“…
A.
CUMHURBAŞKANLIĞI KARARNAMELERİNİN
(CK) ANAYASAL ÇERÇEVESİ
21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, 16 Nisan 2017
tarihli halkoylamasıyla kabul edilmiş, böylece daha önce 1982 Anayasasının
sadece 107. maddesinde belirtilen cumhurbaşkanlığı kararnamesi, Anayasanın
farklı maddelerinde hem kapsamı genişletilerek hem de niteliği
farklılaştırılarak yeniden düzenlenmiştir. 107. maddenin önceki halinde
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğinin kuruluşu, çalışma esasları ve personel
atama işlemlerinin Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenleneceği
belirtiliyordu. Burada bir ad benzerliği dışında iki tür düzenlemenin kapsam ve
sınırları açısından oldukça farklı olduğu kabul edilmelidir.
6771 sayılı Anayasa Değişikliği Kanunu ile
getirilen yeni tip Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin temel ilke ve koşulları
Anayasa’nın 104. maddesinin 17. fıkrasında ortaya konuluştur.
“Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisine ilişkin
konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir.
Anayasanın ikinci kısmının birinci ve
ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü
bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle
düzenlenemez.
Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi
öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz.
Kanunda açıkça düzenlenen konularda
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz.
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile
kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanır.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı
konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale
gelir.”
Anayasanın 106. maddesinin 11. fıkrasına
göre de; “Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri,
teşkilat yapısı ile merkez ve taşra teşkilatlarının kurulması Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle
düzenlenir.”
Görüldüğü üzere Anayasa’da yapılan
değişikliklerle, kanun ile cumhurbaşkanlığı kararnamesi arasındaki hukuki
ilişki netleştirilmiş ve Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinin kanunlara aykırı
olamayacağı açıkça belirtilmiştir. Bu itibarla, eşit normatif seviyeye ilişkin
olan, sonraki kanunun öncekini ilga edeceğine ilişkin klasik yorum yöntemi (Lex
posterior derogat legi priori), kanunla cumhurbaşkanlığı kararnamesi ilişkisine
ancak tek taraflı olarak tahvil edilebilir : Sonraki kanun önceki
cumhurbaşkanlığı kararnamesini ilga eder; ancak kanunun düzenlediği konuda
çıkarılamayacak (sonraki) cumhurbaşkanlığı kararnamesi Anayasa’ya aykırı olur
ve önceki kanunu ilga etmez.
Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin
Anayasa’ya uygunluk denetiminde, yukarıdaki hükümler yanında, Anayasa’da yer
alan iki temel ilkenin daha göz önünde bulundurulması gerekir: yasama
yetkisinin devri yasağı ve kanuni idare ilkesi.
6771 sayılı Kanun ile Anayasa’dan
kaynaklanan doğrudan düzenleme yetkisiyle yürütme fonksiyonu daha da
güçlendirilmiştir. Bu noktada Türk anayasa hukukunda tartışılan konulardan biri
olan idarenin kanunla düzenlenmeyen bir alanda düzenleme yapıp yapamayacağı
hususu üzerinde durulmalıdır. Bu noktada yasama yetkisinin devri yasağı göz
önüne alınmalıdır. Anayasa'nın 7. maddesinde, “ Yasama yetkisi Türk Milleti
adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez. ” denilmiştir.
Buna göre, “Anayasa'da kanun ile düzenlenmesi öngörülen konularda yürütme
organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisinin verilmesi
olanaklı değildir. Ancak yasama organının temel kuralları saptadıktan sonra,
uzmanlık ve idare tekniğine ilişkin hususları yürütmeye bırakması, yasama
yetkisinin devri olarak yorumlanamayacağı gibi yürütme organının yasama organı
tarafından çerçevesi çizilmiş alanda genel nitelikte hukuksal tasarruflarda
bulunması, hukuk devletinin belirlilik ilkesine de aykırı düşmez.” (Anayasa
Mahkemesi Kararı, E.2013/114 K.2014/184, 4.12.2014)
Mahkeme bir başka kararında ise, yasama yetkisinin
devredilmezliği ilkesini şu şekilde ifade etmiştir. “Anayasa Mahkemesinin pek
çok kararında yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesinden ne anlaşılması
gerektiği hususu açıklanmıştır. Buna göre, kanunla düzenleme ilkesi, düzenlenen
konudan yalnız kavram, ad ve kurum olarak söz edilmesi değil, bunların kanun
metninde kurallaştırılmasıdır. Kurallaştırma ise düzenlenen alanda temel
ilkelerin konulmasını ve çerçevenin çizilmiş olmasını ifade eder… Anayasa’da
öngörülen ayrık durumlar dışında, kanunlarla düzenlenmemiş bir alanda, kanun
ile yürütmeye genel nitelikte kural koyma yetkisi verilemez. Yürütme organına
düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralının Anayasa’nın 7. maddesine uygun
olabilmesi için temel ilkeleri koyması, çerçeveyi çizmesi, sınırsız, belirsiz,
geniş bir alanı yürütmenin düzenlemesine bırakmaması gerekir” (Anayasa
Mahkemesi Kararı, E.2013/47 K.2013/72, 6/6/2013).
Bununla beraber Anayasa Mahkemesi’nin daha
yakın tarihli kararlarında bu içtihadı bir miktar esnettiği görülmektedir. “15…
yasama yetkisinin devredilmezliği esasen kanun koyma yetkisinin TBMM dışında
başka bir organca kullanılamaması anlamına gelmektedir. Anayasa’nın 7. maddesi
ile yasaklanan husus, kanun yapma yetkisinin devredilmesi olup bu madde,
yürütme organına hiçbir şekilde düzenleme yapma yetkisi verilemeyeceği anlamına
gelmemektedir. Kanun koyucu, yasama yetkisinin genelliği ilkesi uyarınca bir
konuyu doğrudan kanunla düzenleyebileceği gibi bu hususta düzenleme yapma
yetkisini yürütme organına da bırakabilir.
16. Yürütmenin türevselliği ilkesi
gereğince yürütme organının bir konuda düzenleme yapabilmesi için yasama
organınca yetkilendirilmesi gerekmektedir. Kural olarak, kanun koyucunun genel
ifadelerle yürütme organını yetkilendirmesi yeterli olmakla birlikte Anayasa’da
kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda genel ifadelerle yürütme organına
düzenleme yapma yetkisi verilmesi, yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine
aykırılık oluşturmaktadır. Bu nedenle Anayasa’da temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması, vergi ve benzeri mali yükümlülüklerin konması ve memurların
atanmaları, özlük hakları gibi münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen
konularda, kanunun temel esasları, ilkeleri ve çerçeveyi belirlemiş olması
gerekmektedir. Anayasa koyucunun açıkça kanunla düzenlenmesini öngördüğü
konularda, yasama organının temel kuralları saptadıktan sonra, uzmanlık ve
idare tekniğine ilişkin hususları yürütmeye bırakması, yasama yetkisinin devri
olarak yorumlanamaz.” (Anayasa Mahkemesi Kararı, E.2017/143 K.2018/40,
2/5/2018).
Neticede sadece yakın dönem AYM
kararlarını dikkate alındığında, ilkesel olarak kanun koyucunun “genel
ifadelerle yürütme organını yetkilendirmesi yeterli”dir, denilebilir. Ancak
Mahkemenin, Anayasa’da farklı kavramlarla ifade ettiği kanunla düzenleme kaydı
içeren konularda ise, “Anayasa’da kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda”, “münhasıran
kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda”, “Anayasa koyucunun açıkça kanunla
düzenlenmesini öngördüğü konularda” genel ifadelerle yetkilendirme yapılması
kabul edilemez.
Öte yandan, yasal idare ilkesi, Ülkemizde
idare hukukunun temelini oluşturur. Anayasanın 123/1. maddesinde karşılığını
bulan bu ilke uyarınca “İdare, kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla
düzenlenir.” Bu ilke, idarenin kendiliğinden bir teşkilatlanma yetkisi
olmadığını bu yetkinin yasama organında olduğunu ifade etmektedir. Anayasa
Mahkemesi’ne göre, “Bu maddede yer alan düzenleme, idarenin kanuniliği ilkesine
vücut vermektedir. İdarenin kanuniliği ilkesi, idarenin ve organlarının görev
ve yetkilerinin kanunla düzenlenmesini gerekli kılar.” (Anayasa Mahkemesi
Kararı, E.2013/114 K.2014/184, 4.12.2014). Bu ilkeyle kamusal kaynakların
toplumun hangi tür gereksinimlerinin öncelikle karşılanacağını ve bunun hangi
usuller uygulanarak sağlanacağını tespit etme yetkisini yasama organına verir.
Ayrıca, idarenin toplumsal gereksinimleri karşılarken kamu gücü ve
ayrıcalıklarını kullanması ve bunun da kişilerin temel hak ve hürriyetleri
üzerinde olumsuz etkiler de doğurabilmesi, bu yetkinin yasamaya verilmesi
sonucunu getirmiştir.
Yasal idare ilkesi, idarenin eylem ve
işlemlerinin hem kanuna dayanmasını, hem de bu eylem ve işlemlerin kanuna
aykırı olmamasını ifade eder. Asli ve ilkel bir yetki olan yasama yetkisine
dayanarak yasama organı, Anayasaya aykırı olmamak şartıyla, Anayasanın herhangi
bir şekilde düzenlemediği bir konuyu düzenleyebilir. Ancak idare, önceden yasa
ile düzenlenmeyen bir alanda faaliyette bulunamaz, ancak böyle bir konuda
yasadan aldığı bir yetkiye dayanarak bir işlem ve eylemde bulunabilir. 6771
sayılı Kanun öncesinde bunun iki istisnası olduğu kabul edilmekteydi: Biri
Cumhurbaşkanının başkanlığındaki Bakanlar Kurulunun çıkardığı sıkıyönetim ve
olağanüstü hal kanun hükmünde kararnameleri diğeri ise Cumhurbaşkanlığı Genel
Sekreterliğinin kuruluş ve çalışma esaslarını düzenleyen Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi. Yasal idare ilkesinin bir diğer sonucu da idarenin eylem ve
işlemlerinin kanuna uygun olmasıdır. Zaten Anayasa da, 8. maddede “yürütme
yetkisi ve görevi Anayasa ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine
getirilir” diyerek bu hususu belirtir (Bkz., Kemal Gözler, İdare Hukuku, Bursa,
Ekin Kitabevi Yayınları http://www.idare.gen.tr/idarehuk.htm).
6771 sayılı Kanunla getirilen
Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle, her ne kadar ciddi kısıtlılıklarla
çerçevelenmiş olsa da, yürütme organı yasaya dayanmaksızın ilk elden kural
koyma yetkisine sahip olmuştur. Başka bir ifadeyle, yasama organı yanında
yürütme organı da Anayasa’da kanun kaydı olan, kanunun açıkça düzenlediği
konuları içermemek ve kanunlara aykırı olmamak şartıyla Cumhurbaşkanlığı
kararnamesiyle ilk elden düzenleme yapabilecektir. Ancak bu durum, Fransa’da
olduğu gibi yasama ve yürütmenin özerk düzenleme alanlarına sahip olduğu, yani
her bir organın düzenleme yapacağı konuların açıkça sayıldığı, şeklinde
anlaşılmamalıdır. Çünkü cumhurbaşkanlığı kararnamesine konu olan alan, yasama
konusu olmaktan çıkmamaktadır. TBMM isterse CK ile düzenlenen bir alanda yasa
çıkarabilir, buna bir engel bulunmamaktadır. “Türkiye Büyük Millet Meclisinin
aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz
hale gelir.” (madde 104/17) hükmü, bu yargıyı doğrulamaktadır. O halde
Anayasa’da yasayla düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi çıkarılamayacak iken, ancak Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile
düzenleneceği belirtilen konularda dahi TBMM yasa çıkarabilecektir. Şu halde,
asli düzenleme yetkisi TBMM’ye ait bulunmaktadır. Başka bir anlatımla,
Anayasa’nın Cumhurbaşkanı kararnamesine konu olacak alanı doğrudan belirlemiş
olması, yasama yetkisinin kullanılmasını engellememektedir.
6771 sayılı Kanun ile Anayasa’nın 7.
maddesindeki yasama yetkisinin devri yasağı ve 123. maddedeki idarenin
kanuniliği ilkesi muhafaza edilmiş, ancak belirli idari konuların Anayasa’da
açıkça Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenleneceği öngörülmüştür. “Bakanlıkların
kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri, teşkilat yapısı ile merkez ve
taşra teşkilatlarının kurulması Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenir.”
(madde 106/son). Ayrıca 123. maddenin son fıkrasında kamu tüzel kişiliğinin
Kanunla veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle kurulacağı kuralına yer
verilmiştir. Anayasa hükümleri arasında hiyerarşi söz konusu olmadığından, bir
çelişki kabul edilmediğinden, bu iki hükmün bir arada, Anayasanın bütünlüğü ve
sistematiği içinde bağdaştırılarak yorumlanması gerekir. Gerçekte Anayasa
koyucu 123/1. maddede genel kuralı, idarenin kanuniliği ilkesini koymuş;
bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri ile kamu tüzel
kişiliği kurulması yönünden bu genel kurala bir istisna getirmiştir. Diğer bir
ifadeyle, idarenin kanuniliği ilkesi salt 106/son ve 123/son maddelerde
belirtilen hususlar açısından geçerli değildir. Böyle olmakla birlikte, “Türkiye
Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi hükümsüz hale gelir.” (madde 104/17) hükmü, bu iki Anayasa maddesi
açısından da geçerlidir. Zira bu madde, ayrıksız Cumhurbaşkanı kararnameleri
bütünü için geçerlidir.
