlanılmaz derecede zorlaştırmayacak…” İbaresinin
İncelenmesi
1. İptal Talebinin Gerekçesi
113. Dava dilekçesinde özetle; 2911 sayılı Kanun’un 6.
maddesinin ikinci fıkrasının önceki hâlinde toplantı ve gösteri yürüyüşü yer ve
güzergâhının belirlenmesinde dikkate alınmak üzere öngörülen vatandaşların
günlük yaşamını zorlaştırmaması ölçütünün Anayasa Mahkemesi tarafından
iptal edildiği, dava konusu kuralın belirsiz ve öngörülemez nitelikte olduğu,
bu nedenle kuralın mülki idare amirinin keyfî uygulamalarına imkân tanıdığı,
toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına getirilen sınırlamanın ancak
hayati nitelikteki zorunlu kamu hizmetlerinden yararlanmayı engelleyici bir
durumun söz konusu olması hâlinde ölçülü ve meşru görülebileceği, kuralla
toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasının ölçüsüz bir
şekilde sınırlandığı, ayrıca kuralın içeriğinin belirsiz ve keyfî uygulamalara
açık olması nedeniyle temel hak ve özgürlüklerin kanunla sınırlanması şartını
karşılamadığı belirtilerek kuralın Anayasa’nın 13. ve 34. maddelerine aykırı
olduğu ileri sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
114. 2911 sayılı Kanun’un 6. maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde, il ve ilçelerdeki
toplantı ve gösteri yürüyüşü yer ve güzergâhının kamu düzenini ve genel
asayişi bozmayacak ve vatandaşların günlük yaşamını aşırı ve katlanılamaz
derecede zorlaştırmayacak şekilde ve anılan Kanun’un 22. maddenin birinci
fıkrasında sayılan sınırlamalara uyulması kaydıyla Türkiye Büyük Millet
Meclisinde (TBMM) grubu bulunan siyasi partilerin il ve ilçe temsilcileri
ile güzergâhın geçeceği ilçe ve il belediye başkanlarının, en çok üyeye sahip
üç sendikanın ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının il ve ilçe
temsilcilerinin görüşleri alınarak mahallin en büyük mülki amiri tarafından
belirleneceği öngörülmektedir. Söz konusu fıkrada yer alan “…vatandaşların
günlük yaşamını aşırı ve katlanılmaz derecede zorlaştırmayacak…” ibaresi dava
konusu kuralı oluşturmaktadır.
115. Anayasa'nın 34. maddesinin birinci fıkrasında güvence
altına alınan toplantı hakkının amacı, şiddete başvurmayan ve
fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının
korunmasıdır. Demokratik bir toplumda, mevcut düzene itiraz eden ve barışçıl
yöntemlerle düzenin değiştirilmesini savunan kişilere siyasi fikirlerini
toplantı özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla ifade edebilme imkânı sunulmalıdır
(Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, §§ 117,
118; Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, § 47; Gülşah Öztürk ve
diğerleri, B. No: 2013/3936, 17/2/2016, §§ 67, 68; Eğitim ve Bilim
Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, § 80; Dilan Ögüz Canan [GK], B. No: 2014/20411, 30/11/2017
§ 37; Ömer Faruk Akyüz, B. No: 2015/9247, 4/4/2018, § 54). Buna karşılık
toplantının şiddet içermesi veya toplantıda şiddete çağrıda bulunulması
durumunda toplantının barışçıl olduğu, dolayısıyla Anayasa'nın 34. maddesinin sağladığı
korumadan yararlanacağı söylenemez (Ferhat Üstündağ, B. No: 2014/15428, 17/7/2018, § 51).
116. Dava konusu kural uyarınca vatandaşların günlük
yaşamının aşırı ve katlanılamaz derecede zorlaştırmaması il ve ilçelerde
mahallin en büyük mülki amirince toplantı ve gösteri yürüyüşü yer ve
güzergâhının belirlenmesinin şartlarından birisi olarak öngörülmüştür. Kural
kapsamında düzenlenen söz konusu ölçüt, toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ile doğrudan bağlantılı olup bu hakkı
sınırlamaktadır.
117. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlenebilecek yer ve
güzergâhın belirlenmesinin koşullarından birisi olarak öngörülen vatandaşların
günlük yaşamını aşırı ve katlanılmaz derecede zorlaştırmama durumunun kapsam ve sınırları hâl ve şartlara göre objektif
olarak belirlenebilecek niteliktedir. Dolayısıyla kuralın belirsiz ve
öngörülemez nitelikte olduğu söylenemez. Buna göre toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme hakkına getirilen sınırlamada kanunilik unsurunun
sağlandığı sonucuna ulaşılmaktadır.
118. Anayasa’nın 34. maddesinin ikinci
fıkrasında toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik sınırlama
nedenlerine yer verilmiştir. Toplantı ve
gösteri yürüyüşünün düzenleneceği yerlerde yapılacak faaliyetler nedeniyle kamu
düzeni ile bu yerlerde bulunan diğer insanların hak ve özgürlüklerinin
etkileneceği açıktır. Bu nedenle kamuya açık alanlarda yapılacak toplantı ve
gösteri yürüyüşlerine belirli ölçülerde sınırlama getirilmesi, kamu düzeninin
olağan akışının kesintiye uğramaması ve başkalarının hak ve özgürlüklerinin
korunması açısından gerekli olabilir.
119. Bu
nedenle kural kapsamında kamu düzeninin sağlanması ve başkalarının hak ve
özgürlüklerinin korunması amaçlarıyla toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına
getirilen sınırlamanın meşru bir amaca dayandığı açıktır.
120. Kural kapsamında toplantı ve gösteri yürüyüşünün
yapılacağı yer ve güzergâh belirlenirken söz konusu yerlerde toplantı ve
gösteri yürüyüşü yapacak kişiler ile bu yerleri kullanan diğer kişilerin hak ve
özgürlükleri arasında bir denge kurulması ve nihayetinde kamu düzeninin
sağlanması gerekir. Başka bir ifadeyle toplantı ve gösteri yürüyüşünün
yapılacağı yer ve güzergâhla ilgili yapılacak düzenlemelerin söz konusu hakkın
kullanılmasını anlamsız hâle getirmemesi, bu yerlerde bulunan diğer kişilerin
hak ve özgürlükleri ile kamu düzenini gözetmesi gerekmektedir.
121. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlenmesinin
başkalarının günlük yaşamını bir miktar zorlaştırması kaçınılmazdır. Dolayısıyla
demokratik toplumda bu durumun hoşgörüyle karşılanması gerekir (AYM, E.
2014/101, K. 2017/142, 28/9/2017, § 51). Bu çerçevede toplantı ve gösteri
yürüyüşünün düzenleneceği yer ve güzergâh belirlenirken başkalarının günlük
yaşam faaliyetlerinin katlanılmayacak boyuta ulaşmamak koşuluyla etkilenmesi
söz konusu olabilir. Bu bağlamda toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlemek
isteyenler ile bu yerlerde bulunan diğer kişilerin hak ve özgürlükleri
arasındaki çatışmada özgürlükler arasında makul
bir denge kurularak her ikisinin de gerektiği ölçüde korunduğu bir yolun
benimsenmesi gerekmektedir (AYM, E. 2020/12, K. 2020/46, 10/9/2020, §
14).
122. Anayasa Mahkemesinin 28/9/2017 tarihli ve E. 2014/101,
K. 2017/142 sayılı kararında vatandaşın gündelik yaşamının aşırı ve katlanılmaz
derecede zorlaşması, söz konusu dengenin sağlanmasında temel ölçüt olarak kabul
edilmiştir. Anılan kararda demokratik bir
toplumda toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına ancak zorlayıcı
nedenlerin bulunması şartıyla sınırlama getirilebileceği, bir yerde toplantı ve
gösteri yürüyüşünün düzenlenmesinin vatandaşın gündelik yaşamını zorlaştıracağı
gerekçesiyle engellenebilmesi için gündelik yaşamın aşırı ve katlanılamaz
derecede zorlaşması şartının gerçekleşmesinin gerektiği, dava konusu
kuralda gündelik yaşamın etkilenme boyutuna yönelik herhangi bir ölçütün
getirilmediği, kuralın bu hâliyle demokratik toplumda hoşgörüyle karşılanması
gereken birtakım zorlukların gerekçe gösterilerek gösteri yürüyüşü mekânlarının
sınırlandırılmasına imkân tanıdığı, bu şekilde getirilen sınırlamanın
demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü olmadığı belirtilmiştir (§ 52).
Dolayısıyla başkalarının gündelik yaşamını aşırı ve katlanılmaz derecede
zorlaştırmayacak şekilde kişilere toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme
hakkının tanınması gerekmektedir.
123. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarında da
toplantı ve gösteri yürüyüşünün başkalarının günlük yaşamlarını bir miktar
zorlaştırmasının kaçınılmaz olduğu, demokratik toplumun önemli yapı taşlarından
olan toplantı ve gösteri yürüyüşünün gündelik yaşamı bir miktar
zorlaştırmasının hoşgörüyle karşılanması gerektiği ifade edilmiştir (DİSK ve
KESK/Türkiye, B. No: 38676/08, 27/11/2012, § 29; Bukta ve
diğerleri/Macaristan, B. No: 25691/04, 17/7/2007, § 37; Oya
Ataman/Türkiye, B. No: 74552/01, §§ 41, 42; Galstyan/Ermenistan, B. No: 26986/03,
15.11.2007, §§ 116, 117).
124. Bu itibarla toplantı ve gösteri yürüyüşünün yapılacağı
yer ve güzergâh belirlenirken başka kişilerin gündelik yaşamının etkilenme boyutuna
yönelik olarak kuralda öngörülen vatandaşların günlük yaşamının aşırı ve
katlanılmaz derecede zorlaştırılmaması ölçütüyle kamu düzeni ve
başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacına ulaşma bakımından
toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına getirilen sınırlamada çatışan
haklar arasındaki makul dengenin sağlanmadığı söylenemez. Dolayısıyla kuralla
getirilen sınırlamanın demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun ve ölçülü
olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
125. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 13. ve 34.
maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
E. Kanun’un
9. Maddesiyle 2911 Sayılı Kanun’un 7. Maddesinin Değiştirilen İkinci Fıkrasının
İncelenmesi
1. İptal Talebinin Gerekçesi
126. Dava dilekçesinde
özetle; Anayasa’da toplantı ve gösterilerin yalnızca gündüz vakti
yapılabileceği ya da gece vakti yapılamayacağı yönünde bir düzenlemenin
bulunmadığı, bu itibarla herhangi bir şiddet barındırmayan ve diğer kişilerin
gündelik yaşamını etkilemeyen toplantı ve yürüyüşlerin gece vaktinde de
yapılmasının mümkün olduğu, kural kapsamında somut kriterler belirlenmeden gece
vakti toplantı yapılmasının kategorik olarak yasaklanmasının ölçülü kabul
edilemeyeceği, kuralda yalnızca gündüz başlayan toplantıların geceye sarkmasına
veya uzatılmasına imkân tanındığı, ancak gece gerçekleşen bir durum nedeniyle
bireylerin anlık gelişen tepkiye bağlı olarak toplantı ve yürüyüş düzenleme
haklarını kullanma imkânlarının bulunmadığı, bunun yanı sıra kuralda toplantının
geceye sarkacağının önceden bildirilmesinin ve mülki amirin de uzatmaya karar
vermesinin şart koşulduğu, esasen mülki amirin bu yöndeki kararının izin
niteliğinde olduğu, bu durumun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme
hakkının izne tabi olmaması ilkesi ile bağdaşmadığı, kapalı bir mekânda yapılan
toplantının, kamu düzenini ve güvenliğini tehlikeye sokmaması ve başkalarının
haklarını ihlal etmemesi hâlinde mutlaka gece saat 24.00’te sonlandırılmasının
makul bir gerekçesinin ve anayasal dayanağının bulunmadığı, devletin bu
konudaki pozitif yükümlülüklerini yerine getiremeyeceği gerekçesiyle toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının gece vaktiyle sınırlanamayacağı
belirtilerek kuralın Anayasa’nın 13. ve 34. maddelerine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
127. 2911 sayılı Kanun’un 7. maddesinin dava konusu
ikinci fıkrasının birinci cümlesinde, açık yerlerdeki toplantılar ile
yürüyüşlerin gece vaktinin başlamasıyla dağılacak şekilde, kapalı yerlerdeki
toplantıların ise saat 24.00’e kadar yapılabileceği belirtilmiş, ikinci
cümlesinde toplantı ve gösteri yürüyüşünün gece vaktinin başlamasından sonra
devam edeceği hususunun, geçerli neden gösterilerek bildirilmesi hâlinde
vatandaşların huzur ve sükûnet içinde istirahatini aşırı ve katlanılamaz
derecede zorlaştırmamak ve kamu düzeni ve genel asayişin bozulmasına neden
olmamak şartıyla, açık yerlerde yapılan toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin
dağılma saatinin mahallin en büyük mülki amirinin kararıyla en geç saat 24.00’e
kadar uzatılabileceği öngörülmüştür.
128. Kuralla açık alanlarda düzenlenen toplantı ve
yürüyüşlerin gece vaktinin başlamasına, belirli şartların gerçekleşmesi hâlinde
ise mahallin en büyük mülki amirinin kararıyla en geç saat 24.00’e kadar, kapalı
alanlardaki toplantıların ise her durumda saat 24.00’e kadar yapılabileceği
öngörülmek suretiyle gece yarısından sonra güneşin doğuşuna kadarki zaman
süreci içerisinde toplantı ve yürüyüş düzenlenmesi yasaklanmaktadır.
129. Kuralda kapalı alanlarda yapılacak
toplantılar için gece saat 24.00, açık alanlarda yapılacak toplantı ve
yürüyüşler için güneşin batışından bir saat sonra yani gece vaktinin başlaması,
gece vaktinin başlamasından sonra ise belirli şartların gerçekleşmesi kaydıyla
en geç saat 24.00’e kadar uzatılabileceği belirtilmek suretiyle üç farklı süre
öngörülmüştür.
130. Toplantı ve gösteri yürüyüşüne yönelik
öngörülen zaman kısıtlaması ile açık alanlardaki toplantı ve yürüyüşün saat
24.00’e kadar uzatılmasının mahallin en büyük mülki amirinin kararına bağlı
kılınması, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını
sınırlamaktadır.
131. Kuralda açık ve kapalı
yerlerdeki toplantı ve yürüyüşlere ilişkin
usul ve şartların herhangi bir tereddüde yer vermeyecek şekilde açık ve net
olarak düzenlendiği dikkate alındığında kuralla toplantı ve gösteri
yürüyüşü düzenleme hakkına getirilen sınırlamanın
kanuni bir temele dayandığı açıktır. Bunun yanında kural kapsamında
getirilen zaman kısıtlaması ile belirli şartlarda süre uzatımının mahallin en
büyük mülki amirinin kararına bağlanmasının kamu düzeninin ve başkalarının hak
ve özgürlüklerinin korunması amacına yönelik olduğu böylelikle kuralın anayasal
anlamda meşru bir amaca dayandığı anlaşılmaktadır.
132. Toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme hakkına getirilen sınırlamanın Anayasa’nın
sözüne uygun olması gerekir. Dolayısıyla
toplantı ve gösteri yürüyüşünün izne tabi kılınmayacağına yönelik anayasal
güvence kapsamında bu tür faaliyetlere izin şartı getiren ya da izin sonucunu
doğuran uygulamalara imkân tanıyan düzenlemeler Anayasa’nın sözüne aykırılık
oluşturabilecektir.
133. Anayasa’nın 34. maddesinin birinci
fıkrasında, herkesin önceden izin almadan toplantı ve gösteri
yürüyüşü düzenleme hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Toplantı ve gösteri
yürüyüşünün düzenlenebilmesi için önceden izin alınması zorunluluğunun
bulunmaması, ilgililerin bu hakkı sınırsız bir şekilde kullanacağı anlamına
gelmemektedir. Kanun koyucunun anayasal ilkeler çerçevesinde bu tür
faaliyetlerin izne bağlanması neticesini vermeyecek şekilde belli şartlar
öngörmesi söz konusu olabilir.
134. Dava
konusu kuralın ikinci cümlesinde açık alanlarda gece vaktinin başlamasından
sonra devam edecek toplantı ve yürüyüşlerin gece saat 24.00’e kadar uzatılması
mahallin en büyük mülki amirinin karar vermesi şartına bağlanmaktadır. Toplantı
ve yürüyüşün gece vaktinin başlamasından sonra devam etmesinde mülki amirin
karar vermesi şartının öngörülmesi toplantı ve yürüyüşün yapılmasının doğrudan
doğruya izne bağlanması sonucunu doğurmaktadır. Söz konusu durum Anayasa’nın
34. maddesinin lafzında belirtilen herkesin önceden izin almadan barışçıl nitelikte toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleyebileceğine ilişkin anayasal güvenceye aykırılık oluşturmaktadır. Dolayısıyla
Anayasa’nın lafzına aykırı olarak açık alanlarda toplantı ve yürüyüşün gece
vaktinin başlamasından itibaren saat 24.00’e kadar devamında mülki amirin karar
vermesi şartını öngören kuralın ikinci cümlesi Anayasa’nın 34. maddesiyle
çelişmektedir.
135. 2911 sayılı Kanun'un 7. maddesinin ikinci fıkrasının
dava konusu kuralla değiştirilmeden önce yürürlükte bulunan hâlinde yer alan "...güneş
batmadan önce dağılacak şekilde..." ibaresiyle ilgili itiraz
başvurusunda Anayasa Mahkemesi, güneşin
batışından sonra toplantının mutlak olarak yasaklanmasının toplantı ve gösteri
yürüyüşü düzenleme hakkına demokratik toplum düzeninin gereklerine uymayan,
ölçüsüz bir sınırlama getirdiğini belirtmiştir. Anılan kararda, başkalarının
haklarının ve kamu düzeninin korunması amacı için toplantı ve gösteri yürüyüşü
hakkının gereğinden fazla sınırlanmasının, sınırlama için seçilen aracı
orantısız kılacağı, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının niteliği ve
demokratik toplum düzeni bakımından önemi gözetildiğinde havanın kararmasından
sonra toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlenmesinin kategorik olarak
yasaklanmasının, hakkın gereğinden fazla sınırlanması sonucunu doğurabileceği,
katılanların sayısı ve yöntemi itibarıyla diğer insanların dinlenmesini
engelleyecek nitelikte olan ve özellikle gecenin ilerleyen saatlerine denk
gelen toplantıların yasaklanmasının ölçülü görülebileceği ancak başkalarını
aşırı derecede rahatsız etmeyen ve kamu düzeni yönünden ciddi bir tehlike
yaratmayan toplantıların güneşin batmasından sonra devam etmesinin yasaklanmasının,
haklar arasında kurulması gereken adil dengenin toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme hakkını kullanmak isteyenler aleyhine bozulmasına yol açabileceği
ifade edilmiştir (AYM, E. 2014/101, K. 2017/142, 28/9/2017, §§ 76-79).
136. Bu yönüyle, kanun koyucunun başkalarının haklarının ve kamu düzeninin korunması yükümlülüğü ile
toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı arasında makul bir denge kurması
gerekmektedir. Barışçıl nitelikteki bir toplantıya getirilen
sınırlamanın ancak söz konusu dengenin sağlanmasıyla birlikte demokratik toplum
düzeninin gereklerine uygun ve ölçülü olduğu söylenebilir.
137. Nitekim AİHM içtihatlarında da gece ve gündüz boyunca
uzun süre devam eden toplantılar barışçıl gösteri kapsamında değerlendirilerek
gece vakti toplantı düzenlenmesinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme)
güvencesi kapsamında olduğuelirtilmiştir (Cisse/Fransa, B. No: 51346/99,
9/4/2002; Samüt Karabulut/Türkiye, B. No: 16999/04, 27/1/2009; Çiloğlu
ve diğerleri/Türkiye, B. No: 73333/01, 6/3/2007)
138. Kuşkusuz gece vaktinin
başlamasından sonra toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlenmesinin gündüz vaktine
göre hem toplantı ve yürüyüşü düzenleyenler hem de çevredeki halkın
güvenliğinin sağlanması açısından daha fazla riskler barındırabilir.
Dolayısıyla kanun koyucunun gece vakti düzenlenecek toplantı ve yürüyüşlerin
neden olacağı güvenlik sorunu ile başkalarının istirahatine yönelik
olumsuzlukları en aza indirmek için birtakım ek şartlar belirlemesi çatışan
haklar arasındaki makul dengenin sağlanması açısından gerekli olabilir.
139. Ancak
söz konusu şartlar belirlenirken toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına
daha az sınırlama oluşturabilecek elverişli araçlar tercih edilmelidir. Başka
bir ifadeyle kamu düzeni ile başkalarının hak ve özgürlüklerini koruma amacını
sağlayan tedbirlere başvurulurken toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleyenlerin
aleyhine hakkın kullanımını tamamen ortadan kaldıran ya da önemli ölçüde
zorlaştıran uygulamalardan kaçınılması ve uzlaştırıcı yöntemlere başvurulması
gerekir.
140. Bu açıdan toplantı ve gösteri
yürüyüşünün türü, niteliği, kapsamı, amacı, biçimi, katılanların sayısı,
yapıldığı zaman dilimi gibi etkenler gözönünde bulundurulmak suretiyle
toplantının gecenin başlamasından sonra devam etmesinin kamu düzenini etkileyip
etkilemediğini, başkalarının hak ve özgürlüklerini zedeleyip zedelemediğini
tespit etmek için bir takım ölçüler belirlendikten sonra yasaklama kararı
verilmesinin gerekip gerekmediğine ilişkin değerlendirme yapılması söz konusu
amaç-araç dengesinin sağlanmasında dikkate alınması gerekir (AYM, E. 2014/101,
K. 2017/142, 28/9/2017, § 78).
141. Dava konusu kuralın Anayasa Mahkemesinin anılan
kararındaki iptal gerekçelerini karşılamak amacıyla ihdas edildiği anlaşılmaktadır.
Nitekim bu husus kuralın gerekçesinde “Maddeyle, 2911 sayılı Toplantı
ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununun 6. ve 7. maddelerinde yapılan değişiklikle
Anayasa Mahkemesinin 28/9/2017 tarihli ve E.2014/101, K.2017/142 sayılı iptal
kararı doğrultusunda düzenleme yapılmaktadır... Karara uyumlu olacak şekilde
çatışan haklar arasındaki dengeyi sağlamak amacıyla 2911 sayılı Kanunun 7.
maddesinde değişiklik yapılmaktadır. Bu kapsamda kapalı yerlerdeki
toplantıların saat 24.00’e kadar yapılabileceği, açık yerlerdeki toplantı ve
gösteri yürüyüşlerinin ise güneşin batışından bir saat sonra gece vaktinin
başlamasıyla dağılacak şekilde planlanması gerektiği, toplantı ve gösterinin
niteliği gece vakti yapılmasını gerektiriyor veya ilgililerce talep edilmiş ise
sürenin en büyük mülki amir kararıyla 24.00’e kadar uzatılabileceği hususunda
değişiklik yapılmaktadır.” şeklinde ifade edilmiştir.
142. Dava konusu kuralın birinci
cümlesinde açık yerlerde yapılacak toplantı ve yürüyüşler gece vaktinin
başlamasıyla kapalı yerlerdeki toplantılar ise
saat 24.00’le sınırlandırılmıştır.
143. Açık
alanlarda yapılan barışçıl nitelikteki toplantı ve gösteri yürüyüşünün gece
saat 24.00’e kadar uzatılmasını mülki amirin kararına bağlayan ve bu
suretle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına Anayasa’nın sözüne
aykırı olarak sınırlama getiren kuralın ikinci cümlesi dikkate alındığında,
kuralın açık alanlardaki toplantı ve yürüyüşün “…gece
vaktinin başlamasıyla dağılacak şekilde…” düzenlenmesini öngören birinci
cümlesinin, başkalarının huzur ve istirahatini aşırı ve
katlanılmaz derecede zorlaştırmayan, kamu düzeninin bozulmasına neden olmayan
toplantı ve yürüyüşlerin anayasal güvencelere uygun bir şekilde objektif
ölçütler belirlenerek gece vaktinin başlamasından sonra da devam etmesine imkân
tanıdığı söylenemez.
144. Bunun yanında kuralın birinci
cümlesinde geçen kapalı yerlerdeki toplantıların gece saat 24.00’e kadar
yapılabileceğini öngören düzenleme, söz konusu yerlerdeki barışçıl nitelikteki toplantıların,
başkalarını aşırı derecede rahatsız
etmemesi, kamu düzeni yönünden ciddi bir tehlike oluşturmaması gibi
niteliklerin değerlendirilmesi imkânını sağlayan objektif ölçütler tespit
edilmeden gece saat 24.00’den sonra yapılmasına mutlak bir yasaklama
getirmektedir.
145. Bu
yönüyle kuralın birinci cümlesinin çatışan haklar arasında kurulması gereken
makul dengenin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını kullanmak isteyen
kişiler aleyhine bozulması sonucunu doğurduğu, başkalarının haklarının ve kamu düzeninin korunması
yükümlülüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı arasında adil bir
denge kurulmadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla kuralın birinci cümlesiyle
toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına getirilen sınırlamanın
demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü olduğu ileri sürülemez.
146. Açıklanan nedenlerle kurallar, Anayasa’nın 13. ve 34.
maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
F. Kanun’un 10. Maddesiyle 2937 Sayılı Kanun’un 30. Maddesine Eklenen
Dördüncü ve Beşinci Fıkraların İncelenmesi
1. Dördüncü Fıkra
a. Anlam ve Kapsam
147. 2937 sayılı Kanun'un 30. maddesinin dava konusu
dördüncü fıkrasında, Millî İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT) tarafı olduğu hukuk
uyuşmazlıklarında, dava şartı olarak öngörülen arabuluculuk dâhil, arabuluculuk
usulünün uygulanmayacağı düzenlenmiştir.
148. 7/6/2012 tarihli ve 6325 sayılı Hukuk
Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’nun 2. maddesinin (b) bendinde
arabuluculuk, sistematik teknikler uygulayarak görüşmek ve müzakerelerde
bulunmak amacıyla tarafları bir araya getiren, onların birbirini anlamalarını
ve bu suretle çözümlerini kendilerinin üretmesini sağlamak için aralarında
iletişim sürecinin kurulmasını gerçekleştiren, tarafların çözüm
üretemediklerinin ortaya çıkması hâlinde çözüm önerisi de getirebilen, uzmanlık
eğitimi almış olan tarafsız ve bağımsız bir üçüncü kişinin katılımıyla ve
ihtiyari olarak yürütülen uyuşmazlık çözüm yöntemi olarak tanımlanmıştır.
149. Anılan
Kanun’un 1. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre bir uyuşmazlığın arabuluculuk
uygulamasına konu olabilmesi için özel hukuka ilişkin olması ve tarafların
üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri iş ve işlemlerden kaynaklanması
gerekmektedir.
150. Kanun’un
3. maddesinin (1) numaralı fıkrasında da dava şartı
olarak arabuluculuğun düzenlendiği Kanun’un 18/A maddesi istisna olmak üzere
tarafların, arabulucuya başvurmak, arabuluculuk sürecini devam
ettirmek, sonuçlandırmak, bundan vazgeçmek konularında serbest oldukları hükme
bağlanmıştır.
151. Bu yönüyle
Türk hukukunda kural olarak ihtiyari arabuluculuk sistemi benimsenmiştir. Ancak
bazı dava türlerinde dava açılmadan önce arabulucuya başvurulması zorunluluğu
getirilmek suretiyle arabuluculuk dava şartı olarak öngörülmüştür.
b. İptal Talebinin Gerekçesi
152. Dava dilekçesinde özetle; dava konusu
kuralda ihtiyari ya da zorunlu olarak bütün kişi ve kurumlar için öngörülen
arabuluculuk usulünün MİT bakımından uygulanmamasının eşitlik ilkesiyle
bağdaşmadığı, Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadına göre aynı durumda
olanlar arasında farklı uygulama getiren kuralın Anayasa’ya uygun olduğunun
ileri sürebilmesi için farklı muameleyi meşrulaştıran haklı bir nedenin
varlığının ortaya konulması gerektiği, MİT’in tarafı olduğu hukuki
uyuşmazlıklarda, özellikle de arabuluculuğun dava şartı olarak öngörüldüğü iş
uyuşmazlıklarında arabuluculuğa başvurulmasının yasaklanmasını meşru kılacak
objektif bir nedenin bulunmadığı, MİT’in bazı işlem ve ilişkilerinin devlet
sırrı niteliği taşımasının arabuluculuğa başvurulması imkân veya zorunluluğunu
ortadan kaldıran bir neden olarak görülemeyeceği, nitekim arabulucuların da sır
saklama yükümlülüğü altında olduğu belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2., 10.,
17., 36., 70., 74. ve 125. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
c. Anayasaya Aykırılık Sorunu
153. Anayasa’nın 10.
maddesinde “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî
inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir./
Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama
geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik
ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz./ Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve
vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak
tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz./ Hiçbir kişiye, aileye,
zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz./ Devlet organları ve idare makamları
bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket
etmek zorundadırlar.” denilmek suretiyle kanun önünde eşitlik
ilkesine yer verilmiştir.
154. Anayasa’nın anılan maddesinde
belirtilen kanun önünde eşitlik ilkesi hukuksal durumları aynı
olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil hukuksal eşitlik
öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı aynı durumda bulunan kişilerin
kanunlar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayrım yapılmasını
ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi
ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak kanun karşısında eşitliğin ihlali
yasaklanmıştır. Kanun önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı
tutulacağı anlamına gelmez. Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da
topluluklar için değişik kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı
hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa
Anayasa’da öngörülen eşitlik ilkesi zedelenmez (AYM, E.2019/13, K.2021/31, 29/04/2021, § 94).
155. MİT’in tarafı olduğu hukuk
uyuşmazlıklarında zorunlu ve ihtiyari arabuluculuk hükümlerinin uygulanmaması
bağlamında eşitlik ilkesi yönünden yapılacak anayasallık denetiminde öncelikle
Anayasa’nın 10. maddesi çerçevesinde aynı ya da benzer durumda bulunan kişilere
farklı uygulamanın mevcut olup olmadığı belirlenmelidir. Yapılacak bu
belirlemenin ardından farklı uygulamanın nesnel ve makul bir temele dayanıp
dayanmadığı ve ölçülü olup olmadığı hususları incelenmelidir.
156. Özel hukuk hükümleri
kapsamında sözleşmeden kaynaklanan haklarının kullanımı, şartları ve sınırları
ile ilgili olarak MİT’le sözleşme yapan gerçek ve tüzel kişilerle kamu
görevi veya belirli kamu hizmetlerini yapmak üzere kurulan devletin başka bir kurumuyla özel hukuk
ilişkisine giren kişilerin benzer hukuki konumda oldukları açıktır.
157. Dava konusu kuralla tarafların
özel hukuktan kaynaklanan ve devletin diğer kurumlarının taraf olduğu bir
uyuşmazlıkta gerçek ve tüzel kişiler arabuluculuk kurumundan yararlanmaya devam
ederken MİT’le arasında özel
hukuk uyuşmazlığı bulunan kişiler ise söz konusu müesseseden ve bunun
getireceği faydalardan mahrum kalacaklardır. Bu yönüyle kuralla MİT ile
arasında özel hukuk uyuşmazlığı bulunan ve arabuluculuk kurumuna başvurmak
isteyen kişiler aleyhine farklı bir uygulama getirilmiştir.
158. Eşitlik ilkesinin gereği
olarak karşılaştırma yapılmaya müsait olacak şekilde benzer durumda olanlar
arasından bir kısmı lehine getirilen farklı düzenlemenin bir ayrıcalık
niteliğinde olmaması için nesnel ve makul bir temele dayanması ve ölçülü olması
gerekir. Bu konuda yapılacak değerlendirmede arabuluculuk kurumuna başvurmak
isteyen kişilerle arasında özel hukuk uyuşmazlığı bulunan MİT’in diğer devlet
kurumları karşısındaki konumuna değinmek gerekir.
159. 2937
sayılı Kanun’un 4. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin
ülkesi ve milleti ile bütünlüğüne, varlığına, bağımsızlığına, güvenliğine,
anayasal düzenine ve millî gücünü meydana getiren bütün unsurlarına karşı içten
ve dıştan yöneltilen mevcut ve muhtemel faaliyetler hakkında millî güvenlik
istihbaratını devlet çapında oluşturmak MİT’in temel görevleri arasında
sayılmıştır. Anılan Kanun’un 6. maddesinde MİT’in görevlerini yerine getirirken
gizli çalışma usul, prensip ve tekniklerini kullanabileceği, 12. maddesinde de
MİT personelinin kimliğinin gizlenmesinin esas olduğu belirtilmiştir.
160. Söz konusu hükümlere göre
MİT’in ülke güvenliğini sağlamak üzere dış ve iç tehditlere karşı
faaliyetlerini gizlilik prensibi çerçevesinde yürüttüğü söz konusu
faaliyetlerin niteliği dikkate alındığında MİT’in teşkilat yapısının diğer
devlet kurumlarından farklı özellikler taşıdığı anlaşılmaktadır. Kuralın “Düzenlemeyle,
MİT personelinin kimliğinin gizli tutulmasının zorunluluğu dikkate alınarak
Milli İstihbarat Teşkilatının tarafı olduğu özel hukuk uyuşmazlıklarında, dava
şartı olarak öngörülen arabuluculuk dahil olmak üzere, arabuluculuk usulünün
uygulanmaması amaçlanmaktadır. Böylelikle, MİT’in taraf olduğu özel hukuk
uyuşmazlıklarında, arabuluculuğun dava şartı olarak öngörüldüğü 7036 sayılı İş
Mahkemeleri Kanunu dahil, mevzuatta yer alan arabuluculuğa ilişkin tüm
hükümlerin uygulanmayacağı hüküm altına alınmaktadır.” şeklindeki gerekçesinde de belirtildiği üzere
MİT personelinin kimliğinin gizli tutularak güvenliğinin sağlanması suretiyle
istihbarat hizmetlerinin sağlıklı bir şekilde yürütülmesinin amaçlandığı
anlaşılmaktadır. Bu açıdan kuralla yapılan ayrımın nesnel ve makul bir temelden
yoksun olduğu söylenemez.
161. Kural kapsamında getirilen
farklı uygulamanın aynı zamanda ölçülülük ilkesine uygun olması gerekir. Ölçülülük ilkesi, amaç ve araç arasında
hakkaniyete uygun bir dengenin bulunması gereğini ifade eder. Diğer bir
ifadeyle bu ilke, farklı uygulamanın öngörülen objektif amaç ile orantılı olmasını
gerektirmektedir.
162. Hukuk sistemi ile toplumsal ihtiyaçlar arasındaki bağlantının bir
sonucu olarak uyuşmazlıkların çözümünü kolaylaştırmak, adalet yapısının
işleyişini hızlandırmak amacıyla devletler birtakım tercihlerde bulunabilir.
Dolayısıyla hak arama özgürlüğünün en önemli araçlarından biri olan
uyuşmazlığın mahkeme önünde dava konusu yapılmadan önce çözüme kavuşturulması,
bu tercihten ortaya çıkmaktadır. Hukuk devletinde kanun koyucunun anayasal
ilkelere bağlı kalmak şartıyla özel hukuk uyuşmazlıklarında alternatif
uyuşmazlık çözüm yolu öngörüp öngörmemek veya hangi davalara söz konusu
kurumların uygulanacağını, bunların şartlarını, kişi veya kurum yönünden kapsam
ve sınırlarını belirlemede takdir yetkisi bulunmaktadır. Hukuk
uyuşmazlıklarında alternatif uyuşmazlık çözüm yolu olarak öngörülen
arabuluculuk da kanun koyucunun anılan takdir yetkisi kapsamında ihdas edilmiş
bir kurumdur.
163. Dolayısıyla
hukuk uyuşmazlıklarında asıl olan dava yoluyla uyuşmazlığın çözüme
kavuşturulması olduğuna göre gizlilik ilkesinin sağlanması amacıyla MİT’in
taraf olduğu uyuşmazlıklarda arabuluculuk hükümlerinin uygulanmamasını öngören
kuralın getirdiği farklı
uygulamanın söz konusu amaca
ulaşma bakımından orantılı olmadığı söylenemez. Dolayısıyla ölçülülüğü aşan
nitelikte farklı bir uygulama getirmeyen kuralın eşitlik ilkesini ihlal eden
bir yönü bulunmamaktadır.
164. Açıklanan
nedenlerle kural, Anayasa’nın 10. maddesine aykırı değildir. İptal talebinin
reddi gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 2. maddesine de
aykırı olduğu ileri sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların
Anayasa’nın 10. maddesi yönünden yapılan değerlendirmeler kapsamında
ele alınmış olması nedeniyle Anayasa’nın 2. maddesi yönünden ayrıca bir
inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 17., 36., 70., 74. ve 125. maddeleriyle ilgisi
görülmemiştir.
2. Beşinci Fıkra
a. İptal
Talebinin Gerekçesi
165. Dava dilekçesinde özetle;
9/10/2003 tarihli ve 4982 sayılı Bilgi Edinme Kanunu hükümlerinin, bilgi edinme
hakkı kapsamı dışında tutulan durumlarda dahi kişilerin çalışma hayatını ve
meslek onurunu etkileyecek durumlarda istihbarata ilişkin bilgi ve belgelere
bireylerin erişmesine imkân tanıdığı, kuralın MİT tarafından toplanan ve
kişilerin haysiyetini, itibarını, çalışma hayatını ilgilendiren her türlü
bilgiyi anılan Kanun’un kapsamı dışına çıkardığı, Kanun’un 5. maddesinin
ikinci fıkrasında yer alan “Bu Kanun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren
diğer kanunların bu Kanuna aykırı hükümleri uygulanmaz” hükmüyle kuralın
açıkça çeliştiği, bu durumun hukuk güvenliği ilkesiyle bağdaşmadığı,
istihbarat birimlerinin elindeki bilgiye dayalı olarak kişiler hakkında tesis
edilen işlemlerin hangi nedenden kaynaklandığının öğrenilmesinin yanlış ise
bunun düzeltilmesine imkân tanınmasının hukuk devleti ilkesinin bir gereği
olduğu belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2., 10., 17., 36., 70., 74. ve 125.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
b. Anayasaya Aykırılık Sorunu
166. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural, ilgisi
nedeniyle Anayasa’nın 20. maddesi yönünden de incelenmiştir.
167. 2937 sayılı Kanun'un 30. maddesinin dava konusu beşinci
fıkrasında MİT’in 4982 sayılı Kanun kapsamı dışında olduğu düzenlenmiştir.
168. Anayasa'nın 74. maddesinin dördüncü fıkrasında "
Herkes, bilgi edinme ve kamu denetçisine başvurma hakkına sahiptir."
denilmek suretiyle bilgi edinme hakkı anayasal güvenceye kavuşturulmuştur.
Bilgi edinme hakkı, yönetilenlerin yönetenleri denetleyebilmesinin, dolayısıyla
hukukun üstünlüğünün sağlanabilmesinin önemli bir aracı olarak işlev
görmektedir. Bilgi edinme hakkı, devletin demokratik niteliğinin geliştirilmesi
ve bireyin temel hak ve özgürlüklerinin korunması hususlarında önemli bir rol
oynadığından demokratik hukuk devletinde vazgeçilmez bir hak niteliğine sahip
bulunmaktadır (AYM, E.2013/114, K.2014/184, 4/12/2014, § 37).
169. Anılan maddenin yedinci fıkrasında ise "Bu
maddede sayılan hakların kullanılma biçimi kanunla düzenlenir."
denilmek suretiyle bu hakka ilişkin kuralın norm alanını belirleme yetkisi
kanun koyucunun takdirine bırakılmıştır.
170. Kuralla MİT’in 4982
sayılı Kanun kapsamı dışına çıkarılması suretiyle bilgi edinme hakkına yönelik
bir sınırlama öngörülmektedir.
171. Anayasa’nın 20. maddesinin üçüncü fıkrasında “Herkes,
kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu
hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu
verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve
amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel
veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla
işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir”
denilerek kişisel verilerin korunması özel hayatın gizliliğinin korunması hakkı
kapsamında güvenceye kavuşturulmuştur.
172. Anayasa Mahkemesinin yerleşik kararlarında
belirtildiği üzere “...adı, soyadı, doğum tarihi ve doğum yeri gibi bireyin
sadece kimliğini ortaya koyan bilgiler değil; telefon numarası, motorlu taşıt
plakası, sosyal güvenlik numarası, pasaport numarası, özgeçmiş, resim, görüntü
ve ses kayıtları, parmak izleri, IP adresi, e-posta adresi, hobiler, tercihler,
etkileşimde bulunulan kişiler, grup üyelikleri, aile bilgileri, sağlık
bilgileri gibi kişiyi doğrudan veya dolaylı olarak belirlenebilir kılan tüm
veriler…” kişisel veri olarak kabul edilmektedir (AYM, E.2013/122,
K.2014/74, 9/4/2014; E.2014/149, K.2014/151, 2/10/2014; E.2014/74, K.2014/201,
25/12/2014; E.2014/180, K.2015/30, 19/3/2015; E.2015/32, K.2015/102,
12/11/2015).
173. Kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı, insan
onurunun korunması ve bireyin kişiliğini serbestçe geliştirebilmesi hakkının
özel bir biçimi olarak bireyin hak ve özgürlüklerini kişisel verilerin
işlenmesi sırasında korumayı amaçlamaktadır (AYM, E.2020/24, K. 2021/39,
3/6/2021, § 42).
174. Kural kapsamında erişim
yasağı getirilen bilgi ve belgelerin bir kısmının kişisel veri niteliğinde olması
mümkündür. Bu açıdan MİT tarafından
düzenlenen, bireylerin özel hayatı, iş ve sosyal yaşamıyla ilgili belge ve
bilgilere erişme, bunların düzeltilmesi ve silinmesini talep etme imkânının
ortadan kaldırılması suretiyle kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına da
sınırlama getirilmektedir.
175. Kuralda öngörülen istisnanın kapsam ve sınırlarının
açıkça belirlendiği gözetildiğinde kuralla bilgi edinme ve kişisel verilerin
korunmasını isteme haklarına getirilen sınırlamanın kanuni bir temele dayandığı açıktır.
176. Anayasa’da bilgi edinme ve
kişisel verilerin korunmasını isteme haklarına yönelik herhangi bir sınırlama
nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte özel sınırlama nedeni
belirtilmemiş hakların da o hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırlarının
bulunduğu kabul edilmektedir. Öte yandan Anayasa’nın başka maddelerinde yer
alan hak ve özgürlükler ile devlete yüklenen ödevler, özel sınırlama sebebi
gösterilmemiş hak ve özgürlüklere sınır teşkil edebilir (AYM, E.2018/99, K.2021/14,
3/3/2021, § 24).
177. MİT bünyesindeki mevcut bilgi ve
belgelere 4982 sayılı Kanun kapsamında erişme imkânını ortadan kaldıran kuralın
ülke güvenliğine ilişkin istihbarat
faaliyetlerinin zafiyete uğratılmaması gerekçesiyle getirildiği, böylelikle
millî güvenliğin korunmasına yönelik meşru bir amaç taşıdığı anlaşılmaktadır.
178. Kuralla
bilgi edinme ve kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına getirilen
sınırlamanın demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun ve ölçülü olması
gerekir.
179. Kuralla getirilen sınırlamanın ülke güvenliğine
ilişkin istihbarat faaliyetlerinin zafiyete uğratılmaması böylelikle millî
güvenliğin korunması amacına ulaşma bakımından elverişli olmadığı söylenemez.
Ancak sınırlama aynı zamanda meşru amaç yönünden gerekli ve orantılı olmalıdır.
180. Şeffaf ve açık yönetim anlayışının egemen olduğu
demokratik toplumlarda hukuk devleti ilkesinin bir gereği olarak kamu gücünü
elinde bulunduran idarenin tesis ettiği işlemlere karşı oluşturulan denetim
mekanizmalarından birisi de idarenin işlem ve eylemlerine esas alınan ve
erişilebilir nitelikte olmayan bilgi, belgeler ile kişisel verilere bireylerin
ulaşmasına imkân tanınmasıdır. Böylelikle idarenin keyfî uygulamalarının önüne
geçilmesi sağlanabilir.
181. Bu bağlamda kanun koyucunun bireylerce söz konusu
bilgi ve belgelere ulaşılmasından elde edilecek fayda ile bunların gizli
tutulması hâlinde oluşacak kamu yararı arasında bir denge kurması
gerekmektedir. Bilgi ve belge erişimine yönelik sınırlamalar ancak bu dengenin
sağlanmasıyla birlikte ölçülü olarak kabul edilebilir.
182. Gizlilik ilkesi doğrultusunda yurt içi ve dışında
devletin varlığına ve ülke bütünlüğüne yönelik tehlikelere karşı faaliyet
yürüten ve millî güvenlik istihbaratını ulusal düzeyde oluşturmakla görevli bir
kurum olan MİT’in güvenlik alanında önemli bir işleve sahip olduğu
açıktır.
183. 4982 sayılı Kanun’un 4. maddesinde, herkesin kamu
kurum ve kuruluşları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının
faaliyetleri ile ilgili bilgi edinme hakkına sahip olduğu belirtilmiş, 5.
maddesinin birinci fıkrasında, kurum ve kuruluşların, bu Kanunda yer alan
istisnalar dışındaki her türlü bilgi veya belgeyi başvuranların yararlanmasına
sunmak ve bilgi edinme başvurularını etkin, süratli ve doğru sonuçlandırmak
üzere gerekli idari ve teknik tedbirleri almakla yükümlü oldukları ifade
edilmiştir.
184. Anılan Kanun’un 15 ila 28. maddelerinde bilgi edinme
hakkını sınırlandıran durumlar düzenlenmiştir. Kanun’un 16. maddesinde açıklanması
hâlinde devletin emniyetine, dış ilişkilerine, millî savunmasına ve millî
güvenliğine açıkça zarar verecek ve niteliği itibarıyla devlet sırrı olan
gizlilik dereceli bilgi veya belgelerin, 18. maddesinde sivil ve askerî
istihbarat birimlerinin görev ve faaliyetlerine ilişkin bilgi veya belgelerin
bilgi edinme hakkı kapsamı dışında olduğu belirtilmiştir. 18. maddenin ikinci
fıkrasında ise istihbarata ilişkin bilgi ve belgelerin kişilerin çalışma
hayatını ve meslek onurunu etkileyecek nitelikte olması hâlinde bunların bilgi
edinme hakkı kapsamı içinde olduğu hükme bağlanmıştır.
185. Kanun’un 5. maddesinin ikinci fıkrasında da, Kanun’un
yürürlüğe girdiği tarihten itibaren diğer kanunların bu Kanun’a aykırı
hükümlerinin uygulanmayacağı belirtilmiştir.
186. Anılan hükümlere göre MİT'in görev ve faaliyetleri
kapsamında elde ettiği veya hazırladığı ve doğası itibarıyla gizli olan,
istihbarat niteliğindeki bilgi ve belgelerin bireylerin erişimine açılması
mümkün değildir. İstihbarata ilişkin bilgi ve belgelere ise yalnızca kişilerin
çalışma hayatını ve meslek onurunu etkileyecek nitelikte olması hâlinde bu
kişiler hakkında tesis edilen işleme yönelik olarak söz konusu işlemi tesis
eden kurumdan talep edilmek üzere ulaşılması mümkündür. Bunun yanında MİT
bünyesinde, açıklandığında devletin emniyetine, dış ilişkilerine, millî
savunmasına ve millî güvenliğine açıkça zarar verecek gizli veya istihbari
nitelikte olmayan bilgi ve belgelerin 4982 sayılı Kanun kapsamında bireylerin
erişimine açık olduğu anlaşılmaktadır.
187. Kuralla MİT’in herhangi bir istisna öngörülmeden Bilgi
Edinme Kanunu kapsamı dışına çıkarılmasının 4982 sayılı Kanun çerçevesinde
istihbarat faaliyeti dışında kalan veya bu faaliyet içinde olmakla birlikte
kişilerin çalışma hayatını ve meslek onurunu etkileyen bilgi ve belgelere
bireylerin ulaşamaması sonucu doğmaktadır.
188. Bu açıdan MİT’in istihbarat niteliğinde olmayan ya da
bu kapsamda olsa dahi kişilerin çalışma hayatı ve meslek onuru gibi belirli
konularda ve yalnızca işlem tesis eden kurumdan talep edilebilmek üzere bilgi
ve belgelere erişimini sağlayan 4982 sayılı Kanun kapsamından çıkarılması
suretiyle MİT bünyesindeki bilgilere ulaşılmasına kategorik olarak yasak
getirilmesi, kişilerin Anayasa’da güvence altına alınan bilgi edinme hakkını
kullanma imkânını tamamen ortadan kaldırmaktadır. Böylelikle kuralla bilgi
edinme ve kişisel verilerin korunması hakkına getirilen sınırlamada kişilerin
söz konusu haklardan kaynaklanan yarar ile kamusal yarar arasındaki dengenin
kişiler aleyhine bozulduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla millî güvenlik, kamu
düzeni ve kamu güvenliğinin tesis edilmesi ve korunması amaçlarına ulaşma
bakımından bilgi edinme ve kişisel verilerin korunması hakkına getirilen
sınırlamanın zorunlu toplumsal ihtiyacı karşılamaya yönelik olmadığı gibi söz
konusu meşru amaç yönünden ölçülü olduğu da söylenemez.
189. Açıklanan nedenlerle kural,
Anayasa’nın 13., 20. ve 74. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
Kadir ÖZKAYA,
Muammer TOPAL, Rıdvan GÜLEÇ, Basri BAĞCI ve İrfan FİDAN bu görüşe
katılmamışlardır.
Kural, Anayasa’nın 13., 20. ve 74. maddelerine aykırı
görülerek iptal edildiğinden ayrıca Anayasa’nın 2. maddesi yönünden
incelenmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 10., 17., 36., 70. ve
125. maddeleri ile bir ilgisi görülmemiştir.
G. Kanun’un 11. Maddesiyle 2941
Sayılı Kanun’un 17. Maddesinin Birinci Fıkrasında Yer Alan “…1402 sayılı
Sıkıyönetim Kanununun 15 inci maddesinde yazılı suçları işleyenler…”
İbaresinin “…26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 109, 124,
148, 149, 170 ila 172, 179, 185 ila 188, 190, 202, 213 ila 217, 220, 223, 240,
299 ila 339 uncu maddelerinde belirtilen suçları işleyenler…” Şeklinde
Değiştirilmesi ile Anılan Maddeye Eklenen İkinci, Üçüncü ve Dördüncü Fıkraların
İncelenmesi
1. Anlam ve Kapsam
190. Dava konusu kurallar, seferberlik ve savaş hâllerinde askerî mahkemelerin görev
alanına giren suçlar ile bunların yargılanma usulüne ilişkin düzenlemeler
öngörmektedir.
191. 2941 sayılı Kanun’un 1. maddesinde
anılan Kanun’un amacının, devletin tüm güç ve kaynaklarını barış hâlinden
seferberlik ve savaş hâline süratle ve etkin bir şekilde geçirmek suretiyle
barıştan itibaren seferberlik ve savaş hükümlerinin uygulanma esaslarına
ilişkin yükümlülükleri belirlemek olduğu ifade edilmiştir.
192. Kanun’un 3. maddesinde seferberlik,
devletin tüm güç ve kaynaklarının, başta askerî güç olmak üzere, savaşın
ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde hazırlanması, toplanması, tertiplenmesi ve
kullanılmasına ilişkin bütün faaliyetlerin uygulandığı, hak ve özgürlüklerin
kanunlarla kısmen veya tamamen sınırlandığı hâl olarak tanımlanmıştır. Aynı
maddede, seferberlik faaliyetinin başlatıldığı gün ve saatten, kaldırıldığı ana
kadar devam eden durum seferberlik hâli olarak açıklanmıştır.
193. Ayrıca anılan maddede savaşın,
devletin bekasını temin etmek, millî menfaatleri sağlamak ve millî hedefleri
elde etmek amacıyla başta askerî güç olmak üzere devletin maddi ve manevi tüm güç
ve kaynaklarının hiçbir sınırlamaya tabi tutulmadan kullanılmasını gerektiren
silahlı mücadele olduğu belirtilmiş, savaş ilanına karar verilmesinden, bu
hâlin kaldırıldığının ilan edilmesine kadar devam eden süre içinde hak ve
özgürlüklerin kanunlarla kısmen veya tamamen sınırlandığı durum da savaş hâli
olarak tarif edilmiştir.
194. 22/5/1930
tarihli ve 1632 sayılı Askerî Ceza Kanunu’nun ek 11. maddesinde anılan Kanun’da
düzenlenen suçlar ile asker kişilerin askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili
olarak işledikleri suçların askerî suç olduğu, Kanun’da düzenlenen ve asker
kişiler tarafından işlenen Kanun’un 60., 62., 65., 66., 67., 68., 70., 79.,
81., 82., 85., 87., 88., 89., 90., 91., 97., 98., 100., 101., 102. ve 136.
maddelerinde düzenlenen suçların ise sırf askerî suç olduğu belirtilmiştir.
195. Anayasa Mahkemesi kararlarında askerî
suçların, askerî bir yararı koruma amacı güden ve 1632 sayılı Kanun tarafından
öngörülen veya yapılan atıf dolayısıyla bu Kanun’un uygulama alanına giren
suçlar olduğu, sırf askerî suçların ise yalnızca asker şahıslar tarafından
askerî bir hizmet veya görevin ihlali suretiyle işlenebilen ve unsurlarının
tamamının söz konusu Kanun’da düzenlenen suçlar olduğu belirtilmiştir. Anılan
kararlarda askerî suçlar ile sırf askerî suçların askerî disiplini korumak ve
sürdürmek, adalet ile disiplin arasında denge sağlamak, adil ve sürekli bir
disiplin düzeni oluşturmak amacıyla ihdas edildiği, başka bir ifadeyle anılan
suçların, askerî disiplini korumak ve sürdürmek ve askerî hizmete veya göreve
bağlı olan kamusal menfaatin korunması amacıyla öngörüldüğü ifade edilmiştir
(AYM; E.2018/161, K.2019/13, 14/3/2019, § 17; E.2017/32, K.2018/81, 11/7/2018,
§ 11).
2. İptal Talebinin Gerekçesi
196. Dava dilekçesinde özetle; 2010
yılında yapılan Anayasa değişikliği ile askerî mahkemelerin kaldırıldığı ve
aynı değişiklik kapsamında Anayasa’nın 142. maddesine eklenen fıkra uyarınca
disiplin mahkemeleri dışında askerî mahkemelerin kurulamayacağı, ancak savaş
hâlinde asker kişilerin görevleriyle ilgili olarak işledikleri suçlara ait
davalara bakmakla görevli askerî mahkemelerin kurulabileceğinin hükme
bağlandığı, dolayısıyla savaş hâlinde dahi sivil kişilerin askerî mahkemede
yargılanmasının mümkün olmadığı, ancak kuralların seferberlik ve savaş hâli
ilan edilen bölgelerde belirli suçları işleyen veya bunlara iştirak eden
herkesin, komutanlar tarafından askerî mahkemelerde yargılanmalarına imkân
tanındığı belirtilerek kuralların Anayasanın 142. maddesine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
3. Anayasaya Aykırılık Sorunu
197. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi
uyarınca kurallar, ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 9. maddesi yönünden de
incelenmiştir.
198. 2941 sayılı Kanun'un 17. maddesinin
birinci fıkrasında seferberlik ve savaş
hâllerinde bu Kanun’un 12. maddesine göre tespit ve ilan edilen bölgeler
içinde, 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 109., 124., 148.,
149., 170 ila 172., 179., 185 ila 188., 190., 202., 213 ila 217., 220., 223.,
240., 299 ila 339. maddelerinde belirtilen suçları işleyenlerin veya bu suçlara
iştirak edenlerin, bölgede yetkili kılınan komutan tarafından gerekli görüldüğü
takdirde, askerî mahkemelerde yargılanacakları öngörülmüştür. Anılan fıkrada
yer alan “…26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 109, 124,
148, 149, 170 ila 172, 179, 185 ila 188, 190, 202, 213 ila 217, 220, 223, 240,
299 ila 339 uncu maddelerinde belirtilen suçları işleyenler…” ibaresi dava
konusu kurallardan ilkini oluşturmaktadır.
199. Maddenin dava konusu olan ikinci,
üçüncü ve dördüncü fıkralarında ise 2941
sayılı Kanun’da belirtilen suçlardan dolayı belirli kişiler hakkında bölgede
yetkili kılınan komutanın kovuşturma yapabilmesi için izni gerekli makam ve
kurullar gösterilmiş, söz konusu iznin verilmemesi hâlinde uygulanacak usul ile
diplomatik dokunulmazlıkla ilgili düzenlemelerin saklı olduğu belirtilmiştir.
200. Anayasa’nın 142. maddesinin birinci
fıkrasında “Mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve
yargılama usulleri kanunla düzenlenir.” hükmüne yer verilmiştir.
201. Anılan
maddenin ikinci fıkrasında da disiplin mahkemeleri dışında askerî mahkemelerin
kurulamayacağı ancak savaş hâlinde, asker kişilerin görevleriyle ilgili olarak
işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevli askerî mahkemelerin
kurulabileceği hükme bağlanmıştır. Bu itibarla sadece savaş dönemlerinde
ve yalnızca asker kişilerin görevleriyle ilgili işledikleri suçlara bakmak
üzere askerî mahkemeler kurulabilecektir.
202. Anayasa'nın 9. maddesinde yargı yetkisinin, Türk Milleti adına
bağımsız mahkemelerce kullanılacağı belirtilmiştir. Anılan hükme göre yargı
yetkisinin mahkemeler dışında başka bir organca kullanılması ve mahkemelerin bu
yetkiyi diğer organlarla paylaşması mümkün değildir (AYM, E.1992/27, K.
1992/31, 5/5/1992).
203. Maddenin
birinci fıkrasında yer alan dava konusu ibarede, seferberlik ve savaş hâllerinde askerî mahkemelerin görev
alanını oluşturan ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda geçen suçların gerçekten
askerlik görevleriyle ilgili olup olmadığı yönünde belirleme yapılmadığı gibi
söz konusu suçları işleyenlerle ilgili olarak asker sivil ayrımı yapılmaksızın
herkesin askeri mahkemelerde yargılanmasına imkân tanınmaktadır. Dolayısıyla
kuralın savaş haline münhasır olmak üzere yalnızca asker kişilerin görevleriyle
ilgili işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevli askerî mahkemelerin
kurulabileceğini öngören anayasal hükümle bağdaşmadığı açıktır.
204. Bunun yanında 2941 sayılı Kanun’un
17. maddesinin birinci fıkrasında yer alan dava konusu ibare ile anılan
maddenin ikinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları
arasında doğrudan sebep sonuç ilişkisi bulunmaktadır. Başka bir ifadeyle seferberlik ve savaş hâlinde 5237 sayılı Kanun’da
sayılan suçları işleyenlerin yetkili kılınan askerî komutan tarafından yargılanabileceği,
kovuşturma yapılması izne bağlanan kişilerin asker ve sivil görevli kişiler
olduğu, kovuşturma izninin verilmemesi hâlinde uygulanacak usul ve diplomatik
dokunulmazlıkla ilgili istisnanın da bu kişilerin yargılanmaları ile bağlantılı
olarak öngörüldüğü anlaşılmaktadır.
205. Dava konusu ikinci
fıkrada ise maddenin birinci fıkrasında sayılan suçlardan dolayı belirli
kişiler hakkında verilecek izin üzerine bölgede yetkili kılınan komutanın
kovuşturma yapmasına imkân tanınmaktadır.
206. Dolayısıyla Anayasa’ya aykırı olan birinci fıkra
kapsamında söz konusu suçları işleyenlerle ilgili olarak devletin farklı kademelerinde görev yapan asker-sivil
kişiler hakkında kovuşturma yapılmasını izne bağlayan ve izin verilmeme
durumunda uygulanacak usul ile diplomatik dokunulmazlıklara yönelik düzenlemeleri
saklı tutan kurallar da Anayasa’nın 142.
maddesinin ikinci fıkrasına aykırılık oluşturmaktadır.
207. Öte yandan dava konusu ikinci fıkrada ilgili kişi ve
makamlarca izin verilmesi hâlinde bölgede yetkili kılınan komutanın belirli
kişiler hakkında kovuşturma yapabilmesine imkân tanınması yargı yetkisini
yalnızca bağımsız mahkemelerin kullanabileceğini hükme bağlayan Anayasa’nın 9.
maddesine aykırılık sonucunu doğurmaktadır.
208. Açıklanan nedenlerle kurallar,
Anayasa’nın 9. ve 142. maddelerine aykırıdır. İptalleri gerekir.
Ğ. Kanun’un 12. Maddesiyle 3713 sayılı
Kanun’a Eklenen Ek 4. Maddenin Birinci Fıkrasının Birinci Cümlesinin “…ile
Milli Güvenlik Kurulunca Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette
bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti ve
iltisakı yahut bunlarla irtibatı nedeniyle kamu görevinden çıkarılanların…”
ve “…bu silahların mülkiyetinin kamuya geçirilmesine karar verilir ve
10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler
Hakkında Kanunun ek 8 inci maddesine göre ilgili idarelerce işlem tesis
edilir.” Bölümlerinin İncelenmesi
1.
Cümlenin “…ile Milli Güvenlik Kurulunca Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette
bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti ve
iltisakı yahut bunlarla irtibatı nedeniyle kamu görevinden çıkarılanların…”
Bölümü
a.
İptal Talebinin Gerekçesi
209. Dava
dilekçesinde özetle; idari nitelikteki kamu görevinden çıkarma kararlarına
bağlı olarak yeni bir yaptırım uygulanmasının hukuk devleti ilkesiyle
bağdaşmadığı, kuralda yer alan mensubiyet, iltisak ve irtibat
kavramlarının içeriklerinin belirsiz ve öngörülemez olduğu, hukuk devletinde
bireylerce hangi fiillerin yaptırıma tabi olduğunun önceden öngörebilmesi
gerektiği, cezayı gerektirecek fiiller bakımından kuralda belirsizliklerin
bulunduğu, bu nedenle kuralın kanunilik ölçütünü karşılamadığı, bunun yanında
yaptırımın disiplin cezası niteliğinde olduğu dikkate alındığında kuralın suç
ve cezalara ilişkin anayasal güvenceleri karşılamadığı, ayrıca kuralda
öngörülen ve yaptırıma esas tutulan bir yapının millî güvenliğe karşı
faaliyette bulunup bulunmadığının Millî Güvenlik Kurulunun (MGK) kararına dayalı
olarak belirlendiği, siyasi organ olan MGK’nın aldığı tavsiye niteliğinde
kararların icrai niteliğinin bulunmadığı, bu itibarla MGK kararına dayanılarak
cezai yaptırım uygulanmasının hukuk devletinde kabul edilemeyeceği, ayrıca bu
durumun Anayasa’dan kaynaklanmayan bir yetkinin kullanımı sonucunu doğurduğu
belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2., 6., 13., 35., 38. ve 118. maddelerine
aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
b.
Anayasaya Aykırılık Sorunu
i. Bölümde Yer Alan “…Milli Güvenlik Kurulunca…”
İbaresi
210. 3713 sayılı
Kanun’un ek 4. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinde belirli
suçlardan mahkûm olanların yanı sıra MGK’ca devletin millî güvenliğine karşı
faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği,
mensubiyeti ve iltisakı yahut bunlarla irtibatı nedeniyle kamu görevinden
çıkarılanların silah ruhsatlarının iptal edileceği belirtilmiştir. Anılan
cümlede yer alan “…Milli Güvenlik Kurulunca…” ibaresi dava konusu kuralı
oluşturmaktadır.
211. Anayasa’nın 118. maddesinin
üçüncü fıkrasında “Millî Güvenlik Kurulu; Devletin millî güvenlik
siyasetinin tayini, tespiti ve uygulanması ile ilgili alınan tavsiye kararları
ve gerekli koordinasyonun sağlanması konusundaki görüşlerini Cumhurbaşkanına
bildirir. Kurulun, Devletin varlığı ve bağımsızlığı, ülkenin bütünlüğü ve
bölünmezliği, toplumun huzur ve güvenliğinin korunması hususunda alınmasını
zorunlu gördüğü tedbirlere ait kararlar Cumhurbaşkanınca değerlendirilir.”
denilmektedir.
212. Bu bağlamda MGK’nın başlıca
görevleri, devletin millî güvenlik siyasetinin tayini, tespiti ve uygulanması
ile ilgili tavsiye kararları almak ve gerekli koordinasyonun sağlanması
konusundaki görüşlerini bildirmektir. MGK’nın devletin varlığı ve bağımsızlığı,
ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliği, toplumun huzur ve güvenliğinin korunması
hususunda alınmasını zorunlu gördüğü tedbirlere ait kararları
Cumhurbaşkanlığınca değerlendirilir.
213. Cumhurbaşkanı yardımcıları
ve Genelkurmay başkanının önerileri dikkate alınarak Cumhurbaşkanınca gündemi düzenlenen
MGK’nın kararlarının hukuki niteliği Anayasa’nın anılan maddesinde açıkça
belirlenmiştir. Buna göre MGK’nın alacağı kararlar tavsiye niteliğinde olup bu
kararlar Cumhurbaşkanı’na bildirilir.
214. Nitekim Anayasa’nın 104.
maddesinde devletin başı olan Cumhurbaşkanı’nın millî güvenlik politikalarını
belirleyeceği ve bu kapsamda gerekli tedbirleri alacağı düzenlenmiştir. Yine
Cumhurbaşkanı’nın millî güvenliğin sağlanmasından sorumlu olduğu Anayasa’nın
117. maddesinde hükme bağlanmıştır.
215. Bu açıdan istişari
nitelikte bir danışma organı olan MGK’nın icrai karar alma yetkisine sahip
olmadığı gözetildiğinde Cumhurbaşkanınca ayrı bir kararla benimsenmemiş MGK
kararlarına hukuki sonuç bağlanamayacağı ve bu kararların kendiliğinden icra
edilemeyeceği açıktır.
216. Dava konusu ibarenin de yer aldığı kural, MGK’ca
devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı
oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı
nedeniyle kamu görevinden çıkarılan kişilerin silah ruhsatlarının iptalini
düzenlemektedir. Millî güvenliğe karşı tehditlerin belirlenmesi ve bu
tehditlerin hangi kaynak, kişi ya da yapıdan geldiğinin tespit edilmesinde
Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan MGK’nın tavsiye niteliğinde karar
alamayacağı söylenemez.
217. Bununla birlikte dava konusu “…Milli Güvenlik
Kurulunca…” ibaresi, tavsiye niteliğindeki MGK kararına kendiliğinden
hukuki bir sonuç bağlamaktadır. Şüphesiz MGK’nın tavsiye niteliğindeki kararlarının
yürütme organı tarafından dikkate alınması ve hukuk aleminde hayata geçirilmesi
mümkündür. Ancak MGK’nın kararları hakkında başkaca icrai bir karar alınmadan
bu kararlara hukuk aleminde sonuçlar bağlanması Anayasa’nın lafzıyla
bağdaşmamaktadır.
218. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 118.
maddesine aykırıdır. İptali gerekir.
Kural, Anayasa’nın
118. maddesine aykırı görülerek iptal edildiğinden ayrıca Anayasa’nın 2., 6.,
13., 35. ve 38. maddeleri yönünden incelenmemiştir.
ii. Bölümde
Yer Alan “…üyeliği,
mensubiyeti ve…” İbaresi
219. 6216 sayılı
Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural, ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 36.
maddesi yönünden de incelenmiştir.
220. 3713 sayılı
Kanun’un ek 4. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinde belirli
suçlardan mahkûm olanların yanı sıra devletin millî güvenliğine karşı
faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği,
mensubiyeti ve iltisakı yahut bunlarla irtibatı nedeniyle kamu görevinden
çıkarılanların silah ruhsatlarının iptal edileceği belirtilmiştir. Anılan
cümlede yer alan “…üyeliği, mensubiyeti ve…” ibaresi dava konusu kuralı
oluşturmaktadır.
221. Dava konusu
kuralın yer aldığı maddede silah ruhsatlarının iptali ve mülkiyetinin kamuya
geçirilmesine ilişkin düzenleme öngörülmekte ise de kişilerin kamu görevinden
çıkarılma sürecine de atıfta bulunulmuş olması nedeniyle kuralların kamu
görevinden çıkarma tedbiriyle yakından ilgili olduğu anlaşılmaktadır.
Dolayısıyla kamu görevinden çıkarma tedbiriyle ilgili düzenlemelerde geçen terör
örgütlerine üyelik ve mensubiyet çerçevesinde değerlendirme yapılması
gerekir.
222. Öncelikle
terör örgütlerine üyelik ve mensubiyet kavramlarıyla kişilere yönelik suç
isnadında bulunulup bulunulmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir. Terör
örgütüne üye olmak, -kanundaki tanımıyla suç işlemek amacıyla kurulmuş olan
örgüte üye olmak- 5237 sayılı Kanun ile 3713 sayılı Kanun kapsamında suç olarak
düzenlenmiştir. Bu nedenle kuralın Anayasa’nın 36. maddesinin birinci ve 38.
maddesinin dördüncü fıkralarında güvence altına alınan masumiyet karinesi
kapsamında incelenmesi gerekmektedir.
223. Masumiyet
karinesi, Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında “Suçluluğu hükmen
sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılamaz” şeklinde düzenlenmiştir. Anayasa’nın
36. maddesinde de herkesin iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip
olduğu belirtilmiştir. Anılan maddeye adil yargılanma ibaresinin eklenmesine
ilişkin gerekçede, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de
güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği
vurgulanmıştır. Nitekim Sözleşme’nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasında
kendisine bir suç isnat edilen herkesin suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya
kadar suçsuz sayılacağı düzenlenmiştir. Bu itibarla masumiyet karinesi,
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının bir
unsuru olmakla beraber suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimsenin suçlu
sayılamayacağına dair Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında ayrıca
düzenlenmiştir (Adem Hüseyinoğlu, B. No: 2014/3954, 15/2/2017, § 33).
224. Masumiyet
karinesi, hakkında suç isnadı bulunan bir kişinin adil bir yargılama sonucunda
suçlu olduğuna dair kesin hüküm tesis edilene kadar masum sayılması gerektiğini
ifade etmekte ve hukuk devleti ilkesinin de bir gereğini oluşturmaktadır.
Anılan karine, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan
suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına almaktadır. Ayrıca hiç kimse,
suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri
tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz.
225. Masumiyet
karinesinin sağladığı güvencenin iki yönü bulunmaktadır: Dava konusu kuralla da
ilgisi olan güvencenin ilk yönü, kişi hakkındaki ceza yargılaması
sonuçlanıncaya kadar geçen, başka bir ifadeyle kişinin ceza gerektiren bir
suçla itham edildiği (suç isnadı altında olduğu) sürece ilişkin olup suçlu
olduğuna dair hüküm tesis edilene kadar kişinin suçluluğu ve eylemleri hakkında
erken açıklamalarda bulunulmasını yasaklar. Güvencenin bu yönünün kapsamı
sadece ceza yargılamasını yürüten mahkemeyle sınırlı değildir. Güvence aynı
zamanda diğer tüm devlet kurumlarının da işlem ve kararlarında, suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar kişinin suçlu olduğu yönünde ima ya da
açıklamalarda bulunmamasını gerekli kılar. Dolayısıyla sadece suç isnadına konu
ceza yargılaması kapsamında değil ceza yargılaması ile eş zamanlı olarak
yürütülen diğer hukuki süreç ve yargılamalarda da (idari, hukuk, disiplin gibi)
masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilir (Galip Şahin, B. No:
2015/6075, 11/6/2018, § 39).
226. Dava konusu
kuralda kamu görevinden çıkarma tedbirine atıf yapılarak kişilerin terör
örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar
verilen yapı, oluşum veya gruplara üye veya mensup oldukları gerekçesiyle kamu
görevinden çıkarıldıkları belirtilmiştir. Söz konusu ibareler, kural kapsamında
kamu görevinden çıkarılanlardan terör örgütü üyeliği suçundan ceza soruşturması
veya kovuşturmasına maruz kalan ancak haklarındaki süreç tamamlanıp suçlu
olduklarına dair kesin hüküm tesis edilmeyen kişilerin terör örgütü üyesi veya
mensubu olarak nitelendirilmelerine sebebiyet verebilecek niteliktedir.
Dolayısıyla kesinleşmiş mahkûmiyet hükmü olmadan kişilerin suçlu sayılmasına
neden olabilecek ifadeler içeren kural, masumiyet karinesini ihlal etmektedir.
227. Buna göre
kural kapsamında haklarında kesin bir mahkûmiyet kararı verilmediği hâlde
kişilerin suçlu sayılmasına neden olabilecek ifadelerin kullanılması masumiyet
karinesine aykırılık oluşturmaktadır.
228. Açıklanan
nedenlerle kural, Anayasa’nın 36. ve 38. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
Kural, Anayasa’nın
36. ve 38. maddelerine aykırı görülerek iptal edildiğinden ayrıca Anayasa’nın
2., 6., 13., 35. ve 118. maddeleri yönünden incelenmemiştir.
iii. Bölümün Kalan
Kısmı
229. Dava konusu kural, devletin
milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya
gruplarla iltisakı yahut bunlarla irtibatı nedeniyle kamu görevinden çıkarılan
kişilerin silah ruhsatlarının iptal edilmesini öngörmektedir.
230. Silah
ruhsatının edinilmesinin belirli şartlara bağlanması, bu şartların ortadan
kalkması ya da silah edinilmesi amacına aykırı durumların (güvenlik vs.)
oluşması hâlinde ruhsatın iptal edilmesi, kamu yararının önemli bir yönü olan
kamu güvenliğinin sağlanması ve bu yöndeki faaliyetlerin kontrol edilmesini
amaçlayan tedbirler kapsamındadır. Dolayısıyla devletin millî güvenliğine karşı
faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara iltisakı yahut
bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilerek kamu görevinden çıkarılan kişilerin
silah ruhsatlarının iptal edilmesi -bu işlemin silahın devri sonucunu doğurduğu
gözetildiğinde- mülkiyet hakkını sınırlamaktadır.
231. Anayasa’da yer
alan ve yukarıda yer verilen üçüncü kural devlete, mülkiyetin kullanımı veya
mülkiyetten yararlanma hakkını kontrol etme ve bu konuda düzenleme yetkisi
vermektedir. Mülkiyetten yoksun bırakmaya göre daha geniş takdir yetkisi veren
düzenleme yetkisinin kullanımında da kanunilik, meşruluk ve ölçülülük
ilkelerinin gereklerinin karşılanması kural olarak aranmaktadır. Buna göre
mülkiyet hakkının düzenlenmesi yetkisi de kamu yararı amacıyla ve kanunla
kullanılmalıdır (Orhan Yüksel, B. No: 2013/604, 10/12/2015, §§ 57, 58).
232. Kişilerin silah ruhsatlarının iptal edilmesinin şartı olarak
öngörülen devletin millî
güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya
gruplarla bağlantıları nedeniyle kamu görevinden çıkarılmalarında kriter olarak
kullanılan iltisak ve irtibat ibarelerinin genel kavram
niteliğinde olduğu, objektif anlamının kapsam ve sınırlarının durum ve şartlara
göre yargı içtihatlarıyla belirlenebileceği (AYM, 14/11/2019 tarihli ve
E.2018/89, K.2019/84; 2018/81, 2021/45, 24/6/2021) dikkate alındığında kuralla
mülkiyet hakkına getirilen sınırlamanın kanuni bir temele dayandığı
açıktır.
233. Kamu
görevinden çıkarılan kişilerin silah ruhsatlarının iptalini öngören kuralın,
millî güvenlik ve kamu düzeninin sağlanması ve korunması suretiyle kamu
yararını hedeflediği bu yönüyle sınırlamanın Anayasa’nın 35. maddesinde
belirtilen sınırlama sebebine uygun olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla kuralın
anayasal anlamda meşru bir amacının bulunduğu açıktır.
234. Kural kapsamında kişilerin
silah ruhsatlarının iptal edilmesinin millî güvenlik aleyhine yürütülen
faaliyetlerin ortadan kaldırılması ve kamu düzeninin sağlanması amacına ulaşma
bakımından elverişli ve gerekli olmadığı söylenemez.
235. Silah ile kamu güvenliği
kavramları arasındaki yakın ilişki dikkate alındığında silah ruhsatı ile ilgili
şartları (edinme ya da iptali) belirlemede kanun koyucunun geniş bir takdir
yetkisi vardır. Esasen devletin bu konudaki yaklaşımı, güvenlik politikalarıyla
ilgili tercihinden kaynaklanmaktadır. Silah edinilmesinde bireysel menfaatlere
karşı toplumsal yarar öncelikli bir konumdadır. Bu da devlete, kamu güvenliğini
tehdit eden bir tehlikeyle karşı karşıya kalındığında geçici ya da sürekli
olarak kişilerin silah ruhsatını iptal etme veya askıya alma gibi tasarruflarda
bulunma imkânı sağlamaktadır.
236. Dolayısıyla,
millî güvenliğe karşı faaliyetlerde bulunduğuna karar verilen yapı oluşum veya gruplarla
bağlantılı oldukları gerekçesiyle kamu görevinden çıkarılan kişilerin silah
ruhsatlarının iptal edilmesini düzenleyen kuralla, millî güvenlik ve kamu
düzeninin sağlanması ve korunması amacına ulaşma bakımından kişilerin mülkiyet
hakkına ölçüsüz bir sınırlama getirildiği söylenemez.
237.
Açıklanan nedenlerle
kural, Anayasa’nın 13. ve 35. maddelerine aykırı değildir. İptal
talebinin reddi gerekir.
Kuralla ilgili 2. ve 118. maddeleri çerçevesinde
ileri sürülen aykırılık iddiaları, Anayasa’nın 13. ve 35. maddeleri
kapsamında ele alındığından anılan hükümler yönünden ayrıca inceleme
yapılmasına gerek görülmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 6. ve 38. maddeleriyle
ilgisi görülmemiştir.
2.
Cümlenin “…bu silahların mülkiyetinin
kamuya geçirilmesine karar verilir ve 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli
Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunun ek 8 inci maddesine
göre ilgili idarelerce işlem tesis edilir.” Bölümü
a. İptal Talebinin Gerekçesi
238. Dava dilekçesinde özetle; dava konusu kural kapsamında
silahların mülkiyetinin kamuya geçirilmesinin müsadere niteliği taşıdığı,
herhangi bir suç konusu olmayan bir silahın yalnızca sahibinin bazı suçlardan
mahkûm olması ya da kamu görevinden çıkarılması nedeniyle mülkiyetinin kamuya
geçirilmesinin meşru bir amacının olamayacağı, meşru bir amacın bulunduğu
varsayılsa dahi böyle bir tedbirin gerekli olmadığı, ruhsatların iptal
edilmesiyle silahların sahiplerinin bu silahlarını belirli bir süre içinde
elden çıkarmakla yükümlü kılınabilecekleri belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2.,
6., 13., 35., 38. ve 118. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
b. Anayasaya Aykırılık Sorunu
239. 3713 sayılı Kanun’un ek 4. maddesinin birinci fıkrasının
birinci cümlesinde, 5237 sayılı Kanun’da yer alan devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin
işleyişine, millî savunmaya, devlet sırlarına karşı işlenen suçlar ile casusluk
suçundan mahkûm olanların yanı sıra devletin millî güvenliğine karşı faaliyette
bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti ve
iltisakı yahut bunlarla irtibatı nedeniyle kamu görevinden çıkarılan ve
ruhsatları iptal edilen kişilerin silahlarının mülkiyetinin kamuya
geçirilmesine karar verileceği ve 6136 sayılı Kanun’un ek 8.
maddesine göre ilgili idarelerce işlem tesis edileceği
öngörülmüştür. Anılan cümlenin “…bu silahların mülkiyetinin
kamuya geçirilmesine karar verilir ve 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli
Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunun ek 8 inci maddesine
göre ilgili idarelerce işlem tesis edilir.” bölümü dava konusu kuralı
oluşturmaktadır.
240. Kuralda
belirli suçlardan mahkûm olanlar ile kamu görevinden çıkarılmaları nedeniyle
taşıma ve bulundurma ruhsatları iptal edilen kişilere ait silahların
mülkiyetinin kamuya geçirilmesine karar verileceği ve silahlar hakkında 6136
sayılı Kanun’un ek 8. maddesine göre işlem tesis edileceği belirtilmiştir.
241. Mülkiyetin
kamuya geçirilmesi idari bir tedbir olarak 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun
16. maddesinde düzenlenmiştir. Söz konusu maddede, kabahatler karşılığında
uygulanacak olan idari yaptırımların, idarî para cezası ve idarî tedbirlerden
ibaret olduğu, mülkiyetin kamuya geçirilmesi ve ilgili kanunlarda yer alan
diğer tedbirlerin ise idari tedbir olduğu belirtilmiştir.
242. Bu itibarla
anılan kanun kapsamında mülkiyetin kamuya geçirilmesi, kabahatin konusunu
oluşturan ya da kabahat niteliğindeki fiillerin işlenmesi nedeniyle ortaya
çıkan eşyaların mülkiyetinin devlet veya kamu kurum ve kuruluşlarına
devredilmesini sağlayan bir yaptırım türüdür.
243. Ayrıca
5237 sayılı Kanun’un 54. maddesinde kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan
veya suçun işlenmesine tahsis edilen ya da suçtan
meydana gelen eşyanın müsaderesine hükmolunacağı, suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanan
eşyanın da kamu güvenliği, kamu sağlığı ve genel ahlak açısından tehlikeli
olması durumunda müsadere edileceği belirtilmiştir. Yine aynı maddede üretimi, bulundurulması,
kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşyanın da müsadereye
konu olacağı hükme bağlanmıştır. Bu itibarla özel mülke konu olan bir eşyanın
devlet ya da kamu kurumlarına devredilmesi sonucu dışında mülkiyetin kamuya
geçirilmesi ile müsadere arasında amaç, konu ve kapsam yönünden farklılıkların
bulunduğu anlaşılmaktadır.
244. Anayasa Mahkemesi birçok kararında, idarenin
bir yargı kararına gerek olmaksızın kanunların açıkça verdiği bir yetkiye dayanarak
idare hukukuna özgü yöntemlerle doğrudan doğruya bir işlem tesis ederek
uyguladığı yaptırımlarla verdiği cezaları idarî yaptırım olarak
nitelendirmiştir (AYM, E. 1996/48, K.1996/41, 23/10/1996). Kuşkusuz idareye
kanunla hürriyeti bağlayıcı cezalar dışında para cezası, disiplin cezası ya da
belirli bir haktan geçici olarak yoksun kılma gibi yaptırımlar uygulama
yetkisinin verilmesinde anayasal bir engel bulunmamaktadır (AYM, E.2000/43,
K.2004/60, 13/5/2004).
245. Kural
kapsamında belirli suçlardan mahkûm olan ve kamu
görevinden çıkarılan kişilerin silah ruhsatlarının iptal edilmesinin bir sonucu
olarak bu kişilere ait silahların mülkiyetinin idarece kamuya
geçirilmesine karar verileceği düzenlenmekle kanun koyucunun kamu düzeni, millî
güvenlik ve kamu güvenliğini sağlama amacı güderek herhangi bir kabahat ya da
suç konusu oluşturmayan silahların da mülkiyetinin devlete devredilmesi
sonucunu doğuran söz konusu yaptırımı ihdas ettiği anlaşılmaktadır. Bu yönüyle
kuralda öngörülen yaptırımın 5326 sayılı Kanun ile diğer mevzuat hükümleri
kapsamı dışında kalan idari bir tedbir niteliğinde olduğu açıktır.
246. Kuralda ayrıca mülkiyeti
kamuya geçirilmesine karar verilen silahların 6136 sayılı Kanun’un ek 8.
maddesi gereğince Cumhurbaşkanlığı, Millî Savunma Bakanlığı, İçişleri
Bakanlığı, Ticaret Bakanlığı teşkilatında çalışan belirli niteliklere haiz
silah taşıma yetkisi bulunan personele, görevlerinde kullanmak üzere bedeli
mukabili zati demirbaş silah olarak satılacağı hükme bağlanmıştır. Kamu görevinden
çıkarılan kişilerin silahlarının mülkiyetinin kamuya geçirilmesine ilişkin
kural ile bunun yöntemini belirleyen söz konusu hüküm arasında doğrudan
bağlantı bulunmaktadır.
247. Maddede
belirtilen suçlardan mahkûm olanlarla kamu görevinden çıkarılan kişilere ait
silahların ruhsatlarının iptal edilerek bunların mülkiyetinin kamuya
geçirilmesi mülkiyet hakkını sınırlamaktadır.
248. Kuralda öngörülen tedbirin kapsam ve sınırlarının
açık ve net olarak düzenlendiği gözetildiğinde kuralla kişilerin mülkiyet
hakkına getirilen sınırlamada kanunilik şartının sağlandığı açıktır.
249. 5237 sayılı Kanun’da yer alan bazı suçlardan mahkûm
olanlarla millî güvenlik ve kamu düzenine aykırı faaliyette bulunan yapı
ve oluşumlarla ilgisi bulunduğu gerekçesiyle kamu görevinden çıkarılan
kişilerin silahlarının ruhsatının iptal edilerek mülkiyetinin devlete
devredilmesinin, kamu düzeni ve millî güvenlik aleyhine ortaya çıkabilecek
birtakım faaliyetlerin önlenmesinde etkili bir araç olduğu söylenebilir.
Dolayısıyla kuralın genel olarak millî güvenlik ve
kamu düzeninin sağlanmasını ve korunmasını hedeflediği, bu yönüyle sınırlamada
kamu yararı amacının bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu açıdan sınırlama meşru bir amaca
dayanmaktadır.
250. Mülkiyet hakkına
getirilen sınırlamanın Anayasa'nın 13. ve 35. maddelerine göre ölçülü
olabilmesi için öncelikle kamu yararı amacını gerçekleştirmeye elverişli olması
gerekir. Madde belirtilen suçlardan mahkûm olanlarla devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunan yapı ve
oluşumlarla bağlantısı olduğu gerekçesiyle kamu görevinden çıkarılan kişilerle ilgili kural kapsamında
öngörülen tedbirin yukarıda belirtilen amaçlara ulaşma bakımından elverişli olmadığı söylenemez.
251. Kuşkusuz kanun koyucunun silahların edinilmesiyle
ilgili şartları tespit ederek bu konuda idari tedbirler öngörmesi mümkündür.
Kanun koyucu bu çerçevede 5326 sayılı Kanun ve diğer mevzuat hükümleri dışında
kamu görevinden çıkarılmanın bir sonucu olarak bu kişilerin silahlarının
mülkiyetinin kamuya geçirilmesine yönelik idari tedbir düzenlemiştir. Söz
konusu idari tedbirin uygulanmasında anılan Kanun’daki gibi eşyanın
mülkiyetinin kamuya geçirilmesi için kabahatin konusunu oluşturması ya da kabahat niteliğindeki
fiillerin işlenmesi nedeniyle ortaya çıkması zorunluluğu aranmamıştır. Kanun
koyucunun bu yönde bir tercihte bulunması takdir yetkisi kapsamında
değerlendirilebilir. Ancak mülkiyet hakkı sınırlandırılırken ilgili kamu
yararı amacını gerçekleştirmeye en uygun aracın seçilmesi gerekmektedir. Başka
bir ifadeyle kuralın gerekliliği, meşru amacı gerçekleştirmede mülkiyet
hakkına daha az sınırlama oluşturabilecek başka araçlara başvurulması imkânının
bulunup bulunmadığıyla belirlenebilecektir.
252. Mülkiyet hakkına sınırlama getiren araçlardan
hangisinin seçileceği öncelikli olarak kanun koyucunun takdirindedir. Ancak bu
yetki sınırsız değildir. Tercih edilen aracın temel hakka yönelik sınırlamayı
ulaşılmak istenen amaca nazaran bariz bir biçimde ağırlaştırması durumunda
Anayasa Mahkemesince sınırlamanın gerekli olmadığı sonucuna ulaşılabilir. Ancak
bu konudaki denetim, seçilen aracın isabetli olup olmadığından ziyade hak ve
özgürlükler üzerinde oluşturduğu etkinin ağırlığına ilişkindir (Hanife Ensaroğlu, B. No: 2014/14195, 20/9/2017, § 67).
253. Orantılılık ilkesi gereği kişilerin mülkiyet
hakkının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin
hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge,
kişilerin aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır.
Sınırlamanın orantılılığını değerlendirirken bir taraftan ulaşılmak istenen
meşru amacın önemi, diğer taraftan da sınırlamanın niteliği ve bu kapsamda
kişilere yüklenen külfetin dikkate alınması gerekir (Arif Güven, B. No:
2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60).
254. 1/6/1991
tarihli ve 20888 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Ateşli Silahlar ve Bıçaklar
ile Diğer Aletler Hakkında Yönetmelik’in 16.
maddesinin birinci fıkrasının (j) bendinde, millî güvenliğe tehdit
oluşturan terör örgütlerine aidiyeti, iltisakı veya irtibatı nedeniyle kamu
görevinden çıkarılmak, silah ruhsatı verilmesini engelleyen veya iptalini
gerektiren hâller arasında sayılmıştır.
255. Anılan
Yönetmelik’in 21. maddesinde taşıma veya bulundurma ruhsatlı silaha sahip
olanların, ruhsatlarında nitelikleri yazılı silahlarını yönetmelik hükümlerine
göre silah taşıma veya bulundurma ruhsatı verilebilecek olan kişilere satış
veya hibe yoluyla devredebileceği belirtilmiştir.
256.
Yönetmelik’in 17. maddesinde de taşıma veya bulundurma ruhsatı verilen
kişilerden sonradan silah taşıma ve bulundurma şartlarını kaybedenlerin, yeni
ruhsat taleplerinin kabul edilmeyeceği gibi mevcut silah ruhsatları iptal
edilerek, silahların zapt edileceği, bu silahların, zapt edildiği
tarihten itibaren altı ay içinde silah sahibinin isteği dikkate alınarak, silah
satın almaya hak kazanmış kişilere devrinin (satış veya hibe yoluyla)
sağlanacağı, bu süre içinde devri sağlanamayan silahlarla ilgili kanunlara göre
işlem yapılmak üzere adli makamlara intikal ettirileceği belirtilmiştir.
257. Bu
itibarlı kişilerin silah ruhsatının iptal edilmesi hâlinde bu silahların
mülkiyeti doğrudan devlete intikal etmemekte silah sahiplerinin iradesi
gözetilerek satış veya hibe yoluyla devrine imkân tanınmaktadır.
258. Dava konusu
kural kapsamında ise belirli suçlardan mahkûm olanlarla devletin millî
güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya
gruplara bağlantısı olduğu gerekçesiyle kamu görevinden çıkarılan ve ruhsatları
iptal edilen kişilerin silahları herhangi bir giderim yolu veya devir imkânı
öngörülmeksizin doğrudan mülkiyetinin kamuya geçirilmesine karar verilmektedir.
Söz konusu silahların herhangi bir suçta (veya kabahatte) kullanılması ya da
suça (kabahate) konu faaliyetler sonucu elde edildiğinin tespit edilmesi
hâlinde bu silahlar hakkında 5237 sayılı Kanun veya diğer mevzuat hükümleri
çerçevesinde giderim yolu öngörülmeksizin müsadere ve benzeri tedbirlerin
uygulanması da mümkündür.
259. Dolayısıyla
herhangi bir suçta (ya da kabahatte) kullanıldığı ya da suça (kabahate) ilişkin
faaliyetten elde edildiği veya bizatihi suç konusu oluşturduğu tespit
edilmediği hâlde kişilerin mülkiyetinde bulunan silahların, kamu görevinden
çıkarılmalarına bağlı olarak üçüncü kişilere devir imkânı tanınmaksızın
ya da herhangi bir tazminat yolu öngörülmeksizin doğrudan devlete
devredilmesini öngören kuralın millî güvenlik ve kamu
düzeninin korunması amaçlarına ulaşma bakımından gerekli olduğu
söylenemez. Dolayısıyla kural kişilere aşırı bir
külfet yükleyerek mülkiyet hakkına ölçüsüz bir sınırlama getirmektedir.
260. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 13. ve
35. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 2. ve 118. maddelerine
de aykırı olduğu ileri sürülmüş ise de kuralın Anayasa’nın 13. ve 35.
maddeleri kapsamında iptal edilmesi nedeniyle Anayasa’nın 2. ve 118.
maddeleri yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 6. ve 38. maddeleriyle
ilgisi görülmemiştir.
H.
Kanun’un 13. Maddesiyle 3713 sayılı Kanun’a Eklenen Geçici 19. Madde ile 7333
Sayılı Kanun’un 11. Maddesiyle Geçici 19. Maddede Yer Alan “…üç yıl…”
İbaresinin “…dört yıl…” Şeklinde Değiştirilmesinin İncelenmesi
1. Maddede
Yer Alan “…üç yıl…” İbaresi
261. 3713
sayılı Kanun’un geçici 19. maddesinde yer alan dava konusu ibare 7333 sayılı Kanun’un 11. maddesiyle “…dört yıl…”
olarak değiştirilmiştir.
262.
Açıklanan nedenle konusu kalmayan ibareye ilişkin iptal talebi hakkında karar
verilmesine yer olmadığına karar vermek gerekir.
2. Maddenin
Kalan Kısmı ile Maddede Yer Alan “…üç yıl…” İbaresinin “…dört yıl…”
Şeklinde Değiştirilmesi
a. (a)
Bendi
i. İptal
Talebinin Gerekçesi
263. Dava
dilekçelerinde özetle, dava konusu kuralla gözaltı sürelerinin uzatılmasının
şüphelilere kötü muamelede bulunma ihtimalini artıracağı, gözaltı süresinin
uzatılması ile tutuklamada incelenecek hususların birbirinden farklı olduğu,
kural kapsamında gözaltı süresinin hâkim tarafından uzatılmasının Anayasa’nın
19. maddesindeki hâkim önüne çıkarılma güvencesini karşılamaktan uzak olduğu,
ayrıca bu tür kararlara karşı yapılacak itirazların yine sulh ceza hâkimleri
tarafından inceleneceği bunun da sorunlara yol açacağı, kuralda yakalama
emri üzerine yakalanan kişi hakkında da gözaltı hükümlerinin uygulanmasının
kişilerin Anayasa’ya aykırı bir şekilde uzun süre göz altında kalmaları
sonucunu doğuracağı, OHAL dönemi kurallarının uygulamasının uzatılabilmesinin
yolunun yeniden OHAL ilan edilmesiyle mümkün olduğu, OHAL şartları oluşmadan
söz konusu sürelerin kanun yapılarak uzatılmasının yetki gaspı niteliği
taşıdığı belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2., 6., 13., 17., 19. ve 36.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
ii.
Anayasaya Aykırılık Sorunu
264. Dava
konusu kuralla 3713 sayılı Kanun’un geçici 19. maddesinin
yürürlüğe girdiği 31/7/2018 tarihinden itibaren dört yıl süreyle; 5237 sayılı Kanun’un
İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde
tanımlanan suçlar ile 3713 sayılı Kanun kapsamına giren suçlar veya örgüt
faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar bakımından gözaltı süresinin,
yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre
hariç, yakalama anından itibaren kırk sekiz saati, toplu olarak işlenen
suçlarda dört günü geçemeyeceği, delillerin toplanmasındaki güçlük veya
dosyanın kapsamlı olması nedeniyle gözaltı süresinin, bu sürelerle bağlı kalmak
kaydıyla, en fazla iki defa uzatılabileceği, gözaltı süresinin uzatılmasına
ilişkin kararın, Cumhuriyet savcısının talebi üzerine yakalanan kişi
dinlenilmek suretiyle hâkim tarafından verileceği, yakalama emri üzerine
yakalanan kişi hakkında da bu kural hükümlerinin uygulanacağı öngörülmüştür.
