“...
24.06.2021
tarihli ve 7329 sayılı Askeri Ceza Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun’un 3. maddesiyle 1632 sayılı Kanun’a eklenen ek madde 13’ün
birinci fıkrasının Anayasa’ya aykırılığı
7329 sayılı
Kanun’un 3. maddesiyle 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’na “Yakalama ve Tutuklama”
başlıklı ek madde 13 eklenmiştir. Söz konusu ek maddenin geçici yakalamayı
düzenleyen birinci fıkrasına göre; asker kişi, a) kişiye suçu işlerken
rastlanması veya b) suçüstü bir fiilden dolayı; izlenen kişinin kaçması
olasılığının bulunması veya hemen kimliğini belirleme olanağının bulunmaması
hallerinde; herkes tarafından geçici olarak yakalanabilecektir. Anılan fıkra
hükmü, Anayasa’ya aykırıdır.
Açıklamalara
geçilmeden önce anılan ek maddeye konu asker şahıs statüsüne sahip kimseleri
belirlemekte fayda bulunmaktadır. 1632 sayılı Kanun’un “Askeri şahıslar”
başlıklı 3. maddesine göre askeri şahıslar, mareşalden asteğmene kadar
subaylar, astsubaylar, Milli Savunma Bakanlığı ile Türk Silahlı Kuvvetleri
kadro ve kuruluşunda çalışan sivil personel, uzman jandarma, uzman erbaş,
sözleşmeli erbaş ve er, erbaş ve erler ile askeri öğrencilerdir.
Öncelikle
belirtmek gerekir ki, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (bir koruma
tedbiri olarak) “Yakalama ve yakalanan kişi hakkında yapılacak işlemler”
başlıklı 90. maddesinin birinci fıkrası:
“Aşağıda
belirtilen hâllerde, herkes tarafından geçici olarak yakalama yapılabilir:
a) Kişiye
suçu işlerken rastlanması.
b) Suçüstü bir fiilden
dolayı izlenen kişinin kaçması olasılığının bulunması veya hemen kimliğini
belirleme olanağının bulunmaması” şeklindedir.
a) Yürürlükte bulunan
düzenleme bakımından: Anılan ek maddenin birinci fıkrasının ve anılan 90. maddenin
birinci fıkrasının lafzından anlaşılacağı üzere; geçici yakalama bakımından
genel hüküm, 5271 sayılı Kanun; özel hüküm, 1632 sayılı Kanun’dur. Ancak bu
özel hüküm, genel hükmün tekrarı niteliğinde olup herhangi bir farklılık, ayırt
edicilik ihtiva etmemektedir. Diğer bir deyişle normlar hiyerarşisinde aynı
basamakta bulunan, aynı konuyu - aynı anda düzenleyen iki hükümden hangisinin
somut olaya uygulanacağını tespit etmeye, hükümler arası çatışmayı çözmeye
hizmet eden Lex specialis derogat legi generali (Özel Kanun Genel Kanunları
İlga Eder) ilkesinin işletilmesini gerektirecek bir durum da söz konusu
değildir. Zira, özel hüküm (ek maddenin birinci fıkrası), genel hükmün (90.
maddenin birinci fıkrası), asker şahıslar bakımından yinelenmesinden ibarettir.
Bu nedenle asker kişilerin geçici olarak yakalanmasının ayrı bir ek maddeyle
(birinci fıkrasıyla) düzenlenmesinde kamu yararı yoktur. Halbuki Anayasa’nın 2.
maddesindeki hukuk devleti ilkesi gereğince, yasama işlemlerinin kişisel
yararları değil kamu yararını gerçekleştirmek amacıyla yapılması zorunludur
(Anayasa Mahkemesi’nin 17. 06. 2015 karar tarihli ve 2014/179 E.; 2015/54 K.
sayılı Kararı). Diğer bir deyişle a) kişiye suçu işlerken rastlanması veya b)
suçüstü bir fiilden dolayı; izlenen kişinin kaçması olasılığının bulunması veya
hemen kimliğini belirleme olanağının bulunmaması hallerinde; asker kişinin de
herkes tarafından geçici olarak yakalanabilmesine imkan veren Ceza Muhakemesi
Kanunu’nun 90. maddesinin birinci fıkrası yürürlükte iken (Zira bu fıkra, asker
ve asker olmayan kişileri tefrik etmemektedir.); anılan ek madde 13’ün (söz
konusu 90. maddenin birinci fıkrasının lafzını aynen tekrarlayan) birinci
fıkrasının niçin düzenlendiği temellendirilememektedir. Öyle ki; 5271 sayılı
Kanun’un anılan 90. maddesinin asker şahısların geçici olarak yakalanması
bakımından uygulanabilirliğine ilişkin meşru ve makul herhangi bir şüphe mevcut
değildir. Öte yandan kanun koyucunun, ulusal savunmaya ilişkin kamu hizmeti
gören asker kişilerin geçici olarak yakalanmasını düzenlerken; kolluk görevi
ifa eden polis ve bekçiler bakımından niçin bu türden bir hüküm öngörmediği de
gerekçelendirilememektedir. Mevzuatta aynı amaca hizmet eden bir hüküm varken;
iptali talep edilen fıkraya neden ihtiyaç duyulduğu; iptali istenilen fıkranın
ratio legis’inin ne olduğu anlaşılamamaktadır. Genel hükmü tekrar eden bir özel
hüküm öngören kanun koyucu, abesle iştigal etmektedir. Yok eğer kanun koyucunun
abesle iştigal etmediği kabul edilirse, bu defa, iptali istenen özel hükmü gerekli
addeden kanun koyucu; 5271 sayılı Kanun’un 90. maddesindeki genel hükmün kişi
bakımından uygulanma alanıyla ilgili olarak normatif bir bulanıklık yaratmakta
ve söz konusu genel hükme ilişkin olarak yarattığı söz konusu belirsizliğin,
asker şahıslara uygulanırlık bakımından özel bir hüküm öngörülmeyen başka
durumlarda, mevzuatın geneline sirayet etmesini mümkün kılmaktadır. Bu nedenle
anılan fıkra, Anayasa’nın 2. maddesine aykırıdır.
b) Kişi
hürriyeti ve güvenliği, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasının
sınırları bakımından: Öte yandan iptali talep edilen fıkra hükmünde, asker
kişilerin geçici yakalanmasını gerektiren suçlar bakımından bir ayrım
öngörülmemiştir. Asker kişiler, Türk Ceza Kanunu’nda ve diğer ceza kanunlarında
yer alan suçların yanı sıra özgü suç niteliğini haiz (7329 sayılı Kanun’un 1.
maddesiyle 1632 sayılı Kanun’a eklenen ek madde 11’de kanuni tanımları yapılan)
askeri suç ve sırf askeri suçları da işleyebilir. Özellik arz eden askeri
suçlar ve sırf askeri suçlara konu fiillerin işlendiğinin ya da suçüstü halinin
tespiti, doğası gereği (iptali talep edilen fıkra hükmünde yer alan) herkes
tarafından yapılamayacaktır. Söz gelimi herhangi bir vatandaşın, 1632 sayılı
Kanun’un (sırf askeri suçlardan biri olan) 66. maddesi gereğince Kıt’asından
veya görevi icabı bulunmak zorunda olduğu yerden izinsiz olarak altı günden
fazla uzaklaşan bir asker kişinin söz konusu firar suçunu işlediğini
belirlemesi, suçun sübut ettiğini tayin etmesi, hayatın olağan akışına göre
oldukça güçtür. Öte yandan asker kişi hakkında geçici yakalama yapabilecek kişi
kategorisi sınırlandırılmamıştır. Diğer bir deyişle herkes, asker kişiyi geçici
olarak yakalayabilecektir. Kanun koyucu, “herkes” sözcüğünü kullanmak
suretiyle; vatandaşı ve vatandaş olmayan ayırımını yapmamıştır. Söz gelimi bir
yabancı, cezai mevzuatımıza vakıf olmadığı halde; asker kişiye bir suçu
işlerken rastladığına kanaat getirebilecek ve onu geçici olarak
yakalayabilecektir. Buna ilave olarak suçüstü bir fiilden dolayı asker kişinin
kaçması olasılığının bulunması veya hemen kimliğini belirleme olasılığının
bulunmaması halinin tespiti de yeterince güç olacaktır. Zira herhangi bir
kimse, ilgili şahsın kaçtığını mı yoksa askeri sevkiyat dahilinde ulaşım
halinde olduğunu mu, üzerinde askeri üniforma bulunmayan bir şahsın asker kişi
olup olmadığını belirleyemeyecektir. Bu durum ise; (bilhassa terör eylemlerinin
yaşandığı bölgelerde) kötüye kullanımlara neden olabilecektir. Dahası geçici
yakalama yetkisi kullanılırken; bu yetkiyi kullananın (herkesin) zor kullanma
yetkisi yoktur. Silah taşıma ve kullanma yetkisine sahip asker kişileri, geçici
olarak yakalayacak kimseyle asker kişi arasında silahlı çatışma çıkması da
muhtemeldir. Halbuki demokratik bir toplum düzenine dayanan hukuk devletinde,
kötü kullanımlara zemin hazırlayacak bu türden belirsizliklere mahal verilmez.
Başka bir anlatımla hukuk devletinin gereklerine rağmen; asker kişiyi geçici
olarak yakalayabilecek herkes, bu yetkisini kullanırken herhangi bir kayıt ile
sınırlandırılmamıştır.
Oysa yakalama
yetkisinin kullanımın sınırlandırılmasının temelinde yakalamanın, 1948 tarihli
Birleşmiş Milletler Evrensel İnsanları Bildirgesi’nin 3., Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin 5. ve Anayasa’nın 19. maddelerine göre herkese tanınan kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkı ile doğrudan ilgili olması vardır. Anayasa’nın 19.
maddesinin ikinci fıkrası ve devamında herkesin şekil ve şartları kanunda
gösterilmek şartıyla kişi özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar
sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının
kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan
herhangi birinin varlığı halinde söz konusu olabilir. Anayasa’nın 19.
maddesinin amacı bireyi keyfi bir şekilde özgürlüğünden alıkoymaya karşı
korumak olup, maddede öngörülen istisnai hâllerde kişi özgürlüğüne getirilecek
sınırlamaların maddenin amacına uygun olması ve keyfi uygulamaya yol açmaması
gerekir (Anayasa Mahkemesi’nin 02.07.2013 tarihli ve 2012/1137 Bireysel Başvuru
No’lu Kararı, § 42-44). Diğer bir deyişle Anayasa’nın 19. maddesinde ifadesini
bulan kişi özgürlüğü kavramı, kişiye dilediği gibi karar verip hareket edebilme
olanağı sağlayan kurumlaşmamış özgürlükler alanını kapsamaktadır. Bir kimsenin,
başkasına zarar vermeden; istediği hareketi yapabilmesi, istediği gibi
dolaşabilmesi, yemesi, içmesi, eğlenmesi de şüphesiz “kişi hürriyeti”
kavramının içerisindedir (Anayasa Mahkemesi’nin 26.11.1986 tarihli ve 1985/8
E., 1986/27 K.; 20.09.1966 tarihli ve 1963/156 E., 1966/34 K. sayılı Kararları).
O halde asker kişinin istediği gibi dolaşmasına yönelik bir müdahale olan
geçici yakalama yetkisinin kullanımı, kişi özgürlüğünün kayıtlanmasına sebep
olacaktır. Bu sınırlandırmanın Anayasa’nın 13. maddesi doğrultusunda yapılması
gerekir. Bu hususlardan biri sınırlandırmanın kanunla yapılmasıdır. Nitekim
AİHM birçok kararında, iç hukukta özgürlükten mahrumiyete ilişkin şartların
açıkça tanımlanmış olması ve kanunun uygulanmasının öngörülebilir olmasının,
AİHS’de yer alan “hukuka uygunluk” kriterinin gerçekleşmesi için gerekli
olduğuna işaret etmiştir (AİHM’nin 22.11.1995 tarihli, S.W. Birleşik Krallık
Kararı, § 35-36).
