ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2020/35
Karar Sayısı : 2021/26
Karar Tarihi : 31/3/2021
R.G.Tarih-Sayısı :
15/6/2021-31512
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Avanos Asliye Ceza Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU:
4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 17/10/2019 tarihli
ve 7188 sayılı Kanun’un 23. maddesiyle başlığı ile birlikte yeniden düzenlenen
250. maddesinin Anayasa’nın 9., 36., 37., 38., 90., 138., 139., 140. ve 141.
maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi talebidir.
OLAY: Resmî
belgenin düzenlenmesinde yalan beyanda bulunma suçu nedeniyle yürütülen
soruşturmada seri muhakeme usulünün uygulanması amacıyla düzenlenen
talepnamenin onaylanması aşamasında itiraz konusu kuralların Anayasa’ya aykırı
olduğu kanısına varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur.
I. İPTALİ İSTENEN KANUN HÜKMÜ
Kanun’un itiraz konusu 250. maddesi
şöyledir:
“Seri muhakeme usulü
Madde 250-
(Mülga: 2/7/2012-6352/105 md.) (Başlığı ile Birlikte Yeniden
Düzenleme:17/10/2019-7188/23 md.)
(1) Soruşturma evresi sonunda aşağıdaki suçlarla ilgili
olarak kamu davasının açılmasının ertelenmesine karar verilmediği takdirde seri
muhakeme usulü uygulanır:
a) Türk Ceza Kanununda yer alan;
1. Hakkı olmayan yere tecavüz (madde 154, ikinci ve
üçüncü fıkra),
2. Genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması (madde
170),
3. Trafik güvenliğini tehlikeye sokma (madde 179, ikinci
ve üçüncü fıkra),
4. Gürültüye neden olma (madde 183),
5. Parada sahtecilik (madde 197, ikinci ve üçüncü fıkra),
6. Mühür bozma (madde 203),
7. Resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan (madde
206),
8. Kumar oynanması için yer ve imkan sağlama (madde 228,
birinci fıkra),
9. Başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin
kullanılması (madde 268),
suçları.
b) 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve
Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunun 13 üncü maddesinin birinci, üçüncü
ve beşinci fıkraları ile 15 inci maddesinin birinci, ikinci ve üçüncü
fıkralarında belirtilen suçlar.
c) 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanununun 93
üncü maddesinin birinci fıkrasında belirtilen suç.
d) 13/12/1968 tarihli ve 1072 sayılı Rulet, Tilt, Langırt
ve Benzeri Oyun Alet ve Makinaları Hakkında Kanunun 2 nci maddesinde belirtilen
suç.
e) 24/4/1969 tarihli ve 1163 sayılı Kooperatifler
Kanununun ek 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (1) numaralı bendinde
belirtilen suç.
(2) Cumhuriyet savcısı veya kolluk görevlileri,
şüpheliyi, seri muhakeme usulü hakkında bilgilendirir.
(3) Cumhuriyet savcısı tarafından seri muhakeme usulünün
uygulanması şüpheliye teklif edilir ve şüphelinin müdafii huzurunda teklifi
kabul etmesi hâlinde bu usul uygulanır.
(4) Cumhuriyet savcısı, Türk Ceza Kanununun 61 inci
maddesinin birinci fıkrasında belirtilen hususları göz önünde bulundurarak,
suçun kanuni tanımında öngörülen cezanın alt ve üst sınırı arasında tespit
edeceği temel cezadan yarı oranında indirim uygulamak suretiyle yaptırımı
belirler.
(5) Dördüncü fıkra uyarınca sonuç olarak belirlenen
hapis cezası Cumhuriyet savcısı tarafından, koşulları bulunması hâlinde Türk
Ceza Kanununun 50 nci maddesine göre seçenek yaptırımlara çevrilebilir veya 51
inci maddesine göre ertelenebilir.
(6) Bu maddeye göre belirlenen yaptırımlar hakkında,
Cumhuriyet savcısı tarafından, koşulları bulunması hâlinde 231 inci madde
kıyasen uygulanabilir.
(7) Bu madde kapsamında yaptırım uygulanması, güvenlik
tedbirlerine ilişkin hükümlerin uygulanmasına engel teşkil etmez.
