“...
ANAYASA’YA
AYKIRILIK İDDİALARININ GEREKÇELERİ
1. 7393 sayılı Kanun’un 5.
maddesiyle değiştirilen 26.04.1961 tarihli ve 298 sayılı Seçimlerin Temel
Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun’un 15. maddesinin birinci
fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “, kınama
veya daha ağır disiplin cezası almamış en az birinci sınıfa ayrılmış ve birinci
sınıfa ayrılma niteliklerini kaybetmemiş” ile “ad çekme suretiyle tespit edilir”
ibareleri; üçüncü cümlesi; dördüncü cümlesi;
beşinci cümlesinde yer alan “Ad çekmeye katılacak hâkimin bulunmaması durumunda
ise” ibaresi; yedinci cümlesi; sekizinci cümlesinde yer alan ‘‘Ancak, bu’’
ibaresinin, Anayasa’ya aykırılığı
7393 sayılı Kanun’un 5.
maddesiyle 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında
Kanun’un 15. maddesinde değişiklik yapılarak il seçim kurullarının oluşumu
yeniden düzenlenmiştir. Değişiklik öncesi düzenlemede il seçim kurulları
başkanının ilde görev yapan en kıdemli hâkim, il seçim kurulu üyelerinin ise
ildeki merkez ilçe seçim kurulu başkanlarından sonraki en kıdemli iki üyeden
oluşması öngörülmüştür. Kıdem esasına dayanan düzenleme, Türkiye’de çok partili
siyasal hayata geçildikten sonra iktidarın hukuk yoluyla el değiştirmesini
sağlayan ve o zamandan beri uygulanan bir hükümdür. Bu itibarla, 72 yıllık
yerleşik bir uygulaması ve seçim hukuku üzerine içtihadi birikimi
bulunmaktadır. Bu süreç boyunca kuralın uygulanmasına yönelik herhangi bir
aksaklık ya da sorun ortaya çıkmamıştır. Gerçekten, 1946’da çok partili hayata
geçilmesinin ardından seçim kanuna ilişkin eleştiriler sonrası, uzun çalışmalar
sonunda CHP ve DP uzlaşısıyla 5545 sayılı Milletvekilleri Seçimi Kanunu 16
Şubat 1950 yılında kabul edilmiştir.
Bu kanun, daha sonra 298 sayılı Kanun’da olduğu gibi il ve ilçe seçim
kurullarının oluşumunda kıdemli hâkim esasını belirlemiştir. Kısacası, seçim
kurullarının oluşumuna ilişkin “kıdem esası” demokratik siyasal hayatımızla
özdeşleşmiş temel ilkelerden biridir.
Buna rağmen iptali istenen
kural ile il seçim kurulu başkan ve üyelerinin en
az birinci sınıfa ayrılmış ve birinci sınıfa ayrılma niteliklerini kaybetmemiş
hâkimler arasından belirlenmesinde kıdem
usulünden vazgeçilmek suretiyle ve ayrıca başkan ve üyelerin kura ile
belirlenmesini öngören bir sistem getirilmiştir. Buna göre, il seçim kurulu bir
başkan ve iki asıl üye ile iki yedek üyeden oluşacak, il seçim kurulu başkanı
ve asıl üyeleri ile yedek üyeleri, iki yılda bir ocak ayının son haftasında, il
merkezinde görev yapan, kınama veya daha ağır disiplin cezası almamış en az
birinci sınıfa ayrılmış ve birinci sınıfa ayrılma niteliklerini kaybetmemiş
hâkimler arasından, adli yargı ilk derece mahkemesi adalet komisyonunca ad
çekme suretiyle tespit edilecektir. Ad çekmede ilk çıkan hâkim başkan, sonraki
iki hâkim asıl ve son çıkan iki hâkim yedek üye olarak belirlenecektir. Ad
çekmeye katılacak hâkim sayısının beşten az olması durumunda, bu hâkimler
arasında ad çekme işlemi yapıldıktan sonra eksik kalan asıl ve yedek üyeler en
kıdemli hâkimden başlayarak belirlenecektir. Ad çekmeye katılacak hâkimin
bulunmaması durumunda ise başkan ve asıl üyeler ile yedek üyeler en kıdemli
hâkimden başlayarak belirlenecektir.
İl seçim kurulu başkan ve
üyelerinin birinci sınıfa ayrılmış hâkimler arasından kura yoluyla belirlenmesini
öngören bu düzenleme, iki yönden Anayasa’ya aykırılık taşımaktadır.
1- En az birinci sınıfa
ayrılmış ve birinci sınıfa ayrılma niteliklerini kaybetmeme ölçütü, seçimlerin
doğruluk ve dürüstlüğünün yanında seçme ve seçilme hakkının güvencesi sayılan
yargı organlarının yönetim ve denetiminin kıdemli hakimlerce yapılması kuralına
aykırılık oluşturmaktadır.
Öncelikle, 1982 Anayasası’nın
67. ve 79. maddeleri düzenlemelerinde seçme ve seçilme hakkı ile çoğulcu bir
demokratik yapının seçimlerle kurulması/yeniden tesis edilmesi, açık ve hiçbir
tereddütte yer bırakmayacak şekilde yargı organların yönetimi ve denetimi
güvencesi altına alınmıştır. Burada değerlendirilmesi gereken husus bu yargı
organlarının hakim üyelerinin karşılamaları gereken ayrıca mesleki ölçüt olup
olmadığı, varsa bunun yasa koyucu tarafından nasıl belirlenmesi gerektiğidir.
Anayasanın 79. maddesi bu
organlarını öncelikle başında Yüksek Seçim Kurulu bulunacak şekilde yer
belirlemiştir. Anayasa’da alt kurulların hakim üyelerinin hangi ölçüte göre
belirleneceğine ilişkin bir hüküm bulunmamaktadır. Buna yönelik tercih 1950
yılında kabul edilen 5545 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu ile başlayarak,
1961 Anayasası daha yürürlüğe girmeden önce Temsilciler Meclisi’nde hazırlanmış
ve kabul edilmiş olan 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri
Hakkında Kanun’da yer almıştır. 298 sayılı Kanun’da, 5545 sayılı Kanun’daki
gibi, alt kurulları il seçim kurulu ve ilçe seçim kurulları olarak
somutlaştırmıştır ve gene 5545 sayılı Kanun’daki gibi bu alt kurullarda görev
yapacak olan hakimleri meslekte geçirdikleri süreyle orantılı olarak, bu zaman
içinde seçimlerde görev alarak deneyim ve birikim kazanmış olan hakimlerden oluşmasını
benimsemiştir.
1982 Anayasası kabul edildikten
sonra da 298 sayılı Kanun’daki aynı yapı korunarak uygulanmış ve on bir yasama
seçimi, sekiz belediye seçimi, iki cumhurbaşkanlığı seçimi ve dört Anayasa
referandumu, bu kanun hükümlerine göre yapılmıştır.
7393 sayılı Kanun’un 5. maddesiyle
298 sayılı Kanun’un 15. maddesinde yapılan söz konusu değişikliğin sonucu
olarak il seçim kurulu başkan ve üyelerinin iki yılda bir kıdem esası
aranmaksızın en az birinci sınıfa ayrılmış ve birinci sınıfa ayrılma
niteliklerini kaybetmemiş hâkimlerden belirlenmiş olması kıdem ölçütünü
karşılamamaktadır. Şöyle ki, en az birinci sınıfa ayrılmış ve birinci sınıfa
ayrılma niteliklerini kaybetmemiş iki hakimden biri bu nitelikleriyle 3 seçim
geçirmiş diğeriyse hiç seçim geçirmemiş olabilir. Yasa düzenlemesi böyle bir
durumda hangi hâkimin kurul başkanı olacağını belirlememektedir. Bu sebeple bugüne
kadar seçme ve seçilme haklarının yargısal güvencesini oluşturan temel ölçüt
olan “kıdem” terk edilmiş olmaktadır. Kıdem ölçütü, bir hâkimin sınıfı ne
olursa olsun liyakat, birikim ve tecrübesini öncelerken; sınıfa bakılarak seçim
kurullarının daha
önce hiç seçim kurulu üyeliği deneyimi olmayan hâkimlerden oluşmasına imkân
verilmekte; bu itibarla da siyasal özgürlüklerin korunması sorumluluğu, seçim
hukuku gibi oldukça teknik bir alanda henüz yeterli deneyim ve birikime
kavuşmamış olan hâkimlerin üzerine yüklenmiş olmaktadır. Bu durum da, bu hâkimlerin
kararlarının siyasetin veya siyasi partilerin etkisine açık hale gelmesi
şeklindeki zafiyeti ortaya çıkarmaktadır.
Ayrıca Kanun’un önceki
sistematiğinde özellikle merkez ilçe seçim kurullarının başkanlarının, il seçim
kurullarına başkanlık edecek yargıçtan sonra gelen en yüksek dereceli yargıcın
kıdem ve yaş sırasına göre başkanlık yapması usulünün de terk edilmiş olması da,
seçim hukuku ve siyasal özgürlüklere tanınan anayasal güvenceyle
bağdaşmamaktadır. Zira, 298 sayılı Kanun’un merkez ilçe seçim kurulu
başkanlarının, il seçim kurulu başkanı olması sıfatına sahip olan hâkimlerden
sonra belirlenmesine yönelik tercihi, özellikle seçmen kütüklerinin
hazırlanması ve bunlara ilişkin şikayet ve itirazların kesin olarak karara
bağlama görevinin ilçe seçim kurulu başkanına verilmesinden kaynaklanmaktadır.
Seçmen kütüğünün doğruluğu, kütüğün Anayasa ve kanunda belirlenmiş olan
şartları taşıyan yurttaşlardan oluşturulmasıyla sağlanır. Kanunla bir yurttaşın
bu şartları taşıyıp taşımadığının kesin olarak belirlenmesi, ilçede il seçim
kurulu başkanında sonra gelen en kıdemli hâkimin bilgisine emanet edilmiştir. Zira
bu konuda verilecek hukuka aykırı her karar, sadece soyut bir ihlal
oluşturmamakta, bir yurttaşın haksız şekilde kütüğe yazılmaması veya yazıldığı
kütükten çıkarılması sonucunda, en temel siyasal haklarını kullanamaması
sonucunu doğurmaktadır. 298 sayılı Kanun’da yapılan değişiklik, bu itibarla
seçme hakkının güvencesini de zayıflatmaktadır.
2- 7393 sayılı Kanunun 5. maddesiyle
değişik 298 sayılı Kanun’un 15. maddesi (Benzer durum 7393 sayılı Kanun’un 6.
maddesiyle değişik 298 sayılı Kanun’un 18. maddesi için de geçerlidir.), il
seçim kurulu başkan ve üyeliklerinin kura ile belirleneceğini düzenlemektedir. Yasa
hükmünden en az birinci sınıfa ayrılmış ve birinci sınıfa ayrılma niteliklerini
kaybetmemiş olan tüm hâkimlerin adlarının konmasıyla mı kura çekileceği yoksa
bu nitelikte olup da istekli olanların adlarının mı kuraya koyulacağı açık
değildir. Oysa kıdemli hâkimler bakımından seçim kurulunda görev yapmak bir
tercih değil Anayasa ve kanundan doğan bir görevdir. Çünkü hâkimlere böyle bir
tercih hakkı tanınması durumunda zaten iş yükleri kabarık olan hâkimlerin seçim
kurullarında görev almaktan imtina etmeleri mümkün olabilecektir. Oysa yasaya
göre “birinci sınıfa ayrılmış” yeterli bir esas olarak belirlenmiş olsa da tüm
ülkede seçim kurullarının birinci sınıfa ayrılmış hâkimlerden belirlenmesi
mümkün olamayacaktır. Ayrıca Hakimler ve Savcılar Kanunu’na göre, “Birinci
sınıfa ayrılmış” ve “birinci sınıf”, iki farklı statüdür. “Birinci sınıfa
ayrılmış” hakimlerin “birinci sınıf”a atanması için üç yıllık bekleme sürelerini
tamamlamış olmaları gerekir. Dolayısıyla bir ilde birinci sınıf hâkimler
bulunmasına rağmen seçim kurulu başkan ve üyeleri daha tecrübesiz ve kıdemsiz hâkimlerden
oluşabilecektir. Hatta kurul başkanlarının henüz birinci sınıf hâkim olmamış
kişilerden seçilmesi ihtimali de bulunmaktadır. Öte yandan, kura çekiminin
objektifliğini sağlamaya yönelik de herhangi bir güvence öngörülmemiş, kimlerin
kura çekme işlemine katılabileceği açıkça düzenlenmemiş, özellikle siyasi parti
temsilcilerinin kura çekim işleminde hazır bulunmasına dönük bir düzenleme de
yapılmamıştır.
Madde gerekçesinde seçim kurulu
yedek üyelerin seçimine ilişkin belirsizliğin giderildiği belirtilmektedir.
Ancak kuralın salt yedek üyelerin seçimine ilişkin olmadığı açıktır. Kaldı ki
yedek üyelerin seçiminde geçen 72 yılda herhangi bir belirsizlik ya da sorun da
yaşanmış değildir.
İl seçim kurulları, demokratik
devlet ilkesinin hayata geçirilme aracı olan seçimlerin, Anayasal ilkelere
uygun olarak dürüst ve adil bir şekilde gerçekleştirilmesinde ve yurttaşların
seçme ve seçilme haklarını kullanmalarında hayati bir rol oynamaktadır. İl
seçim kurulları, 298 sayılı Kanun’un 16. maddesine göre, il seçim çevresi
içinde seçimin düzenle yürütülmesini sağlamak için gereken bütün tedbirleri
almak ve seçim işlerini denetlemek, ilçe seçim kurullarına oy sandıklarını ve
bu kanunda yazılı diğer seçim araç ve gereçlerini göndermek, ilçe seçim
kurullarının teşekkülüne, işlemlerine ve kararlarına karşı yapılan itirazları
inceleyerek derhal karara bağlamak, ilçe seçim kurulları başkanlıklarınca seçim
işlerinin yürütülmesi hakkında sorulacak hususları derhal cevaplandırmak, aday
beyanname veya listelerini almak ve ilan etmek, bunlar hakkında yapılacak
itirazları incelemek ve bu beyanname veya listelerden kanuna göre muteber
olmayanlar hakkında karar vermek, geçici ve kesin aday listelerini yerlerine
göndermek ve ilan etmek, ile bağlı ilçe seçim kurullarından gelen tutanakları
birleştirerek il seçim çevresi için bir tutanak düzenlemek ve diğer görevleri
yapmakla görevlidir.
Bu nedenle, il seçim
kurullarının oluşumuna ilişkin olarak yapılacak her türlü düzenlemenin
kurulların belirtilen işlevlerinin tarafsızlıkla yerine getirilmesini güvence
altına alacak şekilde yapılması Anayasal bir gerekliliktir.
İptali istenen değişikliğin
hukuksal dayanağına ilişkin kanun gerekçesinde bir açıklama yer almamaktadır.
72 yıldır sorunsuz uygulanan ve objektif bir ölçüte göre il seçim kurulu başkanı
ve ardından merkez ilçe seçim kurulu başkanlarının belirlenmesinden sonra il seçim
kurullarının diğer üyelerinin belirlenmesinde kıdem esasını ölçü alan ancak
yürürlükten kaldırılan kuralın, liyakat ilkesine de uygun olduğu açıktır. Aynı
derecede olup içlerinde en deneyimli olan yargıçların bu kurullarda
görevlendirilmesi, bir diğer ifadeyle kıdem ölçütü sayesinde gerçekleşen
ardışık görevlendirmeler sonucunda, seçim hukuku konusunda bilgili ve tecrübeli
yargıçlardan oluşan bir kurulun görev yapması da güvence altına alınmıştır.
Hiçbir geçerli gerekçesi yokken Anayasal ilkelere ve liyakat esasına uygun
böyle bir yerleşik kuralın değiştirilmesinin demokratik hukuk devleti ilkesiyle
bağdaşmayacağı açıktır.
a) Anayasa’nın Başlangıcı ile
2. ve 5. maddelerine aykırılık
Anayasa’nın 2. maddesinde
Cumhuriyetin temel niteliği olarak belirlenen demokratik hukuk devleti ilkesi,
yönetimde keyfiliğin karşıtı olarak hukuka bağlı seçimle belirlenen ve halkın
iradesine dayanan yönetim anlamına gelmektedir. Hukuk devleti, bütün işlem ve
eylemlerinin hukuk kurallarına uygunluğunu başlıca geçerlik koşulu sayan, her
alanda adaletli bir hukuk düzeni kurmayı amaçlayan ve bunu geliştirerek
sürdüren, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa’ya aykırı durum
ve tutumlardan kaçınan, insan haklarına saygı duyarak bu hak ve özgürlükleri
koruyup güçlendiren, Anayasa’ya ve hukuk kurallarına bağlılığa özen gösteren,
yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde yasa koyucunun da uymak zorunda
olduğu temel hukuk ilkeleri ile Anayasa’nın bulunduğu bilinci olan devlettir.
Anayasa Mahkemesi, seçim
kanunlarına ilişkin değerlendirmelerinde hukuk devleti ile demokratik devlet kurallarını
birlikte ele almaktadır. Anayasa Mahkemesi’ne göre:
“a) Başlangıç’ta geçen “...
hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni...”
sözcükleri, özgürlükçü demokratik düzenin gerekleriyle buna uygun hukuk
düzenini bir temel olarak vurgulamıştır. Anayasa’nın 176/1. maddesine göre
Anayasa metni içinde sayılan Başlangıç’ın öngördüğü düzen, siyasi partilerin
serbestçe oluşup demokratik yöntemler, uygun ölçüler ve sınırlamalarla
seçimlere katılabilmelerine olanak veren, aşırı ve hukuka aykırı engellere
geçerlik tanımayan bir yapıdır.
b) Anayasa’nın 2. maddesinin “...
hukuk devleti...” olarak nitelediği bir yapıda her şeyin bu çatı altında hukuka
uygunluğunun aranması zorunludur.
c) Anayasa’nın 5. maddesine
göre “... Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak...” devletin temel amaç ve
görevlerindendir. Cumhuriyet biçiminin herkese açık, herkes için eşit ve
serbest siyasi katılımla, bunun da siyasi partiler yoluyla gerçekleşeceği,
siyasi partilerin demokrasinin okulu ve oluşum aracı oldukları gözetilirse,
katılım engellerinin bu kavramları, özlenen yapıyı olumsuz yönde etkileyeceği
kuşkusuzdur.”
Hukuk devleti ilkesinin temel
gereklerinden birisi kanunların istikrarlı olmasıdır. Hukuk sisteminin
istikrarı, hukuki öngörülebilirliği ve hukuk güvenliğini sağlayan temel
araçlardan biridir. Oysa, yukarıda açıklandığı üzere, iptali istenen kuralın
açık, anlaşılır ve Anayasal kurallarla bağdaşır bir gerekçesinde ne kanun
teklifinde ne de yasanın Parlamento’da görüşülmesi sırasında ortaya
konulmuştur; TBMM Anayasa Komisyonu ve Genel Kurulu’nda böyle bir düzenlemeye
niçin ihtiyaç duyulduğu konusunda iktidar partisi üyelerince tatmin edici hiçbir
açıklama yapılamamıştır. Bu itibarla, düzenleme amaç unsuru bakımından sakattır
ve hiçbir kamu yararı amacı gütmeyen bir düzenleme öncelikle hukuki istikrarı
ve hukuki öngörülebilirliği ortadan kaldırması bakımından hukuk devleti
ilkesiyle çatışacaktır.
Maddi anlamda Anayasa kuralı
olan seçim yasalarının istikrarı ise, daha özel bir önem arz etmektedir. Zira
seçim kanunlarının parlamento çoğunluklarınca seçimlerde haksız avantaj
sağlamak amacıyla sık sık değiştirilmesi yaygın bir olgudur. Nitekim Avrupa
Konseyi’nin danışma organı olan Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu (Venedik
Komisyonu) 2002 yılında kabul ettiği Seçim Konularında İyi Uygulama
Kurallarında
seçim hukukunun istikrarına özel bir hüküm ayırmıştır. Buna göre, “seçim
hukukunun temel unsurları, özellikle seçim kanunu, seçim kurulu üyeliği ve
seçim bölgelerinin sınırlarının belirlenmesi konularında seçimlerden en az bir
yıl öncesinde değişiklik yapılmamalı ya da bu konular anayasal düzeyde veya
olağan şekli kanunlardan daha üst seviyede düzenlenmelidir”.
Venedik Komisyonu, Açıklayıcı
Rapor’da bu kurala ilişkin olarak şunları belirtmektedir:
“Hukukun istikrarı sürecinin
güvenilirliği için hayati bir öneme sahiptir ki bu da demokrasinin yerleşmesi
açısından hayatidir. Sık sık değişen -ve özellikle karmaşık olan- kurallar
seçmenlerin kafasını karıştırabilir. Her şeyden önce, seçmenler, doğru ya da
yanlış, seçim yasasının sadece güçlülerin elinde bir araç olduğu ve seçimlerin
sonuçlarının belirlenmesinde kendi oylarının çok az ağırlığı olduğu sonucuna
varabilirler.
64. Bununla birlikte, uygulamada,
korunması gereken, temel ilkelerin istikrarından çok (bu kuralları ihlal edecek
değişiklik ihtimali zayıftır) seçim yasasının daha spesifik bazı kuralları,
özellikle de seçim sistemini belirleyen kurallar, seçim komisyonlarının
bileşimi ve seçim bölgesi sınırlarının belirlenmesi ile ilgili kuralların
istikrarıdır. Bu üç unsur, çoğunlukla, doğru ya da yanlış olarak, seçim
sonuçlarında belirleyici faktörler olarak kabul edilir ve bu kuralların
iktidardaki partinin lehine manipülasyonundan olduğu kadar, aynı zamanda
manipülasyon görüntüsünden de kaçınmaya özen gösterilmelidir.
65. Kötü olan oylama
sistemlerini değiştirmek değil – her zaman daha iyisi için değiştirilebilirler
– onları sık sık veya seçimlerden hemen önce (bir yıl içinde) değiştirmek.
Herhangi bir manipülasyon amaçlanmasa bile, değişiklikler anlık parti siyasi
çıkarları tarafından dikte edilmiş gibi görünecektir.
66. Manipülasyondan kaçınmanın
bir yolu, en fazla değişikliğe tabi tutulan hususları (seçim sisteminin
kendisi, seçim komisyonlarının yapısı, seçim bölgeleri veya seçim bölgesi
sınırlarının çizilmesine ilişkin kurallar) Anayasada veya olağan kanundan daha
yüksek bir statüye sahip bir metinde düzenlemektir. Daha esnek bir başka çözüm
de Anayasa’da, seçim yasası değiştirilirse, bir sonraki seçimde -en azından
gelecek bir yıl içinde yapılacaksa- eski sistemin uygulanacağını ve
değişikliğin daha sonrasında yürürlüğe gireceğini düzenlemek olabilir.”
Görüldüğü gibi seçim
sisteminde, seçim kurullarının oluşumunda ve seçim çevrelerinin düzenlenmesinde
değişiklik yapan kurallar bakımından oldukça hassas davranılması gerekir.
Getirilmek istenen düzenlemeyle, seçimlerin tüm ülkede seçim hukukunda deneyime
dayalı uzmanlık gerektiren yargı güvencesi altında yapılması, ancak tüm il ve
ilçelerde en az birinci sınıfa ayrılmış ve birinci sınıfa ayrılma niteliklerini
kaybetmemiş hâkimlerin hâlihazırda görev yapıyor olması halinde mümkün olacaktır. Ancak
böyle bir yargı örgütünün ülke genelinde bulunduğunu söylemek mümkün değildir.
Zaten iptali istenen düzenleme de adeta bunun bir kanıtını oluşturmaktadır.
Zira, söz konusu değişiklik düzenlemesinde yer alan “Ad çekmeye katılacak hâkim sayısının beşten az olması
durumunda, bu hâkimler arasında ad çekme işlemi yapıldıktan sonra eksik kalan
asıl ve yedek üyeler en kıdemli hâkimden başlayarak belirlenir.” hükmü, ancak bu durumlar için öngörülen bir uygulama
alanına ilişkindir. Bu itibarla, en az birinci sınıfa ayrılmış ve birinci
sınıfa ayrılma niteliklerini kaybetmemiş hâkimin bulunmadığı seçim bölgelerinde
seçim güvenliğinin sağlanması, Kanun’un ilk tercihine göre belirlenmiştir. Bu
husus, aslında önemli bir çelişkiyi de gün yüzüne çıkarmaktadır. Şöyle ki, bir
an için kanun değişikliğinin kamu yararı amacını taşıdığı, bunun da seçimlerin
ülke genelinde seçme ve seçilme hakkını daha güvenceli hale getirecek yeni bir
kurala göre yapılması olduğu düşünüldüğünde; o zaman, kanun koyucu bazı
kurulların bu güvenceyi sağlamaktan uzak şekilde kurulmasına neden olmakla,
seçme ve seçilme haklarının yargısal güvencesini ülke genelinde aynı şekilde
sağlamaktan uzak olan bir sonuç yaratıldığı ortaya çıkmaktadır. Bu sonuç dahi,
kuralın Anayasa’ya ve hukuka apaçık aykırı olan yönünü en belirgin şekilde
ortaya çıkarmaktadır.
298 sayılı Kanun’da alt seçim
kurullarının oluşumlarına yönelik değişikliğin olağan yasama döneminin sonra
ermesine on dört ay gibi kısa bir süre kala yapılmış olması da
değerlendirilmesi gereken ayrı bir husustur.