Başka bir
anlatımla, yukarıda sıralanan belirsizlikleri ve açık kötüye kullanım
risklerini içerecek şekilde herkese tanınan asker kişiyi geçici yakalama
yetkisi, Anayasa’nın 19. maddesinin gerektirdiği asgari güvenceleri
taşımamaktadır. Bu durum, asker kişilerin hürriyetinin ve güvenliğinin keyfi
bir uygulama ile kısıtlanabilmesine sebep olabilecektir. Öngörülen tek ölçüt, a)
kişiye suçu işlerken rastlanması veya b) suçüstü bir fiilden dolayı; izlenen
kişinin kaçması olasılığının bulunması veya hemen kimliğini belirleme
olanağının bulunmaması hallerinin varlığıdır. Anayasa’nın 19. maddesinde yer
alan bu özgürlüğün kısıtlanabilmesi için, Anayasa 13. maddesi gereğince açık,
net, nesnel ölçüt barındıran bir kanun hükmünün olması gerekir. Ancak iptali
talep fıkra, yakalamaya ilişkin hiçbir açık, net, nesnel ölçüt şart ve görev
bulundurmamaktadır. Diğer bir deyişle iptali talep edilen fıkra hükmüne göre,
herkes kendi öznel değerlendirmelerine göre a) kişiye suçu işlerken rastlanması
veya b) suçüstü bir fiilden dolayı; izlenen kişinin kaçması olasılığının
bulunması veya hemen kimliğini belirleme olanağının bulunmaması hallerini tespit
ettiğinde asker kişiyi geçici olarak yakalayabilecek; onların hürriyetini ve
güvenliğini kısıtlayabilecektir. Ancak iptali talep edilen fıkrada Anayasa’nın
13. maddesinde yer alan kanunla sınırlandırma ilkesiyle çelişerek, geçici
yakalama yetkisinin kullanılmasına neden olacak hallerin nasıl saptanacağına
dair açık, net, nesnel ölçütler bulunmamaktadır. İhtilaflı düzenleme, bu
bakımdan maddi anlamda kanunun niteliksel gerekliliklerini haiz değildir.
Demokratik bir toplumda istisnai olarak gerçekleşmesi gereken kişi özgürlüğünün
kayıtlanması, ölçülü olmalı ve kişiyi keyfî uygulamalara karşı koruyacak
gerekli güvenceler kanun düzeyinde öngörülmelidir. Diğer bir deyişe asker kişi,
geçici olarak yakalanacaksa; yakalama şekli ve süresi, yakalandıktan sonra ne yapılacağı,
hangi mercilere haber verileceği, tutulup tutulmayacağı, tutulacaksa nerede -
ne kadar süre ile tutulacağı kanun tarafından açık şekilde çerçevelenmeli ve
yakalama amacına uygun olmalıdır. Zira burada yakalanan, askeri mercilerle
ilişiği olan (söz gelimi emir komuta altına alınması gereken) asker kişidir.
Ancak herkes, geçici yakalama yetkisini bir kayıt olmaksızın kullanacağından;
herkesin kanunla kendisine tanınan bu yetkiyi ölçülü şekilde ve hukuka uygun
kullanması için herkesi zorlayıcı bir neden de bulunmamaktadır. Bu durum,
öngörülemeyen ve keyfi uygulamalara yol açmaya elverişlidir. Bu nedenle anılan
fıkra, Anayasa’nın 13. ve 19. maddelerine aykırıdır.
c) Yaşam ve
vücut bütünlüğü hakları bakımından: Yukarıda ifade edildiği üzere, geçici yakalama
yetkisi kullanılırken; bu yetkiyi kullananın (herkesin) zor kullanma yetkisi
yoktur. Buna karşın; silah taşıma ve kullanma yetkisine sahip asker kişileri
geçici olarak yakalayacak kimseyle, asker kişi arasında silahlı çatışma çıkması
muhtemeldir. İptali istenen düzenleme; silahlı asker kişilerle geçici
yakalamaya çalışan kişi arasında belirgin şekilde mümkün kıldığı silahlı
çatışma riski sebebiyle, Anayasa’nın yaşam hakkını ve vücut bütünlüğü hakkını
düzenleyen 17. maddesine de aykırıdır. İhtilaflı kuralda asker şahısların
geçici yakalanmasıyla hedeflenen kamusal yararın, Anayasa’nın 17. maddesinde
korunan değerler karşısında üstün addedilmesi olanaksızdır.
d)
Uluslararası andlaşmaların iç hukuka etkisi bakımından: Anayasa’nın 90.
maddesine göre temel hak ve özgürlüklere ilişkin usulüne göre yürürlüğe konmuş
uluslararası anlaşmalar, (kanunlara nazaran hakkı koruyucu, kullanımını
genişletici hükümler barındırması kaydıyla) normlar hiyerarşisinde kanunun
üstündedir. İptali talep edilen fıkra, yukarıda anılan sebeplerle yaşam hakkına
ve kişi hürriyeti ve güvenliğine ilişkin 1948 tarihli Birleşmiş Milletler
Bildirisi’nin 3., Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2. ve 5. maddelerini de
ihlal ettiğinden Anayasa’nın 90. maddesine de aykırıdır.
Tüm bu
nedenlerle 7329 sayılı Kanunu’nun 3. maddesiyle 1632 sayılı Kanun’a eklenen ek madde
13’ün birinci fıkrası, Anayasa’nın 2., 13., 17., 19. ve 90. maddelerine
aykırıdır; anılan fıkranın iptali gerekir.
24.06.2021
tarihli ve 7329 sayılı Askeri Ceza Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun’un 5. maddesiyle 1632 sayılı Kanun’a eklenen ek madde 15’in
ikinci fıkrasının son cümlesinde yer alan “ya da resen” ibaresinin Anayasa’ya
aykırılığı
7329 sayılı
Kanun’un 5. maddesiyle 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’na asker kişiler hakkında
askeri suçlardan dolayı soruşturma yapılabilmesi için aranan ön koşullardan
biri olan soruşturma iznini düzenleyen ek 15. madde eklenmiş ve anılan ek
maddede soruşturma izni vermeye yetkili merciler sıralanmıştır. Anılan ek
maddenin ikinci fıkrasının son cümlesine göre; general ve amiraller hakkındaki
soruşturma izni görev yeri dikkate alınarak ilgisine göre Genelkurmay
Başkanının veya ilgili Kuvvet Komutanının teklifi üzerine ya da resen Milli
Savunma Bakanı tarafından verilecektir. Ancak iptali talep edilen “ya da resen”
şeklindeki ibarenin işaret ettiği, generaller ve amiraller hakkındaki
soruşturma izninin (Genelkurmay Başkanının veya ilgili Kuvvet Komutanının
teklifi olmaksızın) resen Milli Savunma Bakanı tarafından verilebilmesi,
Anayasa’ya aykırıdır.
a) Kamu
görevlilerinin özlük işlemleri bağlamında kanunilik ilkesi bakımından:
Öncelikle generallerin ve amirallerin kamu hukuku açısından statüsünü ortaya
koymak gerekmektedir. Kuvvet Komutanlıklarının sevk ve idaresinden sorumlu ve
askeri hiyerarşide yüksek rütbe sahibi olan generaller ve amiraller, genel
idare esaslarına göre kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevleri
(başta savunma olmak üzere) yerine getirdiğinden; Anayasa’nın 128. maddesi
bağlamında kamu görevlisidir. Öte yandan işledikleri askeri suçlardan dolayı
generaller ve amiraller hakkında verilen soruşturma izni ise; hukuki niteliği
itibariyle cezai muhakemenin yürütülebilmesi adına aranan soruşturma şartı
olduğundan; anılan Anayasal hüküm bağlamında özlük işleri kapsamında yer
almaktadır.
Diğer bir
deyişle Anayasa’nın 128. maddesi gereğince; general ve amiraller hakkında
verilecek soruşturma izni dahil olmak üzere özlük işleri, kanun ile
düzenleneceğinden; kanun koyucunun bu yetkisini, anayasal sınırlar içinde
kullanması gerekir. Ancak iptali talep edilen ibare, kamu görevlileri için
getirilen anayasal güvencelerin gereklerini karşılamamaktadır.
Zira iptali
talep edilen ibare; generaller ve amiraller hakkındaki soruşturma izninin
verilmesi usulüne, izin vermeye yetkili mercie, idari işlemi tesis etmeye
yetkili makama ilişkindir. İptali talep edilen ibare uyarınca, Milli Savunma
Bakanı, Genelkurmay Başkanı veya ilgili Kuvvet Komutanı teklif etmese dahi
(resen) soruşturma izni verecektir.
İdare,
kanunla kendisine bağlı yetki tanındığı hallerde idari işlem tesis ederken; söz
konusu bağlı yetkisini hukuka uygun kullanmalıdır; kanunun öngördüğü şartların
gerçekleştiğini tespit ettiğinde kanunun öngördüğü sonucu doğuran idari işlemi
tesis etmelidir. Ek madde 15’in ikinci fıkrasının son cümlesinde de “verilir”
denilmek suretiyle Milli Savunma Bakanı’na bağlı yetki tanınmıştır. Kanun
koyucu, anılan bağlı yetkiyi “Genelkurmay Başkanının veya ilgili Kuvvet
Komutanının teklifi üzerine” şeklindeki ibareyle kayıtlamıştır. Burada amaç,
Anayasa gereğince bağlı yetkinin kullanımını hukuka uygun kılmaktır. Zira aksi
bir durum, Milli Savunma Bakanı’nın amiraller ve generaller hakkında yapılan
suç isnadını doğru değerlendirememesine, ordudaki hiyerarşik yapının ve
disiplinin bozulmasına, soruşturma izni verilmesinde kayırmacılığa, ordunun
siyasallaşmasına neden olabilecektir. Zira Bakanın, doğası gereği, askeri değil
sivil statüyü haiz olması dikkate alındığında; soruşturma izni verilmesi
hususunda Bakana kendiliğinden / resen yetki tanınması; bu alanın, büsbütün
siyasi bakış açısına ve öznel ölçütlere indirgenmesine neden olacaktır. Başka
bir deyişle söz konusu kaydı ortadan kaldırmak, kanunun amacıyla (idarenin,
Bakanın hukuka uygun davranmasını sağlamak) bağdaşmayacaktır. O halde Bakanın
bağlı yetkisini, kayıtlama olmaksızın kullanması, Genelkurmay Başkanının veya
ilgili Kuvvet Komutanının teklifi olmaksızın da resen soruşturma izni vermesi,
yol açacağı keyfi uygulamalar itibariyle, Anayasa’nın 128. maddesinin gerekli
kıldığı maddi anlamda kanunilik ilkesinin gereklerine aykırıdır.
b) Hukuk
devleti ilkesi bakımından: Hukuk devleti, bütün işlem ve eylemlerinin hukuk
kurallarına uygunluğunu başlıca geçerlik koşulu sayan, her alanda adaletli bir
hukuk düzeni kurmayı amaçlayan ve bunu geliştirerek sürdüren, hukuku tüm devlet
organlarına egemen kılan, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, insan
haklarına saygı duyarak bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, Anayasa’ya
ve hukuk kurallarına bağlılığa özen gösteren, yargı denetimine açık olan,
yasaların üstünde yasa koyucunun da uymak zorunda olduğu temel hukuk ilkeleri
ile Anayasa’nın bulunduğu bilinci olan devlettir (Anayasa Mahkemesi’nin 02.06.2009
tarihli ve 2004/10 E.; 2009/68 K. sayılı Kararı). Başka bir deyişle hukuk
devleti ilkesi gereğince, kanunun öngördüğü durumlarda idare tarafından bağlı
yetkinin kullanımı mutlak, sınırsız, keyfi biçimde gerçekleşemez; idarenin
bağlı yetkisinin sınırları, keyfi işlem ve eylemleri önlemek amacıyla kanunla çizilmelidir.
