“...
1. İlk olarak İcra ve İflas Kanunu’nun 278. maddesinin üçüncü fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “karı ve koca ile” ibaresi bakımından yapılan değerlendirmede, kanunkoyucu bu kişiler arasında yapılan her türlü ivazlı işlemin bağışlama hükmünde olduğunu karine olarak kabul etmiştir. Söz konusu hükmün Anayasa’nın CUMHURİYETİN NİTELİKLERİ başlıklı 2. maddesine, KANUN ÖNÜNDE EŞİTLİK başlıklı 10. maddesine, TEMEL HAK VE HÜRRİYETLERİN SINIRLANMASI başlıklı 13. maddesine, MÜLKİYET HAKKI başlıklı 35. maddesine ve HAK ARAMA HÜRRİYETİ başlıklı 36. maddesine aykırı olduğu düşünülmektedir. Zira borçlunun henüz tasarruf işleminin kısıtlanmadığı bir tarihte borç ilişkisinin tarafı olmayan üçüncü kişi konumundaki eşine yaptığı kazandırıcı işlemin her durum ve koşulda bağışlama olarak kabul edilmesi, hukuk devleti, adil yargılanma hakkı, kanun önünde eşitlik, mülkiyet ve hak arama özgürlüğüne müdahale niteliği taşımaktadır. Zira borç ilişkisinde taraf olamayan eşin, borçlu davalının ekonomik durumunu her zaman iyi bilmesi/bilmesi gerekmesi kendisinden beklenilemez. Değişen sosyal ve ekonomik koşulların bir getirisi olarak evli çiftler kimi zaman ortak paylaşımda bulunmadan evlilik birliğini devam ettirmekte, uzun yıllar ayrı yaşamakta ve iletişimi koparabilmektedir. Dosyamıza konu olayda da olduğu gibi, kadın ve kocanın resmiyette evli oldukları ancak taraflardan birinin başkası ile fiilen birlikte yaşadığı durumlarda, eşlerin birbiri ile irtibatı ya hiç kalmamakta ya da çok sınırlı olmaktadır. İşte böyle durumlarda da kanun hükmünün katı olarak uygulanması sebebiyle pek çok kişinin mağdur olacağı, kanuni karine ile alacaklının hakkı koruma altına alınırken borç ilişkisi ile hiçbir ilgisi olmayan ve borçlunun gerçek iradesini de bilemeyen üçüncü şahısların haklarına ağır zarar verilebileceği ihtimal dahilindedir. Durum böyle olunca da yanlar arasındaki adalet dengesi kimi durumlarda tasarruf işleminin lehdarı olan üçüncü kişi aleyhine bozulacaktır. Zaman içerisinde toplum yapısında meydana gelen değişiklikler göz önüne alındığında resmiyette karı koca olmayan ancak fiilen aile hayatı yaşayan çiftler yönünden vaz edilmiş bir karine bulunmamasına rağmen, karı-koca arasında istinasız her durumda söz konusu hükmün uygulanması da eşitlik ilkesine aykırılık teşkil etmektedir. Bu da aynı zamanda hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmamaktadır. Yine iptali istenilen hüküm, işlemin yapıldığı tarihte davalı borçlunun hukuken var olan tasarruf ehliyetinin de kısıtlaması amacını taşımakta olup, hem devir eden hem de devir alan yönünden mülkiyet hakkına müdahale edilmektedir. Ayrıca burada işlemin tarafı olan üçüncü kişiye borçlunun durumunu bilmediğine dair bir ispat hakkı da verilmediğinden hak arama özgürlüğü de kişinin elinden alınmaktadır. Söz konusu müdahalenin niteliği düşünüldüğünde, Anayasa’nın 35. maddesinin ikinci fıkrasındaki düzenlemeye uygun olarak kamu yararı amacı taşımadığı gibi, 13. maddede yer verilen ölçülülük ilkesine de aykırıdır. Anılan sebeplerle maddede yer alan “karı ve koca ile” ibaresinin iptali gerekir.
2. Kanunun 279. maddesinin birinci fıkrasının ikinci bendi bakımından yapılan değerlendirmede, borç ödemeden aciz durumda olan borçlunun aciz halinden önceki iki sene içerisinde, para veya mutad ödeme vasıtalarından ayrı bir suretle yaptığı ödemelerin batıl olacağına yer verilmiştir. Mahkememiz dava dosyasına konu olayda, davalı üçüncü kişi olan kadın 23/02/2021 tarihli duruşmadaki ifadesinde, devri yapılan taşınmaz hissesinin kendisinin ziynet eşyalarına karşılık olarak devredildiğini, devrin ivazlı olduğunu beyan etmiştir.