265. Kural,
devletin güvenliğine, anayasal düzene ve işleyişine, milli savunmaya, devlet
sırlarına karşı işlenen suçlar ile casusluk suçu, 3713 sayılı Kanun kapsamına
giren suçlar veya örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar bakımından
gözaltı sürelerini düzenlemektedir. Bu kapsamda 5271 sayılı Kanun’un 91.
maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkralarında düzenlenen gözaltı sürelerinin
uzatılması ve hâkim kararıyla ek gözaltı süresi verilmesi imkânı getirilmektedir.
266. Öte yandan kuralın dördüncü cümlesinde yakalama emri
üzerine yakalanan kişi hakkında da kuralın birinci, ikinci ve üçüncü
cümlelerinin geçerli olacağı belirtilmiştir.
267. Yakalama emri Kanun’un 98. maddesinde düzenlenmiştir.
Anılan maddenin (1) numaralı fıkrasında soruşturma evresinde çağrı üzerine
gelmeyen veya çağrı yapılamayan şüpheli hakkında, Cumhuriyet savcısının talebi
üzerine sulh ceza hâkimi tarafından yakalama emrinin çıkarılabileceği, ayrıca
tutuklama talebinin reddi kararına itiraz hâlinde de itiraz mercii tarafından
yakalama emrinin düzenlenebileceği belirtilmiştir.
268. Maddenin (2) numaralı fıkrasında yakalanmış iken
kolluk görevlisinin elinden kaçan şüpheli veya sanık ya da tutukevi veya ceza
infaz kurumundan kaçan tutuklu veya hükümlüler hakkında Cumhuriyet savcısı ve
kolluk kuvvetleri tarafından düzenlenebilecek yakalama emrine ilişkin hüküm yer
almaktadır. Maddenin (3) numaralı fıkrasında ise kovuşturma evresinde kaçak
sanık hakkında yakalama emrinin re'sen veya Cumhuriyet savcısının talebi
üzerine hâkim veya mahkeme tarafından düzenleneceği belirtilmiştir.
269. Açıklanan hükümler doğrultusunda kuralın dördüncü
cümlesi uyarınca kuralın birinci, ikinci ve üçüncü cümlelerinde düzenlenen
gözaltı hükümlerine yapılan atfın daha önce o suç nedeniyle hakkında gözaltı
tedbiri uygulanmamış kişilere yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Başka bir
ifadeyle kuralın dördüncü cümlesinde yer alan “Yakalama emri üzerine…”
ibaresinden Kanun’un 98. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesine
göre soruşturma evresinde çağrı üzerine gelmeyen veya çağrı yapılamayan şüpheli
hakkında, Cumhuriyet savcısının talebi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından
düzenlenen yakalama emrinin anlaşılması gerekir.
270. Bu çerçevede kuralın dördüncü cümlesi kapsamında
yakalama emri üzerine yakalanan kişinin yakalama yerine en yakın hâkim veya
mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç yakalama anından itibaren kırk
sekiz saat, toplu olarak işlenen suçlarda dört gün içinde yetkili hâkim veya mahkemenin
önüne çıkarılması gerekir. Delillerin toplanmasındaki güçlük veya dosyanın
kapsamlı olması nedeniyle gözaltı süresi belirtilen sürelere bağlı kalmak
koşuluyla en fazla iki defa hâkim tarafından uzatılabilecektir.
271. 5271
sayılı Kanun’un anılan maddesinde düzenlenen gözaltı, yakalanan kişi hakkındaki
ceza soruşturmasının tamamlanması amacıyla kişinin yetkili hâkim önüne
çıkarılmasına veya serbest bırakılmasına kadar kanuni süre içinde özgürlüğünün
geçici olarak kısıtlanmasını öngören bir koruma tedbiridir. Maddenin (2)
numaralı fıkrasına göre gözaltının uygulanabilmesi için bu tedbirin soruşturma
yönünden zorunlu olması ve kişinin bir suçu işlediği şüphesini gösteren somut
delillerin varlığı gerekir.
272. Kural,
belirli suçlar yönünden yürütülen ceza soruşturmasında Cumhuriyet savcısına
kırk sekiz saat, toplu olarak işlenen suçlarda ise dört gün süreyle gözaltı
tedbirini uygulaması, yine belirtilen sürelerle ilgili hâkime iki defayı
aşmamak üzere gözaltı süresini uzatma yetkisi tanımakla kişi özgürlüğü ve
güvenliği hakkına sınırlama getirmektedir.
273.
Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve
güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak belirtildikten sonra ikinci ve
üçüncü fıkralarında şekil ve şartları kanunda gösterilmek kaydıyla kişilerin
özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır.
Dolayısıyla kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının sınırlanması, ancak
Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirtilen durumlardan herhangi birinin varlığı
hâlinde söz konusu olabilir.
274. Kuralda gözaltı
süresinin uzatılmasının usul ve şartlarının açık ve net olarak düzenlendiği
gözetildiğinde kuralla öngörülen sınırlamanın
kanuni bir temele dayandığı açıktır. Gözaltı sürelerini uzatan ve
hâkim kararıyla ek gözaltı süresi verilmesi imkânını tanıyan kuralların
özellikle terör ve örgüt faaliyetleri kapsamında işlenen suçlar bakımından,
bu suçlarla mücadele etmenin zorluğu, şüphelilerin örgüt bağlantılarının
çözülmesinin zaman alması, somut delillere ulaşmadaki sorunlar nedeniyle ceza
soruşturmasının sağlıklı bir şekilde yürütülebilmesi ve böylelikle suçla
etkin mücadele edilerek kişilerin hak ve özgürlükleri ile kamu düzeninin
korunmasına yönelik meşru bir amaca
dayandığı anlaşılmaktadır.
275. Anayasa’nın 19. maddesinin beşinci fıkrasına göre yakalanan veya
tutuklanan kişi, tutulma yerine en yakın mahkemeye gönderilmesi için gerekli
süre hariç en geç kırk sekiz saat ve toplu olarak işlenen suçlarda en çok dört
gün içinde hâkim önüne çıkarılır. Kimse, bu süreler geçtikten sonra hâkim
kararı olmaksızın hürriyetinden yoksun bırakılamaz. Bu süreler OHAL ve savaş
hâllerinde uzatılabilir. Gözaltı süresi kişinin fiili ya da yetkili mercinin
emri üzerine yakalanmasıyla başlar. Gözaltına alınan kişinin belirlenen süreler
sonunda serbest bırakılması ya da sulh ceza hâkimine sevk edilerek sorguya
çekilmesi gerekir.
276. Hâkim kararı olmaksızın Cumhuriyet savcısı veya
yetkili kolluk amiri tarafından gözaltına alınarak özgürlüğünden yoksun
bırakılan kişinin keyfî uygulamalara maruz kalmaması için bir an önce hâkim
önüne çıkarılması gerekmektedir. Bu nedenle gözaltı süreleri
olabildiğince kısa tutulmuş; Anayasa’da ve kanunlarda gözaltı için belirli
sınırlamalar öngörülmüştür.
277. Kural 5237 sayılı Kanun’da yer alan belirli suçlar ile
3713 sayılı Kanun kapsamına giren suçlar veya örgüt
faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar bakımından gözaltı süresini,
yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre
hariç, yakalama anından itibaren kırk sekiz saat, toplu olarak işlenen suçlarda
ise dört gün olarak öngörmek suretiyle 5271 sayılı Kanun’da düzenlenen azami
gözaltı sürelerini uzatmaktadır. Söz konusu sürelerin Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü ve beşinci fıkralarında
belirtilen güvencelere uygun olduğu anlaşılmaktadır. Bu yönüyle kural,
anılan fıkraların sözüne aykırı değildir.
278. Bunun
yanında kural iki defayı aşmamak üzere hâkim kararıyla ek gözaltı süresi
verilmesini hükme bağlamaktadır. Hâkim tarafından ek gözaltı kararının verilebilmesi
için delillerin toplanmasında güçlük veya dosyanın kapsamlı olması, Cumhuriyet
savcısının talebi ve yakalanan kişinin dinlenilmesi şartlarının gerçekleşmesi
gerekmektedir.
279. Anayasa'nın 19. maddesinin beşinci fıkrası,
bir kişinin hâkim kararı olmaksızın gözaltında kalabileceği azami süreyi
düzenlemiş, öngörülen süreler içinde kişinin hâkim önüne çıkarılmasını
zorunlu kılmıştır. Gözaltında bulunan kişinin hâkim önüne çıkarılması,
özgürlükten yoksun bırakılma hâlini esastan inceleyecek ve bu durumu ortadan
kaldıracak nitelikte bağlayıcı karar verme yetkisini haiz, bağımsız ve tarafsız
bir mahkeme denetiminin sağlanması anlamına gelmektedir. Başka bir ifadeyle
gözaltı süreci devam ederken bunun koşullarının bağımsız ve tarafsız mahkeme tarafından
değerlendirilmesi, gerekirse tedbirin sonlandırılması veya süresinin uzatılması
Anayasa’nın 19. maddesinin beşinci fıkrasında geçen kişinin azami
olarak öngörülen süre içinde hâkim önüne çıkarılması zorunluluğunu
karşılamaktadır.
280. Bu açıdan hâkim kararıyla ek gözaltı süresi
verilmesini düzenleyen kural, kişinin azami gözaltı süreleri içinde hâkim önüne
çıkarılmasını düzenleyen Anayasa’nın 19. maddesinin beşinci fıkrasıyla
çelişmemektedir.
281. Öte yandan kanun koyucunun Anayasa’da
öngörülen sınırlar içinde gözaltı sürelerini belirlemede takdir yetkisinin
bulunduğu açıktır. Ancak bu yetki kanun koyucuya süre yönünden öngörülen
sınırlar içinde olsa dahi keyfî uygulamalara neden olabilecek düzenlemeler
yapma yetkisi vermez. Yine Anayasa’nın 19. maddesinin beşinci fıkrasında yer
alan gözaltı süreleri içinde hâkim önüne çıkarılma zorunluluğu, yalnızca
gözaltı tedbirini sonlandırmak üzere -sorguya sevk amacıyla- kişinin hâkim
önüne çıkarılması anlamına gelmese de bu durumda dahi gözaltı tedbirinin
amacını aşacak şekilde uygulanmasına neden olabilecek düzenlemeler kişi
özgürlüğü ve güvenliği hakkına ölçüsüz sınırlama getirebilir. Anayasa’nın
öngördüğü sınırlar içinde belirlenen gözaltı ve ek gözaltı sürelerinin
orantılılığının, tedbirin amacı, uygulama alanı, tedbire karşı öngörülen usule
ilişkin güvenceler dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekir.
282. 15
Temmuz darbe teşebbüsünden sonra ülke genelinde Cumhuriyet başsavcılıklarının
talimatı ile darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle
bağlantılı olmasa bile terör örgütleri ile bağlantılı olduğu değerlendirilen
yüz binlerce kişi hakkında soruşturma başlatılmış, bunların önemli bir kısmı
hakkında gözaltı tedbirine başvurulmuştur. Soruşturma mercileri darbe teşebbüsü
gibi ani ve öngörülmeyen bir durum karşısında bir anda yüz binlerce şüpheli
hakkında soruşturma başlatmak zorunda kalmışlardır. Soruşturmaların ağırlık
merkezini oluşturan Fetullahçı
Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması’nın (PDY) niteliği dikkate
alındığında bu örgütle bağlantısı olduğu değerlendirilen kişilerle ilgili
yapılan soruşturmaların diğer ceza soruşturmalarına göre çok daha zor ve
karmaşık özellik arz ettiği açıktır. Söz konusu zorluklar karşısında
soruşturmaların sağlıklı bir şekilde yürütülmesi için gözaltı sürelerinin
uzatılması ve hâkim kararıyla ek gözaltı süresi alınması yönünde bir ihtiyacın
ortaya çıktığı ileri sürülebilir.
283. Bu
açıdan kuralın etkin ve sağlıklı bir şekilde soruşturma yapılmak suretiyle
kişilerin hak ve özgürlükleri ile kamu düzeninin korunmasına amacına ulaşma
bakımından elverişli ve gerekli olmadığı söylenemez.
284. Bununla birlikte kişi özgürlüğü ve güvenliği
hakkına yönelik sınırlamanın amacına uygun ve orantılı şekilde kullanılmasını
sağlayacak yasal güvencelerin de oluşturulması gerekir. Anayasa’nın 19. maddesinin dördüncü fıkrasında, yakalanan veya
tutuklanan kişilere, yakalama veya tutuklama sebepleri ve haklarındaki
iddiaların herhâlde yazılı ve bunun hemen mümkün olmaması hâlinde sözlü olarak
derhâl, toplu suçlarda ise en geç hâkim huzuruna çıkarılıncaya kadar
bildirileceği belirtilerek isnat olunan suçla ilgili kişilere bilgi verme
yükümlülüğü, altıncı fıkrasında da kişinin yakalandığı veya tutuklandığının
yakınlarına derhâl bildirileceği belirtilmiştir.
285. Nitekim 5271 sayılı Kanun’un 95. maddesinde de şüpheli
veya sanığın yakalandığında, gözaltına alındığında veya gözaltı süresi
uzatıldığında, Cumhuriyet savcısının emriyle bir yakınına veya belirlediği bir
kişiye gecikmeksizin haber verileceği düzenlenmiştir.
286. Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasında ise
her ne sebeple olursa olsun özgürlüğü kısıtlanan kişinin kısa sürede durumu
hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı hâlinde hemen
serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma
hakkına sahip olduğu belirtilerek gözaltına itiraz, anayasal güvence altına
alınmıştır.
287. Bu bağlamda 5271 sayılı Kanun’un 91. maddesinin (5)
numaralı fıkrasında da gözaltına alınmayla ilgili Cumhuriyet savcısının yazılı
emrine karşı, yakalanan kişi, müdafii veya kanuni temsilcisi, eşi ya da birinci
veya ikinci derecede kan hısmına hemen serbest bırakılmayı sağlamak için sulh
ceza hâkimine başvurma hakkı tanınmıştır. Yine anılan Kanun’un 267.
maddesinde hâkim kararları ile kanunun gösterdiği hâllerde mahkeme kararlarına
karşı itiraz yoluna başvurulabileceği belirtilmiştir. Dolayısıyla kural
kapsamında gözaltı süresinin uzatılmasına ilişkin hâkim tarafından verilen
karara karşı da anılan madde gereğince kanun yoluna başvurulabilmesi mümkündür.
Ayrıca hâkim tarafından verilen ek gözaltı kararına karşı Kanun’un 91.
maddesinin (5) numaralı fıkrasının da uygulanmasına engel bir durum olmadığı
gözetildiğinde söz konusu fıkrada belirtilen kişilerin de itiraz yoluna
başvurma imkânlarının olduğu anlaşılmaktadır.
288. Diğer yandan Kanun’un 147. maddesinin (c) bendinde,
yakalanarak gözaltına alınan şüpheliye müdafi seçebilme hakkı getirilmiş ve
şüphelinin müdafi seçecek durumda olmadığı ve bir müdafi yardımından faydalanmak
istediği takdirde baro tarafından müdafi görevlendirilebilmesine imkân
tanınmıştır. Böylece gerek gözaltı kararına gerekse de gözaltı süresinin
uzatılmasına karşı etkili bir başvuru yolu öngörülmüştür.
289. Anılan hükümler birlikte değerlendirildiğinde kuralda
gözaltı tedbirinin hukuka uygunluğunun denetlenmesinde yeterli güvencelere yer
verildiği görülmektedir. Diğer bir ifadeyle kural kapsamında gözaltı ve ek
gözaltı kararlarının amacına uygun bir şekilde uygulanmasını sağlayacak etkili
denetim mekanizmalarının oluşturulduğu anlaşılmaktadır.
290. Kural, özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonraki
süreçte terör örgütleriyle yapılan mücadele kapsamında şüpheliler hakkındaki
soruşturmaların etkin bir şekilde yürütülmesi amacına uygun olarak belirli
suçlara özgü olarak kuralın yer aldığı maddenin yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren dört yıl süreyle uygulanmak üzere ihdas edilmiştir. Kuralda
Anayasa’da azami olarak öngörülen gözaltı süreleriyle uyumlu olarak Cumhuriyet
savcısına tanınan yetki ile darbe girişiminin ardından yoğun bir şekilde devam
eden soruşturmalarda delillerin toplanmasındaki güçlük veya dosyaların kapsamlı
olması hâllerinde gözaltına alınan kişinin dinlenilmesi şartıyla hâkim
tarafından en fazla iki defa ek gözaltı süresinin verilmesi, kuralın geçerli olduğu süre ve bu dönemin koşulları da dikkate
alındığında ceza soruşturmalarının etkin ve sağlıklı bir şekilde yürütülmesi
amacını gerçekleştirme bakımından kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına orantısız
sınırlama getirmemektedir. Bu nedenle, kuralla öngörülen sınırlamanın
ölçülü olmadığı söylenemez.
291. Açıklanan nedenlerle
kural, Anayasa’nın 13. ve 19. maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin
reddi gerekir.
Maddenin (a) bendinin ikinci,
üçüncü ve dördüncü cümleleri yönünden Zühtü
ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin
YILDIRIM, M. Emin KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ ve Kenan YAŞAR bu görüşe katılmamışlardır.
Kuralın Anayasa’nın 2. maddesine de
aykırı olduğu ileri sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların
Anayasa’nın 13. ve 19. maddeleri yönünden yapılan değerlendirmeler
kapsamında ele alınmış olması nedeniyle Anayasa’nın 2. maddesi yönünden ayrıca
bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 6., 17. ve 36. maddeleriyle ilgisi
görülmemiştir.
b. (b)
Bendi
i. İptal Talebinin Gerekçesi
292. Dava
dilekçesinde özetle; dava konusu kuralın soruşturma dosyasına yeni delil
girmeden kişilerin defalarca gözaltına alınmasına imkân tanıdığı, 5271 sayılı
Kanun’un 91. maddesine göre aynı olayla ilgili olarak Cumhuriyet savcısı
tarafından yeniden yakalama yapılarak ifade alınabilmesi için yeni bir delilin
elde edilmesi gerektiği, Anayasa’ya göre bir kişinin hâkim kararı olmadan en
fazla bireysel suçlarda iki, toplu suçlarda dört gün gözaltında tutulabileceği,
kural uyarınca kişinin Cumhuriyet savcısı veya hâkim tarafından serbest
bırakıldıktan sonra tekrar yakalanarak gözaltına alınabileceği, ifade alma
işleminin kolluk tarafından gerçekleştirilmesi hâlinde ise kişilerin emniyet
binalarında gözaltında tutulabileceği, bu durumun işkence ve kötü muamele
ihtimalini artıracağı gibi hak arama özgürlüğünü de ortadan kaldıracağı, ayrıca
OHAL düzenlemesi niteliğinde olan kuralın olağan dönemde uygulanması için kanun
olarak ihdas edilmesinin yetki gaspı niteliği taşıdığı, bu itibarla belirsiz
olan ve meşru bir amaç taşımayan kuralın Anayasa’nın 2., 6., 13., 17., 19. ve
36. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
ii. Anayasaya Aykırılık Sorunu
293. Kural,
3713 sayılı Kanun’un geçici 19. maddesinin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren
dört yıl süreyle geçerli olmak üzere 5237 sayılı Kanun’da yer alan belirli
suçlar ile 3713 sayılı Kanun kapsamına giren suçlar veya örgüt faaliyeti
çerçevesinde işlenen suçlar bakımından yürütülen ceza soruşturmalarında
şüphelinin aynı olaya ilişkin yeniden ifadesinin alınması ihtiyacının ortaya
çıkması durumunda bu işlemin Cumhuriyet savcısının veya onun yazılı emri
üzerine kolluk tarafından yapılabileceğini hükme bağlamaktadır.
294. 5271
sayılı Kanun’un 145. maddesinde ifadesi alınacak
kişinin öncelikle davetiye ile çağrılacağı, davetiyede çağrılma nedeninin
açıkça belirtileceği, gelmediği takdirde zorla getirileceğinin yazılacağı
belirtilmiştir. Anılan Kanun’un 146. maddenin (1) numaralı fıkrasına göre zorla
getirme kararı verilebilmesi için kişi hakkında tutuklama kararı verilmesi veya
yakalama emri düzenlenmesi için yeterli nedenlerin bulunması ya da şüpheli veya
sanığın usulüne uygun bir şekilde çağrıldığı hâlde ifade veya sorguya gelmemesi
gerekmektedir. Dolayısıyla zorla getirme kararının verilebilmesinde davetiyenin
11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine uygun bir şekilde
şüpheli veya sanığa tebliğ edilmesi ve davetiyede çağrılma nedeninin açıkça
belirtilmesi zorunlu birer unsur olarak öngörülmüştür.
295. 5271 sayılı Kanun’un
146. maddesinin (4) numaralı fıkrasında ise zorla getirme kararı ile çağrılan
şüpheli veya sanığın derhâl, imkân bulunmadığında yol süresi hariç en geç yirmi
dört saat içinde çağıran hâkimin, mahkemenin veya Cumhuriyet savcısının önüne
götürüleceği ve sorguya çekileceği yahut ifadesinin alınacağı hükme
bağlanmıştır. Anılan maddenin (5) numaralı fıkrasında da zorla getirme
sürecinin bu tedbirin uygulanması için haklı görülecek bir zamanda başlayacağı
ve hâkim, mahkeme veya Cumhuriyet savcısı tarafından, sorguya çekilmenin veya
ifade almanın sonuna kadar devam edeceği belirtilmiştir.
296. Söz konusu Kanun’un 267. ve devamı maddelerine göre
hâkim tarafından verilen zorla getirme kararlarına karşı itiraz edilebilir.
Ancak Cumhuriyet savcısı tarafından verilen zorla getirme kararına karşı
herhangi bir itiraz yolu düzenlememiştir. Doktrinde zorla getirme kararının
kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına bir müdahale oluşturması nedeniyle yeniden
ifade alma işlemi kapsamında verilecek zorla getirme kararlarına karşı sulh ceza mahkemesine itiraz
yoluna başvurulabileceği ifade edilmiştir.
297. Anılan hükümler dikkate alındığında kural kapsamında
Cumhuriyet savcısı veya onun yazılı emri ile kolluk kuvvetleri aynı olay
nedeniyle kişinin yeniden ifadesinin alınması gerektiğinde birden fazla defa
zorla getirme tedbirine başvurabileceklerdir. Dolayısıyla şüphelinin ifadesinin
alınması işlemiyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sınırlama
getirilmektedir.
298. Kuralda şüphelinin yeniden ifadesinin alınması
işleminin kapsam ve sınırlarının açık ve net olarak düzenlendiği gözetildiğinde
kuralla kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına getirilen sınırlamanın kanuni bir temele dayandığı açıktır.
Bunun yanında kuralın özellikle terör ve örgüt faaliyetleri kapsamında işlenen suçlarla mücadele etme
güçlüğü nedeniyle işlemlerin hızlandırılarak ceza soruşturmasının sağlıklı bir
şekilde yürütülebilmesine ve böylece suçla etkin bir şekilde mücadele
edilerek kişilerin hak ve özgürlükleri ile kamu düzeninin korunmasına yönelik
meşru bir amaca dayandığı anlaşılmaktadır.
299. 15
Temmuz darbe teşebbüsünden sonra özellikle terör suçları nedeniyle başlatılan
karmaşık nitelikteki soruşturmaların etkin bir şekilde yürütülmesi için ihtiyaç
ortaya çıktığında şüphelilerin yeniden ifadelerinin alınması ve bu kapsamda
haklarında zorla getirme kararı verilmesi söz konusu olabilir. Bu açıdan
kuralın etkili soruşturma yapılmak suretiyle kişilerin hak ve özgürlükleri ile
kamu düzeninin korunması amacına ulaşma bakımından elverişli ve gerekli
olmadığı söylenemez.
300. Kişi
özgürlüğü ve güvenliği hakkına yönelik sınırlamanın amacına uygun ve orantılı
şekilde kullanılmasını sağlayacak yasal güvencelerin de oluşturulması gerekir.
Kural kapsamında Cumhuriyet savcısının veya onun yazılı emri üzerine kolluk
kuvvetlerinin şüphelinin yeniden ifade alma işlemi ve bu kapsamda Cumhuriyet
Savcısı tarafından verilen zorla getirme kararına karşı 5271 sayılı Kanun
hükümleri çerçevesinde itiraz yoluna başvurulmasına engel bir durum
bulunmamaktadır.
301. Dolayısıyla 5271
sayılı Kanun kapsamında yeniden ifade alma işleminin hukuka uygunluğunun
denetlenmesinin mümkün olduğu bu suretle işlemin amacına uygun bir şekilde
uygulanmasını sağlayacak etkili denetim mekanizmalarının bulunduğu
anlaşılmaktadır.
302. Dava konusu kural özellikle 15 Temmuz darbe
girişiminden sonraki süreçte terör örgütleriyle yapılan mücadele kapsamında şüpheliler
hakkındaki soruşturmaların etkin bir şekilde yürütülmesi amacına uygun olarak
belirli suçlara özgü olarak sınırlı bir süre uygulanmak üzere ihdas edilmiştir.
Kuralda Cumhuriyet savcısına yürütülen soruşturma kapsamında şüphelinin
yeniden ifadesinin alınması ihtiyacı ortaya çıktığında söz konusu işlemi
gerçekleştirmek üzere tanınan yetkiyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına
getirilen sınırlamanın, Kanun’un geçerli olduğu süre
ve dönemin koşulları dikkate alındığında ceza soruşturmalarının etkin ve sağlıklı
bir şekilde yürütülmesi amacını gerçekleştirme bakımından orantısız olduğu
söylenemez.
303. Bunun yanında suçlarla
mücadele edilerek suç işlenmesinin önlenmesi ve kamu düzeni sağlanması amacıyla
ceza soruşturma ve
kovuşturmalarında uygulanacak usule ilişkin hüküm içeren kural kapsamında
yeniden ifade alma işlemine yönelik düzenleme öngörülmesi kanun koyucunun
takdir yetkisi kapsamındadır. Bu nedenle
kamu yararı amacını gözettiği anlaşılan kuralın Anayasa’nın 2. maddesinde
güvence altına alınan hukuk devleti ilkesine aykırı bir yönü de
bulunmamaktadır.
304. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 2., 13. ve
19. maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 6., 17. ve 36. maddeleriyle ilgisi
görülmemiştir.
c. (c) Bendi
i. Anlam ve Kapsam
305. 3713 sayılı Kanun’un geçici 19. maddesinin yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren dört yıl süreyle 5237 sayılı Kanun’da yer alan
belirli suçlar ile 3713 sayılı Kanun kapsamına giren suçlar veya örgüt
faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar bakımından anılan maddenin dava konusu
(c) bendinin (1) numaralı alt bendinde tutukluluğa itiraz ve tahliye
taleplerinin dosya üzerinden karara bağlanabileceği, (2) numaralı alt bendinde
tahliye taleplerinin en geç otuzar günlük sürelerle tutukluluğun incelenmesi
ile birlikte dosya üzerinden karara bağlanabileceği, (3) numaralı alt bendinde
ise 5271 sayılı Kanun’un 108. maddesi uyarınca yapılan tutukluluğun
incelenmesinin en geç otuzar günlük sürelerle dosya üzerinden, doksanar günlük
sürelerle kişi veya müdafi dinlenilmek suretiyle resen yapılacağı
öngörülmüştür.
306. 5271 sayılı Kanun kapsamında,
tutuklamaya, tutuklamanın reddine, tutukluluğun devamına veya kaldırılmasına ya
da şüpheli hakkında adli kontrol uygulanmasına ilişkin kararlara karşı anılan
Kanun’un 267. ve devamı maddelerine göre itiraz yoluna başvurulabilmesi
mümkündür.
307. Kanun’un 268. maddesinde tutuklama veya tutukluluğun
devamına ilişkin karara itiraz edilmesi üzerine kararı veren hâkim veya mahkemenin
itirazı yerinde görmesi hâlinde düzelteceği, aksi durumda en çok üç gün içinde
itirazı incelemeye yetkili olan mercie göndereceği belirtilmiştir.
308. Yine Kanun’un 270. maddesinde itirazı inceleyecek
mercinin, yazı ile cevap verebilmesi için itirazı, Cumhuriyet savcısı ve karşı
tarafa bildirebileceği, mercinin inceleme ve araştırma yapabileceği gibi
gerekli gördüğünde bunların yapılmasını da emredebileceği 101. ve 105. maddeler
uyarınca yapılan itiraz üzerine Cumhuriyet savcısından görüş alınması
durumunda, bu görüşün şüpheli, sanık veya müdafine bildirileceği, şüpheli,
sanık veya müdafin de üç gün içinde beyanlarını dosyaya sunabileceği hükme
bağlanmıştır.
309. Kanun’un 271. maddesinde ise kural olarak itiraz
hakkında duruşma yapılmaksızın karar verileceği, ancak gerekli görüldüğünde
Cumhuriyet savcısının ve sonra müdafi veya vekilin dinlenileceği
belirtilmiştir.
310. Kanun’un 103. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ise
hakkında tutuklama kararı verilmiş olan şüpheli ve müdafinin adli kontrol
altına alınarak serbest bırakılmasını isteyebileceği, 104. maddenin (1)
numaralı fıkrasında da soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında
şüpheli veya sanığın tahliye talebinde bulunabileceği düzenlenmiştir.
311. Kanun’un 105. maddesinde ise 103. ve 104. maddeler uyarınca şüpheli veya sanığın
tahliye talebi üzerine uygulanacak usul düzenlenmiştir. Buna göre tahliye
talebi üzerine, merciince Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafinin
görüşü alındıktan sonra üç gün içinde talebin kabulüne, reddine veya adli
kontrol uygulanmasına karar verilebilecektir. Maddede, örgüt faaliyeti çerçevesinde
işlenen suçlar bakımından bu süre yedi gün olarak düzenlenmiş, duruşma dışında
tahliye talebi değerlendirilirken Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya
müdafinin görüşünün alınmayacağı, bu kapsamda verilen kararlara
267. ve devamı maddeleri gereğince itiraz edilebileceği belirtilmiştir.
312. Dava konusu kuralın (2) numaralı alt bendinde tahliye
taleplerinin en geç otuzar günlük sürelerle inceleneceği belirtilmek suretiyle
5271 sayılı Kanun’un yukarıda anılan maddesinde yer alan sürelerden daha uzun
bir süre öngörülmüştür.
313. Tutukluluk incelemesi ise Kanun’un
108. maddesinde düzenlenmiştir. Anılan maddede, soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en
geç otuzar günlük sürelerle tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği
hususunda, Cumhuriyet savcısının talebi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından
100. madde hükümleri gözönünde bulundurularak, şüpheli veya müdafi dinlenilmek
suretiyle karar verileceği, tutukluluk durumunun incelenmesinin şüpheli
tarafından da istenebileceği, hâkim veya mahkemenin, tutukevinde bulunan
sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya
koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da otuz günlük süre içinde de
resen karar vereceği belirtilmiştir.
314. Anılan
hükümlere göre tahliye taleplerinin Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya
müdafinin görüşü alınarak değerlendirilmesi, tutukluluğa itirazda ise mercinin
gerekirse şüpheli, sanık veya ilgililerin yazı ile beyanlarını alarak dosya
üzerinden ya da duruşmalı olarak itirazı incelemesinin mümkün olduğu anlaşılmaktadır.
ii. İptal Talebinin Gerekçesi
315. Dava dilekçesinde özetle; Anayasa Mahkemesi ve AİHM
içtihatlarına göre tutukluluğa itiraz ve tahliye taleplerinin dosya üzerinden
incelenemeyeceği, kişinin özgürlüğüne yönelik müdahalenin denetlenmesinde
adil yargılanma hakkının güvencelerine uygun davranılması ve bu bağlamda
silahların eşitliği ilkesine uygun bir yargılama yapılması gerektiği, tahliye
taleplerinin otuzar günlük sürelerle tutukluluk incelemesi ile birlikte dosya
üzerinden karara bağlanmasının Anayasa’da güvence altına alınan serbest
bırakılmayı isteme hakkını ortadan kaldırdığı, soruşturma ve kovuşturmanın her
aşamasında kişinin suçsuzluğunu ispat etmek üzere sunduğu bir delilin
incelenmesinin ya da mevcut delillerin hukuka aykırı olduğunun
değerlendirilmesinin otuz gün boyunca ertelenmesinin kişi özgürlüğüne keyfî
müdahalede bulunulması sonucunu doğuracağı, kural nedeniyle kişinin
doksan gün boyunca yüz yüze tutuklamanın haksız olduğunu ileri sürebilme
imkânından yoksun bırakıldığı, ayrıca OHAL düzenlemesi niteliğinde olan kuralın
olağan dönemde uygulanması için kanun olarak ihdas edilmesinin de yetki gaspı
niteliği taşıdığı belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2., 6., 13., 17., 19.
ve 36. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
iii. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
316. Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasında,
özgürlüğü kısıtlanan kişinin kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve
bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı hâlinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak
amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir.
317. Serbest bırakılmak amacıyla yetkili yargı merciine
yapılması gereken başvurudan söz edildiğinden anılan hakkın uygulanması ancak
talep hâlinde söz konusu olabilecektir. Dolayısıyla burada belirtilen bir yargı
merciine başvurma hakkı, suç isnadıyla özgürlüğünden yoksun bırakılan kimseler
bakımından tahliye talebinin yanı sıra tutuklama, tutukluluğun devamı ve
tahliye talebinin reddi kararlarına karşı yapılan itirazların incelenmesi
sırasında da uygulanması gereken bir güvencedir (Aydın
Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, § 328).
318. Dava konusu kuralın (3) numaralı alt bendinde 5271
sayılı Kanun’un 108. maddesinde yer alan resen tutukluluk incelemelerine ilişkin
azami süreler düzenlenmiştir. Anılan maddeye göre tutukluluk incelemesinin
resen yapılması nedeniyle bu incelemeler Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci
fıkrası uyarınca özgürlüğü kısıtlanan kişiye tanınan yargı merciine başvurma
hakkı kapsamında değerlendirilmemektedir (Firas Aslan ve Hebat Aslan, B.
No: 2012/1158, 21/11/2013, § 32; Faik Özgür Erol ve diğerleri, B. No:
2013/6160, 2/12/2015 § 24).
319. Ancak dava konusu kuralın (2) numaralı alt bendi tahliye
taleplerinin (3) numaralı alt bentte yer alan azami süreler içinde tutukluluk
incelemeleriyle birlikte değerlendirilmesine imkân tanımaktadır. Dolayısıyla
tutukluluk incelemelerini düzenleyen (3) numaralı alt bendin de Anayasa'nın 19.
maddesinin sekizinci fıkrası çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.
320. Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasından
kaynaklanan temel güvencelerden biri de tutukluluğa itiraz ve tahliye
taleplerinin hâkim önünde yapılan duruşmalarda etkin olarak incelenmesi hakkıdır.
Nitekim özgürlüğünden yoksun bırakılan kimsenin bu duruma ilişkin
şikâyetlerini, tutuklanmasına dayanak olan delillerin içeriğine veya
nitelendirilmesine yönelik iddialarını, lehine ve aleyhine olan görüş ve
değerlendirmelere karşı beyanlarını hâkim/mahkeme önünde sözlü olarak dile
getirebilme imkânına sahip olması, tutukluluğa itirazını çok daha etkili bir
şekilde yapmasını sağlayacaktır. Bu nedenle kişi, söz konusu haktan düzenli bir
şekilde yararlanarak makul aralıklarla dinlenilmeyi talep edebilmelidir (AYM,
E.2017/21, K.2020/77, 24/12/2020, § 89).
321. Anılan güvencenin bir yansıması olarak 5271 sayılı
Kanun'un 105. maddesinde, şüpheli veya sanığın soruşturma ve kovuşturma
evrelerinde salıverilme talepleri karara bağlanırken duruşmada karar verilecek
ise Cumhuriyet savcısının yanı sıra şüpheli, sanık veya müdafinin görüşlerinin
alınacağı belirtilmiş; aynı Kanun'un 108. maddesinde ise soruşturma evresinde
şüphelinin tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda karar
verilirken şüpheli veya müdafinin dinlenilmesi gerektiği düzenlenmiştir. Öte
yandan Kanun'un 101. maddesinin (5) numaralı fıkrası ile 267. maddesine göre
resen ya da talep üzerine tutukluluk hakkında verilmiş tüm kararlar itiraza
konu olabilmektedir (Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, B. No: 2015/9756, 16/11/2016, § 269).
322. Tutukluluğa ilişkin kararların itiraz incelemesi
bakımından Kanun'un 271. maddesinde itirazın kural olarak duruşma yapılmaksızın
karara bağlanacağı ancak gerekli görüldüğünde Cumhuriyet savcısı ve sonra
müdafi veya vekilin dinlenebileceği hükmüne yer verilmiştir. Buna göre
tutukluluk incelemelerinin ya da tutukluluğa ilişkin itiraz incelemelerinin
duruşma açılarak yapılması hâlinde şüpheli, sanık veya müdafinin dinlenilmesi
gerekmektedir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], § 334).
323. Ancak tutukluluğa ilişkin verilen her kararın
itirazının incelenmesinde veya her tahliye talebinin değerlendirilmesinde
duruşma yapılması ceza yargılaması sistemini işlemez hâle getirebilecektir. Bu
nedenle Anayasa'da öngörülen inceleme usulüne ilişkin güvenceler, duruşma
yapılmayı gerektirecek özel bir durum olmadığı sürece tutukluluğa karşı
yapılacak itirazlar için her durumda duruşma yapılmasını gerektirmez (AYM,
E.2017/21, K.2020/77, 24/12/2020, § 90).
324. Bunun
yanında Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci
fıkrasında özgürlüğü kısıtlanan
kişinin durumu hakkında karar verilmesini talep etmesi hâlinde bu talebin
karara bağlanması için belirli bir süre öngörülmemişse de anılan fıkrada
geçen “kısa sürede” yer alan özgürlüğü kısıtlanan kişinin bu
kısıtlamanın hukukiliğine karşı yaptığı itirazın mümkün olan en kısa sürede
karara bağlanmasını zorunlu kılmaktadır (Ulaş Kaya ve Adnan Ataman, B.
No: 2013/4128, 18/11/2015, § 71-73).
325. Dava konusu kural belirli suçlarda yapılacak
soruşturma ve kovuşturmalarda tutukluluğa itiraz ve tahliye taleplerinin dosya
üzerinden karara bağlanmasını, tahliye taleplerinin en geç otuzar günlük
sürelerle tutukluluğun incelenmesi ile birlikte dosya üzerinden
değerlendirilmesini, tutukluluk incelemelerinin en geç otuzar günlük sürelerle
dosya üzerinden, doksanar günlük sürelerle kişi veya müdafi dinlenilmek
suretiyle resen yapılmasını öngörmek suretiyle kişi özgürlüğü ve güvenliği
hakkına sınırlama getirmektedir.
326. Kuralda tutukluluk incelemesinin usul ve şartları açık
ve net olarak düzenlendiği gözetildiğinde kuralın temel hak ve özgürlüklerin
kanunla sınırlanması gerektiği yönündeki anayasal ilkeye aykırı bir yönünün
bulunmadığı anlaşılmaktadır
327. Anayasa Mahkemesi kararlarında belirtildiği gibi temel
hak ve özgürlüklere yönelik sınırlama nedenleri hakkın doğasından
kaynaklanabileceği gibi Anayasa'nın başka maddelerinde yer alan hak ve
özgürlükler ile devlete yüklenen ödevler de sınırlama nedeni oluşturabilecektir
(AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014; E.2014/177, K.2015/49, 14/5/2015). Bu
bağlamda Anayasa’nın 36. maddesinde güvenceye bağlanan adil yargılanma hakkının
önemli unsurlarından biri de makul sürede yargılanma hakkıdır. Anayasa'nın 141.
maddesinin dördüncü fıkrasında “Davaların en az giderle ve mümkün olan
süratle sonuçlandırılması yargının görevidir” denilmek suretiyle davaların
makul bir süre içinde bitirilmesi gerekliliği açıkça ifade edilmiştir. Bu hak
gereğince devletin davaların makul bir süre içinde bitirilmesi yönünde pozitif
bir yükümlülüğü bulunmaktadır.
328. Tutukluluğa itiraz ve
tahliye taleplerinin hâkim tarafından belli sürelerle değerlendirilmesi
özgürlükten yoksun bırakma kararının kanuna uygun olup olmadığının
incelenmesini temin etmeye yöneliktir. Dava konusu kuralda tutukluluğa itiraz
ve tahliye taleplerinin dosya üzerinden, tahliye taleplerinin tutukluluk
incelemesi ile en geç otuz gün içinde dosya üzerinden, doksanar günlük
sürelerle kişi veya müdafi dinlenilmek suretiyle yapılmasının öngörülmesi,
yargının dava dosyalarının esasına yoğunlaşarak davaların makul süre içinde
bitirilmesinin ve böylece ceza yargılama sisteminin hızlı ve sağlıklı bir
şekilde işlemesinin sağlanmasına yöneliktir. Bu itibarla kuralın anayasal
bağlamda meşru bir amaç taşıdığı söylenebilir.
329. Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı devletin bireylerin
özgürlüğüne keyfî olarak müdahale etmemesini güvence altına alan temel bir
haktır. Kişilerin keyfî olarak özgürlüğünden yoksun bırakılmaması, hukukun
üstünlüğüyle bağlı olan bütün siyasal sistemlerin merkezinde yer alan en önemli
güvenceler arasındadır. Keyfî olarak özgürlükten yoksun bırakılmaya karşı usule
ilişkin güvenceler de bu kapsamda değerlendirilmelidir.
330. Dolayısıyla kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
kapsamında öngörülen güvencelerden olan kişinin tutukluluk durumuyla ilgili
talepleri hakkında kısa sürede karar verilmesini isteme ve tutukluluğa ilişkin
iddia ve savunmaların makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme hakkını
ortadan kaldıran ya da anlamsız kılan düzenlemeler kişi özgürlüğü ve
güvenliğine ölçüsüz sınırlama getirebilir.
331. Temel amacı maddi gerçeği açığa çıkarma olan ceza
muhakemesinin aynı zamanda makul sürede tamamlanması gerekir. Tutukluluğa
ilişkin verilen her kararın ya da her tahliye talebinin değerlendirilmesinin
sık aralıklarla duruşma açılarak yapılması ceza yargılamasının makul sürede
bitirilememesine yol açabileceği gibi sağlıklı şekilde işlemesini de
engelleyebilir. Bu çerçevede, tutukluluğa itiraz ve tahliye taleplerinin dosya
üzerinden karara bağlanmasına, tahliye taleplerinin tutukluluk incelemesi ile
birlikte en geç otuzar günlük sürelerle dosya üzerinden doksanar günlük
sürelerle kişi veya müdafi huzurunda yapılmasına imkân tanıyan kuralın
soruşturma ve yargılamaların makul sürede bitirilmesi amacına ulaşma bakımından
elverişli ve gerekli olmadığı söylenemez.
332. Kuşkusuz 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra
terör suçlarından dolayı başlatılan şüpheli veya sanık sayısının çok olduğu karmaşık
nitelikteki soruşturma ve kovuşturmalar nedeniyle yargı makamlarının ağır iş
yükü altında olduğu bilinmektedir. Soruşturma veya kovuşturma
dosyalarında sürekli tekrarlanan tutukluluğa ilişkin itirazlar nedeniyle
davaların esasının sağlıklı bir şekilde incelenememesi ihtimalinin önüne
geçilmesi ve yargı sürecinin makul sürede sonuçlandırılması amacıyla kanun
koyucunun tutukluluğa itiraz ve tahliye taleplerinin incelenme yöntemi ve
süresiyle ilgili birtakım düzenlemeler öngörmesi doğaldır. Ancak bu düzenlemelerle
kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına getirilen sınırlamanın meşru amaca ulaşma
bakımından ölçülü olması gerekir.
333. Kural, tutukluluğa itirazın dosya üzerinden
değerlendirilmesinde mahkemeleri bağlayıcı herhangi bir süre veya üst sınır öngörmemektedir.
Yetkili merci şüpheli veya sanığı dinleme hususunda takdir yetkisine sahip olsa
da kural, tutukluluğa yönelik itirazların sürekli olarak dosya üzerinden karara
bağlanabilmesine imkân tanımaktadır. Bu itibarla şüpheli veya sanık mahkeme huzurunda
makul aralıklarla dinlenilmek suretiyle tutukluluğa ilişkin itirazlarını dile
getirme imkânından yoksun bırakılabilecektir. Bu yönüyle kuralın, tutukluluk
durumunun şüpheli veya sanığın makul aralıklarla dinlenilerek denetlenmesi
güvencesine aykırı uygulamaların oluşmasına sebebiyet verecek nitelikte olduğu
anlaşılmaktadır.
334. Öte yandan kural, yetkili mercie tahliye taleplerini
en geç doksanar günlük süreler içinde şüpheli, sanık veya müdafiyi dinleyerek incelemesine
imkân tanımaktadır. Bu itibarla şüpheli veya sanık, mahkeme huzurunda
tutuklamaya ilişkin beyan ve delillerini sunmadan doksan gün süreyle
özgürlüğünden yoksun bırakılabilecektir. Şüpheli veya sanığın makul olarak
değerlendirilmeyecek bir süreyle tahliye talebini mahkeme önünde sözlü olarak
dile getirme imkânından yoksun bırakılması Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci
fıkrasında düzenlenen tutukluluğa ilişkin iddia ve savunmaların makul bir
sürede mahkeme önünde dile getirilmesi güvencesiyle bağdaşmamaktadır.
335. Anayasa
Mahkemesi benzer nitelikteki düzenlemelerle ilgili vermiş olduğu kararlarında
da dava konusu kuralın tutukluluk
incelemesinin, tutukluluğa itiraz ve tahliye taleplerinin dosya üzerinden
karara bağlama yetkisinin kullanımı bakımından herhangi bir süre veya üst sınır
öngörmediğini, kural uyarınca hâkimin, olağanüstü hâl devam ettiği sürece
tutukluluk incelemeleri ile tutukluğa itiraz ve tahliye taleplerinin tamamını
dosya üzerinden karara bağlayabileceğini, bu itibarla olağanüstü hâl boyunca
tutukluluklarıyla ilgili olarak şüpheli veya sanığın makul aralıklarla
dinlenilmeyi talep edebilmelerinin mümkün olmadığını, bu durumun olağan dönem
koşullarında kişiye aşırı ve orantısız bir külfet yüklediğini belirterek
kuralın tutukluluğa karşı itirazın hâkim önünde yapılan duruşmalarda etkin
olarak incelenmesi hakkına olağan dönem için Anayasa’da öngörülen sınırlama
koşullarının ve güvence rejiminin ötesinde bir sınırlama getirdiğini
belirtmiştir (AYM,
E.2016/205,K.2019/63, 24/7/2019, § 117; E.2017/21,
K.2020/77, 24/12/2020, § 95).
336. Bunun yanında kural, mahkemelere tahliye taleplerini
resen tutukluluk incelemesi ile birlikte en geç otuzar günlük sürelerle dosya
üzerinden değerlendirmesine imkân tanımaktadır. Bu açıdan yetkili merci şüpheli
veya tutuklunun tahliye talepleri ve bu kapsamda dile getireceği iddialarla
ilgili 5271 sayılı Kanun’un 105. maddesinde öngörülen sürelerden farklı olarak
otuz günlük azami süre içinde dosya üzerinden değerlendirme yapabilecektir.
Kurala göre şüpheli veya sanığın tutuklama şartlarını ortadan kaldıran esaslı
bir delile dayanarak tahliye talebinde bulunması durumunda dahi yetkili merci
tarafından otuz gün süreyle herhangi bir değerlendirme yapılmaması söz konusu
olabilecektir. Kişinin tahliye talebiyle ilgili yetkili mercie tanınan söz
konusu sürenin makul sınırlar içinde olduğu söylenemez. Dolayısıyla kural,
Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasında düzenlenen kişinin tutukluluk
durumu hakkında kısa sürede karar verilmesi güvencesine aykırılık
oluşturmaktadır.
337. Yukarıda yapılan açıklamalara göre kural kapsamında
tutukluluğa ilişkin itirazın, şüpheli veya sanığın dinlenilmesi suretiyle
değerlendirilmesi için azami ve makul bir süre öngörülmeden dosya üzerinden
karara bağlanmasına imkân tanınması, tahliye talebinin değerlendirilmesinde
makul sınırların ötesinde otuz günlük bir sürenin öngörülmesi, şüpheli
veya sanığın tahliye talebi ve bu kapsamda dile getireceği tutukluluk durumuna
ilişkin itirazların doksan gün boyunca duruşmasız olarak incelenmesinin mümkün
kılınması suretiyle kuralla Anayasa’nın 19. maddesindeki güvencelere aykırı
olarak kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına ölçüsüz bir sınırlama
getirilmektedir.
338. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 13. ve 19.
maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
Kural,
Anayasa’nın 13. ve 19. maddelerine aykırı görülerek iptal edildiğinden ayrıca
Anayasa’nın 2., 6., 17. ve 36. maddeleri yönünden incelenmemiştir.
ç. Maddenin Kalan Kısmı ile 7333 Sayılı
Kanun’un 11. Maddesiyle Maddede Yer Alan “…üç yıl…” İbaresinin “…dört yıl…”
Şeklinde Değiştirilmesi
i.
İptal Taleplerinin Gerekçeleri
339. Dava dilekçesinde özetle;
kuralların Kanun’un 13. maddesi ile 3713 sayılı Kanun’a eklenen geçici
19. maddenin (a), (b) ve (c)
fıkralarına yönelik gerekçelerle Anayasa’nın Başlangıç kısmı ile 2., 6., 13.,
17., 19. ve 36. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
ii. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
340. 3713 sayılı Kanun’un geçici 19.
maddesi; anılan maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren dört yıl süreyle 5237 sayılı Kanun’un İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü,
Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar ile 3713 sayılı Kanun
kapsamına giren suçlar veya örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar bakımından gözaltı süresi, gözaltı
süresinin uzatılması, şüphelinin aynı olayla ilgili olarak yeniden ifadesinin
alınma usulü, tutukluluğa itiraz, tahliye talepleri ile tutukluluğun resen
incelenme usulü ve süreleri yönünden farklı düzenlemeler öngörmektedir.
Maddenin “Bu maddenin yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren dört yıl süreyle; 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun
İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde
tanımlanan suçlar ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar
veya örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar bakımından:” şeklindeki kalan kısmı dava konusu
kuralı oluşturmaktadır.
341. Anayasa’nın 2. maddesinde
belirtilen hukuk devleti ilkesi gereği kanunların kamu yararının sağlanması amacına
yönelik olması, genel, objektif, adil kurallar içermesi ve hakkaniyet
ölçütlerine göre ihdas edilmesi gerekir. Kanun koyucunun bu yöndeki takdir
yetkisini anayasal sınırlar içinde adalet, hakkaniyet ve kamu yararı
ölçütlerini gözeterek kullanması zorunludur.
342.
Kurallar, maddenin bentlerinde 5271 sayılı Kanun’dan
farklı olarak öngörülen düzenlemelerin belirli suçlar bakımından ve dört yıl
süreyle uygulanmasını hükme bağlamaktadır.
343. Kurallara konu suçların
ağırlıkları, tehlikelilikleri ve nitelikleri gözetildiğinde kuralların söz
konusu suçlarla etkin bir şekilde mücadele edilmesini ve bu suretle kamu
güvenliği ve düzeninin sağlanması amacıyla öngörüldükleri anlaşılmaktadır. Bu
itibarla kanun koyucunun takdir yetkisi kapsamında ceza soruşturması ve kovuşturmalarında uygulanacak usule
ilişkin düzenlemeler içeren kurallarla kamu yararı dışında bir amacın gözetildiği söylenemez.
344. Açıklanan nedenlerle kurallar,
Anayasa’nın 2. maddesine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Kuralların Anayasa’nın 6., 13., 17., 19.
ve 36. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
I. Kanun’un 16. Maddesiyle 5271 sayılı Kanun’un 134. Maddesinin (1)
Numaralı Fıkrasının Birinci Cümlesinin “…Cumhuriyet
savcısının istemi üzerine…” İbaresinin “…hâkim
veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısı tarafından…”
Şeklinde Değiştirilmesinde Yer Alan
“…veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısı…” İbaresinin, (1) Numaralı Fıkraya Eklenen İkinci, Üçüncü
ve Dördüncü Cümleler ile (2) Numaralı Fıkranın Birinci Cümlesine Eklenen “…ya
da işlemin uzun sürecek olması…” İbaresinin İncelenmesi
1. (1) Numaralı Fıkranın
Birinci Cümlesinin “…Cumhuriyet savcısının
istemi üzerine…” İbaresinin “…hâkim
veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısı tarafından…”
Şeklinde Değiştirilmesinde Yer Alan “…veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet
savcısı…” İbaresi ile
Anılan Fıkraya Eklenen İkinci, Üçüncü ve
Dördüncü Cümleler
a. İptal Talebinin Gerekçesi
345. Dava dilekçesinde özetle; temel hak
ve özgürlüklerin korunması açısından bilgisayar araması ve kopyalamasının
mutlaka hâkim kararıyla yapılmasının gerektiği, gecikmesinde sakınca
bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının kararıyla söz konusu tedbirlere başvurulmasının
özel hayatın gizliliği ve kişisel verilerin korunması haklarına ölçüsüz
müdahale oluşturacağı, Cumhuriyet savcısı kararının hâkim onayına sunulmasının
da sonucu değiştirmeyeceği belirtilerek kuralların Anayasa’nın 20., 26., 27.,
28., 35. ve 48. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
b. Anayasaya Aykırılık
Sorunu
346. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi
uyarınca kurallar ilgileri nedeniyle Anayasa’nın 13. maddesi yönünden de
incelenmiştir.
347. 5271 sayılı Kanun’un 134. maddesi
bilgisayar ve bilgisayar programları ile kütüklerinde arama, kopyalama ve
elkoymaya ilişkin usul ve esasları düzenlemektedir. Anılan maddenin birinci
fıkrasının birinci cümlesinde bir suç
dolayısıyla yapılan soruşturmada, somut delillere dayanan kuvvetli şüphe
sebeplerinin varlığı ve başka surette delil elde etme imkânının bulunmaması
hâlinde, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet
savcısı tarafından şüphelinin kullandığı bilgisayar ve bilgisayar programları
ile bilgisayar kütüklerinde arama yapılmasına, bilgisayar kayıtlarından kopya
çıkarılmasına, bu kayıtların çözülerek metin hâline getirilmesine karar
verileceği belirtilmiş olup söz konusu cümlede yer alan “…veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde
Cumhuriyet savcısı…” ibaresi dava
konusu kurallardan birini oluşturmaktadır.
348. Anılan fıkranın dava konusu; ikinci cümlesinde
Cumhuriyet savcısı tarafından verilen kararların yirmi dört saat içinde hâkim
onayına sunulacağı, üçüncü cümlesinde hâkimin kararını en geç yirmi dört saat
içinde vereceği, dördüncü cümlesinde ise sürenin dolması veya hâkim tarafından
aksine karar verilmesi hâlinde çıkarılan kopyaların ve çözümü yapılan
metinlerin derhâl imha edileceği hükme bağlanmıştır.
349. Arama, suçu önlemek amacıyla suç işlenmeden önce
veya suç işlendikten sonra delillerin elde edilmesi ve/veya sanığın veya
şüphelinin yakalanabilmesi için bireylerin bazı temel haklarının sınırlanmasına
sebep olacak şekilde yürütülen bir koruma tedbiridir (AYM, E.2005/43,
K.2008/143, 18/9/2008). Bilgisayarlar üzerinde arama ise arama tedbirinin bir
türü olarak 5271 sayılı Kanun’un 134. maddesinde düzenlenmiştir.
350 Anılan maddeye göre bilgisayarlarda
arama yapılabilmesi için somut
delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka surette delil
elde etme imkânının bulunmaması gerekir.
351. Maddede aramanın usulü de
düzenlenmiştir. Buna göre öncelikle hâkim, gecikmesinde sakınca bulunan
hâllerde ise Cumhuriyet savcısı kararı gerekmektedir. Söz konusu şartların
gerçekleşmesiyle birlikte şüphelinin kullandığı bilgisayar, bilgisayar
programları ve kütüklerinde arama yapılarak elde edilecek bilgilerin kopyasının
çıkarılması ve bunların metin hâline getirilmesi mümkündür.
352. Arama
tedbiri özel olarak Anayasa’nın 20. maddesinin ikinci fıkrasında kişilerin özel
hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkı kapsamında güvence altına alınmış
olmakla birlikte bilgisayarlar üzerinde yapılan aramalarda elde edilen
bilgilerin kişisel veri niteliğinde olması da mümkündür.
353. Kuralların kişisel verilerin
korunmasını isteme hakkı kapsamında değerlendirilebilmesi için müdahaleye konu
bilgilerin anayasal anlamda korunması gerekli bir kişisel verinin olup
olmadığının tespit edilmesi gerekir. Anayasa hükmünün lafzı, konuya ilişkin
uluslararası belgeler ve karşılaştırmalı hukuk dikkate alındığında, belirli
veya belirlenebilir bir gerçek veya tüzel kişi hakkındaki her türlü bilgi
kişisel veri olarak değerlendirilebilir. Ancak bunun davanın kendine özgü
koşulları dikkate alınarak otonom olarak tespit edilmesi gerekir.
354. Kurallar kapsamında Cumhuriyet savcısı tarafından aramaya konu şüphelinin kullandığı bilgisayar ve bilgisayar programları
ile bilgisayar kütüklerinde yer alan dijital bilgi ve materyallerin her türlü
kişisel veriyi barındırması söz konusu olabilir.
355. Kişisel
verilerin korunmasını isteme hakkı genel çerçeve bir hak niteliğinde olan
kişilerin özel hayatının korunmasını isteme hakkının özel bir görünümünü
oluşturmakta bireyin hak ve özgürlüklerini kişisel verilere yönelik müdahalelere
karşı korumayı amaçlamaktadır. Bu bağlamda kişisel verilerin korunmasını isteme
hakkı sadece işleme şeklindeki sınırlama ya da müdahalelere karşı değil,
kişisel verilere yönelik her türlü müdahale ve sınırlamalara karşı güvence
sağlamaktadır (E.Ü. [GK], B. No: 2016/13010, 17/9/2020, § 63; Bestami
Eroğlu [GK], B. No: 2018/23077, 17/9/2020, §101).
356. Kurallar
yirmi dört saat içinde hâkim onayına sunulmak kaydıyla gecikmesinde
sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısı tarafından şüphelinin kullandığı bilgisayar ve bilgisayar programları
ile bilgisayar kütüklerinde arama yapılmasına imkân tanıyarak kişilerin özel
hayatı kapsamındaki eşyalara ve kişisel veri niteliğindeki bilgi ve belgelere
hâkim kararı olmaksızın müdahale edilmesinin yolunu açmaktadır. Bu nedenle
kurallar kişilerin özel hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkı ile kişisel
verilerin korunması hakkına sınırlama getirmektedir.
357. Kuralda arama işleminin kapsam ve sınırlarının açık
ve net olarak düzenlendiği gözetildiğinde kurallarla kişilerin özel hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkı ile
kişisel verilerin korunması hakkına getirilen
sınırlamanın kanuni bir temele dayandığı açıktır.
358. Öte
yandan gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının kararıyla
bilgisayarlar üzerinde arama yapılmasına imkân tanınmasının, ceza soruşturması
kapsamında delillerin bir an evvel elde edilerek suçla etkin bir şekilde
mücadele edilebilmesine ve bu suretle kamu düzeni sağlanmasına katkıda
bulunacağı açıktır. Bu nedenle kuralların anayasal anlamda meşru bir amaç
taşıdığı anlaşılmaktadır.
359. Kurallar
kapsamında gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısı tarafından
kişilerin bilgisayarları üzerinde arama yapılması için verilen kararın yirmi
dört saat içinde hâkim onayına sunulması, hâkimin de en geç yirmi dört saat
içinde kararını vermesi, sürenin dolması veya hâkim tarafından aksi yönde karar
verilmesi durumunda ise çıkarılan kopyaların ve çözümü yapılan metinlerin
derhâl imha edilmesi öngörülmek suretiyle kişilerin özel hayata saygı
gösterilmesi hakkına getirilen sınırlamanın Anayasa’nın 20. maddesinin ikinci
fıkrasındaki güvencelere uygun olduğu anlaşılmaktadır.
360. Diğer yandan delillerin bir an önce elde edilerek
suçla etkin bir şekilde mücadele edilebilmesini ve bu suretle kamu düzeni
sağlanmasını amaçlayan kurallarla, başka suretle
delil elde etme imkânının bulunmadığı hâllerde şüphelinin
kullandığı bilgisayar ve bilgisayar programları ile bilgisayar kütüklerinde
arama yapılması, kopya çıkarılması, bu kayıtların çözülerek metin hâline
getirilmesinin demokratik bir toplumda zorunlu bir
toplumsal ihtiyacı karşılamaya yönelik olmadığı söylenemez.
361. Ceza soruşturması kapsamında suça ilişkin bir delilin
elde edilmesi için hızlı hareket edilmesinin gerekli olduğu durumlarda hâkim
onayına sunulmak şartıyla Cumhuriyet savcısının kararı doğrultusunda koruma
tedbirine başvurulması, soruşturma ve yargılamaların süratli bir şekilde
sonuçlandırılması amacına hizmet etmektedir. Temel hedefi maddi gerçeği açığa
çıkarmak olan ceza muhakemesinin kısa sürede sağlıklı bir şekilde
sonuçlandırılması, suç ve suçlularla etkin mücadele edilerek suç işlenmesinin
önlenmesi ve kamu düzeninin sağlanması amaçlarına ulaşmada önemli bir katkıya
sahiptir. Dolayısıyla gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet
savcısının kararı doğrultusunda bilgisayarlar üzerinde arama yapılmasına imkân
tanıyan kuralların söz konusu meşru amaca ulaşma bakımından elverişli ve
gerekli olmadığı söylenemez.
362. Kuşkusuz hukuka uygun şekilde elde edilen delillerle
maddi gerçeğin ortaya çıkarıldığı yargılama süreçlerinin tesis edilmesi, ceza
adaleti sisteminin sağlıklı işleyebilmesinin ön koşullarından birisidir. Kanun
koyucunun yürütülen bir ceza soruşturmasında delil elde etme yöntemlerini
belirlemede takdir yetkisi bulunmaktadır. Ceza yargılamasında hükme esas alınan
bir delilin hâkim kararına bağlı olarak elde edilmesi ya da delil elde etme
sürecinde hâkim güvencesinin sağlanması oldukça önem taşımaktadır. Bu konuda
yapılacak düzenlemelerde temel hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamanın
ölçülü olabilmesi keyfî uygulamaları önleyecek yeterli güvencelerin
sağlanmasıyla mümkün olabilir.
363. Kurallarda belirli şartların
gerçekleşmesi hâlinde Cumhuriyet savcısının bilgisayar ve bilgisayar
programları ile bilgisayar kütüklerinde arama yapılması için vereceği kararın
geçerliliği hâkim onayı şartına bağlanmış, kararın hâkim tarafından
onaylamaması veya sürenin sona ermesi durumunda elde edilen delillerin imha
edileceği belirtilmiştir. Ayrıca hâkim tarafından verilecek kararlara karşı
ilgililere 5271 sayılı Kanun'un 267. maddesi
uyarınca itiraz yoluna başvurma imkânı tanınarak tedbir kararının hukuka
uygunluğunu etkili bir şekilde denetletme yolu sağlanmıştır. Dolayısıyla kurallarda hâkim kararı dışında bilgisayarlar
üzerinde yapılacak aramalarda keyfi uygulamaları önleyecek yeterli güvencelerin
sağlandığı anlaşılmaktadır.
364. Bu itibarla bir suç dolayısıyla yapılan soruşturmada,
belirli şartların gerçekleşmesi hâlinde hâkim onayına sunulmak şartıyla
gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısına şüphelinin
kullandığı bilgisayar ve bilgisayar programları ile bilgisayar kütüklerinde
arama yapılması, bilgisayar kayıtlarından kopya çıkarılması, bu kayıtların
çözülerek metin hâline getirilmesi yönünde karar verme yetkisi tanıyan
kurallarla kişilerin özel hayatının korunmasını isteme hakkı ile kişisel
verilerin korunması hakkına getirilen sınırlamanın, suç işlenmesinin önlenmesi
ve kamu düzeninin sağlanması amaçları bakımından ölçülü olmadığı söylenemez.
365.
Açıklanan nedenlerle kurallar Anayasa’nın 13. ve 20. maddelerine aykırı
değildir. İptalleri talebinin reddi gerekir.
Kuralların
Anayasa’nın 26., 27., 28., 35. ve 48. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
2. (2) Numaralı Fıkranın Birinci Cümlesine Eklenen “… ya da
işlemin uzun sürecek olması…” İbaresi
a. İptal Talebinin Gerekçesi
366. Dava
dilekçesinde özetle; dava konusu kural kapsamında kopyalamanın uzun süreceği
gerekçesiyle Cumhuriyet savcısına bilgisayar ve benzeri cihazlara elkoyma
yetkisi verilmesinin kişilerin iş ve güncel yaşamlarında olumsuz
sonuçlara yol açacağı, bu yetkinin birçok temel hakkı etkileyeceği, kuralın yer
aldığı fıkrada kopyanın alınmasından sonra bilgisayarların derhâl iade
edileceği belirtilmiş ise de OHAL döneminde el konulan bilgisayar ve cep
telefonlarının uzun süreler boyunca iade edilmediği belirtilerek kuralın Anayasa’nın 20., 26., 27., 28., 35. ve 48. maddelerine
aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
b. Anayasaya Aykırılık Sorunu
367. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural,
ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 13. maddesi yönünden de incelenmiştir.
368. 5271 sayılı Kanun’un 134. maddesinin (2) numaralı fıkrasının
birinci cümlesinde, bilgisayar, bilgisayar programları ve bilgisayar
kütüklerine şifrenin çözülememesinden dolayı girilememesi veya gizlenmiş
bilgilere ulaşılamaması ya da işlemin uzun sürecek olması hâlinde çözümün
yapılabilmesi ve gerekli kopyaların alınabilmesi için bu araç ve gereçlere el
konulabileceği hükme bağlanmıştır. Cümlede yer alan “…ya da işlemin
uzun sürecek olması…” ibaresi dava konusu
kuralı oluşturmaktadır.
369. Bilgisayarlar üzerinde uygulanacak elkoyma tedbiri
anılan Kanun’un 127. ve devamı maddelerinde düzenlenen elkoyma tedbirinin özel
bir türü olarak öngörülmüştür. Kuralın yer aldığı fıkrada bilgisayar,
bilgisayar programları ve bilgisayar kütüklerinde yer alan bilgilere
ulaşılamaması hâlinde söz konusu araç ve gereçlere el konulmasının usul ve
şartları düzenlenmiştir. Buna göre ceza soruşturması kapsamında delil elde
etmek amacıyla üzerinde arama yapılmasına karar verilen bilgisayara şifre
nedeniyle girilmemesi, ya da bilgisayarda yer alan bilgilere ulaşılamaması veya
şifre çözüm işleminin uzun sürecek olması hâlinde elkoyma tedbiri
uygulanabilecektir. Kural uyarınca şifre çözüm işleminin uzun sürmesi
durumu, elkoyma tedbirinin uygulanabileceği bir hâl olarak belirlenmiştir
370. Anılan fıkrada ayrıca elkoyma tedbirini gerektiren
şartların ortadan kalkması hâlinde yani şifrenin çözümünün yapılarak gerekli
kopyaların alınması durumunda el konulan cihazların gecikme olmaksızın
şüpheliye iade edileceği belirtilmiştir.
371. Kanun’un 134. maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkralarında
ise bilgisayarlardan elde edilecek delillerin hukuka uygunluğunu sağlamak üzere
bazı güvencelere yer verilmiştir. Bu güvenceler dijital verilerin bütünlüğü ve
güvenilirliğini sağlamak amacıyla oluşturulmuştur. Bu kapsamda elkoyma işlemi
sırasında, bilgisayar veya bilgisayar kütüklerindeki bütün bilgilerin
yedeklemesinin yapılması, yedeklerden bir kopya çıkarılarak şüpheliye veya
vekiline verilmesi ve bu hususun tutanağa geçirilerek imza altına alınması
gerekmektedir.
372. Kural, suç delili niteliğinde
olduğu değerlendirilen verilerin kopyalanması işleminin uzun sürmesini
bilgisayarlar ve benzeri araç ve gereçlere el konulmasının bir şartı olarak
öngörmek suretiyle kişilerin özel hayatının korunmasını isteme hakkı ile
mülkiyet hakkına sınırlama getirmektedir.
373. Kural kapsamında bilgisayar, bilgisayar
programları ve bilgisayar kütüklerine el konulabilmesinin kapsam ve
sınırlarının açık ve net olarak düzenlendiği gözetildiğinde kuralla getirilen sınırlamanın kanuni bir temele dayandığı anlaşılmaktadır.
374. Öte
yandan kuralın delil niteliğindeki dijital
verilerin sağlıklı bir şekilde elde edilerek soruşturmaların etkin ve verimli
olarak yürütülmesi amacına hizmet ettiği açıktır. Dolayısıyla suçlarla
mücadele edilerek kamu düzeni sağlanması amacıyla bilgisayarlardaki verilerin
kopyalama işleminin uzun sürmesi hâlinde bu cihazlara el konulmasını öngören
kuralın meşru bir amaca dayandığı anlaşılmaktadır. Bu itibarla kural, Anayasa’nın 20. maddesinin ikinci
fıkrasında belirtilen kamu düzeninin sağlanması ve 35. maddesinin ikinci
fıkrasında yer alan kamu yararı amacıyla anılan haklara sınırlama
getirmektedir.
375. Ayrıca delillerin bir an önce elde edilerek
suçla etkin bir şekilde mücadele edilebilmesini ve bu suretle kamu düzeninin
sağlanmasını amaçlayan kuralın demokratik bir
toplumda zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamaya yönelik olmadığı da
söylenemez.
376. Şüpheli
veya sanık sayısına bağlı olarak dijital materyallerin çok olduğu karmaşık nitelikteki
soruşturmalarda el koyma anında bilgisayarlardaki verilerin kopyalanarak
ilgilisine teslim edilmesi mümkün olmayabilir. Dolayısıyla aramanın yapıldığı
yerde kopyalama işleminin uzun sürmesi dijital delillerin olay yerinden
sağlıklı bir şekilde elde edilmesini zorlaştırabilecektir. Bu durumda etkin soruşturma açısından verilerin daha uygun
ortamlarda güvenli bir şekilde elde edilerek depolanması ihtiyacı, elkoyma
tedbirini gerektirebilir. Bu aynı zamanda delillerin daha nitelikli bir şekilde incelenmesini sağlayarak yargısal
hataların önüne geçilmesine katkı sunabilir. Kanun koyucu takdir yetkisi
kapsamında gerekli güvenceleri oluşturmak koşuluyla elkoyma tedbirinin usul ve
şartlarını düzenleyebilir. Esasen elkoyma geçici nitelikte bir tedbir olduğundan
kopyalama işleminin tamamlanması halinde el konulan
cihazların gecikme olmaksızın sahibine iade edilmesi gerekmektedir. Tedbirin bu
niteliği de dikkate alındığında kopyalama işleminin uzun sürmesinin söz konusu
tedbirin uygulanması açısından objektif ve kabul edilebilir bir neden olmadığı
söylenemez.
377.
Dolayısıyla kopyalama işleminin uzun sürmesi nedeniyle bilgisayarlar,
bilgisayar programları ve bilgisayar kütüklerine el konulmasına imkân tanıyan
kuralın meşru amaca ulaşma bakımından elverişli ve gerekli olmadığı söylenemez.
378. Elkoyma tedbirinin ceza muhakemesinde
yerine getirdiği işlev dikkate alındığında temel hak ve özgürlüklere yönelik
sınırlamalarda keyfîliği önleyecek gerekli güvencelerin de sağlanması
zorunludur. Bu bağlamda kuralda öngörülen tedbirin hukuka uygunluğunun
denetlenmesi için etkin denetim mekanizmalarının oluşturulması gerekir.
379. Kuralda yer alan işlemin uzun sürecek olması ölçütünün
her somut olay koşulunda objektif olarak yargı makamlarınca değerlendirilmeye
elverişli nitelikte olduğu da dikkate alındığında söz konusu tedbir kapsamında verilen
kararlara karşı ilgililere 5271 sayılı Kanun'un 267. maddesi uyarınca itiraz
yoluna başvurma imkânı tanınmak suretiyle tedbir kararının hukuka uygunluğunu
etkili bir şekilde denetletme yolunun sağlandığı anlaşılmaktadır.
380. Bunun
yanında Kanun’un 134. maddesinde düzenlenen ve elkoyma tedbirinin hukuka uygun
olarak delil elde etme yöntemi içinde değerlendirilmesini sağlayacak
güvencelerin de ölçülülük incelemesinde dikkate alınması gerekir. Bu kapsamda
anılan maddede, elkoyma işlemi sırasında sistemdeki bütün verilerin
yedeklemesinin yapılarak yedekten çıkarılan kopyanın şüpheliye veya vekiline
verilmesi ve bu hususun tutanağa geçirilerek imza altına alınması zorunluluğu getirilmiştir.
Böylece dijital verilere sonradan müdahale edilme ihtimali ortadan kaldırılarak
delillerin hukuka uygun bir şekilde elde edilmesi ve korunması sağlanacaktır.
Yine kuralın yer aldığı fıkranın ikinci cümlesinde de şifrenin çözümünün
yapılması ve gerekli kopyaların alınması halinde, el konulan cihazların gecikme
olmaksızın iade edileceği belirtilmiştir.
381. Ayrıca
Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (i) ve (j) bentleri uyarınca
elkoyma tedbiri nedeniyle uğranılan maddi ve manevi zararların tazmin edilmesi
için ilgililere dava açma hakkı tanınmıştır.
382. Buna göre bir suç dolayısıyla yapılan soruşturma
kapsamında verilen arama kararı üzerine şüphelinin kullandığı bilgisayar ve
bilgisayar programları ile bilgisayar kütüklerindeki kopyalama işleminin uzun
sürmesi hâlinde bu cihazlara el konulmasına imkân tanıyan kuralla kişilerin
özel hayatının korunmasını isteme hakkı ile mülkiyet hakkına getirilen
sınırlamanın suç işlenmesinin önlenmesi ve kamu düzeninin sağlanması amacı bakımından
ölçülü olmadığı söylenemez.
383. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 13., 20. ve
35. maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 26., 27., 28. ve 48. maddeleriyle
ilgisi görülmemiştir.
İ. Kanun’un 21. Maddesiyle 6749 Sayılı Kanun’un Değiştirilen 4.
Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasına Eklenen Üçüncü Cümlenin İncelenmesi
1. İptal Talebinin Gerekçesi
384. Dava dilekçesinde özetle; dava konusu kuralla OHAL
döneminde kamu görevinden çıkarılan asker kişilerin rütbelerinin mahkeme kararı
aranmaksızın geri alınacağının hükme bağlandığı, rütbenin kişilerin sosyal ve
ekonomik haklarını belirleyen bir statü olduğu, usulüne uygun bir soruşturma
yapılmadan ve savunma hakkı tanınmadan rütbelerinin geri alınmasının kişilerin
sosyal ve ekonomik haklarını doğrudan etkileyeceği, MGK kararına dayalı olarak
söz konusu işlemin yapılmasının yetki gaspı niteliği taşıdığı, kuralın yer
aldığı maddenin (1) numaralı fıkrasında yer alan aidiyet, irtibat ve iltisak
kavramlarının içeriğinin belirsiz ve öngörülemez nitelikte olduğu, ayrıca
kuralın geçmişe yürütülerek kazanılmış hakların ihlal edildiği, bu açıdan
kanunilik ölçütünün karşılanmadığı, mahkeme kararı olmadan kişilere suçlu
muamelesi yapılarak rütbelerinin geri alınmasının masumiyetlerini de zedelediği
belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2., 6., 35., 38. ve 118. maddelerine aykırı
olduğu ileri sürülmüştür.
2. Anayasaya Aykırılık Sorunu
385. 6216
sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural, ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 13. ve
20. maddeleri yönünden de incelenmiştir.
386. Kural,
terör örgütlerine veya MGK’ca devletin millî güvenliğine karşı faaliyette
bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya
iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilerek kamu görevinden
çıkarılan askerî personelin rütbelerinin geri alınacağını hükme bağlamaktadır.
387. 6749
sayılı Kanun’un dava konusu kuralın yer aldığı 4. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının;
- (a)
bendinde, 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel
Kanununa tabi personelin, ilgili Kuvvet Komutanının teklifi, Genelkurmay
Başkanının inhası ve Millî Savunma Bakanının onayı,
- (b) bendinde, 10/3/1983
tarihli ve 2803 sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanununa tabi
personelin Jandarma Genel Komutanının teklifi ve İçişleri Bakanının onayı,
- (c)
bendinde, 9/7/1982 tarihli ve 2692 sayılı Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanununa
tabi personelin Sahil Güvenlik Komutanının teklifi ve İçişleri Bakanının onayı,
- (ç)
bendinde, Millî Savunma Bakanına bağlı personelin Millî Savunma Bakanının
onayı,
- (ğ)
bendinde 18/3/1986 tarihli ve 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanununa tabi personelin,
ilgili Kuvvet Komutanının teklifi ve Millî Savunma Bakanının onayı,
- (h)
bendinde 13/6/2001 tarihli ve 4678 sayılı Türk Silahlı Kuvvetlerinde İstihdam
Edilecek Sözleşmeli Subay ve Astsubaylar Hakkında Kanuna tabi personelin,
ilgili Kuvvet Komutanının teklifi ve Millî Savunma Bakanının onayı,
- (ı) bendinde,
10/3/2011 tarihli ve 6191 sayılı Sözleşmeli Erbaş ve Er Kanununa tabi
personelin, ilgili Kuvvet Komutanının teklifi ve Millî Savunma Bakanının onayı,
ile kamu
görevinden çıkarılacağı öngörülmüştür.
388. Anılan
maddenin (2) numaralı fıkrasının dava konusu üçüncü cümlesinde de (1) numaralı
fıkra uyarınca kamu görevinden çıkarılan asker kişilerin askerî rütbelerinin
mahkeme kararı aranmaksızın karar tarihinden geçerli olmak üzere geri alınacağı
belirtilmiştir.
389. Kural geçmişe yönelik etki ve sonuç doğurarak 6749
sayılı Kanun kapsamında terör örgütlerine veya millî güvenliğe karşı faaliyette
bulunan yapı oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut
bunlarla irtibatı oldukları gerekçesiyle kamu görevinden çıkarılan asker kişilerin
rütbelerinin geri alınması yönünde ilave tedbir öngörmektedir. Kural
bu yönüyle OHAL döneminden sonra yürürlüğe girmek suretiyle 6749 sayılı
Kanun’da düzenlenen olağanüstü hâl tedbirleri kapsamında değişiklik meydana
getirmektedir.
390. Dolayısıyla kuralın
öncelikle olağanüstü hâl düzenlemesi niteliğinde olup olmadığı ve bu bağlamda
anayasallık denetiminde olağan ya da olağanüstü dönemde temel hak ve
özgürlüklerin sınırlanması rejiminin düzenlendiği Anayasa’nın 13. veya 15.
maddelerinden hangisi kapsamında değerlendirileceğinin belirlenmesi gerekir.
391. Anayasa Mahkemesi kararlarında olağanüstü dönemde
temel hak ve özgürlüklere sınırlama getiren bir kuralın Anayasa’nın olağanüstü
dönem için öngördüğü denetim rejimine tabi olabilmesi için temelde iki şart
öngörülmüştür. Kuralın olağanüstü hâlin ilanına sebep olan tehdit veya
tehlikelerin bertaraf edilmesi amacına yönelik olarak ihdas edilmesi ve
olağanüstü hâl süresiyle sınırlı uygulanması gerekmektedir. Bu şartların
gerçekleşmemesi hâlinde inceleme olağan dönemde temel hak ve özgürlüklerin
sınırlanması rejiminin düzenlendiği Anayasa’nın 13. maddesi kapsamında
yapılacaktır (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], §§ 193-195).
392. Dava konusu kuralda asker kişilerle ilgili öngörülen
ilave tedbirin olağanüstü hâlin ilanına sebep olan tehdit veya tehlikelerin
bertaraf edilmesine yönelik olduğu açıktır. Ancak kuralın olağanüstü hâl
süresiyle sınırlı uygulanıp uygulanmadığının ayrıca değerlendirilmesi gerekir.
Kuralda öngörülen tedbirin olağanüstü dönemden sonra yürürlüğe girmek suretiyle
geçmişe etkili olacak şekilde uygulandığı anlaşılmaktadır. Başka bir ifadeyle
kural, olağanüstü hâl dönemi dışında uygulanmak üzere ihdas edilmiş ve geçmişe
etkili olacak şekilde hüküm ve sonuçlarını doğurmuştur. Kuralın yalnızca 6479
sayılı Kanun kapsamında kamu görevinden çıkarılan askerî personel hakkında
sınırlı bir etki meydana getirmesi olağanüstü hâl döneminden sonra uygulanma
özelliğini ortadan kaldırmamaktadır. Bu nedenle kural olağanüstü hâl
dönemini aşan düzenleme niteliğindedir. Bu itibarla kuralın anayasallık
denetiminde Anayasa’nın olağan dönemde temel hak ve özgürlüklerin sınırlanması
rejimini düzenleyen 13. maddesinin dikkate alınması gerekmektedir.
393. Kural kapsamında kişilerin rütbelerinin alınması, sonuçları
itibarıyla onların mesleki kazanımlarına bağlı
olarak itibarları ve sosyal hayatlarında üçüncü kişilerle kuracakları ilişkiler
üzerinde ciddi etkiler oluşturabilir. Bu yönüyle meslek hayatı ve
buna bağlı kazanımları etkileyen bir düzenlemenin sebep unsurunu özel hayata
ilişkin davranışlar oluşturmamakla birlikte söz konusu düzenleme, sonuçları
itibarıyla kişilerin özel hayatını önemli ölçüde etkileyebilir (AYM,
E.2018/159, K.2019/93, 24/12/2019, § 16).
394. Kişilerin özel hayatına saygı
gösterilmesini isteme hakkı, bireyin diğer insanlarla ve dış dünyayla
iletişim kurma hakkını yani sosyalleşme hakkını da kapsar. Bireyin
sosyalleşmesinin temel araçlarından olan iş ya da mesleki faaliyetleri ya da
bunların kazanımlarının, kişinin yaşamına katacağı değer (meslek yaşamında elde
edilen unvana bağlı olan statü vb.) özel hayata saygı hakkı bağlamında oldukça
önemli görülebilir. Ayrıca kişilerin daha önceki mesleki faaliyetleri
kapsamındaki elde ettiği kazanımlarının yok edilmesi, buna bağlı ileriye
yönelik birtakım faaliyetlerde bulunma imkânını da (mesleğine bağlı bir alanda
iş kurma, çalışma vb. gibi) ortadan kaldırabilir. Bu nedenle kuralda öngörülen
tedbirin Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan kişilerin özel
hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkıyla yakından ilgili olduğu ve bu
hakka sınırlama getirdiği açıktır.
395. Temel hak ve özgürlüklerin kanunla düzenlenmesi
zorunluluğunun incelenmesi sırasında gözetilmesi gereken hukuk devleti
ilkesinin ön koşullarından biri kişilerin hukuki güvenliğinin sağlanmasıdır.
Kural olarak hukuk güvenliği kanunların geriye yürütülmemesini zorunlu kılar.
Kanunların geriye yürümezliği olarak adlandırılan bu ilke uyarınca, kanunlar
kamu yararı ve kamu düzeninin gerektirdiği, kazanılmış hakların korunması, mali
haklarda iyileştirme gibi kimi ayrıksı durumlar dışında ilke olarak yürürlük
tarihinden sonraki olay, işlem ve eylemlere uygulanmak üzere çıkarılır. Geçmiş,
yeni çıkarılan bir kanunun etki alanı dışında kalır. Bu nedenle sonradan yürürlüğe
giren kanunların geçmişe ve kesin nitelik kazanmış hukuksal durumlara etkili
olmaması hukukun genel ilkelerindendir (AYM, E.2014/177, K.2015/49,14/5/2015).
396. Kural, geçmişte kamu görevinden çıkarılan kişilerle
ilgili ilave tedbir öngörmek suretiyle geriye yürütülmüş,
tamamlanmış hukuksal durumlar üzerinde doğrudan etki ve sonuç meydana
getirmiştir. Bunun yanında kanunilik
denetiminde kuralların keyfî bir şekilde uygulanmasını önleyecek güvencelerin
sağlanıp sağlanmadığının da dikkate alınması gerekmektedir. Başka bir
ifadeyle kuralın, kişilerin özel hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına
sınırlama getirirken keyfîliğe yol açmayacak gerekli güvenceleri barındırması
zorunludur.
397. Kural, kamu görevinden çıkarılan asker kişilerle
ilgili ilave tedbir öngörmesi nedeniyle anayasallık denetimde asıl tedbir olan
ve 6479 sayılı Kanun’un 4. maddesinde düzenlenen kamu görevinden çıkarma
tedbiri çerçevesinde değerlendirilmelidir.
398. 6479
sayılı Kanun kapsamında devletin farklı
kurumlarında çalışan asker kişiler hakkında terör örgütlerine veya
devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı,
oluşum veya gruplarla iltisaklı yahut irtibatlı oldukları gerekçesiyle tedbir
uygulanmıştır. Bu kişiler, haklarındaki isnatlara cevap verme ve bunlara karşı
delil sunma imkânının tanındığı bir soruşturma çerçevesinde iddia, savunma ve
delillerin tartışılarak ulaşılan sonucun dayandığı maddi ve hukuki temelleri
gösteren gerekçeler açıklanmadan kamu görevinden çıkarılmışlardır. Dolayısıyla
kuralın geçmişe yürütülerek uygulanmasıyla birlikte kamu görevinden çıkarılan
kişilerle ilgili bireyselleştirme yapılmadan rütbelerin alınması
tedbirinin uygulandığı anlaşılmaktadır.
399. Anayasa Mahkemesi 24/6/2021 tarihli ve E.2018/81,
K.2021/45 sayılı kararında, liste usulüyle kamu görevinden
çıkarılan kişilerin rütbelerinin alınmasını öngören kuralla ilgili yaptığı
değerlendirmede, olağan dönem koşullarında haklarında herhangi bir soruşturma
yapılmadan kamu görevinden çıkarılan kişilerin rütbelerinin alınmasının
öngörülmesiyle kişilerin özel hayatının korumasını isteme hakkına getirilen
sınırlamanın kanunilik ölçütünü
karşılamadığı gibi söz konusu sınırlamanın demokratik toplum düzeninin
gereklerine ve ölçülülük ilkesine uygun olmadığı sonucuna ulaşmıştır (§§ 83,
89).
400. Buna göre tedbir öncesi bireyselleştirme sağlanmadan
kamu görevinden çıkarılan asker kişilerin tamamının rütbelerinin geri
alınmasını düzenleyen kuralla kişilerin özel hayatına saygı gösterilmesini isteme
hakkına getirilen sınırlama kanunilik şartını taşımadığı gibi söz konusu
sınırlama demokratik toplum düzeninin gerekleri ve ölçülülük
ilkesiyle de bağdaşmamaktadır.
401. Açıklanan
nedenlerle kural, Anayasa’nın 13. ve 20. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
Kadir ÖZKAYA, Muammer TOPAL, Rıdvan
GÜLEÇ, Recai AKYEL, Basri BAĞCI ve İrfan FİDAN bu görüşe katılmamışlardır.
Kuralın Anayasa’nın 2. maddesine de
aykırı olduğu ileri sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların
Anayasa’nın 13. ve 20. maddeleri yönünden yapılan değerlendirmeler
kapsamında ele alınmış olması nedeniyle Anayasa’nın 2. maddesi yönünden ayrıca
bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
Kural, Anayasa’nın
13. ve 20. maddelerine aykırı görülerek iptal edildiğinden ayrıca Anayasa’nın 6.,
35., 38. ve 118. maddeleri yönünden
incelenmemiştir.
J. Kanun’un 22. Maddesiyle 7075 sayılı Kanun’un 10.
Maddesinin Değiştirilen (1) Numaralı Fıkrasının Üçüncü Cümlesinin, Dördüncü
Cümlesinin “…Ankara, İstanbul, İzmir illeri dışında ve 2006 yılından sonra
kurulan yükseköğretim kurumlarına öncelik verilmek kaydıyla, Yükseköğretim
Kurulu Başkanlığı tarafından kamu görevinden çıkarıldığı yükseköğretim kurumu
haricinde tespit edilecek yükseköğretim kurumlarından birine…” Bölümü ile
Dokuzuncu ve On Üçüncü Cümlelerinin İncelenmesi
1. İptal Talebinin Gerekçesi
402. Dava dilekçesinde özetle;
bilimsel özerklik gereği öğretim elemanlarının sürekli olarak bulundukları
yüksek öğretim kurumlarında görev yapmaları gerektiği hâlde dava konusu kurallar
kapsamında iadesine karar verilen öğretim elemanlarının başka üniversitelere
atanmasının öngörüldüğü, ayrıca bu kişilerin Ankara, İstanbul ve İzmir
illerinde bulunan üniversitelerde istihdam edilmeleri imkânının da
ortadan kaldırıldığı, daha önce büyük ve köklü üniversitelerde çalışan ve
mesleki yeterliliği üst seviyede olan öğretim elemanlarının taşradaki
üniversitelere atanmalarının ciddi bilimsel kayıplara neden olacağı, öte yandan
bu kişilerin büyük üniversitelerin imkânlarından mahrum bırakılmalarının
cezalandırma sonucunu doğuracağı, Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme
Komisyonunun (Komisyon) iade kararıyla kişilerin önceki statülerine iade
edilmeleri gerektiği hâlde kurallarla ihlalin sonuçlarının ortadan
kaldırılmadığı, bunun yanı sıra kişilerin haklı mazereti olup olmadığına
bakılmaksızın on gün içinde göreve başlamadıkları gerekçesiyle mali ve sosyal
haklardan mahrum bırakılmalarının hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmadığı ve bu
hâlin kişilerin mülkiyet hakkına ölçüsüz sınırlama getirdiği, ayrıca kamu
görevinden haksız olarak çıkarıldıkları tespit edilen kişilerin kurallarla
tazminat davası açma haklarının ellerinden alındığı, bu durumun mahkemeye
erişim hakkını ihlal ettiği, devletin, işlemlerinde ilgili kişilerin hangi
kanun yolları ve mercilere başvuracağının ve sürelerinin belirtilmesinin
anayasal bir zorunluluk olduğu, yine Anayasa uyarınca resmi görevliler
tarafından uğratılan zararların devletçe tazmin edilmesi gerektiği ve idarenin
eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun kapatılamayacağı belirtilerek
kuralların Anayasa’nın 2., 17., 20., 35., 36., 40., 70. ve 125. maddelerine
aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2. Anayasaya Aykırılık Sorunu
a. Üçüncü Cümle
403. Dava konusu kural, Anayasa
Mahkemesinin 24/12/2019 tarihli ve E.2018/159, K.2019/93 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve bu karar 24/3/2020
tarihli ve 31078 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır. Bu itibarla
iptaline karar verilen kurala yönelik talebin konusunun kalmadığı
anlaşılmaktadır.
404. Açıklanan nedenlerle konusu kalmayan iptal talebi hakkında karar
verilmesine yer olmadığına karar vermek gerekir.
b. Dördüncü Cümlenin “…Ankara, İstanbul, İzmir illeri
dışında ve 2006 yılından sonra kurulan yükseköğretim kurumlarına öncelik verilmek
kaydıyla, Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı tarafından kamu görevinden
çıkarıldığı yükseköğretim kurumu haricinde tespit edilecek yükseköğretim
kurumlarından birine…” Bölümü
405. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural,
ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 13. maddesi yönünden de incelenmiştir.
406. 7075 sayılı Kanun’un dava konusu kuralın da yer aldığı
10. maddesinin (1) numaralı fıkrasında doğrudan OHAL KHK’sıyla kamu
görevinden çıkarılıp Komisyon tarafından görevine iade edilenler hakkında uygulanacak
usuller düzenlenmiştir.
407. Bu
bağlamda anılan maddenin (1) numaralı fıkrasının dördüncü
cümlesinde, göreve iade edilmesine karar verilerek Yükseköğretim Kurulu
Başkanlığı’na (YÖK) bildirilen üniversite öğretim elemanlarının atama
tekliflerinin; Ankara, İstanbul, İzmir illeri dışında ve 2006 yılından sonra
kurulan yükseköğretim kurumlarına öncelik verilmek kaydıyla, YÖK tarafından
kamu görevinden çıkarıldığı yükseköğretim kurumu haricinde tespit edilecek
yükseköğretim kurumlarından birine önceki kadro unvanlarına uygun olarak on beş
gün içinde yapılacağı belirtilmiştir. Anılan fıkranın dördüncü cümlesinde yer
alan “…Ankara, İstanbul, İzmir illeri
dışında ve 2006 yılından sonra kurulan yükseköğretim kurumlarına öncelik
verilmek kaydıyla, Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı tarafından kamu görevinden
çıkarıldığı yükseköğretim kurumu haricinde tespit edilecek yükseköğretim
kurumlarından birine …” bölümü dava konusu
kuralı oluşturmaktadır.
408. Komisyon 2/1/2017 tarihli ve 685 sayılı Olağanüstü Hal
İşlemleri İnceleme Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile
OHAL kapsamında başka bir işlem tesis edilmeksizin, doğrudan OHAL KHK’sıyla
tesis edilen işlemlere ilişkin başvuruları değerlendirmek ve karara bağlamak
üzere kurulmuştur. Söz konusu KHK 7075 sayılı Kanun’la TBMM tarafından kabul
edilerek kanunlaşmıştır.
409. Anılan Kanun’un 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının
(a) bendinde olağanüstü hâl kapsamında doğrudan OHAL KHK’larıyla tesis edilen
kamu görevinden, meslekten veya görev yapılan teşkilattan çıkarma ya da
ilişiğin kesilmesine ilişkin işlemler hakkındaki başvuruları değerlendirip
karar vermek Komisyonun görevleri arasında sayılmıştır. Kanun’un 9. maddesinde
ise Komisyonun, başvuruları dosya üzerinden değerlendireceği ve inceleme
sonucunda başvurunun reddine veya kabulüne karar verebileceği hüküm altına
alınmıştır.
410. 10. maddenin (1) numaralı fıkrasının birinci
cümlesinde kamu görevinden, meslekten veya görev yapılan teşkilattan çıkarılan
ya da teşkilatla ilişiği kesilenlere ilişkin başvurunun kabulü hâlinde kararın
kadro veya pozisyonunun bulunduğu kuruma, yükseköğretim kurumlarında kamu
görevinden çıkarılan öğretim elemanları için YÖK’e bildirileceği belirtilmiş;
ikinci cümlesinde de kamu görevine iade edilmesine karar verilenlerin eski
kadro veya pozisyonuna atanmasının esas olduğu ifade edilmiştir.