(8) Cumhuriyet savcısı, şüpheli hakkında seri muhakeme
usulünün uygulanmasını yazılı olarak görevli mahkemeden talep eder. Talep
yazısında;
a) Şüphelinin kimliği ve müdafii,
b) Mağdur veya suçtan zarar görenlerin kimliği ile varsa
vekili veya kanuni temsilcisi,
c) İsnat olunan suç ve ilgili kanun maddeleri,
d) İsnat olunan suçun işlendiği yer, tarih ve zaman
dilimi,
e) Şüphelinin tutuklu olup olmadığı; tutuklanmış ise,
gözaltına alma ve tutuklama tarihleri ile bunların süreleri,
f) İsnat olunan suçu oluşturan olayların özeti,
g) Üçüncü fıkrada belirtilen şartların gerçekleştiği,
h) Belirlenen yaptırım ile beşinci ve altıncı fıkra
uygulanmış ise bunlara ilişkin hususlar ve güvenlik tedbirleri,
gösterilir.
(9) Mahkeme,
şüpheliyi müdafii huzurunda dinledikten sonra üçüncü fıkradaki şartların
gerçekleştiği ve eylemin seri muhakeme usulü kapsamında olduğu kanaatine
varırsa talepte belirlenen yaptırım doğrultusunda hüküm kurar; aksi takdirde
talebi reddeder ve soruşturmanın genel hükümlere göre sonuçlandırılması
amacıyla dosyayı Cumhuriyet başsavcılığına gönderir. Mazeretsiz olarak
mahkemeye gelmeyen şüpheli, bu usulden vazgeçmiş sayılır.
(10) Seri muhakeme usulünün herhangi bir sebeple
tamamlanamaması veya soruşturmanın genel hükümlere göre sonuçlandırılması
amacıyla Cumhuriyet başsavcılığına gönderilmesi hâllerinde, şüphelinin seri
muhakeme usulünü kabul ettiğine ilişkin beyanları ile bu usulün uygulanmasına
dair diğer belgeler, takip eden soruşturma ve kovuşturma işlemlerinde delil
olarak kullanılamaz.
(11) Suçun iştirak hâlinde işlenmesi durumunda
şüphelilerden birinin bu usulün uygulanmasını kabul etmemesi hâlinde seri
muhakeme usulü uygulanmaz.
(12) Seri muhakeme usulü, yaş küçüklüğü ve akıl
hastalığı ile sağır ve dilsizlik hâllerinde uygulanmaz.
(13) Resmî mercilere beyan edilmiş olup da soruşturma
dosyasında yer alan adreste bulunmama veya yurt dışında olma ya da başka bir
nedenle şüpheliye ulaşılamaması hâlinde, seri muhakeme usulü uygulanmaz.
(14) Dokuzuncu fıkra kapsamında Cumhuriyet savcısının
talebi doğrultusunda mahkemece kurulan hükme itiraz edilebilir.
(15) Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar
Adalet Bakanlığı tarafından çıkarılan yönetmelikle belirlenir.”
II. İLK İNCELEME
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca
Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA, Serdar ÖZGÜLDÜR, Engin
YILDIRIM, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ,
Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU ve
Selahattin MENTEŞ’in katılımlarıyla 6/5/2020 tarihinde yapılan ilk inceleme
toplantısında öncelikle uygulanacak kural ve sınırlama sorunları görüşülmüştür.
2. Anayasa’nın 152. ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 40. maddelerine
göre bir davaya bakmakta olan mahkeme, bu dava sebebiyle uygulanacak bir
kanunun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin hükümlerini Anayasa’ya aykırı
görmesi hâlinde veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının
ciddi olduğu kanısına varması durumunda bu hükümlerin iptali için Anayasa
Mahkemesine başvurmaya yetkilidir. Ancak anılan maddeler uyarınca bir
mahkemenin Anayasa Mahkemesine başvurabilmesi için elinde yöntemince açılmış,
mahkemenin görevine giren bir davanın bulunması ve iptali talep edilen kuralın
o davada uygulanacak olması gerekir. Uygulanacak kural, bakılmakta olan davanın
değişik evrelerinde ortaya çıkan sorunların çözümünde veya davayı
sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde etki yapacak nitelikte bulunan
kurallardır.