Genel kural ve istisna kural ilişkisine
dair kamu hukukunda kabul edilen birtakım yorum ilkeleri vardır: 1. Bir istisna
kuralın varlığından söz edebilmek için, bu istisnanın ayrıca ve açıkça konulmuş
olması gerekir. 2. İstisna kural, sadece ve sadece genel kuralı koyan makam
tarafından konulabilir, başka bir makamın istisna kural getirme yetkisi yoktur.
3. Genel kuralı koyan makam açıkça yetkilendirmedikçe, bir başka makam genel
kurala istisna getiremez. 4. İstisna kural koymak, genel kuralı değiştirmek
anlamına geldiğinden istisna kural, yorum yoluyla genişletilemez; yani, yorum
yoluyla genel kural istisna getirilemez. 5. Genel kuralın geniş yorumlanması
esası benimsenmiştir. 6. İstisna kural, dar yorumlanır. Çünkü istisna kural,
genel kuralın kapsamını daralttığından genel kuralı değiştirir, oysa onu
değiştirme salt genel kuralı koyana aittir. (Bkz., Kemal Gözler, Yorum İlkeleri,
http://www.anayasa.gen.tr/yorum-ilkeleri-kitaptan.pdf).
Öte yandan kamu hukukunda mevzuatın açıkça
belirttiği bir makama ya da makamın görevlisine verdikleri yetkiler, devre konu
olamazlar. Yargı kararlarında da yetkinin, mevzuat tarafından kime verilmiş
ise, ancak onun bu yetkiyi kullanabileceği belirtilmiştir. Yetki devrinde yetki
devredilen makamın devraldığı bu yetkiyi kendinden alt bir makama devrinin
yasak olduğu hususu, idare hukukunda ve kamu yönetiminde benimsenen görüştür
(Bkz. R. Cengiz Derdiman, Yusuf Uysal Türk Kamu Yönetiminde Yetki Devri, http://dergipark.gov.tr/download/article-file/235994).
Bu anlamda Anayasanın 106. Maddenin son fıkrasında belirtilen yetkinin bizzat
Cumhurbaşkanlığı tarafından cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kullanılması
gerekir.
Anayasanın 104. maddesinin 17.
fıkrasındaki Cumhurbaşkanlığı kararnameleri, normlar hiyerarşisinde yasaya
eşdeğer işlemler değildir. Anayasanın bu tür kararnamelerin salt “yürütme
yetkisine ilişkin konular”la sınırlı olarak çıkarılacağını öngörmesi bunların
yasaya eşdeğer, yasayla aynı düzeyde kurallar olamayacağını gösterir. Çünkü
yürütme yetkisi, kanunların uygulanmasına yönelik, kanunlara uygun kullanılması
gereken bir yetkidir. Ayrıca aynı fıkrada yer alan “Anayasada münhasıran
kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
çıkarılamaz; Kanunda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
çıkarılamaz; Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler
bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanır; Türkiye Büyük Millet Meclisinin
aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz
hale gelir.” şeklindeki düzenlemeler, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin yasaya
eşdeğer olmadığının bir başka açık delilidir. Bu düzenlemelerden CK ile
düzenleneceği belirtilen konuların yasayla düzenlenmesi, Anayasa’nın yasama
organına açıkça tanıdığı bir yetkidir.
Kanunsuz emre dair Anayasanın 137.
maddesinde yapılan değişikliğe bakıldığında ise, Cumhurbaşkanlığı
kararnamesinin, Anayasanın konuya ilişkin diğer düzenlemeleri ile birlikte
değerlendirildiğinde, normlar hiyerarşisindeki yeri açıkça anlaşılır: “Kamu
hizmetlerinde herhangi bir sıfat ve suretle çalışmakta olan kimse, üstünden
aldığı emri, yönetmelik, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, kanun veya Anayasa hükümlerine
aykırı görürse, yerine getirmez ve bu aykırılığı o emri verene bildirir…”.
6771 sayılı Yasa değişikliği ile
Cumhurbaşkanına Anayasada tanınan diğer yetkiler ise şöyledir: Anayasanın 123.
maddenin son fıkrasında “Kamu tüzelkişiliği, ancak kanunla veya
Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle kurulur” denilerek, CK ile kamu tüzelkişiliği
kurulmasına da imkân tanınmıştır. Bununla birlikte, “Türkiye Büyük Millet
Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
hükümsüz kalır” (md.107/ fıkra 17 son) kuralı gereğince, yasa ile kurulmuş bir
kamu tüzelkişiliği CK ile kaldırılamaz; ancak CK ile kurulan bir kamu
tüzelkişiliği, yasal düzenlemenin konusunu oluşturabilir.
Anayasa, Devlet Denetleme Kurulunun
işleyişi, üyelerinin görev süresi ve diğer özlük işleri (m.108/4.) ile Milli
Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinin teşkilatı ve görevlerinin
Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenleneceğini hüküm altına almıştır
(m.118/7.).
124. ve 137. maddelerde yer alan tüzük
ibaresi, Anayasadan tamamen çıkarılmıştır. Böylece tüzük uygulaması yürürlükten
kaldırılmış; onun yerine çok daha geniş bir kapsama sahip olan Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi konulmuştur. Yönetmelikleri düzenleyen 124. maddede, “Cumhurbaşkanı,
bakanlıklar ve kamu tüzelkişileri, kendi görev alanlarını ilgilendiren
kanunların ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin uygulanmasını sağlamak üzere ve
bunlara aykırı olmamak şartıyla, yönetmelikler çıkarabilirler.” hükmü yer
almıştır. Ancak bu, tüzük ve cumhurbaşkanlığı kararnamesinin aynı hukuki
nitelikte olduğu şeklinde anlaşılmamalıdır.
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile
yapılabileceği yukarıda belirtilen istisnai işlemler kaynağını doğrudan
Anayasadan alan yürütme işlemi niteliğinde kabul edilmelidir.
Öte yandan Cumhurbaşkanı “üst kademe kamu
yöneticilerini atar, görevlerine son verir ve bunların atanmalarına ilişkin
usul ve esasları Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenler” (madde 104/9).
Ancak, md.104/17 gereğince, TBMM, bu konuları yasa ile düzenleyebilir.
1. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılmasının sınırları
Anayasanın 104/17. maddesiyle getirilen CK
ile yürütmeye tanınan düzenleme alanı oldukça dar ve sınırlıdır. Bu sınırları
şu şekilde açıklamak mümkündür.
1) İlk olarak Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi, “yürütme yetkisine ilişkin konularda” çıkarılabilecektir. Maddenin
gerekçesinde ise, cumhurbaşkanına “genel siyasetin yürütülmesinde yürütme
yetkisi ile ilgili ihtiyaç duyduğu konularda kararname çıkarabilme” yetkisi
verildiği ifade edilmektedir. Bu nedenle CK’leri ancak yürütme yetkisinin
gerektirdiği hususlarda ihtiyaç duyulduğunda çıkarılabilecek, yasama ve yargı
yetkilerinden herhangi birinin alanına giren bir konuda ise CK çıkarılması
mümkün olmayacaktır.
2) ikinci olarak CK’leri “Anayasanın
ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi
hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler”le
ilgili konularda düzenleme yapamaz. Bu yasakla, kişilerin temel haklarını
ilgilendiren hususlarda yasa olmaksızın CK’lerin devreye girmesi engellenmek
istenmiştir.
Ancak bu noktada çözümlenmesi gereken
soru, sosyal ve ekonomik haklar ve ödevlerin tamamının CK ile düzenlenip
düzenlenemeyeceğidir. Sadece yukarıdaki ifadeden yola çıkarak yapılan bir
değerlendirme bu soruya olumlu cevap vermeyi gerektirir. Ancak bu cümlenin aynı
fıkradaki diğer hükümler ve anayasanın konuya ilişkin diğer ilke ve kuralları
dikkate alınarak, Anayasanın bütünlüğü içinde tartışılması ve anlaşılması
gerekir.
Öncelikle aşağıda ayrıntılarıyla
belirtildiği üzere, “Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen
konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz.” Dolayısıyla ilgili maddede
yasayla düzenlenmesi kaydı bulunan sosyal ve ekonomik hak ve ödevler
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenemeyecektir. Örneğin Anayasa’nın 42/2.
maddesinde “Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir.”, 51.
maddesinde “Sendika kurma hakkı … kanunla sınırlanabilir. Sendika kurma
hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.”,
63. maddesinde Tarih, kültür ve tabiat varlıklarından “özel mülkiyet konusu
olanlara getirilecek sınırlamalar ve bu nedenle hak sahiplerine yapılacak
yardımlar ve tanınacak muafiyetler kanunla düzenlenir.” denilmektedir.
Dolayısıyla belirtilen konuların CK ile düzenlenmesi mümkün değildir. Eğer
böyle bir düzenleme yapılırsa bu, hem Anayasanın 104/17. maddesine hem de o hak
ve ödev için kanun kaydı koyan hükme aykırılık oluşturur. Ancak yasa kaydı
içermeyen sosyal ve ekonomik haklar, Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin konusu
olabilecektir. Örneğin konut hakkını düzenleyen Anayasanın 57. maddesi
böyledir. Bu durumda, dikkat edilmesi gereken husus, söz konusu hakların sadece
düzenleme konusu olabileceği, ancak bunun sınırlama yetkisini içermediğidir.
Bu nedenle, 104/17. maddenin ikinci
cümlesi, sosyal ve ekonomik haklar alanının CK ile düzenlenmesini kabul
ederken, bu düzenlemenin sınırlarını da belirtir: ilki, fıkranın ilk
cümlesindeki CK’nin sadece yürütme yetkisine ilişkin konularda çıkarılabilmesi,
diğeri ise üçüncü cümlesindeki münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen
konularda çıkarılamamasıdır. Öte yandan, Anayasanın 13. maddesindeki temel hak
ve hürriyetlerin ancak kanunla sınırlanabileceği kuralı dikkate alındığında,
CK’ye konu olabilecek sosyal ve ekonomik hak ve ödevlerle ilgili
cumhurbaşkanının sınırlama değil sadece bir düzenleme yetkisinden
bahsedilebilir. Yani düzenleme ve sınırlama ayrımı dikkate alındığında, CK ile
sosyal ve ekonomik haklar ve ödevlerin gerçekleşmesi için birtakım pozitif
tedbirleri içeren düzenlemeler yapabileceği, fakat kişilerin bundan
yararlanmasına sınırlama getirilemeyeceği belirtilmelidir. Zira anayasal
çerçevede, bir hakkın kısıtlanması ancak ve ancak kanun ile yapılabilir.
3) Üçüncü sınır, “Anayasada münhasıran
kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
çıkarılamaz.” hükmüdür. AYM tarafından yasama yetkisinin devir yasağı
çerçevesinde yürütmenin düzenleme yetkisi izah edilirken kullanılan “münhasıran”
kanunla düzenlenmesi gereken konular ibaresi, Anayasa kuralı haline
getirilmiştir (Bkz., Anayasa Mahkemesi Kararı E.2017/143 K.2018/40, 2/5/2018).
AYM’ye göre “Kural olarak, kanun koyucunun genel ifadelerle yürütme organını
yetkilendirmesi yeterli olmakla birlikte Anayasa’da kanunla düzenlenmesi
öngörülen konularda genel ifadelerle yürütme organına düzenleme yapma yetkisi
verilmesi, yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine aykırılık
oluşturmaktadır. Bu nedenle Anayasa’da temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması, vergi ve benzeri mali yükümlülüklerin konması ve memurların
atanmaları, özlük hakları gibi münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen
konularda, kanunun temel esasları, ilkeleri ve çerçeveyi belirlemiş olması
gerekmektedir. Anayasa koyucunun açıkça kanunla düzenlenmesini öngördüğü
konularda, yasama organının temel kuralları saptadıktan sonra, uzmanlık ve
idare tekniğine ilişkin hususları yürütmeye bırakması, yasama yetkisinin devri
olarak yorumlanamaz.”.
Bu nedenle, Anayasa’nın münhasıran kanunla
düzenlenmesini gerektirdiği konularda yürütmeye düzenleme yetkisi verilirken,
yasanın “temel esasları, ilkeleri ve çerçeveyi belirlemiş olması gerekmektedir”.
AYM ayrıca, Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi gereken birtakım konuları
örnek olarak sıralamıştır: “Anayasa’da temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması, vergi ve benzeri mali yükümlülüklerin konması ve memurların
atanmaları, özlük hakları gibi”.
AYM’nin, münhasıran kavramını açıklarken
verdiği örnekler ve açıklamalardan bir konunun münhasıran yasa alanında olması
için Anayasanın özellikle ve ısrarla o konunun yasayla düzenlemesini istemesi,
yasayla düzenlemeye çok özel vurgu yapması gerekmemektedir. Bu çerçevede temel
hak ve hürriyetlerin sınırlanmasına dair 13. maddede, sınırlamanın “ancak”
kanunla yapılabileceği şartı vardır: “Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir”. Oysa vergilerle alakalı 73.
maddede (Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur,
değiştirilir veya kaldırılır.) ve kamu hizmeti görevlileriyle alakalı genel
ilkeleri koyan 128. maddede (Memurların ve diğer kamu görevlilerinin
nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık
ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir.) yasayla düzenleme
öngörülmüş, hiçbir özel vurgu yapılmamıştır.
Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi
öngörülen konular kavramı, bu nedenle yasa kaydı olarak anlaşılmak ve
uygulanmak durumundadır. Anayasanın 126. maddesindeki birden çok ili içine alan
merkezi idare teşkilatının (bölge teşkilatının) “görev ve yetkileri kanunla
düzenlenir”, 127. maddesindeki “Mahalli idarelerin kuruluş ve görevleri ile
yetkileri, yerinden yönetim ilkesine uygun olarak kanunla düzenlenir.”, 128.
maddesindeki “Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları,
görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer
özlük işleri kanunla düzenlenir” ve “üst kademe yöneticilerinin yetiştirilme
usul ve esasları, kanunla özel olarak düzenlenir.” hükümleri buna örnek
oluşturur. Özellikle bu son husus, CK ile yasanın konu itibarıyla iç içe geçme
riskini içerir, karmaşaya yol açma ihtimalini barındırır. Çünkü Anayasanın
104/9. maddesi cumhurbaşkanı CK ile “üst kademe kamu yöneticilerini atar,
görevlerine son verir ve bunların atanmalarına ilişkin usul ve esasları …
düzenler” hükmünü içerirken, üst kademe yöneticilerinin yetiştirilme usul ve
esasları 128. maddeye göre yasa ile özel olarak düzenlenmek zorundadır.