Öncelikle Anayasa’nın 67.
maddesinin son fıkrasında yer alan seçim kanunlarında yapılan değişikliklerinin
bir yıl içinde yapılacak seçimlerde uygulanamayacağına ilişkin kural, seçim
kurallarını lehe sonuç yaratacak şekilde değiştirerek menfaat sağlamak isteyen
yasama çoğunluklarına karşı getirilmiş bir anayasal güvencedir. 3. başlık altında
detaylı şekilde açıklandığı üzere, 7393 sayılı Kanun’un 12. maddesiyle 298
sayılı Kanun’a eklenen geçici 24. madde marifetiyle alt kurulların üye
yapılanmasına ilişkin yapılan değişikliklerin 3 ay içinde tamamlanmasını
sağlayan düzenlenme, salt bu haliyle, 1982 Anayasası’nın 67/son hükmünde yer
alan yasağa aykırı olması sebebiyle Anayasa’ya aykırılık oluşturmaktadır. Şu
halde oluşumlarında ciddi Anayasa’ya aykırılık barındıran seçim kurullarına
ilişkin düzenlemenin 1982 Anayasası’nın 67/son hilafına uygulanması söz
konusudur. Bunun bir Anayasa’ya aykırılık oluşturmadığı ise iki gerekçeye
dayanabilir: Anayasa Mahkemesi’nin Yüksek Seçim Kurulu’nun görev süresini
uzatan 7159 sayılı Kanun hükmünü Anayasa’ya aykırı bulmayan kararı ile
seçimlere zaten bir yıldan fazla bir süre olduğu iddiası. İlkine ilişkin
açıklamalara 3. başlık altında detaylı şekilde açıklandığından burada özet
olarak oluşumların değiştirilmesi ile mevcut kurul üyelerinin görev sürelerinin
uzatılmasının aynı nitelik ve etkide olmayan düzenlemeler olduğudur. İkinci
için ise anayasal devletlerde organların olağan görev sürelerinin tamamlanması
sonunda seçimlerin yapılmasıdır. Ayrıca sert erkler ayrılığına dayanan
demokratik hükümet sistemlerinde de yasama ve yürütmenin görev süresini
tamamlamaları sistemin niteliğinden (sert kuvvetler ayrılığından)
kaynaklanmaktadır. Oysa, 1982 Anayasası kabul edildiğinden bu yana yasama ve
yürütme sadece iki dönem görevlerini tamamlayarak seçimlere gidilmiş; diğer
seçimler hep alınan erken seçimi kararının sonucu olmuştur. Şu durumda güncelde
böyle bir kararın alınamayacağı mutlak bir kesinlik değildir. Hatta 1982
Anayasası’nın 116. maddesi düzenlemesi böyle karar alınmasını hem Cumhurbaşkanı’na
hem de TBMM’ye tanımıştır. Olağan görev sürelerinin bitirilmesi bir kesinlik
değil bir olasılık durumundadır. Bu olasılık karşısında da 1982 Anayasası’nın
son hükmünde yer alan yasağın da tek başına yeterli olmadığı geçmiş dönemdeki
örnekler ortaya çıkarmaktadır. Zira, önceki dönemlerde Anayasa’ya geçici madde konularak
bu yasak dört kez aşılabilmiştir. TBMM tarafından olası bir erken seçim kararı
için aranan çoğunluk, Anayasa değişikliği için gerekli olan çoğunlukla aynı
olduğundan, diğer dönemlerden farklı olarak bu sefer seçim sürecinin bir
siyasal çoğunluk lehine sonuçlanmasını sağlamak amacıyla Anayasa’da yer alan
yasağın dolanılmasının önünde bir engel bulunmamaktadır.
Dolayısıyla yürürlüklerinin
durdurulması ve iptal edilmeleri hali dışında, ciddi Anayasa’ya aykırılıklar
barındıran bu düzenlemelerin yasa eliyle ya da Anayasa değişikliği eliyle Anayasa
güvenceleri aşılarak yürürlükte kalmasının mümkün olması karşısında bu
düzenlemelerin toplumsal yarara yöneldiğini söylemek mümkün değildir. Bu
itibarla aşağıda açıklanacağı üzere, somut bir kamu yararı amacı gütmeyen kural,
demokratik hukuk devleti ilkesine aykırıdır.
İhtilaflı düzenleme, amaç
unsuru bakımından Anayasa’nın 2. maddesine aykırıdır. AYM’nin belirttiği üzere,
Anayasa’nın 2. maddesindeki hukuk devleti ilkesi gereğince, yasama işlemlerinin
kişisel yararları değil kamu yararını gerçekleştirmek amacıyla yapılması
zorunludur.
Hukuk devletine ilişkin
normatif düzenleme, bütün kamusal işlemlerde olduğu gibi yasaların da kamu
yararı amacıyla çıkarılmasını gerekli kılmaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin
yerleşik içtihadına göre; her ne kadar AYM, bir yasanın kamu yararına uygun
olup olmadığını denetleyemez ise de, kamu yararı amacıyla çıkarılıp
çıkarılmadığını denetleyebilmektedir. Anayasa’nın çeşitli hükümlerinde yer alan
kamu yararı, Anayasa Mahkemesi’nin kararlarında da belirtildiği gibi, bireysel
ve özel çıkarlardan ayrı ve bunlara üstün olan toplumsal yarardır. Kamu yararı
düşüncesi olmaksızın yalnız özel çıkarlar için veya sadece belirli kişilerin
yararına olarak kanun hükmü konulamaz. Böyle bir durumun açık ve kesin olarak
saptanması hâlinde söz konusu kanun hükmü, Anayasa’nın 2. maddesine aykırı
düşer. Açıklanan istisnai hâl dışında bir kanun hükmünün gereksinimlere uygun
olup olmadığı, hangi araç ve yöntemlerle kamu yararının sağlanabileceği kanun
koyucunun takdirinde olduğundan bu kapsamda kamu yararı değerlendirmesi yapmak
anayasa yargısıyla bağdaşmaz.
Zira neyin kamu yararına olduğu konusunda çeşitli siyasal ve ideolojik
yaklaşımlara göre farklı görüşler ortaya çıkabilecektir ve Mahkeme’nin
benimsediği yaklaşımın yasama organına hâkim olan gücün yaklaşımından daha
geçerli olduğunu ortaya koyacak objektif bir ölçüt yoktur. Ancak bir işlemin
açıkça özel bir yararı elde etmeye yönelik olduğu ve bundan kamusal bir yarar
gözetilmediğinin açıkça görülebildiği hallerde işlemin kamu yararı amacıyla
yapılmadığını tespit etmek mümkündür ve Anayasa Mahkemesi, geçmişte kamu yararı
amacıyla çıkarılmadığını tespit ettiği bazı yasal kuralları iptal etmiştir.
İptali istenen kuralın somut
bir kamu yararı amacı gütmediği yukarıda açıklanmıştır. Bu kuralın TBMM’de 14,
komisyonlarda temsil edilen 5 siyasal parti bulunmasına rağmen kanun teklifinin
sadece iki siyasi parti tarafından ısrarla desteklenmesi ve aynı Kanun’un 12.
maddesiyle 298 sayılı Kanun’a eklenen geçici 24. madde ile mevcut kurul
üyelerinin görev sürelerini bitirmeleri beklenmeden ve yeni belirlenen
üyelerinin de iki yıl için görevli olduklarının değil, öncekilerin görev
sürelerini tamamlayacaklarının belirtilmesiyle (Özetle, mevcut kurullar yeni
kurala göre belirlenecek ancak bu kurulların görev süreleri iki yıl değil,
öncekilerin kalan görev süreleri kadar olacaktır.) değişikliğin hemen
uygulamaya konulmasının sağlanmasından, bu kuraldan kamu yararına dönük bir
sonuç beklenmediğin de açık göstergeleridir. Anayasa Mahkemesi’nin, ihtilaflı
kuralın kamu yararı dışında bir amaca yönelik olarak çıkarılıp çıkarılmadığını
incelerken, aynı Kanun’un 12. maddesiyle 298 sayılı Kanun’a eklenen geçici 24.
maddeyi de dikkate alması elzemdir. Son on yılda Türkiye’de yargı sisteminde
yapılan değişikliklerle özellikle de olağanüstü hal sürecinde görevde bulunan yargıçların
üçte birinin ihracı ve arkasından 10.000’den fazla yeni yargıcın alınması ve
yeni alınan yargıçların çok düşük puanlarla mülakata çağrıldığı, pek çoğunun
daha önce iktidar partisi teşkilatının çeşitli kademelerinde görev yaptığı
hususları birlikte düşünüldüğünde; durum, daha da açıklık kazanmaktadır. Son
yıllarda seçim süreçlerinde yaşanan gelişmeler, özellikle 2017 Anayasa
referandumu sırasında sandıklar açılmaya başlandıktan sonra YSK’nin mühürsüz
pusulaların geçerli sayılacağı yönünde bir karar alması, 2017 yılında görev
yapan YSK üyelerinin görev süreleri kanunla uzatılarak aynı YSK’nin görev
yaptığı (adeta görev yaptırıldığı) 2019 yerel seçimlerinde İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanlığı seçiminin sandık kurullarına ilişkin mevzuata aykırılık
iddiasıyla şaibeli bir şekilde iptal edilmesi, ancak aynı sandıklarda
kullanılan ilçe belediye başkanlıkları ve belediye meclis üyeliklerine ilişkin
seçimlerin iptal edilmemesi, bu kararın kamuoyuna ilk açıklayanın TBMM’de
birinci çoğunluk partisinin YSK nezdindeki temsilci olması, bağımsız ve
tarafsız olması gereken seçim kurullarının en üst organının iktidar
çoğunluğunun etkisi altında hareket edemediğinin göstergeleridir. 7393 sayılı
Kanun ile yapılan değişiklikler ve özellikle iptali istenen kurallar, bu sefer
oluşumları değiştirilen alt kurulları aynı iktidar çoğunluğunun etkisine
açacaktır.
Sonuç olarak;
a) Gerekçeden yoksun olması
sebebiyle amaç unsuru bakımından sakat olması;
b) Seçim kurullarının
oluşumunda kıdem esası benimsenerek Anayasa ve maddi anayasa kurallarıyla siyasal
haklara sağlanan güvencenin ortadan kaldırılması ve 298 sayılı Kanun’a eklenen
geçici 24. madde aracılığıyla anayasaya uygunluk denetimini etkisiz kılacak
şekilde kurulların yeniden kurulmasının sağlanması;
c) İhtilaflı kuralın getirdiği
usul ile, olağanüstü hal sürecinde mevcut yargıçların üçte birinin ihracı ve
arkasından 10.000’den fazla yeni yargıcın, objektif olarak şüpheli koşullarda
göreve başlatılması,
d) 2017 ve 2019 yıllarında, YSK’nin,
açık şekilde hukuka aykırı olan ve seçim sonuçlarını etkileyen kararları,
dikkate alındığında, iptali
talep edilen kural Anayasa’nın 2. maddesinde güvence altına alınan demokratik
hukuk devleti ilkesine aykırıdır. Eklemek gerekir ki; anayasa yargısının ve
seçim hukukunun doğası gereği, Anayasa Mahkemesi’nin, yukarıda sıralanan
ampirik ve siyasi koşulları, ihtilaflı kuralın kamu yararı amacına yönelik
olarak çıkarılıp çıkarılmadığı değerlendirmesinde dikkate alması gerekir.
Diğer taraftan, aşağıda
ayrıntılı olarak açıklanacağı üzere Anayasa’nın 67. maddesinde güvence altına
alınan seçme ve seçilme hakkı ile 79. maddesinde güvence altına alınan
seçimlerin bağımsız ve tarafsız yargı güvencesi altında yapılması ilkelerine
aykırılıklar da, Anayasanın 2. maddesinde güvencelenen demokratik devlet
ilkesine ve temel amaç ve görevi “demokrasiyi korumak” olarak belirlenen Devlet’in
yükümlülüğüne (md.5), Başlangıç bölümünde geçen “... hürriyetçi demokrasi ve
bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni...”ne de aykırılık oluşturmaktadır.
Bu itibarla, aşağıdaki alt başlıkta (b) bu minvalde ortaya konulan bulgular, bu
alt başlık (a) kapsamında, demokratik devlet ilkesini öngören 2. maddenin, 5.
maddenin ve başlangıç bölümünün ihlali edildiğini de göstermektedir.
b) Anayasa’nın 67. ve 79.
maddelerine aykırılık
Anayasa’nın 67. maddesinin
ikinci fıkrasında, seçimler ve halkoylamasının serbest, eşit, gizli, tek
dereceli, genel oy, açık sayım ve döküm esaslarına göre, yargı yönetim ve
denetimi altında yapılacağı belirtilmiştir. Demokratik devlet normunun olmazsa
olmaz koşulu ve demokratik yönetimin meşruiyetinin kaynağı olan seçimlerin her
türlü şaibeden uzak bir şekilde denetime açık, saydamlığın sağlandığı bir
ortamda ve seçmenlerin oylarını sandıklara erişimde bir sıkıntı yaşamadan
kullanmalarına olanak verecek şekilde yapılması gerekmektedir.
Anayasa Mahkemesi, seçim
kanunlarına ilişkin yasa koyucunun takdir yetkisini saptarken şu esaslı
ilkeleri ortaya koymuştur: “67. maddenin birinci fıkrasında öngörülen hakların
yasada belirtilecek koşullara uygun biçimde kullanılacağı açıklığı, yasa koyucunun
takdirine bırakıldığım göstermektedir. Yasakoyucu bu düzenlemeyi Anayasa’nın
13. maddesinde sözü edilen “...demokratik toplum düzeninin gerekleri”ne uygun
biçimde yapmak zorundadır. Bu sınırın aşılması, seçme, seçilme ve siyasi
faaliyette bulunma haklarını sözde bırakır. 67. maddenin ikinci fıkrasında
belirlenen “...serbest, eşit, gizli, tek dereceli, genel oy, açık sayım ve
döküm esasları” ile “yargı yönetim ve denetimi” bu konudaki düzenlemede temel
alınacak ilkelerdir. Bu ilkelerle yasa koyucuya tanınan takdir hakkı,
sınırlamanın çerçevesini çizmektedir. Bu yetkiyle 298 sayılı Kanunun 7. ve 8.
maddeleri düzenlendiği gibi Anayasa’nın kendisi de 67/5. ve 76. maddede kimi
sınırlamalar getirmiştir. Seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı
kimi zaman Anayasa koyucu tarafından, kimi zaman Anayasa’nın verdiği yetkiye
dayanılarak yasama organı tarafından belirlenen sınırlı haklardır.
Düzenlemenin, yasa koyucunun takdiri dışında bırakılan anayasal ilkeleri
zedelememesi ve demokratik toplum düzeninin esaslarına aykırı olmaması gerekir.
Hakkın özüne dokunan düzenlemeler gerçek anlamda bir seçme ve seçilme hakkını
ortadan kaldırır.”
Anayasa Mahkemesine göre,
seçimlerin demokrasideki önemi, devletin oyların “serbestliği(ni) etkileyecek
yanlı girişim ve eylemlere karşı önlem alınmasını zorunlu kılmıştır. Seçimlerin
dürüstlük kurallarına uygun biçimde yapılması, Devletin başta gelen
yükümlülüğüdür. Bu konuda gösterilecek özen rejimin sağlıklı yaşamı için temel
koşuldur. Seçimler, demokratik düzenin başlıca kaynağı ve geçerlik
göstergesidir … Kaldı ki, 67. maddenin ikinci fıkrasındaki ilkeler de dürüstlük
ilkesini özetlemekte, onunla birleşmekte, bütünleşmektedir.”
Anayasa’nın 79. maddesinde
seçimlerin dürüstlüğünü sağlama görevi ve sorumluluğu, Yüksek Seçim Kurulu’na
ve diğer alt seçim kurullarına verilmiştir. Seçimlerin dürüstlüğü, seçmenlerin
belirlenmesinden adaylıkların kabulüne propaganda döneminden seçim günü sandık
kurulunun işlemlerine kadar tüm seçim sürecinde uyulması gereken bir kuraldır.
Dürüst bir şekilde yapılmayan seçimin, seçmenin genel, eşit, serbest ve gizli
şekilde ortaya çıkması gereken iradesine dayandığını söylemeye olanak
bulunmamaktadır. Seçimin dürüstlüğünü sağlayan en temel güvenceyi ise, hem tüm
seçim işlemlerinin hem de tüm seçim uyuşmazlıklarının bağımsız ve tarafsızlık
niteliklerine sahip olan kıdemli hakim üyelerden oluşan seçim kurulları ve YSK
oluşturmaktadır. Tarafsız ve bağımsız olmayan bir organın seçimleri dürüst bir
şekilde yönetmesi ve seçim uyuşmazlıklarını tarafsız ve bağımsız bir şekilde
objektif hukuki kurallara uygun olarak çözmesi de mümkün olmayacaktır.
Nitekim Türkiye’nin taraf
olduğu uluslararası insan hakları sözleşmeleri de seçimlerin yönetim ve
denetiminin tarafsız ve bağımsız organlarca yerine getirilmesini sağlama ödevi
yüklemektedir. Öncelikle Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin
kamu yönetimine katılma, oy ve seçilme hakkını düzenleyen 25. maddesine ilişkin
olarak İnsan Hakları Komitesi’nin 25 No’lu Genel Yorumu’nun 20. Paragrafında, “Seçimleri
yürütecek ve seçimlerin adil, tarafsız ve Sözleşme ile uyum sağlayan kurallara
göre gerçekleşmesini sağlayacak bağımsız bir otorite kurulmalıdır.”
denilmektedir. Böyle bir otoritenin oy hakkının hayata geçirilmesi açısından
önemini belirten Komite, bu hakların güvence altına alınmamasının Sözleşme’nin
25. maddesini ihlal edeceğini belirtmiştir.
Birleşmiş Milletler İnsan
Hakları Yüksek Komiserliğince 2021 yılında yayınlanan Seçimlere İlişkin
Uluslararası İnsan Hakları Standartları El Kitabında seçim komisyonları ile
ilgili olarak şu hususlara yer verilmiştir: “Hangi model benimsenirse
benimsensin, seçim yönetim organlarının seçim sürecinin güvenilirliğini
sağlaması beklenmektedir. Bir seçim merciinin kurulduğu durumlarda, İnsan
Hakları Komitesi, seçim sürecinin “adil, tarafsız ve Sözleşme ile uyumlu
yerleşik yasalara uygun olarak yürütülmesinin” sağlanmasını tavsiye etmiştir.
Seçim yönetim organları, nasıl oluşturulduklarına bakılmaksızın, bağımsız
(kararlarında hükümet, siyasi veya diğer partizan etkilere boyun eğmemeleri
gerektiği anlamında), tarafsız ve toplumsal cinsiyete duyarlı bir şekilde
işleyebilmelidir. Bu tür organlar, karar verme süreçlerinde açık, şeffaf ve
maksimum düzeyde istişari niteliklere sahip olmalı ve tüm paydaşlar için ilgili
bilgilere erişim sağlamalıdır. Seçim idaresini önyargı veya yolsuzluktan
yalıtmak için yasal güvenceler mevcut olmalıdır. Seçim faaliyetleri, karar-
oluşturma süreci tamamen şeffaf ve kapsayıcı bir şekilde yürütülmelidir.”
Avrupa Konseyi düzeyinde de
Venedik Komisyonu 2002 yılında kabul ettiği Seçim Konularında İyi Uygulama
Kurallarında seçim komisyonlarının oluşumuna ilişkin özel kurallar
belirlemiştir.
Kılavuz İlkelerin Uygulanma
Koşullarını düzenleyen kuralların üçüncüsü, usul güvencelerine ayrılmıştır ve
3.1 maddede seçim kurullarına ilişkin ilkelere yer verilmiştir. Buna göre; “a.
Seçim kanununu uygulamakla görevli tarafsız bir organ bulunmalıdır. b. İdare
makamlarının siyasi iktidarı elinde bulunduran mercilerden bağımsız olmasına
dair uzun süreli yerleşik bir gelenek bulunmadığında, ulusal düzeyden seçim
sandıklarının bulundukları merkezlere kadar her düzeyde tarafsız, bağımsız
seçim kurulları oluşturulmalıdır. … e. Siyasi partiler seçim kurullarında eşit
bir şekilde temsil edilmeli veya sözü edilen tarafsız kurumun çalışmalarını
gözlemleme imkânına sahip olmalıdır. Eşitlik, katı bir şekilde oransal olarak
yorumlanmalıdır.
f. Seçim kurullarının üyelerini atayan makamlar, bu üyeleri ihtiyari olarak
görevden alma serbestisine sahip olmamalıdır. g. Seçim kurullarının üyeleri
standart bir eğitimden geçirilmelidir. h. Seçim kurullarının kararlarının
nitelikli çoğunluk veya oybirliği ile alınması arzu edilir.”
Açıklayıcı Rapor’da seçim
öncesinden seçim sonuçları açıklanıncaya kadarki süreci kapsayan seçim
sürecinin düzgün bir şekilde yönetiminin ancak şeffaflık, tarafsızlık ve siyasi
amaçlı manipülasyonlara karşı bağımsızlıkla güvence altına alınabileceği
vurgulanmıştır.
Bu nedenle de seçimlerin şaibeden uzak ve düzgün bir şekilde yapılmasını
sağlamak amacıyla sandık kurullarından merkezi seçim kuruluna kadar (YSK) her
seviyedeki kurulların tarafsız ve bağımsız bir şekilde oluşturulması gerektiği
belirtilmiştir.
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği
Teşkilatı tarafından 2003 yılında yayınlanan AGİT Üyesi Devletlerde Demokratik
Seçimlere İlişkin Taahhütler başlıklı belgede de seçimlerin tarafsızlığı ile
ilgili olarak şu hususlara yer verilmiştir:
“4.1. Seçimlerin idaresi, hükümet
veya diğer müdahalelerden bağımsız olarak, kanuna göre şeffaf bir şekilde
çalışan görevliler veya organlar tarafından özerk bir şekilde yürütülmelidir.
Seçim idaresine atananların sorumluluklarını etkin ve tarafsız bir şekilde
yerine getirmeleri ve bunu yapacak yeterliliğe ve kararlılığa sahip bireyler
olmaları gerekir.
4.2. Seçim idaresinin
tarafsızlığı, esas olarak ya tamamen profesyonel ya da siyasi olarak dengeli
bir yapı ile sağlanabilir. Her düzeydeki seçim kurullarına atamalar şeffaf bir
şekilde yapılmalı ve atananlar, yasal sebepler dışında görev süresi dolmadan
görevlerinden alınmamalıdır.
…”
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
de seçim hakkını güvence altına alan Sözleşme’ye ek 1. Protokol’ün 3.
maddesinin taraf devletlere adil ve demokratik seçimleri gerçekleştirme pozitif
ödevi yüklediğini hatırlatarak, bu yükümlülüğün bir gereği olarak seçimin
yönetiminden sorumlu makamların şeffaf bir şekilde çalışmasının ve siyasi
manipülasyondan bağımsız ve tarafsız olmasını sağlamanın önemli olduğunu
vurgulamıştır.
Dolayısıyla seçimlerin yönetimi
ve seçim uyuşmazlıklarının çözümünden sorumlu kurullardan biri olan il seçim
kurullarının oluşumunun şeffaflık, tarafsızlık ve bağımsızlık ilkelerine uygunluğu,
Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası insan hakları sözleşmelerinin gereği
olduğu gibi, aynı zamanda Anayasa’nın 67. ve 79. maddelerinden kaynaklanan Anayasal
bir zorunluluktur.
Yukarıda etraflı bir şekilde
açıklandığı gibi il seçim kurulu başkan ve üyelerinin seçiminde objektif ve
liyakate dayalı sistemin ortadan kaldırılarak gerekçelendirilemediği için kamu
yararı amacı taşımayan ve iktidarı elinde bulunduran siyasal çoğunluklara seçim
kurullarını yeterli birikime sahip olmayan hâkimlerden oluşturarak menfaat
sağlama yolunu açan bir sistem öngörülmesi, açıkça Anayasa’nın 67. ve 79.
maddelerine de aykırıdır.
c) Anayasa’nın 36. ve 138.
maddelerine aykırılık
Söz konusu değişikliğin aynı
zamanda 1982 Anayasası’nın 36. maddesiyle hak arama özgürlüğü kapsamında
korunan adil yargılanma güvenceleri ile mahkemelerin bağımsızlığını koruma
altına alan 138. maddesi temelinde de incelenmesi zorunludur.
Seçim kurullarının adil
yargılanma güvencelerine uygun oluşturulması ve işlemesi de demokrasinin
kurulması açısından hayati önem taşımaktadır. Seçim uyuşmazlıklarını karara
bağlayan il seçim kurullarının bu yönüyle adil yargılanma güvencelerine uygun
oluşturulması da zorunludur.
Nitekim, AİHM içtihadının
açıkça ortaya koyduğu gibi seçme ve seçilme hakkının devlete yüklediği pozitif
yükümlülükler arasında seçimin yönetimi ve seçim uyuşmazlıklarından sorumlu
olan organların, yani seçim kurullarının şeffaflık, tarafsızlık, bağımsızlık
gereklerine uymasının yanı sıra başvuranlar için usulü güvenceleri sağlaması ve
özellikle de kararlarının gerekçeli olması da zorunludur.
AİHM ve AYM’nin yerleşik
içtihadına göre, yargı organlarının tarafsız hareket etmelerinin yanı sıra
tarafsız da görünmeleri gerekir. AİHM’in ifadesiyle tarafsız olması yetmez,
tarafsız olduğunu da göstermelidir.
Taraflar ya da kamuoyu nezdinde bir otoritenin tarafsız ya da bağımsız
davranmayabileceği yönünde bir görüntü oluşturulması da tarafsızlık,
bağımsızlık gereğinin ihlalini oluşturur. Yargılama makamının tarafsızlığına
ilişkin herhangi bir meşru kaygı veya korkuyu bertaraf edecek yeterli
güvenceler sunması gerekir.