411. Maddenin on birinci ve on ikinci cümlelerinde,
Komisyonca kamu görevine iade edilenler bakımından kamu görevinden
çıkarılmasına ilişkin OHAL KHK hükümlerinin tüm hüküm ve sonuçlarıyla birlikte
ortadan kalkmış sayılacağı, bu kapsamda göreve başlayanlara kamu görevinden
çıkarılma tarihlerini takip eden ay başından göreve başladıkları tarihe kadar
geçen süreye tekabül eden mali ve sosyal haklarının ödeneceği belirtilmiştir.
412. Dava konusu kural doğrudan OHAL KHK’sı ile kamu
görevinden çıkarılan öğretim elemanlarının Komisyon’a yaptıkları itirazların
kabul edilmesi hâlinde YÖK tarafından atamalarının kamu görevinden çıkarılmadan
önce görev yaptıkları yükseköğretim kurumu yerine Ankara, İstanbul, İzmir
illeri dışında ve 2006 yılından sonra kurulan yükseköğretim kurumlarına öncelik
verilmek kaydıyla, YÖK tarafından kamu görevinden çıkarıldığı
yükseköğretim kurumu haricinde tespit edilecek yükseköğretim kurumlarından
birine önceki kadro unvanlarına uygun olarak on beş gün içinde
yapılacağını düzenlemektedir. Kuralın, Kanun’un 10. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının kamu görevine iade edilmesine karar verilenlerin eski kadro veya
pozisyonuna atanmasının esas olacağını düzenleyen ikinci cümlesinin istisnası
olarak öngörüldüğü anlaşılmaktadır.
413. Komisyonca
görevlerine iade edilen öğretim elemanlarının daha önce çalıştıkları
yükseköğretim kurumlarında görev almasını engelleyen kural, kişilerin meslek hayatlarını,
kişisel gelişimlerini, üçüncü kişilerle olan ilişkilerini ve itibarlarını
olumsuz şekilde etkileyebilir. Nitekim kişilerin çalıştığı kuruma bağlı olarak
elde ettiği statüden kaynaklanan kazanımlarının onların sosyal ve iş yaşamına
önemli değerler kattığı açıktır. Bu itibarla kuralın kişilerin özel
hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkıyla yakından ilgili olduğu ve bu
hakka sınırlama getirdiği açıktır.
414. Kuralda Komisyonca göreve iade edilen kişilerin
atanmasına ilişkin usul ve şartların herhangi bir tereddüde yer vermeyecek
şekilde açık ve net olarak belirlendiği gözetildiğinde kuralla öngörülen sınırlamanın kanuni bir temele dayandığı açıktır.
415. Öte yandan kuralın özellikle tedbir sürecinde kamu
görevinden çıkarılan öğretim elemanları ile bu kişiler hakkında yapılan
araştırmalarda görev alan akademik personel arasındaki husumet nedeniyle ortaya
çıkabilecek sorunların önüne geçilmesi, Ankara, İstanbul ve İzmir gibi akademik
personelin yoğun olduğu illerdeki ihtiyaç fazlası öğretim elemanlarının 2006
yılından sonra kurulan yükseköğretim kurumlarında istihdam edilerek bu
üniversitelerin akademik verimliliğinin artırılması ve böylece kamu
hizmetlerinin daha etkin ve sağlıklı bir şekilde yürütülmesi amacına yönelik
olduğu anlaşılmaktadır. Yükseköğretim kurumlarında kamu hizmetinin sağlıklı
yürütülmesi aynı zamanda kamu yararı amacına hizmet etmektedir. Bu itibarla kuralın anayasal anlamda meşru bir amaca
dayandığı anlaşılmaktadır.
416. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra OHAL KHK’ları ile
doğrudan kamu görevinden çıkarılanların
başvurabilecekleri etkili idari ve yargısal denetim mekanizmasının
oluşturulması için 7075 sayılı Kanun kapsamında Komisyon kurulmuştur. Anılan
Kanun’un 1. maddesinde Komisyonun kuruluş amacının, terör örgütlerine veya
devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı,
oluşum veya gruplara aidiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı olduğu
gerekçesiyle başka bir idari işlem tesis edilmeksizin, doğrudan OHAL KHK
hükümleri ile tesis edilen işlemlere karşı
yapılan başvuruları değerlendirmek ve karara bağlamak olduğu belirtilmiştir. Bu
kapsamda Komisyonun temel fonksiyonu kamu görevinden çıkarılan kişilerin
gerçekten millî güvenlik aleyhine faaliyette bulunan örgüt veya oluşumlarla
bağlantılı olup olmadıklarını değerlendirmek ve bu suretle tedbirin
yerindeliğini belirlemektir.
417. Olağanüstü hâl tedbirleri
kapsamında bazı öğretim elemanları terör
örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar
verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti, aidiyeti, iltisakı
veya bunlarla irtibatı oldukları gerekçesiyle kamu görevinden
çıkarılmışlardır. Komisyon, kamu görevinden
çıkarma ve ilave tedbirleri sebep unsuru yönünden değerlendirecek
ve söz konusu tedbire ilişkin koşulların oluşmadığı durumlarda başvurunun
kabulüne karar verecektir. Bu durumda kişilerin
göreve iade kararının verilmesi suretiyle bunların herhangi bir örgüt ya da
yapıyla bağlantılarının bulunmadığı idare tarafından tespit edilmiş olacaktır. Kural, Komisyonca görevlerine iade
edilen üniversite öğretim elemanlarının daha önce görev yaptıkları
yükseköğretim kurumuna atanmasını yasaklamaktadır.
418. Anayasa'nın
130. maddesinin dokuzuncu fıkrasında "Yükseköğretim kurumlarının kuruluş ve organları
ile işleyişleri ve bunların
seçimleri, görev, yetki ve sorumlulukları üniversiteler üzerinde Devletin
gözetim ve denetim hakkını kullanma usulleri, öğretim elemanlarının görevleri,
unvanları, atama, yükselme ve emeklilikleri, öğretim elemanı yetiştirme, üniversitelerin
ve öğretim elemanlarının kamu kuruluşları ve diğer kurumlar ile ilişkileri,
öğretim düzeyleri ve süreleri, yükseköğretime giriş, devam ve alınacak harçlar,
Devletin yapacağı yardımlar ile ilgili ilkeler, disiplin ve ceza işleri, mali
işler, özlük hakları, öğretim elemanlarının uyacakları koşullar,
üniversitelerarası ihtiyaçlara göre öğretim elemanlarının görevlendirilmesi,
öğrenimin ve öğretimin hürriyet ve teminat içinde ve çağdaş bilim ve teknoloji
gereklerine göre yürütülmesi, Yükseköğretim Kuruluna ve üniversitelere Devletin
sağladığı mali kaynakların kullanılması kanunla düzenlenir.” denilmek suretiyle öğretim elemanlarının
atanma ve görevlendirmelerinde hangi usulün benimseneceğine ilişkin açık bir
hükme yer verilmemiş, bu husus kanun koyucunun takdirine bırakılmıştır. Kanun
koyucunun söz konusu yetkiyi Anayasa’nın 130. maddesinde yer alan bilimsel
özerklik ilkelerini gözeterek kullanması gerektiği açıktır.
419. Kural kapsamında Komisyonca terör örgütlerine veya
millî güvenliğe karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği,
mensubiyeti, aidiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatlarının bulunmadığı tespit edilen ya da
bulunduğu tespit edilemeyen öğretim elemanları hakkında göreve iade kararı verilmesine rağmen söz konusu
tedbirin sebep unsurunun ortadan kalkmadığı izlenimini doğuracak şekilde bu
kişilerin daha önce görev yaptıkları yükseköğretim kurumlarına atanmaları
imkânı ortadan kaldırılmaktadır. Kural ayrıca bu kişilerin Ankara, İstanbul, İzmir illerinde bulunan
yükseköğretim kurumlarına atanmalarını da mutlak bir şekilde yasaklayarak daha
önce çalıştıkları yerlerin dışında Ankara, İstanbul, İzmir illerinde bulunan
başka bir yükseköğretim kurumunda da istihdam edilmelerini engellemektedir. Yer
itibarıyla öngörülen bu sınırlamaların yanı sıra kural, atamalarda 2006 yılından
sonra kurulan yükseköğretim kurumlarına öncelik verilmesi şartını getirmek
suretiyle de idarenin atama yetkisini kısıtlamaktadır.
420. Kuralda
kamu görevine iade edilen her bir öğretim elemanı yönünden kamu hizmetinin
gerekleri de gözetilerek bu kişilerin daha önce görev yaptıkları yükseköğretim
kurumunda çalışıp çalışamayacakları hususunda idareye herhangi bir
değerlendirme yetkisi tanınmamıştır. Ayrıca kuralda bu kişilerin kamu görevinden
çıkarılmadan önce görev yaptıkları yerlere atanmalarının kategorik olarak
yasaklanmasını gerektirecek hukuki ve fiilî zorunluluklar da gösterilmemiştir.
Bu nedenle görevine iade edilen öğretim elemanlarının daha önce çalıştıkları
yükseköğretim kurumuna atanmaların mutlak surette yasaklayan kuralın kamu yararının sağlanması amacı bakımından gerekli olduğu
söylenemez.
421. Bunun
yanında kuralda akademik personel açığının karşılanabilmesi amacıyla bu
kişilerin atamalarının Ankara, İstanbul ve İzmir illeri dışında öncelikli
olarak 2006 yılından sonra kurulan yükseköğretim kurumlarına yapılacağı
öngörülmüşse de söz konusu ihtiyacın genel, objektif ve kabul edilebilir
ölçütler belirlenerek tüm öğretim elemanlarını kapsayacak bir sistem
oluşturulmadan yalnızca görevlerine iade edilen öğretim görevlileriyle sınırlı
tutularak karşılanması kamu hizmetinin etkin ve sağlıklı bir biçimde
yürütülmesi amacını gerçekleştirmek bakımından zorunlu bir toplumsal ihtiyaca
da karşılık gelmemektedir.
422. Bu
itibarla terör örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette
bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği,
mensubiyeti, aidiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatları bulunmadığı
tespit edilerek görevlerine iade edilen öğretim elemanlarının önceki görev
yerleri ile Ankara, İstanbul ve İzmir illerinde bulunan yükseköğretim
kurumlarına atanmalarına kategorik yasak getiren ve bu kişilerin
öncelikli olarak 2006 yılından sonra kurulan yükseköğretim kurumlarında
istihdam edilmelerini öngören kuralla kişilerin özel hayata saygı
gösterilmesini isteme hakkına getirilen sınırlamanın demokratik toplum
düzeninin gereklerine uygun ve ölçülü olduğu söylenemez.
423.
Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 13. ve 20. maddelerine aykırıdır.
İptali gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 2. maddesine de
aykırı olduğu ileri sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların
Anayasa’nın 13. ve 20. maddeleri yönünden yapılan değerlendirmeler
kapsamında ele alınmış olması nedeniyle Anayasa’nın 2. maddesi yönünden ayrıca
bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
Kural,
Anayasa’nın 13. ve 20. maddelerine aykırı görülerek iptal edildiğinden ayrıca
Anayasa’nın 17., 35., 36., 40., 70. ve 125. maddeleri
yönünden incelenmemiştir.
c. Dokuzuncu Cümle
i. “…ile
mali hakları…” İbaresi
424. 6216
sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural, ilgisi nedeniyle Anayasa’nın
13. maddesi yönünden de incelenmiştir.
425. Kural
OHAL KHK’sıyla doğrudan kamu görevinden çıkarılıp Komisyon tarafından görevine
iade edilenlerden atama emrinin tebliğ edildiği
tarihi takip eden on gün içinde göreve başlamayanların 7075 sayılı Kanun’un 10.
maddesinden doğan mali haklarının düşeceğini öngörmektedir. Cümlede yer alan “…ile
mali hakları…” ibaresi dava konusu kuralı
oluşturmaktadır.
426. Maddenin (1) numaralı fıkrasının on ikinci
cümlesinde mali hakların kamu görevine iade edilenlerden göreve başlayanlara,
kamu görevinden çıkarılma tarihlerini takip eden ay başından göreve
başladıkları tarihe kadar geçen süreye tekabül eden haklar olduğu belirtilmiştir.
427. Kural, yeniden kamu görevine atanmak
için öngörülen şartların yerine getirilmemesi hâlinde kişilerin kamu görevinden çıkarılma tarihlerini takip eden aybaşından
göreve başladıkları tarihe kadar geçen süreye tekabül eden mali haklarının düşeceğini düzenlemektedir. Bu yönüyle kuralın
mülkiyet hakkıyla ilgisi bulunmaktadır.
428. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet
hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın
mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna
göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına
sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer
verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin
çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, genel olarak mülkiyet
hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten
yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son
fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı
olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol
etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı
maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel
hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma
ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep
Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).
429. OHAL KHK’larıyla doğrudan kamu görevinden, meslekten veya görev yapılan teşkilattan
çıkarılan ya da ilişiği kesilen kişilerin Komisyon tarafından görevine
iade edilmeleri, söz konusu işlemin hukuka aykırı olduğunun idare tarafından
tespit edilmesi anlamına gelmektedir. Esasen kişilerin hukuka aykırı bir
şekilde kamu görevinden çıkarılarak mali ve sosyal haklardan mahrum
edilmeleriyle birlikte mülkiyet hakkına sınırlama getirildiği anlaşılmaktadır.
Kural, mülkiyet hakkına yönelik sınırlamanın sonuçlarının ortadan kaldırılması
aşamasıyla ilgili düzenleme öngörmektedir. Dolayısıyla mülke erişimin engellenmesi biçiminde ortaya çıkan söz konusu sınırlama
nedeniyle kuralın mülkiyetten barışçıl yararlanma hakkına ilişkin genel kural
çerçevesinde incelenmesi gerekmektedir.
430. Bu bağlamda kamu görevinden çıkarmaya
bağlı olarak kişilerin mali haklardan yoksun bırakılmalarının hukuka aykırı
olduğunun tespit edilmesiyle birlikte mülkiyet hakkına yönelik müdahalede
mağduriyetin ne ölçüde giderildiğinin değerlendirilmesi gerekmektedir.
431. Kural, hukuka aykırı olarak kamu
görevinden çıkarılan kişilerin görevden uzaklaştırıldıkları döneme ait mali
hakların ödenmesini atama emrinin tebliğ tarihini takip eden on gün içerisinde
göreve başlanması şartına bağlamıştır.
432. Hukuk devletinde idare, hukuka aykırı
olarak tesis ettiği işlemlerin sebep olduğu ihlalleri giderme yükümlülüğü
altındadır. İdare, eski hâle getirme (restitutio in integrum) ilkesi gereğinde
kişiyi, hukuka aykırı işlem tesis edilmemiş olsaydı kişi hangi durumda olacaksa
ona mümkün olduğunca en yakın konuma getirmekle yükümlüdür. Mülkiyet hakkına
yönelik sınırlama nedeniyle oluşan mağduriyetin tam olarak giderildiğinden söz
edilebilmesi için hukuka aykırı işlem tesis edilmemiş olsaydı kamu görevinden
çıkarılan kişilerin görevden uzaklaştırıldıkları döneme ait mali hakların
tazmin edilmesiyle mümkün olabilecektir (Narin Nihal Parlak, B. No:
2019/16487, 3/3/2022, § 39).
433. Bu itibarla kişilerin iradesi dışında
hukuka aykırı olarak çalıştırılmadıkları döneme ait mali hakların ödenmesinin
göreve başlama şartına bağlanması, mülkiyet hakkına yönelik haksız müdahalenin
giderilmemesi ve bu suretle söz konusu hakka getirilen sınırlamanın devam
etmesi sonucunu ortaya çıkarmaktadır.
434. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın
13. ve 35. maddelerine aykırıdır İptali gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 2.
maddesine de aykırı olduğu ileri sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen
hususların Anayasa’nın 13. ve 35. maddeleri yönünden yapılan
değerlendirmeler kapsamında ele alınmış olması nedeniyle Anayasa’nın 2. maddesi
yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
Kural,
Anayasa’nın 13. ve 35. maddelerine aykırı görülerek iptal edildiğinden ayrıca
Anayasa’nın 17., 20., 36., 40., 70. ve 125. maddeleri
yönünden incelenmemiştir.
ii. Kalan Kısım
435. 6216
sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural, ilgisi nedeniyle Anayasa’nın
13. maddesi yönünden de incelenmiştir.
436. Kural
OHAL KHK’sıyla doğrudan kamu görevinden çıkarılıp Komisyon tarafından görevine
iade edilenlerden atama emrinin tebliğ edildiği
tarihi takip eden on gün içinde göreve başlamayanların 7075 sayılı Kanun’un 10.
maddesinden doğan atanma hakkının düşeceğini öngörmektedir.
437. Kural, kamu görevine iade edilenlerin göreve
başlamalarında atama emrinin tebliğinden itibaren on günlük süre içinde başvurulması şartını öngörmüştür. Kurala göre
ilgililerin belirtilen sürede göreve başlamaması hâlinde anılan maddeden doğan
atanma hakkı ortadan kalkacaktır.
438. Maddenin (1) numaralı fıkrasına göre atanma hakkı; kamu
görevine iade edilmesine karar verilenlerin eski kadro veya pozisyonuna
atanması, atama tekliflerinin on beş gün içinde YÖK tarafından yapılması,
kurumların, bildirim veya atama teklif tarihini takip eden otuz gün içinde
atama işlemlerini tamamlamaları, bu kapsamda yer alan personele ilişkin kadro
ve pozisyonların, atama onaylarının alındığı tarih itibarıyla diğer
kanunlardaki hükümlere bakılmaksızın ve başka bir işleme gerek kalmaksızın
ilgili mevzuat uyarınca ihdas, tahsis ve vize edilmiş sayılması, kamu kurum ve
kuruluşlarının atama ve göreve başlatma işlemlerinin sonucunu, işlemlerin
tamamlanmasını takip eden on beş gün içinde mülga Devlet Personel
Başkanlığına bildirmesi, ilgililerin kamu görevinden çıkarılmasına
ilişkin OHAL KHK hükümlerinin, bu fıkrada belirtilen kişiler bakımından tüm
hüküm ve sonuçlarıyla birlikte ortadan kalkmış sayılması hususlarını
içermektedir.
439. Kural, Komisyonca kamu görevine iade
edilenlerle ilgili olarak yeniden atanma şartlarını ve sonuçlarını
düzenlemektedir. Kural bu yönüyle Anayasa’nın 70. maddesinde düzenlenen kamu
hizmetine girme hakkıyla ilgilidir.
440. Anayasa’nın kamu hizmetine girme hakkını düzenleyen 70. maddesinin
birinci fıkrasında “Her Türk, kamu hizmetlerine girme hakkına sahiptir”
denilmiş, ikinci fıkrasında ise “Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği
niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez” hükmüne yer verilmiştir.
441 Kanun koyucu, bir kamu hizmetinde görevin gerektirdiği
nitelikleri ve şartları belirlemeyi ya da belirlenmiş olanları değiştirmeyi
anayasal ilkeler içinde kalmak kaydıyla görevin ve ülkenin gereklerine ve
zorunluluklarına göre serbestçe takdir edebilir. Bu konularda anayasal ilkelere
aykırı olmamak kaydıyla düzenleme yapmak kanun koyucunun takdirindedir (AYM,
E.2016/133, K.2017/155, 15/11/2017, § 93).
442. Kural kapsamında kamu görevine iade
edilenlerin yeniden atanmaları için on günlük süre şartı belirlenmekte ve bu
süre içinde göreve başlanılmaması hâlinde kişilerin atanma hakkının düşeceğinin
öngörülmesi suretiyle kamu hizmetine girme hakkına sınırlama getirilmektedir.
443. Kuralda yeniden atanma hakkının kapsam ve sınırlarının açık ve
net olarak belirlendiği gözetildiğinde kuralla öngörülen
sınırlamanın kanuni bir temele dayandığı açıktır.
444. Öte yandan kuralın kamu hizmetine girme
bakımından belirli bir süre öngörmek ve buna birtakım sonuçlar bağlamak
suretiyle kamu hizmetinin daha etkin ve sağlıklı bir şekilde yürütülmesi
amacına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Kamu hizmetinin sağlıklı yürütülmesi
aynı zamanda kamu yararına hizmet etmektedir.
Dolayısıyla kuralın anayasal anlamda meşru bir
amaca dayandığı açıktır.
445. Ölçülülük incelemesinde,
haklarında iade kararı verilenlerin yeniden görevlerine atanmalarıyla ilgili
olarak belirli bir süre içinde göreve başlama şartı getirilmesinin öncelikli
olarak değerlendirilmesi gerekir. Kanun koyucu, kişilerin kamu görevine
başlaması, görevin sona ermesi ve görevle ilgili diğer hususlarda belirli
şartlar öngörmesinde anayasal ilkelere bağlı kalmak kaydıyla takdir yetkisine
sahiptir. Dolayısıyla kamu görevinden çıkarıldıktan sonra Komisyon tarafından
görevine iade edilenlerin yeniden atanmaları için öngörülen sürenin söz konusu
takdir yetkisi kapsamında değerlendirilmesi gerekir. Bu itibarla kanun
koyucunun devlet işlerinde belirliliği sağlamak amacıyla hakkında göreve iade
kararı verildiği hâlde kamuda yeniden çalışmak istemeyen kişilerin
bulunabileceğini gözeterek bu yönde bir düzenlemeye başvurması söz konusu
olabilir. Bu tercih hakkı göreve iade edildiği hâlde çalışmak istemeyenlerin
atanmadan doğan söz konusu haktan yoksun bırakılıp bırakılmayacağı hususunu da
içermektedir.
446. Bu kapsamda 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet
Memurları Kanunu’nun 62. maddesinde, ilk defa veya yeniden veyahut yer
değiştirme suretiyle; aynı yerdeki görevlere atananların atama emirlerinin
kendilerine tebliğ gününü, başka yerdeki görevlere atananların, atama
emirlerinin kendilerine tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde o yere
hareket ederek belli yol süresini izleyen iş günü içinde işe başlamak zorunda
oldukları belirtilmiştir.
447. Aynı Kanun’un 63. maddesinin birinci fıkrasında, bir
göreve ilk defa veya yeniden atananlardan belge ile ispatı mümkün zorlayıcı
sebepler olmaksızın 62. maddedeki süre içinde işe başlamayanların atanmalarının
iptal edileceği ve bunların bir yıl süreyle devlet memuru olarak istihdam
edilemeyecekleri, bunların belge ile ispatı mümkün zorlayıcı sebepler nedeniyle
göreve başlamama hâlinin iki ayı aşması durumunda atama işleminin yetkili
makamlarca iptal edileceği hükme bağlanmıştır.
448. Buna göre 657 sayılı Kanun’un memurların göreve
başlamasıyla ilgili usul ve esasları belirleyen hükümleri de dikkate
alındığında, kural kapsamında göreve iade edilenlerin atama emrinin tebliğinden
itibaren on günlük süre içinde işe başlamalarını engelleyen zorlayıcı
sebeplerin varlığını belge ile ispatlamaları hâlinde atanma hakkı sona
ermeyecektir. Başka bir
ifadeyle kuralda öngörülen on günlük süre mutlak anlamda sınırlayıcı bir etkiye
sahip değildir. Kişilerin bu süre içinde göreve başlamalarını engelleyen
durumların varlığının ispat edilmesi hâlinde söz konusu süre şartının
uygulanmayacağı açıktır. Anılan husus
dikkate alındığında kural kapsamında kamu görevine iade edilenlerin yeniden atanmaları için öngörülen
on günlük sürenin -kişilerin durumu ile ilgili değerlendirme yapma ve görev
yerine ulaşmaları bakımından- makul ve yeterli olmadığı ileri sürülemez.
449. Ayrıca kuralda öngörülen
on günlük sürenin başlaması için ilgiliye yapılacak tebligatın 7201 sayılı
Kanun hükümlerine göre usulüne uygun olup olmadığı, kişilerin belirtilen süre
içinde görevine başlamalarını engelleyen durumların var olup olmadığı gibi
hususların da yargı makamlarınca objektif olarak değerlendirilmeye elverişli
olduğu açıktır. Bu yönüyle kural kapsamında idarece tesis edilecek işlemlere
karşı etkili yargısal denetim mekanizmalarının bulunduğu görülmektedir.
450. Bu itibarla OHAL KHK’larıyla
doğrudan kamu görevinden çıkarılıp Komisyon tarafından görevine iade edilenlerden
atama emrinin tebliğ edildiği tarihi takip eden on
gün içinde göreve başlamayanların atanma hakkının düşeceğini öngören kuralın
kamu yararı amacı bakımından kamu hizmetine girme hakkına ölçüsüz bir sınırlama
getirdiği söylenemez
451. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın
13. ve 70. maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 2.
maddesine de aykırı olduğu ileri sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen
hususların Anayasa’nın 13. ve 70. maddeleri yönünden yapılan değerlendirmeler
kapsamında ele alınmış olması nedeniyle Anayasa’nın 2. maddesi yönünden ayrıca
bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 17.,
20., 35., 36., 40. ve 125. maddeleriyle ilgisi
görülmemiştir.
ç. On üçüncü Cümle
452. Kural OHAL KHK’sıyla doğrudan kamu
görevinden çıkarılıp Komisyon tarafından görevine iade edilenlerin kamu
görevinden çıkarılmalarından dolayı herhangi bir tazminat talebinde
bulunamayacaklarını hükme bağlamaktadır.
453. Kural kapsamında
Komisyon tarafından kamu görevine iade edilen kişilerin görevden çıkarılmaları
nedeniyle uğradıkları zararın giderilmesi için herhangi bir idari ya da yargı
merciine başvurma imkânı tanınmamasının, Anayasa’nın farklı maddelerinde
güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerin giderim aracının ortadan
kaldırılması sonucunu doğurmaktadır. Dolayısıyla kuralın, temel hak ve
özgürlükleri ihlal edildiğini iddia eden kişilerin yetkili makamlara
başvurmasını güvence altına alan Anayasa’nın 40. maddesinde düzenlenen etkili başvuru
hakkı çerçevesinde incelenmesi gerekir.
454. Anayasa’nın 40. maddesinin birinci
fıkrasında Anayasa ile tanınmış hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkesin,
yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına
sahip olduğu, üçüncü fıkrasında da kişinin, resmî görevliler tarafından vaki
haksız işlemler sonucu uğradığı zararın kanuna göre devletçe tazmin edileceği
belirtilmiştir.
455. Anılan maddede güvence altına alınan
etkili başvuru hakkı; anayasal bir hakkının ihlal edildiğini ileri süren
herkese hakkın niteliğine uygun olarak iddialarını inceletebileceği makul,
erişilebilir, ihlalin gerçekleşmesini veya sürmesini engellemeye ya da
sonuçlarını ortadan kaldırmaya (yeterli giderim sağlamaya) elverişli idari ve
yargısal yollara başvuruda bulunabilme imkânı sağlamaktadır. Bunun için söz
konusu başvuru yollarının sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp
uygulamada da etkili olması ve başvurulan makamın ihlal iddiasının özünü ele
alma yetkisine sahip bulunması gereklidir. Başvuru yolunun ancak bir hak ihlali
iddiasını önleyebilmesi, devam etmekteyse sonlandırabilmesi veya sona ermiş bir
hak ihlalini karara bağlayabilmesi ve bunun için uygun bir giderim sunabilmesi
hâlinde etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir (Yusuf Ahmed Abdelazım
Elsayad, B. No: 2016/5604, 24/5/2018, §§ 60, 61; Tahir Canan, B. No:
2012/969, 18/9/2013, § 26; Filiz Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, §
39).
456. Bu bağlamda, kamu makamlarının hukuka
aykırı fiilleri nedeniyle maddi ve manevi yönden zarara uğradığını iddia eden
bireylere zararların giderilmesi için idari ve yargısal mercilere başvurma
imkânının tanınması Anayasa'nın 40. maddesi gereğidir.
457. Olağanüstü hâl tedbirleri kapsamında terör örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette
bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti,
aidiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı oldukları değerlendirilen
kişiler liste usulüyle kamu görevinden çıkarılmışlardır. Komisyonca tedbire ilişkin şartların oluşmadığı
gerekçesiyle başvurunun kabulüne karar verilerek kişilerin göreve iade
edilmesi, tedbirin sebep unsurunun gerçekleşmediği, başka bir deyişle bu kişilerin herhangi bir örgüt ya da yapıya aidiyeti,
iltisakı veya bunlarla irtibatlarının belirlenemediği ve hukuka aykırı olarak
kamu görevinden çıkarıldıklarının idare tarafından tespit edildiği anlamına
gelmektedir.
458. Komisyon kararıyla kamu görevine iade
edilen kişilerin tedbir süreci nedeniyle maddi ve manevi yönden zarara
uğramaları söz konusu olabilir. Dolayısıyla OHAL kapsamında hukuka aykırı bir
şekilde haklarında tedbir uygulanan kişilerin uğrayabilecekleri maddi ya da
manevi zararların giderilmesi için gerekli idari ve yargısal yollara başvurma
imkânını tanıması gerekmektedir.
459. Kural kapsamında göreve iade edilenlerin kamu
görevinden çıkarılmalarından dolayı herhangi bir tazminat talebinde
bulunamayacakları öngörülmekle bu kişilerin tedbir işleminin haksız
uygulanmasından dolayı uğrayabilecekleri maddi ve manevi zararları giderme
fırsatını ortadan kaldırılmaktadır. Kamu makamlarının hukuka aykırı
uygulamaları nedeniyle zarara uğradığını iddia eden kişilere dava açma imkânı
verilmemesi, devletin kişinin maddi ve manevi varlığına yönelik müdahalelere
karşı etkili giderim mekanizması sağlama yükümlülüğüyle bağdaşmamaktadır.
460. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 40.
maddesine aykırıdır. İptali gerekir.
Basri BAĞCI ve İrfan FİDAN bu
görüşe katılmamışlardır.
Kural, Anayasa’nın 40. maddesine aykırı görülerek iptal edildiğinden
ayrıca Anayasa’nın 2., 17., 20., 35., 36., 70. ve 125. maddeleri yönünden
incelenmemiştir.
K. Kanun’un 23. Maddesiyle 7075 Sayılı Kanun’a Eklenen 10/A
Maddesinin İncelenmesi
1. İptal Talebinin Gerekçesi
461. Dava
dilekçesinde özetle; kurallarda Komisyon veya mahkeme kararıyla göreve iade
edilen kişilerin hangi ölçütlere göre ilgili bakan tarafından araştırma
merkezlerine atanacaklarının belirli olmadığı, bu nedenle ilgili bakana tanınan
yetkinin keyfî olarak kullanılabileceği, kamu görevinden çıkarma tedbirinin
hukuka aykırı olduğunun Komisyon ya da mahkeme kararıyla tespit edilmesine
rağmen kurallar nedeniyle kişilere haklarının iade edilmediği, mahkeme
kararıyla göreve iade edilenler bakımından idari işlem ve sonuçlarının tamamen
ortadan kaldırılması gerektiği hâlde kurallar kapsamında ilgili bakanlara
mahkeme kararlarını uygulamama yetkisinin tanındığı, ayrıca göreve iade
edilenlerden önceki kadrosuna atanmayanlar açısından söz konusu durumun
eşitsizliğe yol açabileceği, kural kapsamında kişilerin araştırma merkezlerine
atanmaları idari işlem niteliğinde olmasına rağmen bunların idari davaya konu
olabilecek kesin ve yürütülebilir bir niteliğinin bulunmadığı, öte yandan
doğrudan yasama işlemine bağlı olarak uygulanmaları nedeniyle bu tür işlemlerin
etkili bir yargısal denetime de konu edilemeyeceği, yine Komisyonun iade
kararına rağmen kişilerin önceki kadro ve statüye atanamamalarının ihlalin
sonuçlarının ortadan kaldırılmaması anlamına geleceği belirtilerek kuralların
Anayasa’nın 2., 10., 40., 128. ve 138. maddelerine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
a. (1) Numaralı Fıkra ve (2) Numaralı Fıkranın Birinci
Cümlesi
462. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca kurallar
ilgileri nedeniyle Anayasa’nın 13., 20., 36., 38. ve 118. maddeleri yönünden de
incelenmiştir.
463. 7075 sayılı Kanun’un dava konusu kuralları içeren 10/A
maddesinin (1) numaralı fıkrasında, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ile genel kolluk
kuvveti personeli ve Dışişleri Bakanlığı diplomatik kariyer memurları hakkında
Komisyon ve mahkemeler tarafından verilen kamu görevine iade kararlarının
uygulanmasının usul ve esasları düzenlenmiştir. Buna göre, terör örgütlerine
veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar
verilen yapı, oluşum veya gruplara iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu
değerlendirilerek kamu görevinden, meslekten veya görevden çıkarılan ya da
ilişiği kesilen subay, astsubay, uzman jandarmalar ile Emniyet Genel Müdürlüğünde emniyet hizmetleri sınıfına
tabi olanlar ve Dışişleri Bakanlığı diplomatik kariyer memurlarından;
haklarında mahkemeler tarafından göreve iade mahiyetinde karar verilenler ile
Komisyon tarafından başvurunun kabulü kararı verilenlerden, eski kadro, rütbe
veya unvanına atanması ilgili bakan onayı ile uygun görülmeyenlerin ilgisine
göre Millî Savunma Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı
bünyelerinde kurulan araştırma merkezlerinde istihdam edilecekleri
öngörülmüştür.
464. Anılan maddenin (2) numaralı fıkrasının dava konusu
birinci cümlesinde de (1) numaralı fıkra kapsamında bulunanlardan binbaşı ve
üstü rütbelerde olanlar ile emniyet hizmetleri sınıfında bulunan her sınıftaki
emniyet müdürlerinin atamalarının araştırma merkezlerindeki araştırmacı unvanlı
kadrolara, diğerlerinin atamalarının ise mülga Devlet Personel
Başkanlığının görüşü üzerine ilgisine göre İçişleri Bakanlığı, Dışişleri
Bakanlığı ve Millî Savunma Bakanlığı tarafından tespit edilen araştırma
merkezlerindeki diğer kadrolara, kararların bildirimini takip eden otuz gün
içinde ilgili bakan onayıyla yapılacağı belirtilmiştir.
465. Kurallar
OHAL döneminde ilgili kurumlar tarafından verilen kamu görevinden çıkarma
kararlarının mahkemelerce iptalleri üzerine görevine iade edilenler ile yine bu
dönemde doğrudan kamu görevinden çıkarılarak Komisyonca veya Komisyonun ret
kararına karşı açılan dava sonucu mahkemelerce verilen iptal kararları ile kamu
görevine iade edilen kişileri kapsamaktadır.
466. Kamu
görevine iade edilen TSK ile genel kolluk kuvveti
personeli ve Dışişleri Bakanlığı diplomatik kariyer memurları hakkında Millî Savunma, Dışişleri ve İçişleri Bakanı
tarafından eski kadro, rütbe veya unvanına atanması uygun görülmeyenlerden binbaşı
ve üstü rütbelerde olanlar ile emniyet hizmetleri sınıfında bulunan her
sınıftaki emniyet müdürleri kurallar uyarınca araştırmacı unvanlı olarak istihdam edilecekler, diğer personel ise
söz konusu bakanlıklar tarafından tespit edilen araştırma merkezlerindeki diğer
kadrolarda görevlendirileceklerdir.
467. Dolayısıyla kurallar kapsamında göreve iade edilen
kişilerin önceki mesleki unvan, kadro ve rütbelerinin ortadan kaldırılarak
tamamen farklı bir statüde ve yalnızca ilgili bakanlıklar tarafından kendileri
için ihdas edilen yeni bir birimde görevlendirilecekleri anlaşılmaktadır.
468. Kamu görevine iade edilen söz konusu personelin önceki
kadro, rütbe ve unvanına göre atanmasını engelleyen kurallar kişilerin meslek
hayatlarını, kişisel gelişimlerini, üçüncü kişilerle olan ilişkilerini ve
itibarlarını olumsuz şekilde etkileyebilir. Nitekim kişinin çalıştığı kadro
rütbe veya unvana bağlı olarak elde ettiği statüden kaynaklanan kazanımın
sosyal ve iş yaşamına önemli değerler kattığı açıktır.
469. Dolayısıyla kişilerin meslek hayatları, kişisel
gelişimleri ve üçüncü kişilerle olan ilişkileri üzerinde ciddi etki
doğurabilecek olan kuralların Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan
kişilerin özel hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkıyla yakından ilgili olduğu
ve bu hakka sınırlama getirdiği açıktır.
470. Kurallarda öngörülen işlemin kapsam ve sınırlarının
açık ve net olarak belirlendiği gözetildiğinde kurallarla kişilerin özel
hayatının korunmasını isteme hakkına getirilen sınırlamanın kanuni bir temele
dayandığı açıktır.
471. Kuralların özellikle darbe girişiminden sonra kamu kurum ve kuruluşlarının teşkilat
yapısının değiştirilmesine bağlı olarak devlet
kadrolarında istihdam edilen personelin görev ve sorumluluklarının
yeniden belirlenmesi ve bu suretle kamu hizmetinin
daha etkin ve sağlıklı bir şekilde yürütülmesi amacına yönelik
olduğu anlaşılmaktadır. Kamu hizmetinin sağlıklı yürütülmesi aynı zamanda kamu
yararı ve kamu düzeninin sağlanması amacına da hizmet etmektedir.
472. Dolayısıyla kamu düzeninin sağlanması ve kamu yararı
amacıyla göreve iade edilen personelin ilgili bakan onayıyla eski kadro, rütbe veya unvanlarına göre atanmasını
engelleyen kuralların meşru bir amaca dayandığı açıktır.
473. Komisyon’un iade kararı ve
OHAL kapsamında kurumlarca kamu görevinden çıkarılan kişilerin açtığı davalarda
verilen iptal kararlarıyla tedbirin sebep unsurunun gerçekleşmediği ve işlemin
hukuka aykırı olduğu tespit edilmektedir.
474. Kurallar, mahkemelerce veya Komisyonca kişiler
hakkında terör örgütlerine veya millî güvenliğe karşı faaliyette bulunduğuna
karar verilen yapı, oluşum veya gruplarla iltisakı yahut bunlarla irtibatı
olmadığı ya da tespit edilmediği gerekçesiyle göreve iade kararı verilmesine
rağmen söz konusu tedbirin sebep unsurunun ortadan kalkmadığı izlenimini
doğuracak şekilde bu kişilerin eski kadro,
rütbe veya unvanına uygun olarak atanmalarını engellemektedir. Kuşkusuz
kanun koyucunun anayasal ilkeleri gözeterek kamu görevlilerinin çalışma
koşullarını belirlemede takdir yetkisi bulunmaktadır. Bu açıdan kurallar
kapsamında kamu görevine iade edilen kişilerin de mevcut statülerinin korunması
suretiyle idari teşkilatta farklı birimlerde istihdam edilmeleri söz konusu
olabilir. Ancak iade kararıyla hukuka aykırı olarak uygulanan kamu görevinden
çıkarma tedbirinin tüm sonuçlarıyla ortadan kaldırılması başka bir ifadeyle
tedbir hiç uygulanmamış gibi kişilerin önceki kazanımlarının dikkate alınması gerektiği hâlde bu kişilerin idari teşkilat içindeki mevcut kadrolarının, unvanlarının,
rütbelerinin kısacası bu kapsamdaki kazanılmış haklarının gözardı edilerek
farklı bir statüde atanmalarına imkân tanınmaktadır.
475. Ayrıca kurallarda kamu görevine iade edilen kişilerin
yeniden atanmalarında ilgili bakanın hangi
ölçütlere göre değerlendirme yapacağına ilişkin bir belirlilik de
bulunmamaktadır. Dolayısıyla ilgili
bakana tanınan yetkinin kapsam ve sınırlarının açık, net ve anlaşılır olmaması
nedeniyle göreve iade edilen personelin eski kadro, rütbe veya unvanına göre
atanıp atanmayacağı hususunda idareye geniş bir takdir yetkisi verildiği
anlaşılmaktadır. Bu yönüyle kurallar kapsam ve sınırları itibarıyla
idarenin keyfî uygulamalarını önleyecek niteliği haiz değildir. Dolayısıyla
kurallar kapsamında göreve iade edilen kişilerin önceki mesleki unvan, kadro ve
rütbelerinin ortadan kaldırılarak tamamen farklı bir statüde
görevlendirilmeleri için ilgili bakana bu denli geniş yetki tanınmasının kamu
düzeninin sağlanması ve kamu yararı amacını gerçekleştirmek bakımından
zorunlu bir toplumsal ihtiyaca karşılık geldiği söylenemez.
476. Bunun yanında ilgili bakan kararına karşı idari
yargıda açılacak iptal davasında bakanın yapacağı değerlendirmeyle ilgili
herhangi bir ölçütün tespit edilmemesi, etkin bir yargısal denetimin yapılması
imkânını da ortadan kaldırmaktadır.
477. Ayrıca kurallarda, kamu görevine iade edilen
personelin aynı statüde ilgili bakanlıkların başka birimlerinde farklı görev ve
sorumluluklarla istihdam edilmesi mümkün olduğu hâlde bunların kazanılmış haklarının
gözardı edilmesi suretiyle söz konusu bakanlıkların araştırma merkezlerinde
istihdam edilmelerini gerektirecek kabul edilebilir ölçüde hukuki ve fiilî
zorunluluklar gösterilmemiştir. Bu nedenle görevine iade edilen personelin
ilgili bakana tanınan sınırları belirsiz bir yetkiyle eski kadro, rütbe veya
unvanın ortadan kaldırılarak araştırma merkezlerine atanmasına imkân
tanınmasının, kamu yararı ve kamu düzeninin sağlanması amacı bakımından gerekli
olduğu söylenemez.
478. Bu itibarla terör örgütlerine veya devletin millî
güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya
gruplara iltisakı veya bunlarla irtibatları bulunmadığı tespit edilerek
görevlerine iade edilen personelin farklı bir statüde atanmalarını imkân
tanıyan kurallar nedeniyle öngörülen sınırlamanın demokratik toplum düzeninin
gereklerine uygun ve ölçülü olduğu ileri sürülemez.
479. Öte yandan kurallar kapsamında kamu görevinden
çıkarılıp haklarında mahkemeler tarafından
göreve iade mahiyetinde karar verilenler ile Komisyon tarafından başvurunun
kabulü kararı verilenlerle ilgili yapılacak işlemde MGK kararına atıf
yapılması, bu kişilerin terör örgütlerine veya MGK’ca devletin millî
güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara
üye veya mensup oldukları gerekçesiyle kamu görevinden çıkarıldıklarının
belirtilmesi nedeniyle maddenin (1) numaralı fıkrasında yer alan “…
Milli Güvenlik Kurulunca…” ve “…üyeliği, mensubiyeti veya…”
ibarelerinin ayrıca değerlendirilmesi gerekir.
480. 7145
sayılı Kanun’un 12. maddesiyle 3713 sayılı Kanun’a eklenen ek 4. maddenin
birinci fıkrasının birinci cümlesinin “…ile Milli Güvenlik Kurulunca
Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı,
oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti ve iltisakı yahut bunlarla irtibatı
nedeniyle kamu görevinden çıkarılanların…” bölümünde yer alan “…Milli
Güvenlik Kurulunca…” ve “…üyeliği, mensubiyeti ve…”
ibarelerinin Anayasa’ya uygunluk denetiminde açıklanan gerekçeler uygun olduğu ölçüde
dava konusu kurallar yönünden de geçerlidir.
481. Açıklanan nedenlerle kurallar, Anayasa’nın 13., 20.,
36., 38. ve 118. maddelerine aykırıdır. İptalleri gerekir.
Kurallar, Anayasa’nın 13., 20., 36., 38. ve 118.
maddelerine aykırı görülerek iptal edildiğinden ayrıca Anayasa’nın 2., 10.,
40., 128. ve 138. maddeleri yönünden incelenmemiştir.
b. Maddenin Kalan Kısmı
482. 7075 sayılı Kanun’un 10/A maddesinin dava konusu (2)
numaralı fıkrasının ikinci ve üçüncü cümleleri ile dava konusu (3) ila (12)
numaralı fıkralarında anılan maddenin (1) numaralı fıkrası ile (2) numaralı
fıkrasının birinci cümlesi gereğince kamu görevine iade edilip eski kadro,
rütbe veya unvanına atanması uygun görülmeyerek Millî Savunma Bakanlığı,
Dışişleri Bakanlığı veya İçişleri Bakanlığı bünyelerinde kurulan araştırma
merkezlerinde istihdam edilmelerine ilişkin usul ve esaslar düzenlenmiştir.
483. Maddenin (1) numaralı fıkrası ile (2) numaralı
fıkrasının birinci cümlesinin iptalleri nedeniyle maddenin kalan kısmının uygulanma
imkânı kalmamıştır. Bu nedenle söz konusu cümle ve fıkralar 6216 sayılı
Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı fıkrası kapsamında değerlendirilmiş ve bu
cümle ile fıkralar yönünden Anayasa’ya uygunluk denetiminin yapılmasına gerek
görülmemiştir
L. Kanun’un 24. Maddesiyle 7075 Sayılı Kanun’a Eklenen Geçici 3.
Maddenin (3) Numaralı Fıkrasının İkinci Cümlesinin İncelenmesi
1. Anlam ve Kapsam
484. 7075 sayılı Kanun’un
geçici 3. maddesinde, maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce Komisyon
tarafından verilen iade kararlarının uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar
düzenlenmiştir.
485. Maddenin (1) numaralı fıkrasında, maddenin
yürürlüğe girdiği tarihte Komisyon tarafından mülga Devlet Personel Başkanlığına
bildirilenlerden atama teklifi yapılmamış olan kişilerin 7075 sayılı Kanun’un
10. maddesi hükümleri çerçevesinde işlem tesis edilmek üzere mülga Devlet
Personel Başkanlığınca kurumlarına bildirileceği, (2) numaralı fıkrasında da
mülga Devlet Personel Başkanlığı tarafından kamu görevinden çıkarıldıkları
tarihte kadro veya pozisyonunun bulunduğu kurumdan başka bir kuruma atama
teklifi yapılanlar hakkındaki teklif işleminin de Kanun’un 10. maddesinin esas
alınarak yeniden yapılacağı belirtilmiştir.
486. (3)
numaralı fıkrasının birinci cümlesinde ise Kanun uyarınca mülga Devlet Personel
Başkanlığı ve YÖK tarafından atama teklifi yapılan ve göreve başlayanlar
hakkında 10. maddenin (1) numaralı fıkrası hükümlerinin uygulanacağı, dava
konusu ikinci cümlesinde bu kişilerin mali haklarının hesaplanmasında
göreve başladıkları tarihi takip eden hizmetleri karşılığında ilgiliye yapılan
ödemelerin kurumlarınca yapılacak toplu ödeme tutarından mahsup edileceği,
üçüncü cümlesinde de (2) numaralı fıkra kapsamındakilere atama teklifinin
yapıldığı kurumlar tarafından ödeme yapılacağı hükme bağlanmıştır.
487. 7075
sayılı Kanun’un 10. maddesinin (1) numaralı fıkrasının 7145 sayılı Kanun’un 22.
maddesiyle değiştirilmeden önceki hâlinde Komisyon tarafından göreve iade
kararı verilen kişilerin (öğretim elemanları dışındakiler) atama tekliflerinin
statüleri, unvanları ve yürüttükleri görevler itibarıyla başka kurumlarda
görevlendirilmeleri mümkün olmayanlar hariç olmak üzere daha önce istihdam
edildikleri kurumlar dışındaki kamu kurum ve kuruluşlarında eski statülerine ve
unvanlarına uygun kadro ve pozisyonlara Devlet Personel Başkanlığı tarafından
ikamet ettikleri il dikkate alınarak on beş gün içinde yapılacağı
belirtilmiştir. Yine anılan fıkranın önceki hâlinde, bu kişilerin yeniden
göreve başlamaları durumunda kamu görevinden çıkarıldıkları tarihten göreve
başladıkları tarihe kadarki döneme ait mali haklarının ödenmesine ilişkin bir
düzenleme yer almamaktaydı. Dolayısıyla 10. maddenin (1) numaralı fıkrasında
7145 sayılı Kanun’un 22. maddesiyle yapılan değişiklikle kişilere daha önce
görev yaptıkları kurumlarda çalışma imkânı tanındığı gibi bunların kamu
görevinden çıkarıldıkları döneme ait mali ve sosyal haklarının karşılanması
sağlanmıştır.
488. 7075
sayılı Kanun’un değişik 10. maddesinin (1) numaralı fıkrası kapsamında eski
kurumlarında (tedbirin uygulandığı dönemde çalıştıkları) göreve başlayanlara,
kamu görevinden çıkarılma tarihlerini takip eden ay başından göreve
başladıkları tarihe kadar geçen süreye tekabül eden mali ve sosyal hakları
ödenecek ancak dava konusu kural uyarınca mali haklarının hesaplanmasında
kişilerin göreve başladıkları tarihi takip eden hizmetleri karşılığında yapılan
ödemeler, kurumlarınca yapılacak toplu ödeme tutarından mahsup edilecektir.
489. Bu
bağlamda kanun koyucu geçici 3. madde kapsamında Komisyon tarafından göreve
iade edilen ancak atama teklifleri yapılmayanlar ile 10. maddenin önceki hâline
göre başka kuruma atama teklifi yapılıp göreve başlayanlar ve başlamayanlar
bakımından söz konusu atama sürecinin eski kurumlarında göreve başlamak
üzere tekrar ele alınmasını hükme bağlamış ve mali haklarla ilgili toplu ödeme
tutarının hesaplanmasında kişilerin eski kurumlarına yeniden yapılan
atamalarını esas almıştır.
490. Dolayısıyla
kamu görevinden çıkarılma tarihlerini takip eden ay başından göreve başlanan
tarihe kadar geçen süreye tekabül eden toplu ödeme tutarının hesaplanmasında
göreve başlama tarihinden, 10. maddenin 31/7/2018 tarihinde yürürlüğe giren
değişik (1) numaralı fıkrası kapsamında yeniden yapılan atama teklifi üzerine
kişilerin kendi kurumlarındaki göreve başlama tarihinin anlaşılması gerekir.
Böylece kişilerin kamu görevinden çıkarıldıkları tarihleri takip eden
ay başından 7075 sayılı Kanun’un 10. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yapılan
değişiklik kapsamında eski kurumlarında göreve başladıkları tarihler arasındaki
dönem için toplu ödeme tutarı tespit edilebilecektir.
2. İptal
Talebinin Gerekçesi
491. Dava
dilekçesinde özetle; dava konusu kural kapsamında kamu görevine iade edilen
kişilere görevden uzaklaştırıldıkları dönem için ödenen alacak miktarından
göreve başladıkları tarihten sonraki ücretlerinin mahsup edilmesinin kişilere
mali haklarının eksik ödenmesi sonucunu doğuracağı, bu itibarla hukuka aykırı
olarak kamu görevinden çıkarılanlar yönünden mülkiyet hakkına getirilen
sınırlamanın ölçüsüz olduğu belirtilerek kuralın Anayasa’nın 35. maddesine
aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
3. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
492. 7075
sayılı Kanun’un 10. maddesinin (1) numaralı fıkrası kapsamında Komisyon kararı
üzerine göreve başlayanlar için ödenmesi öngörülen ve
kamu görevinden çıkarılma tarihini takip eden ay başından göreve başlama
tarihine kadar geçen süreye tekabül eden toplu ödeme tutarından kişilerin
göreve başladıkları tarihi takip eden hizmetleri karşılığında yapılan
ödemelerin mahsubunu düzenleyen kuralın Anayasa’nın 35. maddesinde
düzenlenen mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerekir.
493. Kural kapsamında, ilgililere ödenmesi öngörülen mali haklardan mahsuba konu olan kısmın Anayasa’nın 35. maddesi
bağlamında mülk olduğu hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Ancak kuralla
mülkiyet hakkına sınırlama getirilip getirilmediğinin öncelikle tespit edilmesi
gerekir.
494. Kuralda kamu görevinden çıkarılma tarihlerini
takip eden aybaşından göreve başlanılan tarihe kadar geçen süreye tekabül eden
mali ve sosyal hakların ödenmesinde toplu alacak miktarı belirlenirken kişilerin
10. maddenin 31/7/2018 tarihinde yürürlüğe giren değişik (1) numaralı fıkrası kapsamında
eski kurumlarındaki (kamu görevinden çıkarıldıkları tarihteki kurum) göreve
başlama tarihinin esas alınması suretiyle önceki düzenleme kapsamında başka
kurumlardaki göreve başlama tarihinden itibaren yapılan ödemelerin toplu ödeme
tutarından mahsup edilmesinin mükerrer ödemenin önlenmesi amacına yönelik
olduğu anlaşılmaktadır.
495. Dolayısıyla kural kapsamında 7075 sayılı Kanun’un
31/7/2018 tarihinde değiştirilmeden önce yürürlükte olan hükümlerine göre
ataması yapılarak göreve başlayan kişilere bu dönemdeki çalışmaları karşılığı
yapılan ödemelerin toplu ödeme miktarından mahsup edilmesi mülkiyet hakkına
sınırlama getirmemektedir. Bu açıdan kuralın Anayasa’nın 35. maddesine aykırı
bir yönü bulunmamaktadır.
496. Açıklanan nedenlerle
kural, Anayasa’nın 35. maddesine aykırı değildir. İptal talebinin reddi
gerekir.
M. Kanun’un 26. Maddesiyle 375 Sayılı KHK’ya Eklenen Geçici 35. Madde
ile 7333 Sayılı Kanun’un 23. Maddesiyle Geçici 35. Maddenin (A), (B), (C), (Ç),
(D) ve (G) Fıkralarında Yer Alan “…üç yıl…” İbarelerinin “…dört yıl…”
Şeklinde Değiştirilmesinin İncelenmesi
1. (A) Fıkrası ve Anılan
Fıkrada Yer Alan “…üç yıl…” İbaresinin “…dört yıl…” Şeklinde
Değiştirilmesi
a. İptal Talebinin Gerekçesi
497. Dava
dilekçesinde özetle;
- Kamu
görevinden çıkarılan kişilerin isim ve kimlik bilgilerinin Resmî Gazete’de
yayımlanmasının itibarlarını zedelediği, kamu görevinden çıkarma, ruhsat ve
lisanslarının iptal edilmesi, unvan ve sıfatların alınması tedbirleri nedeniyle
kişilerin maaş ve sosyal güvenlik haklarında kayıplar meydana geldiği,
pasaportların iptal edilmesinin seyahat özgürlüğünü engellediği, bu kişilerin
kamu görevine girmeleri ya da kamu hizmetinde çalışmaları, özel güvenlik
şirketinin kurucusu ve ortağı olma imkânlarının ellerinden alınması suretiyle
çalışma hak ve özgürlüğü ile kamu hizmetine girme hakkına kısıtlama
getirildiği,
- Kurallar
kapsamında kişilerin kamu görevinden çıkarılmasında benimsenen usulün Avrupa’da
değişik ülkelerde uygulanan arındırma süreçlerinden oldukça farklı yönlerinin
bulunduğu, Birleşmiş Milletler (BM) ve Avrupa Birliği’nin yetkili organlarının
arındırma süreci ile ilgili benimsedikleri ilkelere kurallar kapsamında yer
verilmediği, AİHM’in usule ilişkin temel güvencelere ve savunma hakkına saygı gösterilmeden
kamu görevinden çıkarma işleminin uygulanmasının özel hayata saygı hakkına
ölçüsüz sınırlama oluşturduğu yönünde kararlarının bulunduğu, yine AİHM’e göre
özel hayata yapılan sınırlamanın usule ilişkin güvencelere uyulmadan
gerçekleştirilmesinin ya da sınırlamanın hukuka uygunluğunu denetletmede etkin
yargısal denetiminin oluşturulmamasının da ihlal sonucunu doğuracağı, BM İnsan
Hakları Komitesinin de kişilerin ancak objektif ve makul ölçütlere dayalı adil yargılanma güvencelerine uygun
yapılacak bireysel değerlendirmeler sonucunda kamu görevinden
çıkarılabileceklerine ilişkin kararlar verdiği,
- Anayasa’da
yer alan suç ve cezalara ilişkin ilkelerin hem ceza hukuku hem de disiplin
hukuku kapsamındaki eylemler bakımından geçerli olduğu, Anayasa Mahkemesinin bu
kapsamda verdiği kararlarda söz konusu anayasal ilkelerin disiplin suç ve
cezaları için de geçerli olduğunun ifade edildiği, kurallara dayanılarak
yapılan işlemlerin disiplin yaptırımı niteliğinde olduğu, bu itibarla disiplin
suç ve cezalarına ilişkin anayasal ilkelerin uygulanması gerektiği,
- Kurallarda yer alan mensubiyet, iltisak ve
irtibat kavramlarının belirsiz ve öngörülemez nitelikte olduğu, bu kavramların
hukukumuza ilk defa 22/7/2016 tarihinde girdiği, anılan kavramların bu tarihten
önceki fiillere uygulanmasının yanı sıra terör örgütü ya da MGK’ca millî
güvenliğe tehdit oluşturduğu belirtilen yapı, oluşum ve grupların tespiti
açısından kuralların geçmişe yürütüldüğü, kurallarda geçmişe yürütülerek
uygulama yapılmasını engelleyecek bir açıklığın bulunmadığı, ayrıca siyasi ve
idari bir organ olan MGK’nın kararına dayalı olarak tedbir uygulanmasının da
hukukilik sorunu doğuracağı,
- Kuralların
22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere
İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin kamu görevinden çıkarma tedbirine ilişkin
hükümleriyle aynı nitelikte olduğu, Anayasa Mahkemesinin söz konusu KHK
hükümlerine göre kamu görevinden çıkardığı iki üyeyle ilgili yaptığı
değerlendirmelerin dava konusu kural yönünden de uygulayıcılar tarafından
dikkate alınacağı, Anayasa Mahkemesinin söz konusu kararında; kamu
görevinden çıkarmada kişinin herhangi bir örgüt, yapı ya da oluşuma üye
olmasına gerek olmadığı gibi mensubiyet, iltisak veya irtibat şeklinde bir bağın
varlığının da somut delille ispatlanmasına gerek bulunmadığının bu konuda bir
kanaatin oluşmasının yeterli olduğunun, ancak bu kanaatin oluşmasında
keyfîliğin bulunmaması gerektiğinin belirtildiği, bu değerlendirmeler
kapsamında kamu görevlilerinin delil aranmadan tamamen soyut ve subjektif
değerlendirmelerle kamu görevinden çıkarılmalarının mümkün hâle geldiği,
Anayasa Mahkemesinin kurallarda yer alan kavramlara ilişkin söz konusu
yorumunun bu kavramların muğlak ve keyfî uygulamaya elverişli olduğunu gösterdiği,
- Kurallarla
kişilerin kamu görevinden çıkarılmalarında örgüt ya da diğer yapı ve
oluşumlarla bağlantılarının yetkili mercilerce değerlendirilmesinin yeterli
görülmesinin bu konuda somut deliller çerçevesinde iddiaların sübuta ermesi
gerekliliğini ortadan kaldırdığı,
- Kurallarda
öngörülen yaptırıma esas olan fiillerin niteliği ve yaptırımın ağırlığı dikkate
alındığında kamu görevinden çıkarma işleminin cezai nitelikte bir yaptırım
olduğu, bu nedenle söz konusu yaptırımlar uygulanırken adil yargılanma hakkının
usule yönelik güvencelerine uyulması gerektiği, ancak kurallarda bu konuda
herhangi bir güvenceye yer verilmediği, kamu görevlilerine savunma hakkı
tanınmadıkça disiplin cezası verilememesinin anayasal bir teminat olduğu,
geçici 35. maddenin (G) fıkrasının son paragrafına göre anılan madde kapsamında
soruşturulanlara yedi günden az olmamak üzere savunma hakkının tanınacağı, bu
sürede savunma vermeyenlerin savunma haklarından vazgeçmiş sayılacağının hükme
bağlandığı ancak gerçek bir savunma hakkından söz edilebilmesi için kişilere
yöneltilen suçlamaların ne olduğunun açık bir şekilde bildirilmesinin
gerektiği, kurallarda suçlamaların ilgili kişilere bildirileceği yönünde bir
düzenlemeye yer verilmediği, ayrıca kurallarda hangi fiillerin suç olarak kabul
edileceğini belirleyecek bir ölçütün bulunmadığı, kurallara konu kamu
görevinden çıkarma tedbirinde kurum kanaatinin esas alındığı, bu itibarla
soruşturma sürecinin adil yargılanma şartlarını sağlamaktan uzak olduğu, ayrıca
kamu görevinden çıkarma kararında hangi hususlara dayanıldığını bilmeyen
kişilerin açtıkları davalarda etkili bir savunma yapmalarının beklenemeyeceği,
böyle bir durumda gerçek anlamda bir yargılama faaliyetinin
yürütülemeyeceği,
- Kurallar kapsamında kamu
görevinden çıkarılan kişilerin isimlerinin Resmî Gazetede yayımlanmasının
itibarlarını zedelediği gibi birçok temel haklarını ihlal ettiği,
- Kamu
görevlilerinin disiplin işlerinin kanunla düzenlenmesinin anayasal bir
zorunluluk olduğu, kişilerin kamu görevinden çıkarılmasını öngören kurallarda
yer alan kavramların muğlak ve içeriğinin belirsiz olması nedeniyle söz konusu
anayasal ölçütün yerine getirilmediği,
-Kurallarla
Anayasa’nın birçok maddesine olağan zamanda öngörülemeyecek şekilde ölçüsüz
sınırlamalar getirildiği, söz konusu kuralların uygulanabilirliğinin olağanüstü
hâl rejiminin sona erdiği tarihten sonrasına da uzatıldığı, olağanüstü hâl
düzenlemesi niteliğinde olan kuralların ancak usulüne uygun olağanüstü hâl kararı
ilan edilerek Cumhurbaşkanı tarafından çıkarılması gerektiği hâlde bunların
kanun yoluyla ihdas edildiği,
belirtilerek
kuralların Anayasa’nın 2., 6., 13., 15., 17., 20., 35., 36., 38., 48.,
49., 70., 118.,125., 128. ve 129. maddelerine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
b. Anayasaya Aykırılık Sorunu
i. Fıkranın Birinci Paragrafında Yer Alan “…üç
yıl…” İbaresi
498. 375
sayılı KHK’nın geçici 35. maddesinin (A) fıkrasının birinci paragrafında yer
alan dava konusu “…üç yıl…” ibaresi 7333 sayılı Kanun’un 23. maddesiyle “…dört
yıl…” olarak değiştirilmiştir.
499.
Açıklanan nedenle konusu kalmayan ibareye ilişkin iptal talebi hakkında karar
verilmesine yer olmadığına karar vermek gerekir.
ii. Fıkranın Birinci Paragrafının
Birinci Cümlesinde Yer Alan “…Milli Güvenlik Kurulunca…” İbaresi
500. 375
sayılı KHK’nın geçici 35. maddesinin (A) fıkrasının birinci cümlesinde anılan
maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren dört yıl süreyle, terör
örgütlerine veya MGK’ca devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna
karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı
yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen Anayasa Mahkemesi üyeleri,
Yargıtay daire başkanı ve üyeleri, Danıştay daire başkanı ve üyeleri, hâkim ve
savcılar, askerî hâkimler ve Sayıştay meslek mensuplarının meslekte
kalmalarının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmalarına karar verme usulü
düzenlenmiştir. Anılan cümlede yer alan “…Milli Güvenlik Kurulunca…”
ibaresi dava konusu kuralı oluşturmaktadır.
501. 7145
sayılı Kanun’un 12. maddesiyle 3713 sayılı Kanun’a eklenen ek 4. maddenin
birinci fıkrasının birinci cümlesinin “…ile Milli Güvenlik Kurulunca
Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı,
oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti ve iltisakı yahut bunlarla irtibatı
nedeniyle kamu görevinden çıkarılanların…” bölümünde yer alan “…Milli
Güvenlik Kurulunca…” ibaresinin Anayasa’ya uygunluk denetiminde açıklanan
gerekçeler uygun olduğu ölçüde dava konusu kural yönünden de geçerlidir.
502. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 118.
maddesine aykırıdır. İptali gerekir.
Kural, Anayasa’nın
118. maddesine aykırı görülerek iptal edildiğinden ayrıca Anayasa’nın 2.
maddesi yönünden incelenmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 6., 13., 15.,
17., 20., 35., 36., 38., 48., 49., 70., 125., 128. ve 129. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
iii.
Fıkranın Birinci Paragrafının Birinci Cümlesinde Yer Alan “…üyeliği,
mensubiyeti veya…” İbaresi
503. 375 sayılı KHK’nın geçici 35. maddesinin (A)
fıkrasının dava konusu kuralın da yer aldığı birinci cümlesinde, maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren dört yıl
süreyle, terör örgütlerine veya MGK’ca devletin millî güvenliğine karşı
faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği,
mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen
Anayasa Mahkemesi üyeleri, Yargıtay Başkan ve üyeleri, Danıştay Başkan ve
üyeleri, hâkim ve savcılar, askerî hâkimler ve Sayıştay meslek memurlarının
meslekten çıkarılmaları hüküm altına alınmıştır. Dava konusu kural,
cümlede yer alan “…üyeliği, mensubiyeti veya…” ibaresidir.
504. 7145
sayılı Kanun’un 12. maddesiyle 3713 sayılı Kanun’a eklenen ek
4. maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesinin “…ile Milli Güvenlik
Kurulunca Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen
yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti ve iltisakı yahut bunlarla
irtibatı nedeniyle kamu görevinden çıkarılanların…” bölümünde yer
alan “…üyeliği, mensubiyeti ve…” ibaresinin Anayasa’ya uygunluk
denetiminde açıklanan gerekçeler uygun olduğu ölçüde dava konusu kural yönünden
de geçerlidir.
505.
Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 36. ve 38. maddelerine aykırıdır.
İptali gerekir.
Kural,
Anayasa’nın 36. ve 38. maddelerine aykırı görülerek iptal edildiğinden ayrıca
Anayasa’nın 2., 6., 13., 15., 17., 20., 35., 48., 49., 70., 118., 125., 128. ve
129. maddeleri yönünden incelenmemiştir.
iv. Fıkranın Birinci Paragrafının Birinci
Cümlesinin Kalan Kısmı ve Dördüncü Cümlesi ile Anılan Fıkrada Yer Alan “…üç
yıl…” İbaresinin “…dört yıl…” Şeklinde Değiştirilmesi
506. 375 sayılı KHK’nın geçici 35. maddesinin (A) fıkrasının
birinci cümlesinin dava konusu kalan kısmında terör örgütlerine veya MGK’ca
devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı,
oluşum veya gruplara iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen
Anayasa Mahkemesi üyeleri, Yargıtay daire başkanı ve üyeleri, Danıştay daire
başkanı ve üyeleri, hâkim ve savcılar, askerî hâkimler ve Sayıştay meslek
mensuplarının meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve meslekten
çıkarılmalarına karar verme usulü düzenlenmiş; bu usulün dört yıl süreyle
uygulanması öngörülmüştür.
507. Buna göre, Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında Anayasa
Mahkemesi Genel Kurulunun salt çoğunluğunca, Yargıtay daire başkanı ve üyeleri
hakkında Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunca, Danıştay daire başkanı ve
üyeleri hakkında Danıştay Başkanlık Kurulunca, hâkim ve savcılar hakkında
Hâkimler ve Savcılar Kurulu Genel Kurulunca, askerî hâkimler hakkında millî
savunma bakanının başkanlığında, millî savunma bakanı tarafından birinci sınıf
askerî hâkimler arasından seçilecek iki askerî hâkimden oluşan komisyonca ve
Sayıştay meslek mensupları hakkında Sayıştay başkanının başkanlığında, başkan
yardımcıları ile Sayıştay başkanı tarafından belirlenecek bir daire başkanı ve
bir üyeden oluşan komisyonca bu kişilerin meslekte kalmalarının uygun
olmadığına ve meslekten çıkarılmalarına karar verilecektir. Fıkranın dava
konusu dördüncü cümlesinde ise kamu görevinden çıkarılanlar hakkında alınan
kararların on beş gün içinde mülga Devlet Personel Başkanlığı’na bildirileceği belirtilmiştir.
508. Dava konusu kurallarla kamu görevlileri
hakkında yetkili kurul ve komisyonların yapacağı değerlendirmeler sonucu her bir kamu görevlisi nezdinde bireysel nitelikte
idari işlem tesis edilerek meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmalarına karar verilebileceği
anlaşılmaktadır.
509. Anayasa Mahkemesi verdiği kararlarda; özel
hayata saygı gösterilmesini isteme hakkının kişinin çevresinde bulunanlarla
temas kurma hakkını içerdiğini, kişilerin mesleki hayatları ile özel hayatları
arasında sıkı bir ilişkinin bulunduğunu, kişinin mesleği ile ilgili
tasarrufların özel hayata saygı gösterilmesini isteme hakkı kapsamında
değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmiştir (Serap Tortuk, B. No:
2013/9660, 21/1/2015, § 37; Bülent Polat [GK], B. No: 2013/7666,
10/12/2015, § 62).
510. Bu çerçevede kişilerin ilgili kurul
ve komisyonların tesis edeceği işlemle meslekten (kamu görevinden)
çıkarılmalarını öngören kurallar Anayasa’nın 20. maddesi kapsamındaki kişilerin
özel hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sınırlama getirmektedir.
511. Kurallarda kamu görevinden çıkarma tedbirinin
uygulanmasına ilişkin usul ve esasların herhangi
bir tereddüde yer vermeyecek şekilde açık ve net olarak belirlendiği,
kurallarda yer alan ibareler genel kavram niteliğinde olmakla birlikte bunların
kategorik olarak belirsiz olduğunun söylenemeyeceği gözetildiğinde kuralların
temel hak ve özgürlüklerin kanunla sınırlanması gerektiği yönündeki anayasal
ilkeye aykırı bir yönü bulunmamaktadır (benzer yöndeki karar için bkz. AYM,
E.2018/81, K.2021/45, 24/6/2021, § 78).
512. Anayasa’nın 129. maddesinin birinci fıkrasında,
memurlar ve diğer kamu görevlilerinin Anayasa ve kanunlara sadık kalarak
faaliyette bulunma yükümlülüklerinin bulunduğu belirtilmiştir. Anılan hüküm
uyarınca devletin memurlar ve kamu görevlilerinden özel bir güven ve sadakat bağlılığı ile kamu görevini yerine getirmelerini
talep etme yetkisi bulunmaktadır. Bu husus devletin faaliyetlerine güven
duyulmasının bir gereğidir.
513. Anayasa’ya sadakat yükümlülüğüyle bağdaşmayacak
biçimde terör örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette
bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara iltisakı yahut bunlarla
irtibatı olduğu gerekçesiyle kişilerin meslekten (kamu görevinden)
çıkarılmasını öngören kuralların millî güvenlik ve kamu düzeninin sağlanarak
buna yönelik hizmetlerin etkin ve sağlıklı bir şekilde yürütülmesi amacına
hizmet ettiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla kurallarla öngörülen sınırlamanın
anayasal anlamda meşru bir amacının bulunduğu açıktır.
514. Diğer yandan kamu
düzeni ve güvenliğini ortadan kaldırmaya yönelik faaliyetlerde bulunan örgüt,
yapı ve oluşumlarla bağlantılı kişilerin kamu görevinden uzaklaştırılmaları
suretiyle anayasal devlet düzenini korumayı amaçlayan kuralları demokratik bir
toplumda zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamaya yönelik olmadığı
söylenemez.
515. Kurallarda öngörülen meslekten (kamu görevinden)
çıkarma işleminin belli bir kurumun veya mesleğin disiplinini sağlamaktan
ziyade devlet kurumlarına yönelik güveni yeniden tesis etmek suretiyle
demokratik anayasal düzenin sağlıklı bir şekilde sürdürülmesi nedeniyle
uygulandığı anlaşılmaktadır. Bu açıdan söz konusu işlemin cezalandırma amacına
yönelik olmadığı gibi bunlar için uygulanan usulün de ceza usul hukuku
alanındaki yargısal uygulamalarla veya disiplin cezalarıyla herhangi bir
benzerliği bulunmamaktadır. Bu nedenle kuralda öngörülen işlemin tedbir
niteliğinde olduğu açıktır.
516.
Dolayısıyla devletin varlığına, demokratik düzenine ve millî güvenliğine
tehlike oluşturabileceği değerlendirilen kamu görevlilerinin devlet aygıtından
arındırılması için öngörülen tedbirlerin millî güvenlik, demokratik anayasal düzen ve kamu
güvenliğinin sağlanması ve korunması amaçlarına ulaşma bakımından elverişli ve gerekli olmadığı da
savunulamaz.
517.
Kurallarla geçici 35. maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren dört yıl
süreyle geçerli olmak üzere terör örgütlerine veya MGK’ca devletin millî
güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya
gruplara iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu ilgili kurul ve komisyonca
değerlendirilen kişilerin meslekten (kamu görevinden) çıkarılmasına imkân
tanınmaktadır.
518. Kurallar
kapsamında ilgili Kurul ve Komisyonlarca meslekten çıkarma kararı verilirken
esas alınan ölçütler ile benimsenen yöntemin kuralların orantılılığındadikkate
alınması gerekir. Kuralların orantılı olması temel hak ve özgürlüğe
yapılan sınırlama ile ulaşılmak
istenen meşru amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesinin gerekliliğini
ifade etmektedir. Dolayısıyla meşru amacı gerçekleştirme bakımından
gerek içerik ve gerekse yöntem itibarıyla kişilerin meslekten (kamu görevinden)
çıkarılmalarıyla makul dengenin sağlanıp sağlanmadığı belirlenmelidir.
519. Kuşkusuz
kanun koyucunun kamu güvenliği aleyhine faaliyetlerde bulunan örgüt veya
benzeri yapılarla bağlantıları nedeniyle Anayasa’dan kaynaklanan sadakat
yükümlülüğüne aykırı davranan kamu görevlileri hakkında meslekten (kamu
görevinde) çıkarma veya benzer işlemler tesis etmesinde, buna yönelik şartları
ve usulleri belirlemesinde geniş bir takdir yetkisi bulunmaktadır. Nitekim kamu
görevlilerinin meslekten (kamu görevinden) çıkarılmalarına ilişkin usul ve
şartlar farklı mevzuatlarda düzenlenmiştir. Bu bağlamda dava konusu kurallar
kapsamında yer alan kişilerin tabi oldukları özel mevzuatlarda da meslekten
veya devlet memurluğundan çıkarılmayla ilgili benzer düzenlemelere yer
verilmiştir.
520. Kurallar
kapsamında söz konusu düzenlemelerde belirtilen şartların dışında meslekten
çıkarılmayla ilgili farklı esas ve usullerin benimsenmesi ihtiyacı kuralların
orantılılığının tespiti açısından oldukça önemlidir. Başka bir ifadeyle
kişilerin kurallarda benimsenen esas ve yöntem çerçevesinde kamu görevinden
çıkarılmalarıyla meşru amaç arasında makul dengenin sağlanıp sağlanmadığının
belirlenmesi zorunludur.
521. Meslekten
çıkarma tedbirinin uygulanması için öngörülen ölçütler (irtibat ve iltisak
boyutunda fiiller ve idarenin takdiri) dava konusu kuralların esaslı unsurlarını oluşturmaktadır. Bu
çerçevede tedbiri gerektiren eylemlerin niteliği ile bunların kurallar
kapsamında belirlenen ölçütlere uygun olup olmadığını değerlendirmede yetkili
kurul ve komisyonlara tanınan takdir yetkisinin sınırlarının ele
alınması gerekir.
522.
Kurallarda öngörülen meslekten çıkarma ve diğer tedbirlerin uygulanmasına esas
olan fiil terör örgütlerine veya devletin milli
güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya
gruplarla iltisaklı yahut irtibatlı olmaktır.
Bu yönüyle kanun koyucu meslekten (kamu görevinden) çıkarma tedbirinin
uygulanmasında millî güvenliğe aykırı faaliyette bulunan yapı ve oluşumlarla irtibatlı
ve iltisaklı olmayı temel ölçüt olarak belirlemiştir. Söz konusu ölçütün kavramsal
olarak belirlenebilir nitelikte olup olmadığı hususuna kuralları kanunilik
incelemesinde değinilmiştir.
523. Ancak kurallar kapsamında bir kişinin meslekten
çıkarılmasına karar verilirken irtibat ve iltisak kavramlarının olay ve olgular
çerçevesinde hangi ölçütlere göre belirlenebileceği hususuna ayrıca
değinilmesi gerekmektedir. Nitekim kurallarda buna yönelik bir belirleme
yapılmadığı gibi meslekten çıkarmaya esas alınan fiillerin irtibat ve
iltisak kapsamında bulunup bulunmadığının tespiti yetkili kurul ve
komisyonların değerlendirmelerine bırakılmıştır.
524. Kurallarda temel ölçüt olarak öngörülen, kavuşan,
bitişen, birleşen anlamına gelen iltisaklı kavramı ile iki unsur
arasında ilişki sağlamayı ifade eden irtibatlı kavramları arasında derece/aşama
ve yoğunluk olarak fark bulunsa da kurallar bağlamında söz konusu kavramların
terör örgütü veya benzeri yapıların düşünce ve amacının benimsenerek hareket
edilmesi ya da farklı nedenlerle de olsa söz konusu örgüt ya da yapının
faaliyetleriyle ilgili ve uyumlu davranışlarda bulunulması anlamına geldiği
açıktır. Başka bir ifadeyle kurallar kapsamında meslekten çıkarılmayı
gerektiren fiillerin, millî güvenliğe aykırı faaliyette bulunan örgüt veya
oluşumların düşünce ve amacının içselleştirildiği ya da olağanlaştırıldığı
sonucunu doğurmaya elverişli olması gerekir.
525. Kurallarda geçen söz konusu ölçütlerden ne anlaşılması
gerektiğinin yanında irtibatlı ve iltisaklı olma hususunun, somut
ispatlanabilir olay ve olgulara dayanması gerektiği açıktır. Başka bir
ifadeyle irtibat ve iltisaka esas alınan fiillerin varlığı (gerçeklik) ile
bunların hakikaten irtibat ve iltisak boyutunda olduğunun (hukuksal
nitelendirme) objektif ve kabul edilebilir gerekçelerle ortaya konulması
gerekmektedir. Bu itibarla meslekten çıkarmada yetkili kurul ve komisyonlarca
yapılacak değerlendirmelerdeki takdir yetkisinin sübjektif, soyut kanaatten
ziyade somut bulgulara dayalı sebep-sonuç ilişkisi içinde objektif ve
açıklanabilir nitelikte olması zorunludur. Tahmine, varsayıma ya da olgusal
temellerden yoksun çıkarımlara dayalı değerlendirmelerin keyfî uygulamalara yol
açabileceği açıktır. Dolayısıyla meslekten çıkarma tedbirinin sebep unsurunu
oluşturan irtibat ve iltisak kavramlarının yetkili kurul ve komisyonlara
sınırsız bir takdir yetkisi tanıdığı söylenemez.
526. Bununla birlikte olağanüstü hâl döneminde uygulanan
kamu görevinden çıkarma ve diğer tedbirlerde de esas alınan irtibat, iltisak
kavramlarının -devletin karşı karşıya kaldığı tehlikenin yoğunluğu dikkate alındığında-
olağan dönem koşullarına göre farklı değerlendirilmesi söz konusu olabilir.
Nitekim Anayasa Mahkemesi önceki kararlarında anılan kavramların içinde
bulunulan döneme göre farklı yorumlanabilmesinin mümkün olduğunu, olağanüstü
hâlin ilanına neden olan tehdit ve tehlikeler gözetilerek olağanüstü hâl
döneminde millî güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen yapı, oluşum
veya gruplara ya da terör örgütlerine aidiyeti, iltisakı ya da bunlarla
irtibatı bulunup bulunmadığının tespiti bakımından anılan yapı, oluşum,
grup ya da terör örgütleriyle üyeler arasındaki bağın varlığı konusunda
yapılacak değerlendirme ile olağan dönemde yapılacak değerlendirmenin farklı
olabileceğinin kabul edilmesi gerektiğini belirtmiştir (AYM, E.2018/89,
K.2019/84, 14/11/2019, §§ 30, 31).
527. Söz konusu kararlarda olağan dönemde kişilerin millî
güvenliği tehdit eden örgüt yapı ve oluşumlarla bağlarının varlığına yönelik
yapılacak değerlendirmede somut olgulara dayalı bir temele sahip bulunması
esasının benimsenmesi gerektiği, bunun kanunların Anayasa’ya uygun olarak
yorumlanması gereğinin doğal bir sonucu olduğu, kişilerin kamu görevinden
(meslekten) çıkarılmalarını haklı kılacak nitelikte olgusal temeli olan
bağlantılarının aidiyet, iltisak ve irtibat olarak değerlendirilmesi gerektiği
ifade edilmiştir (AYM,
E.2017/21, K.2020/77, 24/12/2020, § 38).
528. Ayrıca kuralların orantılılığı değerlendirilirken 15
Temmuz darbe teşebbüsünde rol oynayan FETÖ/PDY’nin yapısı ve darbe girişiminden
sonraki gelişmelerin de dikkate alınması gerekir. Anayasa Mahkemesinin önceki
kararlarında, demokratik devlet düzenine karşı tehlikenin
kaynağını oluşturan FETÖ/PDY’nin kamu kurumlarının neredeyse tamamında
örgütlendiği ve kesinleşmiş yargı kararlarına da konu olan birçok kanun dışı
faaliyeti gerçekleştirecek operasyonel bir güç hâline geldiği, darbe
girişimiyle birlikte söz konusu tehdidin mevcut, yakın ve açık bir tehlikeye
dönüştüğü ifade edilmiştir. Anılan kararlarda, FETÖ/PDY’nin
yapısındaki gizlilik, hücre tipi yapılanma, her kurumda örgütlenmiş olma,
kripto üyelerinin tespit edilmesindeki güçlük ve bunların eylem yapma
potansiyeli, kendisine kutsallık atfetme, itaat ve teslimiyet temelinde hareket
etme gibi özellikleri dikkate alındığında darbe girişiminin üzerinden belirli
bir sürenin geçmesinin de daha farklı yöntemlerle mücadele edilmesi ihtiyacını
ortadan kaldırmayacağı bunun dışında diğer terör örgütü, grup ve oluşumlarla da
aynı şekilde mücadele edilmesi zorunluluğunun ortaya çıkabileceği
belirtilmiştir (AYM, E.2018/81, K.2021/45, 24/6/2021, §§ 113-116).
529. Bu kapsamda uzun yıllar devlet içinde gizlilik
prensibi ile yapılanmış olan FETÖ/PDY veya millî güvenlik aleyhine faaliyette
bulunan diğer terör örgütü, yapı ve oluşumlarla bağlantılı kişilerin tespit
edilerek devlet aygıtından uzaklaştırılması için kanun koyucunun olağan dönem
koşullarında farklı yöntemler benimsemesi söz konusu olabilir. Nitekim FETÖ/PDY
veya diğer örgüt ve yapıların yürüttükleri faaliyetlerin niteliği ve bağlantılı
kişilerin tespit edilmesindeki güçlük dikkate alındığında söz konusu
mücadelelerin kısa sürede sonuçlanması mümkün olmayabilir. Ancak devletin bu
konudaki farklı mücadele yönteminin anayasal ilkeler gözetilerek hukuki
öngörülebilirlik ve belirlilik sınırları içinde uygulanması gerektiği açıktır.
530. Bu yönüyle objektif anlamı, kapsam ve sınırları
belirlenebilir olan irtibat ve iltisak kavramlarının kamu görevlilerinin
terör örgütü ya da benzeri oluşumlara aidiyetini ya da birlikteliğini ortaya
koymak suretiyle bu kişilerin Anayasa’dan kaynaklanan sadakat yükümlülüğüne
aykırı davranışlarda bulunduğunu ispatlamaya elverişli nitelikte kavramlar
olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla kurallarda yer alan irtibat ve iltisak
kavramlarına sonuç bağlanarak meslekten (kamu görevinden) çıkarma işleminin
yetkili kurul ve komisyonların değerlendirmelerine bırakılması ile millî
güvenlik ve kamu düzeninin korunması ve kamu hizmetinin sağlıklı bir şekilde
yürütülebilmesi amaçları arasındaki dengenin bozulduğu söylenemez.
531. Kurallarda benimsenen yöntem ise meslekten çıkarma
tedbirinde uygulanan usulün sınırlama getirilen temel hak ve özgürlükler
bağlamında değerlendirilmesini gerekli kılar. Tedbirde uygulanan yöntemin
niteliği orantılılık incelemesinde dikkate
alınması gereken önemli bir unsurdur. Buna göre meslekten çıkarılan
kişilerin tedbirin uygulanması aşamasına kadarki sürece ne şekilde dâhil
edildiği, bireysel durumları değerlendirilerek tedbir kapsamında olmalarını
gerektiren fiilî ve hukuki olgulardan haberdar edilip edilmedikleri, kişilere
haklarındaki iddialara karşı cevap verme ve delil sunma, sürece karşı etkili
idari ya da yargısal yollara başvuru imkânının sağlanıp sağlanmadığının
gözönüne alınması gerekir. Kısacası söz konusu mesele, kişilerin meslekten (kamu görevinden) çıkarılması
sürecinde bireyselleştirmenin ne ölçüde sağlandığının incelenmesiyle
açığa kavuşturulur.
532. Anayasa Mahkemesi
liste usulüyle kişilerin kamu görevinden çıkarılmalarını düzenleyen kanunlaşan
OHAL KHK’ları ile ilgili verdiği 24/6/2021 tarihli ve E.2018/81, K.2021/45
sayılı kararında, kamu görevinden çıkarma tedbiri uygulanırken her bir kişi nezdinde bireyselleştirme
yapılması gerektiği hususuna vurgu yapmış; kurallar kapsamında terör
örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar
verilen yapı, oluşum veya gruplarla iltisaklı yahut irtibatlı olduğu
değerlendirilen kamu görevlilerine bir iddia yöneltilerek bunlara karşı savunma
ve delil sunma imkânı tanınmadan kamu görevinden çıkarılmalarını olağan dönem
koşullarında dava konusu kuralları kanunilik boyutundan uzaklaştırdığını ayrıca
söz konusu yöntemle kişilerin özel hayatının korunmasını isteme hakkına
getirilen sınırlamanın da demokratik toplum düzeninin gerekleri ve ölçülülük
ilkesiyle bağdaşmadığını belirtmiştir (bkz. § 89)
533. Anılan
karardan anlaşılacağı üzere meslekten çıkarma tedbiri uygulanmadan önce
kişilere bir iddia yöneltilerek bunlara karşı savunma ve delil sunma imkânının
tanınması ve bu yönde usule ilişkin güvencelerin oluşturulması kuralların
ölçülülüğünde temel alınması gereken ögelerdendir.
534. 375
sayılı KHK’nın geçici 35. maddesinin dava konusu kurallara atıf yapan (G)
fıkrasının üçüncü paragrafında, terör örgütlerine veya devletin millî
güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya
gruplarla iltisaklı yahut irtibatlı olduğu değerlendirilen kamu görevlilerine
yedi günden az olmamak üzere ilgili kurum tarafından uygun vasıtalarla savunma
hakkının verileceği, bu süre içinde savunmasını yapmayanların, savunma
hakkından vazgeçmiş sayılacağı hükme bağlanmıştır.
535. Dava
konusu kurallar kapsamında yer alan kişilerin tabi oldukları özel mevzuatlarda
meslekten veya devlet memurluğundan çıkarılmanın usul ve şartları disiplin
hükümleri çerçevesinde düzenlenmiştir. Kurallarda meslekten çıkarma sürecinde
uygulanacak usulle ilgili kişilerin tabi olduğu özel kanun hükümlerine açıkça
atıfta bulunulmadığı gibi bu konuda ayrıntılı düzenlemelere de yer
verilmemiştir. Ancak meslekten çıkarılacak kişilere yedi günden az olmamak
üzere tanınan savunma imkânıyla Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarında
belirtilen bireyselleştirmenin ne ölçüde sağlandığının ayrıca değerlendirilmesi
gerekmektedir.
536.
Öncelikle meslekten çıkarma sürecinde kişilere sağlanan usule ilişkin
güvencelerin hukuk sistemindeki mevcut usullerden bağımsız olarak temel hak ve
özgürlükler bağlamında anayasal özerk bir yorumla değerlendirilerek
bireyselleştirme ölçütünün karşılanıp karşılanmadığı tespit edilmelidir. Bu
bağlamda Anayasa Mahkemesi önceki kararlarında kişilere meslekten (kamu
görevinden) çıkarma sürecinde haklarındaki isnatlara cevap verme ve bunlara
karşı delil sunma imkânının tanındığı bir soruşturma sürecinin yürütülmesini ve
bu süreç sonunda somut olgu ve olaylar çerçevesinde iddia, savunma ve
delillerin tartışılarak ulaşılan sonucun dayandığı maddi ve hukuki temelleri
gösteren gerekçelerin açıklanmasını bireyselleştirme için yeterli görmüştür.
537. Kurallar
kapsamında kişilere en az yedi günlük savunma hakkının tanınması, meslekten
çıkarılma sürecinde soruşturma yürütülerek kamu görevlilerine haklarında ileri
sürülen iddiaların bildirilmesini, isnat edilen eylemlere karşı beyan ve delil
sunma hakkı tanınmasını, tedbir uygulanacak kişinin delil sunması hâlinde bu
bilgi ve belgelerin toplanmasını ve en son tesis edilen işlemin ilgili
mercilerce iddia, savunma ve deliller çerçevesinde temellendirilerek gerekçeli
olarak açıklanmasını gerektirdiği açıktır. Aksi durum savunma hakkı verilmesini
anlamsız kılacaktır.
538.
Dolayısıyla kurallar kapsamında meslekten çıkarılan kamu görevlilerine yedi
günden az olmamak üzere savunma hakkının tanınması ve bu süre içinde
savunmasını yapmayanların savunma hakkından vazgeçmiş sayılmasıyla tedbir
öncesi bireyselleştirme koşulunun yerine getirilmediği söylenemez. Buna göre
meslekten çıkarmada benimsenen usulün millî güvenlik
ve kamu düzeninin korunması, kamu hizmetinin sağlıklı bir şekilde
yürütülebilmesi amaçlarına ulaşma bakımından orantılı olduğu sonucuna
ulaşılmıştır.
539. Bunun
yanında tedbir sürecinde meslekten çıkarma kararına karşı etkili denetim
mekanizmasının öngörülmesi gerekir. Bu durum keyfîliğe karşı hukukun mutlak
üstünlüğünü öngören hukuk devleti ilkesinin zorunlu bir sonucu olduğu gibi
Anayasa’nın 40. maddesinin de bir gereğidir.
540. Anayasa’nın anılan maddesinde Anayasa ile tanınmış hak
ve özgürlükleri ihlal edilen herkesin yetkili makama geciktirilmeden başvurma
imkânının sağlanmasını isteme hakkı (etkili başvuru hakkı) güvence altına
alınmaktadır. Kurallar kapsamında komisyon ve kurulların idari işlem
niteliğindeki kararlarına karşı ilgililerin idari yargıda dava açma haklarının
bulunduğu açıktır.
541. Bu açıdan geçici 35. maddenin yürürlüğe girdiği
tarihten itibaren dört yıl süreyle geçerli olmak üzere terör örgütlerine veya
devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı,
oluşum veya gruplara iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu ilgili
kurul ve komisyonlarca değerlendirilen kamu görevlilerine en az yedi gün
savunma hakkı vermek suretiyle bu kişilerin meslekten (kamu görevinden)
çıkarılmalarını öngören kuralların millî güvenlik ve
kamu düzeninin sağlanması ile kamu hizmetinin sağlıklı bir şekilde yürütülmesi
amaçlarına ulaşma bakımından kişilerin özel hayatının korunmasını isteme
hakkına ölçüsüz bir sınırlama getirdiği söylenemez.
542. Açıklanan nedenlerle kurallar, Anayasa’nın 13. ve 20.
maddelerine aykırı değildir. İptal taleplerinin reddi gerekir.
Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin YILDIRIM, M. Emin
KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ bu görüşe katılmamışlardır.
Kuralların, Anayasa’nın 2., 6., 70., 118., 125., 128. ve 129. maddelerine de aykırı olduğu ileri
sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların Anayasa’nın 13. ve
20. maddeleri yönünden yapılan değerlendirmeler kapsamında ele alınmış
olması nedeniyle Anayasa’nın 2., 6., 70.,
118., 125., 128. ve 129. maddeleri
yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
Kuralların Anayasa’nın 15., 17.,
35., 36., 38., 48. ve 49. maddeleriyle de
ilgisi görülmemiştir.
v. Fıkranın Birinci
Paragrafının İkinci ve Üçüncü Cümleleri
(1) “…Resmî
Gazetede yayımlanır…” İbareleri
543. Dava konusu kurallarda 375 sayılı KHK’nın (A)
fıkrasının birinci paragrafının birinci cümlesi kapsamında ilgili kurum ve
komisyonlarca verilen meslekten çıkarma kararlarının Resmî Gazete’de
yayımlanacağı ve yayımı tarihinde ilgililere tebliğ edilmiş sayılacağı,
meslekten çıkarma kararlarına karşı ilgili kanunlarda yer alan hükümler
uyarınca itiraz edilmesi veya yeniden inceleme talebinde bulunulması üzerine
verilen kararların da Resmî Gazete’de yayımlanacağı ve yayımı tarihinde
ilgililere tebliğ edilmiş sayılacağı hükme bağlanmıştır.
544. Kurallar kapsamında meslekten çıkarma kararlarının
Resmî Gazete’de yayımlanmasının kişilerin meslek yaşamı, özel sektörde iş bulma
veya ticari faaliyette bulunma şartlarını etkileyeceği açıktır. Ancak söz
konusu kararların yayımlanarak meslekten çıkarılan kişilerin isimlerinin bu
şekilde kamuya açıklanması suretiyle alenileştirilmesinde etkilenen değer
kişinin şeref ve itibarıdır. Bu nedenle meslekten çıkarılanların isim ve sicil
numaraları gibi bilgilerin Resmî Gazete’de yayımlanmasının Anayasa’nın 17.
maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi
varlığını koruma ve geliştirme hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
545. Anayasa’nın 17. maddesinde, “Herkes, yaşama, maddî
ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.” hükmüne yer
verilmiştir. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma hakkı,
birbirleriyle sıkı bağlantıları olan, devredilmez ve vazgeçilmez
haklarındandır.
546. Bireyin kişisel şeref ve itibarı, Anayasa'nın anılan
maddesinde yer alan manevi varlık kapsamında yer almaktadır. Devlet,
bireyin manevi varlığının bir parçası olan kişisel şeref ve itibara keyfî
olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür
(Adnan Oktar (2), B. No: 2013/514, 2/10/2013, § 30). Başka
bir deyişle kişisel itibarın korunması hakkı Anayasa'nın 17. maddesinin birinci
fıkrasının koruması altındadır (Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617,
8/4/2015, § 36; İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, §
42).
547. Maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkı,
devlete kişinin söz konusu hakka saygı gösterme yükümlülüğünü öngörmektedir. Bu
yükümlülük öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka keyfî bir şekilde müdahale
etmemesini, kişilerin fiziksel ve ruhsal yönden zarar görmelerine neden
olmamalarını gerektiren negatif bir ödevdir (Cezmi Demir ve diğerleri,
B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 81; Hüdayi Ercoşkun, B. No: 2013/6235,
10/3/2016, § 90).