Dolayısıyla 104/17. maddede geçen “münhasıran
kanunla düzenlenmesi öngörülen konular” ibaresinin Anayasada “kanunla
düzenlenir veya kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır” vb. ifadelerin
bulunduğu maddelere bakarak belirlenmesi gerekir. O halde Anayasanın bir
maddesinde bir konunun yasayla düzenlenmesi öngörülmüşse, o konunun
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenmesi Anayasa’nın 7. ve 104/17.
maddelerine aykırılık oluşturacaktır.
4) Bir diğer sınır ise, “Kanunda açıkça
düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz” kuralıdır. Bir
konu yasa ile açıkça düzenlenmişse Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz.
Elbette CK’lerin çıkarılması için KHK’lerde olduğu gibi yasa ile yetkilendirme
gerekmez. Ancak KHK’ler yasaları değiştirebilirken, CK’ler yasaların açıkça
düzenlediği hususlarda bir düzenleme yapamamakta, “Cumhurbaşkanlığı kararnamesi
ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanmakta,
“Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda,
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelmektedir. Bu hükümler açıkça
Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin yasa gücünde olmadığını, Cumhurbaşkanlığı
kararnamesiyle yasaların değiştirilemeyeceğini gösterir.
Bu açıklamalar ışığında Anayasa’nın
Cumhurbaşkanı kararnamesiyle doğrudan düzenleme yetkisi verdiği konularda dahi
CK ile kanunlarda değişiklik yapılması mümkün değildir. Örneğin Anayasanın
106/son maddesine göre, “Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri ve
yetkileri, teşkilat yapısı ile merkez ve taşra teşkilatlarının kurulması
Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenir.” Ancak bu, bakanlıkların
kurulmasına ilişkin olarak mevcut yasalarda CK ile değişiklik yapılabileceği
anlamına gelmemektedir. Sonuç olarak Anayasanın 104. maddesinin on yedinci
fıkrasının mevcut hükümleri karşısında hangi konuda olursa olsun CK ile bir
yasayı değiştirmek veya yürürlükten kaldırmak mümkün değildir.
Nitekim 1 No.lu Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesi çıkarılmadan önce 2/7/2018 tarihli ve 703 sayılı Anayasada Yapılan
Değişikliklere Uyum Sağlanması Amacıyla Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile
bakanlıkları düzenleyen birçok yasa ve yasa gücünde kararname yürürlükten
kaldırılmıştır.
2. CK’lerle ilgili Olarak Anayasa
Mahkemesi Denetiminin Kapsamı
Anayasa Mahkemesinin denetim kapsamına
giren işlemlerden biri de cumhurbaşkanlığı kararnamesidir. Anayasanın 148.,
150., 151., 152. ve 153. maddelerinde daha önce mevcut olan kanun hükmünde
kararname yerine Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ibaresi konulmuştur.
Anayasanın 148. maddesi bu konuda gayet
açıktır: “Anayasa Mahkemesi, kanunların, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin ve
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından
uygunluğunu denetler ve bireysel başvuruları karara bağlar. … Ancak, olağanüstü
hallerde ve savaş hallerinde çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin şekil
ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla, Anayasa Mahkemesinde dava
açılamaz.”
Bu maddede yapılan değişiklikle Anayasanın
2017 öncesi halinde 91. maddede düzenlenen ve 6771 sayılı Kanun ile kaldırılan
kanun hükmünde kararname ifadesi yerine Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ibaresi
konulmuştur. Ayrıca olağanüstü KHK’lerde olduğu gibi olağanüstü hallerde ve
savaş hallerinde çıkarılan CK’lerin de anayasallık denetiminin yapılamayacağı
ifade edilmiştir (md. 148/1).
150. maddede ise Cumhurbaşkanlığı
kararnamelerinin iptali için dava açma hakkının kimlere tanındığı belirtilir:
Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin, “Anayasaya aykırılığı iddiasıyla Anayasa
Mahkemesinde doğrudan doğruya iptal davası açabilme hakkı, Cumhurbaşkanına,
Türkiye Büyük Millet Meclisinde en fazla üyeye sahip iki siyasi parti grubuna
ve üye tamsayısının en az beşte biri tutarındaki üyelere aittir.” Anayasa,
ayrıca, itiraz dava yolunda, yani Anayasaya aykırılığın diğer mahkemelerde
ileri sürülmesinde, “Bir davaya bakmakta olan mahkeme, uygulanacak bir
Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin hükümlerini Anayasaya aykırı görürse veya
taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına
varırsa, Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar davayı geri
bırakır.” demektedir (madde 152). Cumhurbaşkanlığı kararnameleri bir davaya
uygulanacak kural olduğunda söz konusu CK hükmü somut norm denetimi yoluyla AYM
önüne götürülebilecektir.
153. maddede ise, Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi hakkında verilen iptal kararının, kararın Resmî Gazetede
yayımlanması ile hukuki sonucunu doğuracağı ifade edilmiş, AYM’ye iptal
hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilme imkânı da
tanınmıştır.
Anayasa Mahkemesi bu denetimi nasıl ve
hangi çerçevede yapmalıdır? Yargısal denetimde AYM öncelikle bir CK’nın
Anayasada CK ile düzenlenmesi öngörülen hususlarda düzenleme içerip içermediği
yani yetki yönünden denetleyecektir. Dolayısıyla CK yetki kapsamı dışında bir
konuyu düzenlemişse doğrudan yetkisizlik dolayısıyla iptal edilmelidir. CK’nın
yetki kapsamı içinde olduğu sonucuna varırsa AYM bu kez düzenlemenin esas
bakımından Anayasa’nın ilgili maddelerine uygunluğunu inceleyecektir. Her ne
kadar Anayasanın 148. maddesinde CK’lerin şekil ve esas bakımlarından Anayasaya
uygunluk denetiminden söz edilmişse de, bu denetim 104. maddenin 17. fıkrasındaki
koşulların bir bütün olarak AYM tarafından denetlenmesini gerektirir. Çünkü
Anayasa’da, Cumhurbaşkanına ancak fıkrada belirtilen sınırlar içinde CK çıkarma
yetkisi verilmiştir. Bu sınırların aşılması, CK’yi Anayasa’ya aykırı hale
getirir. Böylece, CK’nın örneğin kanunun açıkça düzenlediği bir hususu içermesi
onun Anayasa’ya aykırı olması sonucunu doğurur.
Bu açıdan CK’lerin denetimi yasaların
denetiminden farklıdır. Yasaların esas denetiminde sadece yasanın maddi
bakımdan anayasaya uygunluğu inceleme konusu olurken, CK’lerin önce yetki
yönünden incelenerek, Anayasanın 104/17. maddedeki sınırlara uyulup uyulmadığı
denetlemelidir. Bu çerçevede CK’nın bir temel hakkı düzenleyip düzenlemediği,
Anayasada yasa kaydı olan ya da bir kanun tarafından düzenlenmiş bulunan bir
konuda düzenlemeye yer verilip verilmediği öncelikle ele alınmalıdır.
Ayrıca sosyal ve ekonomik haklar konusunda
CK’lerin hak üzerindeki somut etkisi incelemede dikkate alınmalıdır. Bu yönden
bir CK hak ve hürriyetleri sınırlayıcı nitelikte ise, konu yasama yetkisinin
alanına kayacak ve CK Anayasaya aykırı hale gelebilecektir. Bu nedenle sosyal
ve ekonomik haklara ilişkin olarak CK’lerde yer alan her bir hükmün somut
etkileri dikkate alınarak bir değerlendirme yapılmalıdır. Bu bağlamda, örneğin
CK’de öngörülen sosyal ve ekonomik haklarla ilgili düzenleyici kuralların,
sosyal ve/veya ekonomik haklar bakımından pozitif ayrımcılık yapılmasının
gerekli olduğu bir alanda bunu yapmamaktan ya da tetikleyebileceği dolaylı
ayrımcı sonuçlardan da sorumlu olacağını vurgulamak gerekir. Bu çerçevede hangi
kuralın hak ve hürriyetleri kısıtlayıcı, hangi kuralın sadece düzenleyici
nitelikte olduğunun tespiti oldukça zor olacaktır.
Anayasa Mahkemesi’nin cumhurbaşkanlığı
kararnamelerini yetki açısından denetlemesinin, sıradan bir Anayasa’ya uygunluk
denetimi sorunu oluşturmadığı vurgulanmalıdır. Anayasa, Başlangıç bölümünde,
açık şekilde erkler ayrılığı ilkesine yollama yapılmakla yetinilmeksizin aynı
zamanda tanımı yapılmaktadır. Madde 2’nin öngördüğü hukuk devletinin gerekleri,
normlar hiyerarşisi çerçevesinde kuralı koyan organ ile onu uygulayan organın
birbirinden ayrılmasını, denetim organının ise bağımsız olmasını ifade eder.
Normların aşamalı sırası ise, üst normun alt normun varlık nedeni olduğu, üst
norma uygunluk ise, alt normun geçerlilik koşulu olduğu anlamına gelir.
Anayasa’nın 7., 8. ve 9. maddeleri; yasama, yürütme ve yargı yetkilerini ayrı
ayrı düzenlemektedir. Anayasa’nın 11. maddesine göre; Anayasa hükümleri,
yasama, yürütme ve yargı organlarını bağlamaktadır. İşte 2017 Anayasa
değişikliğiyle ortaya çıkan yeni anayasal düzende, erkler ayrılığı ilkesinin
bir uygulama usulü olan cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılma yetkisinin
sınırlarına değgin anayasal düzenlemelere ilişkin olarak AYM tarafından
gerçekleştirilecek Anayasa’ya uygunluk denetimi, temel ve yaşamsal bir önem
kazanmaktadır. Öyle ki, AYM tarafından cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin yetki
alanlarında çıkarılıp çıkarılmadığına ilişkin olarak yapılacak her denetim; bir
anlamda, aynı anda Anayasa’nın 2., 6., 7., 8., 11. ve 104. maddelerinin ihlal
edilip edilmediğine ilişin bir ortak bir denetim anlamına da gelecektir.
Özellikle vurgulanmalıdır ki; Anayasa madde 6/3’e göre, “Hiçbir kimse veya
organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz”. Bu itibarla,
erkler ayrılığı ilkesine uyulup uyulmadığına ilişkin bir denetim olan
cumhurbaşkanlığı karanamelerinin yetki alanlarında kalıp kalmadıklarına ilişkin
denetim; son tahlilde, egemenliğin Anayasa’ya uygun şekilde kullanılıp
kullanılmadığını ve anayasal yetkilerin “Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun”
olarak kullanılıp kullanılmadığını denetlemek anlamına gelmektedir.
Hal böyleyken, AYM’nin, bu başvurunun
yapıldığı tarihe kadar halen hiçbir cumhurbaşkanlığı kararnamesine ilişkin
Anayasa’ya aykırılık iddiasına ilişkin olarak karar vermemiş olması kabul
edilebilir bir durum olmadığı gibi kendi varlık nedenini de sorgulatır
niteliktedir. 1 numaralı cumhurbaşkanlığı kararnamesinin 9 Temmuz 2018’de Resmî
Gazete ‘de yayınlanmasından bu başvurunun yapıldığı tarihe kadar, CHP TBMM
grubu, otuz dokuz cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle ilgili olarak soyut norm
denetimi için AYM’ye başvurmuştur. Açılan iptal davalarında, sistematik
şekilde, iptali istenen cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin anayasal çerçeve ile
belirlenmiş kayıtlar içinde yer almadığı somut öğeleri ile ortaya koyulmuş ve
bu arada iptal davası konusu maddelerin yürürlüklerinin durdurulması kararı
verilmesi de ayrıca talep edilmiştir. Buna karşın, AYM, ilk cumhurbaşkanlığı
kararnamesinden bu yana tam on dokuz ay geçmiş olmasına karşın,
cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin yetki alanı konusuyla ilgili olarak ne esasa
dair ne de yürürlüğün durdurulması istemleriyle ilgili bir karar vermiştir.
AYM’nin bu anlaşılamaz atıllığı sonucunda, Anayasa’ya aykırı olan birçok
cumhurbaşkanlığı kararnamesi düzenlemesi bugün yürürlükte bulunduğu gibi, bu
Anayasa’ya aykırı kararnamelerin sayısı da günbegün artmaktadır. AYM’nin
öncelikli mesele olarak ivedi şekilde geçen yıl çoktan çözmüş olması gereken bu
yetki meselesinin karara bağlanmadığı her yeni gün, Türkiye’de anayasasızlaşma
ivme kazanarak derinleşmekte, hukuk devleti ve demokrasi onulmaz yaralar almaya
devam ettiğinden, bir anayasal düzenin yürürlükte olduğundan söz etmek
güçleşmektedir. Bu nedenle, AYM’nin, anayasal ve siyasal tahribatın daha da
fazla büyümesin engel olacak şekilde, 55 numaralı cumhurbaşkanlığı kararnamesi
de dahil olmak üzere- bugüne kadar iptal davası konusu olan tüm
cumhurbaşkanlığı kararnameleri düzenlemeleriyle ilgili olarak ivedi şekilde
gerekli (yürürlük durdurma ve) iptal kararlarını vermesi gerekmektedir.