Dolayısıyla seçim
uyuşmazlıklarını karara bağlayan ve yargısal karar veren ilçe ve il seçim
kurulları ile Yüksek Seçim Kurulu’nun da tarafsızlık ve bağımsızlık gereklerine
uygun olarak oluşturulması ve tarafsız ya da bağımsız davranmayabilecekleri
yönünde bir görüntü oluşturulmasına yol açabilecek düzenlemelerden kaçınılması
gerekmektedir. İnsan Hakları Komitesi, Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar
Sözleşmesi’nin 14. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkıyla
ilgili olarak 32 No’lu Genel Yorumunda bir yargı organının yetkililiği,
bağımsızlığı ve tarafsızlığının, herhangi bir istisna tanımayan, mutlak bir hak
olduğunu belirtmiş ve bağımsızlık gerekliliğinin, özellikle, yargıçların
atanmasında izlenen usuller ve aranan vasıflarla; zorunlu emeklilik yaşına veya
görev bitimine kadar görev güvencesiyle; bunların olduğu yerlerde terfi, tayin,
el çektirme ve görevden alma gibi işlemleri düzenleyen kurallarla ve yargının,
yürütmenin ve yasamanın politik müdahalelerinden fiilen bağımsız olmasıyla
ilgili olduğunu belirtmiştir.
Ayrıca yargılamanın adilliği, hangi taraftan ve hangi nedenle olursa olsun
doğrudan veya dolaylı etkinin, baskının, sindirmenin veya müdahalenin olmamasını
gerektirir.
Yukarıda ayrıntılı olarak
açıklandığı gibi il seçim kurullarının başkan ve üyelerinin seçimine ilişkin
gerekçesiz değişikliğin olağan yasama ve cumhurbaşkanlığı seçimine 14 ay kala
yapılması ve mevcut kurul üyelerinin görevlerinin üç ay içinde sonlandırılarak
yeni kanuna göre kurayla seçilmesinin öngörülmesi ama bu kurulların iki yıl
değil, öncekilerin görev sürelerini tamamlayacak olmalarının kabul edilmesinin
yanında, olağanüstü hal devresinde TBMM’de birinci çoğunluk partisinin teşkilatında
görev almış kimi isimlerin yargıç olarak atamalarının yapılmış olması gibi
hususlar gözetildiğinde, bu kurulların yürütmenin nüfuzu altına alınmak
istendiğinin açık bir kanıtıdır ve kural, bu yönüyle Anayasa’nın bağımsız ve
tarafsız mahkemeye erişim ve yargılanma kurallarını teminat altına alan 36 ve
138. maddelerine de aykırıdır.
Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın
Başlangıç bölümüne, 2., 5., 36., 67., 79. ve 138. maddelerine aykırı olan
kuralın (7393 sayılı Kanun’un 5. maddesiyle değiştirilen 26.04.1961 tarihli ve
298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun’un 15.
maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “, kınama veya daha ağır disiplin cezası almamış en az
birinci sınıfa ayrılmış ve birinci sınıfa ayrılma niteliklerini kaybetmemiş”
ile “ad çekme suretiyle tespit edilir” ibareleri; üçüncü cümlesi; dördüncü
cümlesi; beşinci cümlesinde yer alan “Ad
çekmeye katılacak hâkimin bulunmaması durumunda ise” ibaresi; yedinci cümlesi;
sekizinci cümlesinde yer alan ‘‘Ancak, bu’’ ibaresinin) iptaline karar
verilmesi gerekir.
2. 7393
sayılı sayılı Kanun’un 6. maddesiyle değiştirilen 298 sayılı Kanun’un 18.
maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “ad çekme suretiyle”
ile “hâkim, kurulun başkanıdır.” ibareleri; bu fıkraya ikinci cümlesinden sonra
gelmek üzere eklenen cümlede yer alan “Ad çekmeye katılacak hâkimin bulunmaması
durumunda ise” ibaresinin Anayasa’ya aykırılığı
7393 sayılı Kanun’un 6. maddesi
ile 298 sayılı Kanun’un 18. maddesinde
değişiklik yapılarak ilçe seçim kurulu başkanının ilçede görev yapan en kıdemli
hakim olması ilkesi terkedilerek kurul başkanının birinci sınıfa ayrılmış
hakimler arasından kura yoluyla belirlenmesi yöntemi kabul edilmiştir.
İlçe seçim kurulu başkanının
birinci sınıfa ayrılmış hakimler arasından kura yoluyla belirlenmesi, ilçe
seçim kurulu başkanlığı görevini, daha önce seçim kurulu üyeliği deneyimi
olmayan bir hakim tarafından üstlenilmesine sebep olacaktır. Oysa 5. maddeye
ilişkin Anayasa’ya aykırılık gerekçesinde de belirtildiği üzere, 72 yıllık yasa
kuralı ve bunu destekleyen uygulama ve YSK kararları, seçmenlik sıfatının,
seçim kütüklerini en kıdemli hakimin bilgi ve birikimine emanet ederek
seçmenlik sıfatına etkin bir koruma getirmişti. Bu itibarla, kıdem usulünün
terk edilmesi sonucunda kura yöntemi benimsenerek, Anayasal güvence ortadan
kaldırılmış olmaktadır. Ayrıca kuraya katılabilmek için “birinci sınıfa
ayrılmış” olmak yeterli görülmüştür. Hakimler ve Savcılar Kanunu’na göre, “Birinci
sınıfa ayrılmış” ve “birinci sınıf” iki farklı kavramdır. “Birinci sınıfa
ayrılmış” hakimlerin “birinci sınıf”a atanması için üç yıllık bekleme
sürelerini tamamlamış olmaları gerekir. Dolayısıyla bir ilçede birinci sınıf
hakimler bulunmasına rağmen ilçe seçim kurulu başkanı, daha tecrübesiz ve
kıdemsiz hâkim olabilecektir. Öte yandan kura çekiminin objektifliğini
sağlamaya yönelik de herhangi bir güvence öngörülmemiş, kimlerin kura çekme
işlemine katılabileceği açıkça düzenlenmemiş, özellikle siyasi parti
temsilcilerinin kura çekim işleminde hazır bulunmasına dönük bir düzenleme de
yapılmamıştır.
Kanun’da bu yönde bir
değişikliğin kamu yararını tesise yönelik hangi hukuki ihtiyaçtan kaynaklandığı
belirtilmemiştir. Madde gerekçesinde “Anayasamıza göre seçimlerin yapılmasını
gözetlemek ve denetlemekle görevli yargı erkinin yargısal faaliyetlerle ilgili
görevlendirmede ölçüt olarak oluşturup dikkate aldığı kriterler, seçim
görevlendirmelerinde de dikkate alınmıştır” denilmektedir. Öncelikle gerekçede
kullanılan “gözetlemek” fiili, Anayasa’nın diliyle uyuşmamaktadır. 1982
Anayasası’nın hem 67. hem de 79. maddelerinde “yönetmek” fiili kullanılmıştır.
Kanun gerekçesinin yazılmasında bir özensizlik örneğini oluşturmasının
ötesinde, bu farklı fiil tercihinin 72 yıllık uygulamanın değiştirilmesinden
beklenen “yarar”ı gözler önüne serdiğini de ifade etmek gerekmektedir. Yeni
oluşturulan kurullardan “yönetim” değil, adeta seçim işlemlerinin “gereği gibi”
yapıldığının gözetlenmesi beklenmektedir. Öte yandan, Anayasa’nın hangi maddesine
dayanılarak yargı erkinin görevlendirilmesinde kıdem değil kura usulünün kriter
olarak alınması gerektiği de açıklanmaya muhtaçtır. Anayasa’nın 79. maddesinde
YSK üyelerinden dördünün yedek üye olarak ayrılmasında ad çekme usulünün
uygulanacağı kuralı referans olarak alınıyorsa bunun seçimlere ilişkin
görevlendirmelerde temel bir ilke olarak öngörülmediği açıktır. Söz konusu
üyeler, YSK üyeliğine kura yoluyla değil Yargıtay ve Danıştay üyelerinin
seçimiyle gelmektedirler. Dolayısıyla keyfi düzenlemenin bir Anayasal ilkeye ya
da kurala dayandırıldığının iddia edilmesi mümkün değildir.
İptali istenen değişikliğin pek
çok bakımdan Anayasa’ya aykırı olduğu görülmektedir.
İlçe seçim kurulları,
demokratik devlet ilkesini hayata geçirmenin vazgeçilmez aracı olan seçimlerin,
Anayasal ilkelere uygun olarak dürüst ve adil bir şekilde gerçekleştirilmesinde
ve yurttaşların seçme ve seçilme hakkının uygulanmasında hayati bir rol
oynamaktadır. İlçe seçim kurulları, 298 sayılı Kanun’un 20. maddesine göre ilçe
çevresinde seçimin düzenle yürütülmesini sağlamak için gereken bütün tedbirleri
almak ve seçim işlerini denetlemek, sandık kurullarını kurmak, ilçedeki sandık
kurullarına, oy sandıklarını ve bu kanunda yazılı diğer seçim araç ve
gereçlerini göndermek, sandık kurullarının teşekküllerine, işlemlerine ve
kararlarına karşı yapılan itirazları inceleyerek karara bağlamak, sandık
kurulları başkanlıklarınca seçim işlerinin yürütülmesi hakkında sorulacak
hususları derhal cevaplandırmak, ilçe çevresindeki sandık kurullarından gelen tutanakları
birleştirerek, ilçe seçim tutanağını düzenlemek ve bu tutanağı seçim işlerine
ait diğer evrak ile birlikte il seçim kuruluna derhal teslim etmek ve diğer
görevleri yapmakla görevlidir.
Bu nedenle ilçe seçim
kurullarının oluşumuna ilişkin olarak yapılacak her türlü düzenlemenin,
kurulların belirtilen işlevlerinin tarafsızlıkla yerine getirilmesini güvence
altına alacak şekilde yapılması, Anayasal bir gerekliliktir.
Yukarıda belirtildiği gibi
iptali istenen değişikliğin hangi hukuksal ihtiyaçtan kaynaklandığı konusunda
kanun gerekçesinde bir açıklama yer almamaktadır. 72 yıldır sorunsuz uygulanan
ve objektif bir ölçüte göre ilçe seçim kurulu başkanının kıdeme göre seçimini
öngören ancak yürürlükten kaldırılan kuralın liyakat ilkesine de uygun olduğu
açıktır. En deneyimli yargıçların bu kurullarda görevlendirilmesiyle ve kıdem
ölçütü sayesinde gerçekleşen ardışık görevlendirmeler sonucunda, seçim hukuku
konusunda bilgili ve tecrübeli yargıçlardan oluşan bir kurulun görev yapması da
güvence altına alınmıştı. Anayasal ilkelere ve liyakat esasına uygun böyle bir
kuralın dayanaksız ve ne yönde bir kamu yararı amacına ulaşmayı hedeflediği
belli olmayan şekilde değiştirilmesinin demokratik hukuk devleti ilkesiyle
bağdaşmayacağı açıktır.
a) Anayasa’nın Başlangıç
Bölümüyle 2. ve 5. maddelerine aykırılık
Anayasa’nın 2. maddesinde
Cumhuriyetin temel niteliği olarak belirlenen demokratik hukuk devleti ilkesi,
yönetimde keyfiliğin karşıtı olarak -seçimle belirlenen- hukuka bağlı yönetim
anlamına gelmektedir. Hukuk devleti, bütün işlem ve eylemlerinin hukuk
kurallarına uygunluğunu başlıca geçerlik koşulu sayan, her alanda adaletli bir
hukuk düzeni kurmayı amaçlayan ve bunu geliştirerek sürdüren, hukuku tüm devlet
organlarına egemen kılan, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, insan
haklarına saygı duyarak bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, Anayasa’ya
ve hukuk kurallarına bağlılığa özen gösteren, yargı denetimine açık olan,
yasaların üstünde yasa koyucunun da uymak zorunda olduğu temel hukuk ilkeleri
ile Anayasa’nın bulunduğu bilinci olan devlettir (Anayasa Mahkemesi’nin 02.06.2009
tarihli ve 2004/10 E.; 2009/68 K. sayılı Kararı).
Anayasa Mahkemesi seçim
kanunlarına ilişkin değerlendirmelerinde hukuk devleti ögesi ile demokratik
devlet ilkesini birlikte ele almaktadır. Anayasa Mahkemesi’ne göre:
“a) Başlangıç’ta geçen “...
hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni...”
sözcükleri, özgürlükçü demokratik düzenin gerekleriyle buna uygun hukuk
düzenini bir temel olarak vurgulamıştır. Anayasa’nın 176/1. maddesine göre
Anayasa metni içinde sayılan Başlangıç’ın öngördüğü düzen, siyasi partilerin
serbestçe oluşup demokratik yöntemler, uygun ölçüler ve sınırlamalarla
seçimlere katılabilmelerine olanak veren, aşırı ve hukuka aykırı engellere
geçerlik tanımayan bir yapıdır.
b) Anayasa’nın 2. maddesinin “...
hukuk devleti...” olarak nitelediği bir yapıda herşeyin bu çatı altında hukuka
uygunluğunun aranması zorunludur.
c) Anayasa’nın 5. maddesine
göre “... Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak...” devletin temel amaç ve
görevlerindendir. Cumhuriyet biçiminin herkese açık, herkes için eşit ve
serbest siyasi katılımla, bunun da siyasi partiler yoluyla gerçekleşeceği,
siyasi partilerin demokrasinin okulu ve oluşum aracı oldukları gözetilirse,
katılım engellerinin bu kavramları, özlenen yapıyı olumsuz yönde etkileyeceği
kuşkusuzdur.” (Anayasa Mahkemesi’nin 22.5.1987 tarihli 1986/17 E.; 1987/11 K.
sayılı Kararı)
Hukuk devleti ilkesinin temel
gereklerinden birisi kanunların istikrarlı olmasıdır. Hukuk sisteminin
istikrarı, hukuki öngörülebilirliği ve hukuk güvenliğini sağlayan temel
araçlardan biridir. Hiçbir kamu yararı amacı gütmeyen bir düzenleme öncelikle
hukuki istikrarı ve hukuki öngörülebilirliği ortadan kaldırması bakımından
hukuk devleti ilkesiyle çatışacaktır. Yukarıda açıklandığı gibi iptali istenen
kuralın rasyonel bir gerekçesi ne kanun teklifinde ne de yasanın parlamentoda
görüşülmesi sırasında ortaya konulamamıştır. TBMM Anayasa Komisyonu ve Genel
Kurulunda böyle bir düzenlemeye niçin ihtiyaç duyulduğu konusunda iktidar
partisi üyelerince tatmin edici bir açıklama yapılamamıştır.
Maddi anlamda anayasa kuralı
olan seçim yasalarının istikrarı ise daha özel bir önem arz etmektedir. Zira
seçim kanunlarının parlamento çoğunluklarınca seçimlerde haksız avantaj
sağlamak amacıyla sık sık değiştirilmesi yaygın bir olgudur. Nitekim Avrupa
Konseyi’nin danışma organı olan Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu (Venedik
Komisyonu) 2002 yılında kabul ettiği Seçim Konularında İyi Uygulama Kurallarında
(Venedik, 18-19 Ekim 2002, CDL-AD(2002)023rev; Karar No: 190/2002) seçim
hukukunun istikrarına özel bir hüküm ayırmıştır. Buna göre “seçim hukukunun
temel unsurları, özellikle seçim kanunu, seçim kurulu üyeliği ve seçim
bölgelerinin sınırlarının belirlenmesi konularında seçimlerden en az bir yıl
öncesinde değişiklik yapılmamalı ya da bu konular anayasal düzeyde veya olağan
şekli kanunlardan daha üst seviyede düzenlenmelidir”.
Venedik Komisyonu Açıklayıcı
Rapor’da bu kurala ilişkin olarak şunları belirtmektedir:
“Hukukun istikrarı sürecinin
güvenilirliği için hayati bir öneme sahiptir ki bu da demokrasinin yerleşmesi
açısından hayatidir. Sık sık değişen -ve özellikle karmaşık olan- kurallar
seçmenlerin kafasını karıştırabilir. Her şeyden önce, seçmenler, doğru ya da
yanlış, seçim yasasının sadece güçlülerin elinde bir araç olduğu ve seçimlerin
sonuçlarının belirlenmesinde kendi oylarının çok az ağırlığı olduğu sonucuna
varabilirler.
64. Bununla birlikte,
uygulamada, korunması gereken, temel ilkelerin istikrarından çok (bu kuralları
ihlal edecek değişiklik ihtimali zayıftır) seçim yasasının daha spesifik bazı
kuralları, özellikle de seçim sistemini belirleyen kurallar, seçim
komisyonlarının bileşimi ve seçim bölgesi sınırlarının belirlenmesine ile ilgili
kuralların istikrarıdır. Bu üç unsur, çoğunlukla, doğru ya da yanlış olarak,
seçim sonuçlarında belirleyici faktörler olarak kabul edilir ve bu kuralların
iktidardaki partinin lehine manipülasyonundan olduğu kadar, aynı zamanda
manipülasyon görüntüsünden de kaçınmaya özen gösterilmelidir.
65. Kötü olan oylama
sistemlerini değiştirmek değil – her zaman daha iyisi için değiştirilebilirler
– onları sık sık veya seçimlerden hemen önce (bir yıl içinde) değiştirmektir.
Herhangi bir manipülasyon amaçlanmasa bile, değişiklikler anlık parti siyasi
çıkarları tarafından dikte edilmiş gibi görünecektir.
66. Manipülasyondan kaçınmanın
bir yolu, en fazla değişikliğe tabi tutulan hususları (seçim sisteminin
kendisi, seçim komisyonlarının yapısı, seçim bölgeleri veya seçim bölgesi
sınırlarının çizilmesine ilişkin kurallar) Anayasada veya olağan kanundan daha
yüksek bir statüye sahip bir metinde düzenlemektir. Daha esnek bir başka çözüm
de Anayasa’da, seçim yasası değiştirilirse, bir sonraki seçimde -en azından
gelecek bir yıl içinde yapılacaksa- eski sistemin uygulanacağını ve
değişikliğin daha sonrasında yürürlüğe gireceğini düzenlemek olabilir.”
Görüldüğü gibi seçim
sisteminde, seçim kurullarının oluşumunda ve seçim çevrelerinin düzenlenmesinde
değişiklik yapan kurallar bakımından oldukça hassas davranılması gerekir. Bu
kuralların iktidardaki parti lehine manipülasyonu demokratik hukuk devleti için
ciddi bir tehdittir. Anayasa’nın 67. maddesinin son fıkrasında yer alan seçim
kanunu değişikliklerinin bir yıl içinde yapılacak seçimlerde uygulanamayacağına
ilişkin kuralın tek başına bu tür manipülasyonları engellemek için yeterli
olmadığı açıktır. Dolayısıyla somut bir kamu yararı amacı gütmeyen kural
aşağıda açıklanacağı üzere manipülasyona açıktır ve öncelikle yasaların
istikrarlı olmasını gerektiren hukuk devleti ilkesine aykırıdır.
Diğer taraftan, Anayasa’nın 2.
maddesindeki hukuk devleti ilkesi gereğince, yasama işlemlerinin kişisel
yararları değil kamu yararını gerçekleştirmek amacıyla yapılması zorunludur.
Hukuk devletine ilişkin
normatif düzenleme, bütün kamusal işlemlerde olduğu gibi yasaların da kamu
yararı amacıyla çıkarılmasını gerekli kılmaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin
yerleşik içtihadına göre; her ne kadar AYM, bir yasanın kamu yararına uygun
olup olmadığını denetleyemez ise de kamu yararı amacıyla çıkarılıp
çıkarılmadığını denetleyebilecektir. Anayasa’nın çeşitli hükümlerinde yer alan
kamu yararı, Anayasa Mahkemesi’nin kararlarında da belirtildiği gibi, bireysel
ve özel çıkarlardan ayrı ve bunlara üstün olan toplumsal yarardır. Kamu yararı
düşüncesi olmaksızın yalnız özel çıkarlar için veya sadece belirli kişilerin
yararına olarak kanun hükmü konulamaz. Böyle bir durumun açık ve kesin olarak
saptanması hâlinde söz konusu kanun hükmü, Anayasa’nın 2. maddesine aykırı
düşer. Açıklanan istisnai hâl dışında bir kanun hükmünün gereksinimlere uygun
olup olmadığı, hangi araç ve yöntemlerle kamu yararının sağlanabileceği kanun
koyucunun takdirinde olduğundan bu kapsamda kamu yararı değerlendirmesi yapmak
anayasa yargısıyla bağdaşmaz.
Zira neyin kamu yararına olduğu konusunda çeşitli siyasal ve ideolojik
yaklaşımlara göre farklı görüşler ortaya çıkabilecektir ve Mahkeme’nin
benimsediği yaklaşımın yasama organına hâkim olan gücün yaklaşımından daha
geçerli olduğunu ortaya koyacak objektif bir ölçüt yoktur. Ancak bir işlemin
açıkça özel bir yararı elde etmeye yönelik olduğu ve bundan kamusal bir yarar
gözetilmediğinin açıkça görülebildiği hallerde işlemin kamu yararı amacıyla
yapılmadığını tespit etmek mümkündür ve Anayasa Mahkemesi, geçmişte kamu yararı
amacıyla çıkarılmadığını tespit ettiği bazı yasal kuralları iptal etmiştir.
İptali istenen kuralın somut
bir kamu yararı amacına yönelmediği hususu yukarıda gerekçelendirilmiştir.
Ancak bu kuralın TBMM’de temsil edilen partiler içinde sadece iki siyasal
partiye mensup milletvekillerince ısrarla desteklenmesi ve aynı Kanun’un 12.
maddesiyle 298 sayılı Kanun’a eklenen geçici 24. madde ile mevcut kurul
başkanlarının görev sürelerini bitirmelerine izin vermeksizin ve fakat yeni
kurulların iki yıl sonra değil de önceki kurulların sürelerini tamamlayacakları
şekilde hemen uygulamaya konulması, hedeflenen yararın kamu yararına yönelik
olup olmadığının AYM tarafından denetlenmesi zorunluluğunu doğurmaktadır.
Anayasa Mahkemesi’nin, ihtilaflı kuralın kamu yararı dışında bir amaca yönelik
olarak çıkarılıp çıkarılmadığını incelerken, aynı Kanun’un 12. maddesiyle 298
sayılı Kanun’a eklenen geçici 24. maddeyi de dikkate alması elzemdir. Son on yılda
Türkiye’de yargı sisteminde yapılan değişikliklerle, özellikle de olağanüstü
hal sürecinde mevcut yargıçların üçte birinin ihracı ve arkasından 10.000’den
fazla yeni yargıcın alındığı, yeni alınan yargıçların çok düşük puanlarla
mülakata çağrıldığı, pek çoğunun daha önce TBMM’de birinci çoğunluk partisinin
teşkilatının çeşitli kademelerinde görev yaptığı gibi hususlar, Anayasa’ya
uygunluk denetiminde gözden uzak tutulmaması gereken olgulardır. Son yıllarda
seçim süreçlerinde yaşanan gelişmeler, özellikle 2017 Anayasa referandumu
sırasında sandıklar açılmaya başlandıktan sonra YSK’nin mühürsüz pusulaların
geçerli sayılacağı yönünde bir karar alması, 2017 yılında görev yapan YSK
üyelerinin görev süreleri kanunla uzatılarak aynı YSK’nin görev yaptığı (adeta
görev yaptırıldığı) 2019 yerel seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediye
Başkanlığı seçiminin sandık kurullarına ilişkin mevzuata aykırılık iddiasıyla
şaibeli bir şekilde iptal edilmesi, ancak aynı sandıklarda kullanılan ilçe
belediye başkanlıkları ve belediye meclis üyeliklerine ilişkin seçimlerin iptal
edilmemesi, bu kararın kamuoyuna ilk açıklayanın TBMM’de birinci çoğunluk
partisinin YSK nezdindeki temsilci olması, bağımsız ve tarafsız olması gereken
seçim kurullarının en üst organının, iktidar çoğunluğunun etkisi altında
hareket edemediğinin göstergeleridir. 7393 sayılı Kanun ile yapılan
değişiklikler ve özellikle iptali istenen kurallar bu sefer, oluşumları
değiştirilen alt kurulları aynı iktidar çoğunluğunun etkisine açacaktır.
Sonuç olarak;
a) Gerekçeden yoksun olması
sebebiyle amaç unsuru bakımından sakat olması;
b) Seçim kurullarının
oluşumunda kıdem esası benimsenerek Anayasa ve maddi anayasa kurallarıyla
siyasal haklara sağlanan güvencenin ortadan kaldırması ve 298 sayılı Kanun’a
eklenen geçici 24. madde aracılığıyla Anayasa’ya uygunluk denetimini etkisiz
kılacak şekilde kurulların yeniden kurulmasının sağlanması;
c) İhtilaflı kuralın getirdiği
usul ile, olağanüstü hal sürecinde mevcut yargıçların üçte birinin ihracı ve
arkasından 10.000’den fazla yeni yargıcın objektif olarak şüpheli koşullarda
göreve başlatılması,
d) 2017 ve 2019 yıllarında, YSK’nin,
açık şekilde hukuka aykırı olan ve seçim sonuçlarını etkileyen kararları
dikkate alındığında, iptali
talep edilen kural, Anayasa’nın 2. maddesinde güvence altına alınan demokratik
hukuk devleti ilkesine aykırıdır. Eklemek gerekir ki; anayasa yargısının ve
seçim hukukunun doğası gereği, Anayasa Mahkemesi’nin, yukarıda sıralanan
ampirik ve siyasi koşulları, ihtilaflı kuralın kamu yararı amacına yönelik
olarak çıkarılıp çıkarılmadığı değerlendirmesinde dikkate alması gerekir. Hukuk
devletine içkin bir gereklilik olan gerekçe yükümlülüğünün yerine getirilmemiş
olması da, yasal düzenlemenin kamu yararı için yapılmadığının bir göstergesi
olduğundan, kamu yararı yokluğu, Anayasa Mahkemesi, iptal kararında belirleyici
olmalıdır.