548. Kurallar kapsamında meslekten çıkarma kararıyla
kişilerin isimlerinin Resmî Gazete’de yayımlanması Anayasa’nın 17. maddesinde
güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığının koruma ve geliştirme
hakkına sınırlama getirmektedir.
549. Kurallarda öngörülen işlemin kapsam ve sınırlarının
herhangi bir tereddüde yer vermeyecek şekilde açık ve net olarak belirlendiği
gözetildiğinde sınırlamanın kanuni bir temele dayandığı açıktır
550. Öte yandan
kurallarla 15 Temmuz darbe girişiminden sonraki süreçte FETÖ/PDY ile diğer
terör örgütü ve oluşumlarla yapılan mücadele kapsamında bunlarla bağlantılı
kamu görevlilerini devlet teşkilatından seri ve hızlı bir şekilde
uzaklaştırılması suretiyle millî güvenlik ve kamu
düzeninin sağlanmasının amaçlandığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla kuralın meşru
bir amaca dayandığı açıktır.
551. Meslekten çıkarma kararlarının Resmî Gazete’de
yayımlanmasının ve bu yayımın tebliğ hükmünde olmasının FETÖ/PDY ve
diğer terör örgütü ve oluşumlarla bağlantılı kamu görevlilerinin devlet
teşkilatından hızlıca uzaklaştırılmasına katkıda bulunacağı gözetildiğinde
kuralların anılan meşru
amaca ulaşma bakımından elverişli olmadığı söylenemez.
552. Kuralların
gerekliliği belirlenirken meslekten çıkarma sürecinin hızlandırılarak millî güvenlik ve kamu düzeninin sağlanması amacına ulaşma
bakımından kişilerin isimlerinin Resmî Gazete’de yayımlanmasının zorunlu
olması, söz konusu amaca daha hafif sınırlama aracı ile ulaşılmasının mümkün
olmaması gerekir.
553. Tedbir
niteliğinde olan meslekten çıkarma kararı üzerine ilgili mevzuat uyarınca
kişilerin görevlerinden el çektirilmeleri mümkün olduğu gibi söz konusu
kararların verildiği anda hüküm ve sonuç doğurmasına engel bir durum da
bulunmamaktadır. Ayrıca meslekten çıkarma kararlarının
her durumda tebligat mevzuatı gereğince usulüne uygun bir şekilde ilgili
kişilere tebliğ edilmesinin mümkün olduğu anlaşılmaktadır.
554. Dolayısıyla
terör örgütü veya benzeri yapılarla bağlantısı olduğu değerlendirilen kamu
görevlileri hakkında meslekten çıkarma kararının verildiği anda hüküm ve
sonuçlarını doğurma imkânının bulunması ya da kişilerin soruşturma sürecinde
görevden el çektirilmeleri veya meslekten çıkarma kararının verildiği anda görevden
uzaklaştırılarak bu dönemde verilen kararların tebligat mevzuatı hükümleri
gereğince ilgili kişilere tebliğ edilmesi mümkün olduğu hâlde sürecin hızlı bir
şekilde tamamlanması için bu kararların Resmî
Gazete’de yayımlanarak kararlara konu kişilerin alenileştirilmesini gerektiren
bir zorunluluk bulunmamaktadır.
555. Bu açıdan yetkili kurum ve komisyonlarca verilen
meslekten çıkarma kararları ile bu kararlara karşı ilgili kanunlarda yer alan
hükümler uyarınca yapılan itiraz veya yeniden inceleme talebi üzerine verilen
kararların Resmî Gazete’de yayımlanarak tebliğ edilmesini öngören kurallarla
kişilerin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına getirilen
sınırlamanın gerekli olduğu söylenemez.
556. Açıklanan nedenlerle kurallar, Anayasa’nın 13. ve 17.
maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
Kurallar, Anayasa’nın
13. ve 17. maddelerine aykırı görülerek iptal edildiğinden ayrıca Anayasa’nın
2., 6., 15., 20., 35., 36., 38., 48., 49., 70., 118., 125., 128., 129.
maddeleri yönünden incelenmemiştir.
(2) Kalan Kısımlar
557. Dava konusu kurallarda 375 sayılı KHK’nın (A)
fıkrasının birinci paragrafının birinci cümlesi kapsamında ilgili kurum ve
komisyonlarca verilen ve Resmî Gazete’de yayımlanan meslekten çıkarma ile
itiraz ve yeniden inceleme talebi üzerine verilen kararların yayımı tarihinde
ilgililere tebliğ edilmiş sayılacağı hükme bağlanmıştır.
558. Fıkranın birinci paragrafının ikinci ve üçüncü
cümlelerinde yer alan “…Resmî Gazetede
yayımlanır…” ibarelerinin iptalleri nedeniyle cümlelerin kalan kısmının
uygulanma imkânı kalmamıştır. Bu nedenle söz konusu kısımlar 6216 sayılı
Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı fıkrası kapsamında değerlendirilmiş ve bu
kısımlar yönünden Anayasa’ya uygunluk denetiminin yapılmasına gerek
görülmemiştir.
vi.
Fıkranın Birinci Paragrafının Beşinci Cümlesi
(1) Cümlede Yer Alan “Görevden uzaklaştırılanlar veya…” İbaresi
559.
6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural, ilgisi nedeniyle Anayasa’nın
23. maddesi yönünden de incelenmiştir.
560. 375 sayılı
KHK’nın (A) fıkrasının birinci paragrafının
beşinci cümlesinde, terör örgütlerine veya devletin
millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya
gruplara iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen kişiler hakkında
yürütülen soruşturma kapsamında görevden uzaklaştırılanların silah ruhsatları
ve pasaportlarının iptal edileceği, bu kişilerin oturdukları kamu konutlarından
veya vakıf lojmanlarından on beş gün içinde tahliye edilecekleri hükme
bağlanmıştır. Anılan cümlede yer alan “Görevden uzaklaştırılanlar veya…”
ibaresi dava konusu kuralı oluşturmaktadır.
561. Ruhsatın, ekonomik bir mal varlığı değeri ifade eden
silah üzerinde tasarruf etme yetkisi sağladığı dikkate alındığında görevden
uzaklaştırılan kişilerin silah ruhsatının iptal edilmesi suretiyle silahın
devri zorunluluğu sonucunu öngören kuralın mülkiyet hakkı kapsamında
değerlendirilmesi gerekir. Nitekim Anayasa Mahkemesi ekonomik bir değer ifade
eden bir işin yürütülmesi için verilen ruhsat ve izinlerin sona erdirilmesini
mülkiyet hakkı kapsamında incelemiştir (Ahmet Bal, B. No: 2015/19400,
11/6/2018, § 36; Hidayet Metin, B. No: 2014/7329, 6/4/2017, § 40; Ohannes
Tomarcı, B. No: 2015/18992, 28/6/2018, § 37; Çağdaş Petrol Ürünleri
Pazarlama Otomotiv Tic. ve Tur. Ltd. Şti., B. No: 2015/12306, 28/11/2018 §
41; Cevdet Timur, B. No: 2015/3742, 10/1/2019, § 56).
562. Silah ruhsatının edinilmesinin belirli şartlara
bağlanması, bu şartların ortadan kalkması ya da silah edinilmesi amacına aykırı
durumların oluşması hâlinde ruhsatın iptal edilmesi, kamu yararının önemli bir
yönü olan kamu güvenliğinin sağlanması ve bu yöndeki faaliyetlerin kontrol
edilmesini amaçlayan tedbirler kapsamındadır. Dolayısıyla terör örgütlerine
veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen
yapı, oluşum veya gruplara iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu iddiasıyla
hakkında soruşturma yürütülen kişilerin silah ruhsatlarının iptal edilmesi
suretiyle mülkiyet hakkına getirilen sınırlamanın Anayasa’nın 35. maddesinin
mülkün (silahın) kamu yararına kullanılmasının kontrol edilmesine ilişkin
üçüncü fıkrası çerçevesinde incelenmesi gerekir.
563. Bunun
yanında kişilerin ekonomik olarak daha uygun
koşullarda oturdukları kamu konutları ve lojmanlarından tahliye edilmelerinin
parayla değerlendirilebilecek nitelikte birtakım menfaatlerini etkileyeceği
açıktır. Dolayısıyla kurallarda görevden uzaklaştırılan kişilerin söz konusu
yerlerden tahliyesinin öngörülmesi de mülkiyet hakkıyla yakından ilgilidir. Nitekim Anayasa Mahkemesi, belediye tarafından tahsis
edilen işyerinden tahliyeye yönelik işlemi mülkiyet hakkı kapsamında
incelemiştir (Ayşe Öztürk, B. No: 2013/6670, 10/6/2015, § 85).
564. Kural, terör örgütü
veya benzeri yapılarla bağlantılı olduğu iddia edilen kişilerle ilgili
yürütülen soruşturma kapsamında görevden uzaklaştırılan kişilerin silah
ruhsatlarının iptali ile bu kişilerin oturdukları kamu konutlarından veya vakıf
lojmanlarından tahliye edilmelerini öngörmekle Anayasa’nın 35. maddesinde
güvence altına alınan mülkiyet hakkına sınırlama getirmektedir.
565. Kuralda hangi malvarlığı değerlerinin iptal
edileceğinin açık ve net olarak düzenlendiği gözönüne alındığında kuralın temel
hak ve özgürlüklerin kanunla sınırlanması gerektiği yönündeki anayasal ilkeye
aykırı bir yönünün bulunmadığı anlaşılmaktadır
566. Öte yandan terör örgütlerine veya devletin
millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya
gruplara iltisakı ya da bunlarla irtibatı olduğu
gerekçesiyle haklarında görevden uzaklaştırma kararı verilen kişilerin silah
ruhsatlarının iptali ile kamu konutları ve vakıf lojmanlarından tahliye
edilmelerinin millî güvenlik ve kamu düzeninin sağlanması biçimindeki kamu
yararı amacına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Bu itibarla kural anayasal
anlamda meşru bir amaca dayanmaktadır.
567. Kural kapsamında görevinden uzaklaştırılan kamu
görevlilerinin silah ruhsatlarının iptal edilmesi ve lojmandan tahliye
edilmelerinin anılan meşru amaca ulaşma bakımından elverişli ve gerekli olmadığı
söylenemez. Ancak kuralla öngörülen sınırlama ile yukarıda açıklanan kamu
yararı amacı arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekir.
568. Kuralla
görevden uzaklaştırılan kişilerin hangi sebeple edinildiğine bakılmaksızın, her
türlü silah ruhsatlarının iptal edileceği hükme bağlanmaktadır. Silah
ruhsatının edinilmesi ya da iptali ile ilgili koşulları belirlemede kanun
koyucunun geniş bir takdir yetkisinin bulunduğu açıktır. Bunun yanında kanun
koyucunun kamu görevlilerinin sosyal hakları içinde yer alan kamu konutlarından
veya vakıf lojmanlarından yararlanma hakları ile ilgili düzenlemeleri belirleme
konusunda da takdir yetkisi bulunmaktadır. Ancak söz konusu düzenlemelerde
anayasal ilkelere bağlı olarak hareket edilmesi gerekmektedir.
569. Kural kapsamında yer alan kişilerle ilgili özel
hükümlerin varlığının yanı sıra görevden uzaklaştırmaya ilişkin hükümlere genel
olarak memurlara yönelik düzenlemelerin yapıldığı 657 sayılı Kanun’da yer
verilmiştir. Söz konusu düzenlemelere göre görevden uzaklaştırmanın hakkında
idari bir soruşturma yürütülen kamu görevlisinin belirli amaçlarla görevden
geçici olarak el çektirilmesini sağlayan bir tedbir olduğu anlaşılmaktadır. Bu
yönüyle görevden uzaklaştırmayla kamu görevinden çıkarılmanın hüküm ve sonuçlarından
farklı olarak kişilerin belirli hususlar dışında kamu görevlisi sıfatından
kaynaklanan hak ve yükümlülüklerin devam ettiği açıktır. Bunun yanında açığa
alınan bir kamu görevlisi hakkında meslekten çıkarma kararı verilmemesi veya
soruşturma sürecinde açığa alma tedbirinin sona erdirilmesi de mümkündür.
570. Kural, kişilerin haklarında terör örgütü veya benzeri
yapılarla bağlantılı oldukları gerekçesiyle yürütülen soruşturma süreci
tamamlanmadan yani iddiaların doğruluğu tespit edilmeden kamu görevlisi
sıfatının sağladığı haklardan olan silah ruhsatı edinme ve lojmanlardan
yararlanma imkânlarından yoksun bırakılmalarına neden olmaktadır. Başka bir
ifadeyle kuralla meslekten çıkarma işleminin sebep unsurunu oluşturan terör
örgütü veya benzeri yapılarla iltisaklı veya irtibatlı olma şartının
gerçekleştiği kesinleşmiş bir soruşturma süreci ile ortaya konulmadan kişilerin
kamu görevlisi sıfatından kaynaklanan birtakım hakları sona erdirilmektedir.
571. Dolayısıyla görevden uzaklaştırma tedbirinin niteliği,
soruşturmanın her aşamasında yetkili mercilerce sona erdirilmesinin mümkün
olması, süreç sonunda meslekten çıkarma kararının verilmemesi ihtimalinin
varlığı dikkate alındığında meslekten çıkarma kararı kesinleşmeden
soruşturmanın devam ettiği süreçte görevden uzaklaştırılan kişilerin silah
ruhsatının iptali ile kamu konutlarından veya vakıf lojmanlarından tahliyesini
öngören kuralla mülkiyet hakkına getirilen sınırlamanın öngörülen kamu yararı amacı bakımından
orantılı olduğu söylenemez.
572. Diğer yandan kural görevden
uzaklaştırılan kişilerin pasaportlarının iptal edilmesini hükme bağlamakla yurtdışına çıkma özgürlüğüne sınırlama getirmektedir.
573. Anayasa’nın 23. maddesinin üçüncü fıkrasında vatandaşın
yurt dışına çıkma özgürlüğünün ancak suç soruşturması veya kovuşturması
sebebiyle hâkim kararıyla sınırlanabileceği hüküm altına alınmıştır. Ancak
anılan hükümde öngörülen teminatın niteliği itibarıyla ancak bireysel
durumlarda işlerlik kazanabileceği, dolayısıyla bu özel sınırlama sebebinin
yalnızca bireysel olarak belirli kişi veya kişilerin yurt dışına çıkış
haklarının sınırlanması hâlinde söz konusu olabileceği, buna karşılık yurt
dışına çıkış hakkını genel olarak sınırlayan düzenlemelere yönelik herhangi bir
sınırlama nedenine Anayasa’nın 23. maddesinde yer verilmediği anlaşılmaktadır.
Bu bağlamda Anayasa’nın başka maddelerinde yer alan hak ve özgürlükler ile
devlete yüklenen ödevler yurt dışına çıkma özgürlüğüne sınır teşkil edebilir
(AYM, E.2019/94, K.2022/32, 24/03/2022, § § 117, 118).
574. Kuralla,
kişilerin pasaportlarının iptaline ilişkin tedbirin kapsam ve sınırlarının açık
ve net olarak belirlendiği gözetildiğinden yurtdışına çıkma özgürlüğüne
getirilen sınırlamada kanunilik şartının sağlandığı anlaşılmaktadır.
575. Terör örgütlerine veya devletin millî
güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya
gruplara iltisakı ya da bunlarla irtibatı olduğu
gerekçesiyle haklarında görevden uzaklaştırma kararı verilen kişilerin
pasaportlarının iptal edilmesinin millî güvenlik ve kamu düzeninin sağlanması
biçimindeki kamu yararı amacına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Bu
itibarla kuralın anayasal anlamda meşru bir amaca dayandığı sonucuna
ulaşılmıştır.
576. Kural kapsamında görevinden uzaklaştırılan kamu
görevlilerinin pasaportlarının iptal edilmesinin anılan meşru amaca ulaşma
bakımından elverişli ve gerekli olmadığı söylenemez. Ancak kuralla
öngörülen sınırlama ile meşru amaç arasında makul bir dengenin sağlanması
gerekir.
577. Bu
başlık altında mülkiyet hakkı kapsamında açıklanan gerekçeler uygun olduğu
ölçüde yurt dışına çıkma özgürlüğü yönünden de geçerlidir. Bu itibarla
meslekten çıkarma işleminin sebep unsurunu oluşturan terör örgütü veya benzeri
yapılarla iltisaklı veya irtibatlı olma şartının gerçekleştiği kesinleşmiş bir
soruşturma süreci ile ortaya konulmadan görevden uzaklaştırılan kamu
görevlilerinin pasaportlarının iptal edilmesini öngören kuralla yurt dışına
çıkma özgürlüğüne getirilen sınırlamanın kamu düzeni ve güvenliğini sağlama
amacı bakımından ölçülü olduğu söylenemez.
578.
Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 13., 23. ve 35. maddelerine aykırıdır.
İptali gerekir.
Kurallar, Anayasa’nın 13., 23. ve 35. maddelerine aykırı
görülerek iptal edildiğinden ayrıca 2., 6., 15., 17., 20., 36., 38., 48., 49.,
70., 118., 125., 128., 129. maddeleri yönünden incelenmemiştir.
(2) Cümlenin
Kalan Kısmı
(a) Cümlenin Kalan Kısmında Yer Alan “…silah
ruhsatları…” İbaresi
579. Kural, terör örgütlerine veya devletin millî
güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya
gruplarla iltisakı yahut irtibatı olduğu değerlendirilerek görevlerine son
verilen kişilerin silah ruhsatlarının iptal edilmesini hükme bağlamaktadır.
580. Kural kapsamında meslekten çıkarılmalarına karar
verilen kamu görevlilerinin hangi sebeple edinildiğine bakılmaksızın her türlü
silah ruhsatının iptal edileceği öngörülmekle mülkiyet hakkına sınırlama
getirilmektedir.
581. Kuralda silah
ruhsatlarının iptalinin usul ve şartları açık ve net olarak düzenlendiği
gözetildiğinde kuralla öngörülen sınırlamanın kanuni temele dayandığı açıktır.
582. Terör örgütleri veya devletin millî güvenliğine
karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara iltisakı
ya da bunlarla irtibatı olduğu gerekçesiyle
haklarında meslekten çıkarma kararı verilen kişilerin millî güvenlik ve kamu
düzeninin sağlanması ve korunmasına amacıyla silah ruhsatlarının iptal
edilmesinde kamu yararı amacının bulunduğu açıktır. Bu itibarla kural anayasal
anlamda meşru bir amaca dayanmaktadır.
583. Kural kapsamında görevlerine son verilen kişilerin silah
ruhsatlarının iptal edilmesinin anılan meşru amaca ulaşma bakımından
elverişli ve gerekli olmadığı söylenemez.
584. 7145 sayılı Kanun’un 26. maddesiyle 375
sayılı KHK’ya eklenen geçici 35. maddenin (A) fıkrasının birinci paragrafının
birinci cümlesinin kalan kısmı ve
dördüncü cümlesi ile 7333 sayılı Kanun’un
23. maddesiyle anılan fıkrada yer alan “…üç yıl…” ibaresinin “…dört
yıl…” şeklinde değiştirilmesi başlığı altında asıl tedbir olan kamu
görevinden (meslekten) çıkarma tedbiri ile ilgili olarak açıklanan gerekçeler
uygun olduğu ölçüde dava konusu kural yönünden de geçerlidir.
585. Dolayısıyla terör
örgütleri veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar
verilen yapı, oluşum veya gruplarla mücadele
etmek amacıyla görevlerine son verilen kişilerin silah ruhsatlarının iptal
edilmesini öngören kuralla millî güvenlik ile kamu düzeninin korunması amacı
bakımından mülkiyet hakkına ölçüsüz bir sınırlama
getirildiği söylenemez.
586. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa'nın 13. ve 35.
maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin YILDIRIM, M. Emin
KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ bu görüşe katılmamışlardır.
Kuralın ayrıca Anayasa’nın 2., 6., 70. 125., 128. ve 129. maddelerine de aykırı olduğu ileri
sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların Anayasa’nın 13. ve
35. maddeleri yönünden yapılan değerlendirmeler kapsamında ele alınmış
olması nedeniyle Anayasa’nın 2., 6., 70. 125.,
128. ve 129. maddeleri
yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 15., 17., 20., 36., 38., 48., 49. ve
118. addeleriyle
ilgisi görülmemiştir.
(b) Cümlenin Kalan Kısmında Yer Alan
“…ve pasaportları…” İbaresi
587. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural,
ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 23. maddesi yönünden de incelenmiştir.
588. Kural, terör örgütlerine veya devletin millî
güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya
gruplarla iltisakı yahut irtibatı olduğu değerlendirilerek görevlerine son
verilen kişilerin pasaportlarının iptal edilmesini hükme bağlamaktadır.
589. Kural
kapsamında pasaportların iptal edilmesinin hükme bağlanmasıyla yurtdışına
çıkma özgürlüğüne sınırlama getirilmektedir.
590. Kuralla
kişilerin pasaportlarının iptaline ilişkin tedbirin kapsam ve sınırlarının açık
ve net olarak belirlendiği gözetildiğinde yurtdışına çıkma özgürlüğüne
getirilen sınırlamada kanunilik şartının sağlandığı anlaşılmaktadır.
591.
Meslekten çıkarılmalarına karar verilen kişilerin bir kısmının tedbire konu
fiillerle ilgili yürütülen ceza soruşturmalarına muhatap olabilmeleri
mümkündür. Pasaporta sahip olan bu kişilerin bu belgenin sağladığı avantajlarla
millî güvenlik aleyhine birtakım faaliyetlerde (soruşturmaların akamete
uğratılması amacıyla kişilerin yurt dışına çıkabilmesi vb.) bulunmaları söz
konusu olabilir. Dolayısıyla kanun koyucunun bu tür faaliyetlere karşı
tedbirler alması ve buna yönelik düzenlemeler yapması doğal karşılanabilir.
592.
Dolayısıyla terör örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna
karar verilen yapı, oluşum veya gruplara iltisakı ya da bunlarla irtibatı
olduğu gerekçesiyle haklarında kamu görevinden (meslekten) çıkarma kararı
verilen kişilerin pasaportlarının iptal edilmesinin millî güvenlik ve kamu
düzeninin sağlanması amacına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Bu itibarla kural,
anayasal anlamda meşru bir amaca dayanmaktadır.
593. Kural
kapsamında meslekten çıkarılan kişilerin pasaportları iptal edilmek suretiyle
bu belgenin sağladığı birtakım avantajların kamu güvenliği aleyhine
kullanılmasının önüne geçilmesinin millî güvenlik ve kamu düzeninin sağlanması
ve korunmasına yönelik amaçlara ulaşma bakımından elverişli ve gerekli olmadığı
söylenemez. Ancak kuralla öngörülen sınırlama ile meşru amaç arasında makul
bir dengenin gözetilmesi gerekir.
594. Kural,
millî güvenlik aleyhine faaliyette bulunan yapı ve oluşumlarla bağlantısı
olduğu gerekçesiyle kamu görevinden (meslekten) çıkarılmasına karar verilen
kişiler hakkında ilave tedbir öngörmektedir. Söz konusu tedbir kararına bağlı
olarak pasaportlarının iptal edilmesinin özellikle yürütülen ceza
soruşturmaları çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.
595. Nitekim
kural kapsamında pasaportları iptal edilen kişiler hakkında aynı nedenlerden dolayı devam etmekte olan herhangi
bir idari veya adli soruşturma veya kovuşturma bulunmayanlara, kovuşturmaya yer
olmadığına, beraatine, ceza verilmesine yer olmadığına, davanın reddine veya
düşmesine karar verilenlere, mahkûmiyet kararı bulunanlardan cezası tümüyle
infaz edilenlere veya ertelenenlere, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına
karar verilenlere, başvurmaları hâlinde kolluk birimlerince yapılacak
araştırma sonucuna göre İçişleri Bakanlığınca pasaport
verilebileceğini düzenleyen 5682 sayılı Kanun’un ek 7. maddesinin Anayasa
Mahkemesinin 3/6/2021 tarihli ve E.2019/114,
K.2021/36 sayılı kararıyla iptal edilmesinin ardından bu kişilerin
tekrar pasaport talebinde bulunmalarına ve bu kapsamda yapılan işlemlere karşı
yargı mercilerine başvurmalarına engel bir durumun bulunmadığı anlaşılmaktadır.
596. Ayrıca kuralda öngörülen tedbirin her bir birey
yönünden hukuka uygunluğunun denetlenmesi için idare mahkemesine başvuru imkânı
bulunmaktadır. Dolayısıyla keyfî uygulamalara karşı etkili yargısal
güvencelerin sağlandığı açıktır.
597. Bu itibarla terör örgütlerine veya devletin
millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya
gruplara iltisakı ya da bunlarla irtibatı olduğu gerekçesiyle haklarında kamu
görevinden (meslekten) çıkarma kararı verilen kişilerin pasaportlarının iptal
edilmesinin millî güvenlik ve kamu düzeninin sağlanması amaçlarına ulaşma
bakımından yurtdışına çıkma özgürlüğüne ölçüsüz bir sınırlama getirdiği
söylenemez.
598. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa'nın 13. ve 23.
maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin YILDIRIM, M. Emin
KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ bu görüşe katılmamışlardır.
Kuralın ayrıca Anayasa’nın 2., 6., 70. 125., 128. ve 129. maddelerine de aykırı olduğu ileri
sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların Anayasa’nın 13. ve
23. maddeleri yönünden yapılan değerlendirmeler kapsamında ele alınmış
olması nedeniyle Anayasa’nın 2., 6., 70. 125.,
128. ve 129. maddeleri
yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 15., 17., 20., 35., 36., 38., 48., 49.
ve 118. addeleriyle
ilgisi görülmemiştir.
(c) Cümlenin Kalan Kısmında Yer Alan Diğer İbareler
599. Kural, terör
örgütlerine devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar
verilen yapı, oluşum veya gruplarla iltisakı yahut irtibatı olduğu
değerlendirilerek görevlerine son verilen kişilerin kamu konutlarından veya
vakıf lojmanlarından on beş gün içinde tahliye edilmelerini hükme
bağlamaktadır.
600. Kural kapsamında
kişilerin oturdukları kamu konutlarından veya vakıf lojmanlarından tahliye
edilmeleri düzenlenmekle mülkiyet hakkına sınırlama getirilmektedir.
601. Kuralda öngörülen tedbirin kapsam ve sınırlarının açık
ve net olarak düzenlendiği gözetildiğinde kuralla öngörülen sınırlamanın kanuni temele dayandığı açıktır.
602. Terör örgütleri veya MGK’ca devletin millî güvenliğine
karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara iltisakı
ya da bunlarla irtibatı olduğu gerekçesiyle kamu görevinden (meslekten)
çıkarılan kişilerin millî güvenlik ve kamu düzeninin sağlanması ve korunmasına
amacıyla kamu konutları veya vakıf lojmanlarından tahliyesinin öngörülmesinde
kamu yararı amacının bulunduğu açıktır.
603. Kuralın millî güvenlik ve kamu düzeninin sağlanması ve
korunması amacına ulaşma bakımından elverişli ve gerekli olmadığı söylenemez.
Ancak kuralla söz konusu hakka getirilen sınırlama ile yukarıda açıklanan kamu
yararı amacı arasında makul bir dengenin gözetilmesi zorunludur.
604. 7145 sayılı Kanun’un 26. maddesiyle 375 sayılı KHK’ya
eklenen geçici 35. maddenin (A) fıkrasının birinci paragrafının birinci
cümlesinin kalan kısmı ve
dördüncü cümlesi ile 7333 sayılı Kanun’un 23. maddesiyle anılan fıkrada yer
alan “…üç yıl…” ibaresinin “…dört yıl…” şeklinde değiştirilmesi
başlığı altında asıl tedbir olan kamu görevinden (meslekten) çıkarma tedbiri
ile ilgili olarak açıklanan gerekçeler uygun olduğu ölçüde dava konusu kural
yönünden de geçerlidir.
605. Kuralda
öngörülen tedbirin her bir birey yönünden hukuka uygunluğunun denetlenmesi için
ilgili kanunlarda yeterli güvencelere yer verildiği görülmektedir. Başka bir
ifadeyle tedbirin her bir birey yönünden hukuka uygunluğunun denetlenmesi için
yargı mercilerine başvuru imkânı getirilmek suretiyle etkili yargısal
güvenceler sağlanmıştır. Buna göre keyfîliğe yol açabilecek uygulamalara karşı
Kanun’da gerekli güvencelerin bulunduğu anlaşılmaktadır.
606. Bu itibarla terör örgütleri veya devletin millî
güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya
gruplarla mücadele etmek amacıyla görevlerine son verilen kişilerin tedbirin
doğrudan bir sonucu olarak kamu konutlarından veya vakıf lojmanlarından
tahliyesini öngören kuralın millî güvenlik ile kamu düzeninin korunması amacı
bakımından mülkiyet hakkına ölçüsüz bir sınırlama getirdiği söylenemez.
607. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa'nın 13. ve 35.
maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin YILDIRIM, M. Emin
KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ bu görüşe katılmamışlardır.
Kuralın Anayasa’nın 2., 6., 70. 125., 128. ve
129. maddelerine de aykırı olduğu ileri sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen
hususların Anayasa’nın 13. ve 35. maddeleri yönünden yapılan
değerlendirmeler kapsamında ele alınmış olması nedeniyle Anayasa’nın 2., 6.,
70. 125., 128. ve 129. maddeleri yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek
görülmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 15., 17., 20., 36., 38.,
48., 49. ve 118. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
vii. Fıkranın İkinci Paragrafı
(1)
Paragrafın Birinci Cümlesi
608. Dava konusu kuralla 375 sayılı
KHK’nın geçici 35. maddesinin (A) fıkrasının birinci paragrafı uyarınca görevine son verilenler hakkında anılan maddenin (B) fıkrasının ikinci paragrafı hükümlerinin
uygulanacağı belirtilmiştir.
(a) (B)
Fıkrasının İkinci Paragrafının Birinci Cümlesinde Yer Alan “…bir daha kamu
hizmetinde istihdam edilemez, doğrudan veya dolaylı olarak
görevlendirilemez;..” İbaresi ile Paragrafın İkinci Cümlesinde Yer Alan “…bu
kişiler yeniden kamu görevlerine kabul edilmez.” İbaresi Yönünden
609. Kural, 375 sayılı KHK’nın geçici 35.
maddesinin (A) fıkrasının birinci fıkrası uyarınca görevlerine son verilen
kişilerin bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemeyeceklerini, doğrudan veya
dolaylı olarak görevlendirilmeyeceklerini ve yeniden kamu görevlerine kabul
edilmeyeceklerini hükme bağlamaktadır.
610. Kural kapsamında meslekten çıkarma
tedbirine kamu hizmetinde istihdam edilme, doğrudan veya dolaylı olarak
görevlendirilme ve yeniden kamu görevlerine kabul edilme açısından sonuç
bağlanmaktadır. Kural bu yönüyle Anayasa’nın 70. maddesinde düzenlenen kamu
hizmetine girme hakkıyla ilgilidir.
611. Kamu hizmeti, toplumun genel ve ortak
gereksinimlerini karşılamak üzere topluma sunulan sürekli ve düzenli
etkinlikler olarak açıklanabilir (AYM, E.2017/180, K.2018/109, 6/12/2018, §
56). Devletin kamu görevlileri aracılığıyla yerine getirdiği ve kamu
hizmetinin daha dar kapsamlı bir faaliyet alanını ifade eden kamu görevi ile
kamu hizmeti arasında yakın bir bağ bulunmaktadır.
612. Anayasa’nın kamu hizmetine girme
hakkını düzenleyen 70. maddesinde, kamu hizmetine alınmada görevin gerektirdiği
niteliklerden başka hiçbir ayrımın gözetilemeyeceği öngörülerek bir yandan
hizmet alımında aranacak şartların belirlenmesi hususunda kanun koyucuya takdir
yetkisi tanınmış, diğer yandan da söz konusu şartlar belirlenirken bu hakka
getirilecek sınırlamaların ancak görevin gerektirdiği niteliklerle uyumlu
olması hâlinde mümkün olabileceği ifade edilmiştir. Buna göre kamu hizmetine
girme hakkına koşul belirlemek suretiyle getirilecek sınırlama görevin
gerektirdiği niteliklerden başka bir şarta bağlanamaz. Bu husus, anılan
maddenin gerekçesinde “…Kamu hizmetine alınacak memur ve kamu görevlileri
ile ilgili düzenlemede bu hakkın kötüye kullanılmasını önleyecek hükümler
getirilmiştir” biçiminde vurgulanmıştır (AYM, E.2018/89, K.2019/84,
14/11/2019, § 16).
613. Kural, kişilerin kamu hizmetinde
istihdam edilmelerini, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilmelerini, kamu
görevlerine kabul edilmelerini kamu görevinden (meslekten) çıkarılmama şartına
bağlamak suretiyle kamu hizmetine girme hakkına sınırlama getirmektedir.
614. Kuralda kamu hizmetine girme yeniden
kamu görevlerine kabul edilmenin kapsam ve sınırlarının açık ve net olarak
düzenlendiği gözetildiğinde kuralla öngörülen
sınırlamanın kanuni temele dayandığı açıktır.
615. Devletle sadakat ve güven temelinde
yürütülmesi gereken kamu hizmeti ve görevinde istihdam edilecek kişilerin terör
örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar
verilen yapı, oluşum veya gruplara iltisakı yahut bunlarla irtibatının olmaması
bu alandaki güvenilirliğin sağlanmasına, kamu hizmeti ve görevlerinin sağlıklı
bir şekilde yürütülmesine katkı sağlayacağı açıktır. Bu itibarla kuralın kamu
hizmeti ve görevlerinin etkin ve sağlıklı bir şekilde yürütülmesine yönelik
meşru bir amacının olduğu anlaşılmaktadır.
616. Kamu hizmeti ve görevi adı altında
yapılan faaliyetlerin kamu güvenliği ve düzeni ile yakından ilişkisi
bulunmaktadır. Kanun koyucunun anılan hususları gözeterek bu alanda istihdam
edilecek kişilere yönelik birtakım tedbirler almasında, gerekli şartları
belirlemesinde takdir yetkisinin bulunduğu açıktır. Bu açıdan kuralda öngörülen
şartın Anayasa’nın 70. maddesi bağlamında görevin gerektirdiği nitelikler
kapsamında değerlendirilmesi mümkündür.
617. Bu bağlamda kural yönünden 15 Temmuz
darbe girişimi ve olağanüstü hâlden sonra terör örgütleri veya devletin millî
güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum ve
gruplarla irtibatlı veya iltisaklı olan kamu görevlilerine karşı yürütülen
tasfiye süreci ile özellikle komünizm sonrası Avrupa ülkelerinde uygulanan ve
arındırma olarak adlandırılan kamu hizmeti ve görevinden tasfiyeye yönelik
uygulamalar çerçevesinde değerlendirme yapılması gerekir. Avrupa ve
Türkiye’deki kamudan tasfiye süreçleri arasında birtakım benzerlikler olsa da
arındırmanın temelinde yatan nedenler açısından önemli farklılıklar
bulunmaktadır. Avrupa’da farklı ülkelerde çıkarılan arındırma kanunları, genel
olarak demokrasiye geçişten önceki devlet yapısında anayasa ve kanunlara uygun
konumda çalışan kişileri kamu görevinden uzaklaştırarak kamuya dönüş
imkânlarını ortadan kaldırırken ya da sınırlarken kural kapsamında kamuda
çalışmalarına yasak getirilen kişiler, demokratik devlet yapısını ortadan
kaldırmayı amaçlayan bir örgüt ya da oluşumla bağlantıları olduğu gerekçesiyle
söz konusu tedbire maruz bırakılmıştır.
618. Bu yönüyle millî güvenlik bakımından
risk oluşturabilecek durumları nedeniyle görevlerine son verilen kişilerin bir
daha kamu hizmetinde istihdam edilmemelerini, doğrudan veya dolaylı olarak
görevlendirilmemelerini ve yeniden kamu görevlerine kabul edilmemelerini
öngören kuralın millî güvenliğin ve kamu düzeninin sağlanarak kamu hizmetinin
etkin ve sağlıklı bir şekilde yürütülmesi amacına ulaşma bakımından elverişli
ve gerekli olmadığı söylenemez.
619. Kural, kişilerin devletin kamu
otoritesiyle bağlantılı olmayan özel sektör alanında istihdam edilme imkânını
ortadan kaldıracak herhangi bir kısıtlama getirmemektedir. Ayrıca kuralda
öngörülen tedbirin her bir birey yönünden hukuka uygunluğunun denetlenmesi için
ilgili kanunlarda gerekli güvencelere yer verilmiştir. Başka bir ifadeyle
tedbirin her bir birey yönünden hukuka uygunluğunun denetlenmesi için yargısal
güvenceler sağlanmıştır. Buna göre keyfîliğe yol açabilecek uygulamalara karşı
gerekli güvencelerin bulunduğu anlaşılmaktadır.
620. Bu itibarla devletin demokratik
düzenine açık ve yakın bir tehlike oluşturan terör örgütleriyle mücadele etmek
amacıyla görevlerine son verilen kişilerin bir daha kamu hizmetinde istihdam
edilmemelerini, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilmemelerini ve yeniden
kamu görevlerine kabul edilmemelerini öngören kuralın kamu hizmetinin etkin ve
sağlıklı bir şekilde yürütülmesini sağlama bakımından kamu hizmetine girme
hakkına ölçüsüz bir sınırlama getirdiği söylenemez.
621. Açıklanan nedenlerle kural,
Anayasa’nın 13. ve 70. maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi
gerekir.
Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin YILDIRIM, M. Emin
KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ bu görüşe katılmamışlardır.
Kuralın ayrıca Anayasa’nın 2., 6., 20., 48., 49.,
125., 128. ve 129. maddelerine de aykırı olduğu ileri sürülmüş ise de bu
bağlamda belirtilen hususların Anayasa’nın 13. ve 70. maddeleri
yönünden yapılan değerlendirmeler kapsamında ele alınmış olması nedeniyle Anayasa’nın
2., 6., 20., 48., 49., 125., 128. ve 129. maddeleri yönünden ayrıca bir
inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 15., 17., 20., 36., 38. ve 118.
maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
(b) (B) Fıkrasının İkinci Paragrafının
Birinci Cümlesinde Yer Alan “…görevinden çıkarılanların uhdelerinde bulunan
her türlü mütevelli heyet, kurul, komisyon, yönetim kurulu, denetim kurulu,
tasfiye kurulu üyeliği ve sair görevleri de sona ermiş sayılır.” İbaresi
Yönünden
622. Kural, 375 sayılı
KHK’nın geçici 35. maddesinin (A) fıkrasının birinci paragrafı uyarınca görevlerine
son verilen kişilerin uhdelerinde bulunan her türlü mütevelli heyet, kurul,
komisyon, yönetim kurulu, denetim kurulu, tasfiye kurulu üyeliği ve sair
görevlerinin de sona ermiş sayılacağını hükme bağlamaktadır.
623. Kuralda, mütevelli heyet, kurul, komisyon üyeliği gibi
görevler bakımından kamu ya da özel sektöre ilişkin herhangi bir ayrım
yapılmamıştır. Dolayısıyla kuralın özel ya da kamu sektöründe çok geniş bir
alanda faaliyet gösteren kamu iktisadi teşebbüsleri, kamu kurumuna bağlı ya da
özel nitelikte şirket, vakıf veya farklı topluluklar bünyesinde ifa edilen
üyeliklere yönelik olduğu söylenebilir. Diğer yandan kişilerin söz konusu
üyeliklere kamu görevine bağlı olarak atanabilecekleri gibi bu durumdan
bağımsız olarak doğrudan idarenin tasarrufuyla da getirilmeleri mümkündür.
624. Kuralın amacının terör örgütleri ve devletin millî
güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı oluşum veya
gruplarla bağlantısı olan kişilerin devlet teşkilatından arındırılması
olduğundan söz konusu üyeliklerin -kişilerin memur veya kamu görevlisi sıfatına
bağlı olarak kendi kurumları dışında- tüm kurum ve kuruluşlardaki mütevelli
heyet, kurul, komisyon, yönetim kurulu, denetim kurulu, tasfiye kurulu üyeliği
ve diğer görevleri ile ilgili olduğu anlaşılmaktadır.
625. Kural, meslekten çıkarılan kişilerin uhdelerinde
bulunan her türlü mütevelli heyet, kurul, komisyon, yönetim kurulu, denetim
kurulu, tasfiye kurulu üyeliği ve sair görevlerini sona erdirmiş olmakla
Anayasa’nın 20. maddesinde düzenlenen kişilerin özel hayata saygı
gösterilmesini isteme hakkına sınırlama getirmektedir.
626. 7145 sayılı Kanun’un 26. maddesiyle 375 sayılı KHK’ya
eklenen geçici 35. maddenin (A) fıkrasının birinci paragrafının birinci
cümlesinin kalan kısmı ve
dördüncü cümlesi ile 7333 sayılı Kanun’un 23. maddesiyle anılan fıkrada yer
alan “…üç yıl…” ibaresinin “…dört yıl…” şeklinde değiştirilmesi
başlığı altında asıl tedbir olan kamu görevinden (meslekten) çıkarma tedbiri
ile ilgili olarak açıklanan gerekçeler uygun olduğu ölçüde dava konusu kural
yönünden de geçerlidir.
627. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa'nın 13. ve
20. maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin YILDIRIM, M. Emin
KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ bu görüşe katılmamışlardır.
Kuralın Anayasa’nın 2., 6., 70., 125., 128. ve 129. maddelerine de aykırı olduğu ileri
sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların Anayasa’nın 13. ve
20. maddeleri yönünden yapılan değerlendirmeler kapsamında ele alınmış olması
nedeniyle Anayasa’nın 2., 6., 70., 125., 128.
ve 129. maddeleri yönünden
ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 15., 17., 35., 36., 38., 48., 49. ve
118. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
(c) (B) Fıkrasının
İkinci Paragrafının İkinci Cümlesinde Yer Alan “…ve memuriyetleri…” İbaresi
Yönünden
628. Kural, 375 sayılı
KHK’nın geçici 35. maddesinin (A) fıkrasının birinci fıkrası uyarınca
görevlerine son verilen kişilerin memuriyetlerinin geri alınacağını hükme
bağlamaktadır.
629. Kural kapsamında meslekten çıkarılan kişilerin memuriyetlerinin
alınması Anayasa’nın 20. maddesinde düzenlenen kişilerin özel hayata saygı
gösterilmesini isteme hakkını sınırlandırmaktadır.
630. 7145 sayılı Kanun’un 26. maddesiyle 375 sayılı KHK’ya
eklenen geçici 35. maddenin (A) fıkrasının birinci paragrafının birinci
cümlesinin kalan kısmı ve dördüncü cümlesi ile 7333 sayılı Kanun’un 23.
maddesiyle anılan fıkrada yer alan “…üç yıl…” ibaresinin “…dört yıl…”
şeklinde değiştirilmesi başlığı altında asıl tedbir olan kamu görevinden
(meslekten) çıkarma tedbiri ile ilgili olarak açıklanan gerekçeler uygun olduğu
ölçüde dava konusu kural yönünden de geçerlidir.
631. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 13. ve
20. maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin YILDIRIM, M. Emin
KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ bu görüşe katılmamışlardır.
Kuralın Anayasa’nın 2., 6., 70., 125., 128. ve 129.
maddelerine de aykırı olduğu ileri sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen
hususların Anayasa’nın 13. ve 20. maddeleri yönünden yapılan
değerlendirmeler kapsamında ele alınmış olması nedeniyle Anayasa’nın 2., 6.,
70., 125., 128. ve 129. maddeleri yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına
gerek görülmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 15., 17., 35., 36., 38., 48., 49. ve 118.
maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
(2) Paragrafın İkinci Cümlesi
632. Kural, 375 sayılı
KHK’nın geçici 35. maddesinin (A) fıkrasının birinci fıkrası uyarınca görevlerine
son verilen askerî hâkimlerin askeri rütbelerinin mahkûmiyet kararı aranmaksızın
alınacağını hükme bağlamaktadır.
633. Kural,
meslekten çıkarılan askerî hâkimlerin askerî rütbelerinin alınmasını
düzenlemekle kişilerin özel hayatının korunmasını isteme hakkına sınırlama
getirmektedir.
634. 7145 sayılı Kanun’un 26. maddesiyle 375 sayılı KHK’ya
eklenen geçici 35. maddenin (A) fıkrasının birinci paragrafının birinci
cümlesinin kalan kısmı ve dördüncü
cümlesi ile 7333 sayılı Kanun’un 23. maddesiyle anılan fıkrada yer alan “…üç
yıl…” ibaresinin “…dört yıl…” şeklinde değiştirilmesi başlığı
altında asıl tedbir olan kamu görevinden (meslekten) çıkarma tedbiri ile ilgili
olarak açıklanan gerekçeler uygun olduğu ölçüde dava konusu kural yönünden de
geçerlidir.
635. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 13. ve
20. maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin YILDIRIM, M. Emin
KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ bu görüşe katılmamışlardır.
Kuralın Anayasa’nın 2., 6., 70., 125., 128. ve 129. maddelerine
de aykırı olduğu ileri sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların
Anayasa’nın 13. ve 20. maddeleri yönünden yapılan değerlendirmeler
kapsamında ele alınmış olması nedeniyle Anayasa’nın 2., 6., 70., 125., 128. ve
129. maddeleri yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 15., 17., 35., 36., 38., 48., 49. ve
118. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
2. (B) Fıkrası ve Anılan Fıkrada Yer Alan “…üç
yıl…” İbaresinin “…dört yıl…” Şeklinde Değiştirilmesi
a. İptal Talebinin Gerekçesi
636. Dava dilekçesinde özetle; 7145 sayılı Kanun’la 375
sayılı KHK’ya eklenen geçici 35. maddenin (A) fıkrası ve 7333 sayılı Kanun’un
23. maddesiyle anılan fıkrada yer alan “…üç yıl…” ibaresinin
“…dört yıl…” şeklinde değiştirilmesine
yönelik gerekçelerle kuralların Anayasa’nın 2., 6., 13., 15., 17., 20.,
35., 36., 38., 48., 49., 70., 118.,125., 128. ve 129. maddelerine aykırı olduğu
ileri sürülmüştür.
b. Anayasaya Aykırılık Sorunu
i. Fıkranın Birinci Paragrafı
(1) Paragrafta Yer Alan “…üç yıl…” İbaresi
637. 375 sayılı KHK’nın geçici 35. maddesinin (B)
fıkrasının birinci paragrafında yer alan dava konusu “…üç yıl…” ibaresi
7333 sayılı Kanun’un 23. maddesiyle “…dört yıl…” olarak
değiştirilmiştir.
638. Açıklanan nedenle konusu kalmayan ibareye ilişkin
iptal talebi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermek gerekir.
(2) Paragrafın Birinci Cümlesinde Yer Alan “…Milli Güvenlik Kurulunca…” İbaresi
639. 375
sayılı KHK’nın geçici 35. maddesinin (B) fıkrasının birinci cümlesinde anılan
maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren dört yıl süreyle, terör
örgütlerine veya MGK’ca devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna
karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı
yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen kural kapsamında yer alan
kişilerin kamu görevinden çıkarılmalarına karar verileceği düzenlenmiştir.
Anılan cümlede yer alan “…Milli Güvenlik Kurulunca…” ibaresi dava konusu
kuralı oluşturmaktadır.
640. 7145
sayılı Kanun’un 12. maddesiyle 3713 sayılı Kanun’a eklenen ek 4. maddenin
birinci fıkrasının birinci cümlesinin “…ile Milli Güvenlik Kurulunca
Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı,
oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti ve iltisakı yahut bunlarla irtibatı
nedeniyle kamu görevinden çıkarılanların…” bölümünde yer alan “…Milli
Güvenlik Kurulunca…” ibaresinin Anayasa’ya uygunluk denetiminde açıklanan
gerekçeler uygun olduğu ölçüde dava konusu kural yönünden de geçerlidir.
641. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 118.
maddesine aykırıdır. İptali gerekir.
Kural, Anayasa’nın
118. maddesine aykırı görülerek iptal edildiğinden ayrıca Anayasa’nın 2.
maddesi yönünden incelenmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 6., 13., 15.,
17., 20., 35., 36., 38., 48., 49., 70., 125., 128. ve 129. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
(3)
Paragrafın Birinci Cümlesinde Yer Alan “…üyeliği, mensubiyeti veya…”
İbaresi
642. 375 sayılı KHK’nın geçici 35. maddesinin (B)
fıkrasının birinci paragrafında bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren
dört yıl süreyle, terör örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı
faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği,
mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen
belirli kamu görevlilerinin kamu görevlerinden çıkarılmaları hüküm altına
alınmıştır. Anılan paragrafta yer alan “…üyeliği, mensubiyeti veya…”
ibaresi dava konusu kuralı oluşturmaktadır.
643. 7145
sayılı Kanun’un 12. maddesiyle 3713 sayılı Kanun’a eklenen ek
4. maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesinin “…ile Milli Güvenlik
Kurulunca Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen
yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti ve iltisakı yahut bunlarla
irtibatı nedeniyle kamu görevinden çıkarılanların…” bölümünde yer
alan “…üyeliği, mensubiyeti ve…” ibaresinin Anayasa’ya uygunluk
denetiminde açıklanan gerekçeler uygun olduğu ölçüde dava konusu kural yönünden
de geçerlidir.
644.
Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 36. ve 38. maddelerine aykırıdır.
İptali gerekir.
Kural,
Anayasa’nın 36. ve 38. maddelerine aykırı görülerek iptal edildiğinden ayrıca
Anayasa’nın 2., 6., 13., 15., 17., 20., 35., 48., 49., 70., 118., 125., 128. ve
129. maddeleri yönünden incelenmemiştir.
(4) Paragrafın Kalan Kısmı ve Anılan
Fıkrada Yer Alan “…üç yıl…” İbaresinin “…dört yıl…” Şeklinde
Değiştirilmesi ile Fıkranın İkinci Paragrafının İkinci Cümlesinde Yer Alan “…ve
on beş gün içinde Devlet Personel Başkanlığına bildirilir.” İbaresi
645. 375 sayılı KHK’nın geçici 35. maddesinin
birinci paragrafında maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren dört yıl
süreyle, terör örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette
bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara iltisakı yahut bunlarla
irtibatı olduğu değerlendirilen kişilerle ilgili yetkili makam ve mercilerce
uygulanacak meslekten çıkarma ve diğer tedbirler hüküm altına alınmıştır.
646. Dava konusu birinci paragrafın;
(1)numaralı bendinde 926 sayılı Kanun’a tabi personelin millî savunma
bakanının onayıyla,
(2)numaralı bendinde 3269 sayılı Kanun’a tabi personelden TSK’da
istihdam edilenlerin millî savunma bakanının onayıyla,
(3)numaralı bendinde 4678 sayılı Kanuna tabi personelden TSK’da
istihdam edilenlerin millî savunma bakanının onayıyla,
(4)numaralı bendinde 6191 sayılı Kanun’a tabi personelden TSK’da
istihdam edilenlerin millî savunma bakanının onayıyla,
(5)numaralı bendinde millî savunma bakanına bağlı personelin millî
savunma bakanının onayıyla,
(6)numaralı bendinde Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik
Komutanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü personelinin içişleri bakanının
onayıyla,
(7)numaralı bendinde 11/10/1983 tarihli ve 2914 sayılı Yükseköğretim
Personel Kanun’a tabi personelin, Yükseköğretim Kurulu başkanının teklifi
üzerine Yükseköğretim Kurulunun kararıyla, yükseköğretim kurumları ile
yükseköğretim üst kuruluşlarındaki 657 sayılı Kanun’a tabi personelin ise
yükseköğretim kurumları ile yükseköğretim üst kuruluşlarının en üst
yöneticisinin teklifi üzerine yükseköğretim kurumlarında üniversite yönetim
kurulunun yükseköğretim üst kuruluşlarında ise Yükseköğretim Kurulunun
kararıyla,
(8)numaralı bendinde mahalli idareler personelinin valinin
başkanlığında toplanan ve vali tarafından belirlenen kurulun teklifi üzerine
içişleri bakanının onayıyla,
(9)numaralı bendinde 657 sayılı Kanun’a ve diğer mevzuata
tabi her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dâhil) istihdam edilen
personelin ilgili kurum veya kuruluşun en üst yöneticisi başkanlığında bağlı,
ilgili veya ilişkili olunan bakan tarafından oluşturulan kurulun teklifi
üzerine ilgili bakan onayıyla,
(10) numaralı
bendinde bir bakanlığa bağlı, ilgili veya ilişkili olmayan diğer kurumlarda her
türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dâhil) istihdam edilen personelin birim
amirinin teklifi üzerine atamaya yetkili amirin onayıyla,
kamu görevinden
çıkarılacağı hükme bağlanmıştır.
647. Fıkranın ikinci paragrafının ikinci
cümlesinde ise TSK, Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı ve
Emniyet Genel Müdürlüğünden çıkarılanların on beş gün içinde Devlet Personel
Başkanlığına bildirileceği belirtilmiştir. Anılan cümlede yer alan “…ve on
beş gün içinde Devlet Personel Başkanlığına bildirilir.” ibaresi dava
konusu diğer kuralı oluşturmaktadır.
648. Kurallar kapsamında yer alan kamu
görevlileri hakkında yetkili makam ve mercilerin yapacağı değerlendirmeler
sonucu her bir kamu görevlisi nezdinde bireysel
nitelikte idari işlem tesis edilerek kamu görevinden çıkarma
kararı verilebileceği anlaşılmaktadır.
649. İlgili makam ve
mercilerin tesis edeceği işlemle kişilerin kamu görevinden çıkarılmalarını
öngören kurallar Anayasa’nın 20. maddesi kapsamındaki kişilerin özel hayatına
saygı gösterilmesini isteme hakkına sınırlama getirmektedir.
650. 7145 sayılı Kanun’un 26. maddesiyle
375 sayılı KHK’ya eklenen geçici 35. maddenin (A) fıkrasının birinci
paragrafının birinci cümlesinin kalan kısmı ve dördüncü cümlesi ile 7333 sayılı
Kanun’un 23. maddesiyle anılan fıkrada yer alan “…üç yıl…” ibaresinin “…dört
yıl…” şeklinde değiştirilmesi başlığı
altında açıklanan gerekçeler uygun olduğu ölçüde dava konusu kural yönünden de
geçerlidir.
651. Açıklanan nedenlerle kurallar,
Anayasa’nın 13. ve 20. maddelerine aykırı değildir. İptalleri talebinin reddi
gerekir.
Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin YILDIRIM, M. Emin
KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ bu görüşe katılmamışlardır.
Kuralların Anayasa’nın 2., 6., 70., 118., 125., 128. ve 129. maddelerine de aykırı olduğu ileri
sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların Anayasa’nın 13. ve
20. maddeleri yönünden yapılan değerlendirmeler kapsamında ele alınmış
olması nedeniyle Anayasa’nın 2., 6., 70.,
118., 125., 128. ve 129. maddeleri
yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
Kuralların Anayasa’nın 15., 17., 35., 36., 38., 48. ve 49. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
i. Fıkranın
İkinci Paragrafı
(1) Paragrafın Birinci Cümlesinde Yer Alan “…bir
daha kamu hizmetinde istihdam edilemez, doğrudan veya dolaylı olarak
görevlendirilemez;...” İbaresi ile Anılan Paragrafın İkinci Cümlesinde Yer
Alan “…bu kişiler yeniden kamu görevlerine kabul edilmez…” İbaresi
652. Dava konusu kurallarla 375 sayılı KHK’nın
geçici 35. maddesinin (B) fıkrasının birinci fıkrası uyarınca görevlerine son
verilen kişilerin bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemeyecekleri, doğrudan
veya dolaylı olarak görevlendirilemeyecekleri ve yeniden kamu görevlerine kabul
edilmeyecekleri hükme bağlanmıştır.
653. Kurallar, kişilerin kamu hizmetinde
istihdam edilmelerini, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilmelerini ve
yeniden kamu görevlerine kabul edilmelerini 375 sayılı KHK’nın (B) fıkrasının
birinci paragrafı kapsamında meslekten çıkarılmama şartına bağlamak suretiyle
kamu hizmetine girme hakkına sınırlama getirmektedir.
654. 7145 sayılı Kanun’un 26.
maddesiyle 375 sayılı KHK’ya eklenen geçici 35. maddenin (A) fıkrasının ikinci
paragrafının birinci cümlesinin (B) fıkrasının ikinci paragrafının birinci
cümlesinde yer alan “…bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemez, doğrudan
veya dolaylı olarak görevlendirilemez;…” ibaresi ile anılan paragrafın
ikinci cümlesinde yer alan “…bu kişiler yeniden kamu görevlerine kabul
edilmez…” ibaresi yönünden yapılan Anayasa’ya uygunluk denetiminde
açıklanan gerekçeler uygun olduğu ölçüde dava konusu kurallar yönünden de
geçerlidir.
655. Açıklanan nedenlerle kurallar,
Anayasa’nın 13. ve 70. maddelerine aykırı değildir. İptalleri talebinin reddi
gerekir.
Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin YILDIRIM, M. Emin
KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ bu görüşe katılmamışlardır.
Kuralların Anayasa’nın 2., 6., 20., 125., 128. ve 129. maddelerine de aykırı olduğu ileri
sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların Anayasa’nın 13. ve
70. maddeleri yönünden yapılan değerlendirmeler kapsamında ele alınmış olması
nedeniyle Anayasa’nın 2., 6., 20., 125., 128.
ve 129. maddeleri yönünden
ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
Kuralların Anayasa’nın 15., 17., 35., 36.,
38., 48., 49. ve 118. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
(2) Paragrafın Birinci Cümlesinde Yer
Alan “…görevinden çıkarılanların uhdelerinde bulunan her türlü mütevelli
heyet, kurul, komisyon, yönetim kurulu, denetim kurulu, tasfiye kurulu üyeliği
ve sair görevleri de sona ermiş sayılır.” İbaresi
656. Kural, 375 sayılı KHK’nın geçici 35. maddesinin
(B) fıkrasının birinci paragrafı uyarınca kamu görevinden çıkarılan kişilerin
uhdelerinde bulunan her türlü mütevelli heyet, kurul, komisyon, yönetim kurulu,
denetim kurulu, tasfiye kurulu üyeliği ve sair görevlerinin de sona ermiş
sayılacağını hükme bağlamaktadır.
657. Kural, meslekten çıkarılan kişilerin
uhdelerinde bulunan her türlü mütevelli heyet, kurul, komisyon, yönetim kurulu,
denetim kurulu, tasfiye kurulu üyeliği ve sair görevlerini sona erdirmiş olmakla
Anayasa’nın 20. maddesinde düzenlenen kişilerin özel hayata saygı
gösterilmesini isteme hakkına sınırlama getirmektedir.
658. 7145 sayılı Kanun’un 26. maddesiyle
375 sayılı KHK’ya eklenen geçici 35. maddenin (A) fıkrasının ikinci
paragrafının birinci cümlesinin (B) fıkrasının ikinci paragrafının birinci
cümlesinde yer alan “…görevinden
çıkarılanların uhdelerinde bulunan her türlü mütevelli heyet, kurul, komisyon,
yönetim kurulu, denetim kurulu, tasfiye kurulu üyeliği ve sair görevleri de
sona ermiş sayılır.” ibaresi yönünden yapılan Anayasa’ya uygunluk
denetiminde açıklanan gerekçeler uygun olduğu ölçüde dava konusu kural yönünden
de geçerlidir.
659. Açıklanan nedenlerle kural,
Anayasa'nın 13. ve 20. maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi
gerekir.
Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin YILDIRIM, M. Emin
KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ bu görüşe katılmamışlardır.
Kuralın Anayasa’nın 2., 6., 20., 125., 128. ve 129. maddelerine de aykırı olduğu ileri
sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların Anayasa’nın 13. ve
70. maddeleri yönünden yapılan değerlendirmeler kapsamında ele alınmış
olması nedeniyle Anayasa’nın 2., 6., 20.,
125., 128. ve 129. maddeleri
yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 15., 17., 35., 36.,
38., 48., 49. ve 118. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
(3) Paragrafın İkinci Cümlesinin “Birinci
paragraf uyarınca Türk Silahlı Kuvvetleri, Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil
Güvenlik Komutanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğünden çıkarılanların, mahkeme
kararı aranmaksızın, karar tarihinden geçerli olmak üzere rütbe ve
memuriyetleri geri alınır...” Bölümü
660. Dava konusu kural, 375 sayılı KHK’nın
geçici 35. maddesinin (B) fıkrasının birinci paragrafı uyarınca TSK, Jandarma
Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğünden
çıkarılanların mahkeme kararı aranmaksızın karar tarihinden geçerli olmak
üzere rütbe ve memuriyetlerinin geri alınacağını hükme bağlamaktadır.
661. Kural kapsamında kamu görevinden
çıkarılan kişilerin rütbe ve memuriyetlerinin alınmasıyla Anayasa’nın 20. maddesinde düzenlenen kişilerin özel hayatına saygı
gösterilmesini isteme sınırlama
getirilmektedir.
662. 7145 sayılı Kanun’un 26.
maddesiyle 375 sayılı KHK’ya eklenen geçici 35. maddenin (A) fıkrasının ikinci
paragrafının birinci cümlesinin (B) fıkrasının ikinci paragrafının ikinci
cümlesinde yer alan “…ve memuriyetleri…” ibaresi
yönünden yapılan Anayasa’ya uygunluk
denetiminde açıklanan gerekçeler uygun olduğu ölçüde dava konusu kural yönünden
de geçerlidir.
663. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın
13. ve 20. maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin YILDIRIM, M. Emin KUZ,
Yusuf Şevki HAKYEMEZ bu görüşe katılmamışlardır.
Kuralın Anayasa’nın 2., 6., 20., 125., 128. ve 129. maddelerine de aykırı olduğu ileri
sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların Anayasa’nın 13.,
70. ve 118. maddeleri yönünden yapılan değerlendirmeler kapsamında ele
alınmış olması nedeniyle Anayasa’nın 2., 6.,
20., 125., 128. ve 129. maddeleri
yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 15., 17., 35., 36.,
38., 48., 49. ve 118. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
(4) Paragrafın Üçüncü
Cümlesi
(a) Anlam ve Kapsam
664. Dava konusu kuralla 375 sayılı KHK’nın
geçici 35. maddesinin (B) fıkrasının ikinci paragrafında sayılan görevleri
yürütmekle birlikte kamu görevlisi sıfatını taşımayan kişiler hakkında da
anılan paragraf hükümlerinin uygulanacağı hükme bağlanmıştır.
665. Kuralda bahsedilen kişilerin tüm kurum ve
kuruluşlarda kamu görevinden bağımsız olarak yerine getirdikleri mütevelli
heyet, kurul, komisyon, yönetim kurulu, denetim kurulu, tasfiye kurulu üyeliği
ve sair faaliyetleriyle ilgili olduğu anlaşılmaktadır.
666. Bu itibarla kamu görevlisi sıfatını
taşımayan ancak terör örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı
faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplarla iltisakı yahut
irtibatı olduğu değerlendirilerek söz konusu görevleri sona erdirilen kişiler
hakkında anılan paragrafta yer alan tedbirler uygulanabilecektir.
(b) Anayasaya Aykırılık
Sorunu
ı. Paragrafın Birinci Cümlesinde Yer Alan “…bir
daha kamu hizmetinde istihdam edilemez, doğrudan veya dolaylı olarak
görevlendirilemez;..” İbaresi ile İkinci Cümlesinde Yer Alan “…bu
kişiler yeniden kamu görevlerine kabul edilmez,…” İbaresi Yönünden
667. Kurallar, kamu görevlisi sıfatı taşımayan, terör
örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar
verilen yapı, oluşum veya gruplarla iltisakı yahut irtibatı olduğu
değerlendirilerek kurum ve kuruluşlardaki her türlü mütevelli heyet, kurul,
komisyon, yönetim kurulu, denetim kurulu, tasfiye kurulu üyeliği ve sair
görevleri sona erdirilen kişilerin bir
daha kamu hizmetinde istihdam edilememelerini doğrudan veya dolaylı olarak
görevlendirilmemelerini ve yeniden kamu görevlerine kabul edilmemelerini hükme
bağlamaktadır.
668. Kurallar, kamu görevlisi sıfatı taşımayan
kişilerin kamu hizmetinde istihdam edilmelerini, doğrudan veya dolaylı olarak
görevlendirilmelerini, kamu görevlerine kabul edilmelerini 375 sayılı KHK’nın (B)
fıkrasının ikinci paragrafında yer alan kamu görevi niteliğinde olan görevlerin
sona erdirilmemesi şartına bağlamak suretiyle kamu hizmetine girme hakkına
sınırlama getirmektedir.
669. 7145 sayılı Kanun’un 26.
maddesiyle 375 sayılı KHK’ya eklenen geçici 35. maddenin (A) fıkrasının ikinci
paragrafının birinci cümlesinin (B) fıkrasının ikinci paragrafının birinci
cümlesinde yer alan “…bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemez, doğrudan
veya dolaylı olarak görevlendirilemez;…” ibaresi ile anılan paragrafın
ikinci cümlesinde yer alan “…bu kişiler yeniden kamu görevlerine kabul
edilmez…” ibaresi yönünden yapılan Anayasa’ya uygunluk denetiminde
açıklanan gerekçeler uygun olduğu ölçüde dava konusu kural yönünden de
geçerlidir.
670. Açıklanan nedenlerle kurallar,
Anayasa’nın 13. ve 70. maddelerine aykırı değildir. İptalleri talebinin
reddi gerekir.
Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin YILDIRIM, M. Emin
KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ bu görüşe katılmamışlardır.
Kuralların Anayasa’nın 2., 6., 20. ve 125. maddelerine de aykırı olduğu ileri sürülmüş ise de bu
bağlamda belirtilen hususların Anayasa’nın 13. ve 70. maddeleri
yönünden yapılan değerlendirmeler kapsamında ele alınmış olması nedeniyle
Anayasa’nın 2., 6., 20. ve 125. maddeleri yönünden ayrıca bir inceleme
yapılmasına gerek görülmemiştir.
Kuralların Anayasa’nın 15., 17., 35., 36.,
38., 48., 49., 118., 128. ve 129. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
ıı. Paragrafın Birinci Cümlesinde Yer Alan “…görevinden
çıkartılanların uhdelerinde bulunan her türlü mütevelli heyet, kurul, komisyon,
yönetim kurulu, denetim kurulu, tasfiye kurulu üyeliği ve sair görevleri de
sona ermiş sayılır.” İbaresi Yönünden
671. Kural, kamu görevlisi sıfatı taşımayan ve
terör örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna
karar verilen yapı, oluşum veya gruplarla iltisakı yahut irtibatı olduğu
değerlendirilerek kurum ve kuruluşlardaki her türlü mütevelli heyet, kurul,
komisyon, yönetim kurulu, denetim kurulu, tasfiye kurulu üyeliği ve sair
görevleri sona erdirilen kişilerin uhdelerinde bulunan bu nitelikteki varsa
diğer görevlerin de sona ermiş sayılacağını hükme bağlamaktadır.
672. Kural kapsamında yer alan görevlerin sona
erdirilmiş olmasıyla Anayasa’nın 20. maddesinde düzenlenen kişilerin özel
hayata saygı gösterilmesini isteme hakkına sınırlama getirilmektedir.
673. 7145 sayılı Kanun’un 26.
maddesiyle 375 sayılı KHK’ya eklenen geçici 35. maddenin (A) fıkrasının ikinci
paragrafının birinci cümlesinin (B) fıkrasının ikinci paragrafının birinci
cümlesinde yer alan “…görevinden
çıkarılanların uhdelerinde bulunan her türlü mütevelli heyet, kurul, komisyon,
yönetim kurulu, denetim kurulu, tasfiye kurulu üyeliği ve sair görevleri de
sona ermiş sayılır.”
ibaresi yönünden yapılan Anayasa’ya uygunluk denetiminde açıklanan
gerekçeler uygun olduğu ölçüde dava konusu kural yönünden de geçerlidir.
674. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa'nın
13. ve 20. maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin YILDIRIM, M. Emin
KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ bu görüşe katılmamışlardır.
Kuralın Anayasa’nın 2., 6., 70. ve 125.
maddelerine de aykırı olduğu ileri sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların Anayasa’nın 13. ve 20.
maddeleri yönünden yapılan değerlendirmeler kapsamında ele alınmış olması
nedeniyle Anayasa’nın 2., 6., 70. ve 125. maddeleri yönünden ayrıca bir
inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 15., 17., 35., 36., 38.,
48., 49., 118., 128. ve 129. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
ii. Fıkranın Üçüncü Paragrafı
(1) Paragrafın Birinci Cümlesinde Yer Alan “…silah
ruhsatları…” İbaresi
675. Kural, 375 sayılı KHK’nın geçici 35.
maddesinin (B) fıkrasına göre görevlerine son verilenlerin silah ruhsatlarının
iptal edileceğini hükme bağlamaktadır.
676. Kural kapsamında meslekten çıkarılmasına
karar verilen kamu görevlilerinin hangi sebeple edinildiğine bakılmaksızın her türlü
silah ruhsatının iptal edileceği düzenlemek suretiyle Anayasa’nın 35.
maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkına sınırlama getirilmektedir.
677. 7145 sayılı Kanun’un 26. maddesiyle 375 sayılı KHK’ya eklenen
geçici 35. maddenin (A) fıkrasının birinci paragrafının beşinci cümlesinin kalan kısmında yer alan “…silah ruhsatları…”
ibaresinin Anayasa’ya uygunluk denetiminde açıklanan gerekçeler dava konusu
kural yönünden de geçerlidir.
678. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa'nın
13. ve 35. maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin YILDIRIM, M. Emin
KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ bu görüşe katılmamışlardır.
Kuralın Anayasa’nın 2., 6., 70. 125., 128. ve 129. maddelerine de aykırı olduğu ileri
sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların Anayasa’nın 13. ve
35. maddeleri yönünden yapılan değerlendirmeler kapsamında ele alınmış
olması nedeniyle Anayasa’nın 2., 6., 70. 125.,
128. ve 129. maddeleri
yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 15., 17., 20., 36., 38.,
48., 49. ve 118.maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
(2) Paragrafın Birinci
Cümlesinde Yer Alan “…gemi adamlığına ilişkin belgeleri…” İbaresi
679. Kural, 375 sayılı KHK’nın geçici 35. maddesinin
(B) fıkrasına göre görevlerine son verilenlerin gemi adamlığına ilişkin
belgelerinin iptal edilmesini hükme bağlamaktadır.
680. Gemi adamlarının yeterlikleri,
eğitimleri, sınavları, belgelendirilmeleri, sağlık durumları, elektronik kayıt işlemleri,
vardiya tutmalarına ve disiplin işlemlerine ilişkin hükümler 10/2/2018 tarihli
ve 30328 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Gemi Adamları ve Kılavuz Kaptanlar
Yönetmeliği’nde düzenlenmiştir. Anılan Yönetmelik’te gemi adamı, geminin
kaptanı, zabitler, yardımcı zabitler, stajyerler, tayfalar ve yardımcı hizmet
personeli olarak tanımlanmış, bu çerçevede gemi adamı yeterlik dereceleri
tespit edilmiştir.
681. Gemi adamı belgesine sahip olabilmek için
Yönetmelik’te belirtilen gemi adamı yeterlik dereceleri için ön şart olan yaş,
öğrenim derecesi, deniz hizmet süresi ve diğer gereklerin yerine getirilmesi
gerekmektedir. Eğitimler, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı (UAB) tarafından
akredite edilmiş eğitim kurumlarında verilmekte olup Yönetmelik’te belirtilen
şartları yerine getiren kişilerin gemi adamı yeterlik belgesi ve diğer
sertifikaları UAB tarafından gemi adamı cüzdanına işlenmektedir. Bu kapsamda
gemi adamı olabilmek için şartları taşıyan kişilere gemi adamı yeterlik
belgesi, gemi adamı uzmanlık belgeleri ve belge kanıtlarını da içeren gemi
adamı cüzdanı UAB tarafından verilmektedir.
682. Yönetmelik kapsamında yeterlik belgesi
iptal edilen gemi adamının gemi adamı cüzdanı ile gemi adamı yeterlik belgesi
geri alınarak durum Gemi Adamları Bilgi Sistemi’ne işlenecektir. Meslekten men
edilenler hariç gemi adamına ilişkin Yönetmelik’te belirtilen şartların tekrar
sağlanması durumunda gemi adamı cüzdanı ve gemi adamı yeterlik belgesi ilgili
kişiye yeniden verilecektir.
683. 15/7/1950 tarihli ve 5682 sayılı Pasaport
Kanunu’nun 12. maddesinde gemi adamı cüzdanları, pasaport ve bunların yerini
tutan belgeler arasında sayılmıştır. Aynı Kanun’un 20. maddesinde, gemi adamı
cüzdanı düzenlemeye yetkili kurum ve kuruluşların ilgililerin Kanun’un 22.
maddesi kapsamındaki durumlarını yetkili merciden teyit etmek zorunda olduğu
belirtilmiştir. 22. maddede ise yurt dışına çıkmaları mahkemelerce
yasaklananlara, memleketten ayrılmalarında genel güvenlik bakımından mahzur
bulunduğu İçişleri Bakanlığınca tespit edilenlere ve terör örgütlerine
aidiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı belirlenen yurt dışındaki her türlü
eğitim, öğretim ve sağlık kuruluşları ile vakıf, dernek veya şirketlerin kurucu
ve yöneticisi olduğu veya bu yerlerde çalıştığı İçişleri Bakanlığınca tespit edilenlere
pasaport veya seyahat vesikasının verilmeyeceği belirtilmiştir.
684. 5682 sayılı Kanun’un 22. maddesinde
belirtilen özellikleri taşımayan kişilere aynı Kanun’un 20. maddesine uygun
olarak gemi adamı cüzdanı verilmekte ve gemi adamı cüzdanları beş yıl süreli
olarak düzenlenmektedir.
685. Gemi adamı yeterlik derecelerinin çalışma
alanları ve edinme şartlarına ilişkin düzenlemelere Yönetmelik’in 6. ila 28.
maddelerinde yer verilmiştir. Anılan maddelerde her yeterlik belgesi için
aranan koşullar ayrı ayrı tespit edilmiştir. Buna göre gemi adamı belgesinin
tayfalıktan uzak yol gemi kaptanlığına kadar kişilerin mesleki olarak
denizcilik alanında faaliyette bulunmalarını sağlayan bir belge olduğu
anlaşılmaktadır.
686. Gemi adamı belgesine, fiilen denizcilik
sektöründe çalışan kamu görevlileri (kaptan, tekniker hemşire gibi kamu
görevlileri) ya da farklı bir kamu görevinde istihdam edildiği hâlde
mevzuattaki şartları yerine getiren kişiler sahip olabilmektedir. Ancak bu
belgenin sahibine her ne durumda olursa olsun özel sektörde çalışma imkânı
sağladığı açıktır. Bu açıdan kamu görevinden çıkarılan kişilerin gemi adamı
belgesinin iptal edilmesinin, kişilerin denizcilik alanındaki her türlü
faaliyetleri üzerinde doğrudan ve belirleyici bir etkisinin olduğu açıktır.
687. Dava konusu kural, kamu görevinden
çıkarılan kişilerin, mevzuatta sayılan her türlü gemi adamı yeterlik belgesi,
uzmanlık belgesi ve gemi adamı cüzdanının tayfa sınıfı veya zabitan sınıfı
ayrımı yapılmaksızın iptal edileceğini öngörmektedir. Yine kural uyarınca kamu
kurum ve kuruluşlarında çalışırken eğitim görerek mevzuatta belirtilen şartları
yerine getirenler ile kamu görevine girmeden önce gemi adamı cüzdanına sahip
olan kişilerin de gemi adamı cüzdanlarının iptal edileceği anlaşılmaktadır.
688. Anayasa’nın “Çalışma ve sözleşme
hürriyeti” başlıklı 48. maddesinde “Herkes, dilediği alanda çalışma ve
sözleşme hürriyetlerine sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir./Devlet,
özel teşebbüslerin millî ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun
yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri
alır.” denilerek çalışma ve teşebbüs özgürlüğü güvence altına alınmıştır.
689. Çalışma özgürlüğü kişinin çalışıp çalışmama,
çalışacağı işi seçme ve çalıştığı işten ayrılma özgürlüğünü korumakta, ücretli
olarak bağımlı çalışma hakkı kadar iktisadi ve ticari faaliyet yapma ve mesleki
faaliyette bulunma hakkını içermektedir (AYM, E.2019/48, K.2019/74, 19/9/2019,
§ 14).
690. Anayasa’nın 49. maddesinde çalışmanın
herkesin hakkı ve ödevi olduğu, devletin çalışanların hayat seviyesini
yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak,
çalışmayı desteklemek, işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak
ve çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbirleri alacağı belirtilmiştir.
Çalışma özgürlüğü, herkesin dilediği mesleği seçmede özgür olmasını ve zorla
çalıştırılmamayı ifade eder. Birey bu özgürlüğünü kullanarak dilediği alanı ve
işi seçebilir. Çalışma hakkı ise bireyin özgür iradesiyle seçtiği mesleği veya
işi icra etmesi, devletin de çalışmak isteyenlere iş temin etmek için gereken
tedbirleri almasıdır (AYM, E.2016/141, K.2018/27, 28/2/2018, §§ 13-16).
691. Kural, gemi adamlığına ilişkin belgelerin
iptallerini öngörmek suretiyle denizcilik alanında özel sektörde faaliyette
bulunma imkânını ortadan kaldırmakla kişilerin Anayasa’nın 48. ve 49.
maddelerinde güvence altına alınan çalışma hak ve özgürlüğüne sınırlama
getirmektedir.
692. Kuralda gemi adamlığı belgesinin
iptalinin kapsam ve sınırlarının açık ve net olarak düzenlendiği gözetildiğinde
çalışma hak ve özgürlüğüne getirilen sınırlamanın kanuni bir temele dayandığı
açıktır.
693. Gemi adamı belgesinin 5682 sayılı Kanun
gereğince pasaport yerine geçen belgelerden olması nedeniyle bu belgeye sahip
kişilerin belgenin sağladığı imkânlarla millî güvenlik aleyhine birtakım
faaliyetlerde (belge sahibi olanlar ya da başka kişiler hakkında yürütülen
soruşturmaların akamete uğratılması amacıyla deniz yoluyla kişilerin yurt
dışına çıkışının sağlanması gibi) bulunmalarının mümkün olduğu anlaşılmaktadır.
Ayrıca gemi adamı belgesiyle denizcilik alanında yürütülen faaliyetin kamu
güvenliği ile ilgisinin bulunması nedeniyle kanun koyucunun denizcilik
sektöründe faaliyette bulunmak isteyen bireylere yönelik tedbirler alması ve
buna yönelik düzenlemeler yapması doğal karşılanabilir. Bu yönüyle kuralın
meşru bir amaca dayandığı anlaşılmaktadır.
694. Öte yandan kural kapsamında terör örgütlerine veya devletin millî
güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı oluşum veya
gruplara iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu gerekçesiyle kamu görevinden
çıkarılan kişilerin gemi adamı belgeleri iptal edilmek suretiyle bu belgelerin
sağladığı bir takım avantajların kamu güvenliği aleyhine kullanılmasının önüne
geçilmesinin millî güvenlik ve kamu düzeninin sağlanması ve korunmasına yönelik
amaçlara ulaşma bakımından elverişli ve gerekli olmadığı söylenemez.
695. 7145 sayılı Kanun’un 26. maddesiyle 375
sayılı KHK’ya eklenen geçici 35. maddenin (A) fıkrasının birinci paragrafının
birinci cümlesinin kalan kısmı ve dördüncü cümlesi ile 7333 sayılı Kanun’un 23.
maddesiyle anılan fıkrada yer alan “…üç yıl…” ibaresinin “…dört yıl…”
şeklinde değiştirilmesi başlığı altında asıl tedbir olan kamu görevinden
(meslekten) çıkarma tedbiri ile ilgili olarak açıklanan gerekçeler uygun olduğu
ölçüde dava konusu kural yönünden de geçerlidir.
696. Bu itibarla darbe girişimiyle devletin
demokratik düzenine açık ve yakın bir tehlike oluşturan terör örgütleri veya
devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı,
oluşum veya gruplarla mücadele etmek amacıyla bunlarla bağlantısı olduğu
gerekçesiyle kamu görevinden çıkarılan kişilerin gemi adamı belgelerinin iptal
edilmesini öngören kuralın demokratik anayasal düzenin ve kamu güvenliğinin
korunması amacı bakımından kişilerin çalışma özgürlüğüne ölçüsüz bir sınırlama
getirdiği söylenemez.
697. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın
13., 48. ve 49. maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi
gerekir.
Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin
YILDIRIM, M. Emin KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ bu görüşe katılmamışlardır.
Kuralın Anayasa’nın 2., 6., 17., 20., 35.,
36., 125., 128. ve 129. maddelerine de aykırı olduğu ileri sürülmüş ise de
bu bağlamda belirtilen hususların Anayasa’nın 13., 48. ve 49.
maddeleri yönünden yapılan değerlendirmeler kapsamında ele alınmış olması
nedeniyle Anayasa’nın 2., 6., 17., 20., 35., 36., 125., 128. ve 129. maddeleri
yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 15., 38., 70. ve 118.
maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
(3) Paragrafın Birinci Cümlesinde Yer Alan “…ve pilot
lisansları…” İbaresi
698. Kural, 375 sayılı KHK’nın geçici 35.
maddesinin (B) fıkrasına göre görevlerine son verilenlerin pilot lisanslarının
iptal edileceğini hükme bağlamaktadır.
699. Pilot lisansları ile ilgili düzenlemeler
14/10/1983 tarihli ve 2920 sayılı Türk Sivil Havacılık Kanunu ve 2/6/2017
tarihli ve 30084 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Pilot Lisans Yönetmeliği
(SHY-1) ve bunlara bağlı olarak Sivil Havacılık Genel Müdürlüğünce yayımlanan
talimatlarda yer almaktadır.
700. 2920 sayılı Kanun’un 95. maddesinde,
pilotlar ile hava aracının sevk ve idaresi bakımından gerekli personelin bu
alanda faaliyette bulunabilmeleri için Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığından
yeterlik belgesi almalarının ve bu belgeleri belirli süreler içinde
yenilemelerinin zorunlu olduğu, yeterlik belgesi alması gerekenlerin
kategorilerinin saptanması, belge verilmesi, geçerliliği, yenilenmesi, geri
alınması ve sicillerin tutulması ile ilgili hususların Ulaştırma ve Altyapı
Bakanlığınca çıkarılacak yönetmelikte düzenleneceği belirtilmiştir.
701. Anılan Yönetmelik’in 16. maddesinde;
sağlık sertifikasına sahip olmak, belirli suçlardan hüküm giymemek, terör
örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunulduğuna
karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı
yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilerek kamu görevinden çıkarılmamış
olmak gibi hususlar pilot lisansına sahip olmanın şartları arasında
sayılmıştır.
702. Bunun yanında Yönetmelik’in 8. maddesinde;
lisans ve yetkiler için başvuruda bulunan devlet hava araçlarında görev alan
pilotların devlet hava araçlarında görev yaparken kazandıkları bilgi, tecrübe
ve yeteneklerinin mevzuattaki gereklilikler doğrultusunda kredilendirileceği,
kredilendirme ve lisanslandırmayla ilgili izlenecek usullerin Sivil Havacılık
Genel Müdürlüğü tarafından Avrupa Havacılık Emniyet Ajansına (EASA)
bildirileceği belirtilmiştir.
703. Yönetmelik’in 16. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (c) bendinde, kamu görevinden çıkarılan askerî ve polis pilotların
kredilendirme yapmak suretiyle sivil pilot lisansına sahip olmalarının mümkün
olmadığı, 37. maddesinin (5) numaralı fıkrasında; Sivil Havacılık Genel
Müdürlüğünce düzenlenen pilot lisanslarının iptal edildiği kişilerin pilotluk
yaptığı döneme ilişkin aldığı eğitimler, uçuş süreleri ve benzeri hususlar
hakkında kredilendirme ve/veya dönüştürmenin yapılmayacağı, yeni pilot
lisansının düzenlenmeyeceği, Sivil Havacılık Genel Müdürlüğünden aldıkları
pilot lisansları ile birlikte lisanslarına bağlı tüm sertifika ve yetkilerin
iptal edileceği belirtilmiştir.
704. Pilot lisansına sahip kişilerin havacılık
alanında özel sektörde faaliyette bulunma imkânını ortadan kaldıran kural,
çalışma hak ve özgürlüğüne sınırlama getirmektedir.
705. Kuralda pilot lisansının iptalinin kapsam
ve sınırlarının açık ve net olarak düzenlendiği gözetildiğinde çalışma hak ve
özgürlüğüne getirilen sınırlamanın kanuni bir temele dayandığı açıktır.
706. Darbe girişiminde kullanılan araçlarla (özellikle
uçak, helikopter) gerçekleştirilen şiddetin boyutu, örgüt mensuplarının sadakat
ve bağlılık potansiyeli, uçak ya da benzeri hava araçlarının emniyet ve asayişe
karşı oluşturabileceği tehlike dikkate alındığında pilot lisansı ile icra
edilen havacılık faaliyetleri çerçevesinde kamu güvenliği aleyhine çok ciddi
sonuçlar meydana getirebilecek eylemlerde bulunulması mümkündür. Bu nedenle
terör örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna
karar verilen yapı oluşum veya gruplara iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu
gerekçesiyle kamu görevinden çıkarılan kişilerin pilot lisanslarının iptal
edilmesini öngören kuralın meşru bir amaca dayandığı anlaşılmaktadır.
707. Esasen uçak ve benzeri hava araçlarının
emniyet ve asayişe karşı faaliyetlerin gerçekleştirilmesinde diğer vasıtalara
nispetle daha elverişli bir niteliğinin olması, bunlarla ilgili güvenlik
meselesini ön plana çıkarmaktadır. 15 Temmuz darbe girişiminde aktif rol alan
örgüt bağlantılı pilotların gerçekleştirdiği eylemler ve darbe girişiminden
sonra örgüte sadakat bağıyla hareket eden kişilerce ya da farklı terör örgütü
üyesi mensuplarınca işlenen fiillerin güvenlik açısından meydana getirdiği
ciddi tehlikeler dikkate alındığında kanun koyucunun güvenlik boyutunun ön
planda olduğu havacılık faaliyetlerinin kaynağını oluşturan pilot lisanslarına
yönelik düzenlemeler yapması doğal karşılanabilir.
708. Kural kapsamında terör örgütlerine veya
devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı oluşum
veya gruplara iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu gerekçesiyle kamu
görevinden çıkarılan kişilerin pilot lisansları iptal edilmek suretiyle bu
belgelerin sağladığı bir takım avantajların kamu güvenliği aleyhine
kullanılmasının önüne geçilmesinin millî güvenlik ve kamu düzeninin sağlanması
ve korunmasına yönelik amaçlara ulaşma bakımından elverişli ve gerekli olmadığı
söylenemez. Ancak kuralla söz konusu
hakka getirilen sınırlama ile yukarıda açıklanan kamu yararı amacı arasında
makul bir dengenin gözetilmesi gerekir.
709. 7145 sayılı Kanun’un 26. maddesiyle 375
sayılı KHK’ya eklenen geçici 35. maddenin (A) fıkrasının birinci paragrafının
birinci cümlesinin kalan kısmı ve dördüncü cümlesi ile 7333 sayılı Kanun’un 23.
maddesiyle anılan fıkrada yer alan “…üç yıl…” ibaresinin “…dört yıl…”
şeklinde değiştirilmesi başlığı altında asıl tedbir olan kamu görevinden
(meslekten) çıkarma tedbiri ile ilgili olarak açıklanan gerekçeler uygun olduğu
ölçüde dava konusu kural yönünden de geçerlidir.
710. Bu itibarla devletin demokratik düzenine
açık ve yakın bir tehlike oluşturan terör örgütleri veya devletin millî
güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya
gruplarla mücadele etmek amacıyla bunlarla bağlantısı olduğu gerekçesiyle kamu
görevinden çıkarılan kişilerin pilot lisanslarının iptalini düzenleyen kuralın
kamu güvenliğinin korunması amacı bakımından çalışma hak ve özgürlüğüne ölçüsüz
bir sınırlama getirdiği söylenemez.
711. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın
13., 48. ve 49. maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin
YILDIRIM, M. Emin KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ bu görüşe katılmamışlardır.
Kuralın Anayasa’nın 2., 6., 17., 20., 35., 36., 125., 128. ve 129. maddelerine de aykırı olduğu ileri
sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların Anayasa’nın 13.,
48. ve 49. maddeleri yönünden yapılan değerlendirmeler kapsamında ele
alınmış olması nedeniyle Anayasa’nın 2., 6.,
17., 20., 35., 36., 125., 128. ve 129. maddeleri yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek
görülmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 15., 38., 70. ve
118. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
(4) Paragrafın
Birinci Cümlesinin Kalan Kısmı
712. Kural, 375 sayılı KHK’nın geçici 35. maddesinin
(B) fıkrasına göre görevlerine son verilenlerin kamu konutları ve vakıf
lojmanlarından on beş gün içinde tahliye edilmelerini hükme bağlamaktadır.
713. Kural kapsamında meslekten
çıkarılmalarına karar verilen kişilerin oturdukları kamu konutlarından veya
vakıf lojmanlarından tahliye edilmeleri düzenlenmekle mülkiyet hakkına
sınırlama getirilmektedir.
714. 7145 sayılı Kanun’un 26. maddesiyle
3713 sayılı Kanun’a eklenen geçici 35. maddenin (A) fıkrasının birinci
paragrafının beşinci cümlesinin kalan kısmında
yer alan diğer ibarelerin Anayasa’ya uygunluk denetiminde açıklanan gerekçeler
uygun olduğu ölçüde dava konusu kural yönünden de geçerlidir.
715. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa'nın
13. ve 35. maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin
YILDIRIM, M. Emin KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ bu görüşe katılmamışlardır.
Kuralın Anayasa’nın 2., 6., 17., 20., 36., 70., 125., 128. ve 129. maddelerine de aykırı olduğu ileri
sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların Anayasa’nın 13. ve
35. maddeleri yönünden yapılan değerlendirmeler kapsamında ele alınmış
olması nedeniyle Anayasa’nın 2., 6., 17., 20.,
36., 70., 125., 128. ve 129. maddeleri
yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 15., 38., 48., 49. ve 118.
maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
(5) Paragrafın İkinci Cümlesi
716. Kural, 375 sayılı KHK’nın geçici 35.
maddesinin (B) fıkrasına göre görevlerine son verilenlerin özel güvenlik
şirketlerinin kurucusu ortağı ve çalışanı olamayacaklarını hükme bağlamaktadır.
717. Özel güvenlik şirketleri ile ilgili
düzenlemeler 10/6/2004 tarihli ve 5188 sayılı Özel Güvenlik Hizmetlerine Dair
Kanun’da yer almaktadır. Anılan Kanun’un 1. maddesinde, düzenlemenin amacının
kamu güvenliğini tamamlayıcı mahiyetteki özel güvenlik hizmetlerinin yerine
getirilmesine ilişkin esas ve usulleri belirlemek olduğu ifade edilmiştir.
718. Kanun’un 5. maddesinde, şirketlerin özel
güvenlik alanında faaliyette bulunmasının İçişleri Bakanlığının iznine tabi
olduğu belirtilmiş; 6. maddesinde, kamu güvenliğinin sağlanması yönünden
10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu ile vali ve kaymakamlara
verilen yetkilerin kullanılması durumunda özel güvenlik birimi ve özel güvenlik
personelinin, mülki idare amirinin ve genel kolluk amirinin emirlerini yerine
getirmek zorunda olduğu ifade edilmiştir.
719. 5188 sayılı Kanun’un 8. maddesinde ise hangi
koruma ve güvenlik hizmeti için ne miktar ve özellikte ateşli silah
bulundurulabileceğinin özel güvenlik komisyonu tarafından belirleneceği, özel
güvenlik şirketlerine, para ve değerli eşya nakli, geçici süreli koruma ve
güvenlik hizmetlerinde kullanılmak üzere, özel güvenlik eğitimi veren
kurumlara, silah eğitiminde kullanılmak üzere, özel güvenlik komisyonunun
kararı ve valinin onayı ile silah alma, kullanma ve taşıma izni verilebileceği
belirtilmiştir.
720. Kanun’un 23. maddesinde, özel güvenlik görevlilerinin
görevleriyle bağlantılı olarak işledikleri suçlardan dolayı kamu görevlisi
gibi, bunlara karşı görevleri dolayısıyla suç işleyenlerin de kamu görevlisine
karşı suç işlemiş gibi cezalandırılacakları hükme bağlanmıştır.
721. Yine Kanun’un 7. maddesinde, kişilerin
üstlerini dedektörle arama, eşyaları X-Ray cihazından veya benzeri güvenlik
sistemlerinden geçirme, 5271 sayılı Kanun’un 90. ve 168. maddeleri gereğince
yakalama, görev alanında haklarında yakalama emri veya mahkûmiyet kararı bulunan
kişileri yakalama ve arama, kişinin vücudu veya sağlığı bakımından mevcut bir
tehlikeden korunması amacıyla yakalama, eşyaları emanete alma, belirli
şartlarda zor kullanma işyeri ve konutlara girme, özel güvenlik görevlilerinin
yetkileri arasında sayılmıştır.
722. Söz konusu düzenlemelere göre özel
güvenlik şirketlerinin ve çalışanlarının kamu güvenliği alanında hizmet ifa
ettikleri, çalışanlarının kendi görev sahalarında bireyler üzerinde yakalama,
arama faaliyeti icra edebildikleri, gerektiğinde silah kullanma yetkisine sahip
oldukları, özel güvenlik birimleri ve bu alandaki şirketlerin kuruluş ve
faaliyetlerinin yetkili makamların izin ve gözetimi altında gerçekleştiği
dikkate alındığında bu şirketlerin kurucularının, ortaklarının ve çalışanlarının
diğer özel sektörde faaliyet gösteren kişi ve kuruluşlardan farklı özellikler
taşıdığı açıktır.
723. Özel güvenlik hizmetleri alanında
müteşebbis ya da çalışan olarak icra edilebilecek faaliyetler, devletin
gözetimi ve denetimi altında, belirli kanuni çerçeve içinde yerine
getirilmektedir. Kamu görevinden çıkarılan kişilerin güvenlik alanında özel
sektörde faaliyette bulunma imkânını ortadan kaldıran kural, çalışma hak ve
özgürlüğüne sınırlama getirmektedir.
724. Kuralda özel güvenlik alanında faaliyette
bulunmanın kapsam ve sınırlarının açık ve net olarak düzenlendiği
gözetildiğinde kuralla öngörülen sınırlamanın kanuni bir temele dayandığı
açıktır.
725. Millî güvenliğin sağlanması ve kamu
düzeninin korunması amacıyla terör örgütlerine veya devletin millî güvenliğine
karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara iltisakı
yahut bunlarla irtibatlı oldukları gerekçesiyle kamu görevinden çıkarıldıkları
anlaşılan kişilerin özel güvenlik şirketlerinde görev almalarının yasaklanmasının
anayasal anlamda meşru amaca dayandığı açıktır.