Bu itibarla, 2017 Anayasa değişikliğiyle
ortaya çıkan yeni anayasal düzende, her ne kadar cumhurbaşkanlığı kararnamesi
adı altında yürütmeye düzenleme yetkisi tanınmış olsa da, bu yetkinin, gerek
çerçevesinin belirlendiği madde 104/17 sınırları içerisinde gerekse Anayasa’nın
değinilen Başlangıç ve genel esasları kapsamında kullanılıp kullanılmadığı
konusunda AYM tarafından gerçekleştirilecek Anayasa’ya uygunluk denetimi, temel
bir önem kazanmaktadır. Öyle ki, AYM tarafından cumhurbaşkanlığı
kararnamelerinin yetki alanlarında çıkarılıp çıkarılmadığına ilişkin olarak
yapılacak her denetim; aynı anda Anayasa’nın 2., 6., 7., 8., 11. ve 104.
maddelerinin ihlal edilip edilmediğine ilişin bir ortak bir denetim anlamına da
gelecektir. Özellikle vurgulanmalıdır ki; Anayasa madde 6/3’e göre, “Hiçbir
kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz”.
Bu itibarla, erkler ayrılığı ilkesine uyulup uyulmadığına ilişkin bir denetim
olan cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin yetki alanlarında kalıp kalmadıklarına
ilişkin denetim; son tahlilde, egemenliğin Anayasa’ya uygun şekilde kullanılıp
kullanılmadığını ve yürütme yetki ve görevinin anayasal şekilde icra edilip
edilmediğini denetlemek anlamına gelmektedir. Kısaca, AYM’nin Cumhurbaşkanlığı
kararnamelerini denetimi vesilesiyle Anayasa ekseninde yapacağı gözlemler,
belirleyeceği ilkeler ve sistemleştireceği ölçütler, Türkiye Cumhuriyeti’nin
anayasal bir devlet olup olmayacağı konusunda belirleyici olacaktır. Anayasa
yargısının hukuk sistemindeki bu temel konumunu Anayasa açıkça duyurmaktadır: “Anayasa
Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı
organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar” (Anayasa, m.153/son).
Hal böyleyken, AYM’nin, bu dilekçenin
verildiği tarihe kadar halen hiçbir cumhurbaşkanlığı kararnamesinin Anayasa’ya
aykırılık iddiasına ilişkin olarak karar vermemiş olması, anlaşılır olmadığı
gibi kabul edilebilir bir durum da değildir. 1 numaralı cumhurbaşkanlığı
kararnamesinin 9 Temmuz 2018’de Resmi Gazete’de yayınlanmasından bu dilekçenin
verilmesi tarihine kadar, CHP, bu başvuruyla birlikte 40 cumhurbaşkanlığı
kararnamesiyle ilgili olarak soyut norm denetimi için AYM’ye başvurmuştur. Açılan
iptal davalarında, sistematik şekilde, iptali istenen cumhurbaşkanlığı
kararnamelerinin anayasal sınırlara uymadıkları, sadece genel esaslardan
hareketle değil, ilgili maddeler açısından da somut olarak ortaya koyulmuş ve
bu arada iptal davası konusu maddelerin yürürlüklerinin durdurulması kararı
verilmesi de ayrıca talep edilmiştir. Buna karşın, AYM, ilk cumhurbaşkanlığı
kararnamesinden bu yana on dokuz ayı aşkın bir süre geçmiş olmasına karşın,
cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin yetki alanı konusuyla ilgili olarak ne esasa
dair ne de yürürlüğün durdurulması talepleriyle ilgili bir karar vermiştir.
Oysa AYM’nin; cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin düzenleme alanlarına ilişkin
anayasal sınırları vurgulama vecibesini içeren bu ivedi karar yükümlülüğü
öylesine keskindir ki; söz konusu olan, ülkenin hukuk sistemine dahil olan yeni
bir düzenleyici kural koyma kategorisinin anayasal normlar hiyerarşisindeki
yerine ilişkin belirliliğin sağlanması ve son tahlilde Devlet örgütünde
anayasal erkler ayrılığı ilkesine saygının temin edilmesidir. AYM’nin, bir
hukuk devleti tarihinde ender olarak görülecek bu tür bir geçiş devresinde
elzem olan ivedilik zaruretiyle taban tabana zıt bu anlaşılmaz atıllığı
sonucunda, Anayasa’ya aykırı olan birçok cumhurbaşkanlığı kararnamesi düzenlemesi
bugün yürürlükte bulunduğu gibi, Anayasa’ya aykırı kararnamelerin sayısı da
günbegün artmaktadır. AYM’nin öncelikli mesele olarak ivedi şekilde henüz 2018
yılında çözmüş olması gereken bu yetki meselesinin karara bağlanmadığı her yeni
gün, Türkiye, daha da fazla anayasasızlaşmakta, hukuk devleti ve demokrasi
onulmaz yaralar almaya devam etmektedir. AYM’nin, anayasal ve siyasal
tahribatın daha da fazla büyümesine engel olacak şekilde, -55 numaralı
cumhurbaşkanlığı kararnamesi de dahil olmak üzere- bugüne kadar iptal davası
konusu olan tüm cumhurbaşkanlığı kararnameleri düzenlemeleriyle ilgili olarak
ivedi şekilde gerekli (yürürlük durdurma ve) iptal kararlarını vermesi
gerekmektedir.
Yeniden dikkat çekilmesi gereken bir husus
da gerekçe sorunudur: hukuk devletinde her türlü resmi işlemin gerekçeli
olması, hukukun genel ilkesidir. Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin gerekçesiz
olması ise, hukuk devletine açıkça aykırılık oluşturduğu gibi, anlaşılır ve
öngörülebilir olmalarını da zorlaştırmaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin
cumhurbaşkanlığı kararnamelerine ilişkin soyut norm denetimiyle ilgili ivedilik
ve denetim yoğunluğu ödevi, söz konusu normların gerekçesiz olması ölçüsünde
yüksektir.
B. 55 SAYILI CUMHURBAŞKANLIĞI
KARARNAMESİ’NİN BAZI HÜKÜMLERİNİN ANAYASA AYKIRILIĞI
55 sayılı Bakanlıklara Bağlı, İlgili,
İlişkili Kurum ve Kuruluşlar ile Diğer Kurum ve Kuruluşların Teşkilatı Hakkında
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesinin 2. Maddesiyle 4 sayılı CK’nın 235. Maddesinin Birinci Fıkrasına
eklenen Cümlenin Anayasa’ya Aykırılığı
55 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin
2. maddesi ile 4 sayılı Bakanlıklara Bağlı, İlgili, İlişkili Kurum ve
Kuruluşlar ile Diğer Kurum ve Kuruluşların Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesinin 235. maddesinin birinci fıkrasına bir cümle eklenerek Küçük ve
Orta Ölçekli İşletmeleri Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı (KOSGEB)
bünyesinde istihdam edilen sözleşmeli personelin sosyal güvenlik sistemindeki
statüsünün 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun
4. Maddesinin c bendi kapsamında belirlenmesi düzenlemektedir.
55 sayılı CK’nın 2. maddesi ile
değiştirilen 4 sayılı CK’nın 235. maddesinin birinci fıkrasına eklenen cümle,
aşağıda detaylı olarak ele alındığı şekilde Anayasa’nın birden fazla maddesine
aykırıdır.
55 sayılı CK’nın 2. maddesi ile
değiştirilen 4 sayılı CK’nın 235. maddesinin birinci fıkrasına eklenen cümle
ile KOSGEB bünyesinde istihdam edilen sözleşmeli personelin sosyal güvenlik
sistemindeki statüsünün 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası
Kanunu’nun 4. Maddesinin c bendi kapsamında belirlenmesi düzenlenmektedir.
KOSGEB bünyesinde çalışan sözleşmeli
personelin atanma şartları ve sosyal güvenlik açısından statüsünü düzenleyen bu
yeni cümle esas itibariyle memurlar dışındaki diğer kamu görevlilerinin sosyal
güvenlik sistemi açısından tabi olacakları statüyü belirlemektedir.
Anayasanın 128. maddesinde “Memurların ve
diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları
ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla
düzenlenir. Ancak, malî ve sosyal haklara ilişkin toplu sözleşme hükümleri
saklıdır” hükmünü öngörmektedir.
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 4.
maddesi Anayasa’nın 128. maddesinde zikredilen memurlar ve diğer kamu
görevlilerinin kimler olduğunu tanımlamış ve devletin asli işlerinin maddenin
(A) bendinde tanımlanan devlet memurları eliyle görüleceğini belirtmiştir.
Kanunun 4. maddesinin (B) bendi ile de memurlar haricinde uzmanlık gerektiren
bazı işlerde memurlar dışında belirli süreli olarak bir hizmet akdine dayalı
olarak çalıştırılabilecek diğer kamu görevlilerinin nitelikleri ve statüsü
tanımlanmıştır. Bunların dışında 4. maddenin (D) fıkrası ile de kamuda iş
sözleşmesi ile çalıştırılacak işçilerin statüsü tanımlanmıştır. Maddenin (C)
fıkrası ise geçici personel tanımlaması yapılmış ve yukarıda belirtilen (A),
(B) ve (D) fıkralarının haricinde farklı sözleşme türleri ile çalıştırılabilecek
personelin statüsü tanımlanmıştır. Ancak, söz konusu (C) fıkrası 20/11/2017
tarih ve 696 sayılı KHK’nın 17. maddesi ile yürürlükten kaldırılmış ve TBMM
tarafından kabul edilen 1/2/ 2018 tarih ve 7079 sayılı Kanunun 17. maddesi ile
de söz konusu yürürlükten kaldırma kararı kanunlaşmıştır. Dolayısıyla, genel
anlamdaki yasa olan 657 sayılı Yasa ile kamuda çalıştırılacak personelin
statüleri ve hizmet akdi türleri de tanımlanmıştır.
Genel personel Kanunu dışında özel bir
kanun olan 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ise, kamu kurum ve
kuruluşlarında çalıştırılacak personellere ilişkin özel düzenlemelere yer
vermiştir. Yukarıda belirtilen statüler haricinde idari hizmet sözleşmesi veya
başka akit türleriyle çalıştırılabilecek personellerin tanımlandığı bu kanun
hükmünde kararnameye 703 sayılı KHK’nın 178. maddesi ile bir dizi ek madde
eklenmiştir. İptal davasına konu olan düzenlemenin kapsamında olan personeli
ilgilendiren madde de bu kapsamda 375 sayılı KHK’ya eklenmiş olan ek 27.
maddedir.
375 sayılı kanun hükmünde kararnamede “Sözleşmeli
personel istihdamı” başlıklı ek 27. Maddesinde:
“14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet
Memurları Kanunu’nun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (A) bendi kapsamında
personel istihdam edilmeyen kamu kurum ve kuruluşlarından teşkilatlanmasına
ilişkin Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinde öngörülenlere ait hizmetler 657
sayılı Kanun ve diğer kanunların sözleşmeli personel çalıştırılması hakkındaki
hükümlere bağlı olmaksızın idari hizmet sözleşmesiyle istihdam edilen personel
eliyle yürütülür.
Bunlara, mali ve sosyal hak ve yardımlar
kapsamında yapılan bütün ayni ve nakdî ödemelerin bir aylık toplam net tutarı;
27/6/1989 tarihli ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin ek 11 inci maddesi
uyarınca belirlenen emsali personele mali ve sosyal hak ve yardımlar kapsamında
yapılması öngörülen ödemelerin bir aylık toplam net tutarını geçememek üzere
Cumhurbaşkanı veya yetkilendireceği makamca belirlenir.
Bu madde kapsamında sözleşmeli olarak
istihdam edilen personel, 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve
Genel Sağlık Sigortası Kanununun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi
kapsamında sigortalı sayılır. Ancak teşkilatlanmalara ilişkin Cumhurbaşkanlığı
kararnamelerinde öngörülmesi halinde personel 5510 sayılı Kanunun 4. maddesinin
birinci fıkrasının (c) bendi ile ilgilendirilir ve bu şekilde ilgilendirilenler
emeklilik hakları bakımından da emsali olarak belirlenen personel ile denk
kabul edilir.
Bu kapsamda istihdam edilecek personelde
kurumsal hizmetlerin gerektirmesi halinde aranacak öğrenim ve yabancı dil
bilgisi şartı ile diğer şartlar, bunların işe alınmaları, sınav ve istisnaları,
sözleşme süre, usul ve esasları, görev, yetki ve yükümlülükleri,
sözleşmelerinin feshi ile istihdamlarına dair diğer hususlar Devlet Personel
Başkanlığının görüşü alınarak kurumlarca çıkarılacak yönetmelikle belirlenir.”
denilmiştir.
Öncelikle usul açısından 703 sayılı
Anayasada Yapılan Değişikliklere Uyum Sağlanması Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun
Hükümlerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 178.
maddesinin iptali ve yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesi 6/9/2018
tarihli ve Mahkemenizin 8965 sırasına kaydedilen dilekçemiz ile talep
edilmiştir.
Dilekçede söz konusu maddenin Yetki
Kanunu’nun amaç ve kapsamı içinde olmadığı gibi Anayasanın 128. maddesine göre
kanunla düzenlenmesi gereken hususlarda düzenleme öngördüğünden 128. maddeye ve
aynı şekilde kanunla düzenlenmesi gereken hususlarda Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi ile düzenleme yapılmasını öngörmesi dolayısıyla Anayasanın 104.
maddesine aykırılığı öne sürülerek iptali talep edilmiştir.
Bu çerçevede mahkemeniz tarafından 703
sayılı KHK’nın 178. maddesinin iptali halinde, bu madde ile 375 sayılı KHK’ya
eklenen ek 27. maddenin iptaline rağmen, 55 sayılı CK’nın 2. Maddesi ile 4
sayılı CK’nın 235. Maddesinin birinci fıkrasına eklenen cümle hükümleri hukuki
olarak yasal dayanaktan yoksun olmasına karşın yürürlükte kalmaya devam
edecektir.