Diğer taraftan, aşağıda
ayrıntılı olarak açıklanacağı üzere Anayasa’nın 67. maddesinde güvence altına
alınan seçme ve seçilme hakkı ile 79. maddesinde güvence altına alınan
seçimlerin bağımsız yargı güvencesi altında yapılması ilkelerine aykırılıklar
da, Anayasa’nın 2. maddesinde güvence altına alınan demokratik devlet ilkesine ve
temel amaç ve görevi “demokrasiyi korumak” olarak belirlenen Devlet’in
yükümlülüğüne (md.5), Başlangıç bölümünde geçen “... hürriyetçi demokrasi ve
bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni...”ne de aykırılık oluşturmaktadır.
Bu itibarla, aşağıdaki alt başlıkta (b) bu minvalde ortaya konulan bulgular, bu
alt başlık (a) bünyesinde, demokratik devlet ilkesini öngören 2. maddenin, 5.
maddenin ve başlangıç bölümünün ihlali edildiğini de göstermektedir.
b) Anayasa’nın 67. ve 79.
maddelerine aykırılık
Anayasa’nın 67. maddesinin
ikinci fıkrasında, seçimler ve halkoylamasının serbest, eşit, gizli, tek
dereceli, genel oy, açık sayım ve döküm esaslarına göre, yargı yönetim ve
denetimi altında yapılacağı belirtilmiştir. Demokratik anlamda meşruiyetin
kaynağı olan seçimlerin her türlü şaibeden uzak bir şekilde denetime açık,
saydamlığın sağlandığı bir ortamda ve seçmenlerin oylarını sandıklara erişimde
bir sıkıntı yaşamadan kullanmalarına olanak verecek şekilde yapılması
gerekmektedir.
Anayasa Mahkemesi, seçim
kanunlarına ilişkin yasa koyucunun takdir yetkisini saptarken şu esaslı
ilkeleri ortaya koymuştur: “67. maddenin birinci fıkrasında öngörülen hakların
yasada belirtilecek koşullara uygun biçimde kullanılacağı açıklığı, yasa koyucunun
takdirine bırakıldığım göstermektedir. Yasa koyucu bu düzenlemeyi Anayasa’nın
13. maddesinde sözü edilen “...demokratik toplum düzeninin gerekleri”ne uygun
biçimde yapmak zorundadır. Bu sınırın aşılması, seçme, seçilme ve siyasi
faaliyette bulunma haklarını sözde bırakır. 67. maddenin ikinci fıkrasında
belirlenen “...serbest, eşit, gizli, tek dereceli, genel oy, açık sayım ve
döküm esasları” ile “yargı yönetim ve denetimi” bu konudaki düzenlemede temel
alınacak ilkelerdir. Bu ilkelerle yasa koyucuya tanınan takdir hakkı,
sınırlamanın çerçevesini çizmektedir. Bu yetkiyle 298 sayılı Kanunun 7. ve 8.
maddeleri düzenlendiği gibi Anayasa’nın kendisi de 67/5. ve 76. maddede kimi
sınırlamalar getirmiştir. Seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı
kimi zaman Anayasakoyucu tarafından, kimi zaman Anayasa’nın verdiği yetkiye
dayanılarak yasama organı tarafından belirlenen sınırlı haklardır.
Düzenlemenin, yasakoyucunun takdiri dışında bırakılan anayasal ilkeleri
zedelememesi ve demokratik toplum düzeninin esaslarına aykırı olmaması gerekir.
Hakkın özüne dokunan düzenlemeler gerçek anlamda bir seçme ve seçilme hakkını
ortadan kaldırır.”
Anayasa Mahkemesi’ne göre,
seçimlerin demokrasideki önemi devletin oyların “serbestliğini etkileyecek
yanlı girişim ve eylemlere karşı önlem alınmasını zorunlu kılmıştır. Seçimlerin
dürüstlük kurallarına uygun biçimde yapılması, Devletin başta gelen
yükümlülüğüdür. Bu konuda gösterilecek özen rejimin sağlıklı yaşamı için temel
koşuldur. Seçimler, demokratik düzenin başlıca kaynağı ve geçerlik
göstergesidir … Kaldı ki, 67. maddenin ikinci fıkrasındaki ilkeler de dürüstlük
ilkesini özetlemekte, onunla birleşmekte, bütünleşmektedir.”
Anayasa’nın 79. maddesinde
seçimlerin dürüstlüğünü sağlama görevi, Yüksek Seçim Kurulu’na ve diğer alt
seçim kurullarına verilmiştir. Seçimlerin dürüstlüğü, seçmenlerin
belirlenmesinden adaylıkların kabulüne propaganda döneminden seçim günü sandık
kurulunun işlemlerine kadar tüm seçim sürecinde uyulması gereken bir kuraldır.
Dürüst bir şekilde yapılmayan seçimin, seçmenin genel, eşit, serbest ve gizli
şekilde ortaya çıkması gereken iradesine dayandığını söylemeye olanak
bulunmamaktadır. Seçimin dürüstlüğünü sağlayan en temel güvenceyi ise, hem tüm
seçim işlemlerinin hem de tüm seçim uyuşmazlıklarının bağımsız ve tarafsızlık
niteliklerine sahip olan kıdemli hakim üyelerden oluşan seçim kurullarının ve
YSK’nin denetimine tabi olması oluşturmaktadır. Tarafsız ve bağımsız olmayan
bir organın seçimleri dürüst bir şekilde yönetmesi ve seçim uyuşmazlıklarını
tarafsız ve bağımsız bir şekilde objektif hukuki kurallara uygun olarak çözmesi
de mümkün olmayacaktır.
Nitekim Türkiye’nin taraf
olduğu uluslararası insan hakları sözleşmeleri de seçimlerin yönetim ve
denetiminin tarafsız ve bağımsız organlarca yerine getirilmesini sağlama ödevi
yüklemektedir. Öncelikle Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin
kamu yönetimine katılma, oy ve seçilme hakkını düzenleyen 25. maddesine ilişkin
olarak İnsan Hakları Komitesi’nin 25 No’lu Genel Yorumu’nun 20. paragrafında “Seçimleri
yürütecek ve seçimlerin adil, tarafsız ve Sözleşme ile uyum sağlayan kurallara
göre gerçekleşmesini sağlayacak bağımsız bir otorite kurulmalıdır.” denilmektedir.
Böyle bir otoritenin oy hakkının hayata geçirilmesi açısından önemini belirten
Komite, bu hakların güvence altına alınmamasının Sözleşme’nin 25. maddesini
ihlal edeceğini belirtmiştir.
Birleşmiş Milletler İnsan
Hakları Yüksek Komiserliğince 2021 yılında yayınlanan Seçimlere İlişkin
Uluslararası İnsan Hakları Standartları El Kitabında seçim komisyonları ile
ilgili olarak şu hususlara yer verilmiştir: “Hangi model benimsenirse
benimsensin, seçim yönetim organlarının seçim sürecinin güvenilirliğini sağlaması
beklenmektedir. Bir seçim merciinin kurulduğu durumlarda, İnsan Hakları
Komitesi, seçim sürecinin ‘adil, tarafsız ve Sözleşme ile uyumlu yerleşik
yasalara uygun olarak yürütülmesinin’ sağlamasını tavsiye etmiştir. Seçim
yönetim organları, nasıl oluşturulduklarına bakılmaksızın, bağımsız
(kararlarında hükümet, siyasi veya diğer partizan etkilere boyun eğmemeleri
gerektiği anlamında), tarafsız ve toplumsal cinsiyete duyarlı bir şekilde
işleyebilmelidir. Bu tür organlar, karar verme süreçlerinde açık, şeffaf ve
maksimum düzeyde istişari niteliklere sahip olmalı ve tüm paydaşlar için ilgili
bilgilere erişim sağlamalıdır. Seçim idaresini önyargı veya yolsuzluktan
yalıtmak için yasal güvenceler mevcut olmalıdır. Seçim faaliyetleri -karar
oluşturma süreci-tamamen şeffaf ve kapsayıcı bir şekilde yürütülmelidir.”
Avrupa Konseyi düzeyinde de
Venedik Komisyonu 2002 yılında kabul ettiği Seçim Konularında İyi Uygulama
Kurallarında seçim komisyonlarının oluşumuna ilişkin özel kurallar
belirlemiştir.
Kılavuz İlkelerin Uygulanma
Koşullarını düzenleyen kuralların üçüncüsü, usul güvencelerine ayrılmıştır ve
3.1 maddede seçim kurullarına ilişkin ilkelere yer verilmiştir. Buna göre; “a.
Seçim kanununu uygulamakla görevli tarafsız bir organ bulunmalıdır. b. İdare makamlarının
siyasi iktidarı elinde bulunduran mercilerden bağımsız olmasına dair uzun
süreli yerleşik bir gelenek bulunmadığında, ulusal düzeyden seçim sandıklarının
bulundukları merkezlere kadar her düzeyde tarafsız, bağımsız seçim kurulları
oluşturulmalıdır. … e. Siyasi partiler seçim kurullarında eşit bir şekilde
temsil edilmeli veya sözü edilen tarafsız kurumun çalışmalarını gözlemleme
imkânına sahip olmalıdır. Eşitlik, katı bir şekilde oransal olarak
yorumlanmalıdır. Seçim kurullarının üyelerini atayan makamlar, bu üyeleri
ihtiyari olarak görevden alma serbestisine sahip olmamalıdır. g. Seçim
kurullarının üyeleri standart bir eğitimden geçirilmelidir. h. Seçim
kurullarının kararlarının nitelikli çoğunluk veya oybirliği ile alınması arzu
edilir.”
Açıklayıcı Rapor’da seçim
öncesinden seçim sonuçları açıklanıncaya kadarki süreci kapsayan seçim
sürecinin düzgün bir şekilde yönetiminin ancak şeffaflık, tarafsızlık ve siyasi
amaçlı manipülasyonlara karşı bağımsızlıkla güvence altına alınabileceği
vurgulanmıştır.
Bu nedenle de seçimlerin şaibeden uzak ve düzgün bir şekilde yapılmasını
sağlamak amacıyla sandık kurullarından merkezi seçim kuruluna kadar (YSK) her
seviyedeki kurulların tarafsız ve bağımsız bir şekilde oluşturulması gerektiği
belirtilmiştir.
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği
Teşkilatı tarafından 2003 yılında yayınlanan AGİT Üyesi Devletlerde Demokratik
Seçimlere İlişkin Taahhütler başlıklı belgede de seçimlerin tarafsızlığı ile
ilgili olarak şu hususlara yer verilmiştir:
“4.1. Seçimlerin idaresi, hükümet
veya diğer müdahalelerden bağımsız olarak, kanuna göre şeffaf bir şekilde
çalışan görevliler veya organlar tarafından özerk bir şekilde yürütülmelidir.
Seçim idaresine atananların sorumluluklarını etkin ve tarafsız bir şekilde
yerine getirmeleri ve bunu yapacak yeterliliğe ve kararlılığa sahip bireyler
olmaları gerekir.
4.2. Seçim idaresinin
tarafsızlığı, esas olarak ya tamamen profesyonel ya da siyasi olarak dengeli
bir yapı ile sağlanabilir. Her düzeydeki seçim kurullarına atamalar şeffaf bir
şekilde yapılmalı ve atananlar, yasal sebepler dışında görev süresi dolmadan
görevlerinden alınmamalıdır.
…”
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
de seçim hakkını güvence altına alan Sözleşme’ye ek 1. Protokol’ün 3.
maddesinin taraf devletlere adil ve demokratik seçimleri gerçekleştirme pozitif
ödevi yüklediğini hatırlatarak, bu yükümlülüğün bir gereği olarak seçimin
yönetiminden sorumlu makamların şeffaf bir şekilde çalışmasının ve siyasi
manipülasyondan bağımsız ve tarafsız olmasını sağlamanın önemli olduğunu vurgulamıştır.
Dolayısıyla seçimlerin yönetimi
ve seçim uyuşmazlıklarının çözümünden sorumlu ilçe seçim kurullarının
oluşumunun şeffaflık, tarafsızlık ve bağımsızlık ilkelerine uygunluğu, Türkiye’nin
taraf olduğu uluslararası insan hakları sözleşmelerinin gereği olduğu gibi,
aynı zamanda Anayasa’nın 67. ve 79. maddelerinden kaynaklanan Anayasal bir
zorunluluktur.
Yukarıda etraflı bir şekilde
açıklandığı gibi ilçe seçim kurulu başkanlarının belirlenmesinde objektif ve
liyakate dayalı sistemin ortadan kaldırılarak gerekçelendirilemediği için kamu
yararı amacı taşımayan ve iktidarı elinde bulunduran siyasal çoğunluklara seçim
kurullarını yeterli birikime sahip olmayan hakimlerden oluşturarak menfaat
sağlama yolunu açan bir sistem öngörülmesi, açıkça Anayasa’nın 67. ve 79.
maddelerine de aykırıdır.
c) Anayasa’nın 36. ve 138.
maddelerine aykırılık
Söz konusu değişikliğin aynı
zamanda 1982 Anayasası’nın 36. maddesiyle hak arama özgürlüğü kapsamında
korunan adil yargılanma güvenceleri ile mahkemelerin bağımsızlığını koruma
altına alan 138. maddesi temelinde de incelenmesi zorunludur.
Seçim kurullarının adil
yargılanma güvencelerine uygun oluşturulması ve işlemesi de demokrasinin
kurulması açısından hayati önem taşımaktadır. Seçim uyuşmazlıklarını karara
bağlayan ilçe seçim kurullarının bu yönüyle adil yargılanma güvencelerine uygun
oluşturulması da zorunludur.
Nitekim, AİHM içtihadının
açıkça ortaya koyduğu gibi seçme ve seçilme hakkının devlete yüklediği pozitif
yükümlülükler arasında seçimin yönetimi ve seçim uyuşmazlıklarından sorumlu
olan organların, yani seçim kurullarının şeffaflık, tarafsızlık, bağımsızlık
gereklerine uymasının yanı sıra başvuranlar için usulü güvenceleri sağlaması ve
özellikle de kararlarının gerekçeli olması da zorunludur.
AİHM ve AYM’nin yerleşik
içtihadına göre, yargı organlarının tarafsız hareket etmelerinin yanı sıra
tarafsız da görünmeleri gerekir. AİHM’in ifadesiyle tarafsız olması yetmez,
tarafsız olduğunu da göstermelidir.
Taraflar ya da kamuoyu nezdinde bir otoritenin tarafsız ya da bağımsız
davranmayabileceği yönünde bir görüntü oluşturulması da tarafsızlık,
bağımsızlık gereğinin ihlalini oluşturur. Yargılama makamının tarafsızlığına
ilişkin herhangi bir meşru kaygı veya korkuyu bertaraf edecek yeterli
güvenceler sunması gerekir.
Dolayısıyla seçim
uyuşmazlıklarını karara bağlayan ilçe ve il seçim kurulları ile Yüksek Seçim
Kurulu’nun da tarafsızlık ve bağımsızlık gereklerine uygun olarak oluşturulması
ve tarafsız ya da bağımsız davranmayabilecekleri yönünde bir görüntü oluşturulmasına
yol açabilecek düzenlemelerden kaçınılması gerekmektedir. İnsan Hakları
Komitesi, Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 14. maddesinde
güvence altına alınan adil yargılanma hakkıyla ilgili olarak 32 No’lu Genel
Yorumu’nda bir yargı organının yetkililiği, bağımsızlığı ve tarafsızlığının,
herhangi bir istisna tanımayan, mutlak bir hak olduğunu belirtmiş ve
bağımsızlık gerekliliğinin, özellikle, yargıçların atanmasında izlenen usuller
ve aranan vasıflarla; zorunlu emeklilik yaşına veya görev bitimine kadar görev
güvencesiyle; bunların olduğu yerlerde terfi, tayin, el çektirme ve görevden
alma gibi işlemleri düzenleyen kurallarla ve yargının, yürütmenin ve yasamanın
politik müdahalelerinden fiilen bağımsız olmasıyla ilgili olduğunu belirtmiştir. Ayrıca yargılamanın adilliği,
hangi taraftan ve hangi nedenle olursa olsun doğrudan veya dolaylı etkinin,
baskının, sindirmenin veya müdahalenin olmamasını gerektirir.
Yukarıda ayrıntılı olarak
açıklandığı gibi ilçe seçim kurulu başkanlarının seçimine ilişkin gerekçesiz
olağan yasama ve Cumhurbaşkanlığı seçimine 14 ay kala yapılması ve mevcut kurul
üyelerinin görevlerinin üç ay içinde sonlandırılarak yeni kanuna göre kurayla
seçilmesinin öngörülmesi, ama bu kurulların iki yıl değil, öncekilerin görev
sürelerini tamamlayacak olmalarının kabul edilmesinin yanında, olağanüstü hal döneminde
TBMM’de birinci çoğunluk partisinin teşkilatında görev almış kimi isimlerin
yargıç olarak atamalarının yapılmış olması gibi hususlar gözetildiğinde, bu
kurulların yürütmenin nüfuzu altına alınmak istendiğinin açık bir kanıtıdır ve
kural bu yönüyle Anayasa’nın bağımsız ve tarafsız mahkemeye erişim ve
yargılanma kurallarını teminat altına alan 36 .ve 138. maddelerine de
aykırıdır.
Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın
Başlangıç bölümüne, 2., 5., 36., 67., 79. ve 138. maddelerine aykırı olan
kuralın (7393 sayılı sayılı Kanun’un 6. maddesiyle değiştirilen 298 sayılı
Kanun’un 18. maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “ad çekme
suretiyle” ile “hâkim, kurulun başkanıdır.” ibareleri; bu fıkraya ikinci
cümlesinden sonra gelmek üzere eklenen cümlede yer alan “Ad çekmeye katılacak
hâkimin bulunmaması durumunda ise” ibaresinin) iptaline karar verilmesi
gerekir.
3. 7393 sayılı Kanun’un 12.
maddesiyle 298 sayılı Kanun’a eklenen geçici 24. maddenin Anayasa’ya aykırılığı
7393 sayılı Kanun’un 12.
maddesi ile 298 sayılı Kanuna geçici 24. madde eklenmiştir. Buna göre, il seçim
kurulu başkan ve üyeleri ile ilçe seçim kurulu başkanları, bu maddenin
yürürlüğe girmesinden itibaren üç ay içinde, 15. ve 18. maddelerde bu maddeyi
ihdas eden Kanunla yapılan değişikliklere göre yeniden belirlenecek ve bu
şekilde belirlenen başkan ve üyeler, önceki başkan ve üyelerin görev süresini
tamamlayacaklardır.
Yukarıda 5. ve 6. maddelere
ilişkin Anayasa’ya aykırılık gerekçeleri, bu kural için de aynen geçerlidir.
Görevdeki il seçim kurulu başkan ve üyeleri ile ilçe seçim kurulu başkanlarının
görevlerine bu kural ile son verilmesinin Anayasa’ya dayanan bir temeli
bulunmamaktadır. Aksine, seçim kanunlarının istikrarı ve kanunların kamu yararı
amacıyla yapılması gerekliliklerine tamamen aykırı olarak gerekçesiz ve öznel
bir biçimde öngörülen ve partizan çıkarları amaçlayan bu kural, Anayasa’nın 2.
maddesinde güvence altına alınan demokratik hukuk devleti ilkesine açıkça
aykırıdır. Yukarıda bu ilkeye ilişkin olarak yapılan açıklamalar bu kural
açısından da geçerlidir.
Aynı şekilde yukarıda 5. ve 6.
maddelerin Anayasa’nın 67 ve 79. maddelerine aykırılığına ilişkin açıklamalar,
bu madde açısından da geçerlidir. Mevcut seçim kurulları başkan ve üyelerinin
görev süreleri dolmadan kanunla görevlerine son verilmesi, bu kurulların
tarafsızlığına ve bağımsızlığına açık bir müdahale oluşturur ve serbest ve adil
seçim ilkesini ihlal eder.
Yine söz konusu müdahale,
kanuni hakim güvencesiyle de bağdaşmamaktadır. Bu yönüyle kural, Anayasa’nın
36., 37. ve 138. maddelerine de aykırıdır. Söz konusu Anayasal güvencelere
karşın, il ve ilçe seçim kurulları başkan ve üyelerinin görevlerine kamu
yararına dayanan bir gerekçe bulunmadığı ve haliyle ortaya konamadığı halde son
verilmesi, yargıçların, “insan haysiyetiyle bağdaşmayan muameleye tabi
tutulması” anlamına geldiği için, Anayasa madde 17/2’ye de aykırılık
oluşturmaktadır.
Nitekim İnsan Hakları Komitesi
Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 14. maddesinde güvence
altına alınan adil yargılanma hakkıyla ilgili olarak 32 No’lu Genel Yorumu’nda
yargıçların, ancak yanlış tutum ve ehliyetsizlikle ilgili ciddi durumlarda,
anayasa veya yasalarda belirlenmiş olan nesnelliği ve tarafsızlığı sağlayan
adil usuller çerçevesinde görevlerinden alınabileceklerini belirtmiştir.
Yargıçların yürütme tarafından, görevlendirildikleri süre bitmeden, somut bir
gerekçe gösterilmeden ve böyle bir tasarrufa karşı etkili hukuk yolları açık
tutulmadan görevden alınmaları yargının bağımsızlığı ilkesiyle bağdaşmaz
denilmektedir (para. 20).
Aynı şekilde Venedik Komisyonu
tarafından kabul edilen Seçim Konularında İyi Uygulama Kurallarının Açıklayıcı
Raporu’nda seçim kurulu üyelerini atama yetkisine sahip olan organların bu
üyelerin görevine son verme yetkisinin olmaması gerektiği, zira bunun
kurumların bağımsızlığına gölge düşüreceği belirtilmiştir (para. 77).
Yürürlükteki Kanun’a göre
kurulmuş ve görev süreleri dolmamış mevcut kurulların üç aylık süre içerisinde
lağvedilmesini düzenleyen kural, Anayasa Mahkemesi içtihatlarına da aykırıdır.
Şöyle ki: “67. maddenin birinci fıkrasında öngörülen hakların yasada
belirtilecek koşullara uygun biçimde kullanılacağı açıklığı, yasakoyucunun
takdirine bırakıldığını göstermektedir. Yasakoyucu bu düzenlemeyi Anayasa’nın
13. maddesinde sözü edilen “...demokratik toplum düzeninin gerekleri”ne uygun
biçimde yapmak zorundadır. Bu sınırın aşılması, seçme, seçilme ve siyasi
faaliyette bulunma haklarını sözde bırakır. 67. maddenin ikinci fıkrasında
belirlenen “...serbest, eşit, gizli, tek dereceli, genel oy, açık sayım ve
döküm esasları” ile “yargı yönetim ve denetimi” bu konudaki düzenlemede temel
alınacak ilkelerdir. Bu ilkelerle yasakoyucuya tanınan takdir hakkı,
sınırlamanın çerçevesini çizmektedir. Bu yetkiyle 298 sayılı Kanunun 7. ve 8.
maddeleri düzenlendiği gibi Anayasa’nın kendisi de 67/5. ve 76. maddede kimi
sınırlamalar getirmiştir. Seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı
kimi zaman Anayasakoyucu tarafından, kimi zaman Anayasa’nın verdiği yetkiye
dayanılarak yasama organı tarafından belirlenen sınırlı haklardır.
Düzenlemenin, yasakoyucunun takdiri dışında bırakılan anayasal ilkeleri
zedelememesi ve demokratik toplum düzeninin esaslarına aykırı olmaması gerekir.
Hakkın özüne dokunan düzenlemeler gerçek anlamda bir seçme ve seçilme hakkını
ortadan kaldırır.”
Anılan AYM içtihadı açık bir şekilde “yargı yönetim ve denetimi”nin, yapılacak
düzenlemelerde temel alınacak ilkelerden olduğunu ve yasa koyucunun takdir
yetkisini sınırlayan bir hal olduğunu belirtmiştir. Fakat iptali talep edilen
maddelerde, “yargı yönetim ve denetimini”ne ilişkin yasa koyucunun uyması
gereken ilkeler yok sayılmıştır. Kanuna göre oluşmuş kurullar, Anayasa m. 36,
37, 138 ve 79/1’deki güvenceleri hiçe sayılarak dağıtılmaktadır. Bu itibarla,
AYM içtihadı da dikkate alındığında, ihtilaflı kuralın yasa koyucunun takdir
yetkisini aşan bir düzenleme olduğu ortadadır.
Öte yandan, ihtilaflı kural,
Anayasa’nın 67. maddesinin son fıkrasında yer alan “Seçim kanunlarında yapılan
değişiklikler, yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde yapılacak
seçimlerde uygulanmaz.” hükmüne de aykırıdır.
Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın
67. maddesinin son fıkrası anlamında “seçim kanunu” kavramını 2019 yılında şu
şekilde yorumlamıştır: “2001 yılında yapılan Anayasa değişikliği ile 67.
maddeye eklenen yedinci fıkranın “Konjonktürel değişikliklere seçim kanunları
açısından yer verilmemesi amaçlanmıştır” şeklinde açıklanan gerekçesi de anılan
fıkrada ifade edilen seçim kanunlarından ne anlaşılması gerektiğine ilişkin
anlayışı ortaya koymaktadır. Buna göre anayasa koyucunun Meclis çoğunluğunu
elinde bulunduran parti veya partilerin seçime bir yıl kala seçim sürecinde
kendi lehlerine veya diğer parti ya da adayların aleyhine sonuç doğuracak
biçimde değişiklikler yapılmasını öngören yasal düzenlemeleri Anayasa’nın 67.
maddesinin yedinci fıkrası bağlamında seçim kanunu olarak nitelediği
anlaşılmaktadır”.
Yüksek Mahkeme, aynı kararında, şu tespiti de yapmıştır: “Anayasa’nın 67.
maddesinin yedinci fıkrasında yer alan seçim kanunları ibaresi ile seçmen
iradesinin seçim sonuçlarına yansımasına tesir edebilecek veya seçime
katılanlardan bir kısmına herhangi bir şekilde avantaj ya da dezavantaj oluşturma
sonucunu doğurabilecek veya seçim süreci ve sonucunu etkileyebilecek
düzenlemelerin kastedildiği anlaşılmaktadır.” (p.13).