Ancak “Genelkurmay Başkanının veya ilgili Kuvvet Komutanının” şeklindeki kaydı
dışlayıp; Bakana soruşturma izni verilmesi konusunda resen yetki tanımak, bağlı
yetkinin kullanımının mutlak, sınırsız, keyfi biçimde gerçekleşmesine neden
olabilecektir. Diğer bir deyişle baştan amir hüküm ile saptanan idari işlemin
neden ve konu unsuru arasındaki bağ kopacak; soruşturma izninin verilmesi
gereken (ya da verilmesi gerekmeyen) bir durumda soruşturma izni verilmemesine
(ya da verilmesine) yönelik idari işlem tesis edilebilecektir. İptali istenen
düzenleme; yol açtığı anılan belirsizlik ve keyfîlik itibariyle, Anayasa’nın
hukuk devleti ilkesini öngören 2. maddesine aykırıdır.
c) İdarenin
kanuniliği ilkesi bakımından: Buna ilave olarak Anayasa’nın 123. maddesinde yer
alan idarenin kanuniliği ilkesinin iki boyutu bulunmaktadır. İlk boyutu,
idarenin secundum legem özelliğidir (kanuna dayanma ilkesidir). Bu ilkeye göre
idarenin düzenleme yetkisi kanundan kaynaklanır. İkinci boyutu, idarenin intra
legem özelliğidir (kanuna aykırı olmama ilkesidir). Bu ilkeye göre idarenin
işlem ve eylemleri kanunun çizdiği sınırlar içinde kalmalıdır. Öte yandan
Anayasa’nın 128. maddesinin ikinci fıkrasında memurlar ve diğer kamu
görevlilerinin niteliklerinin, atanmalarının, görev ve yetkilerinin, hakları ve
yükümlülüklerinin, aylık ve ödeneklerinin, diğer özlük işlerinin kanunla
düzenleneceği belirtilmiştir. Kanuni düzenleme ilkesi, düzenlenen alanda temel
ilkelerin kanunla konulmasını ve çerçevenin kanunla çizilmesini ifade etmektedir.
Bu ilke uyarınca kamu görevlilerinin nitelikleri ve atanmalarına ilişkin
kuralların kanunda gösterilmesi, kuralın açık, anlaşılır ve sınırlarının belli
olması gerekmektedir (Anayasa Mahkemesi’nin 24.07.2019 tarihli ve 2018/73 E.;
2019/65 K. sayılı Kararı, § 164-165).
İdarenin
kanuniliği ve kanuni düzenleme ilkeleri gereğince idare tarafından (Milli
Savunma Bakanı tarafından) kamu görevlilerinin (generallerin ve amirallerin)
özlük işleri (soruşturma izni verilmesi) hakkında idari işlem tesis edilirken
esas alınacak ana ilkeler kanunla belirlenmelidir. Burada amaç, idarenin keyfi
davranmasını önlemektir. Ancak kanun koyucu bir taraftan idarenin keyfi
davranmasını engellemek için (hukuka uygun olarak) “Genelkurmay Başkanının veya
ilgili Kuvvet Komutanının teklifi üzerine” şeklindeki kaydı getirirken, bir
taraftan da “ya da resen” şeklindeki ibareyle Bakanın uhdesine (hukuka aykırı
olarak) aşırı şekilde geniş, sınırları belli olmayan ve keyfîliğe açık bir
yetki alanı bırakmaktadır. Bu durum, Anayasa’nın 123. ve 128. maddelerine
aykırıdır.
d) Eşitlik
ilkesi bakımından: Ayrıca iptali talep edilen ibarenin Bakana verdiği sınırsız
yetki, hakkında askeri suç işlediği isnadı olan generaller ve amiraller
arasında idare tarafından kayırma/ayrımcılık yapılmasına neden olabileceğinden;
anılan ibare, Anayasa’nın 10. maddesinde yer alan eşitlik ilkesine de
aykırıdır. Zira eşitlik ilkesinin ihlal edilip edilmediği hususunun tespiti,
münferit olayda kişi kategorileri arasında gerçekleştirilen ayrıma ilişkin bir “haklı
neden”in var olup olmadığına göre yapılır. Ancak iptali talep edilen ibarenin,
idareye verdiği, ne şekilde kullanılacağına dair ölçütler, nesnel şekilde
öngörülmemiş olan ve keyfi uygulamalara sebep olabilecek sınırsız yetki, Milli
Savunma Bakanı tarafından aynı askeri suçu işlediği iddia edilen iki generalin
(veya iki amiralin) biri hakkında soruşturma izni verilip diğeri hakkında
verilmemesindeki haklı nedeni somutlaştırmaya elverişli değildir. Bu durum,
benzer durumdaki kişiler arasında muamele farklılığı yaratmak suretiyle, özgül
bir disiplin izanını haiz askeri nizamın işleyişini bozacaktır. İhtilaflı
düzenleme, bu cihetle, Anayasa’nın 10. maddesi anlamındaki kanun önünde eşitlik
ilkesine aykırıdır.
e) Kamu
hizmetine alımda liyakat ilkesi bakımından: Diğer taraftan Anayasa’nın 70.
maddesinde öngörülen kamu hizmetine girme hakkının temel bir hak olarak
etkililiği, maddenin “Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden
başka hiçbir ayırım gözetilemez” şeklindeki ikinci fıkrasının (liyakat ilkesinin),
halihazırda kamu hizmeti ifa eden kamu görevlileri açısından da bir güvence
olarak esas alınmasını gerektirir. Zira, kamu hizmeti icra eden görevlinin kamu
görevine devam edip etmemesinin görevin gerektirdiği nitelikler dışındaki
sebeplere dayandırılması, Anayasa’nın 70. maddesindeki hakkı etkisiz ve
göstermelik hale getirecektir. Bu hakkın amacı, kamu hizmeti icra edecek
personellerin istihdamının liyakata dayalı bir sistem içerisinde
gerçekleşmesini sağlamak ise; (nihayetinde Türk Silahlı Kuvvetleriyle ilişiğin
kesilmesi sonucunu doğurması muhtemel) soruşturma izninin verilmesine yönelik
idari işlemin liyakat esasının icaplarını karşılayacak ve keyfîliğe yol
açmayacak nitelikte olması gerekmektedir. General ve amiraller hakkında
soruşturma izni verilmesi hususunda idarenin sınırsız yetkiyle donatılması; söz
konusu hakkın, haklarında aynı askeri suç isnadı bulunan generaller ve
amiraller bakımından eşit düzeyde güvence altına alınmasına engel oluşturacak
ve kişilerin kamu görevine devam etmelerinin önüne, keyfî ve siyasi
mülahazalarla alınmış idari kararların çıkarılmasını mümkün kılacaktır. Bu
nedenle anılan ibare, Anayasa’nın 70. maddesine de aykırıdır.
f) Disiplin
kovuşturulmasında kamu görevlileri için öngörülen güvence bakımından: Öte
yandan Anayasa’nın 129. maddesine göre memurlar ve diğer kamu görevlileri
hakkında işledikleri iddia edilen suçlardan ötürü ceza kovuşturması açılması,
kanunla belirlenen istisnalar dışında, kanunun gösterdiği idari mercinin iznine
bağlıdır. Ancak iptali talep edilen ibarenin içerdiği Anayasa’ya aykırılıklar,
idari mercinin iznine ilişkin olarak (maddi anlamda) kanunilik ilkesinin
gereklerini de ihlal ettiğinden; anılan ibare, Anayasa’nın 129. maddesine de
aykırıdır. Diğer bir deyişle kamu görevlisi olan generallerin ve amirallerin
askeri suçlardan dolayı haklarında yapılan haksız suç isnatlarını bertaraf
etmek ve askeri görevin devamını sağlamak amacıyla hüküm altına alınan anayasal
güvence (idari mercinin izni); Milli Savunma Bakanının hiçbir kayıt
getirilmeksizin uhdesine (sübjektif değerlendirmelerine) bırakılmak suretiyle
temin edilememektedir. Söz konusu yetkinin, ihtilaflı kural aracılığıyla;
nesnel olarak tanımlanmamış, öngörülemez ve keyfî sonuçlara yol açacak bir şekilde
ihdası, Anayasa’nın 129. maddesini ihlal etmektedir.
g) Hak
arama hürriyeti bakımından: Diğer taraftan anılan ibareyi, hak arama hürriyeti
bağlamında da ele almak gerekmektedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi bir kararında,
“Suç isnadı kavramı anayasal anlamda özerk bir kavram olup isnadın muhakkak
soruşturma makamlarınca yapılması gerekmemektedir. İdari makamların da suç
isnadında bulunabileceği değerlendirildiğinde soruşturma izni verilmesi kararı
anayasal anlamda suç isnadına ilişkin sürecin bir parçası olarak
yorumlanabilecektir. Dolayısıyla hakkında soruşturma izni verilen kişinin kural
olarak adil yargılanma hakkının suç isnadına ilişkin güvencelerinden
yararlanması gerekmektedir.” şeklinde gerekçe kaleme almıştır (Anayasa
Mahkemesi’nin 14.10.2020 tarihli ve 2017/39786 Bireysel Başvuru No’lu, Durmuş
Küçük Kararı, § 36). O halde generaller ve amiraller hakkında yürütülecek cezai
yargılamanın başlatıcısı olan soruşturma iznini vermeye yetkili makamın,
Anayasa’ya aykırı bir biçimde, kanuni bağlı yetkinin gereklerini
karşılamaksızın belirlenmesi ve söz konusu yetkinin keyfîliğe açık şekilde
öngörülmesi; nihayetinde Anayasa Mahkemesi’nin anladığı şekilde adil yargılanma
hakkını, Anayasa’nın 13. maddesinde hüküm altına alınan temel hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılmasının sınırlarına (bilhassa kanunilik ilkesine)
aykırı olarak kayıtlayacaktır. İhtilaflı kural; bu itibarla, Anayasa’nın 13. ve
36. maddelerine aykırıdır.
h)
Uluslararası andlaşmaların iç hukuka etkisi bakımından: Anayasa’nın 90.
maddesine göre temel hak ve özgürlüklere ilişkin usulüne göre yürürlüğe konmuş
uluslararası anlaşmalar, (kanunlara nazaran hakkı koruyucu, kullanımını
genişletici hükümler barındırması kaydıyla) normlar hiyerarşisinde kanunun
üstündedir. İptali talep edilen ibare, adil yargılanma hakkına ilişkin Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesini ihlal ettiğinden, Anayasa’nın 90.
maddesine de aykırıdır.
Son olarak;
“resen” ibaresini kendinden önce gelen “Genelkurmay Başkanının veya ilgili
Kuvvet Komutanının üzerine” ibaresine bağlayan “ya da” bağlacı, “resen”
ibaresinin iptal edilmesiyle işlevini yitirecektir.
Tüm bu
nedenlerle 7329 sayılı Askeri Ceza Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun’un 5. maddesiyle 1632 sayılı Kanun’a eklenen ek madde 15’in
ikinci fıkrasının son cümlesinde yer alan “ya da resen” ibaresi, Anayasa’nın
2., 10., 13., 36., 70., 90., 123., 128. ve 129. maddelerine aykırıdır; anılan
ibarenin iptali gerekir.