703 sayılı KHK’nın 178. maddesi ile 375
sayılı KHK’ya eklenen ek 27. Madde, yetki yasasının kapsamında olmaması
nedeniyle yok hükmündedir. Bu maddenin iptaline ilişkin taleplerimizle bağlı
olarak, 55 sayılı CK’nın 2. maddesi ile 4 sayılı CK’nın 235. Maddesinin birinci
fıkrasına eklenen cümlenin Anayasanın 104/17. ve 128. maddelerine aykırı olması
nedeniyle iptali talep edilmektedir.
Yüce mahkeme, yok hükmünde olan bir
maddeye dayalı olarak yapılan bir düzenlemeyi bu maddenin Anayasa’ya uygun
olduğu kanaatine ulaşarak incelediği takdirde de esasa ilişkin Anayasa’ya
aykırılıklar olduğunu görecektir.
KOSGEB nezdinde belirli bir uzmanlık
gerektiren nitelikteki iş ve hizmetleri yerine getirmek üzere, 375 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnamenin ek 27. maddesi kapsamında istihdam edilen sözleşmeli
personelin sosyal güvenlik hakkı açısından tabi olacağı statünün belirlenmesine
ilişkin hüküm açıkça hukukun genel ilkelerine, Anayasa’ya birçok açıdan
aykırıdır. Aşağıda bu aykırılıklar detaylı bir biçimde ele alınacaktır.
a) Anayasa’nın 104. Maddesine Aykırılık
Anayasa’nın 104. maddesinin on yedinci
fıkrasında “…Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. …” hükmüne yer verilmiştir.
55 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin
2. maddesi ile 4 sayılı CK’nın 235. maddesinin birinci fıkrasına eklenen cümle
ile KOSGEB bünyesinde 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin ek 27. maddesi
kapsamında çalıştırılacak sözleşmeli personelin sosyal güvenlik sistemindeki
statüsünün 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun
4. Maddesinin c bendi kapsamında belirlenmesini düzenlemektedir.
KOSGEB bünyesinde çalıştırılacak
personelin atanma şartları ve sosyal güvenlik açısından statüsünü düzenleyen bu
yeni cümle esas itibariyle memurlar dışındaki diğer kamu görevlilerinin sosyal
güvenlik sistemi açısından tabi olacakları statüyü belirlemektedir.
Anayasa’nın 128. maddesinde, “Memurların
ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri,
hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla
düzenlenir. Ancak, malî ve sosyal haklara ilişkin toplu sözleşme hükümleri
saklıdır” hükmü öngörülmektedir.
375 sayılı KHK’nın ek 27. maddesinde
tanımlanan sözleşmeli personelin diğer kamu görevlileri içerisinde yer alacağı
aşikârdır. Aksi halde 657 sayılı Kanunun 4. maddesinde tanımlanmamış bir
sözleşme türü ile kamuda geçici süre ile çalıştırılabilecek bir gruptan söz
etmek gerekir. Kanunda öngörülmeyen bir statüde istihdam sağlama hukuk devleti
ilkesine aykırı olduğu gibi Anayasa’nın 128. maddesine de açık aykırılık teşkil
eder. Nitekim, Anayasa’nın 128. maddesinde belirtilen bu hüküm açıkça kamuda
çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlilerinin, atanma, görev ve
yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve diğer özlük işleri ile
görevlerinin sona erme işlemlerinin kanun ile düzenlenmesi şartını getirmektedir.
Burada ilk olarak sözleşmeli personelin
statüsünün bu madde kapsamında olup olmadığına bakılması gerekir. 657 sayılı
Devlet Memurları Kanunu’nun 4/B maddesi kapsamında istihdam edilen sözleşmeli
personel, niteliği itibariyle Anayasa’nın 128. maddesinde belirtilen diğer kamu
görevlileri kapsamı içerisinde yer almaktadır. Anayasa Mahkemesi (AYMK
E.2005/145 K.2009/112, 23.7.2009), kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve
sürekli görevlerde memur ve/veya diğer kamu görevlilerinden hangisinin çalıştırılacağına
ilişkin tercihin, yasa koyucunun takdirinde olduğunu, “diğer kamu görevlileri”
kavramının, söz konusu asli ve sürekli görevlerde kamu hukuku ilişkisiyle
çalışan, fakat memur olmayan kişileri kapsadığını ifade etmiştir. Kamu hizmeti,
geniş tanımıyla, devlet ya da diğer kamu tüzelkişileri tarafından ya da
bunların denetim ve gözetimleri altında, ortak gereksinimleri karşılamak ve
kamu yararını sağlamak için topluma sunulmuş bulunan sürekli ve düzenli
etkinliklerdir. Toplumsal yaşamın zorunlu gereksinimlerinden olan düzenlilik ve
süreklilik isteyen genel idare hizmeti de niteliği gereği bir kamu hizmetidir.
Bu kapsamda, iptali istenen madde açısından, asli ve sürekli görevleri yerine
getiren sözleşmeli personelin de diğer kamu görevlileri kapsamında yer
aldığının kabulü gerekir. Yine, Anayasa Mahkemesi, 2018/73 E., 2019/65 ve
24/7/2019 K. tarihli Kararının 193. paragrafında “…Sözleşmeli personel
tarafından sunulacak sağlık hizmetleri devletin genel idare esaslarına göre
yürütmekle yükümlü olduğu kamu hizmetinin gerektirdiği asli ve sürekli
görevlerdendir. Bu görevleri yerine getiren sözleşmeli personel Anayasa’nın
128. maddesinde yer alan diğer kamu görevlisi kapsamındadır. Dolayısıyla
sözleşmeli sağlık personelinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri,
hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ile diğer özlük işlerine yönelik
temel ilkelerin kanunla belirlenmesi gerekmektedir” şeklindeki ifadesiyle
sözleşmeli personelin diğer kamu görevlisi kapsamında olduğunu belirtmiştir.
Dolayısıyla, bu kapsamda yer alan personelin sosyal güvenlik haklarını
düzenleyen ve doğrudan etkileyen statüsünün belirlenmesine ilişkin düzenlemenin
de kanunla düzenlenmesi gerektiği aşikardır.
Bu nedenle sözleşmeli personel olarak
istihdam edilecek olan kamu görevlilerinin özlük haklarından olan sosyal
güvenlik hakkı çerçevesindeki statüsü ya kanunla ya da kanunun belirlediği usul
çerçevesinde belirlenmesi gerekmekte olup bunun dışında Cumhurbaşkanlığı
kararnameleri ile bu konularda belirleme yapılması mümkün değildir. Belirtilen
nedenlerle itiraz konusu düzenleme Anayasa’nın 128. maddesinde belirtilen
kanunla düzenleme yapılması öngörülen konulardan sayıldığı için Anayasa’nın
104. maddesine aykırıdır.
Yine Anayasa’nın 104. maddesi kanun ile
düzenlenmiş konularda Cumhurbaşkanlığı kararnameleri çıkarılamayacağını
belirtmektedir.
Yukarıda da belirtildiği üzere 657 sayılı
Devlet Memurları Kanunu’nun 4. maddesi Anayasa’nın 128. maddesinde zikredilen
memurlar ve diğer kamu görevlilerinin kimler olduğunu tanımlamış ve devletin
asli işlerinin maddenin (A) bendinde tanımlanan devlet memurları eliyle
görüleceğini belirtmiştir. Kanunun 4. maddesinin (B) bendi ile de memurlar
haricinde uzmanlık gerektiren bazı işlerde memurlar dışında belirli süreli
olarak bir hizmet akdine dayalı olarak çalıştırılabilecek diğer kamu
görevlilerinin nitelikleri ve statüsü tanımlanmıştır. Bunların dışında 4.
maddenin (D) fıkrası ile de kamuda iş sözleşmesi ile çalıştırılacak işçilerin
statüsü tanımlanmıştır. Maddenin (C) fıkrası ise geçici personel tanımlaması
yapılmış ve yukarıda belirtilen (A), (B) ve (D) fıkralarının haricinde farklı
sözleşme türleri ile çalıştırılabilecek personelin statüsü tanımlanmıştır.
Ancak, söz konusu (C) fıkrası 20/11/2017 tarih ve 696 sayılı KHK’nın 17.
maddesi ile yürürlükten kaldırılmış ve TBMM tarafından kabul edilen 1/2/ 2018
tarih ve 7079 sayılı Kanunun 17. maddesi ile de söz konusu yürürlükten kaldırma
kararı kanunlaşmıştır. Dolayısıyla, genel anlamdaki yasa olan 657 sayılı Yasa
ile kamuda çalıştırılacak personelin statüleri ve hizmet akdi türleri de
tanımlanmıştır. Buna göre Kanun’da belirlenen statülerin dışında, bu statülere
aykırı olarak, sosyal güvenlik hakları ve özlük hakları da ile kamuda personel
istihdamı sağlanamayacağı söylenebilir.
Genel personel Kanunu dışında özel bir
kanun olan 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ise kamu kurum ve kuruluşlarında
çalıştırılacak personellere ilişkin özel düzenlemelere yer vermiştir. Yukarıda
belirtilen statüler haricinde idari hizmet sözleşmesi veya başka akit türleriyle
çalıştırılabilecek personellerin tanımlandığı bu kanun hükmünde kararnameye 703
sayılı KHK’nın 178. maddesi ile bir dizi ek madde eklenmiştir. Söz konusu ek 26
ve ek 27. Maddeleri de bu çerçevede 375 sayılı KHK’ya eklenmiştir. Yukarıda da
belirtildiği üzere 703 sayılı KHK’nin 178. maddesinin iptali ve yürürlüğünün
durdurulmasına karar verilmesi 6/9/2018 tarihli ve Mahkemenizin 8965 sırasına
kaydedilen dilekçemiz ile talep edilmiştir.
Dilekçede söz konusu maddenin Yetki
Kanunu’nun amaç ve kapsamı içinde olmadığı gibi Anayasanın 128. maddesine göre
kanunla düzenlenmesi gereken hususlarda düzenleme öngördüğünden 128. maddeye ve
aynı şekilde kanunla düzenlenmesi gereken hususlarda Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi ile düzenleme yapılmasını öngörmesi dolayısıyla Anayasanın 104.
maddesine aykırılığı öne sürülerek iptali talep edilmiştir.
703 sayılı KHK’nın 178. maddesi ile 375
sayılı KHK’ya eklenen ek 27. madde, yetki yasasının kapsamında olmaması
nedeniyle yok hükmündedir. Bu maddelerde Cumhurbaşkanlığı sistemi ile
bağlantılı olamayan ve kamu görevlilerinin sosyal güvenlik statüsünü belirleyen
ve Anayasa’nın 128. Maddesine esastan aykırı olan hükümlere dayanarak
sözleşmeli personelin sosyal güvenlik statüsünün CK ile belirlenmesi de her
hâlükârda Anayasa’ya aykırıdır.
Görüldüğü üzere, 657 sayılı Kanun ile 375
sayılı KHK’da düzenlenmiş bir konu olan istisnai sözleşme ile personel
çalıştırma hususu kanun ile düzenlenmiş bir alan olarak tanımlanmalıdır. Bu
nedenle 55 sayılı CK’nın 2. maddesi kanun ile düzenlenmiş bir konuda düzenleme
yaptığından Anayasa’nın 104. maddesinde belirlenen sınırları aşarak Anayasa’ya
aykırı bir nitelik kazanmaktadır. Bu nedenle de Anayasa’nın 104. maddesine
aykırıdır, iptali gerekir.
b) Anayasa’nın 128. Maddesine Aykırılık
55 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin
2. maddesi ile 4 sayılı CK’nın 235. Maddesinin birinci fıkrasına eklenen cümle
ile düzenlenen ve KOSGEB bünyesinde 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin ek
27. maddesi kapsamında çalıştırılacak olan idari hizmet sözleşmesiyle
çalıştırılacak olan sözleşmeli personelin sosyal güvenlik sistemindeki
statüsünün 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun
4. Maddesinin c bendi kapsamında belirlenmesini düzenlemektedir.
KOSGEB bünyesinde çalıştırılacak personelin
atanma şartları ve sosyal güvenlik açısından statüsünü düzenleyen bu yeni fıkra
esas itibariyle memurlar dışındaki diğer kamu görevlilerinin sosyal güvenlik
sistemi açısından tabi olacakları statüyü belirlemektedir.
Anayasa’nın 128. maddesinde, “Memurların
ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri,
hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla
düzenlenir. Ancak, malî ve sosyal haklara ilişkin toplu sözleşme hükümleri
saklıdır” hükmü öngörülmektedir.
375 sayılı KHK’nın ek 27. maddesinde
tanımlanan sözleşmeli personelin diğer kamu görevlileri içerisinde yer alacağı
aşikârdır. Aksi halde 657 sayılı Kanunun 4. maddesinde tanımlanmamış bir
sözleşme türü ile kamuda geçici süre ile çalıştırılabilecek bir gruptan söz
etmek gerekir. Kanunda öngörülmeyen bir statüde istihdam sağlama hukuk devleti
ilkesine aykırı olduğu gibi Anayasa’nın 128. maddesine de açık aykırılık teşkil
eder. Nitekim, Anayasa’nın 128. maddesinde belirtilen bu hüküm açıkça kamuda çalışmakta
olan memurlar ve diğer kamu görevlilerinin, atanma, görev ve yetkileri, hakları
ve yükümlülükleri, aylık ve diğer özlük işleri ile görevlerinin sona erme
işlemlerinin kanun ile düzenlenmesi şartını getirmektedir.