726. Kişilerin
özel güvenlik alanında gösterdiği faaliyetlerin kamu güvenliği ile doğrudan
ilgisi bulunmaktadır. Nitekim kanun koyucu, bu alanda faaliyette bulunmak veya
çalışmak isteyen kişi ve kuruluşlara ilişkin belirli şartlar öngörmüş, bunları
yetkili makamların iznine tabi kılmıştır. Kanun koyucunun anılan hususları
gözeterek özel güvenlik alanında faaliyette bulunmak isteyen bireylere yönelik
tedbir almasında, istihdamla ilgili şartları belirlemesinde takdir yetkisinin
bulunduğu açıktır. Bunun bir gereği olarak kimlerin özel güvenlik şirketlerinin
kurucusu, ortağı ya da çalışanı olacağına yönelik düzenlemeler yapılması
doğaldır. Dolayısıyla kuralın millî güvenliğin sağlanması ve kamu düzeninin korunması
amacına ulaşma bakımından elverişli ve gerekli olmadığı söylenemez.
727. 7145 sayılı Kanun’un 26. maddesiyle 375
sayılı KHK’ya eklenen geçici 35. maddenin (A) fıkrasının birinci paragrafının
birinci cümlesinin kalan kısmı ve dördüncü cümlesi ile 7333 sayılı Kanun’un 23.
maddesiyle anılan fıkrada yer alan “…üç yıl…” ibaresinin “…dört yıl…”
şeklinde değiştirilmesi başlığı altında asıl tedbir olan kamu görevinden
(meslekten) çıkarma tedbiri ile ilgili olarak açıklanan gerekçeler uygun olduğu
ölçüde dava konusu kural yönünden de geçerlidir.
728. Bu itibarla devletin demokratik düzenine
açık ve yakın bir tehlike oluşturan terör örgütleri veya devletin millî
güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya
gruplarla mücadele etmek amacıyla bunlarla bağlantılı oldukları gerekçesiyle
kamu görevinden çıkarılan kişilerin özel güvenlik şirketlerinin kurucusu,
ortağı ve çalışanı olamayacaklarını düzenleyen kuralın demokratik anayasal
düzenin ve kamu güvenliğinin korunması amacı bakımından kişilerin çalışma hak
ve özgürlüğüne ölçüsüz bir sınırlama getirdiği söylenemez.
729. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın
13., 48. ve 49. maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin YILDIRIM,
M. Emin KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ bu görüşe katılmamışlardır.
Kuralın Anayasa’nın 2., 6., 17., 20., 35., 36., 125., 128. ve 129. maddelerine de aykırı olduğu ileri
sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların Anayasa’nın 13., 48.
ve 49. maddeleri yönünden yapılan değerlendirmeler kapsamında ele alınmış
olması nedeniyle Anayasa’nın 2., 6., 17., 20.,
35., 36., 125., 128. ve 129. maddeleri
yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 15., 38., 70. ve 118.
maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
iii. Fıkranın Dördüncü Paragrafı
(1) Paragrafın Birinci Cümlesinde Yer Alan “…Milli Güvenlik Kurulunca…” İbaresi
730. 375
sayılı KHK’nın geçici 35. maddesinin (B) fıkrasının dördüncü paragrafının birinci
cümlesinde terör örgütlerine veya MGK’ca devletin millî güvenliğine karşı
faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği,
mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilerek kamu
görevinden çıkarılan kişilerin itirazları üzerine
yapılacak değerlendirme sonucunda görevlerine iadesine ilişkin işlemlerin de
aynı usullerle yapılacağı öngörülmüştür. Anılan cümlede yer alan “…Milli
Güvenlik Kurulunca…” ibaresi dava konusu kuralı oluşturmaktadır.
731. 7145 sayılı
Kanun’un 12. maddesiyle 3713 sayılı Kanun’a eklenen ek 4. maddenin birinci
fıkrasının birinci cümlesinin “…ile Milli Güvenlik Kurulunca Devletin millî
güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya
gruplara üyeliği, mensubiyeti ve iltisakı yahut bunlarla irtibatı nedeniyle
kamu görevinden çıkarılanların…” bölümünde yer alan “…Milli
Güvenlik Kurulunca…” ibaresinin Anayasa’ya uygunluk denetiminde açıklanan
gerekçeler uygun olduğu ölçüde dava konusu kural yönünden de geçerlidir.
732. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 118.
maddesine aykırıdır. İptali gerekir.
Kural, Anayasa’nın
118. maddesine aykırı görülerek iptal edildiğinden ayrıca Anayasa’nın 2.
maddesi yönünden incelenmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 6., 13., 15.,
17., 20., 35., 36., 38., 48., 49., 70., 125., 128. ve 129. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
(2) Paragrafın Birinci Cümlesinde Yer Alan “…üyeliği,
mensubiyeti veya…” İbaresi
733. 375 sayılı KHK’nın geçici 35. maddesinin (B)
fıkrasının dördüncü paragrafının birinci cümlesinde anılan fıkrada öngörülen
usuller uyarınca, terör örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı
faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği,
mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilerek
idari işlem tesis edilmek suretiyle kamu görevinden çıkarılanların itirazları
üzerine yapılacak değerlendirme sonucunda görevlerine iadesine ilişkin
işlemlerin de aynı usullerle yapılacağı öngörülmüştür. Anılan cümlede yer alan “…üyeliği,
mensubiyeti veya…” ibaresi dava konusu kuralı oluşturmaktadır.
734. 7145
sayılı Kanun’un 12. maddesiyle 3713 sayılı Kanun’a eklenen ek
4. maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesinin “…ile Milli Güvenlik
Kurulunca Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen
yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti ve iltisakı yahut bunlarla
irtibatı nedeniyle kamu görevinden çıkarılanların…” bölümünde yer
alan “…üyeliği, mensubiyeti ve…” ibaresinin Anayasa’ya uygunluk
denetiminde açıklanan gerekçeler uygun olduğu ölçüde dava konusu kural yönünden
de geçerlidir.
735. Açıklanan
nedenlerle kural, Anayasa’nın 36. ve 38. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
Kural, Anayasa’nın 36. ve 38. maddelerine aykırı
görülerek iptal edildiğinden ayrıca Anayasa’nın 2., 6., 13., 15., 17., 20.,
35., 48., 49., 70., 118., 125., 128., ve 129. maddeleri yönünden
incelenmemiştir.
(3) Paragrafın Birinci
Cümlesinin Kalan Kısmı ile İkinci
Cümlesi
736. 375 sayılı KHK’nın geçici 35. maddesinin
(B) fıkrasının dördüncü paragrafının birinci cümlesinin dava konusu kalan
kısmında anılan fıkrada öngörülen usuller uyarınca, terör örgütlerine veya
devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı,
oluşum veya gruplara iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilerek
idari işlem tesis edilmek suretiyle kamu görevinden çıkarılanların itirazları
üzerine yapılacak değerlendirme sonucunda görevlerine iadesine ilişkin
işlemlerin aynı usullerle yapılacağı öngörülmüştür.
737. Paragrafın dava konusu ikinci cümlesinde
ise bu kapsamda görevine iade edilenlere kamu görevinden çıkarıldıkları
tarihten göreve başladıkları tarihe kadar geçen süreye tekabül eden mali ve sosyal
haklarının ödeneceği hükme bağlanmıştır.
738. Anayasa’nın 2. maddesinde güvence altına
alınan hukuk devletinin temel unsurlarından
biri belirlilik ilkesidir. Anayasa Mahkemesinin yerleşik
kararlarına göre anılan ilke, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare
yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net,
anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olmasını gerektirmektedir. Belirlilik
ilkesi; hukuksal güvenlikle bağlantılı olup birey, yasal düzenlemeden belirli
bir kesinlik içinde hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya
sonucun bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini verdiğini
bilmesini zorunlu kılmaktadır.
739. Kurallar kamu görevinden çıkarma
kararlarına karşı yapılacak itirazlar üzerine verilecek göreve iade
kararlarında da geçici 35. maddenin (B) fıkrasının birinci paragrafında
belirtilen usulün uygulanacağını, başka bir ifadeyle kamu görevinden çıkarma
tedbirini uygulamaya yetkili makam ve mercilerce söz konusu prosedür
uygulanarak göreve iade işleminin gerçekleştirileceğini düzenlemiştir.
740. Kamu görevine iade kararlarının
uygulanmasına ilişkin usule yönelik düzenleme içeren kuralların kapsam, hüküm ve sonuçları
itibarıyla herhangi bir tereddüde yer vermeyecek şekilde açık, net ve
öngörülebilir nitelikte oldukları anlaşılmaktadır. Dolayısıyla kurallarda
hukuki öngörülebilirlik ve belirlilik ilkelerine aykırı bir yön
bulunmamaktadır.
741. Ayrıca kurallarda göreve iade edilmenin
doğrudan bir sonucu olarak kişilerin hukuka aykırı bir şekilde kamu görevinden
çıkarıldıkları döneme tekabül eden ücret maaş ve diğer mali ve sosyal
haklarının ilgiliye ödeneceğinin hükme bağlandığı gözetildiğinde kuralların
mülkiyet hakkına yönelik herhangi bir sınırlama getirmediği açıktır. Bu nedenle
kuralların mülkiyet hakkına ihlal eden bir yönü bulunmamaktadır.
742. Açıklanan nedenlerle kurallar Anayasa’nın
2. ve 35. maddelerine aykırı değildir. İptalleri talebinin reddi gerekir.
Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin YILDIRIM,
M. Emin KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ bu görüşe katılmamışlardır.
Kuralların Anayasa’nın 6., 13., 15., 17., 20.,
36., 38., 48., 49., 70., 118., 125., 128. ve 129. maddeleriyle ilgisi
görülmemiştir.
(4) Paragrafın Üçüncü
Cümlesi
743. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca
kural, ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 40. maddesi yönünden de incelenmiştir.
744. Kural 375 sayılı KHK’nın geçici 35.
maddesinin (B) fıkrası uyarınca kamu görevinden çıkarılıp yetkili makam ve mercilerce
görevine iade edilenlerin kamu görevinden çıkarılmalarından dolayı herhangi bir
tazminat talebinde bulunamayacaklarını hükme bağlamaktadır.
745. Kamu görevine iade edilen kişilerin
hukuka aykırı bir şekilde haklarında tedbir uygulanması nedeniyle uğradıkları
zararlara karşı etkili giderim imkânı tanınıp tanınmamasının Anayasa’nın 40.
maddesi kapsamında etkili başvuru hakkı yönünden değerlendirilmesi gerekir.
746. 7145 sayılı Kanun’un 22. maddesiyle 7075
sayılı Kanun’un 10. maddesinin değiştirilen (1) numaralı fıkrasının on üçüncü
cümlesinin Anayasa’ya uygunluk denetiminde açıklanan gerekçeler uygun olduğu
ölçüde dava konusu kural yönünden de geçerlidir.
747. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın
40. maddesine aykırıdır. İptali gerekir.
Basri BAĞCI ve İrfan FİDAN bu
görüşe katılmamışlardır.
Kural,
Anayasa’nın 40. maddesine aykırı görülerek iptal edildiğinden ayrıca
Anayasa’nın 2., 6., 13., 15., 17., 20., 35., 36., 38., 48., 49., 70., 118.,
125., 128. ve 129. maddeleri yönünden incelenmemiştir.
(5) Paragrafın Dördüncü
Cümlesi
748. Kural, kamu
görevinden çıkarılan kişilerin yetkili makam ve mercilerce göreve iadesinin
kamu görevlerinden çıkarıldıkları tarihte bulundukları yöneticilik görevi
dışında öğrenim durumları ve kazanılmış hak aylık derecelerine uygun kadro ve
pozisyonlara atanmak suretiyle de yerine getirilebileceğini hükme
bağlamaktadır.
749. Meslek hayatını etkileyen bir düzenlemenin sebep
unsurunu özel hayata ilişkin davranışlar oluşturmamakla birlikte söz konusu
düzenleme, sonuçları itibarıyla kişilerin özel hayatını önemli ölçüde
etkileyebilir. Kamu görevlilerinin yönetici kadro veya pozisyonlarına veya bu
görevlerden alınarak başka bir kadroya atanmasına yönelik düzenlemeler
kişilerin kariyerlerini etkileyeceği gibi meslek hayatında üçüncü kişilerle
kuracağı ilişkiler ve bu kişiler nezdindeki itibarı üzerinde de etkili
olabilir. Dolayısıyla kişilerin kariyerlerini önemli ölçüde etkileyen
düzenlemelerin özel hayata saygı gösterilmesini isteme hakkına sınırlama
getireceği açıktır. Bu çerçevede kişilerin meslek hayatlarında yönetici
pozisyonuna atanamamasını düzenleyen kural, özel hayata saygı gösterilmesini
isteme hakkına sınırlama getirmektedir.
750. Kural kapsamında göreve iade edilen kişilerin yeniden
atanmalarının kapsam ve sınırlarının açık ve net olarak belirlendiği
gözetildiğinde kuralla öngörülen sınırlamanın kanuni bir temele dayandığı
açıktır.
751. Anayasa'nın 129.
maddesinin birinci fıkrasında memurlar ve kamu görevlilerinin Anayasa ve
kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunma yükümlülükleri düzenlenmiştir. Bu
çerçevede yönetici pozisyonunda görev yapmaktayken terör örgütlerine veya
devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı,
oluşum veya gruplara iltisakı veya bunlarla irtibatı olduğu gerekçesiyle kamu
görevinden çıkarılan kişilerin yetkili makam veya merci kararıyla yeniden
atamalarında yöneticilik görevi dışında kazanılmış haklarına uygun kadro ve
pozisyonların dikkate alınmasına imkân tanınmasının kamu hizmetinin etkin ve sağlıklı
bir biçimde yürütülmesi amacına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla
kuralın anayasal anlamda meşru bir amaç taşıdığı açıktır.
752. Anayasa’nın 128. maddesinde devletin kamu iktisadi
teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına göre
yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli
görevlerin memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görüleceği, memurların ve
diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları
ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ile diğer özlük işlerinin mali ve sosyal
haklara ilişkin toplu sözleşme hükümleri saklı kalmak kaydıyla kanunla
düzenleneceği hükme bağlanmıştır (AYM, E.2018/159, K.2019/93, 24/12/2019, §
22).
753. Kamu görevlileri ile idare arasındaki ilişki,
yasama organı tarafından hizmetin gereklerine göre kanunla düzenlenmektedir.
Kamu görevlisi belirli bir statüde, kanunla çerçevesi belirlenmiş kurallara
göre hizmet yürütmekte; o statünün sağladığı aylık, ücret, atanma, yükselme,
nakil gibi haklara sahip olmaktadır. Kanun koyucu, bir kamu hizmetinde görevin
gerektirdiği nitelikleri ve koşulları belirlemeyi ya da belirlenmiş olanları
değiştirmeyi, anayasal ilkeler içinde kalmak kaydıyla görevin ve ülkenin gereklerine
göre serbestçe takdir edebilir (AYM, E.2018/159, K.2019/93, 24/12/2019, § 23).
754. İdare de takdir yetkisi kapsamında yönetici kadro ve
pozisyonlarına atayabileceği kamu görevlilerini yine aynı yetki kapsamında bu
görevlerden alabilir. Bu durumda bulunan kişiler yönünden kural olarak
bulundukları statülerden doğan, tahakkuk etmiş ve kendileri yönünden
kesinleşmiş ve kişisel alacak niteliğine dönüşmüş haklardan yahut bu durumunun
devam edeceği yönündeki haklı beklentiden söz edilemez (AYM, E.2018/159,
K.2019/93, 24/12/2019, § 24).
755. Personel rejimi gibi sıkı kural ve şartlara tabi bir
alanda kamu görevini yürütmekle görevli kişilerin hak ve özgürlüklerine
herhangi bir vatandaşa uygulanamayacak sınırlamalar getirilmesi demokratik bir
toplumda gerekli olabilir. Bu kapsamda kamu makamlarının faaliyetin niteliği ve
sınırlamanın amacına göre değişen geniş bir takdir yetkisinin bulunması
doğaldır. Ancak özel hayatın gizliliği hakkının mahremiyet hakkı gibi en gizli
yönleri söz konusu olduğunda kamu makamlarının takdir yetkisi daha dardır ve bu
alanlara yönelik müdahalelerin haklı olduğunun kabul edilebilmesi için kamu
makamlarınca ciddi gerekçelerin özellikle gösterilmesi gerekir (Ata Türkeri,
B. No: 2013/6057, 16/12/2015, § 47).
756. Kuralda idareye kamu kurum ve kuruluşlarında
yönetici olarak çalışırken kamu görevinden çıkarılan kişilerin iade kararı
sonrasındaki atamalarında yöneticilik görevleri dışında başka kadro ve
pozisyonlara atanmalarına imkân tanınmıştır. Bu durumda idarece kişilerin öğrenim durumları ve kazanılmış hak aylık derecelerinin
dikkate alınması gerekmektedir.
757. 375 sayılı KHK’nın geçici 35. maddesinin (B)
fıkrasının dördüncü paragrafı uyarınca kamu görevinden çıkarma işlemine karşı
yapılacak itirazda ilgili makam ve mercilerin değerlendirmelerinin doğrudan
işlemin sebep unsuruna yönelik olacağı açıktır. Anılan hüküm kapsamında
kişilerin kamu görevinden çıkarılma sebebi, bunların terör örgütleri veya
devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı,
oluşum veya gruplarla iltisaklı ya da irtibatlı olmalarıdır. Bu kapsamda itiraz
üzerine yapılacak değerlendirmede göreve iade kararı verilmesi, idari işlemin
sebep unsurunun gerçekleşmediği yani bu kişilerin söz konusu örgüt ve
oluşumlarla bağlantılarının bulunmadığı ya da bunun belirlenemediği,
dolayısıyla kamu görevinden çıkarma işleminin haksız olduğunun idarece tespit
edilmesi anlamına gelmektedir.
758. Kamu makamlarının darbe girişimi sonrası terör
örgütü veya benzeri yapılarla mücadele açısından kamu görevlilerinin tabi
olduğu disiplin mevzuatı dışında kural kapsamında benimsediği yöntemle kamu
görevinden çıkardığı yönetici pozisyonunda görev yapan bir kişiyle ilgili
aciliyet unsurunun kalktığı bir dönemde yapacağı değerlendirmede (itiraz aşaması)
vereceği iade kararının yukarıdaki tespit (haksız işlem) açısından ne derece
önem arz ettiği açıktır.
759. Bu açıdan kamu görevinden çıkarma
işleminin sebep unsurunun ortadan kalktığı hâlde yönetici pozisyonunda iken
kamu görevinden çıkarılıp ilgili makam ve merci kararıyla kamu görevine dönen
kişilerin atanmasında yöneticilik görevi dışında öğrenim durumları ve
kazanılmış hak ve aylık derecelerine uygun kadro ve pozisyonlara
atanabilmelerine imkân tanınması, bu kişiler hakkındaki kamu görevinden çıkarma
işleminin sebep unsurunun ortadan kalkmadığı izlenimini doğurmaktadır. Başka
bir ifadeyle kural kapsamında idareye verilen yetki, iade kararındaki haksız
işlem tespitini önemsiz ve değersiz kılabilecek niteliktedir.
760. Kural ayrıca yönetici olarak kamu
görevinden çıkarıldıktan sonra görevine iade edilen kişilerin yöneticilik
dışındaki başka görevlere atanmalarında idareye takdir yetkisi tanımaktadır.
Başka bir ifadeyle kural, kişilerin göreve iadesinde yöneticilik dışındaki
görevlere atanmaları hususunda idareye herhangi bir zorunluluk öngörmemektedir.
761. Ancak kuralda kamu görevine iade edilen
kişilerin yeniden yönetici olarak atanıp atanmayacaklarına ilişkin idarece hangi ölçütlere göre değerlendirme yapılacağına
ilişkin bir belirleme yapılmamıştır. Her ne kadar idarenin bu konuda kamu hizmetlerinin gerekleri ve
etkinliğini dikkate alarak değerlendirme yapma imkânının bulunduğu
söylenebilirse de yönetici olarak görev yapmaktayken haksız ve hukuka aykırı
bir şekilde kamu görevinden çıkarılan kişiler açısından farklı bir pozisyonda
görevlendirme yapılabilmesinde –özellikle kişilerin özel hayatına saygı
gösterilmesini isteme hakkına temas eden durumlarda- idarenin takdir yetkisini
sınırlandıran, somut, denetlenebilir, ciddi gerekçe gösterilmesini zorunlu
kılan ölçütlerin ortaya konulması gerekir. Bunun
yanında kuralda yetkili makam ve mercilerin iade kararlarına karşı idari
yargıda iptal davası açılabilmesi mümkün ise de idarenin yapacağı
değerlendirmeyle ilgili herhangi bir ölçütün tespit edilmemesi, etkin bir
yargısal denetim yapılması imkânını da ortadan kaldırmaktadır.
762. Bu açıdan kapsam ve
sınırlarının açık, net ve anlaşılır olmaması nedeniyle daha önce yönetici olup
göreve iade edilen kişilerin aynı pozisyonda atanıp atanmayacağı hususunda
idareye tanınan yetki keyfî uygulamalara yol
açabilecek niteliktedir.
763. Dolayısıyla kuralda keyfîliği önleyecek
bir güvenceye yer verilmediği gibi bu kişilerin kamu görevinden çıkarılmadan
önceki pozisyonlarına atanmamasını gerektirecek hukuki ve fiilî zorunluluklar
da gösterilmemiştir. Nitekim kural, yalnızca itiraz üzerine yetkili makam ve
mercilerce kamu görevine iade edilen kişilerin yöneticilik pozisyonunda
görevlendirilmemesine imkân tanımaktadır. Buna karşın yargı kararıyla kamu
görevine iade edilen benzer durumdaki bir kişinin yönetici pozisyonunda tekrar
atanmasını engelleyen bir durum ise bulunmamaktadır.
764. Bu çerçevede terör örgütlerine veya
devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı,
oluşum veya gruplara iltisakı veya irtibatının bulunmadığı tespit edilerek kamu
görevine iade edilen kişilerin yöneticilik görevi dışında öğrenim durumları ve
kazanılmış hak aylık derecelerine uygun kadro ve pozisyonlara atanabilmesine
imkân tanınmasının kamu hizmetinin etkin ve sağlıklı bir biçimde yürütülmesi
amacını gerçekleştirmek bakımından zorunlu bir toplumsal ihtiyaca karşılık
gelmediği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla kuralla kişilerin özel hayatına saygı
gösterilmesini isteme hakkına getirilen sınırlamanın kamu hizmetinin etkin ve
sağlıklı bir biçimde yürütülmesi amacına ulaşılabilmesi bakımından elverişli
bir araç olduğu söylenemez.
765. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın
13. ve 20. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
Kural, Anayasa’nın 13. ve 20. maddelerine
aykırı görülerek iptal edildiğinden ayrıca Anayasa’nın 2., 6., 15., 17.,
20., 35., 38., 48., 49., 70., 118., 125., 128., ve 129. maddeleri yönünden
incelenmemiştir.
3. Maddenin (C) Fıkrası ve Anılan Fıkrada
Yer Alan “…üç yıl…” İbaresinin “…dört yıl…” Şeklinde
Değiştirilmesi
a. İptal Talebinin Gerekçesi
766. Dava dilekçesinde özetle; dava konusu
kurallarda kamu görevinden çıkarılanlar ile haklarında ceza soruşturması
yürütülenlerin pasaportların iptal edilmesinin yurt dışına çıkma özgürlüğünün
yalnızca suç soruşturması ve kovuşturması sebebiyle ve ancak hâkim kararıyla
sınırlanabileceğine ilişkin anayasal güvenceye aykırı olduğu, ayrıca kuralların
sadece kamu görevinden çıkarılan ya da hakkında soruşturma açılan kişileri
kapsamadığı, bunların eşlerinin pasaportlarının da iptaline imkân tanıdığı,
suçların şahsiliği ilkesine göre bir kişinin eşinin fiillerinden dolayı sorumlu
tutulmasının mümkün olamayacağı, suç işlediği yönünde herhangi bir bilgi veya
delil olmayan ve hakkında bu yönde soruşturma da açılmayan, ayrıca hâkim
tarafından herhangi bir tedbir kararı verilmeyen kişinin pasaportunun iptal
edilmesinin söz konusu ilkeye aykırılık oluşturacağı, ayrıca bu durumun Anayasa
Mahkemesinin daha önce ilave tedbirlere karşı etkili denetim mekanizmalarının
oluşturulmaması nedeniyle verdiği iptal kararıyla da çeliştiği belirtilerek
kuralların Anayasa’nın 23., 38. ve 153. maddelerine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
b. Anayasaya Aykırılık Sorunu
i. Fıkranın Birinci Cümlesinde Yer Alan “…üç
yıl…” İbaresi
767. 375 sayılı KHK’nın geçici 35. maddesinin
(C) fıkrasının birinci cümlesinde yer alan dava konusu “…üç yıl…”
ibaresi 7333 sayılı Kanun’un 23. maddesiyle “…dört yıl…” olarak
değiştirilmiştir.
768. Açıklanan nedenle konusu kalmayan ibareye
ilişkin iptal talebi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermek
gerekir.
ii. Fıkranın Kalan Kısmı ile Fıkrada
Değişiklik Yapan “…dört yıl…” İbaresi
769. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca
kural, ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 13. maddesi yönünden de incelenmiştir.
770. Kurallar 375 sayılı KHK’nın geçici 35.
maddesinin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren dört yıl süreyle, haklarında 375
sayılı KHK’nın geçici 35. maddesinin (A) ve (B) fıkraları uyarınca idari işlem
tesis edilenler ile aynı gerekçeyle haklarında suç soruşturması veya
kovuşturması yürütülenlerin işlemi yapan kurum ve kuruluşlarca ilgili pasaport
birimine derhâl bildirileceğini, bu bildirim üzerine ilgili pasaport
birimlerince pasaportlarının iptal edilebileceğini, ilgili pasaport birimine
isimleri bildirilen kişilerin eşlerine ait pasaportların da genel güvenlik
açısından mahzurlu görülmesi hâlinde aynı tarihte İçişleri Bakanlığınca iptal
edilebileceğini hükme bağlamaktadır.
771. Kurallarla 375 sayılı KHK’nın geçici 35. maddesinin (A) ve
(B) fıkralarında yer alan terör örgütlerine
veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen
yapı, oluşum veya gruplara iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilerek
haklarında meslekten veya kamu görevinden çıkarılmasına yönelik işlem tesis
edilen kamu görevlileri ile yine söz konusu örgüt veya yapılarla bağlantıları
nedeniyle haklarında ceza soruşturması yürütülen kişilerin pasaportlarının
pasaport birimleri tarafından, bu kişilerin eşlerine ait pasaportlarının ise
genel güvenlik açısından mahzurlu görülmesi hâlinde iptal edilebilmesine imkân
tanınmaktadır.
772. Kurallarda pasaportların iptal edilmesine
ilişkin işlemin kapsamını kamu görevinden ve meslekten çıkarılanlar ya da bu
amaçla yürütülen soruşturmada işlem yapılanlar ile kamu görevlisi olup
olmadığına bakılmaksızın terör örgütü veya benzeri yapılarla bağlantılı
oldukları gerekçesiyle ceza soruşturmasına muhatap olanlar ve bu kişilerin
eşlerinin oluşturduğu, kamu görevlileri yönünden kişilerin terör örgütü veya
benzeri yapılarla bağlantıları nedeniyle kamu görevinden çıkarma tedbirinin
uygulanması ya da buna yönelik farklı işlem yapılması, kamu görevlisi
sıfatına bakılmaksızın aynı gerekçelerle kişiler hakkında ise ceza
soruşturması yürütülmesi ve bu kişilerin eşlerinin genel güvenlik
açısından mahzurlu olması pasaportlarının idare tarafından iptal
edilmesinin sebep unsurunu oluşturmaktadır.
773. Kurallar, idareye kişilerin
pasaportlarının iptal edilmesine imkân tanımakla yurtdışına çıkma özgürlüğüne
sınırlama getirmektedir.
774. Yurt dışına çıkma özgürlüğüne yönelik sınırlamanın kanuni bir
temele dayandığı açıktır. Ancak sınırlamanın kanuni dayanağının şeklen var
olması yeterli olmayıp kuralın keyfîliğe izin vermeyecek şekilde belirli
nitelikleri olması gerekir. Bu kapsamda düzenlemeler belirli, ulaşılabilir ve
öngörülebilir olmalıdır.
775.
Dolayısıyla söz konusu niteliklere sahip bir kanuni düzenlemeden bahsedilebilmesi
kuralın kapsam ve sınırlarının açık ve net olarak belirlenmesiyle mümkün
olabilir. Aksi durum kurallara dayalı olarak idarece tesis edilecek işlemlerde
keyfî uygulamalara sebebiyet verebilecektir.
776.
Kuralların kapsamını oluşturan fıkranın birinci cümlesinde yer alan haklarında
375 sayılı KHK’nın (A) ve (B) fıkraları uyarınca idari işlem tesis edilenler
ibaresinin kamu görevinden (meslekten) çıkarılan kişiler olduğu
değerlendirildiğinde 375 sayılı KHK’nın (A) fıkrasının birinci paragrafının
beşinci cümlesinde de bu kişiler hakkında pasaportlarının iptalinin emredici
bir şekilde hükme bağlandığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla dava konusu 375
sayılı KHK’nın (C) fıkrasının birinci cümlesinde aynı kişiler hakkında anılan
KHK’nın (A) fıkrasıyla çelişki oluşturacak şekilde idareye takdir yetkisi
verilmek suretiyle bir kez daha pasaportların iptaline imkân tanınmıştır.
777. Buna
karşın anılan ibarenin, terör örgütlerine veya
devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı,
oluşum veya gruplara iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilerek
haklarında idari soruşturma açılan kişileri ve bu kapsamda yapılabilecek
farklı işlemleri içerdiği değerlendirilebilirse de kuralların belirsizliğe yol
açabilecek ölçüde farklı yorumlara ve uygulamalara elverişli olduğu açıktır.
778. Bunun
yanında kurallar kapsamında yer alan 375 sayılı
KHK’nın (B) fıkrası uyarınca kamu görevinden (meslekten) çıkarılanlar ile terör
örgütü veya benzeri yapılarla bağlantıları nedeniyle haklarında ceza
soruşturması yürütülen kişiler ve genel güvenlik açısından mahzurlu görülmesi
hâlinde bu kişilerin eşlerinin pasaportlarının iptal edilmesinde idareye
tanınan takdir yetkisinin kapsam ve sınırlarının da belirsiz olduğu
anlaşılmaktadır. Başka bir ifadeyle kurallar tedbirin uygulanmasında idareye
hangi ölçütlere göre değerlendirme yapacağı hususunda herhangi bir belirlilik
içermemektedir.
779. Bu itibarla kurallarla yurtdışına çıkma özgürlüğüne
getirilen sınırlamada Anayasa’da öngörülen temel hak ve özgürlüklerin ancak
kanunla sınırlanabileceği koşulunun yerine getirilmediği, dolayısıyla
sınırlamanın anayasal anlamda kanuni bir dayanağının bulunmadığı sonucuna
ulaşılmıştır.
780. Açıklanan nedenlerle kurallar, Anayasa'nın 13. ve 23.
maddelerine aykırıdır. İptalleri gerekir.
Kuralların Anayasa’nın 38. ve 153.
maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
4. Maddenin (Ç) Fıkrası ve Anılan Fıkrada
Yer Alan “…üç yıl…” İbarelerinin “…dört yıl…” Şeklinde
Değiştirilmesi
a. Fıkranın Birinci Paragrafı ve Paragrafta
Yer Alan “…üç yıl…” İbaresinin “…dört yıl…” Şeklinde
Değiştirilmesi
i. İptal Talebinin Gerekçesi
781. Dava dilekçesinde özetle; dava konusu
kurallar kapsamında haklarında soruşturma yürütülen kişiler ile bunların eş ve çocuklarına
ait kişisel veri niteliğindeki bilgi ve belgelere ulaşılmasına imkân
sağlanmasının kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına aykırılık
oluşturacağı, kuralların ayrıca soruşturmaya muhatap kişilerin eş ve
çocuklarının eylemlerinden sorumlu tutulmasına imkân tanımak suretiyle suçların
şahsiliği ilkesini ihlal ettiği, öte yandan kurallarda hâkim kararı olmaksızın
yetkili mercilere telekomünikasyon yoluyla iletişimin tespiti imkânı
getirilmesinin haberleşme özgürlüğünü sınırladığı, yine kurallara konu
işlemlerin MGK kararına dayanılarak yapılmasının yetki gaspı anlamına
geldiği belirtilerek kuralların Anayasa’nın 20., 22. ve 38.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
ii. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
(1) Paragrafta Yer Alan “…üç yıl…” İbaresi
782. 375 sayılı KHK’nın geçici 35.
maddesinin(Ç) fıkrasının birinci paragrafında yer alan dava konusu “…üç
yıl…” ibaresi 7333 sayılı Kanun’un 23. maddesiyle “…dört yıl…”
olarak değiştirilmiştir.
783. Açıklanan nedenle konusu kalmayan ibareye
ilişkin iptal talebi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermek
gerekir.
(2) Paragrafın “…19/10/2005 tarihli ve
5411 sayılı Bankacılık Kanunu uyarınca müşteri sırrı kapsamında kabul edilenler
hariç,…” İbaresi Dışında Kalan Kısmı ile Paragrafta Yer Alan “…üç yıl…”
İbaresinin “…dört yıl…” Şeklinde Değiştirilmesi
784. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca
kurallar ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 13., 36. ve 118. maddeleri yönünden de
incelenmiştir.
785. Kurallar, maddenin yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren dört yıl süreyle; terör örgütlerine veya devletin millî güvenliğine
karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara iltisakı
yahut bunlarla irtibatı nedeniyle haklarında inceleme ve soruşturma yürütülen
kişiler ile bunların eş ve çocuklarına ilişkin olarak yetkili kurul, komisyon
ve diğer mercilerce ihtiyaç duyulan -telekomünikasyon yoluyla iletişimin
tespiti de dâhil olmak üzere- her türlü bilgi ve belgenin kamu ve özel tüm
kurum ve kuruluşlarca soruşturma makamlarına vakit geçirilmeksizin verileceğini
öngörmektedir.
786. Kurallar kapsamında haklarında inceleme
ve soruşturma yürütülen kişiler ile bunların eş ve çocuklarına ilişkin yetkili
kurul, komisyon ve diğer mercilerce ihtiyaç duyulan, kamu ve özel tüm kurum ve
kuruluşlarca soruşturma makamlarına vakit geçirilmeksizin verilmesi öngörülen
her türlü bilgi ve belgenin kişisel veri niteliğinde olduğu açıktır.
Kurallar, haklarında inceleme ve soruşturma yürütülen kişiler ile bunların eş
ve çocuklarının özel hayatı, iş ve sosyal yaşamıyla ilgili her türlü bilgi ve
belgelerin alınmasına ve kullanılmasına imkân tanıması nedeniyle kişisel
verilerin korunmasını isteme hakkına sınırlama getirmektedir.
787. Kuralda belirli kişilerle ilgili tüm kişisel verilere erişime izin
verildiği gözetildiğinde kuralın kapsam ve sınırlarının açık ve net olduğu
açıktır. Bu nedenle kuralla kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına
getirilen sınırlamada kanunilik şartının sağlandığı anlaşılmaktadır
788. Kuralların kişi yönünden kapsamını hakkında inceleme ve
soruşturma yürütülen kişiler ile bu kişilerin eş ve çocukları oluşturmaktadır.
Kuşkusuz kurallar bağlamında yetkili mercilere
inceleme ve soruşturmaya muhatap kamu görevlilerinin kişisel veri niteliğindeki
bilgi ve belgelere erişme imkânının tanınması ile hakkında inceleme ve
soruşturma bulunmayan kişilere (eş ve çocuklar) ait bilgi ve belgelere ulaşma
yetkisinin verilmesi arasında farklılıklar bulunmaktadır.
789. Hukuk devletinde terör örgütü veya
benzeri yapılarla irtibat ya da iltisakları hususunda herhangi bir şüphe
bulunmayan kişilerin (eş ve çocuklar) -bankacılık mevzuatı
çerçevesindeki istisna haricinde- yakınlarıyla ilgili yürütülen bir
soruşturmada kullanılmak üzere bütün kişisel verilerine erişimine imkânı
tanınmasının millî güvenlik, kamu düzeni ve güvenliğinin sağlanması amacına
hizmet ettiği söylenemez.
790. Dolayısıyla, terör örgütü veya benzeri yapılarla bağlantılı
oldukları gerekçesiyle haklarında soruşturma yürütülen kişilerin eş ve
çocuklarıyla ilgili kamu ve özel tüm kurum ve kuruluşlara kişisel veri
niteliğindeki bilgileri temin etme yükümlülüğü öngörülmesinin anayasal anlamda
meşru bir amaç taşıdığı söylenemez. Dolayısıyla kuralın hakkında inceleme ve
soruşturma yürütülen kişilerin eş ve çocukları yönünden meşru amacı
bulunmamaktadır.
791. Buna karşın terör örgütlerine veya
devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı,
oluşum veya gruplara iltisakı yahut bunlarla irtibatı nedeniyle haklarında inceleme
ve soruşturma yürütülen kişiler açısından durumun benzer olduğu söylenemez.
792. Kamu kurum ve kuruluşlarında terör
örgütü veya benzeri yapılarla bağlantıları bulunan kişilerin görev almasının
millî güvenlik ve kamu düzeni açısından tehdit oluşturacağı açıktır.
Dolayısıyla kurallar kapsamında haklarında inceleme ve soruşturma yürütülen
kişilerin tespit edilebilmesi için bu kişilerin kişisel veri niteliğindeki
bilgi ve belgelerine erişimine imkân tanınması millî güvenlik ve kamu düzeni
amacına ulaşılmasına katkı sağlamaktadır. Dolayısıyla kurallar bu kişiler
açısından meşru amaç taşımaktadır.
793. Terör örgütleri veya benzeri yapılarla
mücadele edilerek kamu düzeninin sağlanmasını
amaçlayan kuralların demokratik bir toplumda zorunlu bir toplumsal ihtiyacı
karşılamaya yönelik olmadığı da söylenemez.
794. Terör örgütü ve benzeri yapılarla bağlantısı olduğu iddia edilerek
haklarında inceleme ve soruşturma yürütülen kişilerle ilgili kişisel veri
niteliğindeki bilgilere erişime imkân tanıyan kuralların yukarıda açıklanan
meşru amaca ulaşma bakımından elverişli ve gerekli olmadığı söylenemez.
795. Anayasa’nın 129. maddesi uyarınca Anayasa
ve kanunlara sadakat yükümlülüğü bulunan kamu görevlilerinden söz konusu
yükümlülüğe aykırı davrananların tespit edilerek bunlarla ilgili tedbir
alınması ve tedbire ilişkin yöntemlerin belirlenmesinde kanun koyucunun takdir
yetkisi bulunmaktadır. Ancak bu alanda yapılacak düzenlemelerde kamu
makamlarına hangi koşullarda ve hangi sınırlar içinde tedbir uygulama yetkisi
verildiğinin açık olarak gösterilmesi ve keyfîliğe karşı yeterli güvencelerin
sağlanması gerekir.
796. Anayasa Mahkemesi kamu makamlarına
kişisel veri niteliğindeki bilgi ve belgelere erişme yetkisi sağlayan
kurallarla ilgili yaptığı değerlendirmelerde bazı temel ölçütler belirlemiştir.
Öncelikle kamu mercileri tarafından bireyin iş ve sosyal yaşamıyla ilgili
bilgilerinin alınması, kaydedilmesi, saklanması ve kullanılması özel hayata
saygı gösterilmesini isteme hakkına sınırlama getirmektedir. Kamu makamlarına
kişisel veri niteliğindeki bilgilere erişim yetkisinin tanınması kanun
koyucunun takdir yetkisindedir. Ancak bu alanda yapılacak düzenlemelerde ilgili
makamlara tanınan yetkinin kapsamının ayrıntılı olarak gösterilmesi ve
keyfîliğe karşı yeterli güvencelerin sağlanması gerekmektedir. Başka bir
ifadeyle kurallarda kamu makamlarınca istenecek bilgi ve belgelerin neler
olduğu, bunların ne şekilde kullanılacağı, hangi şartlarda ne kadar süre ile
muhafaza edileceği, ilgililerin söz konusu bilgilere itiraz etme imkânının
bulunup bulunmadığı, bilgilerin belirli süre sonunda imha edilip edilmeyeceği,
edilecekse hangi usulün uygulanacağı, keyfî uygulamalara, yetki aşımına karşı
yapılacak denetim ve uygulanacak yaptırıma ilişkin hususlara ayrıntılı olarak
yer verilmelidir (AYM, E.2018/73, K.2019/65, 24/7/2019, § 171; AYM,
E.2018/163, K.2020/13, 19/2/2020, § 16; AYM, E.2020/24, K.2021/39, 3/6/2021, §
48; AYM, E.2018/91, K.2020/10, 19/2/2020, § 133; Fatih Saraman [GK], B.
No: 2014/7256, 27/2/2019, §§ 89, 90; Turgut Duman, 29/5/2019, B. No:
2014/15365, § 88).
797. Anayasa Mahkemesinin
söz konusu değerlendirmelerinden anlaşılacağı üzere yetkili kurul, komisyon ve
mercilerce ihtiyaç duyulan kişisel verilerin gerçekten soruşturma amacının
gerektirdiği ölçüde bilgi ve belge içermesi, bunlara ulaşılmasının nihai amaç
olan kamu hizmetinin etkinliğinin sağlanması açısından zorunlu olması
gerekmektedir. Dolayısıyla inceleme ve soruşturma yürüten makamlara verilecek
kişisel verilerin toptancı bir yaklaşımla ilgili-ilgisiz tüm bilgi ve belgeleri
içermesi söz konusu gerekliliği ortadan kaldıracaktır. Bu itibarla söz konusu
tedbirin amacına uygun bir şekilde kullanılması, tedbir için gerekli şartların
belirlenmesi ve bunlara karşı yeterli güvencelerin oluşturulmasıyla mümkündür.
798. Kişisel verilerin işlenmesinde, kişisel verileri işleyen gerçek ve
tüzel kişilerin yükümlülükleri ile uyacakları usul ve esasları düzenlemek
suretiyle bu konuda özel güvenceler öngören 24/3/2016 tarihli ve 6698 sayılı
Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nun kurallar bakımından uygulanma
kabiliyetinin bulunup bulunmadığının bu bağlamda değerlendirilmesi
gerekmektedir.
799. Anılan Kanun’un “İstisnalar” başlıklı 28. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (c) bendinde, “kişisel verilerin millî savunmayı, millî
güvenliği, kamu güvenliğini, kamu düzenini veya ekonomik güvenliği sağlamaya
yönelik olarak kanunla görev ve yetki verilmiş kamu kurum ve kuruluşları
tarafından yürütülen önleyici, koruyucu ve istihbari faaliyetler kapsamında
işlenmesi hâlinde” söz konusu kanun hükümlerinin uygulanmayacağı
belirtilmiştir.
800. Dolayısıyla yetkili kurum ve kuruluşlar tarafından millî güvenlik,
kamu güvenliği ve kamu düzeninin sağlanması amacıyla önleyici, koruyucu ve
istihbari faaliyetler kapsamında elde edilen kişisel verilerin işlenmesinde
6698 sayılı Kanun hükümlerinde yer alan güvencelere yer verilmeyecektir.
801. Kurallar kapsamında yetkili mercilerce erişimine izin verilen
kişisel verilerin millî güvenlik, kamu güvenliği ve kamu düzeni amacını
sağlamaya yönelik olarak önleyici ve koruyucu faaliyetler kapsamında elde
edilmediği söylenemez. Nitekim Anayasa Mahkemesi kararlarında millî güvenlik,
kamu güvenliği ve kamu düzenini sağlama amacıyla uygulanan kamu görevinden
çıkarmanın cezai boyuttan yoksun bir tedbir olduğu belirtilmiştir. Tedbir
işleminin niteliği itibarıyla önleyici ve koruyucu bir işleve sahip olduğu
açıktır.
802. Bu açıdan kamu görevinden çıkarma amacıyla yapılan inceleme ve
soruşturma sırasında kişisel veri niteliğindeki bilgilere ulaşılmasına imkân
tanıyan kuralların 6698 sayılı Kanun’da yer alan güvenceler kapsamında
değerlendirilmesinin mümkün olmayacağı anlaşılmaktadır.
803. Devletle arasında sadakat bağı olan
kamu görevlileriyle ilgili yapılan inceleme ve soruşturma kapsamında bu kişilerle ilgili kişisel verilere ulaşmanın bağlam,
kapsam ve sınırlarının ne olacağı, elde edilen bilgilerin başka amaçla kullanılıp
kullanılmayacağı gibi farklı güvencelere bağlanması gereken sorunları gündeme
getirmektedir.
804. Bu yönüyle kişisel verilerin elde
edilmesinde söz konusu yönteme başvurulmasını gerektirecek sebeplerin niteliği, ilgili kişilerin tedbir
kapsamındaki konumu, bilgi ve belgelerin içeriği, incelenme, değerlendirilme ve
korunmasına ilişkin esaslar ile verilerin başkalarıyla paylaşılması ve ortadan
kaldırılmasına ilişkin güvencelerin kanunda açık bir şekilde düzenlenmesi
gereklidir.
805. Kurallarda terör örgütü veya benzeri
yapılara irtibatı veya iltisakı olduğu gerekçesiyle haklarında inceleme ve soruşturma
yürütülen kamu görevlilerine ilişkin yetkili kurul, komisyon ve diğer
mercilerce ihtiyaç duyulan bilgi ve belgelerin kapsam ve sınırı, bunların
alınmasına, kullanılmasına ve imha edilmesine ilişkin esaslar, özellikle
keyfîliğe karşı denetim ve uygulanacak yaptırımlarla ilgili yeterli
güvencelerin öngörülmediği anlaşılmaktadır.
806. Dolayısıyla 6698 sayılı Kanun kapsamında
yer almadığı anlaşılan kurallarda söz konusu güvenceler ve temel ilkeler
belirlenmeksizin kişisel veri niteliğindeki bilgi ve belgelerin kamu ve özel
tüm kurum ve kuruluşlarca soruşturma makamlarına verilmesine imkân tanınması
suretiyle kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına getirilen sınırlama
Anayasa’yla bağdaşmamaktadır.
807. Öte yandan kurallar kapsamında haklarında inceleme
ve soruşturma yürütülen kişilerle ilgili ilgili yapılacak işlemde MGK kararına atıf yapılması, bu kişilerin terör
örgütlerine veya MGK’ca devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna
karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üye veya mensup oldukları
gerekçesiyle inceleme ve soruşturma yürütüldüğünün belirtilmesi nedeniyle
fıkranın birinci paragrafında yer alan “… Milli Güvenlik
Kurulunca…” ve “…üyeliği, mensubiyeti veya…” ibarelerinin
ayrıca değerlendirilmesi gerekir.
808. 7145
sayılı Kanun’un 12. maddesiyle 3713 sayılı Kanun’a eklenen ek 4. maddenin
birinci fıkrasının birinci cümlesinin “…ile Milli Güvenlik Kurulunca
Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı,
oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti ve iltisakı yahut bunlarla irtibatı
nedeniyle kamu görevinden çıkarılanların…” bölümünde yer alan “…Milli
Güvenlik Kurulunca…” ve “…üyeliği, mensubiyeti ve…”
ibarelerinin Anayasa’ya uygunluk denetiminde açıklanan gerekçeler uygun olduğu
ölçüde dava konusu kurallar yönünden de geçerlidir.
809. Açıklanan nedenlerle kurallar, Anayasa’nın 13., 20.,
36., 38. ve 118. maddelerine aykırıdır. İptalleri gerekir.
Kurallar, Anayasa’nın 13. ve 20. maddelerine aykırı
görülerek iptal edildiğinden ayrıca Anayasa’nın 22. maddesi yönünden
incelenmemiştir.
(3) Paragrafta Yer Alan “…19/10/2005
tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu uyarınca müşteri sırrı kapsamında
kabul edilenler hariç,…” İbaresi
810. 375 sayılı KHK’nın geçici 35. maddesinin
(Ç) fıkrasının birinci paragrafında terör örgütlerine veya devletin millî
güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya
gruplara iltisakı yahut bunlarla irtibatı nedeniyle haklarında inceleme ve
soruşturma yürütülen kişiler ile bunların eş ve çocuklarına ilişkin olarak
yetkili kurul, komisyon ve diğer mercilerce ihtiyaç duyulan, 5411 sayılı Kanun
uyarınca müşteri sırrı kapsamında kabul edilenler hariç telekomünikasyon
yoluyla iletişimin tespiti de dâhil olmak üzere her türlü bilgi ve belgenin kamu
ve özel tüm kurum ve kuruluşlarca soruşturma makamlarına vakit geçirilmeksizin
verileceği belirtilmiştir. Anılan paragrafta yer alan “…19/10/2005 tarihli
ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu uyarınca müşteri sırrı kapsamında kabul
edilenler hariç,…” ibaresi dava konusu kuralı oluşturmaktadır. Bu
itibarla kuralla 5411 sayılı Kanun uyarınca müşteri sırrı kapsamında kabul
edilen bilgi ve belgeler yetkili kurul, komisyon ve diğer mercilerce talep
edilebilecek bilgi ve belgelerden hariç tutulmuştur.
811. Anılan paragrafının kalan
kısmının iptali nedeniyle kuralın uygulanma imkânı kalmamıştır. Bu nedenle söz
konusu ibare 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı fıkrası
kapsamında değerlendirilmiş ve bu ibare yönünden Anayasa’ya uygunluk
denetiminin yapılmasına gerek görülmemiştir.
b. Fıkranın İkinci Paragrafı ile Anılan Paragrafta Yer Alan
“…üç yıl…” İbaresinin “…dört yıl…” Şeklinde Değiştirilmesi
i. İptal Talebinin Gerekçesi
812. Dava dilekçesinde özetle; 375 sayılı KHK’nın geçici 35.
maddesinin (Ç) fıkrasının birinci paragrafına yönelik gerekçelerle kuralların
Anayasa’nın 20., 22. ve 38. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
ii.
Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
(1)
Paragrafta Yer Alan “…üç yıl…” İbaresi
813. 375 sayılı
KHK’nın geçici 35. maddesinin (Ç) fıkrasının ikinci paragrafında yer alan dava
konusu “…üç yıl…” ibaresi 7333 sayılı Kanun’un 23. maddesiyle “…dört
yıl…” olarak değiştirilmiştir.
814.
Açıklanan nedenle konusu kalmayan ibareye ilişkin iptal talebi hakkında karar
verilmesine yer olmadığına karar vermek gerekir.
(2)
Paragrafın Kalan Kısmı ile Paragrafta Yer Alan “…üç yıl…” İbaresinin “…dört
yıl…” Şeklinde Değiştirilmesi
815. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca kurallar,
ilgileri nedeniyle Anayasa’nın 13. maddesi yönünden de incelenmiştir.
816. Kurallarla, 375 sayılı KHK’nın geçici 35. maddesinin
yürürlüğe girdiği tarihten itibaren dört yıl süreyle, kamu kurum ve
kuruluşlarının personeline ve bunların eş ve çocuklarına ait olup Tasarruf Mevduatı
Sigorta Fonuna (TMSF) devredilen ve faaliyet izni kaldırılan Asya Katılım
Bankası A.Ş. de (Bank Asya) veya bu Bankayla ilgili olarak TMSF’de, Bankacılık
Düzenleme ve Denetleme Kurumunda (BDDK) ya da Malî Suçları Araştırma Kurulu
Başkanlığında (MASAK) bulunan her türlü bilginin, bu personelin çalıştığı kurum
ve kuruluşlarca talepte bulunulması durumunda gecikmeksizin verileceği, bu
işlemlere ilişkin olarak 5411 sayılı Kanunun 73. maddesinin birinci fıkrasında
yer alan sınırlamanın uygulanmayacağı hükme bağlanmaktadır.
817. Kurallar kamu kurum ve kuruluşlarına, kişilerle
ilgili olarak kapatılan Bank Asya, TMSF, BDDK, MASAK bünyesinde bulunan her
türlü bilgiye erişme imkânı sağlamakla kişisel verilerin korunması hakkına
sınırlama getirmektedir.
818. 375 sayılı KHK’nın geçici 35. maddesinin (Ç)
fıkrasının birinci paragrafın “…19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık
Kanunu uyarınca müşteri sırrı kapsamında kabul edilenler hariç,…” ibaresi
dışında kalan kısmı ile paragrafta yer alan “…üç yıl…” ibaresinin “…dört
yıl…” şeklinde değiştirilmesinin Anayasa’ya uygunluk denetiminde açıklanan
gerekçeler uygun olduğu ölçüde dava konusu kural yönünden de geçerlidir.
819. Açıklanan nedenlerle kurallar, Anayasa’nın 13. ve 20. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
Kurallar, Anayasa’nın 13. ve 20.
maddelerine aykırı görülerek iptal edildiğinden ayrıca 22. maddesi yönünden
incelenmemiştir.
Kuralların Anayasa’nın 38. maddesiyle
ilgisi görülmemiştir.
5. Maddenin (D) Fıkrası
ve Anılan Fıkrada Yer Alan “…üç yıl…”
İbaresinin “…dört yıl…” Şeklinde Değiştirilmesi
a. İptal Talebinin Gerekçesi
820. Dava dilekçesinde özetle; 375 sayılı KHK’nın geçici 35. maddesinin
(A) ve (B) fıkralarına yönelik gerekçelerle kuralların Anayasa’nın
2., 6., 13., 15., 17., 20., 23., 35., 36., 38., 48., 49., 70., 118.,125., 128.
ve 129. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
b. Anayasa’ya Aykırılık
Sorunu
i. Fıkranın Birinci
Cümlesinde Yer Alan “…üç yıl…” İbaresi
821. 375
sayılı KHK’nın (D) fıkrasının birinci cümlesinde yer alan dava konusu “…üç
yıl…” ibaresi 7333 sayılı Kanun’un 23. maddesiyle “…dört yıl…”
olarak değiştirilmiştir.
822.
Açıklanan nedenle konusu kalmayan ibareye ilişkin iptal talebi hakkında karar
verilmesine yer olmadığına karar vermek gerekir.
ii. Fıkranın Birinci Cümlesinin Kalan Kısmı
ile Fıkrada Yer Alan “…üç yıl…” İbaresinin “…dört yıl…”
Şeklinde Değiştirilmesi
823. 375 sayılı KHK’nın geçici 35. maddesinin
(D) fıkrasının birinci cümlesinin kalan kısmında anılan maddenin yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren dört yıl süreyle, TSK’dan, Jandarma Genel
Komutanlığından, Sahil Güvenlik Komutanlığından ve Emniyet Teşkilatından
herhangi bir sebeple ayrılmış veya çıkarılmış olanlardan terör örgütlerine veya
MGK’ca devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen
yapı, oluşum veya gruplara iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu
değerlendirilenlerin rütbelerinin ilgili bakanın onayıyla alınacağı
öngörülmüştür..
824. Kural kapsamında yer alan kamu
görevlilerinden fıkranın;
- (1) numaralı bendinde TSK’dan emekliye sevk
edilen, kendi isteğiyle emekli olan, 6413 sayılı Kanun hükümlerine göre Silahlı
Kuvvetlerden ayırma cezası alan, devlet memurluğundan çıkarılan, sözleşmeleri
feshedilen, müstafi sayılan veya istifa eden subay, sözleşmeli subay, astsubay,
sözleşmeli astsubay, devlet memuru, işçi, uzman erbaş, sözleşmeli erbaş ve
erler ile 926 sayılı Kanun’un geçici 32. maddesi kapsamında haklarında işlem
tesis edilen kişilerin,
- (2) numaralı bendinde
Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığından emekliye sevk
edilen, kendi isteğiyle emekli olan, ilişiği kesilen, disiplin hükümlerine göre
meslekten veya devlet memurluğundan çıkarılan, sözleşmeleri feshedilen, müstafi
sayılan, istifa eden veya çekilmiş sayılan subay, sözleşmeli subay, astsubay,
sözleşmeli astsubay, uzman jandarma, devlet memuru, işçi, uzman erbaş,
sözleşmeli erbaş ve erlerin,
- (3) numaralı bendinde 4/6/1937 tarihli ve 3201 sayılı Emniyet
Teşkilat Kanunu’nun 55. maddesinin on dokuzuncu ve yirminci fıkraları ile
geçici 27. maddesi uyarınca resen emekliye sevk edilen, kendi isteğiyle
emekli olan veya disiplin hükümlerine göre meslekten veya devlet memurluğundan
çıkarılanlar ile müstafi sayılanların,
rütbelerinin ilgili bakanın onayıyla alınacağı hükme
bağlanmıştır.
825. Dava konusu kurallarda yer alan kişiler hakkında
yapılacak değerlendirmeler sonucunda her bir kişi nezdinde bireysel nitelikte idari işlem
tesis edilerek rütbelerin alınması kararının
verilebileceği anlaşılmaktadır.
826. Kural kapsamında TSK, Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil
Güvenlik Komutanlığı ve Emniyet Teşkilatından emeklilik, istifa, disiplin,
sözleşmenin feshi gibi nedenlerle ayrılan ve terör örgütü veya benzeri
yapılarla bağlantısı olduğu değerlendirilen kişilerin rütbelerinin alınması
bunların sağladığı haklardan ve statüden yararlanma gibi birtakım
kazanımlarının ortadan kaldırılması sonucunu doğurmaktadır. Bu açıdan kuralda
öngörülen tedbirin Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata
saygı gösterilmesini isteme hakkına sınırlama
getirdiği açıktır.
827. Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarında belirtildiği gibi kuralda
geçen iltisak ve irtibat kavramlarının objektif anlamının, kapsam ve
sınırlarının durum ve şartlara göre yargı içtihatlarıyla değerlendirilerek
belirlenebileceği gözetildiğinde anılan ifadelerin kategorik olarak belirsiz
olduğu söylenemez (AYM, E.2018/89,
K.2019/84, 14/11/2019; AYM, E.2018/81, K.2021/45,
24/6/2021). Dolayısıyla kurallarla
söz konusu hakka, kanuna dayalı olarak kısıtlama getirildiği açıktır.
828. Kurallarda yer alan kişilerin doğrudan kamu
otoritesini kullanma yetkisi olmasa da millî güvenlik aleyhine faaliyette
bulunmak isteyen terör örgütü veya benzeri yapılarla bağlantılı kişilerin daha
önce çalıştığı kurumun sağladığı statüden kaynaklanan avantajları kamu
güvenliği aleyhine kullanabilmesi mümkündür. Daha önce kamu görevinde
bulunma nedeniyle belirli bir unvana sahip olmanın, kişiler ve devlet nezdinde
güven oluşturmada etkili bir araç olarak kullanılamayacağı, bu güvenin devlet
ve kamu güvenliği aleyhine bazı faaliyetlerde bulunmayı kolaylaştırmayacağı
söylenemez.
829. Kurallarda kişilerin rütbeleri alınırken bu sıfatın
sağladığı avantajlar ortadan kaldırılmaktadır. Nitekim daha önce kamu görevlisi
olarak çalışmak, kişilere silah taşıma ruhsatına sahip olma, pilot lisansı,
dalgıçlık sertifikasına sahip olma, özel güvenlik sertifikasına
sahip olma, emekli emniyet mensubu kimliğine bağlı olarak sosyal tesislerden
yararlanma gibi birtakım avantajlar sağlamaktadır.
830. Dolayısıyla kurallar kapsamında kamu görevinden farklı
nedenlerle ayrılmış olan kişilerin terör örgütü veya benzeri yapılarla
bağlantıları olduğu gerekçesiyle rütbelerinin alınmasının millî güvenlik ve
kamu düzeninin sağlanmasına yönelik meşru bir amacının bulunduğu
anlaşılmaktadır.
831. Daha
önce farklı kurumlarda kamu görevlisi olarak çalışan ve devletin varlığına,
demokratik düzenine ve millî güvenliğine tehlike oluşturan terör örgütü veya
benzeri yapılarla bağlantısı olduğu değerlendirilen kişilerin rütbelerinin
alınmasını öngören kuralın millî güvenlik, demokratik anayasal düzen ve kamu
güvenliğinin sağlanması ve korunması amaçlarına ulaşma bakımından elverişli
olmadığı söylenemez.
832. Kurallar kapsamında
rütbelerin alınması kararı verilirken esas alınan ölçütler ile benimsenen
yöntemin iptal davasına konu kuralların gerekliliğinde dikkate alınması
gerekir. Kuralların gerekliliği, rütbelerin alınması tedbirinin gerek içerik ve
gerekse yöntem itibarıyla meşru amacı gerçekleştirmede temel hak ve
özgürlüklere daha az sınırlama oluşturabilecek başka araçlara başvurulması
ihtimalini ortaya çıkarıp çıkarmadığıyla belirlenebilecektir.
833. Kuşkusuz kanun koyucunun
kamu güvenliği aleyhine faaliyetlerde bulunan örgüt veya benzeri yapılarla
bağlantıları nedeniyle daha önce kamu görevinde bulunmanın sağlayacağı
kazanımlarla ilgili işlemler tesis etmesi, buna yönelik şartları ve usulleri
belirlemesinde geniş bir takdir yetkisi bulunmaktadır. Nitekim dava konusu
kurallarda yer alan kişilerin bir kısmının tabi olduğu özel düzenlemelerde de
mahkûmiyet hükmüne bağlı olarak rütbelerin alınmasıyla ilgili benzer hükümlere
yer verilmiştir.
834. Kurallar kapsamında söz konusu
mevzuatlarda belirtilen şartların dışında rütbelerin alınmasıyla ilgili farklı
esas ve usullerin benimsenmesi ihtiyacı kuralların gerekliliğinin tespiti
açısından oldukça önemlidir. Başka bir ifadeyle olağan koşullarda bir mahkeme
hükmüne bağlı olarak ya da farklı nedenlerle kişilerin rütbelerinin alınması
mümkünken dava konusu kuralda benimsenen esaslar çerçevesinde söz konusu
tedbirin uygulanmasının meşru amaca ulaşma bakımından gerekli olup olmadığının
ortaya konulması zorunludur.
835. 7145 sayılı Kanun’un 26. maddesiyle 375 sayılı KHK’ya
eklenen geçici 35. maddenin (A) fıkrasının birinci paragrafının birinci
cümlesinin kalan kısmı ve dördüncü cümlesi ile 7333 sayılı Kanun’un 23.
maddesiyle anılan fıkrada yer alan “…üç yıl…” ibaresinin “…dört yıl…”
şeklinde değiştirilmesi başlığı altında asıl tedbir olan kamu görevinden
(meslekten) çıkarma tedbiri ile ilgili yapılan değerlendirmelerde belirtildiği
gibi kurallarda irtibat ve iltisak kavramlarına
sonuç bağlanarak rütbelerin alınması işleminin yetkili mercilerin
değerlendirmelerine bırakılmasının millî güvenlik ve kamu düzeninin korunması
amaçlarına ulaşma bakımından gerekli olduğu söylenebilir.
836. Kuralda benimsenen
yöntem açısından olağan dönemde rütbelerin alınması tedbiri uygulanmadan önce kişilere
bir iddia yöneltilerek bunlara karşı savunma ve delil sunma imkânının tanınması
ve bu yönde usule ilişkin güvencelerin oluşturulmasının kuralların
ölçülülüğünde temel alınması gereken unsurlardan olduğu açıktır.
837. Kurallarda terör
örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar
verilen yapı, oluşum veya gruplarla iltisaklı yahut irtibatlı olduğu
değerlendirilen TSK, Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik
Komutanlığı ve Emniyet Teşkilatından emeklilik, istifa, disiplin, sözleşmenin
feshi gibi nedenlerle ayrılan kişiler hakkında
rütbelerin alınması kararı verilmeden önce ilgili merciler tarafından uygun
vasıtalarla savunma ve delil sunma imkânı
sağlanmak suretiyle kişilerin sürece katılımını sağlayacak herhangi bir usulün
benimsenmediği görülmektedir.
838. 375 sayılı KHK’nın
geçici 35. maddesinin (G) fıkrasının üçüncü paragrafında, anılan maddenin (A)
ve (B) fıkraları uyarınca haklarında işlem tesis edilecek olanlara yedi günden
az olmamak üzere ilgili kurum tarafından savunma hakkının verileceği
belirtildiği hâlde kurallarda buna yönelik bir düzenleme yapılmamıştır.
839. Dolayısıyla kurallar
kapsamında TSK, Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı ve Emniyet
Teşkilatından emeklilik, istifa, disiplin, sözleşmenin feshi gibi nedenlerle
ayrılanlardan terör örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı
faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplarla iltisaklı
yahut irtibatlı olduğu değerlendirilen kişilerin haklarındaki isnatlara cevap
verme ve bunlara karşı delil sunma imkânının tanındığı bir soruşturma süreci
yürütülmeden ve bu süreç sonunda somut olgu ve olaylar çerçevesinde iddia,
savunma ve delillerin tartışılarak ulaşılan sonucun dayandığı maddi ve hukuki
temelleri gösteren gerekçeler açıklanmadan yetkili mercilerce rütbelerinin
alınmasına imkân tanınmasının millî güvenlik ve kamu düzeninin
sağlanması amacı bakımından demokratik
bir toplum düzeninin gereklerine uygun ve ölçülü olduğu söylenemez.
840. Bunun yanında tedbir
kararına karşı idari yargıda dava açma imkânının bulunması olağan dönem
koşullarında rütbelerin alınması kararı öncesinde bireyselleştirme koşulunun
sağlanmadığı söz konusu tedbir sürecini millî güvenlik ve kamu düzeninin
sağlanması amacı bakımından ölçülü hâle getirmez.
841. Öte yandan kurallar kapsamında TSK, Jandarma
Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı ve Emniyet Teşkilatından ayrılan
kişilerle ilgili yapılacak
işlemde MGK kararına atıf yapılması, bu kişilerin terör örgütlerine veya
MGK’ca devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen
yapı, oluşum veya gruplara üye veya mensup oldukları gerekçesiyle tedbir
uygulandığının belirtilmesi nedeniyle fıkranın birinci paragrafında yer
alan “… Milli Güvenlik Kurulunca…” ve “…üyeliği,
mensubiyeti veya…” ibarelerinin ayrıca değerlendirilmesi gerekir.
842. 7145
sayılı Kanun’un 12. maddesiyle 3713 sayılı Kanun’a eklenen ek 4. maddenin
birinci fıkrasının birinci cümlesinin “…ile Milli Güvenlik Kurulunca
Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı,
oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti ve iltisakı yahut bunlarla irtibatı
nedeniyle kamu görevinden çıkarılanların…” bölümünde yer alan “…Milli
Güvenlik Kurulunca…” ve “…üyeliği, mensubiyeti ve…”
ibarelerinin Anayasa’ya uygunluk denetiminde açıklanan gerekçeler uygun olduğu
ölçüde dava konusu kurallar yönünden de geçerlidir.
843. Açıklanan nedenlerle
kurallar, Anayasa’nın 13., 20., 36., 38. ve 118. maddelerine aykırıdır. İptali
gerekir.
Kurallar, Anayasa’nın 13., 20., 36., 38. ve 118.
maddelerine aykırı görülerek iptal edildiğinden ayrıca Anayasa’nın 2., 6., 15.,
17., 23., 35., 48., 49., 70., 125., 128. ve 129. maddeleri yönünden
incelenmemiştir.
iii. Fıkranın
İkinci ila Altıncı Cümleleri
844. Fıkranın dava konusu kuralları içeren ikinci,
üçüncü, dördüncü, beşinci ve altıncı cümlelerinde rütbelerin alınması kararına
bağlı olarak uygulanacak usul ve ilave tedbirler düzenlenmiştir.
845. 375 sayılı KHK’nın (D) fıkrasının dava konusu ikinci
ila altıncı cümlelerinde; rütbeleri alınan kişilerin görev yaptıkları teşkilata
ve kamu görevine yeniden kabul edilmeyecekleri, doğrudan veya dolaylı
görevlendirilemeyecekleri, bu kişilerin on beş gün içinde Devlet Personel
Başkanlığına bildirileceği, bunların uhdelerinde taşımış oldukları mesleki
unvanları ve sıfatlarını kullanamayacakları, bu unvan ve sıfatlarına bağlı
olarak sağlanan haklardan yararlanamayacakları, uhdelerinde bulunan her türlü
mütevelli heyet, kurul, komisyon, yönetim kurulu, denetim kurulu, tasfiye
kurulu üyeliği ve diğer görevlerinin de sona ermiş sayılacağı, silah
ruhsatlarının, emekli kimliklerinin, gemi adamlığına ilişkin belgelerinin,
pilot lisansları ile ilgili pasaport birimlerince pasaportlarının iptal
edileceği, özel güvenlik şirketlerinin kurucusu, ortağı ve çalışanı
olamayacakları belirtilmiştir.
846. Anılan fıkranın birinci cümlesinin iptali nedeniyle
kuralların uygulanma imkânı kalmamıştır. Bu nedenle söz konusu cümleler 6216
sayılı Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı fıkrası kapsamında değerlendirilmiş
ve bu cümleler yönünden Anayasa’ya uygunluk denetiminin yapılmasına gerek
görülmemiştir.
6. Maddenin (E) Fıkrası
a. İptal Talebinin Gerekçesi
847. Dava dilekçesinde özetle;
375 sayılı KHK’nın geçici 35. maddesinin (A) ve (B) fıkralarına yönelik
gerekçelerle kuralların Anayasa’nın 2., 6., 13., 15., 17., 20.,
23., 35., 36., 38., 48., 49., 70., 118.,125., 128. ve 129. maddelerine aykırı
olduğu ileri sürülmüştür.
b. Anayasa’ya
Aykırılık Sorunu
i. Fıkrada Yer Alan “… ve (D)…”
İbaresi Yönünden
848. Dava konusu kuralla 375 sayılı
KHK’nın geçici 35. maddesinin (D) fıkrası uyarınca haklarında işlem tesis
edilenlerin uhdelerinde taşımış oldukları büyükelçi, vali gibi unvanları ve
yüksek mahkeme başkan ve üyeliği, müsteşar, hâkim, savcı, kaymakam ve benzeri
meslek adlarını ve sıfatlarını kullanamayacakları ve bu unvan, sıfat ve meslek
adlarına bağlı olarak sağlanan haklardan yararlanamayacakları hükme
bağlanmıştır.
849. Anılan fıkranın birinci cümlesinin iptali nedeniyle
kuralın uygulanma imkânı kalmamıştır. Bu nedenle söz konusu ibare 6216 sayılı
Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı fıkrası kapsamında değerlendirilmiş ve bu
ibare yönünden Anayasa’ya uygunluk denetiminin yapılmasına gerek görülmemiştir.
ii. Fıkranın Kalan Kısmı
850. Dava konusu kural 375 sayılı KHK’nın
geçici 35. maddesinin (A) ve (B) fıkraları gereğince meslekten ve kamu
görevinden çıkarılan kişilerin uhdelerinde
taşımış oldukları büyükelçi, vali gibi unvanları ve yüksek mahkeme başkan ve
üyeliği, müsteşar, hâkim, savcı, kaymakam ve benzeri meslek adlarını ve
sıfatlarını kullanamayacakları ve bu unvan, sıfat ve meslek adlarına bağlı
olarak sağlanan haklardan yararlanamayacaklarını öngörmektedir.
851. Kural, meslekten ve kamu görevinden çıkarılan
kişilerin büyükelçi, vali gibi unvanları ve yüksek mahkeme başkan ve üyeliği,
müsteşar, hâkim, savcı, kaymakam ve benzeri meslek adlarını ve sıfatlarını
kullanamayacaklarını, bu unvan, sıfat ve meslek adlarına bağlı olarak sağlanan
haklardan yararlanamayacaklarını düzenlemekle Anayasa’nın 20. maddesinde düzenlenen kişilerin özel hayatına saygı
gösterilmesini isteme hakkına
sınırlama getirmektedir.
852. 7145 sayılı Kanun’un 26. maddesiyle 375
sayılı KHK’ya eklenen geçici 35. maddenin (A) fıkrasının birinci paragrafının
birinci cümlesinin kalan kısmı ve dördüncü cümlesi ile 7333 sayılı Kanun’un 23.
maddesiyle anılan fıkrada yer alan “…üç yıl…” ibaresinin “…dört yıl…”
şeklinde değiştirilmesinin Anayasa’ya uygunluk denetiminde açıklanan gerekçeler
dava konusu kural yönünden de geçerlidir.
853. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa'nın 13. ve 20.
maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin
YILDIRIM, M. Emin KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ bu görüşe katılmamışlardır.
Kuralın Anayasa’nın 2., 6., 70. 125., 128. ve
129. maddelerine de aykırı olduğu ileri sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen
hususların Anayasa’nın 13. ve 20. maddeleri yönünden yapılan değerlendirmeler
kapsamında ele alınmış olması nedeniyle Anayasa’nın 2., 6., 70. 125., 128. ve
129. maddeleri yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek
görülmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 15., 17., 23., 35., 36.,
38., 48., 49. ve 118. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
7. Maddenin (F) Fıkrası
a. İptal Talebinin
Gerekçesi
854. Dava dilekçesinde özetle; dava konusu
kural kapsamında içeriği belirsiz kavramlarla yürütülen soruşturmalarda görev
alan kişiler için getirilen dokunulmazlığın keyfî uygulamalara yol açabileceği,
kamu görevlilerinin sorumluluktan kurtulmalarına imkân tanınmasının hukuk
devleti ilkesiyle bağdaşmadığı belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2. maddesine
aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
b. Anayasaya Aykırılık
Sorunu
i. Fıkrada Yer Alan “… ve (D)…”
İbaresi
855. Kural 375 sayılı KHK’nın geçici 35.
maddesinin (D) fıkrası kapsamındaki görevler yerine getirilirken görevin
niteliğinden doğan veya görevle ilgili olmak şartıyla görevin ifası sırasında
işlendiği iddia olunan suçlardan dolayı kamu görevlileri hakkında adli ve idari
soruşturma ile kovuşturma yapılmasının ilgisine göre ilgili bakan,
Cumhurbaşkanı veya yetkilendireceği Cumhurbaşkanı yardımcısının iznine bağlı
olduğu hükme bağlanmıştır.
856. Anılan fıkranın birinci cümlesinin
iptali nedeniyle kuralın uygulanma imkânı kalmamıştır. Bu nedenle söz konusu
ibare 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı fıkrası kapsamında
değerlendirilmiş ve bu ibare yönünden Anayasa’ya uygunluk denetiminin
yapılmasına gerek görülmemiştir.
ii. Fıkranın Kalan Kısmı
857. 375 sayılı KHK’nın geçici 35. maddesinin (F) fıkrasının dava konusu
kalan kısmında anılan maddenin (A) ve (B) fıkraları kapsamındaki görevler yerine
getirilirken görevin niteliğinden doğan veya görevle ilgili olmak şartıyla
görevin ifası sırasında işlendiği iddia olunan suçlardan dolayı kamu
görevlileri hakkında adli ve idari soruşturma ile kovuşturma yapılmasının
ilgisine göre ilgili bakan, Cumhurbaşkanı veya yetkilendireceği Cumhurbaşkanı
yardımcısının iznine bağlı olduğu hükme bağlanmıştır.
858. Kuralda kamu görevinden (meslekten) çıkarma tedbirleriyle ilgili
olarak yürütülen soruşturmalarda görev alan kişiler hakkında disiplin ve cezai
yönden özel soruşturma ve kovuşturma usulleri düzenlenmektedir.
859. Bu çerçevede, adli ve idari soruşturma ve kovuşturma konusu
fiillerin 375 sayılı KHK’nın geçici 35. maddesinin (A) ve (B) fıkraları kapsamında kamu görevinden (meslek) çıkarma
işlemiyle ilgili yürütülen soruşturma sürecindeki görevlerin yerine getirilmesi
sırasında işlenmesi, söz konusu fiillerin görevin niteliğinden doğması ya da
görevle ilgili olması gerekmektedir. Bu durumda soruşturma sürecinde görev alan
kişiler hakkında adli ve idari soruşturma ve
kovuşturma yapılabilmesi ilgisine göre ilgili bakan, Cumhurbaşkanı veya
yetkilendireceği Cumhurbaşkanı yardımcısının iznine tabi olacaktır.
860. Anayasa’nın 2. maddesinde güvence
altına alınan hukuk devleti ilkesine göre kanuni düzenlemeler, kişiler ve
idarece kapsam ve sınırlarının herhangi bir tereddüde mahal vermeyecek ölçüde
açık ve net olmalıdır. Bu bağlamda hukuki belirlilik ilkesi gereği yasal
düzenlemelerin istikrarlı bir şekilde aynı olaylarda benzer sonucu doğuracak
şekilde uygulanmaya elverişli olması, hukuka aykırı davranışlar için öngörülen
yaptırımlar ile bu kapsamda idareye tanınan yetkinin kullanımının kişiler ve
idarece belirli bir kesinlik içinde yerine getirileceğinin öngörülmesi
gerekmektedir. Bu durum aynı zamanda hukuki güvenliğin sağlanmasına da katkı
sunmaktadır.
8. Maddenin (G) Fıkrası ve
Anılan Fıkrada Yer Alan “…üç yıl…” İbaresinin “…dört yıl…”
Şeklinde Değiştirilmesi
a. İptal Talebinin Gerekçesi
866. Dava dilekçesinde
özetle; kişiler hakkında yürütülen soruşturmalar ve görevden uzaklaştırma
işlemlerinin uzun sürmesinin onların mali ve sosyal haklarını etkileyeceği,
itibarlarını zedeleyeceği, soruşturma ve görevden uzaklaştırma sürelerinin
uzatılmasının kişilerin adil yargılanma hakkı ile makul sürede yargılanma
hakkını ihlal edeceği, öte yandan kişilerin hangi fiiller dolayısıyla
soruşturmaya maruz kaldığı ve haklarındaki delillerin nelerden ibaret olduğunun
kendilerine bildirilmemesi nedeniyle gerçek anlamda savunma hakkının
kullanılamayacağı, kurallarda yer alan işlemlerin MGK kararına dayanılarak
yapılmasının da yetki gaspı anlamına geldiği belirtilerek
kuralların Anayasa’nın 17., 35., 36., 118. ve 129. maddelerine aykırı olduğu
ileri sürülmüştür
b. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
i. Fıkranın Birinci Paragrafı
(1) Paragrafta Yer Alan “…üç yıl…”
İbaresi
867. 375 sayılı KHK’nın geçici 35. maddesinin
(G) fıkrasının birinci paragrafında yer alan “…üç yıl…” ibaresi 7333
sayılı Kanun’un 23. maddesiyle “…dört yıl…” olarak değiştirilmiştir.
868. Açıklanan nedenle konusu kalmayan ibareye
ilişkin iptal talebi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermek
gerekir.
(2) Paragrafta Yer Alan “…Milli
Güvenlik Kurulunca…” İbaresi
869. 375 sayılı KHK’nın geçici 35. maddesinin (G) fıkrasının
birinci paragrafında terör örgütlerine veya MGK’ca devletin millî güvenliğine
karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği,
mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirildiği için
görevden uzaklaştıranlar veya açığa alınanlar hakkında ilgili mevzuatlarda yer
alan soruşturmaya başlama, görevden uzaklaştırma ve değerlendirme süreleriyle
ilgili düzenlemelere yer verilmiştir. Anılan paragrafta yer alan “…Milli
Güvenlik Kurulunca…” ibaresi dava konusu kuralı oluşturmaktadır.
870. 7145 sayılı Kanun’un 12. maddesiyle
3713 sayılı Kanun’a eklenen ek 4. maddenin birinci fıkrasının birinci
cümlesinin “…ile Milli Güvenlik Kurulunca Devletin millî güvenliğine karşı
faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği,
mensubiyeti ve iltisakı yahut bunlarla irtibatı nedeniyle kamu görevinden
çıkarılanların…” bölümünde yer alan “…Milli Güvenlik Kurulunca…”
ibaresinin Anayasa’ya uygunluk denetiminde açıklanan gerekçeler uygun olduğu
ölçüde dava konusu kural yönünden de geçerlidir.
871. Açıklanan nedenlerle kural,
Anayasa’nın 118. maddesine aykırıdır. İptali gerekir.
Kural, Anayasa’nın 118. maddesine aykırı
görülerek iptal edildiğinden ayrıca Anayasa’nın 17., 35., 36. ve 129. maddeleri
yönünden incelenmemiştir.
(3) Paragrafta Yer Alan “…üyeliği,
mensubiyeti veya…” İbaresi
872. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi
uyarınca kural, ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 38. maddesi yönünden de
incelenmiştir.
873. 375 sayılı KHK’nın geçici 35.
maddesinin (G) fıkrasının birinci paragrafında terör örgütlerine veya devletin
millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya
gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu
değerlendirildiği için görevden uzaklaştırılan veya açığa alınanlar bakımından uygulanacak
süreler düzenlenmiştir. Anılan paragrafta yer alan “…üyeliği, mensubiyeti
veya…” ibaresi dava konusu kuralı oluşturmaktadır.
874. 7145
sayılı Kanun’un 12. maddesiyle 3713 sayılı Kanun’a eklenen ek
4. maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesinin “…ile Milli Güvenlik
Kurulunca Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen
yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti ve iltisakı yahut bunlarla
irtibatı nedeniyle kamu görevinden çıkarılanların…” bölümünde yer
alan “…üyeliği, mensubiyeti ve…” ibaresinin Anayasa’ya uygunluk
denetiminde açıklanan gerekçeler dava konusu kural yönünden de geçerlidir.
875. Açıklanan nedenlerle kural,
Anayasa’nın 36. ve 38. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
Kural, Anayasa’nın 36. ve 38. maddelerine
aykırı görülerek iptal edildiğinden ayrıca Anayasa’nın 17., 35., 118. ve 129.
maddeleri yönünden incelenmemiştir.
(4) Paragrafın (a) Bendi
876. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi
uyarınca kural, ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 13. ve 20. maddeleri yönünden de
incelenmiştir.
877. 375 sayılı KHK’nın geçici 35.
maddenin (G) fıkrasının (a) bendinde maddenin yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren dört yıl süreyle, terör örgütlerine veya devletin milli güvenliğine
karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara iltisakı
yahut irtibatı olduğu değerlendirildiği için görevden uzaklaştırılanlar veya
açığa alınanlar hakkında ilgili mevzuatta yer alan soruşturmaya başlama
süresinin uygulanmayacağı hükme bağlanmıştır.
878. Kural kapsamındaki görevden
uzaklaştırma ve açığa alma tedbirlerinin anılan maddenin (A) ve (B) fıkraları
uyarınca yürütülen idari soruşturmalarla ilgili olduğu açıktır.
879. 657
sayılı Kanun’un 137. maddesinde görevden
uzaklaştırma tedbiri düzenlenmiştir. Anılan maddede görevden uzaklaştırmanın
kamu hizmetlerinin gerektirdiği hâllerde, görevi başında kalmasında sakınca
görülen devlet memurları hakkında alınan ihtiyati bir tedbir olduğu
belirtilmiştir.
880. Dolayısıyla söz konusu tedbir
kapsamında, memur hakkında idari inceleme ve soruşturma yapılmasını gerektiren
ve kamu hizmetinin yerine getirilmesini önemli ölçüde etkileyecek fiillerle
ilgili ortaya atılan iddiaların açığa kavuşturulması, bu süreçte idari
hizmetlerin sağlıklı işleyişini sağlamak amacıyla kişilerin belirli bir süre
görevden uzaklaştırılması mümkündür. Söz konusu Kanun’da görevden uzaklaştırma
tedbirinin uygulanıp uygulanmaması hususunda yetkili mercilere takdir yetkisi
tanınmıştır.
881. Memurlar hakkında idari soruşturma
açılmadan da görevden uzaklaştırma tedbirinin başlatılması mümkündür. Ancak bu
durumda 657 sayılı Kanun’un 139. maddesine göre görevden
uzaklaştırmayı izleyen on iş günü içinde idari soruşturmaya başlanması
zorunludur. Kanun’un 140. maddesinde ise haklarında mahkemelerce cezai
kovuşturma yapılan devlet memurlarının da görevden uzaklaştırılabilecekleri
öngörülmüştür.
882. Kanun’un 145. maddesinde görevden uzaklaştırmanın bir
disiplin kovuşturması nedeniyle olduğu takdirde en çok üç ay devam edebileceği,
bu süre sonunda soruşturma hakkında bir karar verilmediği takdirde memurun
görevine başlatılacağı belirtilmiştir. Dolayısıyla başlatılan bir disiplin
soruşturması kapsamında memur hakkında görevden uzaklaştırma tedbiri en çok üç
ay için uygulanabilecektir. Ancak söz konusu süre 375 sayılı KHK’nın geçici 35.
maddesinin (G) fıkrasının (b) bendi uyarınca yetkili merciler tarafından bir
yıla kadar uzatılabilecektir.
883. 657 sayılı Kanun’un 141. maddesinde görevden
uzaklaştırılan ve görevi ile ilgili olsun veya olmasın herhangi bir suçtan
tutuklanan veya gözaltına alınan memurlara bu süre içinde aylıklarının üçte
ikisinin ödeneceği, bu durumdaki kişilerin Kanun’un öngördüğü sosyal hak ve
yardımlardan faydalanmaya devam edecekleri, memurun göreve tekrar başlatılmasını
gerektiren hâllerde, aylıklarından kesilen miktarın kendilerine ödeneceği ve
görevden uzakta geçirdikleri sürenin, derecelerindeki kademe ilerlemesinde ve
bu sürenin derece yükselmesi için gerekli en az bekleme süresini aşan kısmının
üst dereceye yükselmeleri hâlinde bu derecede kademe ilerlemesi yapılmak
suretiyle değerlendirileceği belirtilmiştir.
884. Dolayısıyla görevden uzaklaştırma tedbirinin geçerli
olduğu dönemde kişilerin 657 sayılı Kanun’dan kaynaklanan mali haklarının bir
kısmından yoksun bırakıldıkları anlaşılmaktadır.
885. Görevden uzaklaştırma tedbiri idari işlem niteliğinde
olduğundan ilgililerin tedbirle ilgili verilen kararlara ya da tedbirin
kaldırılması için yapılan başvuruya cevap verilmemesi hâlinde idari yargıda
dava açma imkânları bulunmaktadır.
886. TSK’ya mensup subaylar ve astsubaylarla ilgili
hükümlerin yer aldığı 926 sayılı Kanun’un
65. maddesinde ise açığa alınma tedbiri düzenlenmiştir. Anılan maddede, belirli
suçlardan dolayı haklarında kamu davası açılanların, ilgili kuvvet
komutanlığının teklifi üzerine veya resen Millî Savunma Bakanlığı tarafından
açığa alınabileceği belirtilmiştir. Dolayısıyla asker kişiler hakkında açığa
alınmanın ceza kovuşturmasının başlamasıyla birlikte uygulanabilen bir tedbir
olduğu anlaşılmaktadır.
887. Kişilerin
meslekleriyle ilgili görev ve yetkilerini kullanmalarının engellenmesi onların
sosyal hayatında üçüncü kişilerle kuracağı ilişkiler ve itibarları üzerinde ciddi
etkiler oluşturabilir. Dolayısıyla kuralda
öngörülen tedbirin kişilerin meslek hayatlarını, kişisel gelişimlerini ve
itibarlarını ciddi ölçüde etkileyebilecektir. Bu nedenle kuralın Anayasa’nın
20. maddesinde güvence altına alınan kişilerin özel hayatına saygı
gösterilmesini isteme hakkıyla yakından ilgili olduğu açıktır.
888. Bunun yanında kural kapsamında kişilerin görevden
uzaklaştırılmaları veya açığa alınmaları nedeniyle bir kısım mali haklardan
yoksun bırakılmaları mülkiyet hakkını etkileyebilir. Buna göre, terör
örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar
verilen yapı, oluşum veya gruplara iltisakı yahut irtibatı olduğu
değerlendirildiği için görevden uzaklaştırılanlar veya açığa alınanlar hakkında
ilgili mevzuatta yer alan soruşturmaya başlama süresinin uygulanmayacağını
düzenleyen kural, kişilerin özel hayatına saygı
gösterilmesini isteme hakkı
ile mülkiyet hakkına sınırlama getirmektedir.
889. Kuralda idari soruşturmalara ilişkin öngörülen
düzenlemenin kapsam ve sınırlarının açık ve net olarak belirlendiği
gözetildiğinde kuralla getirilen sınırlamanın kanuni bir temele dayandığı
açıktır.
890. Diğer
yandan kuralın kamu görevlilerinin terör örgütü veya benzeri yapılarla
bağlantılı olup olmadıklarını tespit etmek üzere yürütülen soruşturmaların
etkin ve verimli olarak tamamlanması amacına hizmet ettiği anlaşılmaktadır.
Dolayısıyla suç işlenmesinin önlenmesi ve kamu düzeninin sağlanması amacıyla
soruşturma başlama süresinin uygulanmayacağını öngören kuralın meşru bir amaca
dayandığı açıktır. Bu itibarla kural, Anayasa’nın 20. maddesinin ikinci
fıkrasında belirtilen kamu düzeninin sağlanması ve 35. maddesinin ikinci
fıkrasında yer alan kamu yararı amacıyla anılan haklara sınırlama
getirmektedir.
891. 15 Temmuz
darbe girişiminden sonraki süreçte terör örgütleri veya benzeri yapılarla
bağlantılı olan kamu görevlileri hakkında çok sayıda idari soruşturmanın
yürütülmesi, soruşturma konusu işlemlerin karmaşık ve bağlantılı kişilerin
sayısının çokluğu, gizli örgütlenme nedeniyle kişilere isnat olunan fiiller
arasındaki bağın tespitindeki güçlük gibi nedenlerle kanun koyucunun olağan
usullerden farklı soruşturma usulleri benimsemesi söz konusu olabilir. Kişiler
hakkında görevden uzaklaştırma veya açığa alma tedbirleri uygulanırken yeterli
delil elde edilmemesi nedeniyle kısa süre içinde idari soruşturma başlatılması
mümkün olmayabilir. Dolayısıyla tedbirin niteliği de dikkate alındığında
soruşturma için delillerin sağlıklı bir şekilde elde edilmesi, kuralda yer verilen
usulün benimsenmesi açısından objektif ve kabul edilebilir bir neden olarak
görülebilir.
892. Bu
açıdan terör örgütü ve benzeri yapılarla bağlantısı olduğu iddia edilerek
görevden uzaklaştırılan veya açığa alınan kişilerle ilgili soruşturma başlatma süresini
ortadan kaldıran kuralın yukarıda açıklanan meşru amaca ulaşma bakımından
elverişli ve gerekli olmadığı söylenemez.
893. İdari bir soruşturma sırasında veya
öncesinde görevden uzaklaştırılan (veya açığa alınan) memurların sosyal çevresi
ve gündelik yaşamında soruşturma konusu iddialarla daha yoğun bir şekilde
yüzleşebilecekleri söylenebilir. Başka bir ifadeyle hakkında soruşturma açılan
bir memurun görevden uzaklaştırılmasının söz konusu tedbir uygulanmayan bir
memura göre üçüncü kişiler nezdinde soruşturma konusu fiillerle arasında daha
yoğun bir bağ kurulması sonucunu doğuracağı, bunun da kişilerin özel yaşamında
daha olumsuz etkiler meydana getireceği açıktır. Dolayısıyla söz konusu tedbire
önemli ve zorlayıcı koşulların varlığı hâlinde başvurulması, kişilere isnat
edilen iddiaların mümkün olan en kısa sürede açıklığa kavuşturularak tedbir ve
soruşturma sürecinin sonuçlandırılması gerekmektedir. Aksi durum kişilerin
hukuki güvenliğini tehlikeye düşürebilecektir.
894. Belirli iddialarla görevden
uzaklaştırılan veya açığa alınan bir kamu görevlisi hakkında makul süre içinde
idari soruşturma başlatılarak söz konusu iddialarla ilgili kişilerin
bilgilendirilmeleri, bunlara karşı itiraz ve delillerini sunmalarına imkân
tanınması ve bu kapsamda yetkili mercilerce gerekçeli bir karar verilmek
suretiyle soruşturmanın makul süre içinde sonuçlandırılması hukuki güvenlik ve
belirlilik ilkelerinin bir gereğidir. Kural kapsamında yer alan kişilerin genel
olarak tabi olduğu 657 sayılı Kanun ve bazı özel kanunlarda düzenlendiği gibi
soruşturma başlatılmadan önce görevden uzaklaştırılan kişilerle ilgili belirli
süre içinde soruşturmaya başlama zorunluluğunun öngörülmesiyle iddiaların bir
an önce açıklığa kavuşturularak kamu görevlileriyle ilgili mesleki belirsizliğin
ortadan kaldırılması ve keyfî uygulamaların önlenmesi amaçlanmaktadır.
895. Soruşturmaya başlama süresinin
uygulanmaması meselesinin 375 sayılı KHK’nın geçici 35. maddesinin (G)
fıkrasının birinci paragrafının (b) bendi ile birlikte değerlendirilmesi
gerektiği açıktır. Anılan bentte disiplin soruşturması sebebiyle görevden
uzaklaştırma sürelerinin bir yıl uygulanacağı ve bu sürenin ilgisine göre
ilgili bakan, Hâkimler ve Savcılar Kurulu, Yükseköğretim Kurulu veya ilgili
kurul onayıyla bir yıla kadar uzatılabileceği düzenlenmiştir. Dolayısıyla kural
kapsamında kişiler soruşturma başlamadan en fazla iki yıl süreyle görevden
uzaklaştırılabilecekler süre sonunda görevlerine başlatılacaklardır.
896. İdari soruşturma başlatılmadan
görevden uzaklaştırılanlar hakkında makul bir zaman içinde soruşturma
başlatılmamasının, kişilerin hakkında bilgi sahibi olmadıkları iddialarla uzun
sürelerle şüphe altında kalmalarına ve mali haklarının bir kısmından yoksun
bırakılmalarına sebebiyet verebileceği açıktır. Geçici 35. maddenin (G)
fıkrasının (b) bendi ile birlikte değerlendirildiğinde kural, kişilerin en
fazla iki yıl süreye kadar haklarında herhangi bir soruşturma açılmadan
görevden uzaklaştırılmalarına veya açığa alınmalarına imkân tanımaktadır.
Dolayısıyla söz konusu tedbirlerin uygulanmasından itibaren soruşturma
başlatılması için herhangi bir süre öngörülmemesinin kişiler üzerinde aşırı bir
külfet meydana getireceği açıktır. Bunun yanında soruşturma başlatılıp
başlatılmaması hususunda ilgili mercilere verilen yetkinin niteliği dikkate
alındığında kural kapsamında kanundan kaynaklanan bu tür uygulamalara karşı
etkin bir yargısal denetimin varlığından bahsetmek de mümkün değildir.
897. Dolayısıyla terör örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı
faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara iltisakı veya
irtibatı olduğu değerlendirildiği için görevden uzaklaştırılan veya açığa
alınanlar hakkında ilgili mevzuatlarda yer alan soruşturmaya başlama süresinin
uygulanmamasını öngören ve bu suretle kamu görevlilerinin iki yıla kadar idari
soruşturma açılmaksızın görevden el çektirilmelerine imkân tanıyan kuralla
kişilerin özel hayatının korunmasını isteme hakkı ile mülkiyet hakkına
getirilen sınırlamanın demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun ve
ölçülü olduğu söylenemez.