3. İtiraz yoluna başvuran Mahkeme, 5271 sayılı Kanun’un 250.
maddesinin iptalini talep etmiştir.
4. Bakılmakta olan dava, resmî belgenin düzenlenmesinde yalan
beyanda bulunma suçu nedeniyle seri muhakeme usulünün uygulanması amacıyla
düzenlenen talepnamenin onaylanması istemidir.
5. İtiraz konusu 250. maddenin (1) numaralı fıkrasında hangi suçlara seri
muhakeme usulünün uygulanacağı belirtilmiştir. Bakılmakta olan davaya konu suç resmî
belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçu olduğundan anılan maddenin seri
muhakeme usulüne tabi diğer suçları gösteren (1) numaralı fıkrasının (a)
bendinin (1), (2), (3), (4), (5), (6), (8) ve (9)
numaralı alt bentleri ile (b), (c), (d) ve (e) bentlerinin bakılmakta olan
davada uygulanma imkânı bulunmamaktadır.
6. Bunun yanında bakılmakta olan dava
gözetildiğinde suç isnadına konu
eylemin tek kişi tarafından işlendiği, olayda iştirak durumunun söz konusu
olmadığı, şüpheliyle ilgili yaş küçüklüğü, akıl hastalığı ile sağır ve
dilsizlik hâllerinin bulunmadığı, soruşturma ve kovuşturma aşamasında şüpheliye
ulaşılamama durumunun bulunmadığı anlaşılmaktadır. Ayrıca somut davanın geldiği
aşama itibarıyla yargılamada, seri muhakeme usulüne ilişkin belge ve şüpheli
beyanının soruşturma ve kovuşturmada delil olarak kullanılması durumu ile hükme
yönelik herhangi bir itiraz da söz konusu değildir.
7. Buna göre itiraz konusu maddenin
seri muhakeme usulünde elde edilen belge ve şüpheli beyanının takip eden
soruşturma ve kovuşturmada delil olarak kullanılması yasağına ilişkin (10)
numaralı fıkrasının, suçun iştirak hâlinde işlenmesi durumunu düzenleyen (11)
numaralı fıkrasının, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, sağır ve dilsizlik
hâllerini hüküm altına alan (12) numaralı fıkrasının, şüpheliye soruşturma ve
kovuşturma aşamasında ulaşılmama hâlini düzenleyen (13) numaralı fıkrası ile
mahkemece kurulan hükme yönelik itiraz yolunun düzenlendiği (14) numaralı fıkrasının
bakılmakta olan davada uygulanma imkânı bulunmamaktadır.
8. Açıklanan nedenlerle itiraz
konusu maddenin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinin (1), (2), (3), (4), (5),
(6), (8) ve (9) numaralı alt bentleri ile (b), (c), (d), (e) bentlerinin ve
(10), (11), (12), (13) ve (14) numaralı fıkralarının itiraz başvurusunda
bulunan Mahkemenin bakmakta olduğu davada uygulanma imkânı bulunmadığından bu
fıkra, bent ve alt bentlere ilişkin başvurunun Mahkemenin yetkisizliği
nedeniyle reddi gerekir.
9. Öte yandan 6216 sayılı Kanun’un “Anayasaya aykırılığın
mahkemelerce ileri sürülmesi” başlıklı 40. maddesinde Anayasa Mahkemesine
itiraz yoluyla yapılacak başvurularda izlenecek yöntem düzenlenmiştir. Anılan
maddenin (1) numaralı fıkrasında bir davaya bakmakta olan mahkemenin bu davada
uygulanacak bir kanun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin hükümlerini Anayasa’ya aykırı görmesi hâlinde
veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu
kanısına varması durumunda, bu fıkrada sayılan belgeleri dizi listesine
bağlayarak Anayasa Mahkemesine göndereceği kurala bağlanmış; söz konusu
fıkranın (a) bendinde de “İptali istenen kuralların Anayasanın hangi
maddelerine aykırı olduklarını açıklayan gerekçeli başvuru kararının aslı”
mahkemeye gönderilecek belgeler arasında sayılmıştır. Anılan maddenin (4)
numaralı fıkrasında ise açık bir şekilde dayanaktan yoksun veya yöntemine uygun
olmayan itiraz başvurularının Anayasa Mahkemesi tarafından esas incelemeye
geçilmeksizin gerekçeleriyle reddedileceği hükme bağlanmıştır.
10. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 46. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (a) bendinde de itiraz yoluna başvuran mahkemenin gerekçeli
kararında, Anayasa’ya aykırılıkları ileri sürülen hükümlerin her birinin
Anayasa’nın hangi maddelerine hangi nedenlerle aykırı olduğunun ayrı ayrı ve
gerekçeleriyle birlikte açıkça gösterilmesi gerektiği ifade edilmiştir.
11. Yine İçtüzük’ün 49. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b)
bendinde Anayasa Mahkemesince yapılan ilk incelemede başvuruda eksikliklerin
bulunduğu tespit edilirse itiraz yoluna ilişkin işlerde esas incelemeye
geçilmeksizin başvurunun reddine karar verileceği, (2) numaralı fıkrasında ise
anılan (b) bendi uyarınca verilen kararın itiraz yoluna başvuran mahkemenin
eksiklikleri tamamlayarak yeniden başvurmasına engel olmadığı belirtilmiştir.
12. Başvuru kararında seri muhakeme usulünün varlığına yönelik
herhangi bir Anayasa’ya aykırılık iddiasının dile getirilmediği, anılan
yargılamada ilk derece mahkemesinin ne ölçüde yargısal fonksiyonunu yerine
getirebildiği hususu çerçevesinde iddiaların ileri sürüldüğü dikkate
alındığında itiraz konusu maddenin (1) numaralı fıkrasının kalan kısmı, (2),
(3), (8) ve (15) numaralı fıkraları ile (9) numaralı fıkrasının ikinci
cümlesinin Anayasa’nın hangi maddelerine hangi nedenlerle aykırı olduğunun ayrı
ayrı ve gerekçeleriyle birlikte açıkça gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu
itibarla anılan fıkralara, kısma ve cümleye ilişkin başvurunun yöntemine uygun olmaması
nedeniyle esas incelemeye geçilmeksizin reddi gerekir.
13. Diğer yandan maddenin kalan kısmı bakılmakta olan davaya
konu resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçunun yanı sıra bakılmakta
olan davada uygulanma imkânı bulunmayan diğer suçlar bakımından da geçerli
ortak kural niteliğindedir. Dolayısıyla ortak kuralın iptal edilmesi hâlinde
iptale konu kurallarla ilgili olan ve dava konusu olmayan bu bölümlerin
iptalden etkileneceği açıktır. Bu itibarla maddenin kalan kısmının esasına
ilişkin incelemenin (1) numaralı fıkranın (a) bendinin (7) numaralı alt bendi
yönünden yapılması gerekir.
14. Açıklanan nedenlerle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu’nun 17/10/2019 tarihli ve 7188 sayılı Kanun’un 23. maddesiyle
başlığı ile birlikte yeniden düzenlenen 250. maddesinin;
A. 1. (1) numaralı fıkrasının;
a. (a) bendinin (1), (2), (3), (4), (5), (6), (8) ve (9)
numaralı alt bentlerinin,
b. (b), (c), (d) ve (e) bentlerinin,
2. (10), (11), (12), (13) ve (14) numaralı fıkralarının,
itiraz başvurusunda
bulunan Mahkemenin bakmakta olduğu davada uygulanma imkânı bulunmadığından bu
fıkralara, bentlere ve alt bentlere ilişkin başvurunun Mahkemenin yetkisizliği
nedeniyle REDDİNE,
B. 1. (1) numaralı
fıkrasının kalan kısmı ile (2), (3), (8) ve
(15) numaralı fıkralarına,
2. (9) numaralı
fıkrasının ikinci cümlesine,
ilişkin itiraz başvurusunun 30/3/2011 tarihli ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve
Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 40.
maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince yöntemine uygun olmadığından esas
incelemeye geçilmeksizin REDDİNE,
C. Kalan kısmının
esasının incelenmesine, esasa ilişkin incelemenin (1) numaralı fıkrasının (a)
bendinin (7) numaralı alt bendi yönünden yapılmasına,
OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
III. ESASIN İNCELENMESİ
15. Başvuru kararı ve ekleri Raportör Yakup MACİT
tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu kanun hükmü,
dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri
okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A. Anlam ve Kapsam
16. Seri muhakeme usulü, ceza usul hukuku alanında
alternatif çözüm yolu olarak ilk kez 5271 sayılı Kanun’un 250. maddesinin
yeniden düzenlenmesiyle ihdas edilmiştir. Söz konusu usulle ilgili 31/12/2019
tarihli ve 30995 sayılı Resmî Gazete’nin mükerrer sayısında yayımlanan Ceza
Muhakemesinde Seri Muhakeme Yönetmeliği çıkarılmıştır.
17. Seri muhakeme usulü, anılan Kanun’da açıkça
düzenlenen suçlarla sınırlı olmak üzere uygulanabilecek istisnai bir muhakeme
yolu olarak öngörülmüştür. Kanun kapsamında seri muhakeme usulünün uygulanması
için belirli şartların gerçekleşmesi gerekir. Kanun’un 250. maddesinin (1)
numaralı fıkrasında; aynı fıkranın (a), (b),
(c), (d) ve (e) bentlerinde sayılan katalog suçlarla ilgili olarak
Cumhuriyet savcısı tarafından yürütülen soruşturma evresi sonunda kamu davasının
açılmasının ertelenmesine karar verilmediği takdirde söz konusu usulün
uygulanacağı belirtilmiştir.
18. Soruşturma evresi, Kanun’un 2. maddesinde “…yetkili
mercilerce suç şüphesinin öğrenilmesinden iddianamenin kabulüne kadar geçen
evre…” olarak tanımlanmıştır. Doktrinde, Kanun’da seri
muhakeme usulünün koşullarından sayılan soruşturma evresinin sonu
kavramının etkin bir soruşturma yapılmak suretiyle yeterli şüpheye
ulaşıldıktan sonra dosyanın iddianame ile dava açılabilme aşamasına
ulaşması olarak anlaşılması gerektiği ifade edilmektedir.
19. Kanun’un 250. maddesinin (2) ve (3) numaralı
fıkralarına göre, seri muhakeme usulü hakkında Cumhuriyet savcısı veya kolluk
görevlilerinin şüpheliyi bilgilendirmesi, Cumhuriyet savcısı tarafından seri
muhakeme usulünün uygulanması için müdafi huzurunda yapılan teklifin şüpheli
tarafından kabul edilmesi gerekmektedir.
20. Anılan maddenin (4), (5), (6) numaralı fıkralarında
ise seri muhakeme usulünde Cumhuriyet savcısının, 26/9/2004 tarihli ve 5237
sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 61. maddesinin (1) numaralı fıkrasında belirtilen
hususları gözönünde bulundurarak suçun kanuni tanımında öngörülen cezanın alt
ve üst sınırı arasında tespit edeceği temel cezadan yarı oranında indirim
uygulamak suretiyle yaptırımı belirleyeceği, sonuç olarak belirlenen hapis
cezasını, şartları bulunması hâlinde 5237 sayılı Kanun’un 50. maddesine göre
seçenek yaptırımlara çevirebileceği veya aynı Kanun’un 51. maddesine
erteleyebileceği, şartları bulunması hâlinde 5271 sayılı Kanun’un 231. maddesinde
düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin hükümleri
uygulayabileceği düzenlenmiştir. Maddenin (7) numaralı fıkrasında, 250. madde
kapsamında yaptırım uygulanmasının güvenlik tedbirlerine ilişkin hükümlerin
uygulanmasına engel teşkil etmeyeceği belirtilmiştir.
21. Maddenin (8) numaralı fıkrasında, Cumhuriyet
savcısının şüpheli hakkında seri muhakeme usulünün uygulanmasını yazılı olarak
görevli mahkemeden talep edeceği düzenlenmiştir. Yönetmelik’te talepname
olarak adlandırılan yazı içeriğinde hangi hususların yer alacağı aynı fıkra
kapsamında belirtilmiştir.