Maddeye ilişkin hükumet tasarısı gerekçesinde bu ödemelerin zahirde (görünüşte) ödeme vasıtası olarak kabul edilerek iptale tabi olduğu vurgulanmıştır. Ancak, para veya mutat ödeme vasıtası dışında yapılan her ödemenin/ifanın kayıtsız şartsız olarak iptale tabi olması yukarıda sözü edilen anayasal hükümlere uygun bir düzenleme değildir. Roma Hukukundan beri kabul edildiği üzere borçlanılan edimin aynen ifası yerine taraflar borcun başka şekilde ifa edilmesini kararlaştırabilir. Uygulamada ve doktrinde buna ifa yerini tutan edim (datio in salutum) adı verilmektedir. Görülmekte olan uyuşmazlık hakkında davalı kadının beyanlarının gerçeğe uygun olup olmadığı ayrı bir değerlendirme konusu olmakla beraber, söz konusu iddianın araştırılmasına iptali istenilen kanun hükmü engel olmaktadır. Zira yürürlükteki yasal düzenlemeye göre davalı kocanın yaptığı kazandırma işleminin gerçekten ziynet eşyası borcuna karşılık yapılmış olması halinde dahi, bu ödeme mutad ödeme olarak kabul edilemeyeceğinden üçüncü kişi konumundaki kadının ispat hakkı elinden alınacaktır. Daha doğrusu bu ispat hakkı 279. maddenin ikinci fıkrası ile normalden daha sıkı şekle bağlanmaktadır. Oysaki, hukuken var olan/olduğu iddia edilen bir borcun hukuk sistemimizde kabul edilen bir edim yoluyla ifası durumunda, sırf para veya benzeri sebeplerle yapılmayan bu ifaya değer atfetmemek hukuk devleti olmanın gereklerine, hak arama özgürlüğüne, ölçülülük ilkesine ve mülkiyet hakkına aykırıdır. Kaldı ki madde gerekçesiyle zahirde ödeme mahiyetinde olan tasarrufların iptali amaçlanırken, gerçek ödemelerin de madde kapsamına alınması ölçülü olmamıştır. Bu sebeple maddede yer alan “Para veya mutat ödeme vasıtalarından gayrı bir suretle yapılan ödemeler” ibaresinin iptali gerekir.
3. Son olarak kanunun 280. maddesinin ikinci fıkrası bakımından yapılan değerlendirmede, mal varlığı borçlarına yetmeyen bir borçlunun alacaklılarına zarar verme amacıyla yaptığı tasarruf işlemindeki görünürdeki amacını, işlemin diğer tarafı olan eşinin bildiğine/bilmesi gerektiğine hükmedilmiş, aynı fıkranın son cümlesi ile bunun aksinin üçüncü kişi olan eş tarafından ispat edilmesi istenilmiştir. Ancak yukarıda 278. maddenin üçüncü fıkrasının birinci cümlesinin iptal gerekçesinde de açıklandığı üzere borç ilişkisinde taraf olamayan eşin, borçlu davalının ekonomik durumunu her zaman iyi bilmesi/bilmesi gerekmesi kendisinden beklenilemez. Sözü edilen maddenin iptali için benimsenen gerekçelerin tümü burada da aynen geçerli olup, resmen evli olmayan ancak kimi durumlarda resmi evlilere nazaran daha iyi ilişkiler içinde olan bireyler bakımından kanunda ayrık bir karine öngörülmezken, fiilen sona ermiş ancak çeşitli sebeplerle resmiyette devam eden evlilikler için uygulanacak olan kanun hükmü pek çok kişiyi hak arama özgürlüğünden mahrum edecek, yargı önünde mağdur edecek niteliktedir. Açıklanan sebeplerle, her ne kadar görülmekte olan davada iptal kararının yüksek mahkeme önüne getirilmesine aracı olan kişi borçlunun karısı olsa da, anlam bütünlüğünün bozulmaması adında “karı veya kocası” ibaresinin iptali gerekir.
SONUÇ VE İSTEM : Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1. 1. 09/06/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 18/02/1965 tarihli ve 538 sayılı Kanun’un 114. maddesi ile değişik 278. maddesinin üçüncü fıkrasının, 09/11/1988 tarihli 3494 sayılı Yasa’nın 53. maddesi ile değiştirilen birinci bendinde yer alan “karı ve koca ile” ibaresinin,
1. 2. Aynı Kanun’un 279. maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “Para veya mutat ödeme vasıtalarından gayrı bir suretle yapılan ödemeler” ibaresinin,
1. 3. Aynı Kanun’un, 18/02/1965 tarihli ve 538 sayılı Kanun’un 115. maddesi ile değişik 280. maddesinin, 09/11/1988 tarihli 3494 sayılı Yasa’nın 55. maddesi ile değiştirilen ikinci fıkrasında yer alan “karı veya kocası” ibaresinin,
Anayasa’nın 2., 10., 13., 35. ve 36. maddelerine aykırı olduğunun tespiti ile iptaline karar verilmesi arz olunur.”
ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2021/51
Karar Sayısı : 2021/80
Karar Tarihi : 4/11/2021
R.G. Tarih-Sayısı : 15/12/2021-31690
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Antalya 1. Vergi Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU: 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 22/7/1998 tarihli ve 4369 sayılı Kanun’un 9. maddesiyle değiştirilen 339. maddesinin Anayasa’nın 2. maddesine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi talebidir.
OLAY: Tarh edilen kurumlar vergisi ile tekerrür hükümleri de uygulanarak kesilen vergi ziyaı cezasının kaldırılması talebiyle açılan davada itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur.
I. İPTALİ İSTENEN KANUN HÜKMÜ
Kanun’un itiraz konusu 339. maddesi şöyledir:
“Tekerrür:
Madde 339- (Değişik: 22/7/1998-4369/9 md.)
Vergi ziyaına sebebiyet vermekten veya usulsüzlükten dolayı ceza kesilen ve cezası kesinleşenlere, cezanın kesinleştiği tarihi takip eden yılın başından başlamak üzere vergi ziyaında beş, usulsüzlükte iki yıl içinde tekrar ceza kesilmesi durumunda, vergi ziyaı cezası yüzde elli, usulsüzlük cezası yüzde yirmibeş oranında artırılmak suretiyle uygulanır.”
II. İLK İNCELEME
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA, Engin YILDIRIM, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ, Basri BAĞCI ve İrfan FİDAN’ın katılımlarıyla 3/6/2021 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında öncelikle davada uygulanacak kural ve sınırlama sorunları görüşülmüştür.
2. Anayasa’nın 152. ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 40. maddelerine göre bir davaya bakmakta olan mahkeme, o dava sebebiyle uygulanacak bir kanunun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin hükümlerini Anayasa’ya aykırı görmesi hâlinde veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varması durumunda bu hükümlerin iptalleri için Anayasa Mahkemesine başvurmaya yetkilidir. Ancak anılan maddeler uyarınca bir mahkemenin Anayasa Mahkemesine başvurabilmesi için elinde yöntemince açılmış ve mahkemenin görevine giren bir davanın bulunması, iptali talep edilen kuralın da o davada uygulanacak olması gerekir. Uygulanacak kural ise bakılmakta olan davanın değişik evrelerinde ortaya çıkan sorunların çözümünde veya davayı sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde etki yapacak nitelikte bulunan kurallardır.
3. Bakılmakta olan davanın konusunu, davacı adına tarh edilen vergiler ve tekerrür hükümleri uygulanarak kesilen vergi ziyaı cezalarının iptali talebi oluşturmaktadır. Bu itibarla itiraz konusu maddede yer alan “…veya usulsüzlükten…”, “…usulsüzlükte iki…” ve “…usulsüzlük cezası yüzde yirmibeş…” ibarelerinin bakılmakta olan davada uygulanma imkânı bulunmamaktadır.
4. Öte yandan itiraz konusu maddenin kalan kısmı, bakılmakta olan davanın konusu olan vergi ziyaı cezasının yanı sıra davada uygulanma imkânı bulunmayan usulsüzlük cezası bakımından da geçerli ortak kural niteliğindedir. Dolayısıyla bakılmakta olan davanın konusu gözetilerek esas incelemenin “Vergi ziyaına sebebiyet vermekten…”, “…vergi ziyaında beş,…” ve “…vergi ziyaı cezası yüzde elli,…” ibareleri ile sınırlı olarak yapılması gerekir.
5. Açıklanan nedenlerle 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 22/7/1998 tarihli ve 4369 sayılı Kanun’un 9. maddesiyle değiştirilen;
A. 339. maddesinde yer alan “…veya usulsüzlükten…”, “…usulsüzlükte iki…” ve “…usulsüzlük cezası yüzde yirmibeş…” ibarelerinin itiraz başvurusunda bulunan Mahkemenin bakmakta olduğu davada uygulanma imkânı bulunmadığından bu ibarelere ilişkin başvurunun Mahkemenin yetkisizliği nedeniyle REDDİNE,
B. 339. maddesinin kalan kısmının esasının incelenmesine, esasa ilişkin incelemenin “Vergi ziyaına sebebiyet vermekten…”, “…vergi ziyaında beş,…” ve “…vergi ziyaı cezası yüzde elli,…” ibareleri ile sınırlı olarak yapılmasına,
OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
III. ESASIN İNCELENMESİ
6. Başvuru kararı ve ekleri, Raportör Murat ÖZDEN tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu kanun hükmü, dayanılan Anayasa kuralı ve bunun gerekçesi ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
7. İtiraz başvurusu ile iptali talep edilen kuralların davada uygulanacak olması gerekmektedir. Uygulanacak kural bakılmakta olan davanın değişik evrelerinde ortaya çıkan sorunların çözümünde veya davayı sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde etki yapacak nitelikte bulunan kurallardır (bkz. § 2).