AYM, söz konusu davada, dava
konusu kuralın Anayasa’nın 67. maddesinin yedinci fıkrası bağlamında bir seçim
kanunu hükmü olmadığına hükmederken, şu gerekçeye dayanmıştır: “... kural YSK
üyelerinin mesleki teminatları ile görev ve yetkilerinde herhangi bir
değişiklik içermemektedir. Kural Anayasa’ya uygun olarak seçilen ve görevlerini
hâkimlerin bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkesine göre yerine getiren mevcut YSK
üyelerinin görev sürelerinin bir yıl uzatılmasından ibarettir. Bu hâliyle
kuralın seçim süreci ve sonucu üzerinde etki yaratma, dolayısıyla seçmen
iradesinin anayasal ilkelere uygun olarak seçim sonucuna yansımasını etkileme
ya da seçime katılanların bir kısmına avantaj veya dezavantaj oluşturma gibi
bir fonksiyonunun olduğu söylenemez. Bu itibarla kural Anayasa’nın 67.
maddesinin yedinci fıkrası anlamında bir seçim kanunu hükmü olarak
nitelendirilemez ... Dava konusu kuralın yukarıda belirtilen gerekçesi
gözetildiğinde kuralın getiriliş amacının seçimlerin düzen içinde yapılması
olduğu anlaşılmaktadır. Mevcut YSK üyelerinin görev sürelerinin bir yıl
uzatılmasını öngörmekten ibaret olan kuralın YSK’nın yürütme erkinin etkisinde
kalmasına ve tarafsız karar alamamasına neden olması söz konusu olmayacağı gibi
seçimlerin dürüstlüğü ile yargı bağımsızlığı ilkelerine aykırı bir yönü de
bulunmamaktadır.” (p.15 ve p.18).
Dilekçenin ilk iki başlığında
sunulan verilerin de ışığında, il seçim kurulu başkan ve üyeleri ile ilçe seçim
kurulu başkanlarının görevlerine üç ay içerisinde son verilmesini ve yeniden
belirlenen başkan ve üyelerin önceki başkan ve üyelerin görev süresini
tamamlayacaklarını içeren ihtilaflı kural, Anayasa’nın 67. maddesinin son
fıkrası anlamında “seçim kanunu” oluşturmaktadır. Zira, söz konusu olan, seçim
güvenliği açısından kilit konumda bulunan seçim kurullarının başkan ve
üyelerinin belirlenmesine ilişkin seçim hukuku tarihinin en eski ve çatışmasız
hükümlerine ilişkin olarak, Meclis çoğunluğunu elinde bulunduran partilerce,
seçime bir yıl kala seçim sürecinde kendi lehlerine ve diğer partilerin
aleyhine sonuç doğuracağı varsayılan biçimde değişiklikler yapılmasını öngören
bir yasal düzenlemedir. Yukarıda belirtildiği üzere, olağanüstü hal döneminde
çok yüksek sayıda hâkim tasfiye edilmiş, yerlerine, bir kısmının parti
teşkilatının çeşitli kademelerinde çalışmış oldukları bilinen ve kamerasız
mülakat koşullarında göreve intisap etmiş hâkimler gelmiştir. Uzun yıllar
boyunca seçim yargısında deneyim kazanmış olan kıdemli hâkimler yerine, son
yıllarda göreve gelmiş hâkimlerin önümüzdeki seçimlerde seçim kurullarının
başkan ve üyeleri olmasına yol açacak yürürlüğe ilişkin ihtilaflı kural, kamu
yararı amacıyla konulmuş olsaydı; kamuoyunda infial yaratacak ve temellenmiş
şüpheler doğuracak şekilde, söz konusu belirleme tarzının görevde olan hâkimlerin
üç ay içerisinde lağvedilmesi suretiyle önümüzdeki ilk genel seçimler üzerinde
de etki doğuracak biçimde kurgulanması söz konusu olmazdı.
Buna ek olarak; AYM’nin
yukarıda anılan kararında ilgili kuralın Anayasa’nın 67. maddesinin yedinci
fıkrası anlamında bir seçim kanunu hükmü olarak nitelendirilemeyeceği
tespitindeki gerekçesi, a contrario, iptali istenen kuralın Anayasa’ya
aykırılığını göstermektedir. Zira, ihtilaflı kural, belirlenmiş seçim kurulu
başkan ve üyelerinin mesleki teminatlarına aykırı şekilde lağvedilmeleri
anlamına gelmektedir. İhtilaflı kural, Anayasa’ya uygun olarak seçilen ve
görevlerini hâkimlerin bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkesine göre yerine
getiren mevcut seçim kurulu başkan ve üyelerinin görev sürelerinin kamu yararı
bulunduğu düşüncesiyle uzatılmasından ibaret değildir. Burada söz konusu olan,
görevdeki başkan ve üyelerin önümüzdeki ilk seçimlerde görev yapmalarını
önleyecek şekilde, ilgili kurulların görev süreleri tamamlanmadan
lağvedilmeleridir.
Yeni usulle seçilecek başkan ve
üyelerin de hâkim statüsünde olacak olmaları, yukarıda aktarılan iptal
gerekçelerini hükümden düşürmez ve özellikle de, ihtilaflı kuralın (fiili
sonucu ne olacak olursa olsun), belirli siyasi partilerin seçimde kayırılması
ve seçimlerin adil, eşit ve serbest şekilde gerçekleştirilmemesi yönündeki bir
iradenin ürünü olduğu gerçeğini değiştirmez.
Ocak 2022’de, Ocak 2024’e kadar görev
yapmak amacıyla kıdem esasına göre belirlenmiş olan seçim kurulları
yargıçlarının görevlerinin birkaç ay içinde hiçbir gerekçeye dayanılmaksızın
yasa yoluyla sonlandırılması, Anayasa madde 17’ye de aykırı olup, böyle bir
düzenleme, kıdem esasından kura uygulamasına geçişi öngören madde 5 ve 6’nın “dillendirilmeyen”
gerekçesini oluşturmaktadır. Bu itibarla, tıpkı madde 5 ve 6’nın hiçbir kamu
yararı gerekçesine dayanmıyor olması gibi, madde 12 de, tamamen partizan
amaçlara yöneliktir. Haliyle, Anayasa’nın demokratik hukuk devletini düzenleyen
2. maddesine ve seçim mevzuatındaki uygulama koşulunu düzenleyen 67. maddesinin
son fıkrasına açıkça aykırı olan 7393 sayılı yasanın 5., 6 ve 12. maddeleri,
parlamento çoğunluğunun yasa yapma yetkisini kötüye kullandığının da göstergesi
olmakla, Anayasa madde 14/2 ihlal edilmiş olmaktadır: “Anayasa hükümlerinden
hiçbiri, Devlete veya kişilere, Anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin
yok edilmesini veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını
amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz.”
Öte yandan; İl ve İlçe Seçim Kurullarının
tasfiyesi, görevleri sona erdirilecek yargıçlar açısından rencide edici olup, “yargıçlık
haysiyeti ile bağdaşmayan muameleye tabi tutulma” nedeniyle, Anayasa madde 17/2’nin
ihlali söz konusudur: “…kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya
muameleye tabi tutulamaz”.
Bir yıllık süre bakımından da,
madde 67/son açısından çifte aykırılık söz konusudur:
-Seçim kurullarının
lağvedilmesi, bir yıllık süre yasağına açıkça aykırılık teşkil etmektedir.
-Kıdem esasına dayalı seçim
kurullarının lağvedilmesinden sonra kura usulü ile belirlenecek olan seçim
kurullarının bir yıl içinde yapılacak seçimlerde görev yapmaları da, madde
67/son hükmünün amacına açıkça aykırılık taşımaktadır.
Gerçekten, madde 67/son hükmü,
TBMM’deki çoğunluğun, 7393 sayılı Kanun’un 5., 6. ve 12. maddeleri örneğinde
olduğu üzere kurumsal seçim hukukuna müdahale ederek seçimleri lehine çevirici düzenlemelere
engel olmak için öngörülmüştür. Bu nedenle, madde 5., 6. ve 12. aynı zamanda
yasama yetkisinin kötüye kullanılması anlamına gelmektedir.
Sonuç olarak iptali istenen
kural (7393 sayılı Kanun’un 12. maddesiyle 298 sayılı Kanun’a eklenen geçici
24. madde) Anayasa’nın 2., 14., 17., 36., 37., 67., 79. ve 138. maddelerine
aykırıdır ve iptaline karar verilmesi gerekir.
4. 7393
sayılı Kanun’un 11. maddesinin Anayasa’ya aykırılığı
7393 sayılı Kanun’un 11.
maddesi:
MADDE 11- 298 sayılı
Kanunun;
a) 65 inci maddesinin başlığı “Bakanlara ilişkin
yasaklar:” şeklinde değiştirilmiş ve maddenin birinci ve ikinci fıkralarında
yer alan “Başbakan ve” ibareleri madde metninden çıkarılmıştır.
b) 66 ncı maddesinde
yer alan “Başbakan,” ibaresi madde metninden çıkarılmıştır.
c) 155 inci maddesinin başlığı “Bakanların
yasaklara uymamaları:” şeklinde değiştirilmiştir.
298 sayılı Kanun’un 65., 66. ve 155. maddeleri:
Madde 65- Başbakan ve bakanlara ilişkin yasaklar
(Değişik: 19/2/1987-3330/ MD.5)
Seçim propagandasının başlangıç tarihinden oy verme
gününü takip eden güne kadar olan süre içinde Başbakan ve bakanlarla,
milletvekilleri, yurt içinde yapacakları seçim propagandası ile ilgili gezileri
makam otomobilleri ve resmi hizmete tahsisi edilen vasıtalarla yapamazlar. Bu
maksatla yapacakları gezilerde, protokol icabı olan karşılama ve uğurlamalarla
törenler yapılamaz ve resmi ziyafet verilemez,
Yukarıda yazılı süre içinde Başbakan ve bakanlar seçimle
ilgili faaliyetlerde ve konuşmalarında bu Kanun hükümleriyle bağlıdırlar.
Yukarıda yazılı süre içinde Başbakan ve bakanlar seçimle
ilgili faaliyetlerinde ve konuşmalarında bu Kanun hükümleriyle bağlıdırlar.
Madde 66- Memurların
gezilere katılma yasağı (Değişik: 19/2/1987-3330/ MD.5)
Seçim propagandasının başlangıç tarihinden oy verme
gününü takip eden güne kadar geçen süre içinde Başbakan, bakanlar,
milletvekilleri ve adayların seçim propagandası ile ilgili olarak yapacakları
gezilere hiçbir memur katılamaz.
Başbakanın ve
bakanların seçim yasağına uymamaları
Madde 155- 64, 65 ve 66 ncı maddelerde yazılı yasaklara
uymayanlar üç aydan bir yıla kadar hapis cezasiyle cezalandırılırlar.
Madde gerekçesi, tek cümleden oluşmaktadır: “Cumhurbaşkanlığı
hükümet sistemine uyum düzenlemesi yapılmaktadır”.
Bu düzenleme eksiktir; çünkü “uyum düzenlemesi”, en genel
ifade ile yasalardan ayıklanması gereken ibare ve hükümlerin yanı sıra, yasalara
eklenmesi gereken ibare ve hükümler olmak üzere, TBMM için birbirini tamamlayan
iki aşamalı kapsamına alan yükümlülüktür .
7393 sayılı Kanun’un 11. maddesine ilişkin düzenlemenin
Anayasa’ya uygunluğu, iki aşamada yerine getirilecek bir yükümlülüğün yerine
getirilmesi ile sağlanır:
- İlk aşama; kaldırılmış olan “Başbakan” ibaresinin
çıkarılması,
- İkinci aşama ise, “Başbakan”ın yerine getirilen makam
olarak “Cumhurbaşkanı”nın yazılması.
Madde 11, 298 sayılı Kanun’un 65., 66. ve 155. maddelerinden
“başbakan” ibaresini çıkarmış; buna karşılık, normatif düzenleme işlemini, “Cumhurbaşkanı”
ibaresini eklemediği için eksik bırakmıştır.
Şöyle ki; “Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Yürütme
yetkisi Cumhurbaşkanına aittir.” (AY md.104)
Bu maddenin açıkça gösterdiği
üzere, 2017 Anayasa değişikliği, Başbakanlık görev ve yetkisini Cumhurbaşkanı’na
vermekle sınırlı kalmamış, tek başına yürütme yetkisini verdiği Cumhurbaşkanı’nı,
Başbakan ve Bakanlar Kurulu’ndan oluşan hükümet ile özdeş kılmıştır. Bu
itibarla, Cumhurbaşkanı’nın, genel oyla seçilmesinin de etkisi ile özellikle
bakanlar kurulunun kaldırılarak bakanların siyasal aktör olmaktan çıkarılması sonucu,
siyasal kimliği daha belirgin ve kapsayıcı bir hal almıştır. Sahip olduğu Anayasal
sıfatlara, uygulamada bir de parti genel başkanlığı eklenince, Cumhurbaşkanı,
yürütmenin tek siyasal aktörü haline gelmiştir. Bu Anayasal kurgu, 7393 sayılı Kanun
Madde 11’in eksik bir düzenleme ile açıkça Anayasa’ya aykırı bir özellik
taşıdığını ortaya koymuş bulunmaktadır.
Cumhurbaşkanı, siyasal bir
makam olmanın ötesinde idari teşkilat bütününü etkileyebilecek konumdadır.
Şöyle ki; 2017 Anayasa kurgusu ile Bakanlar, siyasal alandan idari alana
kaydırılmış olmakla birlikte Cumhurbaşkanı, idari nitelikteki bir görev olan
sicil amirliğini de üstlenmiştir.
Bu durum, seçim yasaklarına tabi tutulması gereğini, kamu yönetiminin seçimlere
bulaştırılmaması için, daha da acil bir hale getirmiştir. Üstelik Başbakan ve
Bakanlar Kurulunun TBMM önünde siyasal sorumluluğu Cumhurbaşkanı açısından
geçerli değildir. Bu itibarla da, seçim kurallarına tabi olmayışının vahameti
artmaktadır.
Söz konusu eksik düzenleme
nedeniyle Anayasa’ya aykırılık itirazları karşısında, Anayasa Komisyonu ve
Genel Kurul görüşmeleri sırasında Teklif sahipleri, 6271 sayılı Kanun md.13’ün
298 sayılı Kanun’a yaptığı yollamanın kıyas yoluyla Cumhurbaşkanı’na
uygulanabileceğini ve bu itibarla Cumhurbaşkanı’nın da seçim yasaklarına tabi
olduğu görüşünü öne sürmüşlerdir.
Bu görüş ne ölçüde geçerlidir?
6271 sayılı Cumhurbaşkanı
Seçimi Kanunu madde 13’e göre;
Propaganda
MADDE 13- (1) Propaganda dönemi, aday listesinin kesinleştiği gün
başlar ve oylamaların yapılacağı günden önceki gün saat 18.00’de sona erer.
(2) Propaganda döneminde,
Türkiye Radyo ve Televizyonlarında yapılacak propaganda yayınlarının tam bir
tarafsızlık ve eşitlik içinde yapılması, Yüksek Seçim Kurulu ile Türkiye Radyo
ve Televizyon Kurumu tarafından sağlanır.
(3) Adayların, özel radyo ve
televizyonlardaki propaganda konuşmalarında, süre ile ilgili sınırlamalar
dışında, 298 sayılı Kanunun ilgili hükümleri uygulanır.
(4) Propaganda döneminde Başbakan, bakanlar ve
milletvekilleriyle ilgili yasaklara ilişkin hükümler dâhil olmak üzere
propagandaya dair diğer hususlarda 298 sayılı Kanun hükümleri kıyasen
uygulanır.
Madde 13/4’te “Başbakan” için
öngörülen için 298 sayılı Kanun’a yapılan yollama, “kıyasen uygulama” yönünden,
Cumhurbaşkanı açısından geçerli olabilir mi?
“Kıyasen uygulanır” yönündeki
iddialar, aşağıdaki haklı soru ve saptamalar karşısında dayanaksız kalmaktadır:
-298 sayılı Kanun’da geçen “Başbakan”
ibareleri, CBHS’ye uyum adına ilgili maddelerden çıkarıldığı halde, 6271 sayılı
Kanun madde 13/4’te geçen “Başbakan” ibaresi, neden çıkarılmadı?
- Bilinçli ihmal sonucu, artık
olmayan “Başbakan”ın Kanun’da muhafaza edilmesi, açıkça Anayasa’ya aykırılık
oluşturmaktadır. Bu durum, madde 11 için kullanılan, “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine uyum düzenlemesi
yapılmaktadır.” şeklindeki tek cümlelik gerekçeyi de zayıflattığı gibi
samimiyet sorununa da işaret etmektedir.
- Öte yandan; seçim yasaklarını
ihlal, cezai yaptırımı da beraberinde getirdiğine göre, kıyasen uygulamanın
ceza hukuku bakımından mümkün olmadığı da açıktır.
- Dahası, OHAL KHK-687 ile
kaldırılan aşağıdaki hüküm, seçim suçları alanını da ileri derecede daraltmış
bulunmaktadır:
Özel radyo ve televizyon
yayınlarına ilişkin suçlar
Madde 149/A.- Bu Kanunun 55/A
maddesine ve Yüksek Seçim Kurulunca belirlenen esaslara aykırı olarak yayın
yapılması halinde, ülke genelinde yayın yapan özel radyo ve televizyon
kuruluşlarını Yüksek Seçim Kurulu, yerel yayın yapan özel radyo ve televizyon
kuruluşlarını ise yayının yapıldığı yer ilçe seçim kurulu uyarır veya aynı
yayın kuşağında açık bir şekilde özür dilemesini ister. Bu talebe uyulmaması
veya aykırılığın tekrarı halinde, Yüksek Seçim Kurulu veya yayının yapıldığı
yer ilçe seçim kurulunca, ihlâle konu programın yayını bir ilâ oniki kez
arasında durdurulur. Aykırılığın tekrarı hâlinde, ülke genelinde yayın yapan
özel radyo ve televizyon kuruluşlarının yayınlarının Yüksek Seçim Kurulunca beş
günden onbeş güne kadar durdurulmasına, yerel yayın yapan özel radyo ve
televizyonların yayınlarının ise yayının yapıldığı yer ilçe seçim kurulunca üç
günden yedi güne kadar durdurulmasına karar verilir.
Bu kararlar ilgili en yüksek
mülkî amirlerce derhâl yerine getirilir.
“EKSİK DÜZENLEME”NİN ANAYASA’YA
AYKIRILIK GEREKÇELERİ
I.2017 ANAYASA KURGUSU VE
UYGULAMASI
6771 sayılı Kanun’un, Cumhurbaşkanı
Devletin başıdır. Yürütme yetkisi Cumhurbaşkanına aittir” (Any., md.104) hükmü,
yürütme ve yasama-yürütme ilişkisi bakımından, “demokrasi açığı” şeklinde
nitelenebilecek Hükûmet ve Bakanlar Kurulu’nun
tümden kaldırılmış olmasına karşın, tek kişi yönetimi için kullanılan “üç
yokluk hali”, anayasal yapılandırmayı tanımlamaktadır:
- Kurul halinde (toplu/kolektif) siyasal karar düzeneği
yokluğu,
- Siyasal sorumluluk yokluğu,
- Denge ve denetim düzeneğinin yokluğu.
Bu anayasal kurguya,
uygulamada, Devleti temsil yetkisini kullanan ve yürütme ile özdeşleşen Cumhurbaşkanı’nın
parti genel başkanlığı eklenmiştir.
Seçim, demokratik devletin ve
toplumun asgari gereklerinin güvence altına alınması kaydıyla demokrasinin ön
koşuludur. Seçilmiş kişi veya kişilerin siyasal sorumluluğu da, demokrasinin
gereğidir. Yöneticilerin hukuka saygısı ölçüsünde demokratik meşruluk vardır.
Yürütme ve devlet yönetiminin
anayasal olarak tek kişide toplanması, aynı kişinin Anayasa’nın bağlayıcı
kuralları ile bağdaşmadığı halde parti genel başkanlığına gelmesi, devleti ve
yürütmeyi, lideri aracılığıyla parti hâkimiyeti altına sokmuş bulunmaktadır.
Kişi-parti-devlet birleşmesi, kişinin devleti partileştirmesi ve iktidarı kişiselleştirmesi
sürecine ivme kazandırmıştır. Cumhurbaşkanı’nın, “Devlet Başkanı”, “Devletin
Başı”, “Başkomutan” gibi unvanları, Anayasa’da sayılmıştır. Fakat “parti genel
başkanlığı”, bunlar arasında yer almamaktadır.
Şöyle ki; 2017 Anayasa
değişikliği, “Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir.” (m.
101/son) kaydını kaldırmıştır. Cumhurbaşkanı statüsü ile parti üyeliğinin
bağdaşmazlığını öngören hüküm yürürlükten kaldırılmıştır; ancak bu yasağın
yöneldiği amaca ilişkin bir değişiklik yapılmamıştır. Aksine, genişletilmiş
yetki alanıyla yürütme yetkisi tek başına kendisine verilmiş olmasına karşın,
Cumhurbaşkanı’nın tarafsızlığına ilişkin Anayasa hükümleri korunmuştur. Anayasa
değişikliği, partili bir adayın Cumhurbaşkanı seçildiği zaman parti üyeliğinin
devam etmesi veya partili olmayan bir kişinin üye olması yolunu örtülü bir
şekilde açmış olsa da, Cumhurbaşkanı seçilen bir kişinin parti genel
başkanlığının, yürürlükteki Anayasa’nın emredici ve yasaklayıcı hükümleri ile
bağdaşmazlık sorunu vardır. Zira, Cumhurbaşkanı’nın parti üyesi olmasıyla parti
genel başkanı olması arasında, anayasal gerekliliklere uygunluk açısından
esaslı bir farklılık bulunmaktadır. “Cumhurbaşkanı” ve “parti genel başkanı”
statüleri arasında Anayasal bağdaşmazlık vardır:
- Cumhurbaşkanı andı: “Anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, … bağlı
kalacağıma (…), üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün
gücümle çalışacağıma … namusum ve şerefim üzerine andiçerim.” (m. 103).
- Cumhuriyet’in nitelikleri, değiştirilemez anayasal hükümler blokunda yer
almaktadır. Buna göre, “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma
ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine
bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve
sosyal bir hukuk Devletidir.” (m. 2).
- Bağımsız ve “Tarafsız” yargı (m. 9) organlarına ve üst kuruluşlarına
atama yetkileri (m. 146 ve m. 159).
- Temin yetkisi: Cumhurbaşkanı’nın
“Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını temin” yükümlülüğü (m. 104).
Aktarılanlar ve diğer Anayasal
yükümlülükler, Cumhurbaşkanı’nın parti genel başkanlığı ile bu yükümlülüklerin
yerine getirilebilmesi açısından zorunlu olan tarafsızlığı bağdaştırmak zordur.
Cumhurbaşkanı’nın parti genel başkanlığını, sistematik yorumu ve iç tutarlılığı
açısından Anayasa ile bağdaşmazlığı, uygulama ile de teyit edilmiştir.
- Parti başkanlığı, demokratik siyasal yarışmanın serbest
ve eşit işleyişini engellemektedir: Cumhurbaşkanı’nın parti başkanlığı, siyasal
partilerin serbest ve eşit yarışma koşullarını ortadan kaldırdığı gibi serbest
seçim ilkesini de zedelemektedir. Cumhurbaşkanı’nın Anayasal statüsü gereği
yerine getirdiği görevler ve kullandığı yetkiler ile parti başkanı olarak
faaliyetleri çoğu zaman birbirine karışmakta ve bu durum, Anayasa’ya
aykırılıkları sistematik hale getirmektedir (md. 68 ve 69).
“Devleti temsil ve yürütme ile
parti başkanlığı” yetkilerinin aynı kişide toplanması, siyasal partiler için
eşit koşullarda yarışma olanağını ortadan kaldırdığı gibi seçimlerde kamusal
olanakları kendi partisi lehine seferber etme gücü ile serbest seçim ilkesini
de zedeleyicidir (md.67).
Bunun uzun vadeli potansiyel
sonucu ise, siyasal iktidarın el değiştirme (siyasal münavebe) yollarının
kapatılmasıdır. Bu durum, demokratik hukuk devleti ilkesi ile açıkça
çelişmektedir (md.2).
Parlamenter rejimde Başbakanın
benzer konumda bulunduğu öne sürülebilirse de, parlamenter hükûmet sistemi ile
Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi denilen sistem arasında önemli iki fark
bulunmaktadır:
- Başbakan, sadece yürütme görev ve yetkisini kullanan
Bakanlar Kurulu’nun başkanı idi. Cumhurbaşkanı ise, yürütmenin yetkisine
sahiptir ve aynı zamanda devlet başkanıdır.
- TBMM genel seçimlerinden önce Adalet, İçişleri ve
Ulaştırma Bakanlarının görevden çekilmesini öngören, seçimlerin yenilenmesi
durumunda Geçici Bakanlar Kurulu öngören madde 114, 2017 seçimlerinde
yürürlükten kaldırılmıştır.
- Devlet aygıtını
partizanlaştırma süreci giderek ivme kazanmaktadır: Cumhurbaşkanı’nın atadığı/görevden
aldığı Cumhurbaşkanı yardımcısı ve bakanların, seçilmiş olmadıkları ve TBMM
önünde sorumlu bulunmadıkları halde parti faaliyetlerine katılmaları ve siyaset
yapmaları, Cumhurbaşkanı’nın parti genel başkanı olmasından kaynaklanmaktadır.
Parti grup toplantılarına, Cumhurbaşkanı yardımcısı ve bakanların katılması,
Anayasa madde 68 ve 69 bakımından sorunludur. Cumhurbaşkanı ile birlikte
özellikle Adalet, İçişleri ve Ulaştırma Bakanlarının seçim kampanyasında yer
alması, “serbest seçim ve eşit oy” ilkelerini zedelemektedir (Anayasa m. 67).