Burada ilk olarak sözleşmeli personelin
statüsünün bu madde kapsamında olup olmadığına bakılması gerekir. 657 sayılı
Devlet Memurları Kanunu’nun 4/B maddesi kapsamında istihdam edilen sözleşmeli
personel, niteliği itibariyle Anayasa’nın 128. Maddesinde belirtilen diğer kamu
görevlileri kapsamı içerisinde yer almaktadır. Anayasa Mahkemesi (AYMK
E.2005/145 K.2009/112, 23.7.2009) kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve
sürekli görevlerde memur ve/veya diğer kamu görevlilerinden hangisinin
çalıştırılacağına ilişkin tercihin, yasa koyucunun takdirinde olduğunu, “diğer
kamu görevlileri” kavramının, söz konusu asli ve sürekli görevlerde kamu hukuku
ilişkisiyle çalışan, fakat memur olmayan kişileri kapsadığını ifade etmiştir.
Kamu hizmeti, geniş tanımıyla, devlet ya da diğer kamu tüzelkişileri tarafından
ya da bunların denetim ve gözetimleri altında, ortak gereksinimleri karşılamak
ve kamu yararını sağlamak için topluma sunulmuş bulunan sürekli ve düzenli
etkinliklerdir. Toplumsal yaşamın zorunlu gereksinimlerinden olan düzenlilik ve
süreklilik isteyen genel idare hizmeti de niteliği gereği bir kamu hizmetidir.
Bu kapsamda, iptali istenen madde açısından, asli ve sürekli görevleri yerine
getiren sözleşmeli personelin de diğer kamu görevlileri kapsamında yer
aldığının kabulü gerekir. Yine, Anayasa Mahkemesi, 2018/73 E., 2019/65 ve
24/7/2019 K. tarihli Kararının 193. paragrafında “…Sözleşmeli personel
tarafından sunulacak sağlık hizmetleri devletin genel idare esaslarına göre
yürütmekle yükümlü olduğu kamu hizmetinin gerektirdiği asli ve sürekli görevlerdendir.
Bu görevleri yerine getiren sözleşmeli personel Anayasa’nın 128. Maddesinde yer
alan diğer kamu görevlisi kapsamındadır. Dolayısıyla sözleşmeli sağlık
personelinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve
yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ile diğer özlük işlerine yönelik temel
ilkelerin kanunla belirlenmesi gerekmektedir” şeklindeki ifadesiyle sözleşmeli
personelin diğer kamu görevlisi kapsamında olduğunu belirtmiştir. Dolayısıyla,
bu kapsamda yer alan personelin sosyal güvenlik haklarını düzenleyen ve
doğrudan etkileyen statüsünün belirlenmesine ilişkin düzenlemenin de kanunla
düzenlenmesi gerektiği aşikardır.
Bu nedenle sözleşmeli personel olarak
istihdam edilecek olan kamu görevlilerinin özlük haklarından olan sosyal güvenlik
hakkı çerçevesindeki statüsü ya kanunla ya da kanunun belirlediği usul
çerçevesinde belirlenmesi gerekmekte olup bunun dışında Cumhurbaşkanlığı
kararnameleri ile bu konularda belirleme yapılması mümkün değildir. Belirtilen
nedenlerle itiraz konusu düzenleme, Anayasa’nın 128. maddesinde belirtilen
kanunla yapılacak düzenleme, öngörülen konulardan sayıldığı için CK ile bu
hususta düzenleme yapılması kanunilik ilkesini zedelemektedir. Belirtilen
nedenlerle itiraz konusu düzenleme Anayasa’nın 128. maddesine aykırıdır, iptali
gerekir.
c) Anayasa’nın 2. Maddesine Aykırılık
Anayasanın 2. maddesi; “Türkiye
Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan
haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel
ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir”, hükmünü
öngörmektedir.
Hukuk devleti ilkesinin genel olarak anlam
ve içeriği ile bir hukuk devletinin temel amaç ve işlevleri Anayasa
Mahkemesinin bir kararında şu şekilde belirtilmiştir; “Anayasa'nın 2.
maddesinde, Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan
haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve
işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu
geliştirerek sürdüren, Anayasa'ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku
tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla
kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da
bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasa'nın bulunduğu bilincinde olan
devlettir. Bu bağlamda, hukuk devletinde yasa koyucu, yasaların yalnız
Anayasa'ya değil, evrensel hukuk ilkelerine de uygun olmasını sağlamakla
yükümlüdür” Mahkemenin bir kararında yer alan; “hukuk devletinin, Anayasanın
açık hükümlerinden önce hukukun bilinen ve tüm uygar ülkelerin benimseyip
uyduğu ilkelere uygun olması gerekir”, şeklindeki gerekçeyle de hukuk devleti
ilkesinin Anayasayı da aşan yönü vurgulanmıştır.
Anayasa Mahkemesi hukuk devletinin
belirtilen genel ilkelerini, incelenen konunun özelliğine göre somutlaştırmakta
ve bu bağlamda çoğu zaman birbirleriyle iç içe geçmiş çeşitli alt ilkeler
ortaya koyarak sonuca ulaşmaktadır. Bu ilkelerden birisi de “Hukuki Güvenlik
İlkesi” dir.
Hukuki güvenlik ilkesi, kanunların geçmişe
yürümesini engellemesinin yanında genel olarak yürürlükteki kanunlara güvenin
korunmasına da dayanak teşkil eden önemli bir ilke durumundadır. Hukuki
güvenlik, kişilerin gelecekle ilgili plan, düşünce ve kararlarında mevcut hukuk
kurallarına güvenerek hareket etmelerinin hukuken korunması gereğini ifade
eder. Devletin, vatandaşların mevcut kanunlara olan güvenine saygılı
davranması, bu güvenlerini boşa çıkaracak uygulamalardan kaçınması gerekir. Bu
durum hukuk devleti ilkesinin bir gereği olduğu kadar Anayasanın 5. maddesiyle
devlete yüklenen, vatandaşların refah, huzur ve mutluluk içinde yaşamalarını
sağlama, maddi ve manevi varlıklarını geliştirmek için gerekli ortamı hazırlama
ödevinin de bir sonucudur. Anayasa Mahkemesinin bir kararında bu ilke devlete
güvenle özdeşleştirilerek şöyle ifade edilmiştir; “Devlete güven ilkesi
vazgeçilmez temel öğelerdendir. Devlete güven hukuk devletinin sağlamak
istediği huzurlu ve istikrarlı bir ortamın sonucu olarak ortaya çıkar.
Yasaların Anayasaya uygunluğu karinesi asıldır. Yasalara gösterilen güven ve
saygıdan kaynaklanan oluşumların sonuçlarını korumak gerekir”.
Anayasa Mahkemesi bir kararında, hukuk
güvenliğinin sağlanabilmesi için kuralların belirli ve öngörülebilir
düzenlemeler içermesi gerektiğini belirterek, hukuk güvenliği ilkesini
kanunilik ilkesine uygun bir düzenleme için de gerekli görmüştür.
Hukuk devletinin bir ilkesi de, “yasama
genelliği ilkesi”dir. Yasama yetkisinin genelliği, yasama organının –Anayasa’ya
saygı kaydı ile- istediği her konuda kanun çıkarabilmesini ve çıkardığı kanunu
istediği şekilde ve ayrıntıda düzenleyebilmesini anlatır. Bu ilke, yasama
organının araya herhangi bir işlem girmeden bir konuda doğrudan doğruya kanun
çıkarabilmesini ifade eden yasama yetkisinin asliliği ilkesiyle bütünleşen bir
nitelik taşır.
Anayasada açıkça yazmayan bu ilkeye
Anayasa Mahkemesi kararlarıyla içerik ve anlam kazandırılmıştır. Bu ilkenin tek
sınırını Anayasada bir konuyla ilgili olarak emredici ya da yasaklayıcı
nitelikte kuralların yer alması oluşturmaktadır.
Yasama yetkisinin genelliği ilkesi Anayasa
Mahkemesi kararlarında şu şekilde açıklanmıştır:
“Anayasada engelleyici bir hüküm
bulunmaması durumunda yasa koyucunun genel düzenleme yapma yetkisine dayanarak
kural koyması kaynağını Anayasadan almayan bir yetkinin kullanılması anlamına
gelmez”.
“Yasama organı bir yasa yaparken bütün
olasılıkları göz önünde bulundurarak ayrıntılara ait kuralları da saptamaya
yetkilidir’ .
“Anayasada hangi konularda bir yasa
çıkarılamayacağı hakkında sınırlayıcı bir kural yoktur. Kuvvetler ayrılığı
ilkesinin zorunlu gereklerine uymak koşuluyla yasama organı her alanda
düzenleme yapabilir. Nitekim bir kimseye aylık bağlanmasıgibi öznel işlemle yürütülecek
türden işler için bile yasa çıkarabilmektedir'.
“Yasama yetkisinin genelliği ilkesi”yle
ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin temel yaklaşımı; “Anayasada herhangi bir
konuda emredici ya da yasaklayıcı bir kural konulmamışsa, bu konunun
düzenlenmesi anayasal ilkeler içinde yasa koyucunun takdirine bırakılmış
demektir”, şeklindedir.
Burada sözü edilen anayasal ilkeler
eşitlik, hukuk devleti, kanunla düzenlenme gibi ilkeleri ifade etmektedir.
Anayasada emredici veya yasaklayıcı hüküm bulunmayan bir konuda kanun çıkarıp
çıkarmamak yasama organının takdirinde olmakla birlikte çıkarılması öngörülen
bir kanunun eşitlik, kazanılmış haklara saygı gibi anayasal ilkelere uygun
olması zorunludur.
1982 Anayasasının 8. maddesinde; “yürütme
yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasaya ve
kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir, kuralı öngörülerek
yürütme gücü (erki) için görevin yanında yetki ifadesi de kullanılmıştır.
Bu farklılığın yürütmenin düzenleme
yetkisi bakımından ortaya çıkardığı durum, bir Anayasa Mahkemesi kararında şu
şekilde belirtilmiştir; “1982 Anayasasına göre yetki ve görev olarak nitelenen
yürütme, düzenleme yetkisi bakımından ele alındığında da farklı bir sonuca
varmak mümkün değildir. 1982 Anayasasının, 8. maddesinde yürütme sadece görev
olmaktan öteye bir yetki olma gücüne de kavuşturulmuştur. Sözü edilen maddeye
ilişkin gerekçede “...yürütme yasamaya tabi bir organ olmaktan çıkarılmış, her
iki kuvvetin devlet faaliyetlerinin düzenlenmesinde eşitlik ve denklik içinde
işbirliği yapmalarını öngören parlamenter hükümet sistemi bütün gerekleriyle
uygulanmaya konmuştur. Bu nedenle, yürütme 1961 Anayasasında olduğu gibi bir
görev olmaktan çıkartılmış, yürütme gerekli yetkilere sahip ve kanunların
kendine verdiği görevleri yerine getiren bir kuvvet olarak düzenlenmiştir”
denilerek, idarenin gerekli bazı yetkilere sahip kılındığı vurgulanmıştır.
Söz konusu kararlardan çıkan sonuca göre,
yasama yetkisinin genelliğinin aksine yürütmenin düzenleme yetkisi sınırlı,
tamamlayıcı ve bağımlı (türevsel) bir nitelik taşımaktadır. Yürütme organı (ya
da idare), Anayasada öngörülmüş durumlar dışında kanunların düzenlediği bir
alanda kendiliğinden kural koyamaz ya da kanun ile düzenlenmiş bir alanda
kanuna aykırı olarak bir düzenleme yapamaz.
55 sayılı CK ile getirilen ve iptali talep
edilen düzenleme ile KOSGEB bünyesindeki iş ve hizmetlerde 375 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnamenin ek 27. maddesine göre çalıştırılan sözleşmeli personelin
statülerinin diğer sözleşmeli personelden farklı olarak 5510 sayılı Kanununun
4/C statüsüyle ilişkilendirilmesi düzenlenmiştir.
Yukarıda belirtildiği üzere Kanuni
dayanağı olmayan hatta kanuna açık bir biçimde aykırı olan, yetki kanununa
aykırı bir biçimde yürürlüğe konulan 703 sayılı KHK’nın 178. Maddesi ile
yürütme tarafından düzenlenen maddelere dayanak alan ve idarenin yasama yetkisi
ile donatılması anlamına gelecek olan bu düzenleme hukuk güvenliği ilkesini
açık bir biçimde zedeleyecektir. Yürütme organı (ya da idare), Anayasada
öngörülmüş durumlar dışında kanunların düzenlemediği bir alanda kendiliğinden
kural koyamaz. Bu durum yetki gaspı olarak nitelendirilir ve Anayasaya
aykırılık oluşturur. Hukuk güvenliğini ortadan kaldıran ve yetki gaspı olarak
nitelendirilebilecek bu düzenlemenin Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen “hukuk
devleti ilkesi”yle bağdaşmayacağı gibi, “Hiçbir kimse veya organ kaynağını
Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz” şeklindeki yasaklayıcı
Anayasa normuna (md.6/son) aykırılığı açıktır. Bu nedenle iptali gerekir.
ç) Anayasa’nın 6. ve 8. Maddelerine
Aykırılık
Anayasa’nın 8. maddesinde “Yürütme yetkisi
ve görevi, Cumhurbaşkanı tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak
kullanılır ve yerine getirilir” hükmüne yer verilmiştir.
55 sayılı CK’nın 2. maddesi ile 4 sayılı
CK’nın 235. maddesinin birinci fıkrasına eklenen cümle ile getirilen düzenleme
açıkça Anayasa’nın 128. maddesinde belirlenen hükümlerle çelişmektedir. 55
sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 2. maddesi ile getirilen bu düzenleme
kamuda çalıştırılan sözleşmeli personelin özlük haklarından birisi olan sosyal
güvenlik hakkı ve statüsünü belirlemesi nedeniyle adeta yeni bir yasal
düzenleme niteliğindedir. Ne Anayasa’da ne de Kanunlarda Cumhurbaşkanı’nın,
herhangi bir kural ile bağlı olmaksızın doğrudan belirleme ve düzenleme yapma
yetkisi bulunmamaktadır. Oysa itiraz konusu kural ile Cumhurbaşkanlığı
tarafından söz konusu sözleşmeli personelin statüsünün belirlenmesi,
Anayasa’nın 128. maddesinde belirlenmiş olan kanunilik ilkesini zedeleyici
niteliktedir. Bu nedenle söz konusu düzenleme Anayasa’nın 8. maddesine
aykırıdır, iptali gerekir.