24.06.2021
tarihli ve 7329 sayılı Askeri Ceza Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun’un 14. maddesiyle 926 sayılı Kanun’a eklenen ek madde 39’un
ikinci fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “ve yönetmelikte öngörülen
şartları taşımak” ibaresi, üçüncü cümlesi ve dördüncü cümlesi ile üçüncü
fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “oluşturulacak yeterlik sınav kurulu
tarafından yönetmelikle belirlenecek konulardan yazılı ve/veya sözlü sınava”
ibaresinin Anayasa’ya aykırılığı
24.06.2021
tarihli ve 7329 sayılı Askeri Ceza Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun’un 14. maddesiyle 926 sayılı Kanun’a eklenen ek madde 39’un
ikinci fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “ve yönetmelikte öngörülen
şartları taşımak” ibaresi ve üçüncü cümlesi ile üçüncü fıkrasının ikinci
cümlesinde yer alan “oluşturulacak yeterlik sınav kurulu tarafından
yönetmelikle belirlenecek konulardan yazılı ve/veya sözlü sınava” ibaresinin
Anayasa’ya aykırılığı
7329 sayılı
Kanun’un 14. maddesiyle 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu’na
Milli Savunma Bakanlığı’nın müfettiş kadrolarına askeri kaynaktan atama
yapılabilmesine cevaz veren, mesleğe kabul şartlarını ve giriş-yeterlik
sınavını düzenleyen ek 39. madde eklenmiştir. Anılan ek maddenin ikinci ve
üçüncü fıkraları gereğince askeri kaynaktan stajyer müfettiş alımı, müfettişliğe
giriş sınavıyla yapılacaktır; giriş sınavına başvurabilmek için; kuvvet
komutanlıklarında üst subay (binbaşı, yarbay, albay) rütbesinde bulunmak ve
yönetmelikte öngörülen şartları taşımak gerekmektedir; giriş sınavı,
yönetmelikte belirlenen konulardan yazılı ve/veya mülakat şeklinde
yapılacaktır; giriş sınavı ile ilgili olarak yönetmelikte yer alan hususlar
dışında herhangi bir kayıt sistemi kullanılmayacaktır; giriş sınavında başarı
gösterenler stajyer müfettiş olarak görevlendirilecektir; askeri kaynaktan
görevlendirilen stajyer müfettişlere bir program çerçevesinde müfettişlik
mesleğine yönelik eğitim verilecektir; stajyer müfettişlerin stajyerlik süresi
bir yıl olup bu sürenin sonunda oluşturulacak yeterlik sınav kurulu tarafından
yönetmelikle belirlenecek konulardan yazılı ve/veya sözlü sınava tabi
tutulacaktır. İptali talep edilen ibareler ve cümle ile müfettişlik mesleğine
giriş ve kabul şartlarının tamamıyla idarenin (Milli Savunma Bakanlığı’nın)
düzenleyici işlemlerine -yönetmelik- (uhdesine) bırakılması, Anayasa’ya
aykırıdır.
İptali
talep edilen ibareler ve cümle ile üç husus (anılan ek maddenin son fıkrasının
delaletiyle Milli Savunma Bakanlığı tarafından çıkarılacak) yönetmeliğin
düzenleme alanına bırakılmıştır:
- Üst
subayların müfettişliğe giriş sınavına başvurabilmeleri için taşıyacakları
şartların yönetmelikle belirlenmesi,
- Giriş sınavının,
yönetmelikte belirlenen konulardan yazılı ve/veya mülakat şeklinde yapılması,
-Giriş sınavında
başarılı olup da stajyer müfettiş statüsü elde edenlerin stajyerlik süresi
sonunda oluşturulacak yeterlik sınav kurulu tarafından yönetmelikle belirlenecek
konulardan yazılı ve/veya sözlü sınava tabi tutulması.
Halbuki
müfettişlik mesleğine kabul şartları (giriş sınavına başvurma şartları, giriş
sınavı, yeterlik sınavı) kanun düzeyinde, tahdidi olarak, ayrıntılı biçimde
(söz gelimi sicil not ortalaması, emsalleri arasında seçkin olunması, staj
eğitimini tamamlaması için gereken başarı puanı, yazılı sınav söz konusu ise
optik okuyucu yardımıyla sınavların değerlendirilmesi, sözlü sınav söz konusu
ise mülakatın kamera kaydına alınması) belirlenmelidir. Ancak bunlar, iptali
talep edilen ibarelerin ve cümlenin yer aldığı madde hükmünde açıkça
düzenlenmemiştir. Bu durum, Anayasa’ya aykırıdır.
a)
Yönetmelikle düzenleme bakımından: Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk
devleti ilkesi, insan haklarına saygılı ve bu hakları koruyucu adil bir hukuk
düzeni kuran ve bunu devam ettirmekle kendini yükümlü sayan, bütün
davranışlarında hukuk kurallarına ve Anayasa’ya uygun, bütün eylem ve işlemleri
yargı denetimine bağlı olan devlet demektir (Anayasa Mahkemesi’nin 25.05.1976
tarihli ve 1976/1 E.; 1976/28 K. sayılı Kararı). Bir hukuk devletinde (başta
idarenin keyfi iş, işlem yapmasının engellenmesi olmak üzere) sayılı amaçların
gerçekleştirebilmesi için başvurulan hukuki müesseselerden biri normlar
hiyerarşisidir. Normlar hiyerarşisi kuramı, hukuk normlarının birbirleriyle
olan ilişkisini somutlaştırır. Bu kuram gereğince; alt hukuki norm, üst hukuki
norma uygun olmalı, alt hukuki normun geçerliliği üst hukuki norma
uygunluğundan kaynaklanmalıdır. Anayasa’nın 124. maddesi gereğince kanun,
yönetmelik bakımından üst hukuki norm niteliğine sahiptir. O halde yönetmeliğin
normlar hiyerarşisi içinde yerini alması ve dolayısıyla hukuk devleti ilkesinin
gerçekleşmesi için kanuna dayanması, kanunun çizdiği sınırlar içinde kalması
gerekir. Aksi halde yönetmeliği çıkaracak makamın hareket serbestisi, keyfi
uygulamalara sebep olabilecek ölçüde genişler ve fonksiyon gasbı doğurur.
Diğer bir
deyişle Anayasa koyucu, idarenin düzenleyici işlemlerinin bir türü -kural
işlem- olan yönetmelikler için özel bir anayasal hüküm öngörmüştür. Anayasa’nın
124. maddesine göre Cumhurbaşkanı, Bakanlıklar ve kamu tüzelkişileri, kendi
görev alanlarını ilgilendiren kanunların ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin
uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla, yönetmelikler
çıkarabilirler. Milli Savunma Bakanlığı’nın iptali talep edilen ibarelerde ve
cümlede yer alan hususlarda çıkaracağı yönetmeliğin, 7329 sayılı Kanun’un 14.
maddesiyle 926 sayılı Kanun’a eklenen ek madde 39’un uygulanmasını sağlaması ve
ona aykırı olmaması için; yönetmelik çıkartılmasına cevaz veren kanuni hükmün,
hangi iş ve işlemlerin yasal çerçeve içinde kalacağına yönelik temel sınırları
belirlemesi gerekmektedir. Aksi bir tutum, kanunun uygulanmasını sağlamaya
ilişkin anayasal işlevinin ötesine geçerek, şekli anlamda kanun aracılığıyla,
yönetmeliğe, maddi anlamda kanun koyma yetkisinin tanınması ve çok geniş bir
düzenleme alanının idarenin (Bakanlığın) uhdesine bırakılması anlamına
gelecektir. Ancak ortada, idare (Bakanlık) tarafından tecessüm ettirilmeye
elverişli bir kanuni genel düzenleme yoktur. Başka bir anlatımla giriş sınavına
başvuru şartlarının ve giriş ile yeterlik sınavına esas olacak konuların
yönetmeliğe bırakılması hüküm altına alınmış ve fakat normlar hiyerarşisi,
hukuk devleti ilkesi gereğince bunların nesnel ölçütlerle genel çerçevesi kanun
düzeyinde çizilmemiştir. Giriş sınavına başvuru şartlarının ve giriş ile
yeterlik sınavlarına esas olacak ölçütlerin kanun tarafından belirli ve öngörülebilir
kılınmamış olması, İdare (Bakanlık) tarafından takdir yetkisinin keyfi biçimde
kullanılmasına neden olacaktır. İptali talep edilen ibareler ve cümle, bu
itibarla Anayasa’nın 2. ve 124. maddelerine aykırıdır.
b) Yasama
yetkisinin devredilmezliği bakımından: Anayasa’nın 7. maddesinde temelini bulan
yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine göre yasama yetkisi yalnız Türkiye
Büyük Millet Meclisi’ne aittir. Bu nedenle idareye düzenleme yetkisi veren bir
yasa kuralının temel ilkeleri ortaya koyması ve çerçeveyi çizmesi gerekir.
Diğer bir deyişle idareye sınırsız ve belirsiz bir düzenleme yetkisi
bırakılamaz ve idarenin yönetmelikle düzenleme yapma yetkisini öngören şekli
anlamda kanunun, maddi anlamda kanun niteliklerini de haiz olması gerekir. Nitekim
idarenin düzenleme yetkisi; sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir yetkidir. Yasa
ile yetkilendirme, Anayasa’nın öngördüğü biçimde yasa ile düzenleme anlamını
taşımamaktadır (Anayasa Mahkemesi’nin 02.05.2008 tarihli ve 2005/68 E.;
2008/102 K. sayılı Kararı). İptali talep edilen ibarelerin ve cümlenin yer
aldığı madde hükmünde olduğu gibi temel ilkeleri belirlenmeksizin ve çerçevesi
çizilmeksizin; idareye (Milli Savunma Bakanlığı’na) giriş sınavına başvuru
şartlarını ve giriş ile yeterlik sınavına esas olacak konuları belirleme
hususunda düzenleme yetkisi veren bir yasa, fonksiyon gasbına yol açması
itibariyle Anayasa’nın yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesini öngören 7.
maddesine aykırılık oluşturur.
c) İdarenin
kanuniliği ilkesi bakımından: Anayasa’nın 123. maddesinde yer alan idarenin
kanuniliği ilkesinin iki boyutu bulunmaktadır. İlk boyutu, idarenin secundum
legem özelliğidir (kanuna dayanma ilkesidir). Bu ilkeye göre idarenin düzenleme
yetkisi kanundan kaynaklanır. İkinci boyutu, idarenin intra legem özelliğidir
(kanuna aykırı olmama ilkesidir). Bu ilkeye göre idarenin işlem ve eylemleri
kanunun çizdiği sınırlar içinde kalmalıdır. Bu nedenle Milli Savunma Bakanlığı’nın
giriş sınavına başvuru şartları ve giriş ile yeterlik sınavına esas olacak
konular hususunda çıkaracağı yönetmeliğin kanuna dayanması ve aykırı olmaması
için, kanunda bunların usul ve esaslarının genel çerçevesinin net, açık,
anlaşılabilir şekilde çizilmesi gerekir. Buna rağmen iptali talep edilen
ibarelerin ve cümlenin yer aldığı madde hükmünde, bu hususları belirleme
yetkisi; hiçbir objektif kıstas (söz gelimi giriş sınavına başvuru şartları
için: sicil notu ortalaması, sağlık durumu, yaşı, adli sicil kaydı, fiziki
durumu, yabancı dil puanı, ALES/KPSS puanı; giriş sınavı konuları: genel kültür
- hukuk soruları, alan bilgisi soruları; yeterlik sınavı konuları: staj
süresince alınan teorik ve uygulamalı derslere esas olan konular; yazılı sınav
test şeklinde ise optik okuyucu yardımıyla sınavların değerlendirilmesi, sözlü
sınav ise mülakatın kamera kaydına alınması, sınavlarda başarılı sayılmak için
aranan asgari puanın saptanması gibi) kanun düzeyinde getirilmeksizin,
bütünüyle Bakanlığın uhdesine bırakılmıştır. O halde iptali talep edilen
ibarelerin ve cümlenin yer aldığı madde hükmünde, Bakanlığın giriş sınavına
başvuru şartlarının ve giriş ile yeterlik sınavına esas olacak konuların usul
ve esaslarını belirleme hususundaki takdir yetkisini kullanırken temel alacağı
genel çerçeve ve keyfi davranmasını önleyecek kanuni objektif kıstaslar,
düzenlenmediğinden; ve bu şartlar ile konular, belirli ve öngörülebilir
olmadığından; Anayasa’nın 2. ve 123. maddeleri ihlal edilmiştir.
d) Kamu
görevlilerinin özlük işlemleri bağlamında kanunilik ilkesi bakımından: Anayasa’nın
128. maddesinin ikinci fıkrasında memurlar ve diğer kamu görevlilerinin
niteliklerinin, atanmalarının, görev ve yetkilerinin, haklarının ve
yükümlülüklerinin, aylıklarının ve ödeneklerinin, diğer özlük işlerinin kanunla
düzenleneceği belirtilmiştir. Kanuni düzenleme ilkesi, düzenlenen alanda temel
ilkelerin yasa ile konulmasını ve çerçevenin de yasayla çizilmesini ifade
etmektedir. Bu ilke uyarınca kamu görevlilerinin nitelikleri ve atanmalarına
ilişkin kuralların kanunda gösterilmesi, kuralın açık, anlaşılır ve
sınırlarının belli olması gerekmektedir (Anayasa Mahkemesi’nin 24.07.2019
tarihli ve 2018/73 E.; 2019/65 K. sayılı Kararı, § 164-165).