- Parti-devlet başkanlığı birleşmesi, demokratik toplum
düzenini zedelemektedir: Düşünce ve örgütlenme özgürlükleri, demokratik
toplumun temel taşıdır. Yöneticilerin faaliyetleri ve icraatları
eleştirilebildiği ölçüde demokratik devlet ve toplum vardır. Buna karşılık,
Cumhurbaşkanı’na hakaret suçunu düzenleyen TCK madde 299 uygulaması, bir
yandan, Cumhurbaşkanlığı ve parti başkanlığı statüsünün aynı kişide
toplanmasının sakıncasını teşhir etmekte, öte yandan, demokratik toplumu tehdit
etmektedir (md.13). Şöyle ki;
TCK, “hakaret” ve “Cumhurbaşkanına
hakaret” suçlarını ayrı ayrı düzenlemektedir. Madde 125’e göre hakaret suçunu,
herkes herkese karşı işleyebilir. Madde 299 ise, Cumhurbaşkanı için diğer
bireyler için var olandan daha güçlü bir koruma öngörmektedir. Dahası, madde
299’un düzenleniş biçimi, öngörülebilir ve anlaşılabilir olmadığı için hukuki
güvenlik ilkesini zedelemektedir. Üstelik bireylerin, Cumhurbaşkanı’na yönelik
eleştirilerinin hakaret olup olmadığının kararı, yine Cumhurbaşkanı’na bağlı
memurların elinde olup bu durum, açıkça öngörülebilirlik ilkesini ortadan
kaldırmaktadır. Çünkü madde 299/3 gereği, bu suçtan dolayı kovuşturma
yapılması, Adalet Bakanı’nın iznine bağlıdır. Uygulamada asıl sorun, Cumhurbaşkanı’ndan
çok, parti başkanı olarak gerçekleştirilen söylem ve eylemler nedeniyle
yöneltilen eleştirilere karşı TCK madde 299’un uygulanmasıdır.
Parti başkanı sıfatıyla yapılan
konuşma ve tasarruflara yöneltilen eleştirilerin, Cumhurbaşkanı’na hakaret
gerekçesiyle yaptırıma tabi tutulması, öncelikle “fikir suçu” tehdidi altında,
toplumun, yöneticilerin işlem ve eylemlerinden bilgilenme hakkını kısıtlamakta
ve demokratik toplum düzeni zedelenmektedir. Oysa ifade özgürlüğüne ilişkin
uluslararası standartlar ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi kararları uyarınca,
yetkileri ve Türkiye’nin kaderine etkileri ile orantılı olarak, Cumhurbaşkanı’nın
demokratik ölçütler çerçevesinde, Türkiye’nin en çok eleştirilebilir seviyede
olan kişisi olması gerekir. Tam tersine, parti
genel başkanı sıfatıyla yapılan konuşmalarınyaptırıma
tabi tutulması, çoğulculuk, hoşgörü ve saydamlık düşüncesi ekseninde anlam
kazanan demokratik toplumu zedelemekte; bu süreç de, siyasal iktidarın el
değiştirme (siyasal münavebe) yolunu kapatma riskini beraberinde getirmektedir.
II. SERBEST
SEÇİMLERİ GENEL OLARAK ZEDELEYEN ÜÇ BÜYÜK SORUN
Kısaca değinilen 2017 Anayasa
kurgusu ve uygulaması, siyasal partilere ve seçimlere ilişkin hükümler
bağlamında demokratik siyaset alanını daraltmakta ve demokratik toplum düzenini
sürekli baskılamaktadır.
1. SİYASAL PARTİLER VE
CUMHURBAŞKANI ADAYLARI, EŞİT KOŞULLARDA YARIŞMAMAKTADIR
Anayasa’nın,
Cumhurbaşkanı’nın tarafsızlığına ilişkin hükümleri ile bağdaşmayan parti genel
başkanlığı, Anayasal eşitlik ilkesi ihlal edilmektedir. TBMM’de temsil edilen
partiler, haklar ve yükümlülükler bakımından, madde 68 ve 69 hükümleri
kapsamında Anayasa önünde eşit değildirler.
2. SEÇİM KANUNLARI, AYRIMCI
DÜZENLEMELER İÇERMEKTEDİR
Eşitsizlik, “seçme, seçilme ve
siyasi faaliyette bulunma hakları” (md.67) açısından da geçerlidir. Düzenleme
nasıl yapılırsa yapılsın, seçim öncesi/esnası ve sonrası bütün faaliyetlerinde,
Anayasal açıdan çok unvanlı genel başkan, Devlet olanaklarını partisi lehine
seferber etti/etmekte ve edecektir.
3.
DEMOKRATİK TOPLUM DÜZENİ SAYGI GÖRMEMEKTEDİR
Siyasal partilerin eşit
koşullarda yarışmaması ve ayrımcı düzenlemeler içeren seçim yasaları,
demokratik siyaset alanını, Cumhur İttifakı dışında kalan partiler için ileri
derecede daraltmaktadır. Anayasal özgürlüklerin kullanılmasındaki güçlükler,
demokratik toplumun asgari gereklerini bile zedelemektedir.
- Medya,
Kişi-Parti-Devlet’in propaganda aygıtı olarak kullanıldığından, partiler,
faaliyetlerini topluma yansıtma bakımından eşit konumda değiller. Demokratik
siyaset alanı, haliyle, Cumhur İttifakı dışında kalan partiler aleyhine
daraltılmış bulunuyor.
- Yurttaşlar,
“siyasi parti içinde siyasi faaliyette bulunma” yönünden eşit değil; zira,
demokratik toplumun asgari gereklerini bile ortadan kaldıran bir mevzuat ve
uygulama ayrışması vardır. Düşünce ve ifade özgürlükleri ile barışçıl toplanma
ve gösteri özgürlükleri, hukuk dışı yollarla ve şiddet kullanılarak
bastırılmakta ve ölçüsüz yaptırımlara tabi tutulmaktadır. Bunlar ve benzeri
uygulamalar, Anayasa Madde 13’ün güvence altına aldığı demokratik toplum
düzeninin temel gereklerini ortadan kaldırmaktadır.
- Bu
nedenlerle, seçimlere giden yol, “eşit” ortam ve olanaklar sunmamaktadır.
Özetle; yürürlükte olan
anayasal kurgu ve uygulaması, seçim hukuku bağlamında Anayasa madde 13, 67, 68
ve 69’un asgari gerekleri bakımından “eşitlik-özgürlük-adalet” üçlüsünü ihlal
etmekte olduğundan, değişmez hüküm olarak “demokratik hukuk devleti” (md.2) ve “Anayasa’nın
özü” anlamsız hale gelmektedir.
III. CUMHURBAŞKANI’NIN SEÇİM
YASAĞI DIŞINDA TUTULMASI, DEMOKRATİK HUKUK DEVLETİNİN ÖZÜNÜ ZEDELEMEKTEDİR
Seçim yasaklarına ilişkin
düzenlemeye, parti genel başkanı ve aday olan “yürütme yetkisini tek başına”
kullanan Cumhurbaşkanı’nın dahil edilmemiş olması, “tarafsız”, “eşit”, “serbest”
ve “adil” seçim olanağını ortadan kaldırmaktadır. Bu durum, Devleti adeta “aday”
konumuna taşımakta, onun demokratik niteliğini yadsımaktadır. 2017 anayasal
kurgu mantığına göre, Cumhurbaşkanı yardımcısı ve bakanlar, günlük siyasal tartışma
ve çatışmaların dışında kalmaları gerektiği halde siyasal çekişmelerin bağrında
yer alıyor iken, atanmış bakanlar -haklı olarak- seçim yasakları kapsamında
tutulmaya devam edilirken; devlet başkanlığı sıfatını kullanan adayın -ve
Cumhurbaşkanı yardımcısı/ları/nın- yasaklardan azade olması, “seçim sandığına
vurulan bir kilit” girişimi şeklinde de yorumlanabilir. Cumhurbaşkanı’na seçim yasağı getirilmemesi ve kamu hizmetine tahsis edilmesi
gereken vergilerin bir şahsın siyasi bekası için istismar edilmesi, ilgili
Anayasa maddelerini ihlal ettiği gibi, söz konusu ihlaller bütünü, demokratik
Cumhuriyet’in özünü zedeleyicidir.
298 sayılı Seçimlerin Temel
Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun’un 65., 66. ve 155’inci maddelerinde
yapılan değişiklikle, Başbakan, Bakanlar ve Milletvekillerinin
seçim yasaklarına ilişkin düzenlemelerin yer aldığı bu maddelerdeki “Başbakan”
ibareleri, sistem uyarlaması gerekçesiyle, 2017 Anayasa değişiklikleriyle
oluşturulan kurumsal şablona atıf yapılarak, kaldırılmıştır. Oysa, sistem
uyarlamasının simetrik gerekliliğine uygun olarak, yetkiyi düzenleyen diğer
kanunlarda olduğu üzere, “Başbakan” ibaresi yerine “Cumhurbaşkanı” yazma
yükümlülüğü yerine getirilmemiştir. TBMM’de sayısal çoğunluğa sahip bulunan
partilerin bu bilinçli ve kasıtlı ihmaliyle eksik düzenleme yapılmış; Anayasa’ya
açıkça aykırı biçimde Cumhurbaşkanı, seçim yasaklarından bağışık tutulmuştur.
Ne var ki, parlamenter rejimin geçerli olduğu dönemde Başbakan ve Bakanlar
Kurulu’nun sahip olduğu tüm yetkilere bugün tek başına sahip olan Cumhurbaşkanı’nın
bu yasaklardan bağışık tutulması, demokratik bir devlette hiçbir biçimde meşru
ve haklı bir nedene dayandırılamaz. Yürütme yetkilerini tek başına elinde
bulunduran ve uygulamada parti genel başkanı olan Cumhurbaşkanı’nın seçim
yasakları kapsamına alınması gerekmektedir. Bu nedenle, gerekçe olarak yazılan “Cumhurbaşkanlığı
Hükümet Sistemiyle uyum düzenlemesi yapılmaktadır.” cümlesi, gerekçe yazma
ciddiyetiyle bağdaşmadığı gibi, başta madde 67 gelmek üzere, Anayasa’nın 2.,
67., 80., 81., 87. gibi birçok maddesine aykırılık oluşturan bir tavrın
ifadesidir.
Yine, kanun teklifinin, seçim
yasakları konusunda Cumhurbaşkanı’nın sahip olduğu demokratik hukuk devletiyle
bağdaşmaz ayrıcalıkların idamesi yönündeki iradesinin bir başka tezahürü,
teklifin, 19/1/2012 tarihli ve 6271 sayılı Cumhurbaşkanı Seçimi Kanununun “Propaganda”
başlıklı 13. maddesinde görevde olan Cumhurbaşkanı’na ilişkin olarak herhangi
bir propaganda yasağı ve sınırlaması öngörülmemişken, bu konudaki eksikliği
giderme yönünde de adım atmamış olmasıdır. Söz konusu maddenin dördüncü
fıkrasına göre, “Propaganda döneminde Başbakan, bakanlar ve milletvekilleriyle ilgili yasaklara ilişkin
hükümler dâhil olmak üzere propagandaya dair diğer hususlarda 298 sayılı Kanun
hükümleri kıyasen uygulanır”. Artık
Başbakanlık bulunmadığı için “Başbakan” ibaresinin bu maddeden çıkarılmamış
olması ve 6271 sayılı ve 298 sayılı Kanunlarda görevdeki Cumhurbaşkanı için
muadil bir propaganda yasağının öngörülmemiş olması, Cumhurbaşkanı’nın
günümüzde siyasi tartışmaların başat bir tarafı olma konumuyla uyuşmamaktadır.
Anayasa’nın 101. maddesinin 2. fıkrası uyarınca bir kimsenin iki defa
Cumhurbaşkanı seçilebileceği de dikkate alındığında, 6271 sayılı Kanun’a
görevdeki Cumhurbaşkanı’na ilişkin propaganda yasaklarının dercedilmesi zorunlu
idi.
Bu bakımdan; kanunlaşan
teklifin sahiplerinin, “Başbakan, bakanlar ve milletvekilleriyle ilgili
yasaklar ve ilişkin hükümler de dâhil olmak üzere propaganda yasaklarında 298
sayılı Yasa’ya ilişkin hükümler uygulanır.” söylemi,
hukuki bir sonuç doğuracak nitelik taşımamaktadır. Çünkü, madde 11
düzenlemesiyle, 298 sayılı Kanun’un 65’inci maddesinden, 66’ncı maddesinden ve
155’inci maddesinden Başbakanı çıkarılıyor olmakla birlikte, bunun yerine, Cumhurbaşkanı’na
ve Cumhurbaşkanı yardımcısına dair herhangi bir düzenleme konulmuyor. Öne
sürülen gerekçe, buna gerek olmadığı, zira Cumhurbaşkanı’nın yasaklara tabi
olduğudur. Ne var ki, ceza kanunları kıyasen
uygulanamaz ve 298 sayılı Kanun’un 155’inci maddesinde kimlerin yasağa uymazsa
cezalandırılacağı tek tek sayılmış bulunuyor. Bunlar arasında “Cumhurbaşkanı”
yer almadığı sürece, kendisine cezai bir yaptırım uygulama olanağı
bulunmamaktadır. Böyle bir sorun, “Cumhurbaşkanı Yardımcısı” açısından da geçerlidir.
Bu itibarla, teklif sahiplerinin ve son tahlilde de kanun koyucunun bu
husustaki ihmalleri açıktır.
Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkanı
yardımcısının siyasal yasaklar içinde yer almamış olmasının neden olacağı
ihlaller, seçim yargısı içtihadınca da teyit edilmektedir. Propaganda
Yasaklarına İlişkin Yüksek Seçim Kurulu Kararları, eşitlik İlkesi açısından
Türk seçim hukukunun geçirdiği evrim süreci bakımından anlamlıdır. Bu
kararlardan birkaç örnek şu şekilde sıralanabilir:
- YSK 1968/235 sayılı, 25.4.1968 tarihli
karar: Türkiye Radyolarında siyasi partilerle ilgili olarak yapılan
yayınlarında tarafsız davranılmadığı ileri sürülerek, bu durumun önlenmesinin
şikayet yoluyla istenmesi üzerinde verilmiştir. YSK “..Türkiye Radyolarında
yayınlanan siyasi partilerle ilgili haberler, seçim süresi içinde seçmenler
üzerinde yapacağı etki sebebiyle dolayısiyle seçim propagandası niteliği
alacağından, bu haberlerde eşitlik bulunmaması halinde, seçimlere katılan
siyasi partilerin kanun hükümlerinden eşit şartlar altında yararlanmaları
ilkesiyle bağdaşmayacak bir sonuç doğmuş olacaktır….Seçimlere katılan siyasi
partilerin, kanun hükümlerinden eşit şartlar altında yararlanmamaları,
seçimlerin güvenle ve dürüst olarak yapılmasına ve seçim düzenine etkili
olacağı şüphesizdir. Bu itibarla, TRT Genel Müdürlüğünce seçim süresi içinde
Türkiye Radyolarında yayınlanacak haberlerin uygun bir ölçüde eşitlik esasına
bağlı tutulması zorunluluğu doğmuş ve Kurulumuzun bu konuda gerek Anayasanın 75
inci maddesi hükmüne ve gerek 26/4/1961 günlü ve 298 sayılı Seçimlerin Temel
Hükümleri ve Seçmen Kütükleri hakkındaki Kanuna göre bir karar almakla yetkili
ve görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Yukarıdaki açıklamalar karşısında, TRT
Genel Müdürlüğü tarafından Türkiye Radyolarında, gerek kendi kaynaklarından ve
gerek siyasi partilerin verdikleri haber bültenlerinden alacakları siyasi
partilerle ilgili haberler yayınlandığı takdirde, her gün için kelime sayısı,
yayın süresi ve haberin yayınlanacağı radyo yayın bültenleri bakımlarından eşit
olması gereklidir. Ancak, siyasi partiler tarafından bülten verilmediği
günlerde ve ayrıca bu günlerde kendileriyle ilgili başkaca haber bulunmadığı
takdirde, bu partiler için o günlerde Türkiye Radyolarında bir haber
yayınlanamayacağı olağan bulunduğu gibi, bir siyasi parti ile ilgili haber
yayınlanmamış günlere mahsuben sonraki günlerde toptan haber yayınlanması
mümkün olamaz.” diyerek
şikayeti kabulüne ve “seçim süresi içinde
TRT Genel Müdürlüğünce Türkiye Radyolarında siyasi partilerle ilgili, gerek kendi
kaynaklarından ve gerek siyasi partilerin haber bültenleriyle diğer
kaynaklardan alınmış olup yayınlanmalarına ayrıca kanuni bir engel bulunmayan
haberlerin yayını yapılmak istendiği takdirde, bu yayınların her günde kelime
sayısı, yayın süresi ve haberin yayınlanacağı radyo yayın bülteni bakımlarından
eşit yapılmasına…..” karar vermiştir. Bu esaslar YSK 1969/557 sayılı, 20.8.1969
tarihli kararı ile devam ettirilmiştir.
- YSK 1977/1109 sayılı 20.05.1977 tarihli
karar: Hükümetin 65 yaşını doldurmuş muhtaç ve güçsüz ve kimsesiz Türk
vatandaşlarına aylık bağlanması hakkında kanunla ilgili TRT haber bülteninde
bir bildiri yayınlaması hakkında, bunun önlenmesine ilişkin talep üzerine şu
kararı vermiştir: “...Zira, seçimler bakımından, iktidarda bulunan siyasi parti
ve partilere, diğer siyasi partilere oranla aradaki eşitliği bozabilecek munzam
haklar tanıdığını kabule olanak yoktur. ..., iktidarda bulunan siyasi parti
veya partiler 359 sayılı Kanunun 11nci maddesinin birinci fıkrasının verdiği
yetkiye dayanarak, seçmenin oyuna etki yapabilecek bildiriler yayınlamak
suretiyle, seçime girmiş bulunan diğer siyasi partilere nazaran bir propaganda
üstünlüğü elde etmiş olurlar. Bu suretle de seçimin dürüstlük ve eşitlik
ilkeleri zedelenebilir. …Dilekçecinin tedbir alınması yolundaki şikayetinin
kabulüne ve yukarıda yazılı hükümet bildirisinin seçim dönemi içerisinde
Türkiye Radyo ve Televizyonlarında yayınlanmasının durdurulmasına karar
verilmelidir...”. Görüldüğü üzere bu kararla da seçim döneminde iktidar
partisinin propaganda üstünlüğü sonucunda demokratik adil yarış kurallarının
korunmasına yönelik karar verilmiştir.
- YSK 1979/812 sayılı 25.9.1979 tarihli
karar: TRT Haber bülteninin sonunda Hükümet bildirisi olarak yayınlanan
bildiride, evvelce taban fiyatları Hükümetçe tespit olunan fındık, çekirdeksiz
kuru üzüm, zeytinyağı fiyatlarına bazı ilavelerin yapıldığının belirtilmiş
olduğu, seçim yasaklarının başladığı devrede yayınlanan bu bildirini içeriğinin
propaganda eşitliğini bozduğu, iktidar lehine seçmene müessir olma gayesini
taşıdığı bildirilmiş ve Hükümet bildirisinin Türkiye Radyo ve
Televizyonlarından yayınlanmasının durdurulması istemi üzerine;
“...Hükümet bildirisi, 298 sayılı Kanunun
64. maddesine aykırı bulunmuştur. Gerçekten şikâyet konusu bu bildiri maddede
sayılan daire, müessese ve teşekküllere ait olan kaynaklardan yapılan iş ve
hizmetlerle ilgili neşriyat niteliğindedir. Yayının 64. maddede yer alan
kaynaklardan Radyo ve Televizyondan yapılmış olması seçmenlerin oyuna tesir
edecek ve seçim döneminde siyasi partiler arasındaki propaganda eşitliğini
bozar nitelik taşımaktadır.
Seçimlerde gözönünde tutulması gereken en
önemli hususlardan biri de seçmenlerin hiçbir etki altın kalmaksızın oylarını
kullanmalarıdır…
Seçimlere ilişkin olarak, halen yürürlükte
bulunan kanunlarımıza göre seçimlere giren siyasi partilere iktidarda bulunup
bulunmadıklarına bakılmaksızın propaganda vesair konularda eşit haklar tanınmış
bulunmaktadır… Zira, seçimler bakımında iktidarda bulunan siyasi parti ve
partilere diğer siyasi partilere oranla aradaki eşitliği bozabilecek munzam
haklar tanıdığını kabule olanak yoktur…” diyerek YSK söz konusu başvuru
hakkında “Dilekçinin tedbir alınması yolundaki şikâyetinin kabulüne ve yukarıda
yazılı hükümet bildirisinin seçim dönemi içerisinde Türkiye Radyo ve
Televizyonlarında yayınlanmasının durdurulmasına …” karar vermiştir.
Ancak YSK’nın seçim rekabetini demokratik
kurallarla koruma amacına yönelen bu kararları karşısında özellikle 2017 yılı
ve sonrası kararları arasında seçim hukuku bakımından, seçimlerin yönetimi ve
denetimi konusunda anayasal görevin yerine getirilmesinden giderek uzaklaşan
kararlar verdiği, bunların da seçimlerin propaganda dönemine ilişkin iptali
talep edilen düzenleme açısından ayrıca hatırlanması gerekmektedir.
Türk seçim hukukunun evrim
süreci ışığında, 7393 sayılı Kanun’un 11. maddesinin demokratik hukuk devleti
bakımından doğurması kaçınılmaz sakıncaları göz önünde bulundurarak; Anayasa
Mahkemesi’nin, başta Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik bir hukuk devleti
olduğunu öngören Anayasa’nın 2. maddesi gelmek üzere, anayasal hükümlerin
bağlayıcılığını ve üstünlüğünü etkili şekilde koruyacak (Anayasa, m.11) yorum
yöntemlerine ve hukuki araçlara başvurması gerekir. Aksi halde, Anayasa’nın
amir hükümlerinin normatif etkililiklerinin yokluğunda, Anayasa içi boş bir
metne dönüşecektir.
Yukarıdaki üç başlıkta
ayrıntılı şekilde gösterildiği üzere, 2017 Anayasa değişiklikleri sonrası
ortaya çıkan anayasal ve siyasal tabloda, Cumhurbaşkanı, parlamenter rejim
zamanında başbakanın sahip olduğu yetkilerin katbekat üzerinde yetki sahibi
olmuş durumdadır. Buna karşın, TBMM çoğunluğunun, “Başbakan” yerine “Cumhurbaşkanı”
ibaresini yasaya koymaktan ısrarla kaçınması, “Kanunlar Anayasaya aykırı
olamaz.” (md.11/2). Normunun bilinçli bir biçimde ihlali olduğu kadar, madde
14/2 anlamında yasama yetkisinin kötüye kullanılmasıdır: “Anayasa hükümlerinden
hiçbiri, Devlete veya kişilere, Anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin
yok edilmesini veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde
sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde
yorumlanamaz.”
Belirtilen bu nedenlerle,
Anayasa Mahkemesi’nin, demokratik hukuk devletinin açık bir gerekliliği olarak,
Cumhurbaşkanı’nın seçim yasaklarına tabi olduğuna ya da olması gerektiğine
hükmetmesi, acil bir zorunluluktur.
Bu çerçevede, Anayasa Mahkemesi’nin
öncelikle, huzurunda görülmekte olan davada 6271 sayılı Cumhurbaşkanlığı Seçimi
Kanunu’nun 13. maddesinin 4. fıkrasındaki “Başbakan,” ibaresini mutlaka değerlendirme
kapsamına alması gerekmektedir.
Anayasa Mahkemesi, 6271 sayılı
Cumhurbaşkanlığı Seçimi Kanunu’nun 13. maddesinin 4. fıkrasının, Cumhurbaşkanı
bakımından da propaganda yasaklarının mevcudiyetini öngörüp öngörmediğini
tespit etmelidir. Bu doğrultuda, Anayasa Mahkemesi, değerlendirmesinin
sonucunda;
- ya 6271 sayılı
Cumhurbaşkanlığı Seçimi Kanunu’nun 13. maddesinin 4. fıkrasının Cumhurbaşkanı’na
ilişkin olarak propaganda yasaklarının varlığını öngördüğünü yorumlu kararıyla
tespit etmelidir. Belirtmek gerekir ki, 7393 sayılı Kanun’un teklif
sahiplerinden Feti Yıldız, TBMM Genel Kurulu’ndaki görüşmeler esnasında,
aşağıdaki ifadeleri kullanarak, bu görüşü savunmuştur: “6271 Sayılı
Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu’nun 13 maddesinin (4)’üncü fıkrasında yazılı olduğu
şekilde, 298 sayılı Kanun hükümleri kıyasen uygulanır. Cumhurbaşkanlığı Hükûmet
sistemine uyum için 298 sayılı Kanun’un 65’inci ve 66’ncı maddelerindeki “Başbakanlık”
ifadesi bunun için çıkarılmıştır ... Sayın Başkan, şimdi, bu maddeler de seçim yasaklarıyla
ilgilidir. Seçim yasakları nedir? Bir, seçim propagandasının başladığı tarihten
oy verme gününü takip eden güne kadar, gezilerde, resmî hizmete tahsis edilen
araçların kullanılamayacağı; iki, resmî karşılama ve uğurlama törenlerinin
yapılamayacağı; üç, resmî ziyafet verilemeyeceği hususlarıdır. Zaten
Cumhurbaşkanı kanununda bu hususlar kıyasen uygulanmaktadır. Bunun için,
efendim, Sayın Cumhurbaşkanının seçim başladıktan sonra, devletin tüm
imkânlarıyla orantısız bir şekilde diğer muhtemel rakipleriyle seçim yarışına
gireceği hususu doğru değildir; kayda geçmesini istiyorum.” (TBMM Genel Kurulu,
31.03.2022, 74. Birleşim, İkinci Oturum).