898. Açıklanan nedenlerle kural,
Anayasa’nın 13., 20. ve 35. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
Kadir ÖZKAYA, Muammer TOPAL, Basri BAĞCI
ve İrfan FİDAN bu görüşe katılmamışlardır.
Kural, Anayasa’nın 13., 20. ve 35.
maddelerine aykırı görülerek iptal edildiğinden ayrıca Anayasa’nın 17., 36.,
118. ve 129. maddeleri yönünden incelenmemiştir.
(5) Paragrafın (b) Bendi
899. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural, ilgisi
nedeniyle Anayasa’nın 13. ve 20. maddeleri yönünden de incelenmiştir.
900. 375 sayılı KHK’nın geçici 35. maddenin (G) fıkrasının
(b) bendinde anılan maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren dört yıl
süreyle, terör örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette
bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara iltisakı yahut irtibatı
olduğu değerlendirildiği için görevden uzaklaştırılanlar veya açığa alınanlar
hakkında ilgili mevzuatta yer alan disiplin soruşturması sebebiyle görevden
uzaklaştırma sürelerinin bir yıl olarak uygulanacağı ve bu sürenin ilgili
bakan, Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK), Yükseköğretim Kurulu veya ilgili
kurul onayıyla bir yıla kadar uzatılabileceği hükme bağlanmıştır.
901. Kural kapsamındaki görevden uzaklaştırma ve açığa alma
tedbirlerinin maddenin (A) ve (B) fıkraları uyarınca yürütülen idari
soruşturmalarla ilgili olduğu, kamu görevlilerinin tabi olduğu ilgili
mevzuatlarda yer alan disiplin hükümlerine atıf yapılmak suretiyle görevden
uzaklaştırma veya açığa alma sürelerinin bir yıl olarak uygulanacağı ve yetkili
mercilerce bu sürenin bir yıla kadar uzatılabileceği öngörülmüştür.
902. 657 sayılı Kanun’un 145. maddesine göre bir disiplin
soruşturması kapsamında görevden uzaklaştırma en fazla üç ay devam edebilir. Bu
süre sonunda soruşturmayla ilgili herhangi bir karar verilmediği takdirde
memurun görevine başlatılması gerekir. Dava konusu kural, anılan Kanun’da
düzenlenen üç aylık süre bir yıla çıkarılmaktadır. Ayrıca yetkili mercilerin
gerekli görmesi durumunda bu süre bir yıla kadar daha uzatılabilecektir.
Dolayısıyla kural kapsamındaki idari bir soruşturmada kamu görevlilerinin iki
yıla kadar görevden uzaklaştırılmaları veya açığa alınmaları mümkün hâle
gelmektedir.
903. Askerî hâkimler
hariç subay, astsubay, uzman erbaş, sözleşmeli erbaş ve erler,
erbaş ve erler ile askerî öğrencilerle ilgili disiplin hükümlerinin
düzenlendiği 6413 sayılı Kanun’un 29. maddesinin (2) numaralı fıkrasında,
geçici olarak görevden uzaklaştırma kararının on beş iş gününe kadar
verilebileceği, ihtiyaç duyulması hâlinde bu sürenin yetkili makamlarca bir
katına, ilgili bakanın onayı ile de bir yıla kadar uzatılabileceği hükme
bağlanmıştır.
904. 24/2/1983
tarihli ve 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun 81. maddesinde hâkim ve
savcılar hakkındaki görevden uzaklaştırmanın bir disiplin soruşturması gereği
olarak en çok üç ay devam edebileceği, işin niteliğinin gerektirmesi hâlinde
HSK’ca bu sürenin iki ay daha uzatılabileceği, süre sonunda hakkında bir karar
verilmediği takdirde ilgilinin göreve başlatılacağı belirtilmiştir.
905. Yükseköğretim kurumlarında görevli öğretim elemanları
ve diğer kamu görevlileri için görevden uzaklaştırma tedbirinin düzenlendiği
4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 53/B maddesinde ise
görevden uzaklaştırma tedbirinin disiplin veya ceza soruşturmasının herhangi
bir safhasında üç ay süreyle alınabileceği, sürenin bitiminde tedbir kararının
alınmasına ilişkin sebeplerin devam etmesi halinde tedbirin her defasında üç ay
uzatılabileceği hükme bağlanmıştır.
906. Terör örgütlerine veya devletin millî güvenliğine
karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara iltisakı
yahut irtibatı olduğu değerlendirilen kişiler hakkında yürütülen soruşturma
kapsamında görevden uzaklaştırılanlar veya açığa alınanlarla ilgili tedbir
süresinin bir yıl olarak uygulanacağını ve bu sürenin ilgili merciler
tarafından bir yıla kadar uzatılabileceğini öngören kural, kişilerin özel hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkı ile mülkiyet hakkına sınırlama
getirmektedir.
907. Kuralda görevden uzaklaştırma tedbirinin kapsam ve
sınırlarının açık ve net olarak belirlendiği gözetildiğinde kuralla getirilen sınırlamanın
kanuni bir temele dayandığı açıktır.
908. Bunun
yanında kuralla, görevden uzaklaştırma veya açığa alma sürelerinin uzatılarak
terörle veya benzeri örgütlerle bağlantılı kamu görevlilerinin tespiti amacıyla
başlatılan soruşturmalarda delillerin sağlıklı bir şekilde toplanması suretiyle
etkili soruşturma yapılarak suç işlenmesinin önlenmesinin ve kamu düzeninin
sağlanmasının amaçlandığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla kuralın meşru bir amaca
dayandığı açıktır. Bu itibarla kural, Anayasa’nın 20. maddesinin ikinci
fıkrasında belirtilen kamu düzeninin sağlanması ve 35. maddesinin ikinci
fıkrasında yer alan kamu yararı amacıyla anılan haklara sınırlama
getirmektedir.
909. 15
Temmuz darbe girişiminden sonraki süreçte kanun koyucunun terör örgütleri ve
benzeri yapılara karşı yürütülen mücadele kapsamında bunlarla bağlantılı
kişilerin tespit edilerek kamudan uzaklaştırılması için farklı soruşturma
usullerinin benimsenmesi mümkündür. Düzenlemenin niteliği dikkate alındığında
söz konusu amaca ulaşmada kuraldaki gibi bir usulün benimsenmesinde objektif ve
kabul edilebilir nedenlerin bulunduğu söylenebilir.
910.
Dolayısıyla kural kapsamında terör örgütü ve benzeri yapılarla bağlantısı
olduğu iddiasıyla yürütülen soruşturma kapsamında görevden uzaklaştırılan veya
açığa alınanlarla ilgili tedbir sürelerinin uzatılmasını düzenleyen kuralın
anılan meşru amaca ulaşma bakımından elverişli ve gerekli olmadığı söylenemez.
911. Kuralın orantılılık incelemesinde iki
hususa vurgu yapılmalıdır. Bunlar tedbir için öngörülen azami iki yıllık süre
ile soruşturma sürecinde tedbir koşullarını değerlendirilmede ilgili mercilere
tanınan yetkinin etkili bir denetime tabi olup olmadığıdır.
912. Kanun koyucunun idari soruşturmalarda
uygulanacak usul kurallarını belirlemede anayasal ilkelere bağlı kalmak
şartıyla takdir yetkisine sahip olduğu açıktır. Dolayısıyla bu alanda yapılacak
düzenlemelerin kişiler açısından soruşturma ve tedbir sürecinde herhangi bir
hukuki belirsizliğe yol açmaması, özellikle idarenin keyfî uygulamalarını karşı
yeterli güvenceleri sağlaması gerekmektedir. Bu kapsamda kamu görevlileriyle
ilgili uygulanan kamu görevinden uzaklaştırma tedbirinin şartlarının oluşup
oluşmadığı hususunda yetkili mercilere tanınan takdir yetkisinin denetlenmesi
keyfî uygulamaların önlenmesi bakımından oldukça önemlidir.
913. Özellikle soruşturmaların niteliği
delillerin toplanmasındaki güçlükler idari soruşturmayla bağlantılı birçok ceza
yargılamasının varlığı ve bunlardan elde edilecek delillerin soruşturmaları doğrudan
etkilemesi gibi özellikler dikkate alındığında kısa sürede sonuçlandırılması
mümkün olmayan idari soruşturmalarda kamu hizmetinin sağlıklı bir şekilde
işleyişinin sürdürülmesi için kişilerin fiilen görevden uzaklaştırılmalarını
gerektiren zorlayıcı koşulların devam etmesi söz konusu olabilir.
914. Kanun koyucu, terör örgütleriyle
mücadele etmek üzere kamuda bunlarla bağlantılı olan kişilerin sağlıklı bir
şekilde tespit edilmesi için kural kapsamında geçici süre uygulanmak üzere
olağan soruşturma usullerinden ayrılarak görevden uzaklaştırma ve açığa alma
süresini bir yıl olarak belirlemiş, ilgili makamlarca bu sürenin bir yıla kadar
uzatılmasını öngörmüştür. Bir yıllık sürenin dolması hâlinde uzatma kararı
alınmadığı takdirde tedbirin kendiliğinden son ereceği, azami iki yıllık süre
sonunda ise tedbir işlemine devam edilmesinin mümkün olmadığı, ayrıca bu
süreler içinde yetkili mercilerin her zaman görevden uzaklaştırma kararını
kaldırabileceği anlaşılmaktadır. Bunun yanında hakkında soruşturma yürütülen
kişilerin de herhangi bir sınırlama olmaksızın tedbir kararına itiraz
edebileceği ve bu kapsamda yetkili mercilerce verilen kararların idari yargı
denetimine tabi olduğu, bu yönüyle tedbir koşullarının yargı mercilerince her
aşamada değerlendirilebileceği açıktır.
915. Bu itibarla terör örgütlerine veya
devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı,
oluşum veya gruplara iltisakı veya irtibatı olduğu değerlendirildiği için
görevden uzaklaştırılan veya açığa alınanlar hakkında ilgili mevzuatlarda yer
alan disiplin soruşturması sebebiyle görevden
uzaklaştırma sürelerinin bir yıl olarak uygulanması ve bu sürenin ilgili bakan,
HSK, YÖK veya ilgili kurul onayıyla bir yıla kadar uzatılabilmesine imkân
tanıyan kuralın kişilerin özel hayatının
korunmasını isteme hakkı ile mülkiyet hakkına demokratik toplum düzeninin
gereklerine uygun olmayan ölçüsüz sınırlama getirdiği söylenemez.
916. Açıklanan nedenlerle kural,
Anayasa’nın 13., 20. ve 35. maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin
reddi gerekir.
Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin
YILDIRIM, M. Emin KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ bu görüşe katılmamışlardır.
Kuralın Anayasa’nın 17., 36., 118.
ve 129. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
(6) Paragrafın (c) Bendi
917. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi
uyarınca kural, ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 2. maddesi yönünden de
incelenmiştir.
918. 375 sayılı KHK’nın geçici 35.
maddesinin (G) fıkrasının birinci paragrafının (c) bendinde, anılan maddenin
yürürlüğe girdiği tarihten itibaren dört yıl süreyle, terör örgütlerine veya
devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı,
oluşum veya gruplara iltisakı yahut irtibatı olduğu değerlendirildiği için
görevden uzaklaştırılanlar veya açığa alınanlar hakkında ilgili mevzuatlarda
yer alan adli soruşturma ve kovuşturma
sebebiyle görevden uzaklaştırma veya açığa alınma işlemlerinde değerlendirme
sürelerinin uygulanmayacağı öngörülmüştür.
919. 657 sayılı Kanun’un 145. maddesinin
ikinci fıkrasında, bir ceza kovuşturması
nedeniyle görevden uzaklaştırmaya yetkili amirin ilgilinin durumunu her iki
ayda bir inceleyerek görevine dönüp dönmemesi hakkında bir karar vereceği ve
kararın ilgiliye yazı ile tebliğ edileceği hükme bağlanmıştır.
920. 2802 sayılı Kanun’un 81. maddesinin ikinci fıkrasında
ise bir ceza soruşturması veya kovuşturması nedeniyle görevden uzaklaştırma
tedbirinin uygulandığı durumlarda HSK’nın iki ayı aşmayan süreler içinde
ilgilinin durumunu inceleyerek görevine dönüp dönmemesi hakkında bir karar
vereceği belirtilmiştir.
921. 926 sayılı Kanun’un 65. maddesinin
(c) bendinin (3) numaralı alt bendinde de TSK’ya
mensup subay ve astsubaylardan açığa
alınanlar hakkında her üç ayda bir değerlendirme yapılacağı hüküm altına
alınmıştır.
922. Kanun koyucunun idari soruşturmalarda
uygulanacak usul kurallarını belirlemede anayasal ilkelere bağlı kalmak
şartıyla takdir yetkisine sahip olduğu açıktır. Görevden
uzaklaştırılan veya açığa alınan kamu görevlileri hakkında tedbir şartlarının
belirli aralıklarla değerlendirilmesi ve buna ilişkin kararların ilgililere
bildirilmesi kişiler yönünden bir tür güvence oluşturmaktadır. Ceza
soruşturması ve kovuşturması sebebiyle kamu görevlisi hakkında uygulanan
görevden uzaklaştırma veya açığa alınma tedbirinin varlığı doğrudan cezai
takibata bağlı olduğundan idari soruşturma ile ceza soruşturması ve
kovuşturması arasındaki bağlantının yetkili mercilerce belirli aralıklarla
denetlenmesi, ilgiler lehine tedbir koşullarını etkileyecek yeni vakıa veya
delillerin gecikmeksizin dikkate alınmasına katkı sağlayabilecektir. Buna
karşın kanun koyucunun tedbir şartlarının belirli aralıklarla denetlenmesinde
ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirebilecek farklı usuller çerçevesinde
düzenleme yapması söz konusu olabilir.
923. Kural
kapsamında adli soruşturma ve kovuşturma sebebiyle görevden
uzaklaştırma veya açığa alınma işlemlerinde değerlendirme süreleri
uygulanmayarak özellikle darbe girişimi sonrasında terörle veya benzeri örgütlerle
bağlantılı kamu görevlilerinin tespit edilmesi için birçok yerde kapsamlı
yürütülen soruşturmalarda yetkili mercilerin soruşturmaların esasına
yoğunlaşmak suretiyle delillerin sağlıklı bir şekilde toplanması ve böylelikle
etkili soruşturma yapılarak suç işlenmesinin önlenmesi ve kamu düzeni
sağlanmasının amaçlandığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla kuralın kamu yararı amacıyla öngörüldüğü açıktır.
924. 15
Temmuz darbe girişiminden sonraki süreçte kanun koyucunun terör örgütleri ve
benzeri yapılara karşı yürütülen mücadelede bunlarla bağlantılı kamu
görevlilerini tespit etmek için soruşturma usullerinden farklı yöntemler
benimsemesi bu çerçevede mevcut bazı güvencelerden vazgeçmesi söz konusu
olabilir. Ölçülülük incelemesinde, görevden uzaklaştırma ve açığa alınmanın
şartlarının yetkili mercilerce belli dönemlerde değerlendirilmesinde beklenen
amacın kısmen de olsa başka yöntemlerle sağlanıp sağlanmayacağının tespit
edilmesi gerekir. Nitekim tedbir şartlarının kuralda vazgeçilen belli
dönemlerde inceleme yöntemi dışında da değerlendirilmesine imkân tanıyan farklı
usuller söz konusu olabilir.
925. Kuralda
yer alan düzenlemenin niteliği dikkate alındığında meşru amaca ulaşmada
kuraldaki gibi bir usulün uygulanmasında objektif ve kabul edilebilir nedenlerin
olduğu söylenebilir. Dolayısıyla görevden uzaklaştırılan veya açığa alınanlarla
ilgili değerlendirme sürelerinin uygulanmamasını düzenleyen
kuralın yukarıda açıklanan meşru amaca ulaşma bakımından elverişli ve gerekli
olmadığı söylenemez. Ancak kuralda
öngörülen düzenleme ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin
bulunması zorunludur.
926. Bu yönüyle soruşturma usulüyle ilgili
düzenlemelerin kişiler açısından soruşturma ve tedbir sürecinde herhangi bir
belirsizliğe yol açmaması, özellikle idarenin keyfî uygulamalarına karşı
yeterli güvenceleri sağlaması gerekmektedir. Bu kapsamda kamu görevlileri
hakkında kamu görevinden uzaklaştırma ve açığa alınma tedbirinin şartlarının
denetlenmesi hususunda ilgililerin talepte bulunabilmesi ve buna ilişkin
kararlara karşı da etkili denetimin sağlanması oldukça önem arz etmektedir.
927. Kural kapsamında değerlendirme
sürelerinin kaldırılmasıyla tedbir şartlarının belli dönemlerde yetkili
mercilerce resen değerlendirilmesi zorunluluğu sona erdirilmektedir. Kural,
yetkili mercilerce soruşturmanın her aşamasında görevden uzaklaştırma ve açığa
alınma işlemlerinin şartlarının incelenerek gerektiğinde tedbirlerin sona
erdirebilmesi imkânını ortadan kaldırmamaktadır. Bunun yanında ilgili kişilerin
ceza soruşturma ve kovuşturmasında elde edilen yeni deliller ya da başka
nedenlerle görevden uzaklaştırma veya açığa alınmanın şartlarının ortadan
kalktığını ve bu nedenle tedbirin sona erdirilmesi gerektiğini ileri
sürmelerini engelleyen bir durumda da bulunmamaktadır. Ayrıca yetkili
mercilerin bu kapsamda verdikleri kararlara karşı idari yargıda dava
açılabilmesi mümkündür.
928. Bu yönüyle görevden uzaklaştırma veya açığa alınma işlemlerinde
değerlendirme sürelerinin uygulanmamasına yönelik düzenleme, yetkili mercilerin
idari soruşturma sürecinin her aşamasında resen veya ilgililerin talebi üzerine
tedbir şartlarını değerlendirmesine engel oluşturmamaktadır.
929. Dolayısıyla terör
örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar
verilen yapı, oluşum veya gruplara iltisakı veya irtibatı olduğu
değerlendirildiği için görevden uzaklaştırılan veya açığa alınanlar hakkında
ilgili mevzuatlarda yer alan adli soruşturma
ve kovuşturma sebebiyle görevden uzaklaştırma veya açığa alınma işlemlerinde
değerlendirme sürelerinin uygulanmayacağını düzenleyen kuralla kamu yararı ve kamu düzenini sağlama amacı arasında makul
bir dengenin kurulmadığı söylenemez. Bu açıdan kuralın hukuk devleti ilkesine
aykırı bir yönü bulunmamaktadır.
930. Açıklanan nedenlerle kural,
Anayasa’nın 2. maddesine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin
YILDIRIM, M. Emin KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ bu görüşe katılmamışlardır.
Kuralın Anayasa’nın 17., 35., 36., 118. ve
129. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
(7)
Paragrafın Kalan Kısmı ile Fıkrada Yer Alan “…üç yıl…” İbaresinin “…dört
yıl…” Şeklinde Değiştirilmesi
931. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi
uyarınca kural, ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 2., 13. ve 20. maddeleri yönünden
incelenmiştir.
932. Kural, terör örgütlerine veya
devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı,
oluşum veya gruplara iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirildiği için
görevden uzaklaştırılanlar veya açığa alınanlarla ilgili görevden uzaklaştırma
ve değerlendirme sürelerini farklılaştıran düzenlemelerin yürürlük süresini bir
yıl uzatmaktadır.
933. Kural, terör örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı
faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara iltisakı yahut
bunlarla irtibatı olduğu değerlendirildiği için görevden
uzaklaştırılanlar veya açığa alınanlarla ilgili soruşturma başlatma ve görevden
uzaklaştırma sürelerini düzenleyen 375 sayılı KHK’nın geçici 35. maddesinin (G)
fıkrasının geçerlik süresini bir yıl uzatmaktadır.
934. 7145 sayılı Kanun’un 26. maddesiyle
375 sayılı KHK’ya eklenen geçici 35. maddesinin (G) fıkrasının birinci
paragrafının (b) ve (c) bentlerinin Anayasa’ya uygunluk denetimi bölümünde
açıklanan gerekçeler uygun olduğu ölçüde dava konusu kural yönünden de
geçerlidir.
935. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 2., 13., 20.
ve 35. maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin
YILDIRIM, M. Emin KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ bu görüşe katılmamışlardır.
Kuralın Anayasa’nın 17., 36., 118. ve 129.
maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
ii. Fıkranın İkinci Paragrafı
936. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca kurallar
ilgileri nedeniyle Anayasa’nın 13. ve 38. maddeleri yönünden de incelenmiştir.
937. 375 sayılı KHK’nın geçici 35.
maddesinin (G) fıkrasının ikinci paragrafında, anılan maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce
terör örgütlerine veya MGK’ca devletin millî güvenliğine karşı faaliyette
bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara iltisakı yahut bunlarla
irtibatı olduğu gerekçesiyle haklarında görevden uzaklaştırma veya açığa alınma
işlemi tesis edilen ve ilgili mevzuatında yer alan süreleri dolan kamu
görevlilerinin durumunun, işlemi tesis eden makamca en geç üç ay içinde gözden
geçirileceği ve yeniden bu fıkra hükümlerine göre karar verileceği, karar
verilinceye kadar, herhangi bir işleme gerek kalmaksızın görevden uzaklaştırma
veya açığa alınma tedbirlerinin uygulanmasına devam olunacağı öngörülmüştür.
938. 25/7/2016 tarihli ve 669 sayılı Olağanüstü Hal
Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması ve Millî Savunma Üniversitesi Kurulması ile
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname ile bu
KHK’yı onaylayan 9/11/2016 tarihli ve 6756 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında
Bazı Tedbirler Alınması ve Millî Savunma Üniversitesi Kurulması ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname’nin
Değiştirilerek Kabul Edilmesi Hakkında Kanun’un 3. maddesinde, 15/7/2016
tarihinden sonra millî güvenlik gerekçesiyle görevden uzaklaştırılan kamu
görevlileri hakkında ilgili mevzuatında öngörülen soruşturma açma sürelerinin
olağanüstü hâl süresince uygulanmayacağı hükme bağlanmıştır.
939. 3/10/2016 tarihli 675 sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında
Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile bu OHAL KHK’sını
onaylayan 6/2/2018 tarihli ve 7082 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı
Tedbirlerin Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair
Kanun’un 13. maddesinde, 15/7/2016 tarihinden 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064
sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla olağanüstü hâlin ilan edilmesine kadar geçen
süre zarfında ve olağanüstü hâlin devam ettiği süre içinde görevden
uzaklaştırılanlar hakkında ilgili mevzuatta bu tedbir için öngörülen süre
sınırlamasının, olağanüstü hâl süresince uygulanmayacağı belirtilmiştir.
940. Söz konusu düzenlemelere göre, darbe teşebbüsünün
yaşandığı 15/7/2016 tarihi ile OHAL uygulamasının sona erdiği 19/7/2018
tarihleri arasında kamu görevlileri hakkında soruşturma açılmadan ve herhangi
bir süre sınırlaması olmaksızın görevden uzaklaştırma ve açığa alınma
tedbirlerinin uygulanmasına imkân tanındığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla
OHAL’in sona ermesiyle birlikte kamu görevlileri hakkında ilgili mevzuatlarda
yer alan hükümlerin uygulanması gerektiği açıktır.
941. Dava konusu birinci cümlenin kalan kısmında OHAL süresi
boyunca soruşturma açılmaksızın görevden uzaklaştırılan veya açığa alınan
kişilerle ilgili geçiş hükümleri öngörülmektedir. Bu bağlamda maddenin
yürürlüğe girdiği tarihten önce ilgili mevzuatlara göre hakkında tedbir süresi
dolan bu kişilerle ilgili en geç üç ay içinde tedbir koşullarının
değerlendirileceği, şartlar oluştuğu takdirde maddenin (G) fıkrasına göre
yeniden tedbir kararının verileceği hükme bağlanmıştır. Paragrafın dava konusu
ikinci cümlesinde de tedbirle ilgili karar verilinceye kadar herhangi bir
işleme gerek kalmaksızın görevden uzaklaştırma veya açığa alınma tedbirlerinin
uygulanmasına devam edileceği belirtilmiştir.
942. Kurallarla kapsam dahilindeki kamu görevlileri
hakkında OHAL döneminde verilen ve ilgili mevzuatları uyarınca süreleri dolan
görevden uzaklaştırma veya açığa alınma işlemlerinin herhangi bir karar
alınmaksızın üç aya kadar devamı ile yetkili mercilerce (G) fıkrasındaki
hükümler geçerli olmak üzere yeniden tedbir kararı verilmesine imkân tanınması
kişilerin özel hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkı ile mülkiyet hakkına
sınırlama getirmektedir.
943. Kurallarda görevden uzaklaştırma ve açığa alınma
işlemlerinin kapsam ve sınırlarının açık ve net olarak düzenlendiği
gözetildiğinde kurallarla öngörülen sınırlamanın kanuni bir temele dayandığı
açıktır.
944. Bunun yanında kurallar kapsamında hakkında daha önce
tedbir kararı verilen kamu görevlileriyle ilgili geçiş süreci düzenlenerek
özellikle darbe girişimi sonrasında terörle veya benzeri örgütlerle bağlantılı
kamu görevlilerinin tespit edilmesi için birçok yerde yürütülen soruşturmalarda
yetkili mercilerin soruşturmaların esasına yoğunlaşarak delillerin sağlıklı bir
şekilde toplanması ve böylece etkili soruşturma yapılmasının amaçlandığı
anlaşılmaktadır. Bu durum suç işlenmesinin önlenmesi ve kamu düzeninin
sağlanmasına hizmet etmektedir. Dolayısıyla kuralların meşru bir amaca
dayandığı açıktır. Bu itibarla kurallar, Anayasa’nın 20. maddesinin ikinci
fıkrasında belirtilen kamu düzeninin sağlanması ve 35. maddesinin ikinci
fıkrasında yer alan kamu yararı amacıyla anılan haklara sınırlama
getirmektedir.
945. 15 Temmuz darbe girişiminden sonraki süreçte kanun
koyucunun terör örgütleri ve benzeri yapılara karşı yürütülen mücadelede
bunlarla bağlantılı kamu görevlilerini tespit etmek için soruşturma usullerinde
farklı yöntemleri benimsemesi ve bu kapsamda olağanüstü dönemden olağan döneme
geçişle ilgili hükümler öngörmesi takdir yetkisi kapsamındadır.
Düzenlemelerin niteliği dikkate alındığında meşru amaca ulaşmada kurallardaki
gibi bir usulün uygulanmasında objektif ve kabul edilebilir nedenlerin
bulunduğu söylenebilir.
946. Dolayısıyla görevden uzaklaştırılan veya açığa
alınanlarla ilgili geçiş hükümleri düzenleyen kuralların yukarıda açıklanan
meşru amaca ulaşma bakımından elverişli ve gerekli olmadığı söylenemez.
947. İdari soruşturma kapsamında verilen tedbir
kararlarıyla ilgili uygulanacak geçiş hükümlerine yönelik düzenlemelerin
kişiler açısından soruşturma ve tedbir sürecinde herhangi bir belirsizliğe yol
açmaması, özellikle idarenin keyfî uygulamalarına karşı yeterli güvenceleri
sağlaması gerekir. Bu kapsamda kamu görevlileri hakkında kamu görevinden
uzaklaştırma veya açığa alınma tedbirinin şartlarının denetlenmesi hususunda
ilgililerin talep hakkının bulunması ve buna ilişkin kararlara karşı etkili
denetimin sağlanması oldukça önemlidir. Ancak kuralın bizatihi kendisinin
belirsizliğe yol açtığı durumlarda etkili bir yargısal denetimin varlığından
bahsedilemeyeceği açıktır.
948. Kurallar 15/7/2016 ile 375 sayılı KHK’nın geçici 35.
maddesinin yürürlüğe girdiği 31/7/2018 tarihleri arasında OHAL düzenlemeleri
kapsamında görevden uzaklaştırılan veya açığa alınan kişiler hakkında anılan
maddenin (G) fıkrasının birinci paragrafının (a), (b) ve (c) bentlerine göre
yeniden tedbir işlemi tesis edilmesine imkân tanımaktadır. Anılan bentler
kapsamında tedbir kararı verilirken her bir birey nezdinde tedbir şartlarının
değerlendirilmesi için yetkili mercilere azami üç aylık süre verilmiştir. Bunun
yanında yetkili mercilerin karar vereceği tarihe kadar kişiler hakkında
görevden uzaklaştırma veya açığa alınma tedbirlerinin uygulanmasına devam
edilecektir.
949. Ölçülülük incelemesinde özellikle kuralın temel
ögelerini oluşturan 15/7/2016 tarihinden itibaren OHAL düzenlemeleriyle
görevden uzaklaştırılan veya açığa alınanlar hakkında anılan fıkra hükümleri
çerçevesinde yeniden tedbir kararı verilebilmesi, yetkili mercilere bu konuda
tanınan üç aylık süre ve önceki tedbir kararlarının yeniden karar verilinceye
kadar devam etmesinin sonuçlarının değerlendirilmesi gerekir.
950. Kurallar kapsamında haklarında idari soruşturma
başlatılmadığı hâlde 15/7/2016 tarihinden itibaren tedbir uygulanan kamu
görevlileri için yeniden görevden uzaklaştırma veya açığa alınma kararı verilebilmesi
ile kural kapsamındaki üç aylık azami değerlendirme süresi dikkate alındığında
bu kişilerin yaklaşık iki yıl üç aylık bir süre daha fiilen görevden
uzaklaştırılmaları söz konusu olabilecektir.
951. Yine OHAL döneminde verilen görevden uzaklaştırma veya
açığa alınma tedbirleriyle ilgili soruşturmaya başlama süresi ile tedbir için
öngörülen azami süre sınırlamasının uygulanmayacağına ilişkin hükümlerin
yürürlüğü OHAL’in sona ermesiyle birlikte 19/7/2018 tarihinde sona ermiştir.
Dolayısıyla bu tarihten itibaren kamu görevlileriyle ilgili mevzuatlarda yer
alan azami tedbir süresi ve soruşturmaya başlama süresi ile ilgili hükümlerin
yeniden uygulama alanı bulacağı ve daha önce verilen tedbir kararlarının
ortadan kalkacağı açıktır.
952. Bu durumda kurallar yetkili mercilere haklarında
tedbir kararı bulunmayan kişilerle ilgili tedbir şartlarının üç aya kadar
değerlendirilmesine imkân tanımakla bu süre boyunca kişilerin herhangi bir
tedbir kararı olmaksızın görevden uzaklaştırılmalarına veya açığa alınmalarına
neden olabilecektir. Kurallarda, OHAL döneminde verilen tedbir kararlarının
devam ettiği varsayımından hareketle bunlara atfen önceki tedbir kararlarının
yeniden karar verilinceye kadar devam edeceğinin öngörülmesi kanun koyucu
tarafından doğrudan kişiler hakkında yetkili mercilerce bireysel değerlendirme
yapılmadan görevden uzaklaştırma veya açığa alınma tedbirlerinin uygulanması
sonucunu doğurmaktadır.
953. Dolayısıyla 15/7/2016 tarihinden itibaren görevden
uzaklaştırılan veya açığa alınanların OHAL’in sona ermesiyle birlikte bu
dönemde verilen tedbir kararları ortadan kalktığı hâlde yetkili mercilere
tanınan üç aylık süre boyunca fiilen görevden uzaklaştırılarak bu kişiler
hakkında yeniden tedbir kararı verilmek suretiyle soruşturma açılmadan yaklaşık
dört yıl gibi makul olmayan bir süreyle bu kişilerin görevden
uzaklaştırılmalarına imkân tanıyan kuralların
kişilerin özel hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkı ile mülkiyet hakkına
demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun ve ölçülü bir sınırlama
getirdiği söylenemez.
954. Öte yandan kurallar kapsamında görevden uzaklaştırılan
veya açığa alınanlarla ilgili yapılacak
işlemde MGK kararına atıf yapılması, bu kişilerin terör örgütlerine veya
MGK’ca devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen
yapı, oluşum veya gruplara üye veya mensup oldukları gerekçesiyle
inceleme ve soruşturma yürütüldüğünün belirtilmesi nedeniyle fıkranın birinci
paragrafında yer alan “… Milli Güvenlik Kurulunca…” ve “…üyeliği,
mensubiyeti veya…” ibarelerinin ayrıca değerlendirilmesi gerekir.
955. 7145
sayılı Kanun’un 12. maddesiyle 3713 sayılı Kanun’a eklenen ek 4. maddenin
birinci fıkrasının birinci cümlesinin “…ile Milli Güvenlik Kurulunca Devletin
millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya
gruplara üyeliği, mensubiyeti ve iltisakı yahut bunlarla irtibatı nedeniyle
kamu görevinden çıkarılanların…” bölümünde yer alan “…Milli
Güvenlik Kurulunca…” ve “…üyeliği, mensubiyeti ve…”
ibarelerinin Anayasa’ya uygunluk denetiminde açıklanan gerekçeler uygun olduğu
ölçüde dava konusu kurallar yönünden de geçerlidir.
956. Açıklanan nedenlerle kurallar, Anayasa’nın 13., 20.,
35., 36., 38. ve 118. maddelerine aykırıdır. İptali
gerekir.
Kurallar, Anayasa’nın 13., 20., 35., 36., 38. ve 118. maddelerine aykırı görülerek iptal edildiğinden ayrıca 17. ve 129.
maddeleri yönünden incelenmemiştir.
iii. Fıkranın Üçüncü Paragrafı
957. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural, ilgisi
nedeniyle Anayasa’nın 2. maddesi yönünden incelenmiştir.
958. 375 sayılı KHK’nın geçici 35.
maddesinin (G) fıkrasının üçüncü paragrafında, anılan maddenin (A) ve (B) fıkraları uyarınca haklarında işlem
tesis edilecek olanlara yedi günden az olmamak üzere ilgili kurum tarafından
uygun vasıtalarla savunma hakkı verileceği, verilen süre içinde savunmasını
yapmayanların savunma hakkından vazgeçmiş sayılacağı öngörülmüştür.
959. Kuralda,
madde kapsamında kamu görevinden ve meslekten çıkarılan kişiler hakkında
yürütülen soruşturmalarda uygulanacak usule ilişkin düzenleme yapılmaktadır.
Buna göre idari soruşturmalarda kurum tarafından ilgililere savunma için uygun
vasıtalarla yedi günden az olmamak üzere süre verilecek ve bu süre içinde savunma
yapmayanlar bu haklarından vazgeçmiş sayılacaklardır.
960. Terör örgütlerine veya devletin millî
güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya
gruplara iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu gerekçesiyle soruşturma başlatılan
kişilere haklarındaki isnatlara cevap verme ve bunlara karşı delil sunma
imkânının tanınması ve süreç sonunda somut olgu ve olaylar çerçevesinde iddia,
savunma ve delillerin tartışılarak tedbirle ilgili sağlıklı karar
verilebilmesini sağlamak amacıyla savunma hakkının tanınmasında kamu yararı
amacının bulunduğu açıktır.
961. Ayrıca
tedbir sürecinde savunma hakkı verilmesi, yalnızca hakkında soruşturma
yürütülenlerde değil adalet bekleyen toplumun her bir ferdi ile bunu sağlama
yükümlülüğü olan devlet üzerinde doğrudan bir etki meydana getirmektedir. Söz
konusu etki ise kamu düzeninin sağlanmasında belirleyici bir rol oynamaktadır.
Dolayısıyla kural kapsamında kişilere sağlanan savunma hakkının kamu düzeninin
tesis edilmesine hizmet ettiği açıktır. Bu itibarla kuralların anılan amaca
ulaşma bakımından elverişli ve gerekli olmadığı söylenemez. Bunun yanında
kuralda öngörülen savunma hakkı ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir
dengenin bulunması zorunludur.
962. Orantılılık incelemesinde savunma hakkının usul ve kapsamını
oluşturan süre, savunmanın yapılacağı makam, savunmanın verilme yöntemi gibi
temel unsurlar dikkate alınarak değerlendirme yapılması gerekmektedir.
963. Kuralda kamu görevinden ve meslekten çıkarma işlemi
uygulanacak kişilerin iddiaları öğrenmelerinden itibaren bunlara karşı beyanda
bulunma ve delil sunmaları için belirlenen yedi günlük sürenin makul ve yeterli
olmadığı söylenemez. Ayrıca kuralda soruşturma kapsamında ilgililere savunmak
hakkı vereceği belirtilen ilgili kurumun maddenin (A) ve (B) fıkraları
kapsamında işlem tesis etmeye yetkili makam, komisyon ve kurul ile bunların
gözetiminde soruşturmayı yürüten yetkililer olduğu açıktır.
964. Yine kuralda ilgili kişilere savunma hakkının uygun vasıtalarla
verileceği belirtilmiştir. Kişilerin soruşturma kapsamında haklarındaki
iddiaların ve delillerin içeriğinden tam olarak haberdar edilmeleri
gerekmektedir. Aksi durum savunma hakkı verilmesini anlamsız kılacaktır. Kural,
savunma hakkı verilmesine ilişkin yöntem hususunda sınırlayıcı bir yaklaşım
benimsememiştir. Dolayısıyla kuralda kişilerin soruşturma konusunu oluşturan
fiillerin ne olduğunun açıkça kendilerine bildirilmesini engelleyecek bir durum
bulunmamaktadır. Kaldı ki savunma hakkının kısıtlanmasını doğurabilecek uygulamaların
yargı mercileri tarafından denetlenmesi mümkündür.
965. Bunun yanında kuralda yer alan yedi günlük süre içinde savunmasını
yapmayanların bu haklarından vazgeçmiş sayılmasının savunma süresinin makul ve
yeterli olduğu dikkate alındığında soruşturmalarda belirliliği sağlamak ve
soruşturmaların kısa sürede sonuçlandırılması amacına yönelik olduğu
anlaşılmaktadır.
966. Bu itibarla terör
örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen
yapı, oluşum veya gruplara iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu gerekçesiyle
maddenin (A) ve (B) fıkraları kapsamında haklarında soruşturma başlatılan kişileri yedi günden az
olmamak üzere ilgili kurum tarafından uygun vasıtalarla savunma hakkı verilmesini
ve bu süre içinde savunmasını yapmayanların savunma hakkından vazgeçmiş
sayılmasını öngören kuralla, kamu yararı ve kamu düzenini sağlama amacı
arasında makul bir dengenin sağlanmadığı söylenemez. Dolayısıyla kuralın
hukuk devleti ilkesiyle çelişen bir yönü bulunmamaktadır.
967. Açıklanan nedenlerle
kural, Anayasa’nın 2. maddesine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin
YILDIRIM, M. Emin KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ bu görüşe katılmamışlardır.
Kuralın Anayasa’nın 17., 35., 36., 118. ve 129. maddeleriyle ilgisi
görülmemiştir.
N. Kanun’un Geçici 1. Maddesinin ve 7333 Sayılı Kanun’un 20.
Maddesiyle Geçici 1. Maddenin (1) Numaralı Fıkrasında Yer Alan “…üç yıl…”
İbaresinin “…altı yıl…” Şeklinde Değiştirilmesi
1. Maddenin (1) Numaralı Fıkrası ve Fıkrada Yer Alan “…üç yıl…”
İbaresinin “…altı yıl…” Şeklinde Değiştirilmesi
a. İptal Talebinin Gerekçesi
968. Dava dilekçesinde özetle; 5271 sayılı Kanun kapsamında kayyım tedbirine
ancak şirketin suç konusu oluşturabilecek fiillerinin varlığı hâlinde
başvurulabileceği, şirketin ortaklarından bağımsız bir kişiliği olması
nedeniyle ortaklar aleyhine yürütülen soruşturmalarda şirketlere kayyım
atanmasının suçların şahsiliği ilkesiyle çelişeceği, dava konusu kurallarda yer
alan terör örgütüne aidiyet, iltisak veya irtibat fiillerinin suç olarak
düzenlenmediği gibi söz konusu kavramların içeriğinin belirsiz ve öngörülemez
nitelikte olduğu, dolayısıyla suç olmayan bu fiiller nedeniyle koruma tedbirine
başvurulmasının hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmayacağı, kuralların ayrıca
mülkiyet hakkına orantısız sınırlama getirdiği, OHAL dönemi düzenlemelerinin
uygulanmasının uzatılabilmesinin yolunun yeniden olağanüstü hâl ilan
edilmesiyle mümkün olduğu, OHAL şartları oluşmadan söz konusu düzenlemelerin
kanunla uzatılmasının yetki gaspı anlamına geldiği belirtilerek kuralların
Anayasa’nın 2., 13., 35. ve 38. maddelerine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
b. Anayasaya Aykırılık İddiası
i. Fıkrada Yer Alan “…üç yıl…” İbaresi
969. 7145 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin (1) numaralı fıkrasında
yer alan “…üç yıl…” ibaresi 7333 sayılı Kanun’un 20. maddesiyle “…altı
yıl…” olarak değiştirilmiştir.
970. Açıklanan nedenle konusu kalmayan ibareye ilişkin iptal talebi
hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermek gerekir.
ii. Fıkranın Kalan Kısmı ile Fıkrada Yer Alan “…üç yıl…”
İbaresinin “…altı yıl…” Şeklinde Değiştirilmesi
971. 7145 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin birinci fıkrasında
10/11/2016 tarihli ve 6758 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler
Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine
Dair Kanun’un 19. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca TMSF’nin kayyım olarak
atanmasına ilişkin hükmün maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı yıl
süreyle uygulanması hükme bağlanmıştır.
972. 5271 sayılı Kanun’un 128. maddesinde soruşturma veya kovuşturma
konusu suçun işlendiğine ve bu suçlardan elde edildiğine dair somut delillere
dayanan kuvvetli şüphe sebebi bulunan hâllerde, şüpheli veya sanığa ait
taşınmazlara, kara, deniz veya hava ulaşım araçlarına, banka veya diğer mali
kurumlardaki her türlü hesaba, gerçek veya tüzel kişiler nezdindeki her türlü
hak ve alacaklara, kıymetli evraka, şirketteki ortaklık paylarına, kiralık kasa
mevcutlarına, diğer malvarlığı değerlerine hâkim kararıyla el konulabileceği veya kayyım atanabileceği belirtilmiştir.
Anılan maddede ayrıca söz konusu tedbir kararının
alınabilmesi için ilgisine göre belirli kurumlardan suçtan elde edilen değere
ilişkin raporun alınması gerektiği hükme bağlanmıştır.
973. Maddenin (2) numaralı fıkrasında tedbirin uygulanabileceği suçlar
sayılmış; (3), (4), (5), (6) ve (7) numaralı fıkralarda ise tedbir konusu mal
ve haklara ilişkin tedbirin uygulanma yöntemleri açıklanmıştır. Maddenin (10)
numaralı fıkrasında da el konulan taşınmaz, hak ve alacakların idaresi
gerektiğinde bu mal varlığı değerlerinin yönetimi amacıyla anılan Kanun’un 133.
maddesine göre kayyım atanabileceği belirtilmiştir.
974. Şirket yönetimi için kayyım tayini ise Kanun’un 133. maddesinde
düzenlenmiştir. Anılan maddede suçun bir şirketin faaliyeti çerçevesinde
işlenmekte olduğu hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve maddi
gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi için gerekli olması hâlinde, soruşturma ve
kovuşturma sürecinde, hâkim veya mahkemenin şirket işlerinin yürütülmesiyle
ilgili olarak kayyım atayabileceği, atama kararında, yönetim organının karar ve
işlemlerinin geçerliliğinin kayyımın onayına bağlı kılındığı veya yönetim
organının yetkilerinin ya da yönetim organının yetkileri ile birlikte ortaklık
payları veya menkul kıymetler idare yetkilerinin tümüyle kayyıma verildiğinin
açıkça belirtileceği, kayyım tayinine ilişkin kararın Ticaret Sicili
Gazetesi’nde ve diğer uygun vasıtalarla ilan olunacağı hükme
bağlanmıştır.
975. Kayyım tayinine konu şirketin, adi ortaklık olabileceği gibi,
kollektif, komandit, anonim, limitet veya kooperatif şirketlerinden birisi de
olabileceği açıktır. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra daha yoğun
olmakla birlikte darbe girişimi öncesinden itibaren birçok şirketle ilgili
yürütülen ceza soruşturma ve kovuşturmaları kapsamında Kanun’un 133. maddesi
gereğince mahkemeler tarafından kayyım atama kararları verilmiştir.
976. 6758 sayılı Kanun ile kabul edilen 15/8/2016 tarihli ve 674
sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun
Hükmünde Kararname’nin 19. maddesinin (1) numaralı fıkrasında anılan maddenin
yürürlüğe girdiği tarihten önce terör örgütlerine aidiyeti, iltisakı veya
irtibatı nedeniyle Kanun’un 133. maddesi uyarınca kayyım atanmasına karar
verilen şirketlerde görev yapan kayyımların görev ve yetkilerinin hâkim veya
mahkeme tarafından TMSF’ye devredileceği ve devirle birlikte kayyımların
görevlerinin sona ereceği hükme bağlanmıştır.
977. Dava konusu kuralların atıf yaptığı 19. maddenin (2) numaralı
fıkrasında ise maddenin yürürlüğe girdiği tarihten
sonra ve olağanüstü hâlin devamı süresince terör örgütlerine aidiyeti, iltisakı
veya irtibatı nedeniyle 5271 sayılı Kanun’un 133. maddesi uyarınca şirketlere
ve aynı Kanun’un 128. maddesinin (9) ve (10) numaralı fıkrası uyarınca
varlıklara kayyım atanmasına karar verildiği takdirde kayyım olarak TMSF’nin
atanacağı öngörülmüştür. 6758 sayılı Kanun’un 19. maddesinin sonraki fıkraları
ile 20. maddesinde ise söz konusu şirket ve varlıkların satış ve
tasfiyesi ile bu kapsamda TMSF’nin hak ve yetkilerine ilişkin hükümler
düzenlenmiştir.
978. 6/2/2018 tarihli ve 7083 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı
Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair
Kanun ile kabul edilen 31/10/2016 tarihli ve 677 sayılı Olağanüstü Hal
Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 7.
maddesinde bu OHAL KHK’sının yürürlüğe girdiği tarihten önce terör örgütlerine
aidiyeti, iltisakı veya irtibatı nedeniyle 5271 sayılı Kanun’un 133. maddesi
uyarınca kayyım atanmasına karar verilen şirketlerde görev yapan kayyımların
yetkilerinin hâkim veya mahkeme kararı ya da talep olmaksızın bu OHAL KHK’sının
yayımı tarihinde sona ereceği ve şirketlerin yönetiminin kayyımlar tarafından
derhâl TMSF’ye devredileceği hükme bağlanmıştır.
979. Kurallar uyarınca şirketin yönetimi ile taşınmaz, hak ve alacaklara
6758 sayılı Kanun’un 19. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca TMSF’nin
kayyım olarak atanmasına ilişkin hükmün 7145 sayılı Kanun’un geçici 1. maddenin
yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı yıl süreyle uygulanması hükme
bağlanmıştır.
980. Kurallar kapsamında ceza soruşturması ve kovuşturması sürecinde
şüpheli veya sanığın hâkim ortak olduğu şirket ile varlıklara (taşınmaz, hak ve
alacaklar, ortaklık payı vb) soruşturma ve kovuşturma sürecinde kayyım atanması
kişilerin malvarlığı üzerinde tasarruf edebilme imkânlarını ortadan
kaldırmaktadır. Dolayısıyla kurallar Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına
alınan mülkiyet hakkına sınırlama getirmektedir.
981. Kurallarda şirket veya
malvarlıklarına kayyım atanabilmesinin kapsam ve sınırlarının açık ve net
olarak düzenlendiği gözetildiğinde kurallarla öngörülen sınırlamanın temel hak
ve özgürlüklerin kanunla sınırlanması gerekliliğini karşıladığı açıktır.
982. Kurallar kapsamında şirketlere ve ortaklık paylarına TMSF’nin
kayyım olarak atanmasının kamu düzeni ve güvenliği aleyhine ortaya çıkabilecek
birtakım faaliyetlerin önlenmesinde daha etkili bir sonuç meydana
getirebileceği söylenebilir. Dolayısıyla kuralın genel
olarak millî güvenlik ve kamu düzeninin sağlanması ve korunmasını hedeflediği,
bu yönüyle sınırlamada kamu yararına dayalı meşru bir amacın bulunduğu
anlaşılmaktadır.
983. 15 Temmuz darbe
girişiminden sonraki süreçte kanun koyucunun terör örgütleri ve benzeri
yapılara karşı yürütülen mücadele kapsamında ceza usulünde düzenlenen koruma
tedbirleriyle ilgili farklı usulleri benimsemesi söz konusu olabilir.
Düzenlemenin niteliği dikkate alındığında meşru amaca ulaşmada kurallardaki
gibi bir usulün benimsenmesinde objektif ve kabul edilebilir nedenlerin
bulunduğu söylenebilir.
984.
Dolayısıyla terör örgütleriyle bağlantısı olduğu iddiasıyla yürütülen ceza
soruşturması ve kovuşturması kapsamında şirket veya varlıklara TMSF’nin kayyım
olarak atanmasını düzenleyen kuralların meşru amaca ulaşma bakımından elverişli
ve gerekli olmadığı söylenemez.
985. Ceza soruşturma ve kovuşturmaları kapsamında terör örgütleriyle
veya benzeri yapılarla bağlantılı kişilerin hâkim ortak ya da pay sahibi
oldukları şirketlerde yönetimle ilgili oluşan aksamaların mali piyasalarda
olumsuz sonuçlar meydana getirebileceği dikkate alındığında şirketlerin
sağlıklı bir şekilde ticari faaliyetlerini yürütebilmesi, ekonomik yönden
zarara uğramaması, ayrıca soruşturma ve suç konusu fiillerin işlenmesinin önüne
geçilebilmesi için yönetimin bu kişilerden alınarak kanunen yetkili ve sorumlu
kılınan kişilere devredilmesi söz konusu olabilir. Bu kapsamda farklı
mevzuatlarda düzenlendiği gibi şirketlerin ve payların yönetiminin kayyıma
devredilmesi gerekliliği ortaya çıkabilecektir.
986. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra başlatılan yoğun soruşturma
sürecinde birçok hâkim ortak ve paydaş hakkında başlatılan soruşturma ve
kovuşturmalar nedeniyle mahkemelerce kayyım ataması gerçekleştirilmiştir.
Farklı kişilerin yürüttüğü kayyımlık faaliyetinde ortaya çıkan yeknesak olmayan
uygulamaların kurumsal hâle getirilmesi için bu nitelikteki şirket ve payların
yönetiminin tek elden yürütülmesi şirketlerin ekonomik varlıklarının etkili bir
şekilde korunmasına ve suç faaliyetlerinin önlenmesine katkı sağlayacağı
açıktır.
987. Ceza usul hukukunda düzenlenen bir
koruma tedbiri olarak şirketlere kayyım atanması için suç konusu bir fiilin varlığı ve bunun bir şirketin
faaliyeti çerçevesinde işlenmekte olduğu hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin
bulunması ayrıca tedbirin maddi gerçeğin ortaya çıkarılabilmesine katkı sağlaması gerekmektedir. Yine taşınmaz,
hak ve alacaklar ile ortaklık payı gibi kişilere ait varlıkların yönetiminin
kayyıma devredilmesinde suç konusunu oluşturan fiil ile bunun işlendiğine ve bu
suçlardan elde edildiğine dair somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebebinin
varlığının bulunması zorunludur.
988. Dolayısıyla kayyım tedbirinin uygulanmasında konusu suç olan
fiil ile bunun ceza soruşturması veya kovuşturması aşamasına taşınması zorunlu
bir unsur olarak öngörüldüğüne göre dava konusu kuralın atıf yaptığı 6758
sayılı Kanun’un 19. maddesinin (2) numaralı fıkrasında kişilerin terör
örgütlerine aidiyet iltisak veya irtibat düzeyindeki bağlantılarının varlığının
TMSF’nin kayyım olarak atanmasında bir şart olarak düzenlendiği anlamına
gelmemektedir. Başka bir ifadeyle terör örgütleriyle aidiyet, iltisak veya
irtibat düzeyindeki bir bağlantı nedeniyle kayyım tedbiri kararı verilmesi
ancak bu fiillerin suç niteliğinde olması ve kişiler hakkında bu nedenle ceza
soruşturması ve kovuşturması yürütülmesi hâlinde söz konusu olacaktır.
Her aidiyet irtibat ya da iltisak fiilinin suçun konusu olduğunu iddia etmek
mümkün değildir. Dolayısıyla kurallar kapsamında suç niteliğinde olmayan
aidiyet irtibat veya iltisak fiillerinin kayyım atanmasına imkân tanıdığı
söylenemez.
989.
Soruşturma evresinde kayyım atanması kararına karşı 5271 sayılı Kanun’un 267.
ve devamı maddeleri gereğince itiraz yoluna başvurulabilmesi mümkündür. Yine anılan Kanun’un 133. maddesinin (3) numaralı fıkrasında
ilgililerin, atanan kayyımın işlemlerine karşı, görevli mahkemeye 22/11/2001
tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu ve 13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı
Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre başvurabilecekleri belirtilmiştir. Ayrıca
5271 sayılı Kanun’un 141. ve devamı maddelerine göre kayyımların görev ve
yetkileri kapsamında işledikleri fiiller nedeniyle ilgililerin devlete karşı
tazminat davası açma imkânlarının bulunduğu anlaşılmaktadır.
990. Buna
göre ceza soruşturması ve kovuşturması kapsamında şirketlere ve varlıklara
TMSF’nin kayyım olarak atanmasına imkân tanıyan kurallarla mülkiyet hakkına
getirilen sınırlamanın ölçülü
olmadığı söylenemez.
991. Açıklanan nedenlerle kurallar, Anayasa’nın 13. ve 35. maddelerine
aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Kuralların Anayasa’nın 2. maddesine de aykırı olduğu ileri
sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların Anayasa’nın 13. ve 35.
maddeleri yönünden yapılan değerlendirmeler kapsamında ele alınmış olması
nedeniyle Anayasa’nın 2. maddesi yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek
görülmemiştir.
Kuralların
Anayasa’nın 38. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
2. Maddenin (2) Numaralı Fıkrası
a. Anlam ve Kapsam
992. Dava konusu kural kapsamında olağanüstü hâl döneminde 5271 sayılı
Kanun’un 128. maddesinin (9) ve (10) numaralı fıkraları gereğince el konulan
taşınmaz, hak ve alacaklar ile aynı Kanun’un 133. maddesi uyarınca ceza
soruşturması veya kovuşturması kapsamında şirketlere TMSF’nin kayyım olarak
atandığı dosyalarla ilgili olarak TMSF, TMSF’nin ilişkili olduğu
bakan, TMSF’nin kayyımlık yetkisi kapsamında atananların veya
görevlendirilenlerin hak, yetki ve sorumluluklarını ve şirket ve mal varlığı
değerlerine ilişkin, kefalet ve takip dâhil tüm muafiyetleri düzenleyen kanun
hükümlerinin ceza soruşturması veya kovuşturması kesinleşinceye ya da satış
veya tasfiye işlemleri tamamlanıncaya kadar uygulanacağı öngörülmekle söz
konusu Kanunların zaman bakımından uygulanmasına yönelik düzenlemeler
getirilmektedir.
993. Bu kapsamda TMSF, TMSF çalışanları veya kayyımlık yetkisi
kapsamında atananlar veya görevlendirilenler ile ilgili Bakan’ın görev, hak ve
yetkileriyle ilgili olarak 6758 sayılı Kanun’un 19. maddesinin;
- (3) numaralı fıkrasında 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar
Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hâl kapsamında yürürlüğe
konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan ve Vakıflar Genel
Müdürlüğüne veya Hazineye devredilen şirketler hariç olmak üzere (1) ve (2)
numaralı fıkralar kapsamındaki şirketler, soruşturma ve kovuşturma sonuna kadar
TMSF’nin gözetiminde, TMSF’nin atadığı yöneticiler tarafından ticari teamüllere
uygun olarak ve basiretli tüccar gibi yönetileceği, bu şirketlerin
yöneticilerinin TMSF tarafından atanacağı ve görevden alınacağı, bu şirketlerin
mali durumu, ortaklık yapısı, piyasa koşulları veya diğer sorunları nedeniyle
şirketin yahut varlıklarının veya 5271 sayılı Kanun’un 128. maddesinin (10)
numaralı fıkrasında belirtilen malvarlığı değerlerinin veya hakkında şahıs kayyımlık
kararı bulunmasa dahi anılan şirket ve/veya malvarlığı değerlerinde payları
bulunup aleyhlerinde mahkemece kaçak kararı verilen kişilerin bu paylarının
kısmen ya da tamamen satılmasına veya feshi ile tasfiyesine TMSF tarafından
karar verilebileceği, satış ve tasfiye işlemleri ilgili şirketin
yönetim/müdürler kurulu veya TMSF tarafından yerine getirileceği, satılan
şirketlerin kayyımlık kararının hisselerinin devrini müteakip TMSF’nin talebi
üzerine ilgili mahkeme veya hâkimliklerce kaldırılacağı,
- (4) numaralı fıkrasında (3) numaralı fıkra kapsamında gerçekleştirilen
varlık ve malvarlığı değeri satışlarına bağlı olarak elde edilen gelirden
borçlar ödendikten sonra kalan tutarın şirket işlerinde kullanılabileceği, (3)
numaralı fıkra kapsamında gerçekleştirilen fesih ve tasfiye işlemleri sonunda
borçlar ödendikten sonra kalan tutarın, yargılamanın kesin hükümle
sonuçlandırılmasına kadar bir kamu bankasında açılan hesapta nemalandırılacağı,
- (5) numaralı fıkrasında (3) numaralı fıkra kapsamında gerçekleştirilen
satış ve tasfiye işlemlerinde azınlık hisselerinin sahiplerinin rızasının
aranmayacağı,
- (7)
numaralı fıkrasında (1) ve (2) numaralı fıkralar uyarınca TMSF’nin kayyım
olarak atanmasına karar verilen şirket, taşınmaz, hak, varlık ve alacaklar
hakkında 5271 sayılı Kanun’un 128. maddesi uyarınca verilen elkoyma ve tedbir
kararlarının, kayyım yetkisinin TMSF’ye devriyle birlikte kendiliğinden
kalkacağı,
- (8) numaralı fıkrasında kayyımların yetkilerinin
TMSF’ye devredildiği veya TMSF’nin kayyım olarak atandığı şirketlerde, şirketin
ortaklarının şirkette sahip olduğu pay oranında yeni kurulacak şirketlerde pay
sahibi olmaları koşuluyla şirket yönetim organının önerisi ve TMSF kurul
kararıyla yeni şirket kurulmasına karar verilebileceği, bu hâlde şirket
ortaklarının yeni şirket kurulmasına ilişkin izin ve muvafakatlerinin
aranmayacağı, kurulacak şirketin sermayesinin kayyımların yetkileri TMSF’ye
devredilen veya TMSF’nin kayyım olarak atandığı şirket tarafından ayni veya
nakdi olarak karşılanacağı, yeni şirketin kuruluşuna ilişkin hususların
şirketlerin yönetim organlarınca hazırlanacağı ve TMSF Kurulunun onayına
sunulacağı, TMSF kurul kararıyla kuruluşun gerçekleşeceği, ilgili ticaret
sicilinde resen tescil ve ilan olunacağı, yeni kurulan şirkette kayyımlık
yetkisinin bir mahkeme veya hâkim kararına gerek olmaksızın TMSF’ye devredilmiş
sayılacağı,
- (9) numaralı fıkrasında TMSF’nin kayyımlık
görevini yürüttüğü şirketlerin genel kurullarının yetkilerinin, 6102 sayılı
Kanun hükümlerine tabi olunmaksızın TMSF tarafından kullanılabileceği, bu
kapsamda bir şirketin bölünmesine karar verilmesi hâlinde TMSF’nin, bölünme
yolu ile kurulan bu şirkete kayyım atayacağı,
- (11) numaralı fıkrasında da TMSF’nin yönetim
organı yetkilerini ya da yönetim organı yetkileri ile birlikte ortaklık payları
veya menkul kıymetler idare yetkilerini haiz kayyım olarak görevlendirildiği
şirketlerde ana sözleşmelerine bağlı olmaksızın -kayyım atanmasından önceki
dönem bilanço ve kâr/zarar hesaplarını tasdik ile bu dönemlerde görev yapan
yönetim/müdürler kurullarını ibra etmek anlamına gelmemek kaydıyla- bu maddenin
(9) numaralı fıkrası çerçevesinde, şirketlere kayyım atanan faaliyet dönemini
izleyen dönemden başlamak üzere kısmen ya da tamamen kâr dağıtımına karar
verilebileceği, dağıtımına karar verilen kârın millî güvenliğe tehdit
oluşturduğu tespit edilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine
üyeliği veya iltisakı ya da bunlarla irtibatı nedeniyle haklarında mahkûmiyet
kararı bulunmayan hissedarlara payları oranında ödeneceği, soruşturma veya
kovuşturması devam edenlerin hissesine isabet edecek kâr payının kovuşturmaya
yer olmadığına, beraate, ceza verilmesine yer olmadığına, davanın reddine
veya düşmesine ilişkin kararın kesinleşmesine kadar ödenmeyerek TMSF
hesaplarında tutulacağı, hakkında soruşturma, kovuşturma bulunmama veya
müsadere kararı verilmemiş olma şartının, borsada işlem gören hisseler
bakımından aranmayacağı, kâr dağıtımı kararının ilişkili olduğu faaliyet dönemi
mali verilerinin ve tablolarının tasdiki anlamına gelmeyeceği,
hükme
bağlanmıştır.
994. Yine bu kapsamda 6758
sayılı Kanun’un 20. maddesinin;
- (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde 5411 sayılı Kanun ile
temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi
TMSF tarafından devralınan şirketler ve bunların varlıkları ile ilgili olarak
TMSF’ye verilen yetkilerin, bu Kanun ile TMSF’ye verilen kayyımlık görevi ile
satış veya tasfiye işlemlerinde, bu şirketlerin yahut bunların sahiplerinin
TMSF’ye borçlu olup olmadığına ve varlıkları üzerinde TMSF’nin haczi bulunup
bulunmadığına bakılmaksızın kıyasen uygulanacağı, üçüncü cümlesinde şirketlerin
tasfiye işlemlerini yürütmek üzere TMSF Kurulu tarafından görevlendirilen
tasfiye komisyonunun, adli işlemler veya davalar bakımından taraf ehliyetine
sahip olduğu, devamındaki cümlelerde de TMSF’nin kayyım olarak atandığı
şirketlerin ya da ya da ortaklık paylarının bu madde kapsamında satışından elde
edilecek tutardan, satış, dava veya avukatlık masrafları düşüldükten sonra
kalan tutarın yargılamanın kesin hükümle sonuçlandırılmasına kadar bir hesapta
nemalandırılacağı, şirket varlıklarının veya malvarlığı değerlerinin bu madde
kapsamında satışından elde edilecek tutarların ise, 5411 sayılı Kanun’un 134.
maddesi uyarınca oluşturulan sıra cetveline göre dağıtılacağı, sıra cetveline
göre dağıtım yapıldıktan sonraki bakiyenin, bu 6758 sayılı Kanun’un 19.
maddesinin (4) numaralı fıkrasında yer alan işlemlerin tesisi için şirket
hesaplarına aktarılacağı, ortaklık paylarının satışında, satışa ilişkin
masraflar ile dava veya avukatlık masraflarının, millî güvenliğe tehdit
oluşturduğu tespit edilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine
üyeliği veya iltisakı ya da bunlarla irtibatı bulunmayan hissedarların payından
düşülmeyeceği,
- (2) numaralı fıkrasında şirket varlıklarının ticari ve
iktisadi bütünlük yoluyla satışına karar verilmesi hâlinde TMSF Kurulunun,
geçmiş dönem borçlarını, bu borçların FETÖ/PDY’ye aidiyeti, iltisakı veya
irtibatı olmayan kişilerle gerçek mal veya hizmet ilişkisine dayanması ve 5411
sayılı Kanun’un 134. maddesinde belirtilen koşulları karşılaması şartıyla ihale
bedelinden ödemeye veya ihale alıcısına ödettirmeye yetkili olduğu,
belirtilmiştir.
995. TMSF’nin görev hak ve yetkisiyle
ilgili olarak kayyım olarak atandığı şirketlerin kefaletine yönelik
düzenlemelerin yer aldığı 1/2/2018 tarihli ve 7071 sayılı Olağanüstü Hal
Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin
Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun’un 34. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında TMSF’nin kefalet kapsamında şirket borçlarının ödenmesi ya da şirket
sermaye ihtiyacının karşılanmasını teminen öncelikle şahsi malvarlığı
değerlerine kayyım atanmamış kefillerin varlıklarına müracaat edilmek kaydıyla
kefillerin varlıklarının doğrudan veya ticari ve iktisadi bütünlük yoluyla
satılması konusunda yetkili olduğu belirtilmiştir. Söz konusu fıkra Anayasa
Mahkemesinin 14/11/2019 tarihli ve E.2018/90, K.2019/85 sayılı kararıyla iptal
edilmiştir.
996. Şirketler, ortaklık payı veya varlıklar
hakkında kovuşturma sonunda verilen müsadere kararı üzerine TMSF’ye satış ve
tasfiye işlemleri ile kayyımlık görev, hak ve yetkisi kapsamında mal varlıklarını
idare etme yetkisi veren 1/2/2018 tarihli ve 7076 sayılı Olağanüstü Hal
Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin
Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun’un 1. maddesinde 5271 sayılı
Kanun’un 133. maddesi uyarınca kayyım atanmasına karar verilip 6758 sayılı
Kanun’un 19. maddesine göre kayyımlık yetkisi TMSF tarafından kullanılan
şirketlerin ortaklık paylarının ve varlıkların 5237 sayılı Kanun’un İkinci
Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümlerinde
tanımlanan suçlar ile 3713 sayılı Kanun ile 7/2/2013 tarihli ve 6415 sayılı
Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun’un İkinci Bölümü kapsamına
giren suçlardan dolayı müsaderesine karar verilmesi hâlinde müsadere kararı; bu
şirket, ortaklık payları ve varlıkların TMSF tarafından satış ve tasfiye
edilmesi suretiyle yerine getirileceği, satış ve tasfiye sürecinde şirket,
ortaklık payları ve varlıkların yönetiminin 6758 sayılı Kanun’un 19. maddesine
göre atanan yöneticiler tarafından yürütülmesine devam edileceği, satış veya
tasfiyeden elde edilen gelirlerin Hazineye irat kaydedileceği belirtilmek
suretiyle TMSF’nin kayyım sıfatından kaynaklanan yetkilerinin satış ve tasfiye
işlemlerinin tamamlanmasına kadar devam edeceği hükme bağlanmıştır. Anılan
maddenin (2) numaralı fıkrasında ise şirketin yüzde ellinin altındaki ortaklık
paylarının müsadere edilmesine karar verilmesi hâlinde, müsadereye konu bu
payların TMSF tarafından satışa çıkarılacağı, en az iki kez satışa çıkarılmış
olmasına rağmen satışın gerçekleşmemesi hâlinde ortaklık payları ilgili şirkete
bedeli mukabilinde devredilebileceği ve payların bedeli şirket tarafından
Hazineye ödeneceği belirtilmiştir.
997. TMSF’nin ilgili olduğu bakan’ın görev ve yetkisi ile
ilgili olarak 6102 sayılı Kanun’un 399. maddesinin (6) numaralı fıkrasında
kayyımlık görevinin TMSF tarafından yürütüldüğü şirketlerde faaliyet döneminin
dördüncü ayına kadar denetçi seçilememiş olması hâlinde denetçinin, şirket
yönetim kurulunun teklifi üzerine TMSF’nin ilişkili olduğu bakan tarafından
atanacağı, bakanın bu yetkisini TMSF Kuruluna devredebileceği
belirtilmiştir.
998. Genel
olarak kayyımların görev, hak ve yetkileriyle ilgili düzenlemelerin yer aldığı
ve bu yönüyle TMSF’yi de ilgilendiren 6/2/2018 tarihli ve 7085 sayılı
Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde
Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun’un 7. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında, 5271 sayılı Kanun’un 133. maddesi uyarınca kayyım atanan
şirketlerin, kayyım atanmasından önceki sahipleri, ortakları, yönetim kurulu
üyeleri, müdürleri ve diğer sorumlu yetkilileri aleyhine kayyımlar tarafından
açılmış veya açılacak şahsi sorumluluk davalarında ilgili tüzel kişiliğin genel
kurulunun veya yetkili kurulunun kararının aranmayacağı, (2) numaralı
fıkrasında kayyım atanan şirketlerin soruşturma kapsamındaki şüpheli ortakları
ile kayyım tarafından hakkında şahsi sorumluluk davası açılan şirket
ortaklarına ait ortaklık hak ve paylarının, soruşturma veya davanın açıldığı
tarihten soruşturma, kovuşturma veya davanın kesin hükümle sonuçlandığı tarihe
kadar devir ve temlik edilemeyeceği, ortaklık hak ve paylarına ait temsil ve
idare yetkisinin kayyım tarafından kullanılacağı hükme bağlanmıştır.
999. TMSF’nin kayyım olarak atandığı
şirket ve malvarlığı değerlerine yönelik muafiyetlerle ilgili olarak 6758
sayılı Kanun’un 19. maddesinin;
- (6) numaralı fıkrasında, kayyımlık görevi TMSF tarafından
yürütülen şirketlerin, açtıkları davalarda harçtan muaf olduğu,
- (8) numaralı fıkrasında, TMSF’nin kayyım olarak atandığı şirketlerde,
yeni şirket kurulmasına karar verildiğinde şirketin tescile tabi tüm
hususlarıyla ilgili her türlü vergi, resim ve harçtan muaf olduğu, kuruluş
işlemlerinin ilgili mevzuata tabi olmaksızın uygulanacağı,
öngörülmüştür.
1000. Fon çalışanları veya kayyımlık yetkisi kapsamında atanan
veya görevlendirilenlerin sorumluluklarıyla ilgili 6758 sayılı Kanun’un 20.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında yönetim ve
denetimi veya kayyımlık yetkisi TMSF’ye devredilen veya TMSF’nin kayyım olarak
atandığı banka/şirketleri ve ortaklık paylarını soruşturma, kovuşturma veya
iflas ve tasfiye süresince yönetmek ve temsil etmek üzere atananlar,
görevlendirilenler veya atananlar tarafından temsil yetkisini haiz olmak üzere
görevlendirilenler ile 5271 sayılı Kanun’un 128. maddesinin (10) numaralı
fıkrasına göre malvarlığı değerlerinin yönetimi amacıyla atananlar,
görevlendirilenler veya atananlar tarafından temsil yetkisini haiz olmak üzere
görevlendirilenler ve bu kapsamda icra edilen iş ve işlemler
hakkında 8/11/2016 tarihli ve 6755 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında
Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme
Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine
Dair Kanun’un 37. maddesinin uygulanacağı belirtilmiştir.
1001. Anılan hükmün atıfta bulunduğu 6755 sayılı Kanun’un 37. maddesinin (1) numaralı fıkrasında 15/7/2016 tarihinde
gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki
eylemlerin bastırılması kapsamında karar alan, karar veya tedbirleri icra eden,
her türlü adli ve idari önlemler kapsamında görev alan kişiler ile olağanüstü
hâl süresince yayımlanan kanun hükmünde kararnameler kapsamında karar alan ve
görevleri yerine getiren kişilerin bu karar, görev ve fiilleri nedeniyle
hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğunun doğmayacağı düzenlenmiştir.
1002. Dava konusu kural uyarınca söz konusu hükümler TMSF’nin kayyım
atandığı dosyalar bakımından ceza soruşturması veya kovuşturması kesinleşinceye
ya da satış veya tasfiye işlemleri tamamlanıncaya kadar uygulanacaktır.
b. İptal Talebinin Gerekçesi
1003. Dava dilekçesinde özetle; olağanüstü hâl döneminde
TMSF’nin kayyım olarak atandığı şirketlerle ilgili işlem tesis eden TMSF
yetkilileri hakkında sorumsuzluk getiren düzenlemelerin yapıldığı, kuralın söz
konusu kanun hükümlerinin olağanüstü hâl döneminden sonrasını kapsayacak
şekilde uygulanmasına imkân tanımak suretiyle kişilerin şahsi sorumluluktan
kurtarıldığı, hukuka aykırı ve keyfî davranışların önünün açıldığı ayrıca bu
kapsamdaki işlemlerden zarar gören kişilerin dava açma imkânlarının ortadan
kaldırılması suretiyle TMSF yetkililerine dokunulmazlık getirildiği
belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
c.
Anayasa’ya Aykırılık İddiası
1004. Hukuk devletinin temel unsurlarından olan hukuki belirlilik ilkesi
hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete
güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu
zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (AYM, E.2015/41, K.2017/98,
4/5/2017, §§ 153, 154).
1005. Kanuni düzenlemelerin anlam ve
kapsamının belirlenebilir olması bireyler açısından hukuk güvencesini
sağlayarak bireylerin belirli bir hareketi yapmaktan doğabilecek
sonuçları, en azından içinde bulunulan şartların getirdiği makul bir ölçüde değerlendirebilmelerine imkân tanımaktadır. Bu
yönüyle kapsam ve içeriği anlaşılabilir olmayan bir
hukuk normunun uygulanması sırasında ortaya çıkacak sonuçların öngörülebilir
olduğu söylemek mümkün değildir.
1006. Dava konusu kuralda yer alan ve olağanüstü hâl
döneminde yürürlüğe giren TMSF ile TMSF’nin kayyımlık yetkisi kapsamında
atananlar veya görevlendirilenlerin görev, hak, yetki ve sorumluluklarını ve
şirket ve mal varlığı değerlerine ilişkin, kefalet ve takip dâhil tüm
muafiyetleri düzenleyen kanun hükümlerinin, düzenleyici işlemlerde
olduğu gibi benzer durumda bulunan kişilere ve olaylara olağanüstü hâl sonrası
durumları da dikkate alınmak suretiyle uygulanacak şekilde geleceğe yönelik
hüküm ve sonuç doğurma özelliği taşıdığı, başka bir ifadeyle kuralın olağanüstü
hâlden sonraki süreçte tarafların statülerinde değişiklik meydana getirecek
şekilde hukuki işlemlere esas alınabilecek genel ve soyut nitelikte olduğu
anlaşılmaktadır.
1007. Bunun yanında anılan kanun hükümlerinde TMSF ve TMSF’nin kayyımlık yetkisi kapsamında atananların veya
görevlendirilenlerin görev, hak, yetki ve sorumluluklarının ağırlıklı
olarak düzenlendiği 6758 sayılı Kanun’un 19. maddesinin (3) numaralı fıkrasında
anılan maddenin (1) ve (2) numaralı fıkralarına göre TMSF’nin kayyımlık
görevinin soruşturma ve kovuşturmanın sonuna kadar devam edeceği
belirtilmiştir. Yine kuralda geçen kişilerin sorumluluğuna yönelik düzenlemenin
yer aldığı 4758 sayılı Kanun’un 20. maddesi ve bu maddenin atıf yaptığı kanun
hükmüne göre kişilerin sorumluluk döneminin soruşturma ve kovuşturma süreci
olduğu anlaşılmaktadır.
1008. Dava konusu kuralla atıfta bulunulan 7076 sayılı Kanun’un 1.
maddesinde de müsadere kararı verilen şirket, ortaklık payı veya varlıkların
satış ve tasfiye işlemlerini TMSF’nin yürüteceği bunlarla ilgili yönetimin
kayyımlık görev ve yetkisi kapsamında TMSF tarafından yerine getirileceği
belirtilmiştir.
1009. Dolayısıyla kural kapsamındaki kurum ve
kişilerle ilgili hak, görev, yetki ve sorumluluk ile şirket mal varlığı
değerlerine ilişkin muafiyetleri düzenleyen kanun hükümlerinin
uygulanabilirliğinin TMSF’nin kayyım olarak atandığı dosyalarda, soruşturma ve
kovuşturmaların sona erdiği tarihe, satış ve tasfiyeye tabi mal varlıklarında
ise bu işlemlerin tamamlanmasına kadar devam edeceği anlaşılmaktadır.
1010. Kuralın atıfta bulunduğu kanun
hükümlerinin yürürlüğünün TMSF’nin kayyım olarak atandığı dosyalar yönünden
ceza soruşturması veya kovuşturmasının kesinleşme ya da satış veya tasfiye
işlemlerinin tamamlanması tarihine kadar devam etmesi hükme bağlanmakla
birlikte kuralda uygulanabilirliği bu tarihlerden önce sona eren TMSF ve
TMSF’nin kayyımlık yetkisi kapsamında atananlar veya
görevlendirilenlerin görev, hak, yetki ve sorumlulukları ve şirket ve
malvarlığı değerlerine ilişkin, kefalet ve takip dâhil tüm muafiyetleri
düzenleyen başka hangi kanun hükümlerinin bulunduğuna ilişkin bir belirlilik
bulunmamaktadır.
1011. Bu itibarla kuralın anlam ve kapsamı itibarıyla
uygulanabilirliğini tespit etmede esas alınacak söz konusu kanun hükümlerinin herhangi bir tereddüde yer vermeyecek şekilde açık ve net olarak
belirlenememesi, kuralı öngörülebilirlik boyutundan uzaklaştırmaktadır. Bu
nedenle kural, hukuk devleti ilkesiyle çelişmektedir.
1012. Açıklanan nedenlerle
kural, Anayasa’nın 2. maddesine aykırıdır. İptali gerekir.
3. Maddenin (3) Numaralı Fıkrası
a. İptal Talebinin Gerekçesi
1013. Dava dilekçesinde özetle; dava konusu kuralla geçmişte yapılmış
bazı devir işlemlerinin herhangi bir soruşturma ya da incelemeye tabi
tutulmadan muvazaalı sayılarak geçersiz sayıldığı, üçüncü kişilerin mal
varlığına yapılan müdahaleyi haklı kılan herhangi bir kamu yararının
bulunmadığı, bir işlemin muvazaalı olup olmadığının tespitinin yargılamayı
gerektirdiği, dolayısıyla yargısal bir inceleme sonucu verilecek kararla tespit
edilmesi gereken muvazaanın doğrudan yasal düzenlemeye konu edilmesinin
fonksiyon gaspı anlamına geldiği, kuralda aksinin ispatı mümkün olmayan
kanuni bir karine ile üçüncü kişilerin mal varlığına el konulmasının ceza
sorumluluğunun şahsiliği ilkesine aykırı olduğu, hiçbir gerekçe gösterilmeden
genel müsadere şeklinde tüm pay devirlerinin geçersiz sayılarak üçüncü
kişilerin pay ve haklarına el konulmasının mülkiyet hakkını zedelediği
belirtilerek kuralın Anayasa’nın Başlangıç kısmı ile 9., 35. ve 38. maddelerine
aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
b. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
1014. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural, ilgisi nedeniyle
Anayasa’nın 13. ve 48. maddeleri yönünden de incelenmiştir.
1015. Şirket ortaklık pay ve haklarının
mülkiyet hakkı kapsamında olduğu hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Öte yandan Anayasa’nın 48. maddesinin
birinci fıkrasında “Herkes, dilediği alanda çalışma ve sözleşme
hürriyetlerine sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir.” denilmek
suretiyle sözleşme özgürlüğü güvenceye bağlanmıştır. Sözleşme özgürlüğü
devletin kişilerin istedikleri hukuki sonuçlara ulaşmalarını sağlaması ve bu
bağlamda kişilerin belli hukuki sonuçlara yönelen iradelerini geçerli olarak
tanıması, onların iradelerinin yöneldiği hukuki sonuçların doğacağını ilke
olarak benimsemesi ve koruması anlamına gelmektedir. Sözleşme özgürlüğü
uyarınca kişiler, hukuksal ilişkilerini özgür iradeleriyle ve sözleşmelerle
düzenlemekte serbesttir. Sözleşme özgürlüğü, sözleşme yapma serbestisinin yanı
sıra yapılan sözleşmelere dışarıdan müdahale yasağını da içerir.
1016. Kuralla, 5271 sayılı Kanun’un 133. maddesi gereğince kayyım atanan
şirketlerde ceza soruşturmasının başladığı tarih ile TMSF’nin kayyım olarak
atandığı tarihler arasında hukuk düzeninin öngördüğü şekilde şirket ortaklık
pay ve hakkı elde eden kişilerin devir ve temliklerinin geçersiz sayılarak
iptal edilmesi, Anayasa’nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkını
sınırlandırdığı gibi hukuk düzeninin öngördüğü şekilde geçerli olarak yapılan
devir ve temliklerin temelinde yatan işlemlerin (hisse devir sözleşmesi,
alacağın temliki vs.) geçersiz sayılması suretiyle Anayasa’nın 48. maddesinde
güvence altına alınan sözleşme özgürlüğüne de sınırlama getirilmektedir.
1017. Kuralın millî güvenliğe ve kamu düzenine aykırı faaliyetlerin
odağı hâline gelme şüphesi bulunan şirketlerin mal varlığının kaçırılmasının
önlenerek bunların anılan faaliyetlerin finanse edilmesinde kullanılmasını
engellemek amacıyla ihdas edildiği dolayısıyla meşru bir amacının olduğu ve bu
amacı gerçekleştirmek için elverişli ve gerekli olduğu anlaşılmaktadır.
1018. Kuralla, kayyım atanan şirketlerde ceza soruşturmasının başladığı
tarihten TMSF’nin kayyım olarak atandığı tarihe kadarki süreçte şirket
ortaklarının pay ve haklarına ilişkin üçüncü kişilerle yaptıkları devir ve
temlikler muvazaalı kabul edilerek iptal edilmekte ve resen ticaret sicilinden
terkin edilmektedir. Kural belirli bir dönemde yapılan ve o dönemde hukuken varlık
kazanmış ve tamamlanmış hukuki işlemlere yönelik müdahale öngörmektedir.
1019. Kural kapsamında işlemin yapıldığı dönem şartları (ceza
soruşturmasının başlaması) muvazaanın varlığının ortaya konulmasında yeterli
bir olgu olarak görülmüş ise de kuralda kişilerin somut olay koşullarında devir
işleminin geçerli hukuki nedenlere dayandığını ispat etmesini engelleyen
herhangi bir durum öngörülmemiştir.
1020. Dolayısıyla kuralda kayyım atanan şirketlerde ortaklık pay ve
hakkını devralan iyiniyetli üçüncü kişilerin muvazaanın olgusal temelini
oluşturan gerçek iradeye aykırı işlem tesis edildiğinin aksini iddia ve ispat
etme imkânlarının olmadığı söylenemez. Bu yönüyle kuralın ihdas amacına uygun
kullanılmasını sağlayacak ve bu konudaki keyfîliği önleyecek yasal güvencelerin
bulunduğu anlaşılmaktadır.
1021. Bu açıdan hukuki ilişkinin kurulduğu tarih itibariyle yürürlükte
olan kanun hükümlerine göre kazanılan şirket ortaklık pay ve hakkının muvazaalı
olduğu kabul edilerek ortadan kaldırılmasını öngören kuralla mülkiyet hakkı ve
sözleşme özgürlüğüne getirilen sınırlamanın ölçülü olmadığı söylenemez.
1022. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 13., 35. ve 48.
maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin
YILDIRIM, M. Emin KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ bu görüşe katılmamışlardır.
Kural, Anayasa’nın 13., 35. ve 48. maddelerine aykırı görülerek iptal
edildiğinden ayrıca Anayasa’nın 9. ve 38. maddeleri yönünden incelenmemiştir.
V. İPTALİN DİĞER KURALLARA ETKİSİ
1023. 6216 sayılı Kanun’un
43. maddesinin (4) numaralı fıkrasında kanunun, Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin
veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün belirli kurallarının iptali,
diğer kurallarının veya tümünün uygulanmaması sonucunu doğuruyorsa bunların da
Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilebileceği öngörülmektedir.
1024. 7145 sayılı Kanun’un
11. maddesiyle 2941 sayılı Kanun’un 17. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “…1402
sayılı Sıkıyönetim Kanununun 15 inci maddesinde yazılı suçları işleyenler…”
ibaresinin “…26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 109, 124,
148, 149, 170 ila 172, 179, 185 ila 188, 190, 202, 213 ila 217, 220, 223, 240,
299 ila 339 uncu maddelerinde belirtilen suçları işleyenler…” şeklinde
değiştirilmesi ile anılan maddeye eklenen ikinci, üçüncü ve dördüncü fıkraların
iptalleri nedeniyle uygulanma imkânı
kalmayan anılan maddenin kalan kısmının 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesinin (4)
numaralı fıkrası gereğince iptali gerekir.
1025. 7145
sayılı Kanun’un 23. maddesiyle 7075 sayılı Kanun’a eklenen 10/A maddesinin (1) numaralı fıkrası ile (2) numaralı fıkranın birinci
cümlesinin iptali nedeniyle
uygulanma imkânı kalmayan anılan maddenin kalan kısmının 6216 sayılı Kanun’un
43. maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince iptali gerekir.
1026. 7145 sayılı Kanun’un 26. maddesiyle 375 sayılı KHK’ya
eklenen geçici 35. maddesinin (A) fıkrasının birinci paragrafının ikinci
ve üçüncü cümlelerinde yer alan “…Resmî Gazetede
yayımlanır…” ibarelerinin iptali nedeniyle
anılan cümlelerin kalan kısımlarının 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı fıkrası
gereğince iptalleri gerekir.
1027. 7145 sayılı Kanun’un 26. maddesiyle 375 sayılı KHK’ya
eklenen geçici 35. maddesinin (Ç) fıkrasının birinci paragrafının “…üç
yıl….” ve “…19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu uyarınca
müşteri sırrı kapsamında kabul edilenler hariç,…” ibareleri dışında kalan
kısmının iptali nedeniyle “…19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık
Kanunu uyarınca müşteri sırrı kapsamında kabul edilenler hariç,…”
ibaresinin 6216 sayılı
Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince iptali gerekir.
1028. 7145 sayılı Kanun’un 26. maddesiyle 375 sayılı KHK’ya
eklenen geçici 35. maddesinin (D) fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “…üç yıl…” ibaresi
dışında kalan kısmının iptali nedeniyle fıkranın ikinci ila altıncı
cümlelerinin 6216 sayılı
Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince iptali gerekir.
1029. 7145 sayılı Kanun’un 26. maddesiyle 375 sayılı KHK’ya
eklenen geçici 35. maddesinin (D) fıkrasının birinci cümlesinin iptali nedeniyle anılan maddenin (E)
fıkrasında yer alan “… ve
(D)…” ibaresinin 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince
iptali gerekir.
1030. 7145 sayılı Kanun’un 26. maddesiyle 375 sayılı KHK’ya
eklenen geçici 35. maddesinin (D) fıkrasının birinci cümlesinin iptali nedeniyle anılan maddenin (F)
fıkrasında yer alan “… ve
(D)…” ibaresinin 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince
iptali gerekir.
VI. YÜRÜRLÜĞÜN
DURDURULMASI TALEBİ
1031. Dava dilekçesinde
özetle, dava konusu kuralların bu hâliyle uygulanmasının telafisi güç veya
imkânsız zararların doğmasına sebebiyet vereceği belirtilerek kuralların
yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi talep edilmiştir.