22. (9) numaralı fıkraya göre talepname üzerine mahkeme,
şüpheliyi müdafi huzurunda dinledikten sonra (3) numaralı fıkradaki şartların
gerçekleştiği ve eylemin seri muhakeme usulü kapsamında olduğu kanaatine
varması hâlinde talepte belirlenen yaptırım doğrultusunda hüküm kuracak; aksi
takdirde talebi reddederek soruşturmanın genel hükümlere göre sonuçlandırılması
amacıyla dosyayı Cumhuriyet başsavcılığına gönderecektir.
23. Buna göre mahkemenin talepnameyi, seri muhakeme
usulünün teklif yöntemi ve şüpheliye isnat olunan eylemin Kanun’da sayılan
katalog suçlar içinde yer alıp almadığı hususlarıyla sınırlı olarak
denetleyebileceği, bu konuda herhangi bir eksiklik tespit etmemesi hâlinde
talepnamede belirlenen yaptırım doğrultusunda hüküm kuracağı anlaşılmaktadır.
Kanun’un gerekçesinde de belirtildiği gibi mahkemenin talepnamede belirtilen
yaptırımı değiştirme yetkisi bulunmamaktadır.
24. Kanun’un 250. maddesinin (14) numaralı fıkrasında ise
Cumhuriyet savcısının talebi doğrultusunda mahkemece, kurulan hükme itiraz
edilebileceği belirtilmiştir.
B. İtirazın Gerekçesi
25. Başvuru kararında özetle; itiraz konusu kurallarla
Cumhuriyet savcısına yaptırım belirleme, hapis cezasını seçenek yaptırımlara
çevirme veya erteleme yetkisi tanınması ile hükmün açıklanmasının geri
bırakılması ve güvenlik tedbirlerine ilişkin hükümleri uygulama imkânı
verilmesinin mahkemelere ait olan yargı yetkisinin savcılara devredilmesi
anlamına geldiği, kurallarda mahkemenin talepnamede belirtilen yaptırım
doğrultusunda hüküm kurmak zorunda bırakılması suretiyle savcılığın tespit ve
değerlendirmesiyle bağımlı hâle getirildiği, bu durumun mahkemelerin
bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkesine aykırılık oluşturacağı, yine kuralların
mahkemenin maddi yönden davayı ele alma yetkisini sınırlandırdığı, deliller
değerlendirilmeden verilen hükmün gerekçeden yoksun olacağı gibi itiraz mercii
tarafından sınırlı yönden yapılan inceleme sonucunda kesin hüküm hâline gelen
kararın da gerekçesiz olacağı belirtilerek kuralların Anayasa’nın 9., 36., 37.,
38., 90., 138., 139., 140. ve 141. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
C. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
1. Kanun’un
250. Maddesinin (9) Numaralı Fıkrasının Birinci Cümlesinde Yer Alan “…talepte belirlenen yaptırım doğrultusunda…”
İbaresinin İncelenmesi
26. İtiraz konusu kuralda Cumhuriyet savcısının talepname
düzenleyerek görevli ve yetkili mahkemeye başvurması üzerine mahkemenin belli
şartların gerçekleşmesi halinde talepte belirlenen yaptırım doğrultusunda
hüküm kurmasını, aksi takdirde talebi reddederek soruşturmanın genel hükümlere
göre sonuçlandırılması amacıyla dosyayı Cumhuriyet başsavcılığına göndermesini
öngörmektedir. Kural (1) numaralı fıkranın (a) bendinin (7) numaralı alt bendi
yönünden incelenmiştir.
27. Anayasa’nın 9. maddesinde “Yargı yetkisi, Türk
Milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır” denilmektedir.
Yargı fonksiyonu, bir hukuki uyuşmazlığın tüm yönleriyle esastan çözümlenerek
karara bağlanması ve bu kararın kesin hüküm niteliği taşımasıdır (AYM,
E.2012/102, K.2012/207, 27/12/2012).