Nitekim bu
durum, Anayasa Mahkemesi’nin 01.02.2018 tarihli ve 7070 sayılı Olağanüstü Hal
Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanunla 636 Sayılı KHK’ya
eklenen ve sözleşmeli sağlık personeli istihdamında yapılacak “sözlü sınav ve
yerleştirmeye ilişkin usul ve esasların Sağlık Bakanlığınca belirleneceğine”
ilişkin 45/A maddesinin (2) numaralı fıkrasının son cümlesiyle ilgili olarak verdiği
kararında da hüküm altına alınmıştır. Anılan kararın ilgili bölümü,
“Kamu
görevlisi statüsünde olan sözleşmeli sağlık personelinin sözlü sınavla mesleğe
alınması kanun koyucunun takdir yetkisinde olmakla birlikte bu personelin sözlü
sınavla mesleğe alınmasına ve yerleştirilmesine ilişkin temel ilkelerin Anayasa’nın
128. maddesi uyarınca kanunla düzenlenmesi ve bu bağlamda Anayasa’nın 7.
maddesi uyarınca yasama yetkisinin idareye devredilmemesi gerekir ... Kuralın
ikinci cümlesinde sözlü sınav ve yerleştirmeye ilişkin usul ve esasların
Bakanlıkça belirleneceği öngörülmüştür. Kanun’da sözlü sınavda hangi ölçütlerin
gözetileceği hususlarına yer verilmediği gibi sınavı kazanan adayların
yerleştirilmesinde uygulanacak esaslara ilişkin herhangi bir düzenleme de
yapılmamıştır. Diğer bir ifadeyle Kanun’da sözlü sınav ve sınav sonrası
yerleştirmeye ilişkin temel ilkeler belirlenmemiş ve kuralın ikinci cümlesiyle
bu hususların düzenlenmesi yönetmeliğe bırakılmıştır ... Bakanlıkta istihdam
edilecek sözleşmeli personelin sözlü sınavla mesleğe alımına ve
yerleştirilmelerine ilişkin temel ilkelerin kanunda belirlenmeksizin
yönetmelikle düzenlenmesine imkan tanınması kamu görevlilerinin statülerinin
kanunla düzenlenmesine ve yasama yetkisinin devredilmezliğine ilişkin anayasal
ilkelerle bağdaşmamaktadır.”
şeklindedir.
Anayasa Mahkemesi, iptal davasına konu düzenlemeyi, Anayasa’nın 7. ve 128.
maddelerine aykırılığı nedeniyle iptal etmiştir. (Anayasa Mahkemesi’nin
24.07.2019 tarihli ve 2018/73 E.; 2019/65 K. sayılı Kararı, § 199-201)
Kanuni
düzenleme ilkesinin kapsamına, müfettişlik mesleğine giriş sınavına başvuru
şartları ve giriş ile yeterlik sınavına esas olacak konular ve uygulanacak
sınav usulleri dahildir. İptali talep edilen ibarelerin ve cümlenin yer aldığı
madde hükmünde bu hususların temel ilkeleri kanun düzeyinde belirlenmemiştir.
Bu nedenle iptali talep edilen ibareler ve cümle, Anayasa’nın 128. maddesine
aykırıdır.
e) Anayasa
Mahkemesi’nin kararlarının bağlayıcılığı bakımından: Bunun yanında, Anayasa Mahkemesi
kararlarında Anayasa’nın 153. maddesinde belirtilen bağlayıcılık ilkesine
aykırılıktan söz edilebilmesi için iptal edilen kuralla dava konusu yeni
düzenlemenin içerik ve kapsam bakımından aynı ya da benzeri olması gerektiği
belirtilmektedir (Anayasa Mahkemesi’nin 12.11.1991 tarihli ve 1991/7 E.:
1991/43 K. sayılı Kararı). O halde burada iptali talep edilen ibarelerin ve
cümlenin içeriğine benzer nitelikteki kanun hükümlerinin iptaline ilişkin
Anayasa Mahkemesi’nin anılan kararı, Anayasa’nın 153. maddesinin son fıkrası
gereğince kanun koyucu için bağlayıcıdır ve yapılacak yeni kanuni
düzenlemelerin Anayasa’ya uygunluğu bakımından esas alınmak gerekir. Ancak
iptali talep edilen ibareler ve cümle, Anayasa’nın 7. ve 128. maddelerine uygun
olma gereği bakımından, anılan Anayasa Mahkemesi kararının özüne uygun şekilde
düzenlenmemiştir. Bu nedenle anılan ibareler ve cümle, Anayasa’nın 153.
maddesine de aykırıdır.
f) Kamu
hizmetine alımda liyakat ilkesi bakımından: Anayasa’nın 70. maddesinde yer alan
ve her Türk vatandaşına eşit şekilde tanınan kamu hizmetine girme hakkının
temelinde, kamu hizmeti icra edecek personellerin istihdamının liyakata dayalı
bir sistem içerisinde gerçekleşmesi fikri vardır. Anayasa; ödevle nitelik arasında
sıkı bir ilişki bulunduğunu, bunun dışında hizmete alınmada hiçbir nedenin
gözetilemeyeceğini, daha açık bir anlatımla ayrımın yalnızca ödev-nitelik
ilişkisi yönünden yapılması gerektiğini buyurmaktadır. O halde ödevle, onun
gerektirdiği niteliği birbirinden ayrı düşünmeye olanak yoktur. Buna göre, o
nitelikler görevlilerde bulunmadıkça o ödev yerine getirilemeyecek ya da ödev
iyi biçimde yerine getirilmemiş olacak demektir. Kamu hizmetlerinin özellikleri
olduğu ve bu hizmetleri gören idare ajanlarının da özel statülere bağlı
bulunduğu bilinen bir gerçektir. Memurlarda yasalarca aranan nitelikler ve
onlar hakkında yasalarda öngörülen kısıtlamalar kamu hizmetinin etkin ve
esenlikli bir biçimde yürütülmesi amacına yöneliktir (Anayasa Mahkemesi’nin 09.10.1979
tarihli ve 1979/19 E.; 1979/39 K. sayılı Kararı). Ancak iptali talep edilen
ibarelerin ve cümlenin yer aldığı madde hükmünde müfettişin icra edeceği kamu
hizmetinin (kolluk hizmeti: denetim) gerektirdiği nitelikler (giriş sınavına
başvurmak için aranacak şartlar ile giriş ve yeterlik sınavı konuları), kanun
düzeyinde açıkça belirlenmemiştir. Bunlara ilişkin temel ilkelerin kanun
hükmünde belirlenmemesi, söz konusu hakkın üst subaylar bakımından eşit düzeyde
güvence altına alınmasına engel oluşturacak; kamu hizmetine alımda keyfîliğe
yol açacak ve kamu hizmetine giriş hakkının etkililiğini ortadan kaldırarak,
anılan kamu görevi bakımından bu hakkı göstermelik bir hakka indirgeyecektir.
Bu nedenle anılan ibareler ve cümle, Anayasa’nın 70. maddesine de aykırıdır.
g) Eşitlik
ilkesi bakımından: Öte yandan, Anayasa’nın “Genel Esaslar” başlıklı birinci
kısmında yer alan 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesi, anayasal bir norm
şeklinde düzenlenmiş olup mutlak ve nispi olmak üzere iki anlam taşır. Anayasa’nın
10. maddesinin ilk fıkrası mutlak eşitliği başka bir deyişle kanunların herkese
eşit şekilde uygulanmasını düzenler. Nispi eşitlik ise, aynı durumda
bulunanların aynı işleme ve farklı durumlarda bulunanların, farklı işlemlere
tâbi tutulabilmesini ifade eder. Anayasa Mahkemesi, mutlak eşitlik anlayışının
yanında nispi eşitlik anlayışını da benimseyerek, “Eşitlik ilkesi, herkesin her
yönden aynı hükümlere bağlı olması gerektiği anlamına gelmez. Bu ilke ile
güdülen amaç, benzer koşullar içinde olan, özdeş nitelikte bulunan durumların
yasalarca aynı işleme uyruk tutulmasını sağlamaktır.” şeklinde hüküm kurmuştur
(Anayasa Mahkemesi’nin 13.04.1976 tarih ve 1976/3 E.; 1976/3 K. sayılı Kararı).
Eşitlik ilkesinin ihlal edilip edilmediği hususunun tespiti ise, somut olayda “haklı
neden”in var olup olmadığına göre yapılır.
Ancak
müfettişlik mesleğine ilişkin giriş sınavına başvurmak için aranacak şartlar
ile giriş ve yeterlik sınavı konularının kanun düzeyinde belirlenmemesi ve
idarenin (Bakanlığın) sınırsız takdir yetkisine dayanarak tesis edeceği
düzenleyici (ve dahi birel) işlemlerine bırakılması, müfettiş olmak için
başvuru yapan aynı şartlara ve niteliklere sahip üst subay rütbesindeki adaylar
arasında (söz gelimi mülakatlar bakımından) ayrımcılık/kayırma yapılmasına
neden olabilecektir. Diğer bir deyişle iptali talep edilen ibarelerin ve cümlenin
idareye (Bakanlığa) verdiği keyfi uygulamalara sebep olabilecek sınırsız takdir
yetkisi, aynı şartlara sahip iki adaydan birinin müfettiş olarak ilgili başvuru
ve sınavlarda başarılı sayılmasına diğerinin sayılmamasına ilişkin haklı nedeni
somutlaştırmaya elverişli değildir. Bu nedenle, adaylar bakımından kanun önünde
(şekli anlamda) eşitlik temin edilemeyecek ve kamu hizmetine girişte benzer
durumdaki kişiler arasında haklı nedene dayanmayan bir muamele farklılığı
doğurulacaktır. Burada, Anayasa’nın 10. maddesinde öngörülen eşitlik ilkesinin
ihlal edildiğinin tespiti için, ihtilaflı kanuni düzenlemenin, aynı şartlara ve
niteliklere sahip adaylar arasında haklı bir neden olmaksızın ayrım
yapılmamasını temin edecek ve idareyi bağlayacak güvenceleri öngörmemiş
olduğunu belirlemek yeterlidir.