Öte yandan, Anayasa’nın 6. maddesine göre,
“Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi
kullanamaz”. Ancak iptali talep edilen düzenleme ile Cumhurbaşkanı, Anayasa’da
kendisine yönelik bir yetki olarak tanımlanmayan ve açık bir biçimde kanun ile
düzenlenmesi gerektiği belirtilen bir alanda yasama erkinin yetkisi alanına
müdahale etmektedir. Haliyle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 8. maddesine
olduğu kadar 6. maddesine de aykırıdır.
Bu nedenle, 703 sayılı KHK’nın 178.
maddesi ile 375 sayılı KHK’ya eklenen ek 27. maddeye ilişkin iptal
taleplerimizle bağlı olarak, 55 sayılı CK’nın 2. maddesi ile 4 sayılı CK’nın
235. Maddesinin birinci fıkrasına eklenen cümle, Anayasanın 2., 6., 8., 104/17.
ve 128. maddelerine aykırıdır, iptali gerekir.
2) 55 sayılı Bakanlıklara Bağlı, İlgili, İlişkili Kurum ve
Kuruluşlar ile Diğer Kurum ve Kuruluşların Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 2.
Maddesiyle 4 sayılı CK’nın 235. Maddesine Eklenen (7) Sayılı Fıkranın Anayasaya
Aykırılığı,
55 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin
2. maddesi ile 4 sayılı Bakanlıklara Bağlı, İlgili, İlişkili Kurum ve
Kuruluşlar ile Diğer Kurum ve Kuruluşların Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesinin 235. maddesine eklenen (7) sayılı fıkra ile KOSGEB’te 375 sayılı
KHK’nın ek 23. maddesine göre KOBİ Uzmanı ve KOBİ Uzman Yardımcısı istihdamına
olanak tanınmıştır. 375 sayılı KHK’nın “İş mevzuatına tabi veya sözleşmeyle
uzman istihdamı” başlıklı ek 23. maddesi 657 sayılı Kanunun 4. Maddesi
çerçevesinde devlet memuru statüsünde personel istihdamı öngörülmemiş kamu
kurum ve kuruluşlarının kurumun görev alanlarına giren konularda idari hizmet
sözleşmesiyle uzman ve uzman yardımcısı istihdamına imkân vermektedir.
Ancak bu istihdam, Kurumu oluşturan CK’de
buna izin verilmesi şartına bağlanmıştır. Söz konusu düzenleme açısından
Anayasa’ya aykırılıklar söz konusudur. Aşağıda sırasıyla bunlara değinilmiştir.
Öncelikle usul açısından 703 sayılı
Anayasada Yapılan Değişikliklere Uyum Sağlanması Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun
Hükümlerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 178.
maddesinin iptali ve yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesi 6/9/2018
tarihli ve Mahkemenizin 8965 sırasına kaydedilen dilekçemiz ile talep
edilmiştir.
Dilekçede söz konusu maddenin Yetki
Kanunu’nun amaç ve kapsamı içinde olmadığı gibi Anayasanın 128. maddesine göre
kanunla düzenlenmesi gereken hususlarda düzenleme öngördüğünden 128. maddeye ve
aynı şekilde kanunla düzenlenmesi gereken hususlarda Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi ile düzenleme yapılmasını öngörmesi dolayısıyla Anayasanın 104.
maddesine aykırılığı öne sürülerek iptali talep edilmiştir.
Bu çerçevede mahkemeniz tarafından 703
sayılı KHK’nın 178. maddesinin iptali halinde, bu madde ile 375 sayılı KHK’ya
eklenen ek 23. maddenin iptaline rağmen, 55 sayılı CK’nın 2. Maddesi ile 4
sayılı CK’nın 235. Maddesine eklenen (7) sayılı fıkra hükümleri hukuki olarak
yasal dayanaktan yoksun olmasına karşın yürürlükte kalmaya devam edecektir.
703 sayılı KHK’nın 178. maddesi ile 375
sayılı KHK’ya eklenen ek 23. madde, yetki yasasının kapsamında olmaması
nedeniyle yok hükmündedir. Bu maddenin iptaline ilişkin taleplerimizle bağlı
olarak, 55 sayılı CK’nın 2. maddesi ile 4 sayılı CK’nın 235. maddesine eklenen
(7) sayılı fıkra, Anayasanın 104/17. ve 128. maddelerine aykırı olması
nedeniyle iptali talep edilmektedir.
Yüce mahkeme, yok hükmünde olan bir maddeye
dayalı olarak yapılan bir düzenlemeyi bu maddenin Anayasa’ya uygun olduğu
kanaatine ulaşarak incelediği takdirde de esasa ilişkin Anayasa’ya aykırılıklar
olduğunu görecektir.
Anayasa’nın 104/17. Maddesinde “Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde
yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan
siyasi haklar ve ödevler Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenemez.” hükmü bulunmaktadır.
İptali istenen fıkra açısından KOSGEB
kurumunda KOBİ uzmanı ve KOBİ uzman yardımcısı istihdam edilebileceği
düzenlemesi, istihdam işlemi her şeyden önce Anayasanın 70. maddesinde
düzenlenen kamu hizmetine girme hakkı kapsamında olduğundan temel haklara
ilişkin bir düzenlemedir. Zira, kamu hizmetine girme hakkını düzenleyen söz
konusu 70. madde, Anayasa'nın “Temel Haklar ve Ödevler” başlıklı ikinci
kısmının “Siyasi Haklar ve Ödevler” başlıklı dördüncü bölümü içerisinde
konumlanmıştır. Şu halde, bu hak, Anayasanın 104/17. Maddesine göre, Anayasada
siyasi haklar ve ödevler başlığı altında düzenlendiğinden, CK’ler ile hakkında
düzenleme yapılamayacak konular arasındadır. Nitekim AYM bir kararında bu
hususların kanun ile düzenlenmesi gerektiğini ifade etmiştir: “Kamu
hizmetine girişin ve hizmet içinde yükselmenin koşulları, statü hukukunun
gereği olarak kanunlarla belirlenmektedir. Bu durum Anayasa'nın kamu hizmetine
girme hakkının düzenlendiği 70. maddesi ile kamu hizmeti görevlileriyle ilgili
genel ilkelerin düzenlendiği 128. maddesinden kaynaklanan bir zorunluluktur.
Kanun koyucu, statü hukuku çerçevesinde yürütülen memuriyet hizmetine girmeye,
yükselmeye, memuriyetin sona ermesine vb. hususlara ilişkin koşulları anayasal
ilkelere uygun olarak belirleme yetkisine sahiptir. Kişilerin ise kanunlarla
öngörülen bu statüye girip girmemek konusunda tercihte bulunma hakları vardır.”
(AYMK, 10.9.2015 tarih, E.2015/5, K.2015/82). Cumhurbaşkanlığı kararnamelerini
hukuk düzenine dahil eden 2017 Anayasa değişikliği, AYM’nin bu içtihadının
geçerliliğini etkilememektedir. Bu açıdan, yasayla düzenlenmesi gereken bir
konu CK ile düzenlendiğinden, iptali istenen düzenleme Anayasanın 104/17
maddesine aykırıdır.
Yine, Anayasa’nın 104/17. maddesinde “Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz.” hükmü
bulunmaktadır.
Anayasa’nın 128. maddesinde, “Memurların
ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri,
hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla
düzenlenir. Ancak, malî ve sosyal haklara ilişkin toplu sözleşme hükümleri
saklıdır” hükmü yer almaktadır.
Anayasa’nın 128. maddesinde belirtilen bu
hüküm açıkça kamuda çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlilerinin,
nitelikleri, atanma, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve
diğer özlük işleri ile görevlerinin sona erme işlemlerinin kanun ile
düzenlenmesi şartını getirmektedir. Dolayısıyla, bu madde kapsamında yer alan
personelin istihdamı, nitelikleri, iş akitlerinin sona ermesi veya bunların
tayin, nakil gibi özlük haklarını doğrudan etkileyen bir düzenlemenin de
kanunla düzenlenmesi gerektiği aşikardır. KOSGEB’de KOBİ uzmanı ve uzman
yardımcılarının istihdamına ilişkin düzenlemede bu kapsamda yeralan bir
düzenleme türüdür. Nitekim Anayasa Mahkemesi, 10.9.2015 tarih, E.2015/5,
K.2015/82 sayılı kararıyla bu konuların kanunla düzenlenmesi gereken konular
arasında olduğunu belirtmiştir. Bu nedenle söz konusu düzenleme Anayasa’nın
128. maddesinde belirtilen kanunilik ilkesini zedelediğinden Anayasa’nın 128.
maddesine aykırıdır, iptali gerekir.
Yukarıda belirtilen nedenle KOSGEB’de KOBİ
uzmanı ve uzman yardımcısı istihdamına ilişkin düzenleme ya kanunla
belirlenmesi gerekmekte olup bunun dışında Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile
bu konularda belirleme yapılması mümkün değildir. Belirtilen nedenlerle itiraz
konusu düzenleme Anayasa’nın 128. maddesinde belirtilen kanunla düzenleme
yapılması öngörülen konulardan sayıldığı için Anayasa’nın 104/17. maddesine
aykırıdır.
55 sayılı CK’nın 2. maddesi ile 4 sayılı
CK’nın 235. maddesine eklenen (7) sayılı fıkra ile getirilen düzenleme açıkça
Anayasa’nın 128. maddesinde belirlenen hükümlerle çelişmektedir. 55 sayılı
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 2. maddesi ile getirilen bu düzenleme kanunilik
ilkesini zedelemekte ve adeta yeni bir yasal düzenleme niteliğindedir. Ne
Anayasa’da ne de Kanunlarda Cumhurbaşkanı’nın, herhangi bir kural ile bağlı
olmaksızın doğrudan belirleme ve düzenleme yapma yetkisi bulunmamaktadır. Bu
nedenle söz konusu düzenleme, Anayasa’nın 8. maddesine aykırıdır, iptali
gerekir.
Öte yandan, Anayasa’nın 6. maddesine göre,
“ Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi
kullanamaz”. Ancak iptali talep edilen düzenleme ile Cumhurbaşkanı, Anayasa’da
kendisine yönelik bir yetki olarak tanımlanmayan ve açık bir biçimde kanun ile
düzenlenmesi gerektiği belirtilen bir alanda yasama erkinin yetkisi alanına
müdahale etmektedir. Haliyle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 8. maddesine
olduğu kadar 6. maddesine de aykırıdır.
Bu nedenle, 703 sayılı KHK’nın 178.
maddesi ile 375 sayılı KHK’ya eklenen ek 23. maddeye ilişkin iptal
taleplerimizle bağlı olarak, 55 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 2.
maddesi ile 4 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 235. maddesine eklenen
(7) sayılı fıkra, Anayasa’nın 6., 8., 70., 104/17. ve 128. maddelerine aykırı
olması nedeniyle iptali talep edilmektedir.
3. 55 sayılı Bazı Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinde Değişiklik
Yapılması Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 5. Maddesi ve Ekli Listenin
Anayasa’ya Aykırılığı
55 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin
5. Maddesi ve ekli liste ile 2 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin eki (I) sayılı Cetvele Dışişleri Bakanlığı
merkez teşkilatına bir adet Genel İdari Hizmetler Sınıfına tabi Genel Müdür
kadrosu ile Sağlık Bakanlığı Merkez Teşkilatına dört adet Genel İdari Hizmetler
sınıfına tabi Genel Müdür Yardımcısı kadrosu eklenmesine ilişkin düzenlenme
yapılmıştır.
a. Anayasa’nın 104. Maddesine Aykırılık
Söz konusu düzenleme, yetki yönünden
Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinin sınırlarını aşması nedeniyle Anayasa’nın 104.
maddesine aykırıdır. Anayasanın 104/17. maddede geçen “münhasıran kanunla
düzenlenmesi öngörülen konular” ibaresinin Anayasa’da “kanunla düzenlenir veya
kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır” vb. ifadelerin bulunduğu
maddelere bakarak belirlenmesi gerekir. O halde Anayasa’nın bir maddesinde bir
konunun yasayla düzenlenmesi öngörülmüşse o konunun Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi ile düzenlenmesi Anayasa’nın 7. ve 104/17. maddelerine aykırılık
oluşturacaktır.