28. Anayasa’nın anılan maddesi
kapsamında yargısal yetkinin bağımsız mahkemelerce kullanılmasıyla ceza
muhakemesinin nihai amacı olan maddi gerçekliğe ulaşmak mümkündür. Bu kapsamda
yeterli şüphe ile başlayan ceza muhakemesi sürecinde mahkemelere, herhangi bir
kısıtlama olmadan vicdani kanaate göre maddi hakikati ortaya çıkarma ve kesin
hükme ulaşma imkânının sağlanması yargı yetkisinin etkin bir şekilde kullanımı
açısından oldukça önemlidir. Ceza muhakemesinde son aşamada suçu ve faili
tespit etmek ve bireyselleştirme yapmak suretiyle ceza vermek faaliyetinin
bağımsız ve tarafsız mahkemenin yargı yetkisi içinde değerlendirilmesi gerektiği
açıktır.
29. Bu yönüyle yargı yetkisinin etkin
kullanımı, bu yetkinin karar verme biçimindeki nihai faaliyetinin
özgürce kullanılmasına bağlıdır. Bu nedenle hukuk devletinde hâkimin hakka ve
hukuka bağlılığı sağlamasına engel olacak bir yönteme yer verilemeyeceği gibi
aksine hâkime hukuksal gerçeği saptayabilmesi için geniş imkânlar tanınması
gerekir (AYM, E.1990/40, K.1991/33, 1/10/1991).
30. Anayasa’nın 9. maddesinde, yargı
yetkisinin Türk milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılacağı ifade
edilirken hâkimlerin görevlerini, yürütme ve yasama organları dâhil her türlü
kurum ve kişinin baskısından uzak, Anayasa’ya, kanuna ve hukuka uygun olarak
vicdani kanaatlerine göre yerine getirebilmelerini sağlamak için bağımsız
olmaları kabul edilmiş; Anayasa’nın 138. ve 140. maddelerinde ise bu konuda
anayasal güvenceler getirilmiştir.
31. Anayasa’nın 138. maddesinin birinci
fıkrasında hâkimlerin görevlerinde bağımsız oldukları, Anayasa’ya, kanuna ve
hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verecekleri ifade
edilmiştir. Buna göre hâkimlerin görevlerini her türlü baskı ve etkiden uzak,
Anayasa’ya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre yerine
getirebilmeleri sağlanarak yargı yetkisini kullanmaları güvenceye
kavuşturulmuştur (AYM, E.2002/100,
K.2004/109, 21/9/2004).
32. Anayasa Mahkemesi Anayasa’nın
“Mahkemelerin bağımsızlığı” başlıklı anılan maddesinin kurala bağladığı
hâkim bağımsızlığının yalın bir biçimde yalnızca lafzıyla yorumlanmaması
gerektiğini, hâkimlerin Anayasa’ya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani
kanaatlerine göre hüküm vermelerini engelleyen ya da yargı yetkisinin
kullanılmasında emir, talimat, tavsiye veya telkin niteliğini taşıyan
dolaylı-dolaysız her türlü düzenlemenin hâkim bağımsızlığı ilkesini zedelediğinin
kabul edilmesi gerektiğini vurgulamıştır (AYM, E.1988/37, K.1989/36, 8/9/1989).
33. Anayasa’nın 140. maddesinin ikinci fıkrasında ise
hâkimlerin mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre görev
ifa edecekleri hükme bağlanmıştır. Bu hükmün anlam ve kapsamı, Anayasa’nın 138.
maddesinde düzenlenen mahkemelerin bağımsızlığının anlam ve amacının
belirlenmesiyle açıklık kazanacaktır.
34. Anayasa’nın 9. maddesinde mahkemelerin
bağımsızlığının, 138. ve 140. maddelerinde de hâkimlerin görevlerinde bağımsız
olduklarının öngörülmesi mahkemelerin bağımsızlığı ile hâkimlerin bağımsızlığı
kavramlarının eş anlamlı olduğu izlenimini vermektedir. Mahkemelerin
bağımsızlığı, yargının yasama ve yürütme organlarına karşı bağımsız yapısını,
yetkilerini kullanmayı, görevlerini yerine getirmeyi açıklar. Hâkimlerin
bağımsızlığı ise yasama ve yürütme organlarına bağlı olmadan Anayasa’ya, kanuna
ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm vermelerini amaçlar.