Öte yandan
giriş sınavının ve yeterlik sınavının nasıl (yazılı yahut sözlü - mülakat
şekilde) yapılacağı da belirsizdir. Zira iptali talep edilen düzenlemelerin
lafzında “ve/veya” bağlaçları kullanılmak suretiyle; yazılı - sözlü sınavlar,
birbirleri yerine ikame edilebilecek ya da her ikisini birden kapsayacak iki
sınav biçimi olarak ele alınmıştır. Dahası giriş sınavı bakımından;
yönetmelikte yer alan hususlar dışında herhangi bir kayıt sistemi
kullanılmayacağı öngörülerek; bu sınavın tarafsız değerlendirmelerle, eşitlik
ilkesi gözetilerek (kayırma/ayrımcılık olmaksızın) yapılıp yapılmayacağı, şüphe
konusu olmuştur. Buna ilave olarak yeterlik sınavı bakımından; bu sınavın
yeterlik sınav kurulu tarafından yapılacağı düzenlenmiş ve fakat anılan kurulun
kimlerden (sivil- asker kişi) (asıl – yedek üye) teşekkül edeceği, kaç kişi
olacağı, nasıl ve kim tarafından seçileceği, görev süresi, icrai karar alması
bakımından toplantı ve karar yeter sayısı, adayı başarılı sayıp saymamaya karar
verirken esas alınacak veri gibi hususlar kanun düzeyinde belirlenmemiştir.
Sınavın biçiminde ve yeterlik sınav kurulunun yapısında var olan bu
belirsizlik; Milli Savunma Bakanlığı’nı müfettiş kadrolarına askeri kadrolardan
yapılacak atamalar konusunda sınırlandıracak herhangi bir objektif, açık, net,
anlaşılabilir, makul kaydı ihtiva etmediğinden; (açıklandığı üzere) hukuk
devleti ilkesine, yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine, eşitlik ilkesine,
liyakat ilkesine, idarenin kanuniliği ilkesine, kamu görevlilerinin özlük
işlemleri bağlamında kanunilik ilkesine halel getirmektedir.
Son olarak
belirtmek gerekir ki anılan ek maddenin ikinci fıkrasının ikinci cümlesinde yer
alan “yönetmelikte öngörülen şartları taşımak” ibaresini, kendinden önce gelen “kuvvet
komutanlıklarında üst subay (binbaşı, yarbay, albay) rütbesinde bulunmak”
ibaresine bağlayan “ve” bağlacı, “yönetmelikte öngörülen şartları taşımak”
ibaresinin iptal edilmesiyle işlevini yitirecektir.
Tüm bu
nedenlerle 7329 sayılı Kanunu’nun 14. maddesiyle 926 sayılı Kanun’a eklenen ek madde
39’un ikinci fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “ve yönetmelikte öngörülen
şartları taşımak” ibaresi ve üçüncü cümlesi ile üçüncü fıkrasının ikinci
cümlesinde yer alan “oluşturulacak yeterlik sınav kurulu tarafından
yönetmelikle belirlenecek konulardan yazılı ve/veya sözlü sınava” ibaresi,
Anayasa’nın 2., 7., 10., 70., 123., 124., 128. ve 153. maddelerine aykırıdır;
anılan ibarelerin ve cümlenin iptali gerekir.
24.06.2021
tarihli ve 7329 sayılı Askeri Ceza Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun’un 14. maddesiyle 926 sayılı Kanun’a eklenen ek madde 39’un
ikinci fıkrasının dördüncü cümlesinin Anayasa’ya aykırılığı
7329 sayılı
Kanun’un 14. maddesiyle 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu’na
Milli Savunma Bakanlığı’nın müfettiş kadrolarına askeri kaynaktan atama
yapılabilmesine cevaz veren, mesleğe kabul şartlarını ve giriş-yeterlik
sınavını düzenleyen ek 39. madde eklenmiştir. Anılan ek maddenin ikinci fıkrası
gereğince askeri kaynaktan stajyer müfettiş alımı, müfettişliğe giriş sınavıyla
yapılacaktır; giriş sınavına başvurabilmek için; kuvvet komutanlıklarında üst
subay (binbaşı, yarbay, albay) rütbesinde bulunmak ve yönetmelikte öngörülen
şartları taşımak gerekmektedir; giriş sınavı, yönetmelikte belirlenen
konulardan yazılı ve/veya mülakat şeklinde yapılacaktır; giriş sınavı ile
ilgili olarak yönetmelikte yer alan hususlar dışında herhangi bir kayıt sistemi
kullanılmayacaktır; giriş sınavında başarı gösterenler stajyer müfettiş olarak
görevlendirilecektir. Giriş sınavı ile ilgili olarak yönetmelikte yer alan
hususlar dışında herhangi bir kayıt sistemi kullanılmayacağını hüküm altına
alan ve iptali talep edilen cümle, Anayasa’ya aykırıdır.
Cümlenin
lafzından da anlaşılacağı üzere; kural, giriş sınavıyla ilgili olarak kayıt
sisteminin kullanılamayacağı; istisna, (anılan ek maddenin son fıkrasının
delaletiyle Milli Savunma Bakanlığı tarafından çıkarılacak) yönetmelikle
belirlenen hususlarda giriş sınavıyla ilgili olarak kayıt sisteminin
kullanılabileceği yönündedir. İki boyutlu bu hüküm, bir yandan kayıt sisteminin
kural olarak kullanılmayacağını öngörerek idarenin keyfi uygulamalarına olanak
temin etmekte; diğer yandan kayıt sistemine konu olacak kişisel verilere
ilişkin hususları kanunilik ilkesinin hilafına yönetmeliğin düzenleme alanına
bırakmaktadır.
a) Kişisel
verilen korunması hakkı ile temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasının
sınırları bakımından: Yönetmelikte yer alan hususlarda giriş sınavıyla ilgili
olarak kullanılacak kayıt sistemiyle kopyalanacak veri ve bilgiler (söz gelimi
üst subayların sicil notu ortalaması, sağlık durumu, yaşı, adli sicil kaydı,
fiziki durumu, yabancı dil puanı, ALES/KPSS puanı), kişiyi belirli, belirlenebilir
kıldığından; kişisel veri niteliğindedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi’ne göre “...
Bu bağlamda adı, soyadı, doğum tarihi ve doğum yeri gibi bireyin sadece
kimliğini ortaya koyan bilgiler değil; telefon numarası, motorlu taşıt plakası,
sosyal güvenlik numarası, pasaport numarası, özgeçmiş, resim, görüntü ve ses
kayıtları, parmak izleri, IP adresi, e-posta adresi, hobiler, tercihler,
etkileşimde bulunulan kişiler, grup üyelikleri, aile bilgileri, sağlık
bilgileri gibi kişiyi doğrudan veya dolaylı olarak belirlenebilir kılan tüm
veriler” kişisel veri olarak kabul edilmektedir (E. 2013/122, K. 2014/74,
9.4.2014; E. 2014/149, K. 2014/151, 2.10.2014; E. 2013/84, K. 2014/183,
4.12.2014; E. 2014/74, K. 2014/201, 25.12.2014; E. 2014/180, K. 2015/30,
19.3.2015; E. 2015/32, K. 2015/102, 12.11.2015).
Kişisel
verilerin korunması, Anayasal düzeyde (20. madde) özel hayatın gizliliği
hakkına ilişkindir. Nitekim Anayasa Mahkemesi’ne göre özel hayatın gizliliği ve
kişisel verilerin korunması hakkı, temel hak ve özgürlükler arasında önemli bir
yer tutar. Özel hayatın gizliliğinin korunması, bu hayatın başkalarının gözleri
önüne serilmemesi demektir. Kişinin özel hayatının, yalnız kendisi veya
kendisinin bilmesini istediği kimseler tarafından bilinmesini isteme hakkı, kişinin
temel haklarından biridir ve bu niteliği nedeniyle insan haklarına ilişkin
beyanname ve sözleşmelerde de yer almış; demokratik ülkelerin mevzuatında
açıkça belirlenen istisnalar dışında devlete, topluma ve diğer kişilere karşı
korunmuştur. Kişisel verilerin korunması hakkı ise özel hayatın gizliliği
hakkının özel bir biçimi olarak bireyin hak ve özgürlüklerini kişisel verilerin
işlenmesi sırasında korumayı amaçlamaktadır. Öte yandan kişisel verilerin
korunması hakkı sınırsız olmayıp bu hakkın Anayasa’da güvence altına alınan
diğer temel hak ve özgürlüklerin korunması veya Anayasa’nın devlete bir görev
olarak yüklediği millî güvenliğin, kamu düzeninin ve kamu güvenliğinin
korunması gibi nedenlerle sınırlandırılması mümkündür. Ancak bu sınırlama
yapılırken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması rejimini belirleyen
Anayasa’nın 13. maddesine de uyulması gerekmektedir (Anayasa Mahkemesi’nin
24.07.2019 tarihli ve 2017/16 E.; 2019/64 K. No’lu Kararı, § 48, 49, 50).
Sınırlandırmanın
sınırlarını düzenleyen Anayasa’nın 13. maddesi gereğince kişisel verilen
korunması hakkı kısıtlanırken; söz konusu kayıtlamalar kanun düzeyinde açık,
net, anlaşılabilir şekilde belirlenmelidir. Bu kayıtlamalar; Anayasa’nın sözüne
ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik cumhuriyetin gereklerine,
ölçülülük ilkesine ve sınırlama sebebine aykırı olmamalıdır.
Anayasa’nın
13. maddesinin ilk cümlesi uyarınca, “Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir”. Anayasa’nın 20. maddesinin
üçüncü fıkrasının son iki cümlesine göre, “Kişisel veriler, ancak kanunda
öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin
korunmasına ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir”.
Ancak
iptali talep edilen cümlede giriş sınavıyla ilgili olarak kayıt sisteminin
kullanılacağı öngörülen hususların yönetmelikte yer alması öngörülmüş ve fakat
bu yönetmeliğin yasal çerçevesi çizilmemiştir. Diğer bir deyişle kayıt
sistemine konu ve fakat yönetmelikte yer alacak hususların ne olduğuna, nasıl /
ne kadar süre ile kaydedileceğine, analiz edileceğine, muhafaza edileceğine,
kim tarafından imha edileceğine, kurum ve kuruluşlarla paylaşılmasına; amacı
dışında kullanılmamasına, siber güvenliğinin sağlanmasına; bunlara resmi
makamların keyfi müdahalesinin önlenmesine; bunlardan suret alınmasına; başvuru
usullerine (vb.) ilişkin kanun düzeyinde hiçbir kıstas, kanuni güvence
öngörülmemiştir. Hiçbir sınırlandırmaya tabi olmayan söz konusu müdahale, kişisel
verilerin korunması hakkını tamamen savunmasız bırakmakta, keyfiliğe açık hale
getirmekte ve yasallık ilkesini zedelemektedir.