A. 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un;
1. 2. maddesiyle 4/1/1961 tarihli ve 211
sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’na eklenen;
a. 56/A maddesinin birinci fıkrasının “…veya
bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde askerî birlik
komutanının veya askerî kurum amirinin ya da hukuk hizmetleri başkanı veya birim
amirinin yazılı emri…” bölümüne,
b. 56/B maddesinin birinci fıkrasının;
i. İkinci cümlesinde yer alan “…gerektiğinde el ile…” ibaresine,
ii. İkinci cümlede yer alan “…aracı,…” ibaresi yönünden üçüncü
ve dördüncü cümlelerine,
2. 5. maddesiyle 9/7/1982 tarihli ve 2692
sayılı Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanunu’na eklenen ek 7. maddenin birinci
fıkrasında yer alan “…veya bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca
bulunan hâllerde birlik komutanının veya kurum amirinin yazılı emri…” ibaresine,
3. 6. maddesiyle 10/3/1983 tarihli ve 2803
sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu’na eklenen 15/A maddesinin
birinci fıkrasında yer alan “…veya bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde
sakınca bulunan hâllerde birlik komutanının veya kurum amirinin yazılı emri…”
ibaresine,
4. 9. maddesiyle 6/10/1983 tarihli ve 2911
sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 7. maddesinin değiştirilen
ikinci fıkrasına,
5. 10. maddesiyle 1/11/1983 tarihli ve 2937
sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Millî İstihbarat
Teşkilatı Kanunu’nun 30. maddesine eklenen beşinci fıkraya,
6. 11. maddesiyle 4/11/1983 tarihli ve 2941
sayılı Seferberlik ve Savaş Hali Kanunu’nun ibare değişikliği yapılan ve fıkra
eklenen 17. maddesine,
7. 12. maddesiyle 12/4/1991 tarihli ve 3713
sayılı Terörle Mücadele Kanunu’na eklenen ek 4. maddenin birinci fıkrasının
birinci cümlesinin;
a. “…ile Milli Güvenlik Kurulunca
Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı,
oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti ve iltisakı yahut bunlarla irtibatı
nedeniyle kamu görevinden çıkarılanların…” bölümünde yer alan “…Milli
Güvenlik Kurulunca…” ve “…üyeliği, mensubiyeti ve…” ibarelerine,
b. “...bu silahların mülkiyetinin
kamuya geçirilmesine karar verilir ve 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli
Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunun ek 8 inci maddesine
göre ilgili idarelerce işlem tesis edilir.” bölümüne,
8. 13. maddesiyle 3713 sayılı Kanun’a
eklenen geçici 19. maddenin (c) bendine,
9. 21. maddesiyle 18/10/2016 tarihli ve
6749 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde
Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun’un 4. maddesinin
(2) numaralı fıkrasına eklenen üçüncü cümleye,
10. 22. maddesiyle 1/2/2018 tarihli ve 7075
sayılı Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun
Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun’un 10.
maddesinin değiştirilen (1) numaralı fıkrasının;
a. Dördüncü cümlesinin “…Ankara, İstanbul, İzmir illeri
dışında ve 2006 yılından sonra kurulan yükseköğretim kurumlarına öncelik
verilmek kaydıyla, Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı tarafından kamu görevinden
çıkarıldığı yükseköğretim kurumu haricinde tespit edilecek yükseköğretim
kurumlarından birine…” bölümüne,
b. Dokuzuncu cümlesinde yer alan “…ile mali hakları…”
ibaresine,
c. On üçüncü cümlesine,
11. 23. maddesiyle 7075 sayılı Kanun’a
eklenen 10/A maddesine,
12. 26. maddesiyle 27/6/1989 tarihli ve 375
sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye eklenen geçici 35. maddenin;
a. (A) fıkrasının birinci paragrafının;
i. Birinci cümlesinde yer alan “…Millî Güvenlik Kurulunca…”
ve “…üyeliği, mensubiyeti veya…” ibarelerine,
ii. İkinci ve üçüncü cümlelerine,
iii. Beşinci cümlesinde yer alan “Görevden uzaklaştırılanlar
veya…” ibaresine,
b. (B) fıkrasının;
i. Birinci paragrafında yer alan “…Millî Güvenlik Kurulunca…”
ve “…üyeliği, mensubiyeti veya…” ibarelerine,
ii. Dördüncü paragrafının;
(1) Birinci Cümlesinde yer alan “…Millî Güvenlik Kurulunca…”
ve “…üyeliği, mensubiyeti veya…” ibarelerine,
(2) Üçüncü ve dördüncü cümlelerine,
c. (C) fıkrasının “…üç yıl…” ibaresi dışında kalan
kısmına,
ç. (Ç) fıkrasının;
i. Birinci paragrafının “…üç yıl…” ibaresi dışında kalan
kısmına,
ii. İkinci paragrafının “…üç yıl…” ibaresi dışında kalan
kısmına,
d. (D) fıkrasının “…üç yıl…” ibaresi dışında kalan
kısmına,
e. (E) fıkrasında yer alan “…ve (D)…” ibaresine,
f. (F) fıkrasına,
g. (G) fıkrasının
i. Birinci;
(1) Paragrafında yer alan “…Milli
Güvenlik Kurulunca…” ve “…üyeliği, mensubiyeti veya…” ibarelerine,
(2) Paragrafının (a) bendine,
ii. İkinci paragrafına,
13. Geçici 1. maddesinin (2) numaralı
fıkrasına,
B. 18/7/2021 tarihli ve 7333 sayılı Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 23.
maddesiyle 375 sayılı KHK’nın geçici 35. maddesinin (C), (Ç) ve (D)
fıkralarında yer alan “…üç yıl…” ibarelerinin “…dört yıl…” şeklinde
değiştirilmesine,
yönelik yürürlüğün
durdurulması taleplerinin koşulları oluşmadığından REDDİNE,
C. 7145 sayılı Kanun’un;
1. 1. maddesiyle 10/6/1949 tarihli ve 5442
sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11. maddesinin (C) fıkrasına eklenen ikinci
paragrafa,
2. 2. maddesiyle 211 sayılı Kanun’a
eklenen 56/B maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “…üstleri,…”
ve “…eşyaları…” ibareleri yönünden üçüncü ve dördüncü cümlelerine,
3. 8. maddesiyle 2911 sayılı Kanun’un 6.
maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesine eklenen “…, vatandaşların
günlük yaşamını aşırı ve katlanılamaz derecede zorlaştırmayacak…” ibaresine,
4. 10. maddesiyle 2937 sayılı Kanun’un 30.
maddesine eklenen dördüncü fıkraya,
5. 12. maddesiyle 3713 sayılı Kanun’a
eklenen ek 4. maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesinin “…ile Milli
Güvenlik Kurulunca Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna
karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti ve iltisakı yahut
bunlarla irtibatı nedeniyle kamu görevinden çıkarılanların…” bölümünde yer
alan “…Milli Güvenlik Kurulunca…” ve “…üyeliği, mensubiyeti ve…” ibarelerinin
dışında kalan kısmına,
6. 13. maddesiyle 3713 sayılı Kanun’a
eklenen geçici 19. maddenin;
a. (a) ve (b) bentlerine,
b. (a), (b) ve (c) bentleri dışında kalan
kısmına,
7. 16. maddesiyle 4/12/2004 tarihli ve
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 134. maddesinin;
a. (1) numaralı fıkranın birinci cümlesinin “…Cumhuriyet
savcısının istemi üzerine…” ibaresinin “…hâkim veya gecikmesinde sakınca
bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısı tarafından…” şeklinde değiştirilmesinde
yer alan “…veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısı…”
ibaresine,
b. (1) numaralı fıkrasına eklenen ikinci, üçüncü ve
dördüncü cümlelerine,
c. (2) numaralı fıkrasının birinci cümlesine eklenen “…ya da
işlemin uzun sürecek olması…” ibaresine,
8. 22. maddesiyle 7075 sayılı Kanun’un 10.
maddesinin değiştirilen (1) numaralı fıkrasının dokuzuncu cümlesinin “…ile
mali hakları…” ibaresi dışında kalan kısmına,
9. 24. maddesiyle 7075 sayılı Kanun’a
eklenen geçici 3. maddenin (3) numaralı fıkrasının ikinci cümlesine,
10. 26. maddesiyle 375 sayılı KHK’ya eklenen
geçici 35. maddenin;
a. (A) fıkrasının;
i. Birinci paragrafının;
(1) Birinci cümlesinin “…üç yıl…”, “…Millî Güvenlik
Kurulunca…” ve “…üyeliği, mensubiyeti veya…” ibareleri dışında kalan
kısmına,
(2) Dördüncü cümlesine,
(3) Beşinci cümlesinin “Görevden uzaklaştırılanlar veya…” ibaresi
dışında kalan kısmına,
ii. İkinci paragrafının birinci ve ikinci
cümlelerine,
b. (B) fıkrasının;
i. Birinci paragrafının “…üç
yıl…”, “…Millî Güvenlik Kurulunca…” ve “…üyeliği, mensubiyeti veya…”
ibareleri dışında kalan kısmına,
ii. İkinci ve üçüncü paragraflarına,
iii. Dördüncü paragrafının;
(1) Birinci cümlesinin “…Millî Güvenlik Kurulunca…”
ve “…üyeliği, mensubiyeti veya…” ibarelerinin dışında kalan kısmına,
(2) İkinci cümlesine,
c. (E) fıkrasının “…ve (D)…” ibaresi dışında kalan
kısmına,
ç. (G) fıkrasının;
i. Birinci paragrafının “…üç
yıl…”, “…Milli Güvenlik Kurulunca…” ve “…üyeliği, mensubiyeti veya…”
ibareleri ile (a) bendi dışında kalan kısmına,
ii. Üçüncü paragrafına,
11. Geçici 1. maddesinin;
a. (1) numaralı fıkrasının “…üç
yıl…” ibaresi dışında kalan kısmına,
b. (3) numaralı fıkrasına,
Ç. 7333 sayılı Kanun’un;
1. 11. maddesiyle 3713 sayılı Kanun’un
geçici 19. maddesinde yer alan “…üç yıl…” ibaresinin “…dört yıl…”
şeklinde değiştirilmesine,
2. 20. maddesiyle 7145 sayılı Kanun’un
geçici 1. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan “…üç yıl…”
ibaresinin “…altı yıl…” şeklinde değiştirilmesine,
3. 23. maddesiyle 375 sayılı KHK’nın
geçici 35. maddesinin (A), (B) ve (G) fıkralarında yer alan “…üç yıl…”
ibarelerinin “…dört yıl…” şeklinde değiştirilmesine,
yönelik iptal talepleri
30/6/2022 tarihli ve E.2018/137, K.2022/86 sayılı kararla reddedildiğinden bu
fıkralara, paragraflara, bentlere, kısımlara, bölümlere, cümlelere, ve
ibarelere ilişkin yürürlüğün durdurulması taleplerinin REDDİNE,
D. 7145 sayılı Kanun’un;
1. 13. maddesiyle 3713 sayılı Kanun’a
eklenen geçici 19. maddenin bentlerini bağlayan hükmünde yer alan “…üç yıl…”
ibaresine,
2. 22. maddesiyle 7075 sayılı Kanun’un 10.
maddesinin değiştirilen (1) numaralı fıkrasının üçüncü cümlesine,
3. 26. maddesiyle 375 sayılı KHK’ya
eklenen geçici 35. maddenin;
a. (A) fıkrasının birinci
paragrafının birinci cümlesinde yer alan “…üç yıl…” ibaresine,
b. (B) fıkrasının birinci paragrafında yer
alan “…üç yıl…” ibaresine,
c. (C) fıkrasının birinci cümlesinde yer
alan “…üç yıl…” ibaresine,
ç. (Ç) fıkrasının;
i. Birinci paragrafında yer alan “…üç
yıl…” ibaresine,
ii. İkinci paragrafında yer alan “…üç
yıl…” ibaresine,
d. (D) fıkrasının birinci cümlesinde yer
alan “…üç yıl…” ibaresine,
e. (G) fıkrasının birinci paragrafında yer
alan “…üç yıl…” ibaresine,
4. Geçici 1. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında yer alan “…üç yıl…” ibaresine,
yönelik iptal talepleri
hakkında 30/6/2022 tarihli ve E.2018/137, K.2022/86 sayılı kararla karar
verilmesine yer olmadığına karar verildiğinden bu ibarelere ve cümleye ilişkin
yürürlüğün durdurulması talepleri hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA,
30/6/2022 tarihinde
OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
VII. HÜKÜM
A. 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un;
1. 1. maddesiyle 10/6/1949 tarihli ve 5442
sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11. maddesinin (C) fıkrasına eklenen ikinci
paragrafın;
a. “…belirli yerlere girişi ve çıkışı kamu
düzeni ya da kamu güvenliğini bozabileceği şüphesi bulunan kişiler için
sınırlayabilir; belli yerlerde veya saatlerde kişilerin dolaşmalarını,
toplanmalarını, araçların seyirlerini düzenleyebilir veya kısıtlayabilir ve…” bölümünün Anayasa’ya aykırı olmadığına
ve iptal talebinin REDDİNE, Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin
YILDIRIM, M. Emin KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ ve Kenan YAŞAR’ın
karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
b. Kalan kısmının Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
2. 2. maddesiyle 4/1/1961 tarihli ve 211
sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’na eklenen;
a. 56/A maddesinin birinci fıkrasının “…veya
bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde askerî birlik
komutanının veya askerî kurum amirinin ya da hukuk hizmetleri başkanı veya
birim amirinin yazılı emri…” bölümünün Anayasa’ya aykırı olduğuna ve
İPTALİNE Muammer TOPAL, Basri BAĞCI ve İrfan FİDAN’ın karşıoyları ve
OYÇOKLUĞUYLA,
b. 56/B maddesinin birinci fıkrasının;
i. İkinci cümlesinde yer alan “…gerektiğinde
el ile…” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE OYBİRLİĞİYLE,
ii. Üçüncü ve dördüncü cümlelerinin;
(1) İkinci cümlede yer alan “…aracı,…”
ibaresi yönünden Anayasa’ya aykırı olduklarına ve İPTALLERİNE OYBİRLİĞİYLE,
(2) İkinci cümlede yer alan “…üstleri,…”
ve “…eşyaları…” ibareleri yönünden Anayasa’ya aykırı olmadıklarına ve
iptalleri talebinin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
3. 5. maddesiyle 9/7/1982 tarihli ve 2692
sayılı Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanunu’na eklenen ek 7. maddenin birinci
fıkrasında yer alan“…veya bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan
hâllerde birlik komutanının veya kurum amirinin yazılı emri…” ibaresinin
Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE Muammer TOPAL, Basri BAĞCI ve İrfan
FİDAN’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
4. 6. maddesiyle 10/3/1983 tarihli ve 2803
sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu’na eklenen 15/A maddesinin
birinci fıkrasında yer alan “…veya bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde
sakınca bulunan hâllerde birlik komutanının veya kurum amirinin yazılı emri…”
ibaresinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE Muammer TOPAL, Basri BAĞCI ve
İrfan FİDAN’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
5. 8. maddesiyle 6/10/1983 tarihli ve 2911
sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 6. maddesinin ikinci
fıkrasının birinci cümlesine eklenen “…, vatandaşların günlük yaşamını aşırı
ve katlanılamaz derecede zorlaştırmayacak…” ibaresinin Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
6. 9. maddesiyle 2911 sayılı Kanun’un 7.
maddesinin değiştirilen ikinci fıkrasının Anayasa’ya aykırı olduğuna ve
İPTALİNE OYBİRLİĞİYLE,
7. 10. maddesiyle 1/11/1983 tarihli ve
2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Millî İstihbarat
Teşkilatı Kanunu’nun 30. maddesine eklenen;
a. Dördüncü fıkranın Anayasa’ya aykırı olmadığına
ve iptal talebinin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
b. Beşinci fıkranın Anayasa’ya
aykırı olduğuna ve İPTALİNE Kadir ÖZKAYA, Muammer TOPAL, Rıdvan GÜLEÇ, Basri
BAĞCI ve İrfan FİDAN’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
8. 11. maddesiyle 4/11/1983 tarihli ve
2941 sayılı Seferberlik ve Savaş Hali Kanunu’nun;
a. 17. maddesinin birinci fıkrasında yer
alan “…1402 sayılı Sıkıyönetim Kanununun 15 inci maddesinde yazılı suçları
işleyenler…” ibaresinin “…26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza
Kanunu’nun 109, 124, 148, 149, 170 ila 172, 179, 185 ila 188, 190, 202, 213 ila
217, 220, 223, 240, 299 ila 339 uncu maddelerinde belirtilen suçları
işleyenler…” şeklinde değiştirilmesinin ve anılan maddeye eklenen ikinci,
üçüncü ve dördüncü fıkraların Anayasa’ya aykırı olduklarına ve İPTALLERİNE
OYBİRLİĞİYLE,
b. 17. maddesinin birinci fıkrasının
kalan kısmının 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 43. maddesinin (4)
numaralı fıkrası gereğince İPTALİNE OYBİRLİĞİYLE,
9. 12. maddesiyle 12/4/1991 tarihli ve
3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’na eklenen ek 4. maddenin birinci
fıkrasının birinci cümlesinin;
a. “…ile Milli Güvenlik Kurulunca
Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı,
oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti ve iltisakı yahut bunlarla irtibatı
nedeniyle kamu görevinden çıkarılanların…”;
i. Bölümünde yer alan “…Milli Güvenlik
Kurulunca…” ve “…üyeliği, mensubiyeti ve…” ibarelerinin Anayasa’ya
aykırı olduklarına ve İPTALLERİNE OYBİRLİĞİYLE,
ii. Bölümünün kalan kısmının Anayasa’ya
aykırı olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
b. “...bu silahların mülkiyetinin
kamuya geçirilmesine karar verilir ve 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli
Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunun ek 8 inci maddesine
göre ilgili idarelerce işlem tesis edilir.” bölümümün Anayasa’ya aykırı
olduğuna ve İPTALİNE OYBİRLİĞİYLE,
10. 13. maddesiyle 3713 sayılı Kanun’a
eklenen geçici 19. maddenin;
a. Bentlerini bağlayan hükmünde yer alan “…üç
yıl…” ibaresine ilişkin iptal talebi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER
OLMADIĞINA OYBİRLİĞİYLE,
b. (a) bendinin;
i. Birinci cümlesinin Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
ii. İkinci, üçüncü ve dördüncü cümlelerinin
Anayasa’ya aykırı olmadıklarına ve iptal taleplerinin REDDİNE Zühtü
ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin YILDIRIM, M. Emin KUZ, Yusuf
Şevki HAKYEMEZ ve Kenan YAŞAR’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
c. (b) bendinin Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
ç. (c) bendinin Anayasa’ya aykırı olduğuna
ve İPTALİNE OYBİRLİĞİYLE,
d. Kalan kısmının Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
11. 16. maddesiyle 4/12/2004 tarihli ve
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 134. maddesinin;
a. (1) numaralı fıkranın birinci cümlesinin “…Cumhuriyet
savcısının istemi üzerine…” İbaresinin “…hâkim veya gecikmesinde sakınca
bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısı tarafından…” şeklinde değiştirilmesinde
yer alan “…veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısı…”
ibaresinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE
OYBİRLİĞİYLE,
b. (1) numaralı fıkrasına eklenen ikinci,
üçüncü ve dördüncü cümlelerin Anayasa’ya aykırı olmadıklarına ve iptal
taleplerinin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
c. (2) numaralı fıkrasının birinci
cümlesine eklenen “…ya da işlemin uzun sürecek olması…” ibaresinin
Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
12. 21. maddesiyle 18/10/2016 tarihli ve
6749 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde
Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun’un 4. maddesinin
(2) numaralı fıkrasına eklenen üçüncü cümlenin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve
İPTALİNE Kadir ÖZKAYA, Muammer TOPAL, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL, Basri BAĞCI,
İrfan FİDAN’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
13. 22. maddesiyle 1/2/2018 tarihli ve 7075
sayılı Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Hükmünde
Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun’un 10. maddesinin
değiştirilen (1) numaralı fıkrasının;
a. Üçüncü cümlesine ilişkin iptal talebi
hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA OYBİRLİĞİYLE,
b. Dördüncü cümlesinin “…Ankara, İstanbul,
İzmir illeri dışında ve 2006 yılından sonra kurulan yükseköğretim kurumlarına
öncelik verilmek kaydıyla, Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı tarafından kamu
görevinden çıkarıldığı yükseköğretim kurumu haricinde tespit edilecek
yükseköğretim kurumlarından birine…” bölümünün Anayasa’ya aykırı olduğuna
ve İPTALİNE OYBİRLİĞİYLE,
c. Dokuzuncu;
i. Cümlesinde yer alan “…ile mali
hakları…” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE OYBİRLİĞİYLE,
ii. Cümlesinin kalan kısmının Anayasa’ya
aykırı olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
ç. On üçüncü cümlesinin Anayasa’ya aykırı
olduğuna ve İPTALİNE Basri BAĞCI ve İrfan FİDAN’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
14. 23. maddesiyle 7075 sayılı Kanun’a
eklenen 10/A maddesinin;
a. (1) numaralı fıkrası ile (2) numaralı
fıkrasının birinci cümlesinin Anayasa’ya aykırı olduklarına ve İPTALLERİNE
OYBİRLİĞİYLE,
b. Kalan kısmının 6216 sayılı
Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince
İPTALİNE OYBİRLİĞİYLE,
15. 24. maddesiyle 7075 sayılı Kanun’a
eklenen geçici 3. maddenin (3) numaralı fıkrasının ikinci cümlesinin Anayasa’ya
aykırı olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
16. 26. maddesiyle 27/6/1989 tarihli ve 375
sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye eklenen geçici 35. maddenin;
a. (A) fıkrasının;
i. Birinci paragrafının;
(1) Birinci;
(a) Cümlesinde yer alan “…üç yıl…”
ibaresine ilişkin iptal talebi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA
OYBİRLİĞİYLE,
(b) Cümlesinde yer alan “…Millî Güvenlik
Kurulunca…” ve “…üyeliği, mensubiyeti veya…” ibarelerinin Anayasa’ya
aykırı olduklarına ve İPTALLERİNE OYBİRLİĞİYLE,
(c) Cümlesinin kalan kısmının Anayasa’ya
aykırı olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN,
Engin YILDIRIM, M. Emin KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ ‘in karşıoyları ve
OYÇOKLUĞUYLA,
(2) İkinci ve üçüncü;
(a) Cümlelerinde yer alan “…Resmî
Gazetede yayımlanır…” ibarelerinin Anayasa’ya aykırı olduklarına ve
İPTALLERİNE OYBİRLİĞİYLE,
(b) Cümlelerin kalan kısımlarının 6216
sayılı Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince
İPTALLERİNE OYBİRLİĞİYLE,
(3) Dördüncü cümlesinin Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin
YILDIRIM, M. Emin KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ ‘in karşıoyları ve
OYÇOKLUĞUYLA,
(4) Beşinci;
(a) Cümlesinde yer alan “Görevden
uzaklaştırılanlar veya…” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE
OYBİRLİĞİYLE,
(b) Cümlesinin kalan kısmının Anayasa’ya
aykırı olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN,
Engin YILDIRIM, M. Emin KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ ‘in karşıoyları ve
OYÇOKLUĞUYLA,
ii. İkinci paragrafının;
(1) Birinci cümlesinin Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin
YILDIRIM, M. Emin KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ ‘in karşıoyları ve
OYÇOKLUĞUYLA,
(2) İkinci cümlesinin Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin
YILDIRIM, M. Emin KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ ‘in karşıoyları ve
OYÇOKLUĞUYLA,
b. (B) fıkrasının;
i. Birinci;
(1) Paragrafında yer alan “…üç yıl…”
ibaresine ilişkin iptal talebi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA
OYBİRLİĞİYLE,
(2) Paragrafında yer alan “…Millî
Güvenlik Kurulunca…” ve “…üyeliği, mensubiyeti veya…” ibarelerinin
Anayasa’ya aykırı olduklarına ve İPTALLERİNE OYBİRLİĞİYLE,
(3) Paragrafının kalan kısmının Anayasa’ya
aykırı olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN,
Engin YILDIRIM, M. Emin KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ ‘in karşıoyları ve
OYÇOKLUĞUYLA,
ii. İkinci paragrafının Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin
YILDIRIM, M. Emin KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ ‘in karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
iii. Üçüncü paragrafının Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin
YILDIRIM, M. Emin KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ ‘in karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
iv. Dördüncü paragrafının;
(1) Birinci;
(a) Cümlesinde yer alan “…Millî Güvenlik
Kurulunca…” ve “…üyeliği, mensubiyeti veya…” ibarelerinin Anayasa’ya
aykırı olduklarına ve İPTALLERİNE OYBİRLİĞİYLE,
(b) Cümlesinin kalan kısmının Anayasa’ya
aykırı olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN,
Engin YILDIRIM, M. Emin KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ ‘in karşıoyları ve
OYÇOKLUĞUYLA,
(2) İkinci cümlesinin Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin
YILDIRIM, M. Emin KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ ‘in karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
(3) Üçüncü cümlesinin Anayasa’ya aykırı
olduğuna ve İPTALİNE Basri BAĞCI ve İrfan FİDAN’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
(4) Dördüncü cümlesinin Anayasa’ya aykırı
olduğuna ve İPTALİNE OYBİRLİĞİYLE,
c. (C) fıkrasının;
i. Birinci cümlesinde yer alan “…üç yıl…” ibaresine
ilişkin iptal talebi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA OYBİRLİĞİYLE,
ii. Kalan kısmının Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE OYBİRLİĞİYLE,
ç. (Ç) fıkrasının;
i. Birinci;
(1) Paragrafında yer alan “…üç yıl…”
ibaresine ilişkin iptal talebi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA
OYBİRLİĞİYLE,
(2) Paragrafının “Bu maddenin yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren…süreyle; terör örgütlerine veya Millî Güvenlik
Kurulunca Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen
yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla
irtibatı nedeniyle hakkında inceleme ve soruşturma yürütülen kişiler ile
bunların eş ve çocuklarına ilişkin olarak yetkili kurul, komisyon ve diğer
mercilerce ihtiyaç duyulan, … telekomünikasyon yoluyla iletişimin tespiti de
dâhil olmak üzere her türlü bilgi ve belge, kamu ve özel tüm kurum ve
kuruluşlarca vakit geçirilmeksizin verilir.” bölümünün Anayasa’ya aykırı
olduğuna ve İPTALİNE OYBİRLİĞİYLE,
(3) Paragrafının kalan kısmının 6216 sayılı
Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince
İPTALİNE OYBİRLİĞİYLE,
ii. İkinci;
(1) Paragrafında yer alan “…üç yıl…”
ibaresine ilişkin iptal talebi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA
OYBİRLİĞİYLE,
(2) Paragrafının kalan kısmının Anayasa’ya
aykırı olduğuna ve İPTALİNE OYBİRLİĞİYLE,
d. (D) fıkrasının;
i. Birinci;
(1) Cümlesinde yer alan “…üç yıl…” ibaresine
ilişkin iptal talebi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA OYBİRLİĞİYLE,
(2) Cümlesinin kalan kısmının Anayasa’ya
aykırı olduğuna ve İPTALİNE OYBİRLİĞİYLE,
ii. Kalan kısmının 6216 sayılı
Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince
İPTALİNE OYBİRLİĞİYLE,
e. (E);
i. Fıkrasında yer alan “…ve (D)…”
ibaresinin 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince
İPTALİNE OYBİRLİĞİYLE,
ii. Fıkrasının kalan kısmının Anayasa’ya
aykırı olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN,
Engin YILDIRIM, M. Emin KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ ‘in karşıoyları ve
OYÇOKLUĞUYLA,
f. (F);
i. Fıkrasında yer alan “…ve (D)…” ibaresinin 6216 sayılı
Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince İPTALİNE OYBİRLİĞİYLE,
ii. Fıkrasının kalan kısmının Anayasa’ya aykırı olduğuna İPTALİNE
OYBİRLİĞİYLE,
g. (G) fıkrasının;
i. Birinci;
(1) Paragrafında yer alan “…üç yıl…”
ibaresine ilişkin iptal talebi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA
OYBİRLİĞİYLE,
(2) Paragrafında yer alan “…Milli
Güvenlik Kurulunca…” ve “…üyeliği, mensubiyeti veya…” ibarelerinin
Anayasa’ya aykırı olduklarına ve İPTALLERİNE OYBİRLİĞİYLE,
(3) Paragrafının (a) bendinin Anayasa’ya aykırı
olduğuna ve İPTALİNE Kadir ÖZKAYA, Muammer TOPAL, Basri BAĞCI ve İrfan FİDAN’ın
karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
(4) Paragrafının kalan kısmının Anayasa’ya
aykırı olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN,
Engin YILDIRIM, M. Emin KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ ‘in karşıoyları ve
OYÇOKLUĞUYLA,
ii. İkinci paragrafının Anayasa’ya aykırı
olduğuna İPTALİNE OYBİRLİĞİYLE,
iii. Üçüncü paragrafının Anayasa’ya aykırı olmadığına
ve iptal talebinin REDDİNE Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin YILDIRIM,
M. Emin KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ ‘in karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
17. Geçici 1. maddesinin;
a. (1) numaralı;
i. Fıkrasında yer alan “…üç yıl…”
ibaresine ilişkin iptal talebi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA
OYBİRLİĞİYLE,
ii. Fıkrasının kalan kısmının Anayasa’ya
aykırı olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
b. (2) numaralı fıkrasının Anayasa’ya
aykırı olduğuna ve İPTALİNE OYBİRLİĞİYLE,
c. (3) numaralı fıkrasının Anayasa’ya
aykırı olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN,
Engin YILDIRIM, M. Emin KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ ‘in karşıoyları ve
OYÇOKLUĞUYLA,
B. 18/7/2021 tarihli ve 7333 sayılı Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un;
1. 11. maddesiyle 3713 sayılı Kanun’un
geçici 19. maddesinde yer alan “…üç yıl…” ibaresinin “…dört yıl…”
şeklinde değiştirilmesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal talebinin
REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
2. 20. maddesiyle 7145 sayılı Kanun’un
geçici 1. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan “…üç yıl…”
ibaresinin “…altı yıl…” şeklinde değiştirilmesinin Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
3. 23. maddesiyle 375 sayılı KHK’nın
geçici 35. maddesinin;
a. (A), (B) ve (G) fıkralarında yer alan “…üç
yıl…” ibarelerinin “…dört yıl…” şeklinde değiştirilmesinin
Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE Zühtü ARSLAN, Hasan
Tahsin GÖKCAN, Engin YILDIRIM, M. Emin KUZ, Yusuf Şevki HAKYEMEZ ‘in
karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
b. (C), (Ç) ve (D) fıkralarında yer alan “…üç
yıl…” ibarelerinin “…dört yıl…” şeklinde değiştirilmesinin
Anayasa’ya aykırı olduklarına ve İPTALLERİNE OYBİRLİĞİYLE,
30/6/2022 tarihinde karar
verildi.
Başkan
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Başkanvekili
Kadir ÖZKAYA
|
Üye
Engin
YILDIRIM
|
Üye
Muammer TOPAL
|
Üye
M. Emin KUZ
|
Üye
Rıdvan GÜLEÇ
|
Üye
Recai AKYEL
|
Üye
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
Üye
Selahaddin MENTEŞ
|
Üye
Basri BAĞCI
|
Üye
İrfan FİDAN
|
Üye
Kenan YAŞAR
|
|
|
|
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un (Kanun) 1. maddesiyle 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11.
maddesinin (C) fıkrasına eklenen ikinci paragrafın bir bölümünün; 13.
maddesiyle 3713 sayılı Kanun’a eklenen
geçici 19. maddenin (a) bendinin ikinci, üçüncü ve dördüncü cümlelerinin; 26.
maddesiyle 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye (KHK) eklenen geçici 35.
maddenin (A) fıkrasının iptal edilen bazı ibareleri dışında kalan
kısmının, (B), (E) ve (G) fıkralarının benzer hükümlerinin; 7333 sayılı
Kanun’un 23. maddesiyle 375 sayılı KHK’nın geçici 35. maddesinin (A), (B) ve
(G) fıkralarında yer alan “…üç yıl…” ibarelerinin “…dört yıl…”
şeklinde değiştirilmesinin ve Kanun’un geçici
1. maddesinin (3) numaralı fıkrasının Anayasa’ya aykırı olmadığına karar
verilmiştir. Aşağıda açıklanan gerekçelerle çoğunluğun
kararına katılma imkânı olmamıştır.
A. 5442 sayılı Kanun’un 11. Maddesinin (C) Fıkrasına
Eklenen İkinci Paragraf
2. İptali istenen kural şu
şekildedir: “Vali,
kamu düzeni veya güvenliğinin olağan hayatı durduracak veya kesintiye uğratacak
şekilde bozulduğu ya da bozulacağına ilişkin ciddi belirtilerin bulunduğu
hâllerde on beş günü geçmemek üzere ildeki belirli yerlere girişi ve çıkışı
kamu düzeni ya da kamu güvenliğini bozabileceği şüphesi bulunan kişiler için
sınırlayabilir; belli yerlerde veya saatlerde kişilerin dolaşmalarını,
toplanmalarını, araçların seyirlerini düzenleyebilir veya kısıtlayabilir ve
ruhsatlı da olsa her çeşit silah ve merminin taşınması ve naklini yasaklayabilir.”
3.
Kuralın silah ve mermi taşınması ve naklinin yasaklanmasına ilişkin
kısmının Anayasa’ya
aykırı olmadığı konusunda çoğunluk kararına katılmaktayım. Ancak kuralın kalan
kısmı bireylerin Anayasa’nın 23. maddesinde korunan seyahat özgürlüğü ile 34.
maddesinde güvenceye alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına müdahale
konusunda valiye çok geniş yetkiler veren bir düzenleme mahiyetindedir. Anayasa’nın 13.
maddesi gereğince temel hak ve özgürlüklere yönelik sınırlamaların kanunla
yapılması, meşru amacının bulunması ve ölçülü olması gerekmektedir.
4.
Öncelikle belirtmek gerekir ki mülki idare amirinin görevleri dikkate
alındığında kamu düzenini ve güvenliğini korumaya yönelik birtakım tedbirleri
alma yetkisine sahip olması gerektiği izahtan varestedir. Bununla birlikte
temel hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden idari karar ve tedbirleri
düzenleyen kuralların en az iki güvenceyi sağlaması gerekir. Birincisi, idareye
tanınan yasal yetkinin sınırlarının, yetkinin kullanılmasına ilişkin usul ve
esasların hiçbir tereddüde yer bırakmayacak şekilde belirli olması
zorunludur. İkincisi, temel hak ve özgürlüklere yönelik tedbirlerin ölçülü
olması, bunun için de söz
konusu karar ve tedbirlere yönelik etkili başvuru yollarının, bilhassa da
gerektiğinde acil bir şekilde idari tedbiri durduracak etkili yargı yolunun
mevcut olması gerekmektedir.
5.
Kanuni belirlilik hem Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye alınan hukuk
devletinin hem de anayasal hak ve özgürlüklerin ancak kanunla
sınırlanabileceğine dair anayasal hükümlerin bir gereğidir. Anayasa
Mahkemesinin kararlarında vurgulandığı üzere hukuk devletinde, kanuni
düzenlemelerin kişiler ve idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya
yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması,
ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi
gerekir. Kanunda bulunması gereken bu nitelikler hukuki güvenliğin sağlanması
bakımından da zorunludur. Zira bu ilke hukuk normlarının öngörülebilir
olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini,
devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden
kaçınmasını gerekli kılar. Dolayısıyla Anayasa’nın 13. maddesinde sınırlama
ölçütü olarak belirtilen kanunilik, 2. maddesinde güvenceye alınan hukuk
devleti ilkesi ışığında yorumlanmalıdır (AYM, E.2018/90, K.2018/95, 14/11/2019,
§ 42).
6.
Anayasa’nın
13. maddesi uyarınca bir temel hak ve özgürlüğü sınırlandırmak için bir yasal düzenlemenin
bulunması yeterli değildir. Bu düzenlemenin aynı zamanda belirli,
öngörülebilir, haklara yönelik keyfi müdahaleleri önleyici mahiyette olması
gerekir.
7.
Dava konusu kurallar valilere kamu düzeni ve güvenliğinin bozulduğu veya
“bozulacağına
ilişkin ciddi belirtilerin bulunduğu” durumlarda süresi on beş günü
geçmemek üzere “kamu
düzeni ya da kamu güvenliğini bozabileceği şüphesi bulunan kişiler”in
ildeki belirli yerlere giriş ve çıkışını sınırlama ve “belli yerlerde veya
saatlerde kişilerin dolaşmalarını, toplanmalarını, araçların seyirlerini” düzenleme
ve kısıtlama yetkisi tanımaktadır. Kuralda geçen kamu düzeni ve güvenliğinin “bozulacağına
dair ciddi emareler” ve “kamu düzeni ya da kamu güvenliğini bozabileceği
şüphesi bulunan kişiler” şeklindeki ibarelerin yeterince belirli ve
öngörülebilir olduğunu söylemek zordur. Belirlilikten uzak, son derece soyut ve
valiye oldukça geniş takdir yetkisi bırakan ifadelere yer veren kural temel hak
ve özgürlüklere keyfi müdahaleleri beraberinde getirebilecektir.
8.
Bir an için kuralda geçen kavramların belirli veya belirlenebilir
olduğunu ve kanunilik şartını sağladığını varsayalım. Kuralın kamu düzeni ve
güvenliğini sağlamaya yönelik olduğu düşünüldüğünde meşru amacının bulunduğu da
kabul edilebilir. Ancak kuralla öngörülen temel hak ve özgürlüklere yönelik
meşru müdahalenin aynı zamanda ölçülü olması gerekir. Ölçülülük alınan tedbirin
öngörülen amaç bakımından elverişli, gerekli ve orantılı olmasını
gerektirmektedir. Kuralın kamu düzeni ve güvenliğini sağlama amacı yönünden
elverişli ve gerekli olmadığı söylenemez. Bununla birlikte orantılılık, amaç
ile kişilere yüklenen külfet arasında adil bir dengenin bulunmasını
gerektirmektedir.
9.
Kural valiye 15 gün süreyle belirli yerlere giriş ve çıkış imkânını
ortadan kaldırmaktan her türlü toplantı ve yürüyüşü yasaklamaya, kişilerin
dolaşmalarını ve araçların seyirlerini sınırlamaktan sokağa çıkma yasağı ilan
etmeye kadar oldukça geniş yetkiler vermektedir. Ayrıca kuralda olağanüstü
nitelikteki sınırlamalar 15 gün gibi kısa sayılmayacak bir süre için öngörülmektedir. Dahası bu sürenin
bir defaya mahsus olup olmadığı da belirsizdir. Kuralın lafzı tedbirlerin her defasında 15 günü
geçmemek üzere birden fazla alınabilmesine müsait görünmektedir. Tanınan yetkilerin kapsamına ve uygulanacak
tedbirlerin ağırlığına bakıldığında valiye adeta il sınırları içinde olağanüstü
hâl ilan etme yetkisi verildiği söylenebilir.
10. İptali
istenen kuralla valiye temel hak ve özgürlükleri sınırlamaya yönelik ağır
tedbirler alma yetkisi tanınmaktadır. Bu tedbirlere uyulmaması durumunda da 5442 sayılı Kanun’un 66. maddesi gereğince farklı yaptırımlar
uygulanabilecektir. Dolayısıyla temel hak ve özgürlüklerin etkili şekilde
korunması için idarenin muhtemel keyfi uygulamalarına karşı ivedi ve etkili
denetim mekanizmasının sağlanması zorunludur.
11. Kuşkusuz
idari yargı sistemi kapsamında yürürlüğün durdurulması mekanizmasının genel
olarak etkili olduğu söylenebilir. Ancak kuralla valilere 15 günü geçmemek
üzere karar alma ve tedbir uygulama yetkisi verildiğinden bu süre içerisinde yargısal karar alınmasını
zorunlu kılan düzenlemelere ihtiyaç bulunmaktadır. Buna karşılık ne kuralda ne
de başka bir kanuni düzenlemede mahkemeleri tedbir süresi içinde bir karar
almaya, dolayısıyla temel hak ve özgürlükleri etkili şekilde korumaya zorlayan
bir hüküm bulunmaktadır. Dolayısıyla kural kişilere orantılı olmayan bir külfet yüklemektedir.
12. Açıklanan
gerekçelerle dava konusu kural Anayasa’nın 13., 23. ve 34. maddelerine aykırıdır.
B. Olağan Dönemde Gözaltı
Sürelerinin Uzatılmasına İlişkin Kurallar
13. Kanun’un
13. maddesiyle 3713 sayılı Kanun’a eklenen geçici 19. maddenin (a) bendi ile gözaltı
sürelerinin -belli suçlar bakımından maddenin yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren dört
yıl süreyle- yakalama anından itibaren kırk
sekiz saati, toplu olarak işlenen suçlarda dört günü geçemeyeceği (birinci
cümle), delillerin toplanmasındaki güçlük veya dosyanın kapsamlı olması
nedeniyle gözaltı süresinin, birinci cümlede belirtilen sürelerle bağlı kalmak
kaydıyla, en fazla iki defa uzatılabileceği, gözaltı süresinin uzatılmasına
ilişkin kararın, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine yakalanan kişi
dinlenilmek suretiyle hâkim tarafından verileceği, yakalama emri üzerine
yakalanan kişi hakkında da bu bent hükümlerinin (ikinci, üçüncü ve dördüncü
cümleler) uygulanacağı hüküm altına alınmıştır. Kısacası dava konusu kurallar belli
suçlar yönünden yürütülen ceza soruşturmasında Cumhuriyet savcısına kırk sekiz
saat, toplu olarak işlenen suçlarda ise dört gün süreyle gözaltı tedbiri
uygulama, yine belirtilen sürelerle ilgili hâkime iki defayı aşmamak üzere
gözaltı süresini uzatma yetkisi tanımakta, bu hükmün yakalanan kişi için de geçerli olduğunu öngörmektedir.
14. Kuralların bu haliyle Anayasa’nın 19. maddesinde güvenceye
alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik sınırlama teşkil ettiği
açıktır. Anayasa’nın 19. maddesinin beşinci
fıkrasına göre yakalanan veya tutuklanan kişi, tutulma yerine en yakın
mahkemeye gönderilmesi için gerekli süre hariç en geç kırk sekiz saat ve toplu olarak işlenen suçlarda en çok dört gün içinde hâkim önüne çıkarılır. Bu nedenle belli
suçlar yönünden
gözaltı süresini en çok kırk sekiz saat ve
toplu olarak işlenen suçlarda en fazla dört gün olarak düzenleyen geçici 19.
maddenin (a) bendinin birinci cümlesi Anayasa’nın 19. maddesiyle uyumludur.
Esasen buradaki tek değişiklik kanun koyucunun belli suçlardan dolayı yirmi
dört saat olarak belirlenmiş olan süreyi kırk sekiz saate yükseltmiş olmasıdır.
Dolayısıyla birinci cümlenin Anayasa’ya aykırı olmadığı konusunda çoğunluğa
katılmaktayım.
15. Bununla
birlikte kırk sekiz saat ve dört gün olarak belirlenen sürelerin uzatılmasına
imkân tanıyan kuralların Anayasa’nın 19. maddesine aykırı olduğu kanaatindeyim. Anayasa’nın 19.
maddesinin sistematiğine bakıldığında gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin
ayrıldığı, birincisi için hâkim
kararı aranmaksızın azami kırk sekiz saat ve dört günlük süreler öngörüldüğü,
hâkim kararıyla başvurulabilen tutuklama tedbiri için ise herhangi bir süre
öngörülmediği anlaşılmaktadır. Diğer yandan Anayasa gözaltı sürelerini olağan
ve olağanüstü dönemler bakımından farklı şekillerde düzenlemiştir. Maddede olağan dönem için belirlenen gözaltı sürelerinin
olağanüstü hâl ve savaş hallerinde uzatılabileceği
belirtilmektedir.
16. Gözaltı sürelerinin kısa tutulmasının sebebi hâkim kararı
olmaksızın gözaltına alınarak hürriyetinden yoksun bırakılan kişinin keyfi
uygulamalara maruz kalmaması için bir an önce hâkim önüne çıkarılmasını sağlamaktır. Anayasa’nın 19.
maddesinin beşinci fıkrasına ilişkin gerekçede düzenlemenin
amacının hürriyeti sınırlanan kişiyi “en kısa zamanda bağımsız ve tarafsız
hâkim güvencesine kavuşturmak” ve “gerekli ‘Polis soruşturmasına'
imkân sağlamak”
olduğu, daha önemlisi bu amaçla öngörülen sürelerin “sınır teşkil eder”
mahiyette olduğu belirtilmiştir.
17. Kuşkusuz bu sınırı anayasa koyucu değiştirebilmektedir.
Nitekim maddenin ilk halinde toplu suçlar için “on beş gün” olarak
belirlenen azami gözaltı süresi, 2001 yılında “dört gün”e
indirilmiştir. Anayasa değişikliği sürecinde toplu suçlarda gözaltı süresinin “yedi gün”e indirilmesi
teklif edilmiş, ancak Genel Kuruldaki görüşmeler sırasında verilen bir önergeyle
bu süre “dört
gün” olarak kabul edilmiştir. Önergenin gerekçesinde Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinin kararları ve Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesinin tavsiyeleri
ışığında insan hakları ve uluslararası standartlara uygun bir düzenleme yapmak
amacıyla değişikliğin önerildiği ifade edilmiştir.
18. Bu noktada Anayasa’nın 19. maddesinin beşinci fıkrasında yer
alan “Kimse,
bu süreler geçtikten sonra hâkim kararı olmaksızın hürriyetinden yoksun
bırakılamaz” şeklindeki hükmü yorumlamak gerekir. Çoğunluğun red kararının
-açıkça ifade edilmese de- bu hükmün mefhumu muhalifinden hareketle hâkim
kararıyla azami gözaltı sürelerinin uzatılabileceği varsayımına dayandığı
anlaşılmaktadır.
19. Bu yorumun anayasa koyucunun amacına da 19. maddenin
sistematiğine de uygun olduğu söylenemez. Yukarıda ifade edildiği gibi azami
gözaltı sürelerinin özel olarak Anayasa’da öngörülmesinin amacı, hürriyetinden
mahrum bırakılan kişinin bir an önce hâkim önüne
çıkarılarak suç işlediğine dair “kuvvetli belirti”nin ve tutuklama nedenlerinin
bulunup bulunmadığının tespit edilmesini sağlamaktır. Dava konusu kural,
hâkimin tutuklamayı gerektiren sebeplerin olup olmadığını değerlendirmeksizin
gözaltının iki kez uzatılabilmesini öngörmektedir. Anayasa’nın anılan hükmünün bu tür bir
yoruma izin verdiği kabul edildiğinde öngörülemez bir durum ortaya
çıkabilecektir. Bu durumda kanunla müteaddit defalar gözaltı süresinin
uzatılmasının önünde bir engel kalmayacaktır. Bunun da anayasa koyucunun
amacıyla bağdaştığı söylenemez. Anayasa koyucu gözaltı sürelerinin hâkim
kararıyla uzatılmasını murat etmiş olsaydı bunu açıkça ifade ederdi.
20. Diğer yandan Anayasa’nın 19. maddesinin sistematiği
de bu yoruma izin vermemektedir. Bu madde bir
yandan şüphelilerin hâkim önüne çıkarılıncaya kadar gözaltında tutulabileceği
azami süreleri, diğer yandan da bu süreler içinde hâkim huzuruna çıkarılan
kişilerin tutuklanabilmesinin şartlarını düzenlemiştir. Başka bir ifadeyle
Anayasa’nın
19. maddesi gözaltı sürelerinin hâkim kararıyla uzatılması şeklinde bir
denetimi değil, azami gözaltı süreleri içinde hürriyetinden mahrum bırakılan
kişilerin hâkim kararıyla ya tutuklanması ya da serbest bırakılması yoluna
gidilmesi şeklinde bir denetimi öngörmüştür.
21. Anayasa’nın 19.
maddesinin üçüncü fıkrasına göre “Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler,
ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini önlemek
maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen
diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir.” Dolayısıyla 19. maddenin
beşinci fıkrasında yer alan kimsenin gözaltı süreleri geçtikten sonra hâkim
kararı olmaksızın hürriyetinden mahrum bırakılamayacağına dair hükmü, bu
süreler geçtikten sonra suçluluğu hakkında kuvvetli belirti ve tutuklama nedenleri
bulunmayan kişilerin hürriyetinden yoksun bırakılamayacağı şeklinde anlamak
gerekecektir.
22. Nitekim
Anayasa Mahkemesinin maddeyi yorumu da bu yöndedir. Mahkeme 19. maddenin
beşinci fıkrasında yer alan “hâkim önüne çıkarılır” ifadesinin “sevk edilen kişinin hâkim tarafından Cumhuriyet savcısının
sevk talebi kapsamında sorgusunun yapılması işlemi” anlamına geldiğini belirtmiştir.
Anayasa Mahkemesine göre “sevk işlemi hukuken yapılmış olmakla birlikte fiili
olarak hâkim tarafından sorgu işleminin başlamaması hâkim önüne çıkarılma
olarak kabul edilemez”. Anayasa’nın 19. maddesi uyarınca hürriyetinden
mahrum bırakılan kişinin azami gözaltı süreleri içinde “huzuruna çıkarıldığı hâkimin
tutma halini esastan inceleyecek… bir nitelikte olması gerekir” (Emre
Soncan, B. No: 2016/73490, 11/3/2020, § 56).
23. Sonuç olarak Anayasa’da olağan dönemde gözaltı
için öngörülen süreler “sınır” teşkil eden azami sürelerdir. Bu süreler
kanunla uzatılamaz. Anayasa Mahkemesinin belirttiği üzere “Anayasa'da kişinin hâkim
huzuruna çıkarılması için öngörülen … [a]zami gözaltı süreleri kesin süreler olup uzatılması mümkün
değildir” (Emre Soncan, § 60).
24. Bir
an için Anayasa’nın
19. maddesinin beşinci fıkrasında yer alan hükmün iki türlü yorumlanmaya müsait
olduğunu, yukarıdaki değerlendirme yanında, hâkim kararıyla gözaltı sürelerinin
uzatılmasına izin veren bir düzenleme olarak da yorumlanabileceğini kabul
edelim. Bu şekilde iki türlü de yorumlanabilecek anayasal hükümler söz konusu
olduğunda yorum tercihini temel hak ve özgürlüklerin koruma alanını daraltacak
şekilde kullanmak hak eksenli yaklaşımla bağdaşmaz. Zira Anayasa
Mahkemesi kararlarında vurgulandığı üzere “anayasa yargısına hâkim
olması gereken hak eksenli yaklaşım”, anayasal hükümlerin “özgürlükler lehine”
yorumlanmasını gerektirmektedir (bkz. Kadri Enes Berberoğlu
(2) [GK],
B.No: 2018/30030, 17/9/2020, §
91; Ömer Faruk Gergerlioğlu [GK], B.No: 2019/10634, 1/7/2021, § 133; Ali Kuş [GK],
B.No: 2017/27822, 10/2/2022, § 50).
25. Bununla birlikte genel olarak
örgütlü suçlarla özel olarak terörle mücadele, mevcut gözaltı sürelerinin belli
şartlar altında hâkim kararıyla uzatılmasını gerektirebilir. Ancak bunun yolu
bu yönde bir anayasa değişikliği yapmaktan geçmektedir.
26. Açıklanan gerekçelerle kurallar
Anayasa’nın
19. maddesine aykırılık teşkil
etmektedir.
C. 375 sayılı KHK’ya Eklenen Geçici 35. Maddenin
(A), (B), (E) ve (G) Fıkraları
27. Dava konusu (A) fıkrasının birinci paragrafının birinci cümlesinde
maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren dört yıl süreyle geçerli olmak üzere terör
örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin millî güvenliğine karşı
faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği,
mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu ilgili Kurul ve
Komisyonca değerlendirilen Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay üyeleri,
hâkim ve savcılar ile Sayıştay meslek mensuplarının meslekten çıkarılmalarına
imkân tanınmaktadır. Fıkranın
ikinci ve üçüncü cümlelerinde bu kararların ve kararlara itiraz üzerine verilen
kararların Resmî Gazetede yayımlanacağı ve yayımlandığı gün ilgililere tebliğ
edilmiş sayılacağı öngörülmüştür. Dördüncü cümlesinde ise görevden
uzaklaştırılanlar veya görevlerine son verilenlerin silah ruhsatları ve
pasaportlarının iptal edileceği, bu kişilerin oturdukları kamu konutlarından veya lojmanlardan on
beş gün içinde tahliye edilecekleri belirtilmektedir.
28. Fıkranın ikinci
paragrafında ise meslekten çıkarılanlar hakkında maddenin (B) fıkrasının ikinci
paragrafı hükümlerinin (bir daha kamu hizmetine alınmama, uhdelerinde bulunan
mütevelli heyet, kurul, komisyon vs üyeliklerinin sona ermesi, rütbe ve
memuriyetlerinin geri alınması gibi) uygulanacağı öngörülmektedir. Öte yandan
7333 sayılı Kanun’un 23. maddesiyle anılan fıkrada yer alan “…üç yıl…”
ibaresi “…dört yıl…” şeklinde değiştirilerek söz konusu hükümlerin
yürürlüğü bir yıl uzatılmıştır.
29. Dava
konusu fıkranın birinci paragrafının birinci
cümlesinde yer alan “…üç yıl..”, “…Milli Güvenlik Kurulunca…”
ve “üyeliği,
mensubiyeti veya…” ibarelerinin, ikinci ve üçüncü cümlelerinde yer
alan “…Resmî Gazetede yayımlanır …” ibarelerinin ve beşinci cümlesinde
yer alan “Görevden uzaklaştırılanlar veya…” ibarelerinin
iptali yönündeki çoğunluk kararına katılmakla birlikte, fıkranın kalan kısmının da iptal edilmesi
gerektiği düşüncesiyle çoğunluğun red kararına katılmıyorum.
30. İptal
edilen ibarelerden sonra fıkra gereğince dört yıl
süreyle terör örgütlerine veya milli güvenliğe karşı faaliyette bulunduğuna
karar verilen yapı, oluşum veya gruplara iltisakı yahut bunlarla irtibatı
olduğu değerlendirilen kişilerin meslekten çıkarılmalarına ilgili kurumlarca
karar verilir.
31. Öncelikle
belirtmek gerekir ki, bir bütün olarak 375 sayılı KHK’ya eklenen geçici 35. madde, 15
Temmuz 2016 tarihinde gerçekleşen demokratik anayasal düzene yönelik darbe teşebbüsünün ardından ilan edilen
olağanüstü hâl (OHAL) kapsamında çıkarılan 667 sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında
Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine oldukça benzer
niteliktedir. Dolayısıyla dava konusu kurallar, OHAL ilanına neden olan tehdit
ve tehlikelerle olağan dönemde
de mücadele etmek amacıyla çıkarılmış, bu anlamda bazı OHAL tedbirleri olağan döneme taşınmıştır.
32. Bu
noktada olağanüstü halin Anayasa’da öngörülen şartlar altında ilan edilen ve geçerli
olduğu süre içinde temel hak
ve özgürlüklere yönelik normal dönemin anayasal güvencelerine aykırı
tedbirlerin alınabildiği bir hukuki rejim olduğunu hatırlamak gerekir. Nitekim
667 sayılı KHK gibi düzenlemelerle olağanüstü tehdit ve tehlikelerle mücadele
etmeye yönelik tedbirler alınmıştır.
33. Elbette
her anayasal sistem kendi varlığını tehdit eden tehlikeler karşısında gerekli
tedbirleri alacaktır. Bu anlamda “toplum sözleşmesi” olarak bilinen anayasalar,
Amerikan Yüksek Mahkemesi üyelerinden Yargıç Jackson’ın bir muhalefet şerhinde kullandığı ifadeyle “intihar
sözleşmesi” değildir (bkz. Terminiello v. City of Chicago, 337 U.S. 1 (1949), s.37).
34. Bununla
birlikte, olağanüstü dönemlerde kullanılan kamu gücü sınırsız değildir. Anayasa’nın 15. maddesi uyarınca OHAL
tedbirlerinin uluslararası sözleşmelerden kaynaklanan yükümlülüklere aykırı
olmaması, kötü muamele yasağı ve masumiyet karinesi gibi çekirdek haklara
dokunmaması ve nihayet durumun gerektirdiği ölçüde olması gerekmektedir (AYM,
E. 2016/166, K. 2016/159, 12/10/2016, §§ 4, 11). Aynı şekilde olağanüstü rejimlerin en önemli özelliği
geçici olmalarıdır. Nitekim Kânûn-i
Esâsî’de yer verilen “idarei örfiye”den
yürürlükteki Anayasa’da öngörülen olağanüstü yönetim usullerine kadar bu
yönetimler “muvakkaten”
ve belli bir süreyle ilan edilen istisnai hâller olarak kabul edilmiştir.
35. Bu
bağlamda demokratik hukuk devletleri için en ciddi tehlikelerden biri, geçici
olması gereken istisna hâlinin kalıcı hâle gelmesi, başka bir deyişle
olağanüstünün olağanlaşmasıdır. Anayasa Mahkemesine göre bu yönetim
usulleri kapsamında alınan tedbirlerin amacı olağanüstü duruma sebep olan
tehlikenin kaldırılarak mümkün olan en kısa sürede olağan hukuk düzenine
dönülmesini sağlamak olmalıdır. İstisnai ve geçici olma olağanüstü yönetim
usullerinin meşruiyetinin de bir göstergesidir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169,
20/6/2017, § 166).
36. Anayasa
Mahkemesi olağanüstü halin yürürlükte olduğu dönemde dava konusu kuralların mehazı konumunda olan 667 sayılı
KHK kapsamında yargı mensupları ve
diğer kamu görevlilerine yönelik tedbirleri “olağanüstü tedbir”
olarak nitelendirmiştir. Mahkemeye göre 667 sayılı KHK’da öngörülen “meslekten veya kamu görevinden çıkarma; adli suç veya
disiplin suçu işlenmesi karşılığında uygulanan yaptırımlardan farklı olarak
terör örgütleri ile milli güvenliğe karşı faaliyette bulunduğu kabul edilen
diğer yapıların kamu kurum ve kuruluşlarındaki varlığını ortadan kaldırmayı
amaçlayan… “olağanüstü tedbir” niteliğindedir” (AYM, E. 2016/6 (Değişik
İşler), K. 2016/12, 04/8/2016, § 79). Tedbirin “olağanüstü”
niteliğinin bir sonucu olarak da kamu görevlilerinin terör örgütü veya milli
güvenliğe aykırı faaliyette bulunan yapı, oluşum veya gruplar ile bağlarının “sübut” derecesinde ortaya konmasının gerekmediği,
keyfilikten uzak durulması kaydıyla, Genel Kurulun salt çoğunluğunda “belli
bir tür delile dayanma zorunluluğu olmaksızın” her türlü olgu, bilgi veya belgeye dayanan değerlendirmeler
üzerine oluşacak “kanaat”in yeterli olduğu, bu “kanaat”e ulaştıran nedenlerin ise “her somut olayın özelliğine
göre
değişebilecek” mahiyette olduğu belirtilmiştir (AYM, E.
2016/6 (Değişik İşler), K. 2016/12, 04/8/2016, §§
86-88).
37. Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere OHAL döneminde
alınan söz konusu “olağanüstü
tedbir”, kişilerin terör örgütüyle veya milli güvenliğe aykırı faaliyette
bulunan yapı, oluşum veya gruplar arasındaki irtibat ve iltisakın belirlenmesi
konusunda ilgili Kurul veya Komisyonlara oldukça geniş bir “değerlendirme” imkânı
tanımaktadır. Ancak bunun olağanüstü halin sona erdiği tarihten sonra da
uygulanacak şekilde normal döneme taşınarak
disiplin hukukunun “sübut”, “makul sürede savunma” ve “tebliğ” gibi
konularda kamu görevlilerine sağladığı birtakım güvencelerden mahrum bırakan
bir olağan dönem yasal düzenlemesine dönüştürülmesi kanunilik
ilkesiyle bağdaşmamaktadır. Nitekim dava konusu kuralın dört yıl süreyle
uygulanmasının öngörülmesi de düzenlemenin olağanüstü niteliğini
göstermektedir.
38. Anayasa
Mahkemesi terör örgütlerine veya devletin milli güvenliğine karşı faaliyette
bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara iltisakı yahut bunlarla
irtibatı olan kişilerin gerekli usuli güvenceler sağlanmadan liste usulüyle
kamu görevinden çıkarılmasını öngören kuralın olağan dönemlerde temel hak ve
özgürlüklere ilişkin sınırlama rejimini düzenleyen Anayasa’nın 13. maddesinde
öngörülen kanunilik şartını sağlamadığına, olağan dönem şartlarında demokratik toplum düzeninin gerekleri ve
ölçülülük ilkesiyle de bağdaşmadığına hükmetmiştir (AYM, E.2018/75,
K.2021/61, 22/09/2021, § 89). Bununla
birlikte Mahkeme, “olağan usullerin ötesinde bir uygulama” olarak
nitelediği liste usulüyle kamu görevinden çıkarma şeklindeki olağanüstü
tedbirin, daha sonra bireyselleştirmeye imkân veren idari ve yargısal başvuru
yollarının ihdasıyla birlikte, kişilerin özel hayatına saygı gösterilmesini
isteme hakkına Anayasa’nın 15. maddesinde öngörülen durumun gerektirdiği ölçüyü
aşacak şekilde bir sınırlama getirmediğine karar vermiştir (AYM, E.2018/75,
K.2021/61, 22/09/2021, § 128).
39. Bu kapsamda olağanüstü dönem tedbirleri olağan dönem
şartlarında Anayasa’nın daha katı şekilde uygulanmasını öngördüğü kanunilik,
demokratik toplumda gereklilik ve ölçülülük kriterlerine aykırılık teşkil
edebilmektedir. Bu durum her ne kadar liste usulüyle kamu görevinden çıkarma
tedbirine yer vermese de, olağanüstü dönem tedbirlerini olağan döneme taşıyan
dava konusu kural için de geçerlidir.
40. Diğer yandan temel hak ve özgürlüklere yönelik
müdahalenin bir an için kanunilik şartını sağladığı varsayılsa bile,
sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesine uygun olabilmesi için meşru bir
amacının bulunması ve ölçülü olması da gerekir. Sınırlamanın kamu düzenini ve
milli güvenliği korumak şeklinde bir meşru amacının olduğu açıktır. Ancak meşru
amacı olan kanuni bir sınırlamanın aynı zamanda söz konusu meşru amaç
bakımından elverişli, gerekli ve orantılı da olması zorunludur. Terör
örgütlerine veya milli güvenliğe aykırı faaliyette bulunan yapı, oluşum veya
gruplara iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen yargı
mensuplarının hızlı ve etkili bir şekilde meslekten çıkarılmalarına imkân
tanıyan düzenlemenin kamu düzenini ve milli güvenliği koruma meşru amacını
gerçekleştirmek için elverişli olmadığı söylenemez.
41. Bununla
birlikte aynı tespiti ölçülülüğün
alt ilkelerinden olan gereklilik için yapmak zordur. Zira bir
sınırlamanın gerekli olabilmesi için aynı meşru amaca daha hafif tedbirlerle
ulaşma imkanının bulunmaması
gerekir. Başka bir ifadeyle temel hak ve hürriyetlere daha hafif bir sınırlama
aracı ve yöntemiyle müdahalede bulunularak, sınırlama amacı olan kamu düzeni ve
milli güvenliği sağlamak mümkünken bundan daha ağır bir aracın kullanılması
gereklilik, dolayısıyla ölçülülük ilkesiyle bağdaşmaz (AYM, E.2014/36,
K.2015/51, 27/5/2015).
42. Kamu
görevlileri hakkında uygulanabilecek meslekten çıkarma dahil disiplin
yaptırımları bir yandan 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda diğer yandan da dava konusu kurallarda geçen yargı kurumları ile
idari organların özel kanunlarında açıkça düzenlenmiştir. Sözgelimi 657 sayılı Kanun’un 125. maddesinde, diğer
yaptırımlar yanında, bir daha devlet memurluğuna atanmamak üzere devlet
memurluğundan çıkarılmayı gerektiren haller düzenlenmiştir. 125. maddenin (E)
bendinde sayılan memuriyetten çıkarılmayı gerektiren durumlardan biri de (l)
alt bendinde yer verilen “Terör örgütleriyle eylem birliği içerisinde olmak, bu
örgütlere yardım etmek, kamu imkân ve kaynaklarını bu örgütleri desteklemeye
yönelik kullanmak ya da kullandırmak, bu örgütlerin propagandasını yapmak”tır.
Yargı mensuplarının meslekten çıkarılmalarına ilişkin olarak özel kanunlarda
benzer disiplin hükümlerinin bulunduğu malumdur.
43. Bu
noktada belirtmek gerekir ki, 657 sayılı Kanun’da ve diğer özel kanunlarda
öngörülen memuriyetten ya da meslekten çıkarılmaya ilişkin yaptırımlara kişiler
hakkında önemli usul güvenceleri sağlanarak karar verilebilecektir. Sözgelimi
dava konusu kurallarla Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında meslekten çıkarmaya
Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunun salt çoğunluğuyla karar verilebileceği öngörülmektedir. Buna
karşılık 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun’un
19. maddesinin (2) numaralı fıkrası üyelikten çekilmeye davet üye tamsayısının üçte
iki çoğunluğuyla mümkündür. Benzer şekilde 6216 sayılı Kanun’un 18. maddesi hakkında soruşturma
açılmasına karar verilecek üyeye savunmasını yapabilmesi için önemli usul
güvenceleri sağlamaktadır. Buna göre Genel Kurul bir üye hakkında soruşturma
açılmasına karar verirse, oluşturulan soruşturma kurulu sübut delillerini
tespit eder, isnat olunan hâl ve hareketi bildirerek ilgiliye on beş günden az
olmamak üzere tanınacak süre içinde
savunmasını yapmaya davet eder. Bunun yanında 18. maddenin (6) numaralı fıkrası
uyarınca hakkında soruşturma yapılan üyeye Genel Kurul huzurunda beş günden az
olmayan bir süre içinde sözlü
ya da yazılı savunmasını verme imkânı tanınır.
44. Bu
açıklamalardan anlaşılacağı üzere olağan dönemde dava konusu kuralların öngördüğü kamu düzenini ve milli
güvenliği sağlama meşru amacına, kişiler bakımından daha fazla güvence sağlayan dolayısıyla daha hafif
nitelikteki araç ve yöntemlerle de ulaşılabilir. Bu nedenle kurallar olağan dönemde temel hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılması
bakımından gerekli, dolayısıyla ölçülü kabul edilemez.
45. Bunun
yanında kurallar, kişilerin meslekten çıkarılma ve bir daha mesleğe kabul
edilmeme, uhdelerinde bulunan her türlü heyet ve kurul üyeliklerini sonlandırma,
sahip oldukları muhtelif ruhsatları iptal etme gibi son derece ağır tedbir ve
ek tedbirlere yer vermekte, ayrıca olağan dönem kanun hükümlerinin sağladığı birçok usul güvencelerini sağlamamaktadır. Bu
sebeple, öngörülen amaçla müdahale arasında adil bir denge kuramayan ve
kişilere ağır külfetler yükleyen kurallar orantılı da değildir.
46. Diğer
yandan dava konusu (A) fıkrasının birinci paragrafının beşinci cümlesi ile
ikinci paragrafının ve bu paragrafın göndermesiyle (B) fıkrasının ikinci
paragrafında yer alan diğer hükümlerin,
(B) fıkrasının birinci paragrafının “…Milli Güvenlik Kurulunca…” ,
“…üyeliği, mensubiyeti veya…” ibareleri dışında kalan kısmının,
ikinci ve üçüncü paragraflarının, dördüncü paragrafının birinci cümlesinin “…Milli
Güvenlik Kurulunca…” ve “…üyeliği, mensubiyeti veya…”
ibareleri dışında kalan kısmı ile ikinci cümlesinin, (E) fıkrasının, (G)
fıkrasının birinci paragrafının “…Milli Güvenlik Kurulunca…” , “…üyeliği,
mensubiyeti veya…” ibareleri ile (a) bendi dışında kalan kısmının,
üçüncü paragrafının ve 7333 sayılı Kanun’un 23. maddesiyle 375 sayılı KHK’nın
geçici 35. maddesinin (A), (B) ve (G) fıkralarında yer alan “…üç yıl…”
ibarelerinin “…dört yıl…” şeklinde değiştirilmesinin de -mahiyetine
uygun olduğu ölçüde- yukarıdaki gerekçelerle veya 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı
fıkrası uyarınca uygulanma kabiliyeti kalmayacağı gerekçesiyle iptal edilmesi
gerekir.
47. Açıklanan
gerekçelerle dava konusu kurallar Anayasa’nın 13., 20. ve 70. maddelerine aykırıdır.
D. Kanun’un Geçici 1. Maddesinin (3)
Numaralı Fıkrası
48.
Dava konusu kural, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 133. maddesi uyarınca kayyım
atanan şirketlerde, ceza soruşturmasının başladığı tarihten Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun kayyım olarak
atandığı tarihe kadar ortaklık pay ve haklarına ilişkin olarak şirket ortakları
tarafından yapılmış olan devir ve temlik işlemlerinin muvazaalı kabul edilerek
geçersiz sayılacağını ve ticaret sicilinden resen terkin edileceğini
öngörmektedir.
49. Kuralla şirket ortaklık pay ve
hakkı elde eden kişilerin devir ve temliklerinin geçersiz sayılarak iptal
edilmesi suretiyle Anayasa’nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkına, yapılan
devir ve temliklerin temelinde yatan hisse devir sözleşmesi gibi işlemlerin
geçersiz sayılması suretiyle de Anayasa’nın 48. maddesinde güvence altına alınan sözleşme özgürlüğüne
sınırlama getirilmektedir. Mülkiyet hakkı ve sözleşme özgürlüğüne yönelik
sınırlamaların Anayasa’nın 13. maddesi gereğince meşru amaca dayanması ve ölçülü olması gerekmektedir.
50.
Dava konusu kuralın millî güvenliğe ve kamu düzenine aykırı
faaliyetlerin odağı hâline gelebilecek şirketlerin mal varlığının
kaçırılmasının önlenerek bunların anılan faaliyetlerde finanse edilmesini
engellemek amacıyla ihdas edildiği, dolayısıyla meşru bir amacının olduğu
anlaşılmaktadır. Ayrıca düzenlemenin
söz konusu amacı gerçekleştirmek için elverişli ve gerekli olmadığı da
söylenemez.
51.
Bununla birlikte mülkiyet hakkı ve sözleşme özgürlüğüne yönelik
sınırlamaların ölçülü olabilmesi için kişilere yüklenen külfeti azaltmaya
yönelik güvencelerin sağlanması, başka bir ifadeyle izlenen meşru amaç ile müdahale arasında adil bir
dengenin kurulması gerekmektedir. Kayyım atanan şirketlerde ortaklık pay ve
hakkını devralan iyiniyetli üçüncü kişilerin kuralla getirilen kanuni karinenin
aksini yani işlemin muvazaalı olmadığını iddia ve ispat etme imkânları
bulunmamakta, dolayısıyla muhtemel keyfilikleri önleyecek kanuni güvencelerin
sağlanmadığı görülmektedir. Bu nedenle kural, kişilere aşırı bir külfet yükleyerek mülkiyet
hakkı ve sözleşme özgürlüğüne orantısız bir sınırlama getirmektedir.
52.
Esasen Anayasa Mahkemesi, dava konusu kuralla hemen hemen aynı mahiyette
bir düzenleme öngören 7086 sayılı Olağanüstü Hal
Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul
Edilmesine Dair Kanun’un “Muvazaalı
devir işlemleri” kenar başlıklı 4. maddesinin (1) numaralı fıkrasını
denetlemiş ve Anayasa’ya aykırı bulmuştur. İptal edilen kuralın dava konusu
kuraldan tek farkı işlemlerin muvazaalı kabul edildiği dönemi “soruşturmanın
başladığı tarihten bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihe kadar” olan dönem olarak belirlemiş olmasıdır. Bunun da
dava konusu kuralın anayasallık denetiminde bir farklılığa yol açtığı
söylenemez. Nitekim çoğunluk kararında da bu yönde bir açıklamaya yer
verilmemiştir.
53.
Anayasa Mahkemesi anılan kararında, yapıldığı dönemde yürürlükteki hukuk kurallarına göre geçerli olarak varlık kazanmış ve
tamamlanmış hukuki işlemlere doğrudan müdahale edilerek bu işlemlerin
geçerliliğinin ortadan kaldırıldığını, iyiniyetli üçüncü kişilerin işlemin
muvazaalı olmadığını iddia ve ispat etme imkânlarının bulunmadığını, kuralın
ihdas amacına uygun kullanılmasını sağlayacak ve bu konudaki keyfîlikleri
önleyecek yasal güvencelerin temin edilmediğini, dolayısıyla, kişilere aşırı
bir külfet yüklenerek
mülkiyet hakkı ve sözleşme özgürlüğüne orantısız, dolayısıyla ölçüsüz bir
sınırlama getirildiğini belirtmiş ve kuralın iptaline hükmetmiştir (AYM,
E.2018/81, K.2021/45, 24/06/2021, §§
373-375).
54.
Dava konusu geçici 1. maddenin (3) numaralı fıkrası yönünden bu sonuçtan
ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Aynı gerekçelerle kural, Anayasa’nın 13., 35. ve 48. maddelerine
aykırıdır.
55.
Sonuç olarak, yukarıda (A), (B), (C), (D) başlıkları altında belirtilen
gerekçelerle dava konusu kuralların Anayasa’ya aykırı olduğunu
düşündüğümden, çoğunluğun red
yönündeki kararlarına katılmıyorum.
KARŞIOY GEREKÇELERİ
A.
7145 sayılı Kanunun 1. Maddesiyle Değişik 5442 sayılı İl İdaresi Kanununun 11. Maddesinin
C Fıkrasının İkinci Paragrafında Yer Alan; Vali “… belirli yerlere
girişi ve çıkışı kamu düzeni ya da kamu güvenliğini bozabileceği şüphesi
bulunan kişiler için sınırlayabilir; belli yerlerde veya saatlerde kişilerin
dolaşmalarını, toplanmalarını, araçların seyirlerini düzenleyebilir veya
kısıtlayabilir ve…” Bölümü
1. Kural ile
valiye ilde kamu düzeni veya güvenliğinin olağan hayatı durduracak veya
kesintiye uğratacak şekilde bozulduğu veya bozulacağına ilişkin ciddi
belirtilerin bulunduğu hallere mahsus olmak üzere onbeş günü geçmemek üzere
seyahat özgürlüğünü kısıtlama yetkisi verilmektedir. Düzenlemenin meşru
amacının bulunduğu ve yetkiyi belirli kılan, kapsamını sınırlayan unsurların
kuralda yer aldığı anlaşılmaktadır. Bu durumda sınırlamanın demokratik toplumda
gerekliliği ve ölçülülüğü üzerinde durulmalıdır. İdari işlemlere karşı dava
yolunun etkililiği özellikle yürütmeyi durdurma kararı verilebilmesi halinde
söz konusu olur. Nitekim yürütmeyi durdurma kararı verilmesinin önemi nedeniyle
Anayasa’da (m. 125/5) özel güvence altına alınmıştır. Çoğunluk gerekçesinde
belirtildiği üzere elbette valinin idari işlemine karşı yargı yolu açıktır ve
yürütmeyi durdurma kararı verilmesi de mümkündür. Hatta uygulamada kuraldaki
gibi kısa süreli işlemlere karşı makul bir sürede yürütmeyi durdurma kararı
verildiğinin örnekleri de bulunmaktadır. Fakat aksi yönde de çok sayıda
örnekler bulunmaktadır.
2. Kuralın
günlük yaşama ilişkin olarak seyahat özgürlüğünü uzunca sayılabilecek bir
sürede kısıtlama yetkisini içermesi karşısında, bu tür işlemlere karşı açılan
davalar hakkında mahkemelerin zamanında karar vermesi önem arzetmektedir. Anayasa Mahkemesinin sıkça
vurguladığı gibi ; “…temel hakları sınırlayan kanunun şeklen var olması
yeterli olmayıp yasal kuralların keyfîliğe izin vermeyecek şekilde belirli ve
öngörülebilir nitelikte olması gerekir. Esasen temel hakları sınırlayan kanunun
bu niteliklere sahip olması, Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye alınan hukuk
devleti ilkesinin de bir gereğidir. Hukuk devletinde, kanuni düzenlemelerin hem
kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer
vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca
kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir.
Kanunda bulunması gereken bu nitelikler hukuki güvenliğin sağlanması bakımından
da zorunludur.” AYM E. 2020/53 – K. 2021/55, 14/7/2021, par. 95-96).
Nitekim çeşitli yasalarda özel önemi ve mahiyeti gereği sözkonusu işlemin 24
saat veya 48 saat içerisinde hakim önüne çıkartılması ya da mahkemenin belirli
bir sürede incelemesini yapması gibi güvenceler yer almıştır. Bu bakımdan
incelenen düzenlemede de bireyler için hukuki güvenlik ilkesinin bir gereği
olarak yasa yolunun etkililiğinin güvence altına alınması gerekir. Öte yandan
ilgili kuralda keyfiliğe karşı yasal güvencenin yer almamasının, temel hakların
sınırlandırılmasında Anayasanın 13. maddesi uyarınca yapılması gereken
ölçülülük testi yönünden de bir sorun oluşturacağı söylenmelidir. Nitekim
Mahkememizin bir kararında; “…bir temel
hak ve özgürlüğe sınırlandırma getiren düzenlemeye karşı bireylere etkili
başvuru yolunun tanınmaması, tedbiri ölçülülük boyutundan
uzaklaştırır. Bu, keyfiliğe karşı hukukun mutlak üstünlüğünü öngören
hukuk devleti ilkesinin zorunlu bir sonucu olduğu gibi Anayasa’nın 40.
maddesinin de bir gereğidir.” (AYM, E.2018/81, K.2021/45,
24/06/2021, par. 271) sözleriyle bu husus belirtilmiştir. Belirtilen
nedenlerle incelenen kuralın iptal edilmesi gerektiği düşüncesindeyim.
B. 7145
sayılı Kanunun 13. Maddesiyle 3713 sayılı Kanuna eklenen Geçici 19. Maddenin a
bendinin birinci cümlesi dışında kalan kısmı
3. Kurallar
ile, yakalanan veya yakalama emri üzerine yakalanan şüphelilerle ilgili olarak
aynı bendin ilk cümlesinde belirtilen 48 saat ve 4 günlük gözaltı sürelerinin,
dosyanın kapsamlı olması ve delillerin toplanmasında güçlük bulunan hallerde
aynı sürelerle iki kez daha hakim kararıyla uzatılmasına imkan verilmektedir.
Böylece şüpheli 6 gün veya toplu suçlarda 12 günü bulan bir süreyle gözaltında
tutulabilecektir. Bu düzenleme Anayasanın 19/5. maddesinde belirtilen gözaltı
sürelerine ilişkin azami miktarların üç kat aşılmasına yol açmaktadır.
4. Anayasanın
19. maddesinde özgürlük ve güvenlik hakkı düzenlenmiştir. Bu hükme göre yurttaş
veya yabancı ayrımı yapılmaksızın herkes özgürlük ve bu hakkın keyfi
kullanımına karşı koruma sağlayan güvenlik hakkına sahiptir. Özgürlük ve
güvenlik hakkı kişilerin fiziksel özgürlüğünü koruma amacı dolayısıyla
demokratik bir toplumda en önemli temel haklardan biridir. Maddenin ikinci
fıkrasında ise anayasal meşru nedenlerle özgürlüğün kısıtlanabileceği haller
gösterilmiştir. Suç şüphesiyle yakalanma da bu nedenlerden biridir. Anayasada
(ve AİHS’nin 5. maddesinde) belirtilen bu istisnalar sınırlı olduğu gibi dar
yorumlanması da gerekir (bkz. AİHM Şahin Alpay/Türkiye, No: 16538/17,
20.3.2018, par. 97). Yakalama adı verilen koruma tedbiri, kişinin fiziken ve
fiilen denetim altına alınarak geçici olarak özgürlüğünün kısıtlanması anlamına
gelmektedir. Bu nedenle salt yakalama emri-kararı bu özgürlük üzerinde bir
tehdit oluştursa da kısıtlama sonucunu doğurmamaktadır (AYM Galip Öğüt,
2014/5863, 1.3.2017, par. 40). Suç şüphesiyle yakalama işleminin amacı adli
merciin veya hakim önüne çıkartılarak soruşturmaya ilişkin adli işlemlerin
yapılması ve sonucuna göre serbest bırakılma veya tutuklama tedbiri
uygulanmasının sağlanmasıdır. Anayasal kavramların mevzuattaki farklı
karşılıkları karşısında özerk yorumlanması gerektiğinden, Anayasadaki yakalama
kavramının tutuklama öncesini ve özgürlüğünün kısıtlandığı andan serbest
bırakıldığı ana kadarki süreci kapsadığı, dolayısıyla gözaltı sürecinin de
anayasal anlamda bu sürecin bir parçası olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim
uygulamada gözaltı için azami süre yakalama anından itibaren başlatılmaktadır.
5. Gözaltı
tedbiri, tutuklama tedbiri öncesinde ve suç şüphesinin tutuklamayı gerektirir
derecede olup olmadığının belirlenmesi için öngörülen bir koruma tedbiridir. Doğası
gereği yakalama ve gözaltı için suçu işlediği yönünde şüphe nedenlerinin
bulunması gerekir. Kuvvetli şüphenin bulunması ve ölçülü olması durumunda
tutuklama kararı verilerek diğer soruşturma işlemleri ve delil elde etme
faaliyeti sürdürülebilecektir. Çok sayıda suç şüphelisinin bulunduğu kimi
soruşturmalar bakımından daha fazla gözaltı süresinin gerekli olduğu ileri
sürülebilir. Böyle bir durumda hakim kararıyla gözaltı süresinin uzatılması da
bir yöntem olabilir. Bununla birlikte Anayasada öngörülen düzenlemenin bu
şekilde olmadığı görüşündeyim. Nitekim 1982 Anayasasının Danışma Meclisi
tarafından hazırlanan 19. madde gerekçesinde 5. fıkranın amacı açıkça ifade
edilmiştir. Gerekçedeki ifadeler şöyledir: “Beşinci fıkra yalnızca sanık
olarak yakalanan veya gıyabında verilmiş bir kararla tutuklanan kişileri konu
almaktadır. Amaç sanığı en kısa zamanda bağımsız ve tarafsız hakim güvencesine
kavuşturmaktır. Bu süre normal hallerde kırksekiz saat; topluca işlenen, yani
yüksek sayıda sanığı bulunan suçlarda onbeş gündür. Kırksekiz saat ve onbeş
günlük süreler sınır teşkil eder ve gerekli “polis soruşturmasına” imkan vermek
amacıyla öngörülmüştür. Olağanüstü durumlar (savaş, sıkıyönetim) saklıdır.”
Beşinci fıkradaki süreler hariç düzenlemenin temel şekli sonraki madde
değişikliklerinde de korunmuş, 2001 yılında AİHM kararları
gözetilerek 15 günlük süre 4 güne indirilmiştir.
6. Çoğunluk
gerekçesine temel alınan yoruma göre Anayasanın anılan fıkrasının ikinci
cümlesindeki “Kimse bu süreler geçtikten sonra hakim kararı olmaksızın
hürriyetinden yoksun bırakılamaz.” şeklindeki ifade karşısında fıkrada ifade
edilen gözaltı süreleri hakim kararıyla uzatılabilecektir. Ne var ki anılan
fıkra ve cümleden böyle bir yorumun çıkartılması gözaltıyla ilgili bu güne kadarki
anayasal yorumları, pratiği ve gözaltı kurumunun amacını dışlayan ve
özgürlükleri anayasaya aykırı biçimde kısıtlayan bir uygulamaya
dönüştürmektedir. Herşeyden önce özgürlüğün daha fazla kısıtlanmasına yol açan
bir uygulamanın Anayasa metnini zorlayan bir yoruma dayandırılması yerinde
olmayacaktır. Böyle bir sistem arzu ediliyorsa bunun yolu anayasa
değişikliğidir. Fıkranın 2. cümlesinde yer alan ve çoğunluk gerekçesine temel
olan “hakim kararı” ifadesi ile ise birinci cümle kapsamında yer alan tutuklama
kurumu kastedilmektedir. Bu husus yukarıda aktardığımız gerekçeden de
anlaşılmaktadır. Gözaltındaki kişi C. Savcısı tarafından serbest
bırakılmayacaksa tutuklama talebiyle hakim önüne sevk edilecektir. Bu durumda
anayasal gözaltı süresinden sonra özgürlüğün kısıtlanmasının sürdürülmesi
yalnızca hakimin tutuklama kararı vermesi halinde mümkün olabilir. Anayasanın
19/5. maddesinin 2. cümlesindeki ifade ile de bu durum açıklanmaktadır.
Belirtilen nedenlerle incelenen kuralın iptal edilmesi gerektiği görüşündeyim.
C. 7145 sayılı Kanunun 26. Maddesiyle 375 sayılı KHK’ya
eklenen Geçici 35. Maddenin A Fıkrasının ilk paragrafının 1. Cümlesindeki iptal
edilen “Milli Güvenlik Kurulunca” ve “üyeliği, mensubiyeti veya” ibareleri
dışında kalan kısmın ve 4. Cümlesi ile 5. Cümlesinde yer alan “Görevden
Uzaklaştırılanlar veya” İbaresi Dışında Kalan Kısmı ve A Bendinin İkinci
Paragrafı
7. İncelenen
kural ile, bu maddenin yürürlüğe girdiği 31.7.2018 tarihinden itibaren üç yıl
süreyle maddede sayılan kamu kurumlarında Milli Güvenlik Kurulu’nca Devletin
milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya
gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu
değerlendirilen görev yapan kamu görevlileri hakkında, yine maddede belirtilen
usulle meslekten çıkartılmalarına karar verileceği belirtilmektedir. İncelenen
kuralda hakimlik teminatı altında görev yapan hakimler, C. Savcıları ve yüksek
mahkemelerin üyelerinin mesleklerine son verilmesine ilişkin düzenlemenin
anayasaya uygunluğu tartışmanın merkezinde yer almaktadır.
8. Esasen
Mahkememiz oy birliği ile “Milli Güvenlik Kurulu”nca ve “üyeliği, mensubiyeti
veya” ibarelerinin anayasaya aykırı olduğuna karar vermiştir. Buna rağmen A
bendinin birinci cümlesindeki kuralın bütünlüğünde Anayasaya göre icrai bir
karar organı olmayan MGK tarafından alınan istişari karara icra gücü verilerek
ve aralarında Anayasal hakimlik ve yüksek mahkeme üyeliğine ilişkin güvenceleri
bulunan yüksek mahkemeler ve diğer hakimler hakkında, ülkede olağanüstühal
bulunmamasına (OHAL 18.7.2018 günü itibarıyla sona ermiştir) karşın, belirtilen
kurumların kendi kanunlarında yer alan ve Anayasal güvenceler çerçevesinde
düzenlenen disiplin soruşturmalarına ilişkin usul kuralları ve yasal haklar
devre dışı bırakılarak, yine ilgili kurumların kendi yapılarına ilişkin
farklılıkları da dikkate alınmayarak özel bir olağanüstü yöntemle mesleğe son
verme kararı verilmesine imkan tanınmıştır.
9. AYM bir
kararında Anayasanın 70. maddesinde düzenlenen kamu hizmetine girme hakkının,
vatandaşların ülkenin kamusal işlerinin yürütülmesine katılma hakkını ifade
eden siyasi haklar (katılma hakları) arasında sayıldığını ve bu hakkın yalnızca
kamu hizmetine girmeyi değil, bu hizmette bulunmayı da kapsadığını ifade
etmiştir (AYM E. 2021/104 – K. 2021/87, 11.11.2021, par. 48). Aynı kararda kamu
hizmetine devam edebilme bakımından milli güvenlik ve kamu düzeninin sağlanması
amacıyla Anayasa ve kanunlara sadakat yükümlülüğünün aranmasının da görevin
gerektirdiği nitelikler arasında görülebileceğine işaret edilmiş, bununla
birlikte böyle bir kuralın anayasaya uygunluğu için ölçülü olması gerektiği de
belirtilmiştir (par. 55, 56).
10. Diğer
yandan meslekten çıkarmayı gerektiren yaptırımlar sonuçları itibarıyla kamu
görevlileri bakımından da özel hayata saygı hakkıyla ilgili bir sınırlama
niteliğindedir (AYM 2018/159 E. – 2019/93, 24.12.2019, par. 16).
11. Bilindiği
üzere temel haklara ilişkin sınırlamaların sınırı Anayasanın 13. maddesinde
düzenlenmiştir. Bu düzenleme uyarınca söz konusu sınırlamanın belirlilik ve
öngörülebilirlik unsurlarını taşır biçimde kanunla yapılması, meşru amacının
bulunması, demokratik toplumda gerekli ve ölçülü olması zorunludur.
12. Anayasaya
ve kanunlara sadakat ilkesi uyarınca Devlet kurumlarının yasa dışı suç
örgütleriyle bağlantısı bulunan kişilerden arındırılmasında meşru amacın
bulunduğu söylenmelidir. Yine, düzenlemenin geçici olduğunun ifade edilmesi,
kapsama dair kurumlar ve öngörülen usul açısından kanunilik ilkesinin
belirlilik alt ilkesinin bulunduğu da varsayılabilir. Bununla birlikte kuralda
yer alan “yapı, oluşum veya “gruplar” ibarelerinin hukuk düzenimiz açısından
anlam ve kapsamlarının tayin edilmesi çok büyük güçlükleri ve belirsizlikleri
bünyesinde taşımaktadır. Benzer tartışmalar esasen irtibat ve iltisak terimleri
yönünden de söz konusudur. İrtibat sözcüğünün bir yerle bağı olmayı ve
bağlantısını sürdürmeyi ifade ettiği gözetildiğinde terör örgütleriyle irtibatı
olmanın belirsiz olmadığı söylenebilir. Fakat konu terör örgütleriyle sınırlı
olmayıp, cümle içerisindeki ibare (-devletin milli güvenliğine karşı faaliyette
bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplar-) bütünlüğü ile birlikte
değerlendirildiğinde belirsizliğe neden olmaktadır. İltisak kavramı ise bu
anlamda belirsizliği daha da artırmaktadır. Belirtilen yönleriyle kural
kanunilik ilkesinin belirlilik ve öngörülebilirlik unsurlarını karşılamaktan
uzaktır. Ayrıca hukuk devleti ilkesi yönünden de böyle bir düzenlemenin hukuk
güvenliği ilkesine aykırı olduğu söylenmelidir.
13. Diğer
taraftan kamu görevlileriyle ilgili disiplin mevzuatında anayasal ilkeler
kapsamında düzenlemeler ve güvenceler yer almaktadır. Sözgelimi 6216 sayılı
Kanun madde 18/2; 2802 sayılı Kanun madde 72 ile disiplin fiillerine ilişkin
zamanaşımı süreleri öngörülmüştür. Hukuk güvenliği ilkesi açısından olağan
hukuk düzeni içerisinde yasa koyucunun kanunlarla getirdiği bu tür usul
güvencelerini koruması, hele geçmişe yürür biçimde değiştirmemesi beklenir. Suç
oluşturmayan disiplin eylemlerine ilişkin olarak zamanaşımı güvencesinin
ortadan kaldırılması hukuki güvenlik ilkesine ve hukuk devletine aykırıdır.
14. Kanunilik
ilkesi yönünden sorun bulunduğu takdirde incelemeye devam etmeye gerek yok ise
de sınırlamaya ilişkin diğer testlerin de gözden geçirilmesi, konunun
anlaşılması için yararlı olabilir. Demokratik bir toplumda gereklilik
unsuru açısından kuralın, incelenmesinde olağan bir dönemde hakimlerin ve
yüksek mahkemelerin kanunlarındaki hakimlik teminatıyla uyumlu yasal
güvenceleri kapsayan disiplin yöntemlerinin devre dışı tutulmasını gerektirir
bir toplumsal ihtiyacın varlığı da anlaşılamamaktadır. Esasen oldukça uzun
süren OHAL döneminde ilgili Kararnameler ve Kanunlarla tedbirler alınmış,
uygulamalar yapılmış ve olağanüstü halin devam etmemesine karar verilmiştir.
Olağan anayasal dönemde ve bir hukuk devletinde kamu görevlilerinin ve hele de
hakimlerin hakimlik teminatıyla bağdaşmayan özel usuller oluşturularak
meslekten çıkartılmalarına karar verilmesi hukuk devleti ilkesiyle de
bağdaşmamaktadır. Kuralda öngörülen savunma hakkının ve yargı denetiminin
varlığı, belirtilen anayasaya aykırılıkları telafi etmemektedir. Dolayısıyla
böyle bir tedbirin demokratik bir toplumda zorunlu bir ihtiyaç olduğu söylenemez.
15. Hiç
şüphesiz her türlü suç örgütleri ve terör örgütlerine karşı mücadele anayasal
devletin ve demokratik toplumun zorunlu ihtiyacıdır. Fakat Anayasanın 2.
maddesinde belirtilen insan haklarına saygılı demokratik hukuk devletinde bu
mücadelenin anayasal ilkelere, kamu görevine girme ve kalma hakkına, özel
hayata saygı hakkına uygun olarak oluşturulan usul ve kurallar çerçevesinde
yürütülmesi gerektiği açıktır. Hakimler ve yüksek mahkeme üyeleri hakkındaki
böylesi bir meslekten çıkarma yöntemi Anayasa’nın hakimlik teminatıyla ilgili
139 ve 140. maddelerine ve ilgili diğer hükümlerindeki (147, 154, 155, 160)
güvencelere de aykırıdır. İncelenen kuralların bütününde yukarıda izah edilen
anayasal ilkelere aykırılıklar gözetildiğinde iptal edilmesi gerektiği
görüşündeyim.
D. 7145
sayılı Kanunun 26. Maddesiyle 375 sayılı KHK’ya eklenen Geçici 35.
Maddenin B Fıkrasının İlk Paragrafının İptaline Karar Verilen “…Milli Güvenlik
Kurulunca, …üyeliği, mensubiyeti veya” İbareleri Dışında Kalan Kısmı ile
İkinci, Üçüncü ve Dördüncü Paragraflarının İptal Taleplerinin Reddine Karar
Verilen Kısımları
16. İptali
talep edilen B fıkrasında yer alan kurallarda belirtilen kişilerin MGK kararı
doğrultusunda yetkili makamlarca yapılan değerlendirmede devletin milli güvenliğine
karşı faaliyette bulunduğu tespit edilen yapı, oluşum veya gruplarla iltisaklı
veya irtibatlı olduğuna karar verilenlerin kamu görevinden çıkartılmalarına
imkan tanınmaktadır. Fıkranın ikinci ve sonraki paragraflarında ise
görevden çıkarmanın sonuçları düzenlenmiştir. Buna göre görevine son verilenler
bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemeyecek, doğrudan veya dolaylı olarak
görevlendirilemeyecekler, ayrıca uhdelerindeki her türlü mütevelli heyet,
kurul, komisyon, yönetim kurulu, denetim kurulu, tasfiye kurulu üyeliği ve sair
görevlerinin sona ermiş sayılacağı ve silah ruhsatlarının, gemi adamlığı
belgelerinin ve pilot lisanslarının iptal edileceği
belirtilmektedir. Yine TSK ve kolluk birimlerinde görev yapanlardan
görevlerine son verilenlerin mahkeme kararı aranmaksızın karar tarihinden
geçerli olmak üzere rütbe ve memuriyetlerinin geri alınacağı, yeniden bir kamu
görevine kabul edilemeyeceği hükme bağlanmıştır.
17. Öncelikle
yukarıda aynı maddenin A fıkrasına ilişkin olarak ileri sürdüğümüz iptal
nedenlerinin bu fıkra yönünden de söz konusu olduğu görüşündeyim. Demokratik
bir toplumda gerekli olmadığı değerlendirilen bu özel göreve son verme
yönteminin diğer sonuçlarına dair kuralların da aynı gerekçelerle Anayasaya
aykırı olduğu düşünülmektedir. Bununla birlikte fıkradaki bazı hususlara ayrıca
değinilmesinde yarar bulunmaktadır.
18. İkinci
paragrafın birinci cümlesinde göreve son verilenlerin uhdelerindeki her türlü
mütevelli heyet, kurul, komisyon, yönetim kurulu, denetim kurulu, tasfiye
kurulu üyeliği ve sair görevlerinin sona ermiş sayılacağı hükme bağlanmıştır.
Göreve son vermeye bağlanan bu hukuki sonuçların görevle bağlantılı olan veya
olmayan her türlü üyelikleri kapsadığı anlaşılmaktadır. Görevle bağlantısı
olmasa dahi kişilerin hukuk düzeni içerisindeki farklı kurul, heyet veya
yönetim kurulu gibi üyeliklerinin bir mahkeme kararı olmaksızın idari bir
kararla doğrudan sona erdirilmesi, Anayasanın 33. maddesinde güvence altına
alınan örgütlenme özgürlüğü yönünden ölçüsüz bir sınırlamaya yol açmaktadır.
19. Dördüncü
paragrafta göreve iade edilenlerin, kamu görevinden çıkarılmalarından dolayı
herhangi bir tazminat talebinde bulunamayacakları belirtilmektedir. İdari işlem
nedeniyle zarara uğrandığı iddialarının dava edilmesini önleyen bu kural hak
arama hürriyetine, mahkeme hakkına (AY m. 36) aykırı olduğu gibi Anayasanın
125. maddesinde ifade edilen idari işlem ve eylemlerin yargı denetimine tabi
olacağına ilişkin kurala da aykırıdır.
E. 7145
sayılı Kanunun 26. Maddesiyle 375 sayılı KHK’ya eklenen Geçici 35.
Maddenin E Fıkrası ile G Fıkrasının 1. Paragrafının İlk Cümlesinin İptal Konusu
Olmayan Kısmı ile b Bendi ve Üçüncü Paragrafı
20. Kural ile
35. maddenin A, B, D, fıkraları uyarınca haklarında işlem tesis edilenlerin
uhdelerinde taşıdıkları büyükelçi, vali gibi unvanları ve yüksek mahkeme başkan
ve üyeliği, müsteşar, hakim, savcı, kaymakam ve benzeri meslek adlarını ve
sıfatlarını kullanamayacakları ve bu unvan, sıfat ve meslek adlarına bağlı
olarak sağlanan haklardan yararlanamayacakları belirtilmektedir.
21. İncelenen
kurallarda atıf yapılan D bendindeki hükümler Mahkememizce oybirliğiyle iptal
edilmiştir. Kuralın atıf yaptığı kurallarla oluşturduğu bütünlük açısından
değerlendirildiğinde yukarıda aynı maddenin A fıkrasına ilişkin olarak ileri
sürdüğümüz iptal nedenlerinin bu fıkranın karşıoy kullanılan kısımları yönünden
de söz konusu olduğu görüşündeyim. Demokratik bir toplumda gerekli olmadığı
değerlendirilen bu özel göreve son verme yönteminin diğer sonuçlarına dair kuralların
da aynı gerekçelerle Anayasaya aykırı olduğu düşüncesindeyim.
F. Geçici
1. Maddenin 3. Fıkrası
22. Üçüncü
fıkrada 5271 sayılı CMK’nın 133. maddesi uyarınca kayyım atanan şirketlerde,
soruşturmanın başladığı tarihten Fon’un kayyım olarak atandığı tarihe kadar
şirket ortaklarınca yapılmış olan devir ve temlik işlerinin muvazaalı olarak
kabul edileceği ve geçersiz sayılıp ticaret sicilinden re’sen terkin edileceği
belirtilmektedir.
23. Kural ile
yasal muvazaa karinesi getirilmiştir. Bu karine olağanüstühal döneminin
öncesini ve sonrasını da kapsar durumdadır. Muvazaa kavramının yer aldığı 6098
sayılı TBK’nın 19. maddesinde borç ilişkilerinde bir sözleşmenin
yorumlanmasında gerçek amacı gizleyen görünüşteki ifadelere bakılmayıp gerçek
iradenin esas alınacağı, borçlunun yazılı bir sözleşmeye güvenerek alacak hakkı
kazanan üçüncü kişiye karşı muvazaa savunmasında bulunamayacağı düzenlenmiştir.
Özel hukukta fiili veya hukuki karinelerden bir ispat kuralı olarak
yararlanılabilmektedir. Fakat burada önemli olan husus ileri sürülen karinenin
aksinin ispat edilmesine imkan tanınıp tanınmamasıdır.
24. Anayasa Mahkemesi benzer bir kuralı
daha önce incelemiştir. 7086 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler
Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun’un
“Muvazaalı Devir İşlemleri” başlığını taşıyan 4. maddesinde aynı şekilde yer
alan düzenleme Mahkeme tarafından oybirliğiyle iptal edilmiştir. Anılan
düzenleme şöyledir: “MADDE 4- (1) 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanununun 133 üncü maddesi uyarınca kayyım atanan şirketlerde
ortaklık pay ve haklarına ilişkin olarak soruşturmanın başladığı tarihten bu
maddenin yürürlüğe girdiği tarihe kadar şirket ortakları tarafından yapılmış
olan devir ve temlik işlemleri muvazaalı kabul edilerek geçersiz sayılır ve
ticaret sicilinden resen terkin edilir.” Mahkemenin iptal gerekçesinin yer
aldığı ilgili paragrafta şunlar ifade edilmiştir: “Buna göre hukuki
ilişkinin kurulduğu tarih itibariyle yürürlükte olan kanun hükümlerine uygun
olarak kazanılan şirket ortaklık pay ve hakkının aksinin iddia ve ispat
edilmesi mümkün olmayan kanuni bir karineyle muvazaalı olduğu kabul edilerek
ortadan kaldırılmasını öngören kural, kişilere aşırı bir külfet yükleyerek
mülkiyet hakkı ve sözleşme özgürlüğüne orantısız ve dolayısıyla ölçüsüz bir
sınırlama getirmektedir.” AYM, E.2018/81,
K.2021/45, 24/06/2021, par. 375).
25. İncelenen
kural ile de iptal edilen kuraldaki gibi Kanunla muvazaa karinesi getirilerek,
belirtilen tarihler arasında şirketlerin ortaklık hak ve paylarını elde
edenlerin devir ve temliklerinin geçersiz sayılması mülkiyet hakkına (AY m. 35)
ve sözleşme özgürlüğüne (AY m. 48) müdahale teşkil etmektedir. Yasa koyucunun
kimi durumda karinelere yaslanması mümkün ise de aksinin ispat edilmesine imkan
tanınmaması, temel haklara yapılan müdahaleyi ölçüsüz hale getirir. Nitekim
incelenen kuralın açık yazılış şekli gözetildiğinde karinenin aksinin ispat
edilmesinin mümkün bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle yapılan müdahale açıkça
ölçüsüz olup, bu yönüyle bir sınırlamadan öte, sözleşme ve mülkiyet haklarını
tümüyle ortadan kaldırır mahiyettedir. Anayasanın 35., 48. ve 13. maddelerine
aykırı olduğundan kuralın iptali gerekmektedir.
|
|
|
|
Başkanvekili
Hasan
Tahsin GÖKCAN
|
Karşı Oy
25/07/2018
tarih ve 7145 sayılı Kanunun; 21. maddesiyle 6749 sayılı Kanunun değiştirilen
dördüncü maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Birinci fıkra uyarınca kamu görevinden
çıkartılan asker kişilerin askerlik rütbeleri, mahkeme kararı aranmaksızın
karar tarihinden geçerli olmak üzere geri alınır” şeklindeki düzenlemenin
incelenmesinde:
1. Olağanüstü
hâl döneminde Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna
karar verilen oluşum veya gruplarla olan ilgisi nedeniyle görevlerine son
verilen asker kişilerin rütbelerinin geri alınmasına ilişkin düzenlemenin
Anayasa’ya aykırı olmadığını değerlendirmekteyiz.