8. Bu bağlamda somut normun denetiminde uygulanacak kuralın hâlihazırda yürürlükte bulunması veya yürürlükten kalkmış olması arasında kural olarak bir fark bulunmayıp itiraz başvurusunda bulunan mahkemece bakılmakta olan davada uygulanma imkânının olması yeterlidir. Nitekim Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında da itiraz yoluna başvuran mahkemede uygulanacak kural olma niteliğini sürdüren mülga hükümlerin esasının incelenmesi gerektiğine karar vermiştir (AYM, E.2020/14, K.2020/58, 15/10/2020; E.2018/14, K.2018/112, 20/12/2018; E.2018/107, K.2018/114, 20/12/2018; E.2014/179, K.2015/54, 17/6/2015).
9. Bununla birlikte, cezai hükümlerde sonradan yapılan yasal değişiklikle fiilin suç olmaktan çıkarılması veya suç için öngörülen ceza miktarının azaltılması gibi nedenlerle fail lehine olan değişikliğin geçmişe dönük olarak uygulanması ve bu yönüyle iptali istenilen kuralın görülmekte olan davada uygulanamayacak hale gelmesi durumunda Anayasa Mahkemesi işin esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermektedir (AYM, E.2018/160, K.2019/23, 10/04/2019).
10. İtiraz konusu kural başvuru tarihinden sonra kabul edilen 14/10/2021 tarihli ve 7338 sayılı Kanun’un 38. maddesiyle değiştirilmiştir. Anılan değişiklikle genel itibarıyla itiraz konusu kuralda düzenlendiği üzere vergi ziyaı ve usulsüzlük cezalarında tekerrür ve tekerrürün sonuçları hükme bağlanmıştır. Bu bağlamda kuralda olduğu gibi vergi ziyaı cezalarında beş, usulsüzlük cezalarında iki yıllık tekerrür süreleri öngörülmüş ve yine tekerrür hâlinde vergi ziyaı cezasının yüzde elli, usulsüzlük cezasının ise yüzde yirmi beş oranında artırılmak suretiyle uygulanacağı belirtilmek suretiyle aynı artırım oranları muhafaza edilmiştir.
11. Anılan değişikliğin itiraz konusu kuraldan temel farkı, tekerrür hâlinde artırılmak suretiyle uygulanacak cezalara üst sınırın getirilmesidir. Bu itibarla artırım tutarının kesinleşen cezadan (kesinleşen birden fazla ceza olması durumunda bunlardan tutar itibarıyla en yükseğinden) fazla olamayacağı hükme bağlanmıştır. İtiraz konusu kuralda tekerrür hâlinde artırılması öngörülen cezalar bakımından bir üst sınırın bulunmadığı gözetildiğinde söz konusu değişikliğin lehe bir düzenleme olduğu anlaşılmaktadır.
12. İtiraz başvurularında itiraz konusu kuralın yürürlükten kaldırılmış olması kural olarak mülga kuralın esasının incelenmesine engel oluşturmamasına karşın başvuruya konu itiraz konusu kuralda yapılan değişikliğin lehe olması nedeniyle vergi ziyaı veya usulsüzlük cezalarının tekerrür nedeniyle artırıldığı tüm uyuşmazlıklarda uygulanacağı açıktır.
13. Ayrıca bakılmakta olan dava hakkında davacının davadan feragat etmesi nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Dolayısıyla bu yönden de kuralın bakılmakta olan davada uygulanma imkânı kalmamıştır.
14. Açıklanan nedenle konusu kalmayan itiraz başvurusu hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermek gerekir.
IV. HÜKÜM
4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 22/7/1998 tarihli ve 4369 sayılı Kanun’un 9. maddesiyle değiştirilen 339. maddesinde yer alan “Vergi ziyaına sebebiyet vermekten…”, “…vergi ziyaında beş,…” ve “…vergi ziyaı cezası yüzde elli,…” ibarelerine ilişkin itiraz başvurusu hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA 4/11/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Başkan
Zühtü ARSLAN
Başkanvekili
Hasan Tahsin GÖKCAN
Kadir ÖZKAYA
Üye
Engin YILDIRIM
Hicabi DURSUN
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Rıdvan GÜLEÇ
Recai AKYEL
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Yıldız SEFERİNOĞLU
Selahaddin MENTEŞ
Basri BAĞCI
İrfan FİDAN