Ölçülülük
ilkesi gereğince kişisel verilerin korunması hakkına yapılan söz konusu
müdahalede; amaç ve araç ilişkisi bakımından, aracın (giriş sınavı ile ilgili
olarak yönetmelikte yer alan hususlar dışında herhangi bir kayıt sisteminin
kullanılamaması), amacı (üst subayların şeffaf, objektif bir giriş sınavına
tabi tutularak müfettiş olarak atanması) gerçekleştirmeye elverişli, gerekli
olması ve amaç ile araç arasında orantı bulunması gerekmektedir. Ancak giriş
sınavıyla ilgili olarak sadece yönetmelikte yer alan hususlarda kayıt
sisteminin kullanılması - yönetmelikle belirlenen haller dışında
kullanılamaması - ve kayıt sistemi kullanıldığında da yasallık ilkesine aykırı
olarak yönetmelikte yer alan hususların gözetilmesi; amacı gerçekleştirmek
bakımından elverişli değildir. Zira, şeffaf ve objektif bir giriş sınavının
yapılmasını teminen; kaydedilecek hususlar, kanun düzeyinde açık, net,
anlaşılabilir şekilde belirlenmeli ve söz konusu kamu yararı ihtiva eden amaçla
bireyin çıkarları arasında adil bir denge kurulmalıdır. Oysa ihtilaflı
düzenlemeyle kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı kanun düzeyinde
güvencelenmemiş ve düzenleyici işlem yoluyla temel bir hakkın keyfî şekilde
sınırlanabilmesi öngörülmüştür. Bu nedenle anılan cümle, Anayasa’nın 13. ve 20.
maddelerine aykırıdır.
b)
Uluslararası andlaşmaların iç hukuka etkisi bakımından: Anayasa’nın 90.
maddesine göre temel hak ve özgürlüklere ilişkin usulüne göre yürürlüğe konmuş
uluslararası anlaşmalar, (kanunlara nazaran hakkı koruyucu, kullanımını
genişletici hükümler barındırması kaydıyla) normlar hiyerarşisinde kanunun
üstündedir. İptali talep edilen cümle, söz konusu kişisel verilerin korunması
hakkına ilişkin Anayasa hükümleriyle benzer hükümler içeren Türkiye’nin taraf
olduğu anlaşmaları da (İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin 12., AİHS’nin 8.
maddelerini) ihlal ettiğinden Anayasa’nın 90. maddesine de aykırıdır.
Diğer bir
deyişle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) göre, kişinin özel hayatına
ilişkin verilerin yalnızca kaydedilmesi, işlenmeseler dahi, özel hayat hakkına
müdahale oluşturur (S. ve Marper/Birleşik Krallık, 4 Aralık 2008, başvuru no :
30562/04 ve 30566/04 , p.67). İptali talep edilen cümlenin ilişkin olduğu
kişisel verilere ilişkin olarak, Sözleşme’nin 8. maddesinin 2. fıkrasında yer
alan hak sınırlama ölçütleriyle uyumlu bir düzenleme yapılmamıştır. Söz konusu
düzenlemenin özel hayat hakkına getirdiği sınırlama, kanunilik ilkesinin
gerektirdiği şekilde yeterli hukuki belirlilik ve güvence içermediği gibi,
demokratik toplumda orantılı bir tedbir de değildir. Kanunilik ve elverişlilik
ölçütleriyle uyumlu olmayan düzenleme, AİHS’nin 8. maddesinin uygulanmasında
özel hayat hakkıyla toplumun bütününün çıkarları arasında adil bir denge
kurulması gerekliliğine işaret eden AİHM perspektifine aykırıdır (Birçok karar
arasında bkz. mesela: AİHM, X, Y ve Z/Birleşik Krallık, 22 Nisan 1997, başvuru
no: 21830/93, p.41). İptali talep edilen cümle, özel hayat hakkının ancak AİHS’nin
8. maddesinin 2. fıkrasındaki kanunilik ve demokratik toplumda elverişlilik
ölçütlerine uygun şekilde istisnaen sınırlanabileceği kuralını ihlal etmesi
hasebiyle uluslararası anlaşma ile uyumlu olmadığından, Anayasa’nın 90.
maddesine aykırıdır.
c) Hukuk
devleti ilkesi ve idarenin kanuniliği ilkesi bakımından: Hukuk devleti, bütün
işlem ve eylemlerinin hukuk kurallarına uygunluğunu başlıca geçerlik koşulu
sayan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurmayı amaçlayan ve bunu
geliştirerek sürdüren, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa’ya
aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, insan haklarına saygı duyarak bu hak ve
özgürlükleri koruyup güçlendiren, Anayasa’ya ve hukuk kurallarına bağlılığa
özen gösteren, yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde yasa koyucunun da
uymak zorunda olduğu temel hukuk ilkeleri ile Anayasa’nın bulunduğu bilinci
olan devlettir (Anayasa Mahkemesi’nin 02.06.2009 tarihli ve 2004/10 E.; 2009/68
K. sayılı Kararı). Hukuk devletinin ön koşullarından olan hukuki güvenlik
ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, hukuki belirlilik ilkesi de
kanun hükümlerinin şüpheye yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılabilir
olmasını ve ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu
önlem içermesini ifade etmektedir (bkz. AYM 9.2.2017, 2016/143 E.– 2017/23 K.
par. 13; RG. 12.4.2017-30036) (Anayasa Mahkemesi’nin 04.05.2017 tarihli ve
2015/41 E.; 2017/98 K. sayılı Kararı). Başka bir deyişle, hukuk devleti ilkesi
gereğince, idareye, işlem ve eylemlerde bulunurken veya görevlerini yerine
getirirken belirli oranda hareket serbestliği sağlayan takdir yetkisinin
kullanımı mutlak, sınırsız, keyfi biçimde gerçekleşemez; idarenin takdir
yetkisinin sınırları, keyfi işlem ve eylemleri önlemek amacıyla kanunla
çizilmelidir. Öte yandan; Anayasa’nın 123. maddesinde yer alan idarenin
kanuniliği ilkesinin iki boyutu bulunmaktadır. İlk boyutu, idarenin secundum
legem özelliğidir (kanuna dayanma ilkesidir). Bu ilkeye göre idarenin düzenleme
yetkisi kanundan kaynaklanır. İkinci boyutu, idarenin intra legem özelliğidir
(kanuna aykırı olmama ilkesidir). Bu ilkeye göre idarenin işlem ve eylemleri
kanunun çizdiği sınırlar içinde kalmalıdır.
Bu nedenle
giriş sınavıyla ilgili olarak kayıt sisteminin kullanılacağı hususların,
normlar hiyerarşisinin ana halkası olarak hukuk devletinin temel taşı olan
maddi anlamdaki yasallık ölçütünün gereklerinin karşılanması ve kanuna
dayanması ile kanuna aykırı olmaması için; genel çerçevesinin keyfi uygulamaya
yer vermeyecek açıklıkta kanun düzeyinde çizilmesi gerekmektedir. Ancak kanun
koyucu; bu hususların hiçbir kanuni objektif kıstas getirmeksizin yönetmelikle
belirleneceğini hüküm altına almıştır. Bu durum, Anayasa’nın 2. ve 123.
maddelerini ihlal etmektedir.
d) Yasama
yetkisinin devredilmezliği bakımından: Anayasa’nın 7. maddesinde temelini bulan
yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine göre yasama yetkisi yalnız Türkiye
Büyük Millet Meclisi’ne aittir. Bu nedenle idareye düzenleme yetkisi veren bir
yasa kuralının temel ilkeleri ortaya koyması ve çerçeveyi çizmesi gerekir.
Diğer bir deyişle idareye sınırsız ve belirsiz bir düzenleme yetkisi
bırakılamaz. Nitekim idarenin düzenleme yetkisi; sınırlı, tamamlayıcı ve
bağımlı bir yetkidir. Yasa ile yetkilendirme, Anayasa’nın öngördüğü biçimde
yasa ile düzenleme anlamını taşımamaktadır (Anayasa Mahkemesi’nin 02.05.2008
tarihli ve 2005/68 E.; 2008/102 K. sayılı Kararı). Anayasa’nın 13. maddesinin
ilk cümlesi uyarınca, “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın
yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve
ancak kanunla sınırlanabilir”. Anayasa’nın 20. maddesinin üçüncü fıkrasının son
iki cümlesine göre, “Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya
kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas
ve usuller kanunla düzenlenir”. İptali talep edilen cümle hükmünde olduğu gibi
temel ilkeleri belirlenmeksizin ve çerçevesi çizilmeksizin; idareye (Milli
Savunma Bakanlığı’na); giriş sınavıyla ilgili olarak kayıt sisteminin
kullanılacağı hususları belirleme yetkisi veren yasa hükmü, Anayasa’nın 7.
maddesine aykırılık oluşturur.
e)
Yönetmelikle düzenleme bakımından: Anayasa koyucu, idarenin düzenleyici
işlemlerinin bir türü –kural işlem- olan yönetmelikler için özel bir anayasal
hüküm öngörmüştür. Anayasa’nın 124. maddesine göre Cumhurbaşkanı, Bakanlıklar
ve kamu tüzelkişileri, kendi görev alanlarını ilgilendiren kanunların ve
Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara
aykırı olmamak şartıyla, yönetmelikler çıkarabilirler. Milli Savunma Bakanlığı’nın
iptali talep edilen cümlede yer alan hususlarda çıkaracağı yönetmeliğin, 7329
sayılı Kanun’un 14. maddesiyle 926 sayılı Kanun’a eklenen ek madde 39’un
uygulanmasını sağlaması ve ona aykırı olmaması için; yönetmelik çıkartılmasına
cevaz veren kanuni hükmün, hangi iş ve işlemlerin yasal çerçeve içinde
kalacağına yönelik temel sınırları belirlemesi gerekmektedir. Aksi bir tutum,
kanunun uygulanmasını sağlamaya ilişkin anayasal işlevinin ötesine geçerek,
şekli anlamda kanun aracılığıyla, yönetmeliğe, maddi anlamda kanun koyma
yetkisinin tanınması ve çok geniş bir düzenleme alanının idarenin (Bakanlığın)
uhdesine bırakılması anlamına gelecektir. Ancak ortada, idare (Bakanlık)
tarafından tecessüm ettirilmeye elverişli bir kanuni genel düzenleme, bir başka
deyişle maddi anlamda bir kanun yoktur. İdare (Bakanlık) tarafından takdir
yetkisinin keyfi biçimde kullanılmasına neden olabilecek iptali talep edilen cümle,
Anayasa’nın 124. maddesine de aykırıdır.
Bunun
yanında; iptali talep edilen cümlede (giriş sınavı ile ilgili olarak kayıt
sisteminin kullanılmayacağına ilişkin) kural, kanun koyucu tarafından konmuş ve
fakat (giriş sınavı ile ilgili olarak yönetmelikle ilgili olan hususlarda kayıt
sisteminin kullanılacağına ilişkin) istisnanın yönetmelik tarafından
belirleneceği hüküm altına alınmıştır. Yönetmelik ihdası bağlamında keyfi
uygulamaların önüne geçilmesi için; kanuni düzlemde net, açık, nesnel bir ölçüt
getirilmemiştir. Halbuki hukukun genel ilkelerinden biri olan “İstisnalar, dar
yorumlanır.” ilkesi gereğince istisnaların net bir (geniş şekilde
yorumlanmasına olanak vermeyecek – singularia non sunt extenda) şekilde ortaya
konması gerekmektedir.
f) Kamu görevlilerinin
özlük işlemleri bağlamında kanunilik ilkesi bakımından: Öte yandan Anayasa’nın
128. maddesinin ikinci fıkrasında memurlar ve diğer kamu görevlilerinin
niteliklerinin, atanmalarının, görev ve yetkilerinin, haklarının ve
yükümlülüklerinin, aylıklarının ve ödeneklerinin, diğer özlük işlerinin kanunla
düzenleneceği belirtilmiştir. Kanuni düzenleme ilkesi, düzenlenen alanda temel
ilkelerin kanunla konulmasını ve çerçevenin kanunla çizilmesini ifade
etmektedir. Bu ilke uyarınca kamu görevlilerinin nitelikleri ve atanmalarına
ilişkin kuralların kanunda gösterilmesi, kuralın açık, anlaşılır ve
sınırlarının belli olması gerekmektedir (Anayasa Mahkemesi’nin 24.07.2019
tarihli ve 2018/73 E.; 2019/65 K. sayılı Kararı, § 164-165).