- ya da eğer Anayasa Mahkemesi,
6271 sayılı Cumhurbaşkanlığı Seçimi Kanunu’nun 13. maddesinin 4. fıkrasının
Cumhurbaşkanı’na ilişkin olarak propaganda yasaklarının varlığını öngörmediği
sonucuna vararak bu konuda mevzuatta bir boşluk bulunduğunu saptarsa, önümüzdeki
genel seçimlerden önceki propaganda döneminden önce yürürlüğe girecek şekilde,
mevzuata Cumhurbaşkanı’na ilişkin propaganda yasaklarına dair açık bir hükmün
koyulması için yasama organına çağrı yapması gerekir.
Anayasa Mahkemesi, karşılaştırmalı anayasa yargısında
örnekleri görüldüğü üzere denetimine sunulmuş olan normun Anayasa’ya
aykırılığını, mevzuat hükmünün boşluk içerdiği (norm yokluğu) gerekçesiyle saptayabilir. Anayasa Mahkemesi’nin yorumlu
karar çerçevesinde bir içtihat geliştirmesi, kendi kararlarında da dayanak
bulmaktadır. Karşılaştırmalı anayasa yargısı bakımından, İtalya Anayasa
Mahkemesi örneği özellikle dikkat çekicidir ve esinleyicidir:
İtalya Anayasa Mahkemesi;
- Yorumlu
kararları çerçevesinde;
- Benimsenmesi gereken
yorum kapsamını tayin edebilmekte,
- Dışlanması gereken yorum
kapsamını tayin edebilmekte,
- İhtilaf konusu kanun
kuralını başka bir kuralla ikame edebilmektedir.
- İptal kararlarına, hükümete ya da Parlamento’ya yönelik
olacak şekilde, yeni kanun yazımına yönelik yargısal buyruk (injonction)
ekleyebilmektedir.
- Geçmişe etkili iptal kararı verebilmektedir.
- Anayasaya aykırılık kararlarının etkilerini zaman
bakımından düzenleyebilmektedir.
Avrupa Anayasa yargısı modeli
üzerinde, Avusturya, İtalya ve Almanya’dan sonra dördüncü sırada yer alan
Anayasa Mahkemesi, başta yürürlüğün durdurulması gelmek üzere, yorum yoluyla
Anayasa’nın üstünlüğünü koruma işlevini pekiştirmiş bulunmaktadır. Bu bakımdan,
yürütmeyi tek başına temsil eden kişinin seçim yasaklarına tabi olup olmadığı
konusunda vereceği karar, Anayasa Mahkemesi’nin demokratik meşruluğu açısından
olduğu kadar, Türkiye’nin demokratik geleceği bakımından da tarihsel bir
sorumluluk gereğidir.
Tüm bu nedenlerle iptali
istenen kural (7393 sayılı Kanun’un 11. maddesi), Anayasa’nın 2., 11., 13.,
14., 67., 68. ve 69. maddelerine aykırıdır.
III. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA
İSTEMİNİN GEREKÇESİ
31.03.2022 tarih ve 7393 sayılı
Milletvekili Seçimi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun’un iptali istenen kuralları yukarıda açıklandığı gibi Anayasa’nın pek çok
maddesine aykırıdır ve uygulanması halinde telafisi imkânsız sonuçlar
doğuracağı açıktır. İptali istenen kurallar hukuk devleti ve demokratik devlet
ilkelerine aykırı olarak ve kamu yararı aleyhine keyfi bir şekilde il ve ilçe
seçim kurulu üye ve başkanlarının seçim usulünü değiştirerek, bu kurulları
iktidarın nüfuzuna açık hale getirmiştir. Kurulların tarafsızlığını ve
bağımsızlığını zedeleyen bu değişiklik, serbest seçim hakkını ve yargı
bağımsızlığını açıkça ihlal etmektedir. Diğer taraftan mevcut seçim kurulları
başkan ve üyelerinin görevine kanunla son verilmesi de, açıkça yargı
bağımsızlığını ihlal etmektedir.
İptali istenen kuralların
uygulanmasıyla mevcut tüm il seçim kurulları üye ve başkanları ile ilçe seçim
kurulları başkanlarının görevlerine üç ay içinde son verilecektir. Yürürlükteki
Kanun’a göre, Ocak 2022 tarihinde oluşan ve iki yıl görev yapacak olan
kurullar, görev süresi itibari ile ilk genel seçimlerde de görevde olacaklardı.
Bu düzenleme ile seçim kurullarının oluşum şekli ve seçim hukuku konusunda
deneyimli olması gibi kamu yararına dair hususlar gözetilmediği gibi; kanunla
kurulmuş olan kurulların görev süreleri dolmadan lağvedilmesi söz konusudur.
Anayasa’ya açıkça aykırı bir düzenlemenin sonucu uygulamanın telafisi imkânsız
zararlara neden olacağı açıktır.
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğünün
45. maddesinin 1/c düzenlemesine göre yürürlüğün durdurulmaması durumunda
doğacak olan telafisi imkânsız zararların açıklanması gerekmektedir. 31 Mart
2022 gününde kabul edilip 6 Nisan 2022 günlü Resmî Gazete’de yayımlanmış olan
7393 sayılı Kanun’un Anayasa’ya aykırılıkları yönünden Anayasa Mahkemesi’nin
denetimine sunulan 5., 6., 11. ve 12. maddeleri hakkında Anayasa’ya aykırılık
denetimi sonuçlanmadan önce verilmesi gereken yürürlüğü durdurma kararına
ilişkin istemin gerekçeleri aşağıda yer almaktadır.
Gerekçeler:
7393 sayılı Kanun’un 5. ve 6.
maddeleri, esas yönünden açık Anayasa’ya aykırılık içeren düzenlemeler
içermekle beraber, söz konusu Kanun’un 12. maddesinde yer alan hüküm sonucunda
bu düzenlemeler, Kanun’un Resmî Gazete’de yayımlanmasıyla yürürlük kazanmış
bulunmaktadır. Anayasa Mahkemesi, geçici bir tedbir olarak 12. maddenin
yürürlüğünü durdurma kararı vermediğinde, Anayasa ve anayasal yasalarla korunan
seçme ve seçilme hakkının temel güvencelerinin ortadan kaldırılması sonucunu
geri dönülmez ve telafisi mümkün olmayan zararlar ortaya çıkacaktır. Şöyle ki;
1) Öncelikle belirtmek
gerekmektedir ki, 7393 sayılı Kanun’un 12. maddesinin yürürlüğünün durdurulması
talebi soyut iddialara dayanmamaktadır.
7393 sayılı Kanun’un 5. ve 6.
maddelerinde sırasıyla il seçim kurulları başkan ve üyeleri ile ilçe seçim
kurulu başkanlarının belirlenmesinde 1950 yılından beri seçme ve seçilme
haklarını güvence altına almış olduğu konusunda herhangi bir tereddüde yer
vermeyecek şekilde kabul edilmiş olunan, “kıdem” esasından vazgeçilerek yerine
hakimlerin seçim kurullarında derece esasına ve ayrıca kura ile
görevlendirilmelerin hangi hukuksal gerekçelerle Anayasa’ya aykırı olduğu iptal
davasına ilişkin dilekçede belirtilmiştir. Bu gerekçeler, henüz AYM tarafından
değerlendirilip bir karar verilmeden Kanun’un 12. maddesiyle alt seçim
kurullarının 7393 sayılı Kanun’a göre 3 ay içinde kurulması öngörülmüştür. Şu
halde, Türkiye’nin demokratik hukuk devleti olma niteliği açısından kilit
önemdeki bir seçim hukuku kuralı değişikliğinin üç ay içinde sonuç doğurması
öngörülmüş olduğundan ve bu süre de, Anayasa Mahkemesi’nin ortalama karar
süresinden bir hayli kısa olduğundan, Yüksek Mahkeme’nin soyut norm denetiminin
etkililiği, önceki başlıklarda yapılan tespitlerin de ışığında, yürürlüğün
durdurulması kararının verilmesini gerektirmektedir.
Bu itibarla, yürürlüğün
durdurulması talebi soyut bir iddiaya dayanmamaktadır.
Seçim kanunlarında yapılan
değişikliklerin telafisi imkânsız zarara neden olacağının da somut şekilde
ortaya koyulması gerekmektedir.
2) Anayasa Mahkemesi’nin
yürürlüğü durdurma kararı vermesi, sonuçların tartılması testinin ortaya
çıkardığı gerekliliğe dayanmaktadır.
7393 sayılı Kanun hükümlerinin
belirtilen düzenlemeler hakkında yürürlüğün durdurulması kararı verilmemesi
halinde;
Seçim kurulları, Anayasa
Mahkemesi, iptali istenen kuralların Anayasa’ya aykırı olup olmadıklarına
ilişkin kararını vermeden yeniden kurulacaktır. Bu durum, Kanun’un yürürlüğe
girmesinden sonra yapılacak her oylamanın seçim hukuku konusunda uzmanlık
gerektiren yargısal güvenceden yoksun şekilde yapılmasına sebebiyet verecektir.
AYM’nin daha sonra vereceği olası bir iptal kararı da, o zamana kadar yapılmış
olan oylamalarda seçme ve seçilme haklarının bu nitelikte bir yargısal güvence
olmaksızın ihlal edilmesini gideremeyeceğinden, telafisi imkânsız bir zarar
ortaya çıkacaktır. Bir başka deyişle, yeni seçim kurullarıyla yapılacak
seçimlerden sonra AYM tarafından verilecek bir iptal kararı, yapılmış
seçimlerin güvenilirliğine gölge düşürecek, yurttaşların devlete olan güvenini
sarsacak ve ciddi bir meşruiyet bunalımına yol açabilecektir.
3) Anayasa Mahkemesi’nin
yürürlüğü durdurma kararı, örgütsel (mikro) demokrasi güvenceleri bakımından da
önem taşımaktadır.
Seçim hukuku konusunda
uzmanlığa dayanan yargı güvencesi altında yapılması gereken oylamalar sadece
yasama seçimleri, Cumhurbaşkanı seçimleri, yerel seçimler ya da Anayasa
referandumu değildir. Alt seçim kurulları, seçim hukukunda adı plebisitolarak ifade
edilen oylamalarda da görev yaptığı gibi siyasal partilerin, kamu kurumu niteliğinde meslek
kuruluşlarının,
sendikaların,
odaların organ seçimlerinde
de görev yapmaktadırlar. Bu itibarla Türk hukuku, sadece siyasal özgürlükleri
yargı güvencesi altına almamış, seçme ve seçilme hakkını politik olmayan
alanlarda da, -Anayasa madde 2 ve 13’ün, 51’in, 68, 69 ve 135’in öngördüğü
anlamda demokratik devlet ve toplum olmanın gereği olarak- uzman hakimlerin
güvencesi altına almıştır. Bunun sonucu olarak, Kanun’un yayımıyla 3 ay içinde
oluşturulacak seçim kurullarının bu konularda da görevli ve yetkili kurullar
olması, Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra yapılacak her oylama üzerinde
doğrudan etki edecektir. Yeni düzenlemede seçim kurullarının yine de hâkim
üyelerden kuruluyor olmasının bir Anayasa’ya aykırılık oluşturmayacağının iddia
edilmesinin de mümkün olmadığı, iptal dilekçesinde yer verilen gerekçelere
bakıldığında açıkça görülebilir.
4) Anayasa Mahkemesi’nin yürürlüğü
durdurma kararı, demokratik devlet için onarımı zor veya olanaksız sakıncaları
önleyecektir.
12. madde düzenlemesi,
dilekçede belirtildiği üzere bizatihi 1982 Anayasası’nın 67. maddesinin son
fıkrasına aykırı bir düzenlemedir. Bu iddia karşısında, AYM’nin 2019 yılında
vermiş olduğu karar -dilekçede de açıklandığı üzere açıklandığı üzere- uygulanabilir
değildir.
Anayasa Mahkemesi’nin yürürlüğü
durdurma kararı vermemesi halinde bu kurullar, Anayasa’ya aykırı şekilde
oluşturulacaktır. Bu durumda yürürlüğü durdurma kararı verilmemesinin siyasal
seçimler bakımından nasıl bir etki doğuracağının da değerlendirilmesi
gerekmektedir. Bunu da, seçimlerin yasama döneminin ve Cumhurbaşkanı’nın olağan
görev süresinin tamamlanması ile olası bir erken seçim kararı alınması haline
ilişkin ikili bir ayrımla ortaya koymak gerekmektedir:
a) Olağan görev sürelerinin
sona ermesiyle yapılacak olan seçim, 2023 yılının Haziran ayına tekabül
etmektedir. Bu değişiklikler, 14 ay sonra yapılacak seçimlerde
uygulanabilecektir. 14 aylık bir süre içinde AYM iptal davasını
neticelendirilebilirse de Yüksek Mahkeme’nin soyut norm denetiminde geçen
süreler dikkate alındığında (örneğin, 2018 yılında yapılan başvurular halen
sonuçlanmamıştır), yasama ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri, dilekçede ifade edilen
gerekçeler itibariyle demokratik hukuk devletinin gereklerini ağır şekilde
ihlal eden düzenlemelerle yapılacaktır. AYM’nin bu seçimlerden sonra vereceği
olası iptal kararı da bu zararı telafi edemeyeceği gibi, yeni siyasi krizlere
kapı aralayacaktır. Bu açıdan, AYM’nin siyasi bir meşruiyet sorununa yol açacak
gecikmiş bir iptal kararı vermekle, sırf böyle bir sonuca yol açmamak için
verilmesi gereken iptal kararını vermek konusunda “faydacı” bir tereddüt
arasında sıkışmaması için, ivedi şekilde yürürlüğün durdurulması kararı
verilmesi elzemdir.
Öte yandan, söz konusu Kanun’un
11. madde düzenlemesi neticesinde Cumhurbaşkanlığı seçiminin fırsat ve olanak
eşitliğine dayalı yapılması da mümkün olamayacaktır. Zira açıklandığı üzere ve
özetle, özellikle bu hüküm ister birinci dönemini tamamladığından ikinci
dönemine adaylığını koyan isterse de ikinci dönemindeyken görev süresi TBMM’nin
seçim kararıyla kısaltıldığı için Anayasayla olanak sağlanan ve üçüncü dönemi
için aday olan her Cumhurbaşkanına, rakipleri karşısında propaganda
yasaklarından muaf tutulduğundan eşitsiz bir konum ve Anayasa’ya aykırı biçimde
ölçüsüz nimetler sağlamış olmaktadır. Böyle bir durumda da, adaylar arasında
herhangi bir şans eşitliğinden bahsedilemeyeceği gibi seçmenlerin Cumhurbaşkanı
adaylarının hepsinin görüşlerine ulaşma ve tercihlerini serbestçe oluşturabilme
haklarını kullanmaları da söz konusu olamayacaktır.
1982 Anayasası döneminde,
Haziran 2015 dışında tüm genel seçimler erken seçim kararı sonucunda
yapılmıştır. Ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik koşullara bakıldığında, TBMM’de
bulunan siyasal partilerin 1982 Anayasası’nın 116. maddesine göre 14 ay
beklenmeden seçim yapılması konusunda anlaşmaları mümkündür. Bu hayali olmayan
14 aylık süre içinde gerçekleşme ihtimali olan bir durumdur. Bunun da ayrıca
değerlendirilmesi gerekmektedir.
b) Parlamenter sistem
yürürlükteyken, erken seçimler, yasama ve yürütme arasında doğan bir siyasal
krizin çözümü işlevini görmekteydi. 2017 Anayasa değişikliği, yasama ve yürütme
organları arasında böyle bir ihtimalin doğması mümkün olmayan bir hükümet
sistemi tesis edilmekle beraber, bu anayasal kurguda, demokratik başkanlık
sistemlerinde yer almayan yasama ve yürütmenin birbirlerinin seçimlerinin
yenilenmesi sonucunu doğuran karar alma yetkisi tanımıştır (md.116). Buna göre,
Cumhurbaşkanı dilediğinde, TBMM ise 3/5 çoğunlukla seçim kararı alabilir.
Seçimler, bir yönüyle demokrasinin kurulmasını sağlayan bir oylama olmasının
yanında siyasal alanda iktidar kullanıcılar için bir güven tazeleme işlevi de
görür. Bunun yanında da hesap verilebilirliğin araçlarıdır. Sonuç olarak güncel
ekonomik durum gözetildiğinde halkın kendisine karşı güvenini yinelemek isteyen
bir Cumhurbaşkanı’nın seçim kararı alması ya da bu kararın TBMM tarafından alınması,
yasama dönemlerinin 1 ayrık durum dışında Parlamentoda çoğunluğa sahip iktidar
partisi bulunduğunda bile (2015 ve 2018 yıllarında yapılan seçimler
düşünüldüğünde) söz konusu ihtimali gerçekleşmeyecek bir olasılık saymak mümkün
değildir. Buna karşı 1982 Anayasası’nın 67/son hükmü, bir güvence gibi görünse
de esasen mutlak bir yasak değildir. Zira 2002, 2002, 2007 ve 2017 yıllarında
Anayasa’ya geçici maddeler eklenerek bu yasak, TBMM eliyle devre dışı
bırakılabilmiştir. TBMM tarafından alınacak karar, Anayasa değişikliği için
gerekli çoğunluğa eş olduğuna göre 67/son güvencesinin kaldırılması yoluyla
Anayasa’ya aykırı olduğu iddia edilen düzenlemelerin erken seçimde
uygulanmasının yolu açılmış olacaktır. 5. ve 6. maddelerin ise, yürürlüğe
girdiği hatırlanınca yeni kurulan seçim kurullarının seçim hukukunda uzmanlaşma
imkanı olmadan yasama ve Cumhurbaşkanı seçimlerini yönetmesi ve bu seçimlerle
ilgili itiraz ve şikayetleri karara bağlaması gerekecektir. Bilgi, birikim ve
tecrübesi henüz oluşmamış olan kurulların seçim hukukunda kendilerinden çok
daha tecrübeli olan siyasal partilerin etkisi altında kalarak karar vermeleri
de adeta kaçınılmaz olacaktır. Bu uygulamanın da, farklı kararların alınması
sebebiyle hem yönetsel hem de yargısal yetkilerin seçme ve seçilme hakkını,
daha genel olarak da demokratik hukuk devletini zedeleyeceği de aşikardır.
7393 sayılı Kanun hükümlerinin
belirtilen düzenlemeleri hakkında yürürlüğün durdurulması kararı verilmesi
halinde ise, öncelikle seçme hakkının kullanıldığı tüm oylamalara anayasal bir
koruma sağlanmış olacaktır. Siyasal haklar bakımından da, ister olağan dönemde
ister erken seçim kararı sonrası yapılacak seçimlerde, seçme ve seçilme
hakları, bu itibarla da demokratik hukuk devleti korunmuş olacaktır. Özellikle
7393 sayılı Kanun’un Anayasa’ya aykırı olduğu iddia edilen 11. madde
düzenlemesinin yarattığı sonuç bakımından, AYM’nin yürürlüğü durdurma kararı,
seçimlerin serbest bir şekilde yapılmasını güvence altına alacaktır.
Anayasa Mahkemesi’nin yürürlüğü
durdurma kararına ilişkin tek düzenleme, AYM İçtüzüğü’nde yer almaktadır. 1993
yılında verdiği ilk karardan sonra yenilenen 6216 sayılı Kanunda da bu yönde
bir düzenleme yer almamaktadır. Yasal düzenlemelerde veya Anayasa
değişikliklerinde yürürlüğü durdurma kararına ilişkin bir düzenlemeye yer
vermemiş olmasının, saf yargıya ait olan bir yetki alanının, kurulu iktidar ve
türev kurucu iktidar tarafından da kabul edildiği anlamına gelmektedir. AYM, bu
alanı kendi yetkisi sınırları içinde kararlarıyla belirlemekte, erkler
ayrılığından kaynaklanan bir serbestiye sahiptir. Ne var ki, AYM’nin yürürlüğü
durdurma kararlarının hem şekli özellikleri hem de zaman bakımından etkisinde
yeknesak bir uygulamaya konu olduğunu söylemek mümkün değildir. Doktrinde bu konu üzerinde yapılan bir
çalışmada yer alan araştırmada, 1993 tarihli karar sonrasında 2016 yılına kadar
verilen 98 yürürlüğü durdurma kararının 80 tanesi, iptal kararıyla verilen
birlikte verilen yürürlüğü durdurma kararı olduğu ortaya konulmuştur. 18 tanesi
ise, 1993 tarihli karardaki gibi, Anayasa’ya uygunluk denetimi tamamlanıp
sonuçlanmamış olan başvurularda verilmiştir. Bunun yanında yürürlüğü durdurma
kararı verildikten sonra esas davaya ilişkin kararın ne zaman verileceğine
ilişkin yeknesak bir süreden bahsetmek de olanaklı değildir. Bunun ötesinde,
yürürlüğü durdurma kararı verildikten seneler sonra davanın sonuçlandırıldığı
örnekler de az değildir.
Şu durumda, somut yürürlüğü
durdurma talebi bakımından AYM’nin Anayasa’ya aykırılık incelemesinin
tamamlanmasının beklenmesi gerekmediği gibi, AYM’nin esas hakkında
değerlendirmesi tamamlanana kadar belirli sürelerle yürürlüğü durdurma kararını
yineleyerek vermesinin önünde de bir engel bulunmamaktadır. Bu dilekçede
vurgulanan temel gerekçelerden biri olan hukuk devletinin bütünleyici
özelliklerinden olan hukuki istikrar ve öngörülebilirliğin yürürlüğü durdurma
kararı özelinde AYM kararlarıyla sağlanması da, hukuk devleti adına önemli bir
kazanım olacaktır.
Başta demokratik hukuk devleti
gelmek üzere, Anayasa’ya aykırı düzenlemelerin neden olduğu ağır temel hak
ihlallerinin bir an önce sona erdirilmesi ve daha ağır ve telafisi imkânsız
sonuçlar doğurmasını engellemek amacıyla Anayasa’ya açıkça aykırı olan ve
iptali istenen hükümlerin iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin de
durdurulması istenerek Anayasa Mahkemesi’ne dava açılmıştır.
IV.SONUÇ VE İSTEM
31.03.2022 tarih ve 7393 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un;
1. 5. maddesiyle değiştirilen
26.04.1961 tarihli ve 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri
Hakkında Kanun’un 15. maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “,
kınama veya daha ağır disiplin cezası
almamış en az birinci sınıfa ayrılmış ve birinci sınıfa ayrılma niteliklerini
kaybetmemiş” ile “ad çekme suretiyle tespit edilir” ibareleri; üçüncü cümlesi;
dördüncü cümlesi; beşinci cümlesinde yer
alan “Ad çekmeye katılacak hâkimin bulunmaması durumunda ise” ibaresi; yedinci
cümlesi; sekizinci cümlesinde yer alan ‘‘Ancak, bu’’ ibaresinin, Anayasa’nın Başlangıç
bölümü, 2., 5., 36., 67., 79. ve 138. maddelerine,
2. 6. maddesiyle değiştirilen
298 sayılı Kanun’un 18. maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde yer
alan “ad çekme suretiyle” ile “hâkim, kurulun başkanıdır.” ibareleri; bu
fıkraya ikinci cümlesinden sonra gelmek üzere eklenen cümlede yer alan “Ad
çekmeye katılacak hâkimin bulunmaması durumunda ise” ibaresinin, Anayasa’nın Başlangıç bölümü, 2., 5., 36., 67., 79. ve
138. maddelerine,
3. 12. maddesiyle 298 sayılı
Kanun’a eklenen geçici 24. maddenin, Anayasa’nın 2.,14., 17., 36., 37., 67.,
79. ve 138. maddelerine,
4. 11. maddesinin, Anayasa’nın
2., 11., 13., 14., 67., 68. ve 69. maddelerine,
aykırılıkları nedeniyle;
A- İptali istenen bu hükümlerin
açıkça Anayasa’ya aykırı olması sebebiyle telafisi imkansız zararlar ortaya
çıkacağı için, iptal davası sonuçlanıncaya kadar ivedilikle yürürlüklerinin
durdurulmasına karar verilmesine;
B- Bu hükümlerin iptallerine
karar verilmesine;
C- Yürürlüğünün durdurulması ve
iptal edilmesi talep edilen 11. madde açısından Anayasa Mahkemesi’nin:
Öncelikle, huzurunda görülmekte
olan davada 6271 sayılı Cumhurbaşkanlığı Seçimi Kanunu’nun 13. maddesinin 4.
fıkrasındaki “Başbakan,” ibaresini mutlaka değerlendirme kapsamına alması
gerekmektedir.
i) ya 6271 sayılı
Cumhurbaşkanlığı Seçimi Kanunu’nun 13. maddesinin 4. fıkrasının Cumhurbaşkanı’na
ilişkin olarak propaganda yasaklarının varlığını öngördüğünü yorumlu kararıyla
tespit etmesine,
ii) ya da eğer AYM, 6271 sayılı
Cumhurbaşkanlığı Seçimi Kanunu’nun 13. maddesinin 4. fıkrasının Cumhurbaşkanı’na
ilişkin olarak propaganda yasaklarının varlığını öngörmediği sonucuna varırsa,
önümüzdeki genel seçimlerden önceki propaganda döneminden önce yürürlüğe
girecek şekilde, -hukuki boşluğun giderilmesi amacıyla- mevzuata Cumhurbaşkanı’na
ilişkin propaganda yasaklarına dair açık bir hükmün koyulması için yasama
organına çağrı yapmasına;
ilişkin istemlerimizi saygı ile
arz ederiz.”
ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI’NA
(EK DİLEKÇE)
2022/50 E. sayılı 7393 sayılı Milletvekili Seçim Kanunu
ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un Bazı Hükümlerinin
İptallerine ve Yürürlüklerinin Durdurulmasına İlişkin İptal Davamıza Ek
Açıklamalarımız
Tarafımızca, 12.4.2022 tarihinde, 7393 sayılı Milletvekili
Seçim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’a ilişkin
olarak Anayasa Mahkemesi’nde (AYM) iptal davası açılmış ve başvurumuz 2022/50
E. sayısını almıştır. Yürürlüğün durdurulması talebi ile gerçekleştirdiğimiz
başvurumuzun ilk incelemesinin 21.4.2022 tarihli AYM Genel Kurulu’nda
gerçekleşeceği, AYM sitesinde duyurulmuştur. AYM’ye başvurumuzu izleyen gün ve
AYM Genel Kurulu toplantısına ilişkin ilan olunan tarihin öncesinde, Yüksek
Seçim Kurulu, başkanın çağrısı üzerine toplanmak suretiyle, 13.4.2022 tarihli
ve 142 sayılı Kararında, yürürlüğün durdurulması isteminde bulunduğumuz 7393
sayılı Kanun’un 5’inci, 6’ncı ve 12’nci maddelerinin uygulanmasına ilişkin
olarak karar vermiş ve bu karar, 14.4.2022 tarih ve 31809 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanmıştır.
Yüksek Seçim Kurulu’nun 13.4.2022 tarihli 142 numaralı
kararı ile verilen kararlar şu şekildedir:
“1- İl seçim kurulu başkan ve üyeleri ile ilçe
seçim kurulu başkanları ve Yurt Dışı ilçe Seçim Kurulu Başkanının; 298 sayılı Kanun’un
15 ve 18’inci maddelerinde yazılı usullere göre yukarıda belirtilen usul ve
esaslar da gözetilerek aynı Kanun’un geçici 24’üncü maddesi
uyarınca 6 Temmuz 2022 tarihine kadar yeniden belirlenmesine,
2- Ad çekme
işlemlerinin ilgili Adli Yargı İlk Derece Mahkemesi Adalet Komisyonlarınca,
kıdem esasına göre belirleme işlemlerinin ise ilgili seçim kurulları tarafından
yapılması gerektiğine,
3- Yüksek Seçim
Kurulunun 12.01.2022 tarihli ve 2022/16 sayılı Kararının il seçim kurulu başkan
ve üyeleri ile ilçe seçim kurulu başkanlarının belirlenmesine ilişkin
hükümleri dışında kalan diğer hükümlerin uygulanmasına
devam edilmesine,
4- Kurulların oluşumu
ile yapılan her değişikliğin kurul önünde tutanağa bağlanıp and içme
tutanağı ile derhal Başkanlığımıza gönderilmesine,
5- Karar örneğinin;
a) Resmî Gazete’de yayımlanmasına,
b) Adli Yargı İlk Derece Mahkemesi Adalet Komisyonlarına
gönderilmek üzere Hakimler ve Savcılar Kurulu Başkanlığına,
c) Seçime katılma yeterliliğine sahip siyasi partilerin
genel başkanlıklarına,
ç) Seçim Hizmetleri Genel Müdürlüğü ile il ve ilçe seçim
kurulu başkanlıklarına, gönderilmesine,
d) Seçmen Kütüğü Genel Müdürlüğünce Kurulumuzun
www.ysk.gov.tr internet adresinde yayımlanmasına,
13.04.2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi.”
Yüksek Seçim Kurulu kararının 1’inci maddesi ile kurul
oluşumlarının 6 Temmuz 2022 tarihine kadar tamamlanması öngörülmüştür. Bu
karar, Anayasa Mahkemesi’nin 21 Nisan 2022 tarihli Genel Kurulu’nda, iptal
davamızla birlikte talep ettiğimiz yürürlüğün durdurulmasına ilişkin
incelemenin ivedilikle yapılmasını zorunlu hale getirmiştir. Aksi durumda, YSK
kararı ile 5., 6. ve 12’nci maddelerin uygulaması, telafisi olanaksız zararlar
doğuracaktır (1). Buna ek olarak, seçim kurullarının oluşumlarıyla ilgili
olarak 7393 sayılı Kanun ile öngörülmüş olup da yürürlüğün durdurulması
talebimize konu olan kuralların uygulanması halinde doğacak duruma ilişkin
sayısal verilerin ışığında ifade etmek gerekir ki; 7393 sayılı Kanun’un iptal
davasına konu olan 5’inci ve 6’ncı maddeleri, bir yandan seçim kurullarının
oluşum kıstasları bakımından yeknesak bir uygulamaya konu olamayacaklar (2) ve
bunun sonucu olarak ciddi bir hukuki karmaşaya yol açacaklarından seçim
hukukunda hukuk güvenliği sağlanamayacaktır (3). Hukuk güvenliğini ortadan
kaldıran düzenleme, Anayasa Mahkemesi karar verinceye kadar uygulanmamalıdır
(4). 7393 sayılı Kanun madde gereklerinin 6 Temmuz’a kadar yerine getirilmesine
ilişkin YSK kararı, Anayasa madde 67/son ihlalidir (5).
1) 7393 sayılı Kanun’un 12. maddesinin yürürlüğünün
durdurulması talebi, YSK kararı sonrası daha somut ve acil bir hal almıştır.
İptal davası başvurumuzda, 7393 sayılı Kanun’un 5. ve 6.
maddeleriyle il seçim kurulları başkan ve üyeleri ile ilçe seçim kurulu başkanlarının
belirlenmesinde 1950 yılından beri seçme ve seçilme haklarını demokratik
rekabet koşullarını sağlayarak güvence altına almış olduğu konusunda herhangi
bir tereddüde yer vermemiş olan “kıdem” esasından vazgeçilerek, hakimlerin
seçim kurullarında derece esasına göre ve kura (ad çekme) ile
görevlendirilmeleri kuralının getirilmesinin hangi hukuksal gerekçelerle
Anayasa’ya aykırı olduğu, ayrıntılı analiz ve tespitlerle belirtilmiştir. Bu
gerekçeler, henüz AYM tarafından değerlendirilip bir karar verilmeden, Kanun’un
12. maddesi uyarınca alt seçim kurullarının 7393 sayılı Kanun’a göre 3 ay
içinde kurulması kuralına istinaden, YSK’nin 13.4.2022 tarih ve 142 sayılı
kararıyla, 6 Temmuz 2022 tarihine kadar ilgili kurulların oluşturulması
öngörülmüştür. Bu durum karşısında;
- Türkiye’nin demokratik hukuk devleti olma niteliğini muhafaza
etmesi açısından kilit önemdeki bir seçim hukuku kuralı değişikliğinin 6 Temmuz
2022’ye kadar sonuç doğurması öngörülmüş olduğundan ve bu tarihe kadar kalan
süre de, Anayasa Mahkemesi’nin esasa ilişkin ortalama karar verme süresinden
bir hayli kısa olduğundan;
- Yüksek Mahkeme’nin soyut norm denetiminin etkililiği,
ilk dilekçemizde yapılan tespitlerin de ışığında, konuya ilişkin talepler
hakkında yürürlüğün durdurulması kararı vermesini gerektirmektedir.
Bu açıdan, AYM Genel Kurulu’nda 21.4.2022 tarihinde
davamızla ilgili yapılacak ilk inceleme büyük önem kazanmış bulunmaktadır. AYM’nin,
7393 sayılı Kanun’a ilişkin olarak sağlam hukuki gerekçelerle ayrıntılı şekilde
temellendirilmiş yürürlüğün durdurulması talebimizi ivedi şekilde karara
bağlamaması durumunda, eski seçim kurullarının lağvedilmesi ve yeni seçim
kurullarının oluşumu sonrasında vereceği olası bir iptal kararının, hem bu süre
içinde seçim kurullarının görevli olduğu gerek siyasi partilerin gerek
sendikaların ve gerekse kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşlarının
gerçekleşmiş organ seçimleri, hem de ister zamanında ister önceden alınan bir
erken seçim kararıyla gerçekleşecek olan genel seçimler bakımından doğacak
telafisi olanaksız zararlar karşısında etkisiz kalacağı ve buna bağlı olarak
ülkede yapılan her seçim için büyük bir meşruiyet krizi doğmasına sebebiyet
verebileceği açıktır.
Bu itibarla, yürürlüğün durdurulması talebi somut ve acil
bir hal almıştır.
2) Anayasa Mahkemesi’nin yürürlüğü durdurma kararı
vermesi, seçim kurullarının oluşumu ile ortaya çıkacak çarpık uygulamayı
önlemek açısından önemlidir.
7393 sayılı Kanun’un iptali istenen 5. ve 6. maddeleri,
aşağıdaki kuralları da içermektedir:
Madde 5: “Ad çekmeye
katılacak hâkim sayısının beşten az olması durumunda, bu hâkimler arasında ad
çekme işlemi yapıldıktan sonra eksik kalan asıl ve yedek üyeler en kıdemli
hâkimden başlayarak belirlenir. Ad çekmeye katılacak hâkimin bulunmaması
durumunda ise başkan ve asıl üyeler ile yedek üyeler en kıdemli hâkimden
başlayarak belirlenir.”
Madde 6: “Ad çekmeye katılacak hâkimin bulunmaması
durumunda ise en kıdemli hâkim kurulun başkanıdır.”
Adli yargı ilk derece mahkemeleri bünyesinde 81 ilde
görev yapan hakimlerin, mesleki kıdemine ilişkin veriler incelendiğinde, 7393
sayılı Kanun’un AYM önünde iptalleri ve yürürlüklerinin durdurulması istenilen
5. ve 6. maddelerinin sağlıklı ve yeknesak şekilde uygulanması açısından
yeterli sayı ve dağılımda olmadığı görülmektedir.
İl seçim kurullarının oluşumu açısından bakıldığında; 17 ilde “birinci sınıfa ayrılmış” ve
“birinci sınıf olan” hiç hakim bulunmamaktadır. Bu illerde il seçim
kurullarının oluşumu için “kıdemli hakim” kuralı uygulanacaktır. 18 ilde ise,
beşten az hakim bulunmaktadır. Bu illerde ise, ad çekme usulü uygulandıktan
sonra, boş kalan üyelikler ve yedek üyeler için “kıdemli hakim” kuralı
uygulanacaktır. Bu kurulların oluşumunda iki usul birden uygulanacak ve aynı
kurulda kıdemsiz hakim başkanken, kıdemli hakimler üye olabilecektir. Hali
hazırdaki tabloda, 35 il seçim kurulunun oluşumunda kıdemli hakim kuralı
uygulanacaktır. Bu tabloda, 35 il seçim kurulunun oluşumunda “kıdemli hakim”
usulü uygulanacakken, 46 ilde ise, “ad çekme” usulü uygulanacaktır. Bu itibarla
il seçim kurullarının oluşumu açısından ülke genelinde “ad çekme” usulü ile
belirlenenler, “kıdemli hakim” usulü ile belirlenenler ve “ad çekme ve kıdem”
usulü birlikte uygulanarak belirlenenler olarak üç farklı uygulama olacaktır.
İlçe seçim kurullarının oluşumu açısından bakıldığında; 7393 sayılı yasa ile yapılan değişiklik
sonucu ilçe seçim kurulları için de getirilen ad çekme usulü, 35 ildeki hiçbir
ilçede uygulanamayacaktır. Bu 35 ildeki ilçelerde seçim kurulu başkanları
“kıdem” usulü ile belirlenecektir. Geriye kalan 45 ilin büyük kısmında da ilçe
seçim kurullarına yetecek sayıda ad çekmeye katılacak hakim bulunmaması
nedeniyle, bir ildeki bazı ilçe seçim kurulları “ad çekme” usulüyle
belirlenirken, diğer bazıları ise “kıdem” usulü ile tespit edilecektir. İlçe
seçim kurulları oluşumu açısından da ülke genelinde birbirinden çok farklı
(heterojen), hatta adeta birbiri ile zıtlaşan (heteroklit) bir manzara oluşacaktır.
İl ve ilçe seçim kurullarının oluşumunda getirilen “ad
çekme” usulünün uygulamasının karmaşık bir sonuç ortaya çıkaracağı, bu
rakamlarla da ortadadır. Anayasa madde 79/1 açısından seçim yargısı görevi
üstlenen seçim kurullarının oluşumu, farklı farklı usullerle belirlenmiş
olacaktır. Seçim güvenliği ve adil seçimler açısından kurul oluşumlarındaki bu
karmaşık ve çarpık hali engellemek adına da yürürlüğün durdurulması kararının
verilmesi bir gerekliliktir. Üstelik, yukarıda aktarıldığı üzere, ülke
genelindeki yargıç dağılımına ilişkin güncel veriler, 7393 sayılı Kanun’un 5.
ve 6. maddelerinin ve özellikle Anayasa’ya açık şekilde aykırı ve şüpheli bir
aceleciliğin ürünü olan 12. maddesinin bir kamu yararı amacına yönelik olarak
çıkarılmamış olduğuna ilişkin tespitimizin geçerliliğini de ortaya koymaktadır.
AYM tarafından yürürlüğün durdurulması kararı verilmemesi
halinde, ilgili maddelerin uygulamasına ilişkin söz konusu YSK kararı
sonucunda, seçim hukukunu uygulayacak kurulların oluşumu açısından geri
döndürülemez şekilde üç farklı “seçim kurulu” oluşacaktır. Bu durumun “adil,
serbest ve eşit seçim ilkesini” zedeleyeceği ve AYM’nin gecikmeli soyut norm
denetimini anlamsız hale getireceği de açıktır.
Seçimlerin “yargı denetimi ve yönetimi” altında
yapılmasına ilişkin asgari maddi nitelikler, yasa koyucunun seçim kanunlarına
ilişkin takdir yetkisinin sınırlarını oluşturur. Seçim kurulları, Anayasa madde
79 hükmü bağlamında, “yargı denetimi ve yönetimi” işlevi görmektedirler. Bu
kurulların yapısında ivecen bir değişiklik ile yaratılan ve aynı işlevi görecek
kurulların oluşum şekillerini farklılaştıran ve parçalayan çarpık hal, yasa
koyucunun takdir yetkisinin aşıldığını göstermekte ve seçimlerin “yargı
denetimi ve yönetimi”ni şaibeli hale getirmektedir. Bu durumu engellemek adına,
21 Nisan 2022 tarihinde toplanacak Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu’nun konuya
ilişkin olarak yürürlüğün durdurulması kararı alması ivedi bir gerekliliktir.
3) YSK Kararının 3’üncü maddesi ile hukuk güvenliği
kuralının ortadan kalkması riski doğmuştur.
YSK kararının 3’üncü maddesi ile kurulların oluşumu
açısından bu karar esas alınacakken; diğer konular bakımından 12 Ocak 2022
tarihli 2022/16 numaralı YSK kararı uygulanacaktır. Oysa Ocak 2022 tarihli
karar, önceki kanuna göre belirlenen kurulların oluşumu ile ilgilidir.
Kurulların yeniden oluşumuna ilişkin verilmiş kararın, önceki kanuna göre
yazılmış kararın bazı hükümlerine işlerlik sağlaması, seçim hukuku açısından
belirsizlikler oluşmasına neden olabilecektir. Bu itibarla 5., 6. ve 12.
maddelerin uygulanması, güncel koşullarda, seçim hukuku açısından sanılandan
daha da büyük sorunlara sebebiyet verecektir. Bu tespit de, AYM tarafından
yürürlüğün durdurulması kararı verilmesi gerekliliğini acil hale getirmektedir.
4) YSK’nın yakın dönemde verdiği seçim iptali kararı,
seçimde görevli olan kurulların kanuna göre oluşturulmadığı gerekçesine
dayandırıldığından, kurulların oluşumlarına ilişkin hukuk güvenliğini ortadan
kaldıran düzenlemenin AYM’nin denetimine kadar askıya alınması, bir
zorunluluktur.
2019 Mahalli idareler seçimlerinde İstanbul ilinde
yapılan seçim, YSK’nin 2019/4219[52]
sayılı kararıyla “bir kısım sandık kurullarının kanuna aykırı oluşturulması ve
bu hususun seçim sonucuna müessir olması nedeni” ile iptal edilmiştir. Kanuna
aykırılık, 2018 yılında 298 sayılı Kanun’da sandık kurullarının 2018 yılına
kadar yerleşmiş kural ve uygulamasının değiştirilmesi sonucu belirlenen yeni
kurala uyulmama olarak açıklanmıştır.
298 sayılı Kanun’un 22. maddesi, 2018 yılında
değiştirilmeden önce sandık kurulu başkanı seçimini aşağıdaki şekilde
düzenlemekteydi:
“İlçe seçim kurulu başkanı, ilçe seçim kuruluna siyasi
partiler dışından getirilen asıl üyelerle görüşerek sandığın kurulacağı seçim
bölgesi içindeki veya dışındaki seçmenler arasından iyi ün sahibi olmakla
tanınmış, okur yazar kimselerden, kurula bağlı seçim bölgelerindeki sandıklardan
her biri için birer kişi olmak üzere bir liste düzenler.
Kurulun, siyasi partilerden seçilmiş asıl üyelerinden her
biri de, ilçe seçim kurulu başkanınca belirlenecek süre içinde, yukarıdaki
fıkrada gösterilen nitelikte birer liste düzenleyerek başkanlığa verir. Belirlenen süre içinde liste vermeyen parti
temsilcisi, bu hakkından vazgeçmiş sayılır.
Yukarıdaki fıkralar gereğince düzenlenen listelerde her
sandık için adı önerilen başkan adayları arasında ad çekilerek sandık kurulu
başkanları belirlenir.
Şu kadar ki, 648 sayılı Siyasi Partiler Kanununa göre
partilere üye olamayacak kimseler ile köy muhtarları, görev yaptıkları köylerde
sandık kurulu başkanı olamazlar.
Sandık kurulu başkanının görevi başına gelmemesi halinde,
yerine kurul üyelerinden en yaşlısı başkanlık eder.”
2018 yılında yapılan değişiklikle 22. madde aşağıdaki
şekli almıştır:
“İlçede görev yapan
tüm kamu görevlilerinin listesi, mülki idare amiri tarafından yerleşim yeri
adresleri esas alınmak suretiyle ilgili ilçe seçim kurulu başkanlıklarına
gönderilir. İlçe seçim kurulu başkanı, bu kamu görevlileri arasından ihtiyaç
duyulan sandık kurulu başkanı sayısının iki katı kamu görevlisini ad çekme
suretiyle tespit eder ve bu kişiler arasından mani hali bulunmayanları sandık
kurulu başkanı olarak belirler.
Sandık kurulu başkanının göreve gelmemesi halinde, kamu
görevlileri arasından belirlenen üye, bu üyenin de bulunmaması durumunda en
yaşlı üye kurula başkanlık eder.”
YSK’nın 2019/4219 sayılı ve 6 Mayıs 2019 tarihli kararına
bakıldığında ve YSK tarafından sandık kurullarının nasıl oluşturulduğu sorulan
ilçe seçim kurulu başkanlarından gelen yanıtları incelendiğinde (s: 13-96), ilçe
seçim kurulu başkanlarının sandık görevlilerinin kamu görevlilerinden seçilmesi
kuralına azami ölçüde riayet ettikleri, ancak gerek belirlenen üyelerin mazeret
bildirmeleri gerekse yeterli kamu görevlisine ulaşamama gibi nedenlerle ilçe
seçim kurulu başkanlarının sandık kurul başkanlarının belirlenmesinde
değişiklik öncesi yerleşmiş kural ve uygulamaya öncelik veren ve bu sebeple de
geniş anlamda kanunilik kuralına dayanarak belirledikleri görülmektedir. Ancak
YSK, ilçe seçim kurulu başkanlarından kaynaklanmayan ve onların seçim hukukuna
uygun kararlarını seçimin iptali için bir kanuna aykırılık saymış ve bu
sandıklarda kullanılan oyların toplam sayısının, 31 Mart 2019 günü İBBB için
yarışan iki aday arasındaki oy farkına göre sonuca etkili bir sayı olduğunu
belirterek seçimi tüm oylar bakımından değil, sadece İBBB oylaması bakımından
iptal etmiştir.
YSK’nın bu iptal kararı özet olarak, 2018 yılında
yerleşik uygulamaya son veren 298 sayılı Kanun’un 22. maddesinde yapılan
değişikliğe uyulmamasına ilişkindir. 2022 yılında da gene aynı yönde yerleşik
kural ve uygulamadan ayrılan ve yeni düzenlemede belirlenen nitelikte hakim
sayısının da bulunmadığı ortada olan bir kanun değişikliği, olağan yasama
seçimlerinden 14 ay önce yapılmıştır. YSK kararı gereğince, kuralın uygulanması
ise en geç 6 Temmuz’a kadar bitirilecektir. 2019 yılında kurulların oluşumuna
şekilci bir yaklaşımla, yapılan 4 oylamadan sadece 1’inin iptal edilmesi
sonucuyla da açıkça keyfi verilen YSK kararı, 2022 yılında, 14 ay içindeki
ister olağan isterse erken seçimlerin veya siyasal olmayan diğer seçimlerin
doğruluk, dürüstlük ve adil olmalarına ilişkin anayasal kuralı ihlal eden bir
tehlike yarattığından, 7393 sayılı Kanun’un 5., 6. ve 12. maddelerinin
uygulanmasının durdurulması, sonradan telafisi mümkün olmayacak zararın ortaya
çıkmasını engelleyeceği gibi seçim hukuku güvenliğini de sağlayacaktır.
5) YSK kararı, Anayasa madde 67/son hükmünü ihlal
etmektedir.
YSK, yukarıda belirtilen kararda 7393 sayılı Kanun’un 12.
maddesinin gereklerinin 6 Temmuz 2022 tarihine kadar tamamlanmasını belirterek,
iptal istemine ilişkin başvuruda öne sürülmüş olan, 1982 Anayasası’nın 67/son
hükmünün ihlal edildiğinin açık kanıtını ortaya koymuştur. Zira söz konusu
hüküm, seçim yasalarında yapılan değişikliğin bir yıl içinde yapılacak
seçimlere uygulanmayacağını hükme bağlamaktadır. Güncel durumda, en son genel
seçim 24 Haziran 2018 tarihinde yapılmış ve beş sene olan yasama döneminin
olağan şekilde tamamlanması sonucunda, hem cumhurbaşkanı hem de yasama seçimlerinin
Haziran 2023 tarihinde yapılacak olması anayasal kural gereğidir. Hal böyle
olunca 6 Temmuz 2022 tarihine kadar il ve ilçe seçim kurullarının başkan ve
üyelerinin yeni hükme göre belirlenmesi, 1982 Anayasası’nın 67/son
düzenlemesinin en açık ihlalini oluşturmaktadır.
Özet olarak; görevde olan ve kıdem esasına göre
belirlenmiş bulunan İl seçim Kurulları ve İlçe Seçim Kurulları yerine ad çekme
(kura) esasına göre belirlenmesini öngören 7393 sayılı Kanun’un 5. ve 6.
maddelerinin ve bunların 3 ay içinde uygulanmasına ilişkin madde 12’nin, AYM’ye
2022/50 E. sayılı iptal davasında, açık Anayasa’ya aykırılık ve gecikmesinde
onarımı olanaksız zararların ortaya çıkacağı gerekçeleri ile yürürlüğün
durdurulması istemi, 3 aylık sürenin işletilmesi ile ilgili YSK’nin 13.4.2022
kararı ile haklı kılınmış ve acil hale gelmiştir.
İl ve ilçe seçim kurullarına ilişkin YSK çizelgesi, ad
çekme (kura) yoluyla ülke genelinde seçim kurullarını belirleme bir yana,
yaygın olarak kullanılması gereken kıdem esasının da bu ciddi sorunu çözmeye
yeterli olmayacağı ve kura-kıdem birlikte uygulaması sonucunu doğuran bir karma
sistemin uygulanması gereğini de ortaya çıkarmış bulunmaktadır. Bu üçlü
ayrışmanın neden olacağı dağınıklık, seçim güvenliği açısından ciddi sorunlara
neden olacak ve seçim kamu düzenini zedeleyecektir. Bu nedenle Madde 69/sonun
doğrudan uygulanarak 7393 sayılı Yasa’nın bir bütün olarak ancak 7 Nisan 2023’ten
itibaren uygulanabileceğinden bu yönde karar verilmesi Anayasa’nın 11’iinci
maddesi uyarınca emrediciliği ve üstünlüğünün bir gereğidir.
Bu nedenle, bir yandan, seçim güvenliğinin sağlanmasında
zaaf, Anayasa madde 79/1 ve 67/1 gereklerinin yerine getirilmesini
engelleyecek; öte yandan, seçim kurullarının oluşumu için öngörülen 6 Temmuz
tarihi, “Seçim kanunlarında yapılan değişiklikler, yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren bir yıl içinde yapılacak seçimlerde uygulanmaz.” kuralına açıkça
aykırı olduğundan, yeni seçim kurullarının, en geç Haziran 2023’te yapılacak
olan seçimlerde görev yapmasına engel oluşturacaktır. Seçme ve seçilme
haklarını tanıyan madde 67/1 ve bunların kurumsal güvencelerini öngören madde
79/1, ayrıca her ikisinin süre yönünden güvencesini oluşturan md.67/son
hükümlerinin ayrı ayrı ve birlikte ihlal edilmesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin “demokratik
devlet” niteliğini onarılmaz bir biçimde zedeleyeceğinden, Anayasa madde 2’nin
de açıkça ihlali sonucunu doğuracaktır.
Sonuç olarak, Anayasa Mahkemesi’nin 21 Nisan 2022
tarihinde yürürlüğün durdurulması kararı vermesi, Yüksek Seçim Kurulu’nun 13.04.2022
tarih ve 142 sayılı kararı nedeniyle bir kez daha vurgulama gereği doğan açık
Anayasa’ya aykırılıkların ve uygulama halinde doğacak onarılması olanaksız
zararların önüne geçilmesi bakımından acil ve yaşamsaldır.
Sonuç ve Talep: Mahkemeniz nezdindeki 2022/50 E. sayılı,
7393 sayılı Kanunla ilgili başvurumuza ek beyan olarak saygılarımızla arz
ederiz.”