İptali talep edilen düzenleme, Anayasa’nın
123. maddesinde ifade edildiği üzere idarenin bütünlüğü içerisinde yeralan
Dışişleri Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı’nda genel idare esaslarına göre
yürütülmekte olan kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevleri ifa
eden genel müdür ve genel müdür yardımcısı ünvanlı yöneticilere ilişkin olup,
Anayasa Mahkemesinin (AYMK, E.2005/145 K.2009/112, 23.7.2009; AYMK, E. 2018/73,
K.2019/65, 24.7.2019) kararlarında da belirtildiği üzere Anayasa’nın 128.
maddesi kapsamındadır. Bu nedenle bunların kadrolarına, bu kadroların ihdas ve
iptaline ilişkin kuralların da Anayasa’nın 128. maddesi uyarınca kanunla
düzenlenmesi gerekir. Nitekim, Anayasa Mahkemesi, E. 2018/73, K.2019/65,
24.7.2019 kararının 139 ve 140. paragraflarında memurların kadro ihdas ve iptal
işlemlerinin kanun ile düzenlenmesi öngörülen alanlardan olduğunu belirterek,
bu kadroların ihdas ve iptallerinin de Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile
yapılamayacağını da dolaylı olarak tanımlamıştır. Dolayısıyla, söz konusu
düzenleme Anayasa’nın 104/17. Maddesinde belirlenen sınırları aşarak kanun ile
düzenlenmesi öngörülen alanda düzenleme yapması nedeniyle Anayasa’nın 104/17.
fıkrasına aykırıdır, iptali gerekir.
b. Anayasa’nın 128. Maddesine Aykırılık
Yine söz konusu düzenleme, yukarıda da
belirtildiği üzere esas açısından Dışişleri Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı’nda
genel idare esaslarına göre yürütülmekte olan kamu hizmetlerinin gerektirdiği
asli ve sürekli görevleri ifa eden genel müdür ve genel müdür yardımcısı
ünvanlı kamu görevlilerinin kadrolarını ihdas etmesini içerdiğinden yukarıda
açıklandığı üzere kanun ile düzenlenmesi gereken bir konu olması vesilesiyle
Anayasa’nın 128. maddesine de aykırılık taşımaktadır. Bu nedenle iptali
gerekir.
c. Anayasa’nın 7. Maddesinde Belirlenen Yasama Yetkisinin
Devredilemezliği İlkesine Aykırılık
Yürütme organı (ya da idare), Anayasada
öngörülmüş durumlar dışında kanunların düzenlemediği bir alanda kendiliğinden
kural koyamaz. Ya da bir kanuna aykırı olarak bir kural koyamaz.
55 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin
5. maddesi ve ekli liste ile yapılan kadro ihdası ile 2 sayılı CK’nın ekine
Dışişleri Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı’nda genel idare esaslarına göre
yürütülmekte olan kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevleri ifa
eden genel müdür ve genel müdür yardımcısı ünvanlı kamu görevlileri için kadro ihdası
yapılmasına ilişkin düzenleme getirilmektedir.
Söz konusu düzenleme ile Anayasa’nın 128.
maddesinde yasa ile düzenlenmesi öngörülmüş bir alanda Cumhurbaşkanlığı
kararnamesi ile düzenleme yapılmakta ve Dışişleri Bakanlığı ile Sağlık
Bakanlığı’nda genel idare esaslarına göre yürütülmekte olan kamu hizmetlerinin
gerektirdiği asli ve sürekli görevleri ifa eden genel müdür ve genel müdür
yardımcısı ünvanlı kamu görevlilerinin kadroları ihdas edilmektedir. Yapılan bu
değişiklik ile yasa ile verilen yetki sınırları ve kapsamı değiştirilmiş ve
yasama yetkisinin devrinin sınırlarını aşan bir düzenleme yapılmıştır. Yürütme
organı (ya da idare), Anayasada öngörülmüş durumlar dışında kanunların
düzenlemediği bir alanda kendiliğinden kural koyamaz.
Dolayısıyla kamu görevlilerinin kadro,
pozisyon, atanmalarının kanunla düzenlenmesi yolundaki Anayasa kuralına aykırı
bir düzenleme yapılması ve yürütmeye Anayasa’ya aykırı bir yetki tanımlanması,
yasama yetkisinin devrine ilişkin sınırın aşıldığını ve yürütmenin yasamanın
yetki alanına müdahale ettiğini göstermektedir. Bu nedenle, söz konusu madde,
Anayasa’nın 7. maddesinde belirlenen yasama yetkisinin devredilemezliği
ilkesine aykırıdır, iptali gerekir.
d. Anayasa’nın 8. Maddesine Aykırılık
Anayasa’nın 8. maddesine göre; “Yürütme
yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun
olarak kullanılır ve yerine getirilir”. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, yürütme
yetkisi olarak, Anayasa ve kanunlar çerçevesinde kullanılmalıdır. Oysa, 55
sayılı CK’nin 5. maddesi ve ekli liste ile Dışişleri Bakanlığı ile Sağlık
Bakanlığı’nda genel idare esaslarına göre yürütülmekte olan kamu hizmetlerinin
gerektirdiği asli ve sürekli görevleri ifa eden genel müdür ve genel müdür
yardımcısı ünvanlı kamu görevlilerinin kadroların ihdasına ilişkin düzenleme
yapılmaktadır. Yukarıda belirtildiği üzere bir CK ile kanunla düzenlenmesi
öngörülen bir alanda düzenleme yapılması ile kanun koyucunun alanına müdahale
edilmesi, anayasal ve yasal çerçeve dışında yetki kullanımını ortaya
koymaktadır. Bu itibarla 55 sayılı CK’nin 5. maddesi ve ekli liste, Anayasa’nın
8. maddesine de aykırıdır, iptali gerekir.
e. Anayasa’nın 2. Maddesine ve Başlangıç
İlkelerine Aykırılık
Başlangıçta belirtilen temel ilkelere
dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti” olan Cumhuriyet, erkler
ayrılığı ilkesinde somutlaşır: “Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında
üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin
kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği
olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu;” (Başlangıç,
prg.4). Anayasa’nın 7., 8. ve 9. maddeleri de; yasama, yürütme ve yargı
yetkilerini ayrı ayrı düzenlemektedir.
55 sayılı CK’nın 5. maddesi ve ekli liste,
yukarıda açıklanan nedenlerle, “Anayasa ve kanunların üstünlüğü” ilkesini ihlal
ettiğinden, Anayasa’nın 2. maddesine ve Başlangıç prg. 4’e de aykırılık
oluşturmaktadır.
Bu aykırılık durumu, “kaynağını
Anayasa’dan almayan Devlet yetkisi kullanma yasağı” (md.6) karşısında ve
Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü ilkesi (md.11) ile daha belirgin hale
gelmektedir. Dahası, CB’nin, “Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının
düzenli ve uyumlu çalışmasını temin” etme yükümlülüğü (md.104/2), aykırılık
durumunu, aşikâr olmanın ötesinde tehlikeli hale getirmektedir. Bu nedenle, söz
konusu düzenleme, Anayasa’ya aykırı olarak bir yetki kullanımını
düzenlediğinden ve yukarıda belirtilen nedenlerle Anayasa’nın 6., 11. ve 104/2.
maddelerine de aykırılık teşkil etmektedir.
Yukarıda belirtilen nedenlerle 55 sayılı
CK’nın 5. maddesi ve ekli liste, Anayasa’nın, Başlangıç ilkelerine, 2., 6., 7.,
8., 11., 104/2, 104/17. ve 128. maddelerine aykırı olması nedeniyle iptali
talep edilmektedir.
III. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN
GEREKÇESİ
Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri, 6771
sayılı Anayasa Değişikliği Kanunu ile Anayasada yapılan değişikliklerle hukuk
sistemimize girmiş ve 24 Haziran Seçimleri sonucunda Cumhurbaşkanının yemin
ederek görevine başlamasıyla yürürlüğe girmiştir. Cumhurbaşkanlığı
kararnameleri ile ilk defa yürütme organına, dayanağını doğrudan Anayasadan
alan bir düzenleme yetkisi tanınmıştır. Anayasa’da önemli sınırlamalar
getirilerek tanınmış olan bu yetkinin, anayasal sınırlar çerçevesinde
kullanılması, kötüye kullanılmaması ve yasama yetkisinin devri niteliği
taşımaması, Anayasa’nın başta 6. ve 7. maddeleri gereği olup, örgütlenmesi,
erkler ayrılığına dayanan demokratik hukuk devletinin yaşama geçirilmesi
açısından hayati önem taşımaktadır. Oldukça güçlü yetkilerle donatılmış ve
doğrudan halk tarafından seçilen Cumhurbaşkanının anayasada kendisine tanınan
sınırlı alanı aşarak her konuda düzenlemeler yapması, demokratik hukuk
devletinin özünü oluşturan denge ve denetleme mekanizmalarını işlevsiz hale
getirecek, sistemi yürütmenin keyfi yönetimine dönüştürecektir.
Göreve başlamasının hemen ardından
Cumhurbaşkanınca oldukça kapsamlı pek çok CK çıkarıldığı görülmektedir. Bu
CK’ların pek çoğunda da anayasal yetki sınırlarının aşıldığı, Anayasanın CK ile
düzenlenmesini yasakladığı alanlarda düzenlemeler yapıldığı görülmektedir.
İptali istenen kuralların tamamı, Anayasanın cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile
düzenlenmesini yasakladığı alanlara ilişkin düzenlemelerden oluşmaktadır. Bu
nedenle ultra vires geçersizlikle maluldür. Bu bakımdan Anayasa Mahkemesince
ivedilikle incelenerek yetki dışı düzenlemelerin iptal edilmesi ve hukuk
sisteminden ayıklanması, normlar hiyerarşisine dayanan hukuk düzeninin
devamlılığı bakımından hayati önem taşımaktadır.
Anayasanın tanıdığı yetki çerçevesinin
dışında yapılan işlemler, ultra vires geçersizlikle maluldür. Hukuki
geçerliliği bulunmayan düzenlemelere dayanarak işlemler tesis edilmesi, birey
haklarına telafisi imkânsız zararlar verecektir. Bu nedenle, bu düzenlemelerin
bir an önce yürürlüklerinin durdurulması, hukuki bir zorunluluktur.
Hukuk devleti ilkesini zedeleyen ve
Anayasaya açıkça aykırı olan bir düzenlemenin uygulanması halinde, sonradan
giderilmesi olanaksız zararlara yol açacağı çok açıktır. Anayasal düzenin en
kısa sürede hukuka aykırı kurallardan arındırılması, hukuk devleti sayılmanın
da gereğidir. Anayasaya aykırılığın sürdürülmesinin, bir hukuk devletinde
sübjektif yararların üstünde, özenle korunması gereken hukukun üstünlüğü
ilkesini de zedeleyeceği kuşkusuzdur. Hukukun üstünlüğü ilkesinin sağlanamadığı
bir düzende, kişi hak ve özgürlükleri güvence altında sayılamayacağından, bu
ilkenin zedelenmesinin hukuk devleti yönünden giderilmesi olanaksız durum ve
zararlara yol açacağında duraksama bulunmamaktadır.
Burada tekrar vurgulanmalıdır ki,
Anayasa’nın öngördüğü yetki alanı dışında çıkarılan cumhurbaşkanlığı
kararnameleri, temel anayasal ilke olan erkler ayrılığıyla beraber Anayasa’nın
siyasi rejimi tanımlayan amir hükümlerinin ihlal edilmesi anlamına gelmektedir.
Siyasi rejimin demokrasiden monokrasiye kaydırıldığı, yargının bağımsızlığını
yitirdiğine ilişkin çok ciddi iddia ve tespitlerin bulunduğu bir tarihsel
devrede AYM’nin, açık şekilde Anayasa’nın çizdiği yetki çerçevesinin dışına
çıkan cumhurbaşkanlığı kararnamesi maddelerinin yürürlüklerinin durdurulmasına
karar vermesi, Anayasa’nın tanımladığı şekliyle hukuk devletinin asgari
gereklerinin işletilmesi ve demokrasinin devamı açısından olduğu kadar Anayasa
Mahkemesi’nin varlık nedeni açısından da bir zorunluluktur.
Ayrıca, burada tekrar vurgulanmalıdır ki,
Anayasa’nın çerçevesini ve sınırlarını sayım yoluyla belirlemiş olduğu yetki
alanı dışında çıkarılan cumhurbaşkanlığı kararnameleri, anayasal açıdan Türkiye
Cumhuriyeti’nin üzerine inşa edildiği erkler ayrılığı ve bu çerçevede Devletin
yönetim biçimine ilişkin emredici ve yasaklayıcı Anayasa hükümlerinin ihlal
edilmesi olduğu kadar Devlet’in hukuki yapılanmasının çerçevesini oluşturan
normlar hiyerarşisinin de bozulması anlamına gelmektedir. Siyasi rejimin
demokrasiden monokrasiye kaydırıldığı, yargının bağımsızlığını yitirdiğine
ilişkin çok ciddi iddia ve tespitlerin bulunduğu bir tarihsel zaman diliminde
(bu son nokta hakkında bkz. Türkiye’nin AİHS’nin 18. maddesini ihlal ettiğine
karar veren müteakip karar : AİHM, Kavala/Türkiye, başvuru no : 28749/18, 10
Aralık 2019, p.197-232), AYM’nin, açık şekilde Anayasa’nın çizdiği yetki
çerçevesinin dışına çıkan cumhurbaşkanlığı kararnamesi maddelerinin
yürürlüklerinin durdurulmasına karar vermesi, Anayasa’nın tanımladığı şekliyle
Devlet düzeninin sağlıklı işleyişi ve demokrasinin devamı açısından
yaşamsaldır.
Yukarıda sayılan türde zarar ve durumların
doğmasını önlemek amacıyla, Anayasaya açıkça aykırı olan söz konusu maddelerin
iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin de durdurulması istenerek
Anayasa Mahkemesine dava açılmıştır.
IV. SONUÇ VE İSTEM
26/12/2019 tarihli ve 55 sayılı
Bakanlıklara Bağlı, İlgili, İlişkili Kurum ve Kuruluşlar ile Diğer Kurum ve
Kuruluşların Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde Değişiklik
Yapılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin;
1. 2. maddesi ile 4 sayılı CK’nın 235.
maddesinin birinci fıkrasına eklenen cümlenin, Anayasanın 2., 6., 8., 104/17.
ve 128. maddelerine,
2. 2. maddesi ile 4 sayılı
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 235. maddesine eklenen (7) sayılı fıkra,
Anayasa’nın 6., 8., 70., 104/17. ve 128. maddelerine,
3. 5. maddesi ve ekli liste, Anayasa’nın,
Başlangıç ilkelerine, 2., 6., 7., 8., 11., 104/2, 104/17. ve 128. maddelerine,
aykırı olması nedeniyle iptaline ve dava
sonuçlanıncaya kadar yürürlüğünün durdurulmasına, karar verilmesine ilişkin
istemimizi saygı ile arz ederiz.”