Nitekim bu
durum, Anayasa Mahkemesi’nin 01.02.2018 tarihli ve 7070 sayılı Olağanüstü Hal
Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanunla 636 Sayılı KHK’ya
eklenen ve sözleşmeli sağlık personeli istihdamında yapılacak “sözlü sınav ve
yerleştirmeye ilişkin usul ve esasların Sağlık Bakanlığınca belirleneceğine”
ilişkin 45/A maddesinin (2) numaralı fıkrasının son cümlesiyle ilgili olarak
verdiği kararında da hüküm altına alınmıştır. Anılan kararın ilgili bölümü,
“Kamu
görevlisi statüsünde olan sözleşmeli sağlık personelinin sözlü sınavla mesleğe
alınması kanun koyucunun takdir yetkisinde olmakla birlikte bu personelin sözlü
sınavla mesleğe alınmasına ve yerleştirilmesine ilişkin temel ilkelerin Anayasa’nın
128. maddesi uyarınca kanunla düzenlenmesi ve bu bağlamda Anayasa’nın 7.
maddesi uyarınca yasama yetkisinin idareye devredilmemesi gerekir ... Kuralın
ikinci cümlesinde sözlü sınav ve yerleştirmeye ilişkin usul ve esasların
Bakanlıkça belirleneceği öngörülmüştür. Kanun’da sözlü sınavda hangi ölçütlerin
gözetileceği hususlarına yer verilmediği gibi sınavı kazanan adayların
yerleştirilmesinde uygulanacak esaslara ilişkin herhangi bir düzenleme de
yapılmamıştır. Diğer bir ifadeyle Kanun’da sözlü sınav ve sınav sonrası
yerleştirmeye ilişkin temel ilkeler belirlenmemiş ve kuralın ikinci cümlesiyle
bu hususların düzenlenmesi yönetmeliğe bırakılmıştır ... Bakanlıkta istihdam
edilecek sözleşmeli personelin sözlü sınavla mesleğe alımına ve
yerleştirilmelerine ilişkin temel ilkelerin kanunda belirlenmeksizin
yönetmelikle düzenlenmesine imkan tanınması kamu görevlilerinin statülerinin
kanunla düzenlenmesine ve yasama yetkisinin devredilmezliğine ilişkin anayasal
ilkelerle bağdaşmamaktadır.”
şeklindedir.
Anayasa Mahkemesi, iptal davasına konu düzenlemeyi, Anayasa’nın 7. ve 128.
maddelerine aykırılığı nedeniyle iptal etmiştir. (Anayasa Mahkemesi’nin
24.07.2019 tarihli ve 2018/73 E.; 2019/65 K. sayılı Kararı, § 199-201)
Kanuni
düzenleme ilkesinin kapsamına giren müfettişlik mesleğine giriş sınavıyla
ilgili olarak kayıt sisteminin kullanılacağı hususlar, yönetmelik olarak
adlandırılan idarenin düzenleyici işlemine terk edilmiştir. İptali talep edilen
cümlenin hükmünde bu hususların temel ilkeleri kanun düzeyinde
belirlenmemiştir. Bu nedenle iptali talep edilen cümle, Anayasa’nın 128.
maddesine aykırıdır.
g) Anayasa
Mahkemesi’nin kararlarının bağlayıcılığı bakımından: Bunun yanında, Anayasa
Mahkemesi kararlarında Anayasa’nın 153. maddesinde belirtilen bağlayıcılık
ilkesine aykırılıktan söz edilebilmesi için iptal edilen kuralla dava konusu
yeni düzenlemenin içerik ve kapsam bakımından aynı ya da benzeri olması
gerektiği belirtilmektedir (Anayasa Mahkemesi’nin 12.11.1991 tarihli ve 1991/7
E.: 1991/43 K. sayılı Kararı). O halde burada iptali talep edilen ibarelerin ve
cümlenin içeriğine benzer nitelikteki kanun hükümlerinin iptaline ilişkin
Anayasa Mahkemesi’nin anılan kararı, Anayasa’nın 153. maddesinin son fıkrası
gereğince kanun koyucu için bağlayıcıdır ve yapılacak yeni kanuni
düzenlemelerin Anayasa’ya uygunluğu bakımından esas alınmak gerekir. Ancak
iptali talep edilen ibareler ve cümle, anılan Anayasa Mahkemesi kararının özüne
uygun şekilde düzenlenmemiştir. Bu nedenle anılan ibareler ve cümle, Anayasa’nın
153. maddesine de aykırıdır.
h) Kamu
hizmetine alımda liyakat ilkesi ve eşitlik ilkesi bakımından: Giriş sınavının
yönetmelikle belirlenen konulardan yazılı ve/veya mülakat şeklinde yapılması
gözetildiğinde; giriş sınavıyla ilgili olarak yönetmelikte yer alan hususlar
dışında herhangi bir kayıt sisteminin kullanılmaması, Anayasa’nın 10. ve 70.
maddelerinde hüküm altına alınan eşitlik ve liyakat ilkelerini de ihlal
edecektir. Nitekim Anayasa’nın 70. maddesinde yer alan ve her Türk vatandaşına
eşit şekilde tanınan kamu hizmetine girme hakkının temelinde, kamu hizmeti icra
edecek personellerin istihdamının liyakata dayalı bir sistem içerisinde
gerçekleşmesi fikri vardır. Anayasa; ödevle nitelik arasında sıkı bir ilişki
bulunduğunu, bunun dışında hizmete alınmada hiçbir nedenin gözetilemeyeceğini,
daha açık bir anlatımla ayrımın yalnızca ödev-nitelik ilişkisi yönünden
yapılması gerektiğini buyurmaktadır. O halde ödevle, onun gerektirdiği niteliği
birbirinden ayrı düşünmeye olanak yoktur. Buna göre, o nitelikler görevlilerde
bulunmadıkça o ödev yerine getirilemeyecek ya da ödev iyi biçimde yerine
getirilmemiş olacak demektir. Kamu hizmetlerinin özellikleri olduğu ve bu
hizmetleri gören idare ajanlarının da özel statülere bağlı bulunduğu bilinen
bir gerçektir. Memurlarda yasalarca aranan nitelikler ve onlar hakkında
yasalarda öngörülen kısıtlamalar kamu hizmetinin etkin ve esenlikli bir biçimde
yürütülmesi amacına yöneliktir (Anayasa Mahkemesi’nin 09.10.1979 tarihli ve
1979/19 E.; 1979/39 K. sayılı Kararı). Öte yandan, Anayasa’nın “Genel Esaslar”
başlıklı birinci kısmında yer alan 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesi,
anayasal bir norm şeklinde düzenlenmiş olup mutlak ve nispi olmak üzere iki
anlam taşır. Anayasa’nın 10. maddesinin ilk fıkrası mutlak eşitliği başka bir
deyişle kanunların herkese eşit şekilde uygulanmasını düzenler. Nispi eşitlik
ise, aynı durumda bulunanların aynı işleme ve farklı durumlarda bulunanların,
farklı işlemlere tâbi tutulabilmesini ifade eder. Anayasa Mahkemesi, mutlak
eşitlik anlayışının yanında nispi eşitlik anlayışını da benimseyerek, “Eşitlik
ilkesi, herkesin her yönden aynı hükümlere bağlı olması gerektiği anlamına
gelmez. Bu ilke ile güdülen amaç, benzer koşullar içinde olan, özdeş nitelikte
bulunan durumların yasalarca aynı işleme uyruk tutulmasını sağlamaktır.”
şeklinde hüküm kurmuştur (Anayasa Mahkemesi’nin 13.04.1976 tarih ve 1976/3 E.;
1976/3 K. sayılı Kararı). Eşitlik ilkesinin ihlal edilip edilmediği hususunun
tespiti ise, somut olayda “haklı neden”in var olup olmadığına göre yapılır.
Kayıt
sistemi, giriş sınavını yapacak sınav kurulunun objektif ve eşit şekilde
davranma motivasyonunu arttıracak itici güçlerden biridir. Diğer bir deyişle
kayıt sistemi; müfettiş olmak için başvuru yapan aynı şartlara ve niteliklere
sahip üst subay rütbesindeki adaylar arasında (söz gelimi mülakatlar
bakımından) ayrımcılık/kayırma yapılmadan, keyfi uygulamalar olmaksızın giriş
sınavının gerçekleşmesini ve liyakatli üst subayların müfettiş olarak
atanmasını temin edecektir. Ancak kural olarak kayıt sisteminin
kullanılmamasının, istisna olarak da sadece yönetmelikte belirlenen hususlarda
kayıt sisteminin kullanılmasının öngörülmesi; üst subayların eşit koşullarda
rekabet edememesine ve daha az nitelikli, yetkin olmayan üst subayların
müfettiş kadrolarına atanması sonucunu doğuracak, kamu hizmetine alımda
keyfîliğe yol açacak ve kamu hizmetine giriş hakkının etkililiğini ortadan
kaldırarak, anılan kamu görevi bakımından bu hakkı göstermelik bir hakka
indirgeyecektir. Bu durum, Anayasa’nın 10. ve 70. maddelerine aykırıdır.
Tüm bu
nedenlerle 7329 sayılı Kanun’un 14. maddesiyle 926 sayılı Kanun’a eklenen ek madde
39’un ikinci fıkrasının dördüncü cümlesi, Anayasa’nın 2., 7., 10., 13., 20.,
70., 90., 123., 124., 128. ve 153. maddelerine aykırıdır; anılan cümlenin
iptali gerekir.
III.
YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ
24.06.2021
tarihli ve 7329 sayılı Askeri Ceza Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun ile getirilen iptali talep edilen düzenlemeler birden
fazla kanunda hukuka aykırı değişiklikler yapmaktadır. Kamu yararına aykırı
olan, telafisi mümkün olmayacak sonuçlara yol açacak bu düzenlemelerin iptal
davası sonuçlanana kadar yürürlüğünün durdurulması gerekmektedir.
Nitekim
Anayasal düzenin hukuka aykırı kural ve düzenlemelerden en kısa sürede
arındırılması, hukuk devleti sayılmanın en önemli gerekleri arasında
sayılmaktadır. Anayasa’ya aykırılıkların sürdürülmesi, özenle korunması gereken
hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyecektir. Hukukun üstünlüğünün
sağlanamadığı bir düzende, kişi hak ve özgürlükleri güvence altında
sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesi hukuk devleti yönünden giderilmesi
olanaksız durum ve zararlara yol açacaktır.
Bu zarar ve
durumların doğmasını önlemek amacıyla, Anayasa’ya açıkça aykırı olan ve iptali
istenen hükmün iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüğünün de durdurulması
istenerek Anayasa Mahkemesi’ne dava açılmıştır.
IV. SONUÇ
VE İSTEM
24.06.2021
tarihli ve 7329 sayılı Askeri Ceza Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun’un
1) 3.
maddesiyle 1632 sayılı Kanun’a eklenen ek madde 13’ün birinci fıkrası, Anayasa’nın
2., 13., 17., 19. ve 90. maddelerine,
2) 5.
maddesiyle 1632 sayılı Kanun’a eklenene Ek madde 15’in ikinci fıkrasının son
cümlesinde yer alan “ya da resen” ibaresi, Anayasa’nın 2., 10., 13., 36., 70.,
90., 123., 128. ve 129. maddelerine,
3) 14.
maddesiyle 926 sayılı Kanun’a eklenen ek madde 39’un ikinci fıkrasının ikinci
cümlesinde yer alan “ve yönetmelikte öngörülen şartları taşımak” ibaresi ve
üçüncü cümlesi ile üçüncü fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “oluşturulacak
yeterlik sınav kurulu tarafından yönetmelikle belirlenecek konulardan yazılı
ve/veya sözlü sınava” ibaresi, Anayasa’nın 2., 7., 10., 70., 123., 124., 128.
ve 153. maddelerine; ikinci fıkrasının dördüncü cümlesi, Anayasa’nın 2., 7.,
10., 13., 20., 70., 90., 123., 124., 128. ve 153. maddelerine
aykırı
olduğundan iptallerine ve uygulanmaları halinde giderilmesi güç ya da olanaksız
zarar ve durumlar olacağı için, iptal davası sonuçlanıncaya kadar
yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesine ilişkin istemimizi saygı ile
arz ederiz.”