2. Söz konusu
kişilerin rütbeleri, ifa etmekte oldukları kamu görevinin bir unsurunu teşkil
etmekte olup, görevlerinin sona erdirilme gerekçelerine bakıldığında işlemin
orantısız olduğunu iddia etmek de mümkün değildir.
3. Kamu
görevleri sona erdirilmekle bu görevlerinden kaynaklanan rütbeye bağlı hakların
da son bulmasının makul olmadığını iddia etmek mümkün değildir.
4. Dahası
kamu görevinden kaynaklanan idari hakların sona erdirilmesinin ancak mahkeme
kararıyla yapılmasını zorunlu kılan anayasal bir dayanak da söz konusu
değildir. Kaldı ki rütbelerin geri alınması işlemi yargı denetimi dışında
bırakılmış da değildir.
5. Yeniden
değerlendirme imkanı bulunan ve yargı denetimine tabi bir işlem neticesinde
görevlerin sona erdirildiği dikkate alındığında, konunun Anayasa’nın 2.
maddesine aykırı bir yönü de bulunmamaktadır.
6. Sayılan bu
gerekçelerle çoğunluğun kuralın iptal edilmesi yönündeki görüşüne iştirak
edilmemiştir.
Başkanvekili
Kadir ÖZKAYA
|
Üye
Muammer TOPAL
|
Üye
Rıdvan GÜLEÇ
|
Üye
Recai AKYEL
|
Üye
Basri BAĞCI
|
Üye
İrfan FİDAN
|
Karşı Oy
25/07/2018
tarih ve 7145 sayılı Kanunun; 10. maddesiyle 2937 sayılı Devlet İstihbarat
Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu’nun 30. maddesine eklenen
Beşinci Fıkra.
1. Bu
düzenleme ile Milli İstihbarat Teşkilatı 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu
kapsamı dışına çıkartılmaktadır.
2. Kurumun
milli güvenlik alanında görev ifa ettiği nazara alındığında, sahip olduğu
bilgilerin çeşitli sınıflandırmalara tabi tutularak kişilerle paylaşılması
kurumun fonksiyonuna uygun düşmemektedir.
3. Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi kararında istihbari nitelikteki bilgilerin, kişilerin
şahsi durumunu etkileyecek nitelikte olsa dahi, şahıslarla paylaşılması
noktasında devlete bir yükümlülük getirmemektedir.
4. Bu nedenle
anılan hükmün iptali yönündeki çoğunluk fikrine iştirak edilmemiştir.
Başkanvekili
Kadir ÖZKAYA
|
Üye
Muammer TOPAL
|
Üye
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
Üye
Basri BAĞCI
|
Üye
İrfan FİDAN
|
|
|
|
|
|
Karşı Oy
25/07/2018
tarih ve 7145 sayılı Kanunun 26. maddesiyle 375 sayılı Kanuna eklenen geçici
35. maddenin G fıkrasının “a” bendinde yer alan “Soruşturmaya başlama süresi
uygulanmaz” hükmü.
1. Söz konusu
düzenleme ile disiplin hukuku açısından görevden uzaklaştırma veya açığa
alınanlar hakkında muhtelif kanunlarda yer alan soruşturma başlatma sürelerinin
uygulanmayacağı hüküm altına alınmaktadır.
2. Kuralda
uzun sürelerle açığa alma veya görevden uzaklaştırma tedbirlerine yer verilmesi
buna bağlı olarak da soruşturmaya başlama açısından belirsiz bir tarih
aralığına neden olduğu gerekçesiyle çoğunluk tarafından hüküm Anayasa’ya aykırı
görülmüştür.
3. 657 sayılı
Devlet Memurları Kanunu’nun 139/1. maddesinde söz konusu süre görevden uzaklaştırmadan
itibaren 10 gün olarak düzenlenmiştir.
4. Denetime
konu edilen hüküm açısından söz konusu süre bir yıl olarak öngörülmüş olup
ihtiyaç halinde en fazla bir yıl daha uzatılmasına imkan verilmektedir.
5. Genel
olarak söz konusu düzenleme devlet memurları açısından disiplin hukukunu ihlal
eden eylemleri açısından lehlerine usulü bir düzenleme olarak gözükmekle
birlikte, diğer bir yönden disiplin suçu işleyen memurların işledikleri iddia
edilen disiplin suçlarının takipsiz bırakılması gibi bir sonuca da hizmet
etmektedir.
6. Düzenleme
açığa alma veya görevden uzaklaştırma sürelerini bir yıl gibi bir süreyle
kısıtlayarak soruşturmaya başlanılması noktasında da limiti bir yıllık süreye
uzatmaktadır. Bu haliyle 10 günlük sürenin makul, bir yıllık sürenin makul
olmadığını değerlendirecek anayasal bir ölçüt ortaya koymak da mümkün değildir.
7. Kanun
koyucunun takdir yetkisi kapsamında yaptığı bu düzenlemenin azami olarak dört
yıl uygulanacağı da dikkate alındığında kuralın Anayasa’ya aykırı olmadığını
değerlendirdiğimizden çoğunluğun aksi yöndeki görüşüne iştirak
edilmemiştir.
Başkanvekili
Kadir ÖZKAYA
|
Üye
Muammer TOPAL
|
Üye
Basri BAĞCI
|
Üye
İrfan FİDAN
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
A) Kanun’un 1. Maddesiyle 5442 Sayılı Kanun’un 11. Maddesinin (C) Fıkrasına Eklenen İkinci
Paragrafı Yönünden
7. Kuralda
öngörülen tedbirler, kamu düzeni veya güvenliğinin olağan hayatı durduracak
veya kesintiye uğratacak şekilde bozulması ya da bozulacağına ilişkin ciddi
belirtilerin bulunması şartlarına bağlanmış ve tedbirlerin kapsamı da ildeki
belli yerlere giriş ve çıkışının engellenmesi açısından kamu düzeni ya da kamu
güvenliğini bozabileceği şüphesi bulunan kişilerle sınırlandırılmıştır.
8. Anayasa’nın
23. maddesine göre, seyahat hürriyeti suç soruşturması ve kovuşturması ile suç
işlenmesinin önlenmesi nedenleriyle sınırlandırılabilir. Anayasa’nın 34.
maddesi kapsamında toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme hakkı da millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi,
genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin
korunması amacıyla sınırlanabilir. Kuralla getirilen sınırlamanın ilgili
Anayasa maddelerinde belirtilen milli güvenlik, kamu düzeni ve suç
işlenmesinin önlenmesi meşru amaçlarını taşıdığı söylenebilir.
9. Seyahat
özgürlüğü ve toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik
sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesi uyarınca ölçülü olması gerekir. Ölçülülük
ilkesi ise elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden
oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen sınırlamanın ulaşılmak istenen amacı
gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç
bakımından sınırlamanın zorunlu olmasını diğer bir ifadeyle aynı amaca daha
hafif bir sınırlama ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise hakka
getirilen sınırlama ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin
gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2014/176, K.2015/53,
27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mahmut Üçüncü, B. No.
2014/1017, 13/07/2016, § 70).
10. Kural,
milli güvenlik, kamu düzeni ve suç işlenmesinin önlenmesi amaçlarına ulaşma
bakımından elverişli ve gerekli tedbirleri bünyesinde barındırmaktadır.
Orantılılık açısından ise kişilerin seyahat hürriyeti ve toplantı ve gösteri
yürüyüşü düzenleme hakkının sınırlandırılmasıyla varılmak istenen meşru amaç
ile kişilerin anayasal hakları arasında adil bir dengenin sağlanması
gerekmektedir. Amacın meşru olması ve bu amacı gerçekleştirmek için
kullanılacak araçların elverişli ve gerekli nitelikleri taşıması temel haklara
yapılan müdahalenin ve getirilen sınırlamanın orantısızlığına neden
olmamalıdır.
11. Seyahat
hürriyeti ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına milli güvenlik,
kamu düzeni ve suç işlenmesinin önlenmesi amacıyla getirilen sınırlamanın adı
geçen haklara en az müdahaleye imkân veren ölçülü bir sınırlama içermesi
beklenir.. Bu da ancak arzulanan meşru amacı gerçekleştirmeye elverişli en
hafif müdahale yöntemlerinin uygulanmasıyla sağlanabilir. Aksi takdirde,
kişiler anayasal haklarını kullanırken aşırı külfet ve maliyetle karşı karşıya
gelebilirler. Böyle bir durumda hukuk devletinin gerektirdiği meşru amaç ve
araç arasında makul ve uygun bir dengenin kurulması son derece güçleşir, hatta
imkansızlaşır.
16. Kamu
düzeni veya güvenliğinin olağan hayatı durduracak veya kesintiye uğratacak
şekilde bozulduğu ya da bozulacağına ilişkin ciddi belirtilerin bulunduğu
hâllerde valilere on beş günü geçmemek şartıyla kamu düzeni ya da kamu
güvenliğini bozabileceği şüphesi bulunan kişiler yönünden ildeki belirli
yerlere giriş ve çıkışlara sınırlama getirme, belli yerlerde ve saatlerde
kişilerin dolaşmaları ve araçların seyirlerini düzenleme ve kısıtlanma yetkisi tanıyan kural milli güvenlik, kamu düzeni ve suç
işlemesinin önlenmesi amacına ulaşmada seyahat hürriyeti ile toplantı ve
gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına ölçüsüz bir sınırlama getirmektedir.
17. Belirtilen
nedenlerle kuralın, Anayasa’nın 13., 23. ve 34. maddelerine aykırı olduğu
sonucuna ulaştığımdan iptal edilmesi gerektiği düşüncesiyle çoğunluk kararına
katılmıyorum.
B) Kanun’un 13. Maddesiyle 3713
sayılı Kanun’a Eklenen Geçici 19. Madde ile Maddede Değişiklik Yapan 7333
Sayılı Kanun’un 11. Maddesinin İncelenmesi
18. Dava konusu kurallar devletin güvenliğine, anayasal düzene ve işleyişine, milli
savunmaya, devlet sırlarına karşı işlenen suçlar ile casusluk suçu, Terörle
Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar veya örgüt faaliyeti çerçevesinde
işlenen suçlar bakımından gözaltı sürelerini düzenlemektedir. Bu kapsamda 5271
sayılı Kanun’un 91. maddesinin (1) ve (3) numaralı bentlerinde düzenlenen
gözaltı sürelerinin uzatılması ve hâkim kararıyla ek gözaltı süresi verilmesi
imkânı getirilmektedir. Buna göre, belli suçlar yönünden yürütülen ceza
soruşturmasında Cumhuriyet savcısına kırk sekiz saat, toplu olarak işlenen
suçlarda ise dört gün süreyle gözaltı tedbiri uygulaması, yine belirtilen
sürelerle ilgili hâkime iki defayı aşmamak üzere gözaltı süresini uzatma
yetkisi tanınarak kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına bir sınırlama
getirilmektedir.
21. Anayasa'da kişinin hâkim
huzuruna çıkarılması için öngörülen süreler azami kesin süreler olup uzatılması
mümkün değildir. Azami gözaltı süresinin önceden belirlenmiş olması nedeniyle
gözaltı işlemini yapan makamlar, izin verilen sürenin aşılmaması için gerekli
bütün tedbirleri almakla yükümlüdürler. Bu azami sürelerin aşılması halinde
kişi hürriyeti ve güvenliği ihlal edilmiş olacaktır (Emre Soncan, B. No: 2016/73490, 11/3/2020, § 60).
22. Kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkının sınırlandırılabilmesi için temel hak ve hürriyetlerin
sınırlandırılması rejimini belirleyen Anayasa’nın 13. maddesine de uyulması
gerekmektedir.
C) 26. maddesiyle 375 sayılı Kanun
Hükmünde Kararname’ye eklenen geçici 35. Maddesinin Birinci Paragrafının
Birinci Cümlesinde Yer Alan “…üyeliği,
mensubiyeti veya…” İbaresi Dışında Kalan Kısmı ve Dördüncü Cümlesi ile
Fıkrada 7333 sayılı Kanun’un 23. Maddesiyle Değişiklik Yapan “…dört yıl…” İbaresi
25. 375
sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin geçici 35. maddesinin (A) fıkrasında, maddenin
yürürlüğe girdiği tarihten itibaren dört yıl süreyle, terör örgütlerine veya
Millî Güvenlik Kurulunca Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette
bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara iltisakı yahut bunlarla
irtibatı olduğu değerlendirilen kişilerle ilgili yetkili kurul ve komisyonlarca
uygulanacak meslekten çıkarma ve diğer tedbirler hüküm altına alınmıştır.
26. Anayasa Mahkemesi verdiği kararlarda;
özel hayata saygı gösterilmesini isteme hakkının, kişinin çevresinde
bulunanlarla temas kurma hakkını içerdiğini, kişilerin mesleki hayatları ile
özel hayatları arasında sıkı bir ilişki bulunduğunu, kişinin mesleği ile ilgili
tasarrufların özel hayata saygı gösterilmesini isteme hakkı kapsamında
değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmiştir (Serap Tortuk, B. No:
2013/9660, 21/1/2015, § 37; Bülent Polat [GK], B. No: 2013/7666,
10/12/2015, § 62). Kişilerin
meslekten çıkarılmaları onların iş ve sosyal hayatında üçüncü kişilerle
kuracağı ilişkiler ve itibarları üzerinde ciddi etkiler oluşturabilir.
27. Dava konusu kurallar maddenin
yürürlüğe girdiği tarihten itibaren dört yıl süreyle geçerli olmak üzere terör
örgütlerine veya MGK’ca devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna
karar verilen yapı, oluşum veya gruplara iltisakı yahut bunlarla irtibatı
olduğu ilgili Kurul ve Komisyonca değerlendirilen kişilerin meslekten (kamu
görevinden) çıkarılmasını düzenlemektedir.
28. Ölçülülük
ilkesi uyarınca sınırlama amacını gerçekleştirebilecek daha hafif bir sınırlama
aracı bulunmaktayken daha ağır bir sınırlama aracının seçilmesi mümkün
değildir. Kişilerin özel hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına daha
hafif bir sınırlama aracı ve yöntemiyle müdahalede bulunularak, sınırlama amacı
olan kamu düzeni ve güvenliğini sağlamak mümkünken bundan daha ağır bir aracın
kullanılması, ölçülülük ilkesine uygun düşmez (AYM, E.2014/36, K.2015/51,
27/5/2015).
29. Kanun koyucunun kamu güvenliği
aleyhine faaliyetlerde bulunan örgüt veya benzeri yapılarla bağlantıları nedeniyle
Anayasa’dan kaynaklanan sadakat yükümlülüğüne aykırı davranan kamu görevlileri
hakkında meslekten (kamu görevinde) çıkarma veya benzer işlemler tesis etmesi
buna yönelik şartları ve usulleri belirlemesinde geniş bir takdir yetkisi
bulunmaktadır.
30. Dava konusu kurallar bakımından
meslekten çıkarma tedbirinin uygulanması için irtibak ve iltisak boyutunda
fiiller ve idarenin takdiri şartları aranmaktadır. Kanun koyucu meslekten (kamu görevinden) çıkarma tedbirinin uygulanmasında
milli güvenliğe aykırı faaliyette bulunan yapı ve oluşumlarla irtibatlı ve
iltisaklı olmayı temel ölçüt olarak tespit etmiştir. Meslekten çıkarmaya esas alınan fiillerin irtibat ve iltisak
kapsamında kalıp kalmadığının tespiti yetkili kurul ve komisyonların
değerlendirilmelerine bırakılmıştır.
31. Olağanüstü
Hal döneminde (OHAL) uzun yıllar devlet içinde gizlilik prensibi ile yapılanmış
olan FETÖ/PDY veya milli güvenlik aleyhine faaliyette bulunan diğer terör
örgütü, yapı ve oluşumlarla bağlantılı kişilerin tespit edilerek kamu
görevlerinden uzaklaştırılması için kanun koyucunun olağan dönemden farklı
yöntemler benimsemesi söz konusu olabilir. Ancak bu konudaki mücadele
yönteminin anayasal ilkeler gözetilerek hukuki öngörülebilirlik ve belirlilik
sınırları içinde uygulanması gerektiği de açıktır.
32. Olağan
dönemde isnat edilen fillerin sübuta ermesi şartıyla kamu görevlileriyle
ilgili disiplin hukuku kapsamında farklı
mevzuatlarda kamu görevinden çıkarma işleminin usul ve şartları düzenlenmiştir.
Bu dönem koşulları altında, FETÖ/PDY veya milli
güvenlik aleyhine faaliyette bulunan diğer terör örgütü, yapı ve oluşumlarla
bağlantılı kişilerin belirlenmesinde ilgili mevzuatlarda yer alan disiplin
hukuku hükümleri çerçevesinde hareket edilmesi gerekmektedir. Ulaşılmak istenen
meşru amacı gerçekleştirmede disiplin hukuku elverişli ve gerekli araçlara
sahiptir.
33. Belirtilen nedenlerle
dava konusu kuralların Anayasa’nın 13. Ve 20. maddesini ihlal ettiği
düşüncesiyle çoğunluk kararına katılmadım.
34. Dava konusu kurallarla aynı
nitelikte olan diğer kurallar bakımından da bu bölümde belirtilen gerekçeler
geçerli olduğundan ayrı bir değerlendirme yapılmayacaktır.
Karşı Oy
25/07/2018
tarih ve 7145 sayılı Kanunun; 2. maddesiyle 211 sayılı Kanuna eklenen 56/A
maddesinin birinci fıkrasında yer alan “…veya bu sebeplere bağlı olarak
gecikmesinde sakınca bulunan hallerde askeri birlik komutanının veya askeri
kurum amirinin ya da hukuk hizmetleri başkanı veya birim amirinin yazılı emri…”
hükmü ile aynı mahiyette düzenlemelere yer verilen Kanunun 5. maddesiyle 6292
sayılı Kanuna eklenen ek 7. maddenin birinci fıkrası ve Kanunun 6.
maddesiyle 2803 sayılı Kanuna eklenen 15/A maddesinin denetlenmesinde:
1. İnceleme
konusu yapılan kanun hükümlerinde önleme araması yapılması gereken durumlarda
sulh ceza hakiminden karar alınamaması ve gecikmesinde sakınca bulunan bir
halin ortaya çıkması durumunda kanunda sayılan komutan, amir ya da hukuk
hizmetleri başkanına yazılı emir vermek suretiyle önleme araması yapılması
noktasında yetki verilmektedir.
2. Kanun
hükmünün devamında gerekli işlemlerin 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu
hükümlerine göre yapılacağına da işaret edilmektedir.
3. Özel
hayatın gizliliğini düzenleyen Anayasa’nın 20. maddesinde gecikmesinde sakınca
bulunan hallerde hâkim kararı olmadan yapılacak aramaya ilişkin düzenlemeye yer
verilmektedir. Burada öncelikli koşullar ilk olarak kanunen kendisine yetki
verilmiş bir merci bulunması, ikinci olarak da bu merciin emrini yazılı olarak
vermesi şeklinde düzenlenmiştir.
4. Anayasanın
20. maddesinin devamında yetkili merci tarafından alınan kararın yirmidört saat
içerisinde görevli hakimin onayına sunulacağı ve hakimin kararını el koymadan
itibaren kırksekiz saat içerisinde açıklayacağı aksi halde el koymanın
kendiliğinden kalkacağı hüküm altına alınmaktadır.
5. Çoğunluk
Anayasa’nın bu hükmünü yetkili mercii tarafından alınan arama kararlarının tümünün
(el koyma işlemi olsun veya olmasın) yirmidört saat içerisinde hâkim onayına
sunulması gerektiği şeklinde yorumlamakta ve inceleme konusu kurallarda bu
hususun eksik olduğundan bahisle iptal sonucuna ulaşmaktadır.
6. Halbuki
Anayasa’nın 20. maddesinde hâkimin kararını el koyma faaliyetinden itibaren
kırksekiz saat içerisinde açıklayacağı, bu süre zarfında karar verilmemesi
durumunda el koymanın kendiliğinden kalkacağı belirtilmektedir.
7.
Anayasa’nın bu hükmünden hareketle yetkili mercilerin almış oldukları
kararlardan el koymanın hâkim onayına sunulması gerektiği, el koymanın
gerçekleşmediği arama kararının yetkili hâkim onayına sunulmasına gerek
bulunmadığını değerlendirmekteyiz. Zira anayasa koyucu münhasıran arama
kararlarının da hâkim onayına sunulmasını murat etmiş olsaydı sürenin
başlangıcı noktasında hakkında karar verilen faaliyetlerin bitiminden itibaren
onay sürecini başlatabilirdi. Bunu tercih etmemiş olması arama kararlarının
onaya sunulmasını gerekli görmemesinin bir sonucudur. Kırksekiz saat
içerisinden hakimin karar vermemesi durumunda el koymanın kendiliğinden
kalkacağı hüküm altına alınırken arama kararlarının akıbetine ilişkin madde
metninde bir hüküm de bulunmamaktadır.
8. Arama
kararları ifa edilmekle hükmünü yerine getirmektedir. İfa edilmiş bir arama
kararının sonradan onaylanmamış olmasının fiili bir önemi bulunmamaktadır.
Arama işlemi sırasında el konulan suç delili var ise bunun hukuka uygunluğu
müteakip aşamalarda bir çok makam tarafından değerlendirmeye tabi tutulmaktadır.
Görevde yetkinin kötüye kullanılması suretiyle alınan arama kararlarına ilişkin
olarak da genel hükümler çerçevesinde işlem yapılması her zaman mümkündür.
9. Bu
bağlamda Anayasa’nın 20. maddesini yorumlayan kanun koyucu 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu’nda (CMK) arama kararlarını tek başına yetkili hâkim onayına
tabi tutmamıştır. Yetkili merciin yazılı emri üzerine yapılan aramalarda el
koymanın varlığı halinde bu işlem el koymanın akıbeti açısından yirmidört saat
içerisinde hâkim onayına sunulmaktadır (CMK.nın 127/3, 134/1. maddeleri).
10. CMK’ya
yapılan atıf ile söz konusu uygulama denetim konusu yapılan kanun hükümlerine
aynen transfer edilmiş ve Anayasa’nın aradığı standartlar bu haliyle yerine
getirilmiştir.
11. Diğer
taraftan çoğunluğun iptal gerekçesi olarak ileri sürdüğü Anayasa’nın 20.
maddesinin ikinci fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “Yetkili merciin kararı
yirmidört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur” hükmü doğrudan
uygulanabilir nitelikte olduğundan, denetlenen kanun hükümleri açısından ileri
sürülen eksikliği giderebilecek mahiyettedir. Bundan dolayı da kanun
hükümlerinin iptali yerine yorumlu red yapılması daha uygundur.
12. Sayılan
bu gerekçelerle çoğunluğun iptal yönündeki görüşüne iştirak edilmemiştir.
Üye
Muammer TOPAL
|
Üye
Basri
BAĞCI
|
Üye
İrfan
FİDAN
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
7145 sayılı
Kanunla bazı kanunlarda ve KHK’larda yapılan değişikliklerden bir kısmı
Anayasaya aykırı bulunarak iptal edilirken, bir kısmının Anayasaya aykırı olmadığına
oybirliğiyle, aşağıda belirtilenlerin Anayasaya aykırı olmadığına ise
oyçokluğuyla karar verilmiştir.
1.
Çoğunluğun, 5442 sayılı Kanunun 11. maddesinin (C) fıkrasına eklenen ikinci
paragrafın “…belirli yerlere girişi ve çıkışı kamu düzeni ya da kamu
güvenliğini bozabileceği şüphesi bulunan kişiler için sınırlayabilir; belli
yerlerde veya saatlerde kişilerin dolaşmalarını, toplanmalarını, araçların
seyirlerini düzenleyebilir veya kısıtlayabilir ve …” bölümünün iptali talebinin
reddine ilişkin gerekçesinde; kuralla seyahat hürriyeti ile toplantı ve gösteri
yürüyüşü düzenleme hakkına getirilen sınırlamanın kanunî bir temele
dayandırıldığı ve kuralın keyfîliğe izin vermeyecek şekilde belirli ve
öngörülebilir olduğu, meşru bir amacının bulunduğu, ölçülülük ilkesine aykırı
olduğunun da söylenemeyeceği belirtilerek, Anayasanın 13., 23. ve 34.
maddelerine aykırı olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
7145 sayılı
Kanunla 5442 sayılı İl İdaresi Kanununun 11. maddesinin (C) fıkrasına
eklenen ikinci paragrafda, kamu düzeninin veya güvenliğinin normal hayatı
durduracak veya kesintiye uğratacak şekilde bozulduğu yahut bozulacağına
ilişkin belirtilerin bulunduğu hâllerde valinin onbeş günü geçmemek üzere, kamu
düzenini ya da güvenliğini bozabileceği şüphesi bulunan kişilerin ildeki
belirli yerlere girişini ve çıkışını sınırlayabileceği ve belli yerlerde veya
saatlerde kişilerin dolaşmalarını, toplanmalarını ve araçların seyirlerini
düzenleyebileceği yahut kısıtlayabileceği hükme bağlanmıştır.
Anayasanın
23. maddesinde herkesin yerleşme ve seyahat hürriyetine sahip olduğu
belirtilmekte; bireylerin serbestçe yer değiştirme hakkını ifade eden ve
yurtiçi ile yurtdışı seyahatleri de kapsayan seyahat hürriyeti, kişilerin en
geniş anlamda gidip gelme, dolaşma ve hareket serbestîlerini teminat altına
almaktadır. Dava konusu kuralla öngörülen ve bazı kişilerin ildeki belli
yerlere giriş ve çıkışları ile belli yerlerde ve saatlerde dolaşmalarına ve
araçların seyirlerinin düzenlenmesine veya kısıtlanmasına yönelik tedbirlerin
de seyahat hürriyeti kapsamında değerlendirilmesi gerektiği tartışmasızdır.
Diğer
taraftan, dava konusu kuralla getirilen sınırlamanın Anayasanın 34. maddesinde
teminat altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkıyla da ilgili olduğu
açıktır. Anılan maddenin birinci fıkrasında düzenlenen bu hak, bireylerin
düşüncelerini açıklamak amacıyla açık veya kapalı yerlerde, kamu otoriteleri
ile üçüncü kişilerin müdahaleleri olmaksızın, geçici olarak biraraya
gelebilmelerini güvence altına almaktadır.
Bu itibarla,
kararda da kabul edildiği üzere, anılan haklara sınırlama getiren kuralın,
Anayasanın söz konusu maddeleri ile 13. maddesine uygun olup olmadığı
incelenmelidir. Bu kapsamda, kuralla yapılan sınırlamanın kanunî bir temele
dayandığı ve meşru amacının bulunduğu söylenebilirse de, belirlilik ile
ölçülülük ilkeleri ve özellikle orantılılık yönünden çoğunluğun red
gerekçesinde yapılan değerlendirmelere ve ulaşılan sonuca katılmak mümkün
değildir.
Anayasanın
13. maddesi uyarınca yapılan ölçülülük incelemesinin bir unsuru olan
orantılılığın, hakka getirilen sınırlama ile ulaşılmak istenen amaç arasında
makul bir dengenin gözetilmesi zorunluluğunu ifade ettiği bilinmektedir.
Başka bir anlatımla,
incelenen kural açısından da, orantılılık ilkesi uyarınca, kişilerin seyahat
hürriyeti ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının
sınırlandırılmasıyla ulaşılmak istenen meşru amaç ve kişilerin bu hakları
arasında adil bir dengenin kurulması ve sınırlamanın orantılılığı
değerlendirilirken bir taraftan hedeflenen meşru amacın öneminin, diğer
taraftan da sınırlamanın niteliği ile kişilere yüklenen külfetin dikkate
alınması gerekmektedir. Bu değerlendirme sonucunda, kişilerin aşırı bir yüke katlandığının
tespit edilmesi hâlinde ise bu adil dengenin bozulduğu kabul edilmelidir.
Şüphesiz ki
bu değerlendirmede, tedbir süreci bir bütün olarak ele alınır ve kuralla
verilen yetkinin şartları, kapsamı, süresi ve alınan tedbirlere veya bunlara
aykırı davranılması hâlinde uygulanacak yaptırımlara karşı öngörülen denetim
mekanizmasının etkili olup olmadığı da gözönünde bulundurulur.
Bilindiği
gibi, hukuk devletinin esasını oluşturan temel hak ve hürriyetlere yönelik
sınırlamaların istisnai nitelik taşıması ve sınırlamayla güdülen amacın
gerektirdiğinden fazla olmaması zorunludur. Demokratik hukuk devletinde
öngörülen kısıtlamaların -hangi amaçla getirilmiş olursa olsun- temel hak ve
hürriyetlerin kullanılmasını aşırı derecede zorlaştırmaması; bu çerçevede,
seyahat hürriyeti ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına, suç
işlenmesinin önlenmesi ile millî güvenlik ve kamu düzeninin korunması amacıyla
getirilen sınırlamaların da mezkûr haklara en az müdahaleye imkân verecek
ölçüde olması gerekir.
Buna göre,
alınacak tedbirlerin de geçici, ölçülü ve denetime açık; hedeflenen meşru amacı
gerçekleştirmek için gerekli en hafif müdahale yöntemlerini öngören; ayrıca
-meşru amaç ve araçlar arasında makul ve uygun bir denge kurulabilmesi
bakımından- sınırlama getiren düzenlemenin kapsamı itibariyle idarenin keyfî
uygulamalarını önleyecek nitelikte bulunması zorunludur.
Dava konusu
kuralda öngörülen tedbirlerin uygulanabilmesi hususunda valinin
değerlendirmesine bırakılan şartlar incelendiğinde ise, anılan haklara
müdahalede bulunma bakımından belirsizliğe yol açacak ölçüde geniş yetkiler
tanındığı görülmektedir. Özellikle, kuralda tedbir kararının onbeş günü
geçmemek üzere uygulanabileceği belirtilmekte ise de, anılan süre dolduktan
sonra yeni tedbir kararları verilmesine ve belirtilen sınırlamaların sürekli
hâle gelmesine engel olacak bir hüküm de bulunmamaktadır.
Ayrıca,
tedbir kararlarına aykırı davrananlar hakkında 5442 sayılı Kanunun 66.
maddesine göre kabahat, hatta hapis cezaları uygulanabileceği ve mezkûr
tedbirlerin niteliği ile süresi de dikkate alındığında, kuralla getirilen
sınırlamaların hızlı bir şekilde denetlenmesini sağlayacak güvencelerin
öngörülmediği, idarî yargı denetiminin de incelenen kurala dayanılarak
yapılabilecek keyfî uygulamalara karşı ivedi sonuç alınabilecek etkili bir
denetime imkân verecek nitelikte olmadığı anlaşılmaktadır.
Bu
nedenlerle, dava konusu kuralın, sınırlama amaçlarına ulaşma bakımından anılan
haklara ölçülü bir sınırlama getirdiğinden de söz edilemeyeceği ve Anayasanın
13., 23. ve 34. maddelerine aykırı olduğu düşüncesiyle, aksi yöndeki çoğunluk
görüşüne karşıyım.
2.
Çoğunluğun, 3713 sayılı Kanuna eklenen geçici 19. maddenin birinci fıkrasının
(a) bendinin birinci cümlesi dışında kalan kısmının iptali talebinin reddine
ilişkin gerekçesinde; bendin ilk cümlesinde belirtilen sürelerle bağlı kalmak
kaydıyla iki defayı aşmamak üzere hâkim kararıyla ek gözaltı süresi
verilebilmesine imkân sağlayan kuralın Anayasanın 19. maddesinin beşinci
fıkrasıyla çelişmediği, meşru amacının bulunduğu ve ölçülü olmadığının da
söylenemeyeceği belirtilerek, kuralın Anayasanın 13. ve 19. maddelerine aykırı
olmadığı sonucuna varılmıştır.
7145 sayılı
Kanunla 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununa eklenen geçici 19. maddenin birinci
fıkrasının (a) bendinde, maddede sayılan bazı suçlar bakımından gözaltı
süreleri belirlenerek bu sürelerin savcının talebi üzerine hâkim kararıyla iki
defa uzatılabileceği hükme bağlanmıştır.
Çoğunluğun
red gerekçesinde belirtildiği üzere, (a) bendinin birinci cümlesinde öngörülen
kuralın Anayasanın 19. maddesinin üçüncü ve beşinci fıkralarının lâfzına aykırı
olmadığı ve kuralla kişi hürriyeti ve güvenliğine getirilen sınırlamanın
Anayasaya uygun kanunî bir temele dayandığı açık olmakla birlikte, bendin kalan
kısmı için bu görüşe katılmaya imkân bulunmamaktadır.
Anayasanın
19. maddesinin beşinci fıkrasında azamî gözaltı süreleri düzenlenmekte ve
gözaltındaki kişinin bu süreler geçmeden hâkim tarafından sorgulanarak
tutuklanması veya serbest bırakılması gerekmektedir. Başka bir ifadeyle,
gözaltında bulunan kişinin hâkim önüne çıkarılması hürriyetten yoksun bırakma
durumunu inceleyerek bunu ortadan kaldıracak nitelikte bağlayıcı karar verme
yetkisi olan, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme denetiminin sağlanması anlamına
gelmekte; gözaltı süreci devam ederken bunun şartlarının hâkim tarafından
değerlendirilerek gerekirse tedbirin sonlandırılması veya tutuklama kararı
verilmesi mümkün olmakla birlikte, Anayasanın anılan hükmü azamî gözaltı
süresinin, hâkim tarafından da olsa uzatılmasına imkân vermemektedir.
Aksinin
kabulü, Anayasada öngörülen azamî gözaltı sürelerinin aşılabileceği ve
tutuklama için Anayasanın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında öngörülen şartlar
aranmadan kişinin hürriyetinden yoksun bırakılmaya devam edilebileceği anlamına
gelir (ayrıntılı açıklama için bkz. Ersan Şen, Azami Gözaltı Sürelerinin
Aşılması Anayasaya Uygun mudur?, sen. av.tr, 16/7/2021).
Bu itibarla,
incelenen kuralın, meşru amacının bulunup bulunmadığı ve ölçülü olup olmadığı
yönünden yapılan değerlendirmelere geçilmeden kanunîlik bakımından
Anayasanın 19. maddesinin üçüncü ve beşinci fıkralarına aykırı olduğu ve iptal
edilmesi gerektiği düşüncesiyle çoğunluğun red kararına karşıyım.
3.
Çoğunluğun, 375 sayılı KHK’nın geçici 35. maddesinin (A) fıkrasının birinci
paragrafının birinci cümlesinin “…üç yıl…”, “…Millî Güvenlik Kurulunca…” ve “…
üyeliği, mensubiyeti veya …” ibareleri dışında kalan kısmının iptali talebinin
reddine ilişkin gerekçesinde; özel hayatın korunmasını isteme hakkına sınırlama
getiren bu kuralda da bir belirsizlik bulunmadığı, kuralın meşru bir amaca
dayandığı, demokratik bir toplumda zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamaya
yönelik olmadığının söylenemeyeceği, ayrıca ölçülü olduğu belirtilerek Anayasanın
13., 20. ve 118. maddelerine aykırı olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
7145 sayılı
Kanunla 375 sayılı KHK’ya eklenen geçici 35. maddenin (A) fıkrasının birinci
paragrafının birinci cümlesinde, terör örgütlerine veya millî güvenliğe karşı faaliyette
bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara iltisakı yahut bunlarla
irtibatı olduğu değerlendirilen kişilerle ilgili olarak, maddenin yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren dört yıl süreyle bu hükümde belirtilen kurul ve
komisyonlarca meslekten çıkarma kararı verilmesi öngörülmüştür.
Çoğunluğun
red gerekçesinde açıklandığı üzere, incelenen kuralda belirtilen kamu
görevlileri hakkında yetkili kurul ve komisyonların yapacağı değerlendirmeler
sonucunda, hükümde sayılan ilgililer için ayrı ayrı bireysel idarî işlem tesis
edilmek suretiyle meslekten çıkarma kararı verilebileceği, meslek hayatını ve
buna bağlı kazanımları etkileyen bu düzenlemenin sonuçları itibariyle kişilerin
özel hayatını önemli ölçüde etkileyebileceği ve bu çerçevede ilgililerin
yetkili kurul ve komisyonların tesis edeceği işlemlerle meslekten
çıkarılmalarını öngören kuralın Anayasanın 20. maddesi kapsamındaki özel hayata
saygı gösterilmesini isteme hakkına sınırlama getirdiği açıktır.
Diğer temel
haklar gibi bu hakka sınırlama getirilirken de Anayasanın 13. maddesine
uyulması ve buna ilişkin incelemede; sınırlamanın anayasal şartları taşıyacak
şekilde kanunla yapılıp yapılmadığının, meşru amacının bulunup bulunmadığının,
demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine uygun olup
olmadığının da değerlendirilmesi gerekir.
Bu
kapsamda çoğunluğun; maddedeki “iltisak” ve “irtibat” kavramlarının belirsiz
olduğunun söylenemeyeceği, hükmün kapsamı ve sınırları bakımından belirlilik
ilkesine ve anılan hakkın kanunla sınırlanması gerektiğine ilişkin anayasal
ilkeye aykırı bir yön bulunmadığı, sınırlamanın meşru bir amaca dayandığı,
zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamaya yönelik olduğu ve elverişlilik
unsuru açısından ölçülü bulunduğu yönündeki değerlendirmeleri isabetli olmakla
birlikte, gereklilik alt ilkesi açısından da ölçülü olduğuna ilişkin görüşüne
katılmak mümkün değildir.
Devletin
varlığına, demokratik düzenine ve millî güvenliğine tehlike oluşturacak kamu
görevlilerinin meslekten çıkarılmaları için öngörülen mezkûr tedbirlerin,
demokratik anayasal düzenin ve kamu güvenliğinin sağlanması ve korunması
amaçlarına ulaşma bakımından elverişli olmadığı söylenemez. Ancak bu
tedbirlerin ölçülülük ilkesinin ikinci unsuru olan gereklilik alt ilkesine
uygun olup olmadığının da belirlenmesi, yani olağan dönem şartlarında kamu
görevlilerinin kendi özel kanunlarında düzenlenen disiplin hükümleri
çerçevesinde kamu görevlerinden çıkarılmaları mümkünken dava konusu kural
çerçevesinde çıkarılmalarının meşru amaca ulaşma bakımından gerekli olup
olmadığının ortaya konulması zorunludur.
Red
gerekçesinde de kabul edildiği üzere, dava konusu kuralda sayılan kişilerin
tâbi oldukları kanunlarda diğer disiplin yaptırımları ile birlikte meslekten
veya kamu görevinden çıkarmanın usul ve esasları disiplin hükümleri
çerçevesinde düzenlenmiştir. Gereklilik ilkesi uyarınca, kanunla öngörülen
tedbirin içeriği yanında yöntem itibariyle de uygun olup olmadığı, yani meşru
amacı gerçekleştirmede temel haklara daha az sınırlama oluşturacak araçlara
başvurulmasının mümkün olup olmadığı belirlenmelidir. Buna göre, sınırlama
amacını gerçekleştirebilecek daha hafif bir sınırlama aracı varsa daha ağır bir
sınırlama aracının seçilmesi mümkün değildir ve buna uyulmadan yapılan
düzenlemeler gereklilik, dolayısıyla da ölçülülük ilkesine uygun düşmez.
Kararlarımızda
da belirtildiği gibi, disiplin hukukundaki sübut şartları, maddî hakikate
ulaşılmaya çalışılan ceza hukuku ile aynı derecede olmadığı için, esasen
kuralda belirtilen kişilerin kendi özel kanunlarındaki disiplin hükümleri
çerçevesinde kamu görevinden çıkarılmalarının da yukarıda belirtilen meşru
amaca ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıracağı söylenemez.
Başka bir
anlatımla, darbe teşebbüsünün hemen ardından ilân edilen olağanüstü hâl (OHAL) şartlarında,
yukarıda belirtilen tehdit ve tehlikelerin âcilen bertaraf edilmesi amacıyla
çıkarılan KHK’larla getirilen ve iki yıl boyunca uygulanan mezkûr tedbirlerin,
OHAL’in sona ermesinden sonra dört yıl daha uygulanmasını öngören dava konusu
kuralın gerekli ve dolayısıyla Anayasanın 13. maddesine göre ölçülü olduğundan
söz edilemez.
Bu itibarla,
dava konusu kuralın sınırlama amaçlarına ulaşma bakımından gerekli olmadığı ve
anılan hakka ölçülü bir sınırlama getirdiğinden söz edilemeyeceği, bundan dolayı
Anayasanın 13. ve 20. maddelerine aykırı olduğu ve iptal edilmesi gerektiği
düşüncesiyle çoğunluğun aksi yöndeki görüşüne karşıyım.
Diğer
taraftan, yukarıda belirtilen sebeplerle ve 6216 sayılı Kanunun 43. maddesinin
(4) numaralı fıkrasına göre, 375 sayılı KHK’nın geçici 35. maddesinin (A)
fıkrasının birinci paragrafının dördüncü cümlesinin, beşinci cümlesinde yer
alan “Görevden uzaklaştırılanlar veya…” ibaresi dışında kalan kısmının; ikinci
paragrafının birinci ve ikinci cümlelerinin; (B) fıkrasının birinci
paragrafındaki “…Millî Güvenlik Kurulunca…” ve “…üyeliği, mensubiyeti veya …”
ibaresi dışında kalan kısmı ile ikinci ve üçüncü paragraflarının, dördüncü
paragrafının birinci cümlesindeki “…Millî Güvenlik Kurulunca…” ve “…üyeliği,
mensubiyeti veya…” ibaresi dışında kalan kısmı ile ikinci cümlesinin; (E)
fıkrasının “…ve (D)…” ibaresi dışında kalan kısmının; (G) fıkrasının birinci
paragrafındaki “…Millî Güvenlik Kurulunca…” ve “…üyeliği, mensubiyeti veya…”
ibareleri ile (a) bendi dışında kalan kısmının ve üçüncü paragrafının; (A), (B)
ve (G) fıkralarında yer alan “…üç yıl…” ibarelerinin “…dört yıl…”
şeklinde değiştirilmesinin de iptaline karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle,
çoğunluğun aksi yöndeki kararlarına katılmıyorum.
4.
Çoğunluğun, 7145 sayılı Kanunun geçici 1. maddesinin (3) numaralı fıkrasının
iptali talebinin reddine ilişkin gerekçesinde; kuralın mülkiyet hakkı ile
sözleşme hürriyetine sınırlama getirdiği, ancak bu sınırlamanın kanunîlik,
meşru amaç ve ölçülülük yönünden Anayasanın 13. maddesine uygun olduğu,
dolayısıyla kuralın Anayasanın 13., 35. ve 48. maddelerine aykırı bulunmadığı
belirtilmiştir.
7145 sayılı
Kanunun geçici 1. maddesinin (3) numaralı fıkrasında; 5271 sayılı Kanunun 133.
maddesi uyarınca kayyım atanan şirketlerde, ceza soruşturmasının başladığı
tarihten Fonun kayyım olarak atandığı tarihe kadar, ortaklık pay ve haklarına
ilişkin olarak şirket ortakları tarafından yapılmış olan devir ve temlik
işlemlerinin muvazaalı kabul edilerek geçersiz sayılacağı ve ticaret sicilinden
resen terkin edileceği hükme bağlanmıştır.
Böylece,
kural kapsamındaki devir ve temlikler (sözleşmeler), aksinin iddia ve ispat
edilmesi mümkün olmayan kanunî bir karine oluşturulmak suretiyle geçersiz hâle
getirilmiştir. Bu yönüyle kural, anılan şirketlerdeki ortaklık pay ve haklarını
devralan iyiniyetli üçüncü kişilere, oluşturulan kanunî karinenin aksini iddia
ve ispat etme imkânını tanımamış ve kuralın ihdas amacına uygun şekilde
uygulanmasını sağlayarak keyfîlikleri önleyecek güvenceleri öngörmemiştir.
Nitekim, 7086
sayılı Kanunun 4. maddesindeki benzer hüküm yakın tarihli bir kararımızla aynı
gerekçeyle ve oybirliğiyle iptal edilmiştir (24/6/2021 tarihli ve E.2018/81,
K.2021/45 sayılı karar).
Açıklanan
sebeple bu kuralın da Anayasanın 13., 35. ve 48. maddelerine aykırı olduğu ve
iptal edilmesi gerektiği düşüncesiyle çoğunluğun red kararına karşıyım.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Mahkememiz
çoğunluğunca, 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1.
maddesiyle 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11.
maddesinin (C) fıkrasına eklenen ikinci paragrafın “belirli yerlere girişi ve çıkışı kamu düzeni ya da kamu
güvenliğini bozabileceği şüphesi bulunan kişiler için sınırlayabilir; belli
yerlerde veya saatlerde kişilerin dolaşmalarını, toplanmalarını, araçların
seyirlerini düzenleyebilir veya kısıtlayabilir ve” bölümünün, 13.
maddesiyle 3713 sayılı Kanun’a eklenen geçici 19. maddesinin (a) bendinin
ikinci, üçüncü ve dördüncü cümlelerinin, 26. maddesiyle 27/6/1989 tarihli
ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye eklenen geçici 35. maddenin (A)
fıkrasının birinci paragrafının birinci
cümlesinde yer alan “...üç yıl...”, “...Millî Güvenlik Kurulunca...” ve
“…üyeliği, mensubiyeti veya…” ibareleri dışında kalan kısmı ile dava konusu
Kanun’da iptali talep edilen benzer hükümler ve geçici 1. maddesinin (3) numaralı fıkrasının Anayasa’ya
aykırı olmadığına ilişkin kanaatine katılmamaktayım. Aşağıda sıraladığım
gerekçelerle dava konusu bu kuralların Anayasa’ya aykırı olduğu için iptali
gerekir.
A. 7145 Sayılı Kanun’un 1. Maddesiyle 10/6/1949 Tarihli
ve 5442 Sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11. Maddesinin (C) Fıkrasına Eklenen
İkinci Paragrafta Yer Alan “belirli
yerlere girişi ve çıkışı kamu düzeni ya da kamu güvenliğini bozabileceği
şüphesi bulunan kişiler için sınırlayabilir; belli yerlerde veya saatlerde
kişilerin dolaşmalarını, toplanmalarını, araçların seyirlerini düzenleyebilir
veya kısıtlayabilir ve” Bölümü:
2. İptali talep edilen ikinci paragraf şu şekildedir: “Vali, kamu düzeni veya güvenliğinin olağan hayatı
durduracak veya kesintiye uğratacak şekilde bozulduğu ya da bozulacağına ilişkin
ciddi belirtilerin bulunduğu hâllerde on beş günü geçmemek üzere ildeki belirli
yerlere girişi ve çıkışı kamu düzeni ya da kamu güvenliğini bozabileceği
şüphesi bulunan kişiler için sınırlayabilir; belli yerlerde veya saatlerde
kişilerin dolaşmalarını, toplanmalarını, araçların seyirlerini düzenleyebilir
veya kısıtlayabilir ve ruhsatlı da olsa her çeşit silah ve merminin taşınması
ve naklini yasaklayabilir.”
3. İlgili paragrafın “belirli yerlere girişi ve çıkışı
kamu düzeni ya da kamu güvenliğini bozabileceği şüphesi bulunan kişiler için
sınırlayabilir; belli yerlerde veya saatlerde kişilerin dolaşmalarını,
toplanmalarını, araçların seyirlerini düzenleyebilir veya kısıtlayabilir ve”
bölümünün Anayasa’ya aykırı olduğu kanaatindeyim.
4. Burada öncelikle ifade etmek gerekir ki valinin il
düzeyinde asayişin sağlanması konusunda yetkilendirilmesinde anayasal olarak
bir sorun bulunmamaktadır. Yine bu amaçla il düzeyinde vali tarafından acil
durumda bazı yetkilerin kullanılması da gerekebilir. Esasında bu biçimdeki
yetkilerin kullanılması sayesinde kamu düzeni korunacağından kişilerin hak ve
özgürlüklerini daha rahat kullanabileceği bir ortamın oluşmasının sağlanacağı
da söylenebilir. Bu yönü ile bakıldığında kuralla valiye bu biçimde yetkilerin
verilmesinin meşru bir amacının bulunduğu ifade edilebilir.
5. Bununla birlikte bu bağlamda valiye verilecek yetkilerin
Anayasa’daki pek çok hak ve özgürlüğün kullanılmasına sınırlama getirmesi
ihtimal dahilindedir. Dolayısıyla bu konudaki yetkilerin düzenlendiği
kurallarda anayasal sınırlar dahilinde düzenleme yapılması önem arz etmektedir.
6. Kuralla kamu düzeni veya güvenliğinin olağan hayatı
durduracak veya kesintiye uğratacak şekilde bozulduğu ya da bozulacağına
ilişkin ciddi belirtilerin bulunduğu hâllerde vali belirli yerlere girişi ve
çıkışı kamu düzeni ya da kamu güvenliğini bozabileceği şüphesi bulunan kişiler
için sınırlayabilecektir. Ayrıca vali yine kişilerin belli yerlerde veya
saatlerde dolaşmalarını, toplanmalarını, araçların seyirlerini düzenleyebilecek
veya kısıtlayabilecektir.
7. Görüldüğü üzere iptali talep edilen kuralla valinin il
düzeyinde kişilerin Anayasa’nın 23. ve 34. maddelerinde güvence altına alınan
hak ve özgürlüklerine esaslı biçimde müdahale etme imkânı söz konusudur.
Kuralda kamu düzeni veya güvenliğinin olağan hayatı durduracak veya kesintiye
uğratacak şekilde bozulduğu ya da bozulacağına ilişkin ciddi belirtilerin
bulunduğu durumlarda vali kişiler üzerinde bu yetkiyi kullanabilecektir.
8. Burada valiye verilen yetkinin çok ciddi sonuçlarının
olacağını dikkate almak gerekmektedir. Bununla birlikte valinin bu
tasarruflarının yargı denetimine tabi olduğu hususu akla gelebilir. Ancak bahse
konu kural bağlamında seyahat ve toplanma özgürlüklerine yönelik müdahalelerde
kişilerin buna yönelik başvurabileceği etkili yargısal yollar bulunmalı ve bu
yollardan kısa sürede sonuç alınabilmelidir. Aksi durumda hak ve özgürlüklerin
korunmasına yönelik yargısal denetimden etkili sonuç alabilmek mümkün
olmayacaktır.
9. Nitekim hukuk düzeninde bu kural bağlamında valinin
kullanacağı bu tedbirlere yönelik başvurulduğunda kısa sürede sonuç
alınabilecek bir mekanizma öngörülmediği görülmektedir. Normal idari yargı
düzeni işleyişinde, yapılan başvurulara yönelik, telafisi güç ve imkansız durumların
varlığı halinde devreye sokulabilecek olan yürütmeyi durdurma tedbiri bile
uygulamadaki şekline bakıldığında her zaman bu kişilerin haklarını koruma
noktasında kısa sürede sonuç verecek bir mekanizma olarak görülemeyebilecektir.
Zira yürütmeyi durdurma şeklindeki tedbirin idari yargı mercilerince mutlaka
kısa sürede verilmesi gerektiğini söyleyebilmek mümkün değildir. Bu nedenle
uygulamada yapılan başvuru ile ilgili verilecek bir yürütmeyi durdurma
kararının her zaman dava konusu kural bağlamında kişilerin haklarını
kullanmaları sürecinde onlara yapılacak hukuka aykırı müdahaleleri ortadan
kaldırabilecek şekilde etkili bir yargısal mekanizma olarak kabulü mümkün
değildir.
10. Öte yandan iptali talep edilen paragrafta valiye
tanınan yetkilerin oldukça fazla olduğu da göze çarpmaktadır. Bu bağlamda
valinin il düzeyinde kişilerin belirli yerlere girişi ve çıkışını
sınırlayabilmesi ve belli yerlerde veya saatlerde kişilerin dolaşmalarını,
toplanmalarını, araçların seyirlerini kısıtlayabilmesi temel hak ve
özgürlüklere yönelik ciddi sınırlamalardır. Kaldı ki aynı paragrafta valinin bu
yetkileri çok kısa sayılamayacak bir süre olan on beş günlük süreye kadar
kullanabilecek ve dolayısıyla kişilerin bu özgürlüklerini on beş güne kadar
kullanamaması durumu söz konusu olabilecektir.
11. Dolayısıyla anılan yetkilerin kişilerin seyahat ve
toplanma özgürlüklerine oldukça ağır müdahaleler getirmesi mümkündür. Buradaki
sürenin on beş güne kadar uzayabilmesi ise anılan müdahaleyi iyice ölçüsüz bir
noktaya taşıyabilecektir. Özellikle de valinin kullandığı bu yetkilere yönelik
başvurulup kısa sürede sonuç alınabilecek etkili bir yargısal mekanizmanın
bulunmaması bu yetkinin hak ve özgürlükler üzerinde demokratik toplum düzeninin
gerekleriyle bağdaşmayacak derecede bir müdahaleye dönüşmesine imkan
tanıyacaktır.
12. Bu nedenle 5442
sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11. maddesinin (C) fıkrasına eklenen ikinci
paragrafın “belirli yerlere girişi
ve çıkışı kamu düzeni ya da kamu güvenliğini bozabileceği şüphesi bulunan
kişiler için sınırlayabilir; belli yerlerde veya saatlerde kişilerin
dolaşmalarını, toplanmalarını, araçların seyirlerini düzenleyebilir veya
kısıtlayabilir ve” bölümünün Anayasa’nın 13., 23. ve 34. maddelerine aykırı olduğu
için iptali gerekmektedir.
B. 7145 sayılı Kanun’un 13. Maddesiyle 3713 Sayılı
Kanun’a Eklenen Geçici 19. Maddenin İlk Fıkrasının (a) Bendinin İkinci, Üçüncü
ve Dördüncü Cümleleri:
13. Dava konusu cümlenin yer aldığı maddede kuralın
yürürlüğe girdiği tarihten itibaren dört yıl boyunca 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun İkinci Kitap Dördüncü
Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar ile
3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar veya örgüt faaliyeti
çerçevesinde işlenen suçlar bakımından gözaltı süresinin yakalama yerine en
yakın hâkim veya mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç, yakalama
anından itibaren kırk sekiz saati, toplu olarak işlenen suçlarda dört günü
geçemeyeceği öngörülmektedir.
14. Ancak devamında iptali talep edilen cümlede ise
delillerin toplanmasındaki güçlük veya dosyanın kapsamlı olması nedeniyle
gözaltı süresinin birinci cümlede belirtilen sürelerle bağlı kalmak kaydıyla,
en fazla iki defa uzatılabileceği öngörülmektedir. Kanaatimce bu düzenleme
Anayasa’ya aykırı olup iptali gerekir.
15. Konumuzla ilgili olarak Anayasa’nın 19. maddesinin (5)
nolu fıkrası şu şekildedir: “Yakalanan veya tutuklanan kişi, tutulma yerine
en yakın mahkemeye gönderilmesi için gerekli süre hariç en geç kırksekiz saat
ve toplu olarak işlenen suçlarda en çok dört gün içinde hâkim önüne çıkarılır.
Kimse, bu süreler geçtikten sonra hakim kararı olmaksızın hürriyetinden yoksun
bırakılamaz. Bu süreler olağanüstü hal ve savaş hallerinde uzatılabilir”.
16. İptali talep edilen (a) bendinin ilk cümlesindeki
süreler Anayasa’nın 19. maddesinin yukarıda yer verilen fıkrası ile uyumlu
olmasına rağmen bendin ikinci cümlesindeki bu sürelerin iki defa
uzatılabileceğine ilişkin hüküm Anayasa’nın bu açık hükmü ile çelişmektedir.
Zira Anayasa’nın 19. maddesinin (5) numaralı fıkrasındaki süreler azami
nitelikte olup olağan dönemde bunların uzatılması mümkün değildir. Bu nedenle
delillerin toplanmasındaki güçlük veya dosyanın kapsamlı olması nedeniyle dahi
olsa gözaltı süresinin dava konusu (a) bendinin birinci cümlesinde belirtilen
sürelerle bağlı kalmak kaydıyla, en fazla iki defa uzatılabileceğini öngörmek
Anayasa’ya aykırı olacaktır.
17. Gözaltı süresinin uzatılması kapsamındaki suçlar
dikkate alındığında bu sürelerin uzatılmasının terörle mücadele amacıyla
getirildiği anlaşılmaktadır. Olağanüstü halin kaldırılmasıyla birlikte
Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkının artık olağan dönemde bu maddedeki güvencelere tabi olduğu ve bu
maddede belirtilen esaslara uygun biçimde sınırlandırılabileceği
unutulmamalıdır.
18. Her ne kadar gözaltı süresinin uzatılması ile ilgili
olarak bahse konu kuralda bunun Cumhuriyet Savcısının talebi üzerine yakalanan kişinin
dinlenilmesi suretiyle hakim kararı ile verileceği öngörülse de bu biçimdeki
bir uzatmanın Anayasa’nın 19. maddesine aykırı olduğu ifade edilmelidir. Zira
kişi hürriyeti ve güvenliği ile ilgili Anayasa’nın 19. maddesinin lafzı ve
yakalama konusuna ilişkin düzenleme biçimi olağan dönemlerdeki azami gözaltı
süresinin bu maddenin beşinci fıkrasında belirtilen sürelerden daha fazla
olmasına imkân tanımamaktadır.
19. Bu bağlamda gerçekleştirilen denetimde esas alınan
Anayasa’nın 19 maddesinin (5) numaralı fıkrasındaki odaklanılacak hüküm “Kimse,
bu süreler geçtikten sonra hakim kararı olmaksızın hürriyetinden yoksun
bırakılamaz.” kuralıdır. Buradaki “hakim kararı” esasında tutuklama veya
salıverme aşamasında devreye girmekte olup kişinin hakim kararı ile
hürriyetinden yoksun bırakılmasına karar verilmesi durumunda devreye giren
aşama tutuklama aşamasıdır. Dolayısıyla bu aşamada Anayasa’nın öngördüğü
maksimum gözaltı süresini hakim kararı ile olsa dahi yine uzatarak gözaltının
devamına karar verilmesi Anayasa’nın kişi hürriyeti ve güvenliği maddesindeki
temel yaklaşım ile çelişmekte olup kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına
Anayasa’ya aykırı müdahale anlamına gelmektedir.
20. Zira “hakim kararı olmaksızın” denilirken bunun sadece
uzatmaya yönelik verilen “şekli bir hakim kararı” olmadığı vurgulanmalıdır.
Anayasa’nın 19. maddesinin beşinci fıkrasının gerekçesinde bu konu ile ilgili “Amaç,
sanığı en kısa zamanda bağımsız ve tarafsız hakim güvencesine kavuşturmaktır.” değerlendirmesine
yer verilmiştir. Dolayısıyla buradaki hakim kararı, yakalanan kişi ile ilgili
sorgu yapılmadan sadece gözaltı süresinin uzatılması amaçlı olarak
görülmemelidir.
21. Dolayısıyla dava konusu kuralda olduğu biçimdeki hakim
kararı ile kişinin hürriyetinden yoksun bırakılması işlemi esasında Anayasa’nın
19. maddesi ile çelişmektedir. Nitekim iptali talep edilen cümledeki hakim
kararı adeta gözaltı süresini uzatma anlamında bir formaliteye dönüşecek
biçimde kullanılabilecektir. Zira toplam olarak on iki günlük süre boyunca
gözaltındaki kişi ile ilgili olarak hakim sadece uzatma şeklinde şekli bir
inisiyatife sahip olmaktadır.
22. Oysa Anayasa’nın 19. maddesinin beşinci fıkrasının amir
hükmü gereğince yakalanan kişi en geç kırk sekiz saat ve toplu olarak işlenen
suçlarda en çok dört gün sonra artık kolluk gözetimindeki gözaltı süresinin
tamamlanması ile hakim kararı ile hürriyetinden yoksun bırakılabilir. Bu
bağlamda hakim dosyayı görüp gözaltı süresini bitirecek şekilde karar
vermelidir. Hakim elbette ki hürriyetten yoksun bırakmayı sürdürebilir. Ancak
bunun Anayasa’nın hükmü gereği gözaltı süresinin uzatılması şeklinde değil,
kişi hakkında tutuklama kararı verilmesi şeklinde olması gerekmektedir.
23. Öte yandan hakim huzuruna çıkarılma güvencesinin tam
anlamıyla sağlanabilmesi için hakim tarafından yapılacak denetim suç
işlendiğine dair belirtinin bulunup bulunmadığını, gözaltına almanın soruşturma
yönünden zorunlu ve ölçülü olup olmadığını da kapsamalıdır. Anılan düzenlemede
hakimin uzatma kararı verirken suç işlendiğine dair belirtinin varlığının devam
edip etmediğini, gözaltına almanın soruşturma yönünden zorunlu ve ölçülü olup
olmadığını incelemesini gerektiren bir kayıt bulunmamaktadır.
24. Nitekim Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru
incelemesinde Anayasa’nın 19. maddesinin (5) numaralı fıkrası ile ilgili
yaptığı yorum da “hakim kararı” konusunda yukarıda açıklanmaya çalışılan görüşü
destekleyen şu şekildeki bir değerlendirmeyi içermektedir:
“Anayasa’nın
19. maddesinin beşinci fıkrasına göre yakalanan veya tutuklanan kişi, tutulma
yerine en yakın mahkemeye gönderilmesi için gerekli süre hariç en geç kırk
sekiz saat ve toplu olarak işlenen suçlarda en çok dört gün içinde hâkim önüne
çıkarılır. Kimse, bu süreler geçtikten sonra hâkim kararı olmaksızın
hürriyetinden yoksun bırakılamaz. Bu süreler olağanüstü hal ve savaş hallerinde
uzatılabilir. Bu süreler kişinin yakalanması ile başlar. Gözaltına alınan kişi
serbest bırakılmazsa en geç bu süreler sonunda sulh ceza hâkimi önüne çıkarılıp
sorguya çekilmesi gerekir.
Anayasa'nın 19. maddesinin beşinci
fıkrası yakalanan veya tutuklanan kişinin en geç azami gözaltı süreleri içinde
hâkim önüne çıkarılmasını düzenlemektedir. Maddede geçen ‘hakim önüne
çıkarılır’ ifadesinin anlamı, sevk edilen kişinin hâkim tarafından Cumhuriyet
savcısının sevk talebi kapsamında sorgusunun yapılması işlemidir. Bu kapsamda
sevk işlemi hukuken yapılmış olmakla birlikte fiili olarak hâkim tarafından
sorgu işleminin başlamaması hâkim önüne çıkarılma olarak kabul edilemez. Öte
yandan Anayasa'nın 19. maddesinin beşinci fıkrası gereğince kişinin huzuruna
çıkarıldığı hâkimin tutma halini esastan inceleyecek ve tutulan kişinin
salıverilmesine dair bağlayıcı karar verme yetkisini haiz, bağımsız ve tarafsız
bir nitelikte olması gerekir”. (Bkz.: Emre
Soncan, B. No: 2016/73490, 11/3/2020, §§ 55-56).
25. Diğer taraftan Anayasa’nın 19. maddesinin
(5) numaralı fıkrasında geçen “Kimse bu süreler geçtikten sonra hakim kararı
olmaksızın hürriyetinden yoksun bırakılamaz” şeklindeki ibareden hakim kararı
olması halinde bu sürelerin uzatılabileceği anlamı çıkarılabilir. Ancak
Anayasa’nın 19. maddesinin (5) numaralı fıkrasındaki anılan ibarenin devamında
bu sürelerin olağanüstü hal ve savaş hallerinde uzatılabileceği öngörülmüştür.
Diğer bir deyişle bu sürelerin uzatılması hali olağanüstü hal ve savaş hali ile
sınırlandırılmıştır ve bu hallere özgülenmiştir. Dolayısıyla “Kimse bu
süreler geçtikten sonra hakim kararı olmaksızın hürriyetinden yoksun
bırakılamaz” şeklindeki cümlenin sonraki cümle ile birlikte okunması
gerekmektedir. Geçici 19. maddeyle getirilen düzenleme ile gözaltı süreleri
olağanüstü hal ve savaş hali olmamasına rağmen Anayasa’da öngörülen sürelerin
üzerine çıkartılmıştır. Bu nedenle dava konusu düzenleme Anayasa’nın 19.
maddesinin (5) numaralı fıkrası ile çelişmektedir.
26. Sonuç olarak ilgili maddede sayılar suçlar bakımından delillerin toplanmasındaki güçlük veya dosyanın kapsamlı
olması nedeniyle Anayasa’da öngörülen azami gözaltı sürelerinin aynı sürelerle en fazla iki defa uzatılabileceğini
öngören kuralın Anayasa’nın 19. maddesinin (5) numaralı fıkrasına aykırı
olduğundan iptali gerekmektedir.
C. 7145 sayılı
Kanun’un 26. Maddesiyle 27/6/1989 Tarihli ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararname’ye Eklenen Geçici 35. Maddenin (A) Fıkrasının Birinci Paragrafının Birinci Cümlesinde Yer Alan “...üç
yıl...”, “...Millî Güvenlik Kurulunca...” ve “…üyeliği, mensubiyeti veya…” İbaresi Dışında
Kalan Kısmı ile Dava Konusu Kanunda İptali Talep Edilen Benzer Hükümler:
27. Dava konusu kuralla terör
örgütlerine veya Millî Güvenlik Kurulunca Devletin millî güvenliğine karşı
faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara iltisakı yahut
bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen kişilerle ilgili yetkili kurul ve
komisyonlarca uygulanacak meslekten çıkarma ve diğer tedbirler
düzenlenmektedir. Bu kurala ilişkin Anayasa’ya uygunluk denetiminde asıl
odaklanılması gereken husus kamu görevlisi olanlar arasından terör örgütleriyle
irtibatı veya bunlara iltisakı olduğu değerlendirilen kişiler hakkında ilgili
kurum ya da komisyonlarca uygulanacak olan meslekten çıkarma tedbiridir.
28. Bilindiği üzere 15 Temmuz 2016
darbe teşebbüsünden sonra ilan edilen olağanüstü hal dönemi boyunca çıkartılan
ve ardından Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafında kanunlaştırılan olağanüstü
hal kanun hükmünde kararnameleri ile olağanüstü halde terör örgütlerine veya
Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı,
oluşum veya gruplara iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen
kamu görevlileri ile ilgili olarak çok sayıda kamu görevinden çıkarma kararı
verilmişti.
29. Mahkememiz olağanüstü hal kanun
hükmünde kararnameleri ile getirilen ve daha sonra kanunlaşan ve iptali talep
edilen kurala benzer bir diğer kurala ilişkin yapmış olduğu denetimde
olağanüstü hal döneminde uygulanan bu kurala dayanılarak kamu görevinden
çıkarmanın olağanüstü halde başvurulan bir olağanüstü tedbir olduğunu ifade
ederek dava konusu kuralın bu yönü ile Anayasa’nın 15. maddesine aykırı
olmadığını ortaya koyarken aynı zamanda şu değerlendirmeye yer vermiştir:
“Kurallarla devlete sadakat bağı
ile hizmet etmesi gerektiği hâlde millî güvenliğe açık ve yakın tehlike
oluşturan terör örgütü veya benzeri yapı ve oluşumlarla iltisaklı veya
irtibatlı oldukları tespit edilen kamu görevlileri hakkında uygulanan kamu
görevinden çıkarma ve memuriyetin alınması tedbirlerinin
olağanüstü hâlin ilanına sebep olan tehdit veya tehlikelerin bertaraf
edilmesine yönelik olduğu açıktır” (Bkz.: AYM, E.2018/81, K.2021/45,
24/06/2021, § 65).
30. İptali talep edilen kural ile ise
olağanüstü hal uygulamasına son verildiği tarihten itibaren dört yıllık süre
boyunca olağan dönemde de aynı şekilde terör örgütlerine iltisakı yahut
bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen kamu görevlilerinin meslekten
çıkarılmaları şeklindeki kuralın yürürlükte kalması öngörülmektedir.
31. Kanaatimizce dava konusu kural
Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayatın korunması hakkına
aykırı olup iptali gerekmektedir. Bu bağlamda kuralın esası ile ilgili
Anayasa’ya uygunluk denetimi bağlamında asıl değerlendirilecek olan mesele ise
olağanüstü halin yürürlükte olduğu dönemde kamu görevinden çıkarmalar konusunda
esas alınan terör örgütlerine veya Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette
bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara iltisak yahut bunlarla
irtibat bulunduğu şeklindeki kriterin yine kamu görevinden çıkarmalar konusunda
olağan dönemde de uygulanması hususudur.
32. Kuralın Anayasa’ya aykırılığı ile
ilgili gerekçeleri şu şekilde sıralamak mümkündür:
33. Birinci olarak, temel hak ve özgürlüklerin tabi olduğu
hukuki rejim açısından Anayasa’nın öngördüğü olağanüstü hal ile olağan dönem
birbirinden tamamen farklıdır. Olağanüstü hal bir hukuki rejim olmakla birlikte
temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması konusunda olağan dönemden
fevkalade farklı kuralları bünyesinde barındırmaktadır.
34. İkinci olarak, 15 Temmuz 2016 tarihli askeri darbe
girişiminden hemen sonra ilan edilen olağanüstü hal bağlamında somut durumun
özelliklerine bakıldığında terör örgütü ile irtibatlı ve bunlara iltisakı
olduğu değerlendirilen kişilerin kamu görevinden çıkarılmasının olağanüstü hal
ilan sebebi ve şartları dikkate alındığında Anayasa’nın 15. maddesi bağlamında
ölçülü olduğu ve dolayısıyla terör
örgütlerine veya Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar
verilen yapı, oluşum veya gruplara iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu
değerlendirilen kamu görevlilerinin kamu hizmetine girme hakkı veya özel
hayatına yapılan müdahalenin durumun gerektirdiği ölçü kapsamında kaldığı
değerlendirilebilir. Nitekim Mahkememizin içtihadı da bu yöndedir. (Bkz.: AYM, E.2018/81, K.2021/45, 24/06/2021, §§
64-129).
35. Bununla birlikte terör
örgütlerine veya Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar
verilen yapı, oluşum veya gruplara iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu
değerlendirilen kamu görevlilerinin kamu görevinden çıkarılması şeklinde
oluşturulan olağanüstü dönemdeki bu tedbiri neredeyse aynı usulü
uygulamak Anayasa’daki olağan dönemde tabi olunması gereken temel hak
özgürlükler rejimi açısından uygun olmayacağı ifade edilmelidir. Zira olağan
dönemde olağanüstü halin yürürlükte olduğu dönem koşullarında oluşturulan ve
olağanüstü hal boyunca uygulanan standardın belli bir süre daha sürdürülmeye
çalışılması Anayasa’nın temel hak ve özgürlükler rejimi açısından yapmış olduğu
olağan dönem – olağanüstü hal dönemi biçimindeki ayırım ile temelden
çelişmektedir.
36. Üçüncü olarak, olağanüstü dönemde ortaya çıkan sorunla
mücadele edebilmek amacıyla daha hızlı ve farklı bir usul takip edilerek
Anayasa’nın 15. maddesinde ifade edildiği şekilde “durumun gerektirdiği ölçüde”
bir tedbir olarak terör örgütlerine veya
Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı,
oluşum veya gruplara iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen
kamu görevlilerinin kamu görevinden çıkarılmaları gerekebilir ve
bu biçimdeki tedbirler Anayasa’nın 15. maddesindeki güvencelerle de
çelişmeyebilir. Ancak olağan dönemde aynı yaklaşımın benimsenmesinin olağan
dönem temel hak ve özgürlükler rejimi güvenceleri ile çelişmeyeceğinin
söyleyebilmek mümkün değildir.
37. Nitekim olağanüstü dönemde temel hakların durdurulması bağlamında
Anayasa’nın 15. maddesindeki “durumun gerektirdiği ölçüde” olma kriteri ile
olağan dönemde temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması bağlamında
Anayasa’nın 13. maddesindeki başta ölçülülük ilkesi olmak üzere diğer
kriterlerin aynı olmadığı unutulmamalıdır.
38. Dördüncü olarak, olağan dönemde temel hak ve
özgürlüklere yönelik getirilen bir sınırlamanın ölçülülüğünden önce demokratik
toplum düzeninin gereklerine uygun olup olmadığına da bakılması gerekir. Bu
konuda öncelikle ifade etmek gerekir ki Anayasa’ya uygun bir olağanüstü hal
tedbiri pekala olağan dönemde demokratik toplum düzeninin gerekleri ile
çelişebilir. Nitekim konumuz bağlamında da terör
örgütlerine veya Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar
verilen yapı, oluşum veya gruplara iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu
değerlendirilen kamu görevlilerinin kamu hizmetinden çıkarılması şeklinde
olağanüstü dönemde oluşturulan ve başvurulan bir tedbirin olağan dönemde de
belli bir süreliğine uygulanmasının sürdürülmesi demokratik toplum düzeninin
gerekleri ile uyumlu görülemez.
39. Beşinci olarak, olağan dönemde terör örgütü ile
herhangi bir şekilde ilişkilendirilebilecek kamu görevlileri mevcutsa, bunların
kamu hizmetinden çıkarılmasında Anayasa’nın öngördüğü güvenceleri esas alarak
disiplin hukuku sürecinin işletilmesi her zaman mümkündür. Bu biçimdeki bir
sürecin işletilmesi sonucunda terör örgütleri ile ilişkilendirilebilecek kamu
görevlilerinin kamu görevinden çıkarılmasının Anayasa’ya aykırılığından bahsedilmesi
de söz konusu edilemeyecektir. Terör örgütü ile ilişkilendirilebilecek kamu
görevlilerini olağan dönemde kamu hizmetinden çıkarmada disiplin hukuku
sürecini işletmek esasında kamu görevlileri açısından da bir zorunluluk arz
etmektedir.
40. Öte yandan disiplin hukuku sürecinin işletilmesi
sonucunda kamu görevinden çıkarma temel hak ve özgürlükler açısından daha
güvenceli bir sürecin işletilmesini de sağlamaktadır. Bununla birlikte dava
konusu kuralda olduğu şekildeki bir olağanüstü hal tedbirini olağan dönemde de
belli bir süreliğine uygulamaya çalışmak esasında Anayasa’nın normal dönemlerde
temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması rejiminde öngördüğü standardın
içini boşaltarak adeta olağanüstü hali belli bir süre boyunca olağanlaştırarak
Anayasa’nın olağan dönemde temel hak ve özgürlükler rejimi için öngördüğü
güvenceleri zayıflatacaktır.
41. Kanun koyucunun dava konusu kuralda yaptığı gibi terör örgütlerine veya Devletin millî güvenliğine
karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara iltisakı
yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen kamu görevlilerinin olağan
dönemde de kamu hizmetinden çıkarılması
şeklindeki uygulamayı olağanüstü halin kaldırılmasından itibaren sadece dört
yıllık bir süre için öngörmüş olması da esasında olağan dönemde asıl
uygulanacak sürecin disiplin hukuku yolunun çalıştırılması sonucunda kamu
görevinden çıkarma olduğunu teyit etmektedir. Zira terörle ilişkisi olanları
kamu görevinden çıkarma ihtiyacı sadece dört yıllık süre ile sınırlı kalmayacak,
bu dört yıllık süreden sonra da gündeme gelebilecektir.
42. Dolayısıyla yürürlüğe girdiği tarihten itibaren dört
yıllık süre bitiminden sonra dava konusu kural uygulanmayacağına göre burada
olağanüstü halin sona ermesiyle birlikte doğrudan disiplin hukuku sürecini
işleterek kamu görevinden çıkarma seçeneğinin devreye sokulması Anayasa’nın
olağan dönem temel hak ve özgürlükler rejimi açısından bakıldığında daha doğru
bir yol olarak ortaya çıkmaktadır.
43. Öte yandan olağan dönemde devreye sokulan disiplin
hukukunun gerek disiplin soruşturması süreci ve gerekse soruşturulan kişiye
soruşturma sürecinde ve kararın ortaya çıkmasından sonra tanınan haklar
boyutuyla bakıldığında daha önemli güvenceler tanıdığı ve bu şekildeki idari
tasarrufların hukuka uygunluğunun daha etkin biçimde yargısal denetime tabi
tutulduğu dikkate alındığında anayasal güvencelere aykırı bir uygulama
ihtimalinin de diğerine nazaran çok daha az olacağı ifade edilmelidir.
Ülkemizde yıllardır uygulanagelen disiplin hukuku mevzuatının önemli bir hukuki
/ içtihadi birikime sahip olmakla çok daha güvenceli bir yol olduğunu da
bu bağlamda yapılan değerlendirmede dikkate almak gerekmektedir.
44. İfade etmek gerekir ki olağan dönemde daha güvenceli olan
normal disiplin hukuku süreci işletilerek gerçekleştirilen kamu görevinden
çıkarmalar esasında teröre karşı verilen mücadelede hukuken çok daha isabetli
sonuçlar verecek ve demokratik hukuk devletinde terör örgütlerine ve bu ve
benzeri oluşumlara karşı verilen bu mücadelenin meşruiyetini daha fazla
güçlendirecektir.
45. Sonuç olarak terör
örgütlerine veya Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar
verilen yapı, oluşum veya gruplara iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu
değerlendirilen kamu görevlilerinin kamu görevinden çıkarılması şeklinde
olağanüstü hal dönemi boyunca uygulanan tedbirin olağanüstü hale son
verildikten sonra dört yıllık bir süre boyunca olağan dönemde de uygulanması
Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata saygı gösterilmesi
hakkına yönelik demokratik toplum düzeninin gerekleri ile uyumlu kabul
edilemeyecek bir sınırlama niteliği taşımaktadır. Bu nedenle Anayasa’nın 13. ve
20. maddelerine aykırı olduğundan dava konusu kuralın iptal gerekir.
D. 7145 sayılı Kanun’un Geçici 1. Maddesinin (3) Numaralı
Fıkrası:
46. İptali talep edilen (3) numaralı fıkra hükmü şu
şekildedir:
“4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun
133 üncü maddesi uyarınca kayyım atanan şirketlerde ortaklık pay ve haklarına
ilişkin olarak soruşturmanın başladığı tarihten Fonun kayyım olarak atandığı
tarihe kadar şirket ortakları tarafından yapılmış olan devir ve temlik
işlemleri muvazaalı kabul edilerek geçersiz sayılır ve ticaret sicilinden resen
terkin edilir.”
47. Görüldüğü üzere kuralla 5271 sayılı Kanun’un amir hükmü
uyarınca kayyım atanan şirketlerde ceza soruşturmasının başladığı tarih ile
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun kayyım olarak atandığı tarihler arasında
şirket ortakları tarafından yapılmış olan devir ve temlik işlemleri geçersiz
sayılacak ve ticaret sicilinden terkin edilecektir. Kanun koyucu bu kuralla
esasında bahse konu kayyım atanan şirketlerdeki devir ve temlik işlemleri ile
ilgili olarak aksinin iddia edilmesini ve ispatını mümkün görmeyen bir kanuni
karine oluşturmuştur.
48. Bu nitelikteki işlemler dava konusu Kanun hükmü ile
“muvazaalı” olarak kabul edildiği için yine Kanun’la bu işlemlere yönelik bu
biçimdeki hukuki sonuçlar bağlanmıştır. Bununla birlikte bu biçimdeki bir
düzenleme sorunludur. Zira hukukta bir işlemin muvazaalı olması veya muvazaalı
olduğunun gündeme gelmesi durumunda bu nitelikteki muvazaalı işlemin
hükümsüzlüğünün ispatının da iddia eden tarafça ortaya konulması gerekmektedir.
Oysa burada kanun koyucu adeta bir “peşin kabulle”, kayyım atanan şirketlerde
ortaklık pay ve haklarına ilişkin olarak soruşturmanın başladığı tarihten
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun kayyım olarak atandığı tarihe kadar şirket
ortakları tarafından yapılmış olan devir ve temlik işlemleri bu biçimdeki
muvazaaya yönelik ispatı hiçbir şekilde devreye sokma ihtiyacı hissetmeden
muvazaalı olarak kabul ederek geçersiz saymaktadır. Dolayısıyla burada kanun
hükmü ile kesin bir kanuni karine öngörülmüştür.
49. Bu biçimdeki bir karine ile kayyım atanan şirketlerde
ceza soruşturmasının başladığı tarih ile Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun
kayyım olarak atandığı tarihler arasında şirket ortakları tarafından yapılmış
devir ve temlik işlemlerinin muvazaalı kabul edilerek geçersiz sayılması
Anayasa’nın 35. maddesindeki mülkiyet hakkını ve yine 48. maddesindeki sözleşme
özgürlüğünü sınırlandırmaktadır.
50. İptali talep edilen kuralın kamu düzeninin sağlanması
şeklindeki bir meşru amacı olduğu ve bu amaca ulaşmak için elverişli ve gerekli
olduğu söylenebilir. Ancak Anayasa’nın 13. maddesine uygunluk denetimi
bağlamında bu biçimdeki bir sınırlamanın ölçülü olup olmadığının da tespit
edilmesi gerekir.
51. Bu bağlamda dava konusu kural kesin bir kanuni karine
olarak iyiniyetli üçüncü kişilerin işlemin muvazaalı olmadığı yönündeki
savunmalarını gündeme getirmesini dahi imkânsız hale sokmaktadır. Zira kural
kayyım atanan şirketlerde ortaklık pay ve haklarına ilişkin olarak
soruşturmanın başladığı tarihten Fonun kayyım olarak atandığı tarihe kadar
şirket ortakları tarafından yapılmış olan devir ve temlik işlemlerini her
durumda muvazaalı kabul etmektedir. Bu yönü ile bakıldığında kuralın ölçüsüz
olduğu ortaya çıkmaktadır.
52. Nitekim Mahkememiz neredeyse aynı mahiyetteki kurala
ilişkin vermiş olduğu bir kararda bu biçimdeki düzenlemenin ölçüsüz bir
sınırlama getirdiği gerekçesiyle Anayasa’ya aykırı olduğu hususunda şu
değerlendirmeyi yapmıştır:
“Kural kapsamındaki devir ve temlikler (sözleşmeler),
aksinin iddia ve ispat edilmesi mümkün olmayan kanuni bir karine oluşturulmak
suretiyle geçersiz hale getirilmektedir. Başka bir ifadeyle kayyım atanan
şirketlerde ortaklık pay ve hakkını devralan iyiniyetli üçüncü kişilerin
kuralla getirilen kanuni karinenin aksini yani işlemin muvazaalı olmadığını
iddia ve ispat etme imkânları bulunmamaktadır. Bu yönüyle kuralın ihdas amacına
uygun kullanılmasını sağlayacak ve bu konudaki keyfîlikleri önleyecek yasal
güvencelerin temin edilmediği anlaşılmaktadır.
Buna göre hukuki ilişkinin kurulduğu tarih itibariyle
yürürlükte olan kanun hükümlerine uygun olarak kazanılan şirket ortaklık pay ve
hakkının aksinin iddia ve ispat edilmesi mümkün olmayan kanuni bir karineyle
muvazaalı olduğu kabul edilerek ortadan kaldırılmasını öngören kural, kişilere
aşırı bir külfet yükleyerek mülkiyet hakkı ve sözleşme özgürlüğüne orantısız ve
dolayısıyla ölçüsüz bir sınırlama getirmektedir”. (AYM, E.2018/81, K.2021/45, 24/06/2021, §§ 374-375).
53. Dolayısıyla yukarıda sıralanan gerekçelerle 7145 sayılı
Kanun’un Geçici 1. maddesinin (3) numaralı fıkrasının Anayasa’nın 13., 35. ve
48. maddelerine aykırı olduğu için iptali gerektiği kanaatinde olduğumdan
çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmamaktayım.
Karşı Oy
25/07/2018
tarih ve 7145 sayılı Kanunun 22. maddesiyle 7075 sayılı Kanunun değiştirilen
10. maddesinin 1. fıkrasının 13. cümlesinde yer alan “Bu kişiler kamu
görevinden çıkarılmalarından dolayı herhangi bir tazminat talebinde bulunamaz”
düzenlemesi ile benzer hükmün yer aldığı 7145 sayılı Kanunun 26. maddesiyle 375
sayılı Kanuna eklenen geçici 35. maddenin B fıkrasının 3. cümlesi.
1. Söz konusu
düzenleme ile olağan üstü hâl döneminde kanun hükmünde kararnameler ile
görevlerine son verilen kişilerin sonradan görevlerine dönmeleri durumunda
münhasıran çıkartma işlemi nedeniyle tazminat talebinde bulunmalarına yasak
getirilmektedir.
2. Bu durumda
bulunan kişilerin görevlerine kötü niyetli olarak son verilmesi ve bunun
sonradan belirlenmesi durumunda gerek kamunun ve gerekse işlemi yapan kişilerin
hem tazminat hem de cezai sorumluluklarının bulunduğunda tereddüt
bulunmamaktadır.
3. Kural ile
getirilmek istenen hususun OHAL şartlarında alınan kararların kategorik olarak
dava konusu edilmemesidir. Zira kural konusu yapılan işlemlerin tamamı olağan
üstü hâl ilanından sonra ve bu dönem içerisinde kalan işlemlerdir.
4.
Anayasa’nın 15. maddesi dikkate alındığından mevcut düzenlemenin mutlak
haklarla ilgili bir yönü de bulunmadığından çoğunluğun iptal yönündeki görüşüne
iştirak edilmemiştir.
Üye
Basri
BAĞCI
|
Üye
İrfan
FİDAN
|
KARŞI OY
A) 7145
Sayılı Kanun’un 1. Maddesiyle 5442 Sayılı Kanun’un 11.
Maddesinin (C) Fıkrasına Eklenen İkinci Paragrafla getirilen iptale konu
kuralda“…ildeki belirli yerlere girişi ve çıkışı kamu düzeni ya da kamu
güvenliğini bozabileceği şüphesi bulunan kişiler için on beş günü geçmemek
üzere sınırlayabilir, belli yerlerde veya saatlerde kişilerin dolaşmalarını,
toplanmalarını veya araçların seyirlerini düzenleyebilir veya kısıtlayabilir.” denilmektedir.
Bu maddenin
Anayasa’ya aykırı olmadığına dair Genel Kurulun çoğunluk görüşüne
katılmamaktayım.
Kural valilere kamu düzeni ya da
güvenliğini bozabileceği şüphesi bulunan kişiler yönünden 15 günü geçmemek
üzere ildeki belirli yerlere giriş ve çıkışlara kısıtlama getirmek, kişilerin belli
yerlerde veya saatlerde dolaşmaları, toplanmaları ve araçların seyirlerinin
düzenlenmesi ve kısıtlanmasına karar verme yetkisi tanımak suretiyle seyahat hürriyeti ile toplantı ve gösteri
yürüyüşü hakkına sınırlama getirmektedir.
Anayasa’nın “Yerleşme ve seyahat hürriyeti” başlıklı 23. maddesinde herkesin yerleşme ve
seyahat hürriyetine sahip olduğu belirtilmiştir. Bireylerin
serbestçe yer değiştirme hakkını ifade eden seyahat özgürlüğünün yurt içi ve
dışı seyahatleri kapsadığı açıktır.
Anayasa’nın 34. maddesinin birinci
fıkrasında, “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.” denilmek suretiyle toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını güvenceye bağlanmaktadır. Toplantı ve
gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, bireylerin düşünce açıklamalarında bulunmak
amacıyla açık veya kapalı mekânlarda, kamu otoriteleri ile üçüncü kişilerin
müdahalesi olmaksızın, geçici olarak bir araya gelebilme serbestisini
korumaktadır.
Anayasa’nın 34. maddesinde toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme
hakkının millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın
ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve
kanunla sınırlanabileceği ifade edilmiştir. Buna göre demokratik toplumda
vazgeçilmez bir hak teşkil eden toplantı ve gösteri yürüyüşleri, Anayasa’da
belirtilen meşru amaçlardan birine dayanılarak ancak istisnai hâllerde
sınırlandırılabilir.
Anayasa’nın
13. maddesinde ancak kanunlar sınırlanabilecek Temel hak ve hürriyetlerin,
Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeni ilkesine aykırı
olamayacağı belirtilmiştir.
Sınırlamaya yönelik kanuni düzenlemenin şeklen var olması
yeterli olmayıp kuralın keyfiliğe izin vermeyecek şekilde belirli niteliklere
sahip olması gerekir. Bu kapsamda düzenlemenin belirli, ulaşılabilir ve
öngörülebilir olması gerekir.
Hukuk devletinin özünü oluşturan hak ve özgürlüklere
yönelik sınırlamaların istisnai nitelik taşıması zorunludur. Demokratik hukuk
devletinde güdülen amaç ne olursa olsun, kısıtlamaların, temel hak ve
özgürlüklerin kullanımını aşırı derecede zorlaştırmaması gerekir.
Söz konusu getirilen kural ile tedbir kararının bir defada
en çok 15 günü geçmemek üzere uygulanabileceği düzenlenmiştir. Fakat bu kural
kapsamında birden fazla kez tedbir kararı verilmesine engel bir durum
bulunmamaktadır.
Anayasa Mahkemesi Senih Özay başvurusunda
(B.No: 2020/13969, 9/6/2020), benzer nitelikte bir
tedbir olan sokağa çıkma yasağını idari işlem olarak nitelendirmiş, tedbire
karşı idari yargıda açılacak iptal davasında, yasağın makul sürede yürütmesinin
durdurulmasının mümkün olmasından dolayı etkili bir iç hukuk yolu olarak
değerlendirilebileceğini, yürütmenin durdurulmasına makul sürede karar
verilmemesi halinde ise davanın fiilen etkisiz hale geleceğini belirtmiştir.
“Demokratik
toplum kişilerin temel hak ve özgürlüklerinin en geniş şekilde güvence altına
alındığı bir düzeni gerektirir. Demokrasilerde devlete düşen görev temel hak ve
özgürlükleri korumak ve geliştirmek, bunların etkili bir şekilde kullanılmasını
sağlayacak tedbirleri almaktır. Bu kapsamda devlet, özellikle temel hak ve
özgürlükleri ortadan kaldıracak veya bunlara demokratik toplum düzeni ile
bağdaşmayacak şekilde müdahale teşkil edecek tutumlardan kaçınmalı ve
başkalarından gelebilecek tehditlere karşı bireyleri korumalıdır.” (AYM,
E.2017/21, K.2020/77, 24/12/2020).
Kuralın bir
idari işlem olarak yargı denetimine tabi olması tek başına yeterli değildir.
Aynı zamanda yetkinin hukuka uygun kullanılmasını
sağlayacak denetim mekanizmalarının oluşturulması ve yargısal makamların
bu konuda en kısa sürede karar vermesini sağlayacak bir güvence içermelidir.
Kuralın sınırladığı temel hak ve özgürlükler bazen o an
kullanılması ile anlam kazanır. Beklemeye alınacak, ertelenebilecek, sonra
kullanılabilecek nitelikte değildir.
Uygulamada haklı, makul, hukuki bir sebep gösterilmeden
adeta keyfi birçok örnekle karşılaşılabilmektedir. Nitekim, 22.6.2021 tarihinde
Baro Başkanlarının, illerinden “Savunma yürüyor” adıyla başlattıkları yürüyüş
Ankara girişi Eskişehir Yolunda durdurulmuşlar, 36 saat süreyle yağmur altında
bekletilmişlerdir. Her biri hukukçu olan Baro Başkanları söz konusu engellemeye
dair tedbirin kısa süreli olması, tedbire karşı hukuk sisteminde
başvurulabilecek etkin bir yolun bulunmaması sebebiyle herhangi bir yargı
yoluna dahi başvuramamışlardır.
Bu açıdan tedbirlerin niteliği, süresi, bunlara karşı
öngörülen yaptırımlar nedeniyle söz konusu temel hak ve özgürlüklere getirilen
sınırlamalara karşı acil müdahale yapılmasının zorunluluğu dikkate alındığında
idari yargı denetiminin her durumda keyfi uygulamalara karşı etkili ve ivedi
denetim mekanizması olmadığından 7145 Sayılı Kanun’un 1. Maddesiyle
5442 Sayılı Kanun’un 11. Maddesinin (C)
Fıkrasına Eklenen İkinci Paragrafla getirilen kuralın, Anayasa’nın 13., 23. ve 34. maddelerine aykırı olması
sebebiyle iptal talebinin reddine dair
çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
B) 7145 sayılı Kanun’un; 13. Maddesiyle
3713 sayılı Kanun’a Eklenen Geçici 19. Madde ile Maddede Değişiklik Yapan 7333
Sayılı Kanun’un 11. Maddesi
ile belirli suçlar yönünden yürütülen ceza soruşturmasında Cumhuriyet savcısına
kırk sekiz saat, toplu olarak işlenen suçlarda ise dört gün süreyle gözaltı
tedbiri uygulaması, yine belirtilen sürelerle ilgili hakime iki defayı
aşmamak üzere gözaltı süresini uzatma yetkisi tanımakla kişi özgürlüğü ve
güvenliği hakkına sınırlama getirmektedir.
Anayasa’nın 13. maddesi uyarınca kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkı, Anayasa’nın 19. maddesinde belirtilen nedenlere
bağlı olarak kanunla ve demokratik bir toplumda gerekli olduğu ölçüde
sınırlanabilir. Ancak getirilen bu sınırlamalar Anayasa’nın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.
Anayasa’nın 19. maddesinin beşinci
fıkrasına göre yakalanan veya tutuklanan kişi, tutulma yerine en yakın mahkemeye
gönderilmesi için gerekli süre hariç en geç kırk sekiz saat ve toplu olarak
işlenen suçlarda en çok dört gün içinde hâkim önüne çıkarılır. Bu hüküm
ile gözaltı için belirlenen süreler azami süreler olup uzatılması mümkün
değildir.
Oysa ki incelenen kural, iki defayı
aşmamak üzere hakim kararıyla ek gözaltı süresi verilmesini hükme bağlamak
suretiyle gözaltı sürelerini Anayasa m.19 aykırı şekilde uzatmaktadır. Gözaltı
kararı hakim kararına bağlanmak suretiyle örtülü tutuklamaya dönüşmektedir.
“Azami gözaltı süresinin önceden
belirlenmiş olması nedeniyle gözaltı işlemini yapan makamlar, izin verilen
sürenin aşılmaması için gerekli bütün tedbirleri almakla yükümlüdürler. Bu
azami sürelerin aşılması halinde kişi hürriyeti ve güvenliği ihlal edilmiş
olacaktır (AYM, Emre Soncan, B. No: 2016/73490, 11/3/2020).”
Anayasa m.19 aykırı bu kural ile normlar
hiyerarşisinin tepesinde olan Anayasanın tanıdığı temel güvenceler yok olacak,
hukuki öngörülebilirlik kaybolacaktır.
Anayasa m.19’un gerekçesi incelendiğinde
Anayasa ile azami sürelerin belirtildiği, bu sürelerin aşılamayacağı
anlaşıldığı gibi, kurala gerekçe olacak hakim kararı ile bu sürelerin
aşılabileceğine dair açıklamaya yer verilmemiştir.
Açıklanan nedenlerle 7145 sayılı
Kanun’un; 13. Maddesiyle 3713 sayılı Kanun’a Eklenen Geçici 19. Madde ile
Maddede Değişiklik Yapan 7333 Sayılı Kanun’un 11. Maddesi ile hakime iki
defayı aşmamak üzere gözaltı süresini uzatma yetkisi tanımak suretiyle kişi
özgürlüğü ve güvenliği hakkına sınırlama getiren kuralın Anayasa’nın 13. ve 19.
maddelerine aykırı olması nedeniyle iptal talebinin reddine dair çoğunluk
görüşüne katılmıyorum.