Mahkemelerin bağımsızlığıyla hâkimlerin bağımsızlığı birbirini tamamlayan,
birbirinden ayrılması imkânsız ilkelerdir. Anayasa’nın mahkemelerin
bağımsızlığını sağlamaya yönelik 138. maddesinde düzenlenen yasak ve
yükümlülükler Anayasa’nın 140. maddesinin ikinci fıkrasında geçen bağımsızlığın
anlamını açıklamaktadır (AYM, E.1988/32, K.1989/10, 28/2/1989). Bu yönüyle Anayasa’nın 9. maddesi ile 138. ve
140. maddeleri arasında bağlantı bulunmaktadır.
35. Anayasa’nın 9., 138. ve 140. maddeleri kanun
koyucuya; hâkimin yargı yetkisini kullanarak maddi hakikate ulaşmasında gerekli
tedbirleri almak ve bu yetkinin kullanımını kısıtlayan müdahalelerden kaçınması
hususunda yükümlülük öngörmüştür. Bu açıdan kanun koyucunun mahkemenin yargı
yetkisini kullanırken yani bağımsız olarak vicdani kanaatine göre hüküm
verirken buna müdahale etmek suretiyle takdir yetkisini kaldırması ya da
kısıtlaması, yargı yetkisinin kullanılmasına ve mahkemenin bağımsızlığına
müdahale edilmesi sonucunu doğurur.
36. Öte yandan hâkimin maddi gerçeğe ulaşarak kesin hüküm
niteliğinde karar verme yetkisinin tam olarak varlığından söz
edilebilmesi bakılan davada gerekli olan tüm unsurların hâkimin vicdan
süzgecinden geçirilmesi ile mümkündür. Davada sonuca ulaşmayı sağlayan
olguların varlığını, hukuka uygunluğunu son evrede takdir edebilecek yegâne
süje hâkimdir. Anayasa’nın 9., 138. ve 140. maddeleri, yargı yetkisinin
mahkemelerce serbest, noksansız ve vicdani kanaate uygun olarak kullanılmasını
zorunlu kılar. Buna göre hâkimlerin görevlerini bağımsızlık içinde yapmalarını,
Anayasa’ya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm
vermelerini engelleyen takdir yetkisini ortadan kaldıran ve bu suretle yargı
yetkisinin kullanılmasını kısıtlayan düzenlemeler anılan hükümlere aykırılık
sonucunu doğurur.
37. İtiraz konusu kurala göre nihai karar makamı olan
mahkemenin Cumhuriyet savcısı tarafından düzenlenen talepnameyi belirli
hususlar yönünden denetlediği, bu konuda eksiklik ya da kanuna aykırı bir durum
tespit etmemesi hâlinde talepte belirlenen yaptırım doğrultusunda hüküm
kurmasının zorunlu olduğu anlaşılmaktadır.
38. Ceza muhakemesi hukukunun temelini; iddia, savunma ve
yargılamayı oluşturan süjelerin belli bir etkileşim süreci içinde gösterdikleri
faaliyet sonunda mahkemece verilen ve maddi gerçekliği tespit eden bir hükmün
verilmesi oluşturur. Esasen bu faaliyet, ceza adalet sistemlerinin konusunu
oluşturmaktadır. Kuşkusuz kanun koyucunun -Anayasa’nın temel ilke ve
kurallarına bağlı kalmak koşuluyla- soruşturma ve yargılamaya ilişkin olarak
hangi sistemin uygulanacağının belirlenmesinde takdir yetkisi bulunmaktadır.
39. Seri muhakeme usulünde sürecin temel aşamalarından
birisi olan talepnamenin düzenlenmesinden sonra mahkemenin işlevinin
değerlendirilmesi gerekir.
40. İtiraz konusu kuralın yer aldığı Kanun’un 250.
maddesinin (9) numaralı fıkrasına göre, mahkemenin seri muhakeme usulündeki
fonksiyonu iki unsurdan ibarettir. Bunlardan birincisi mahkemenin Cumhuriyet
savcısı tarafından seri muhakeme usulünün uygulanmasının şüpheliye teklif edilip
edilmediği, şüphelinin müdafi huzurunda bu teklifi kabul edip etmediği ve
eylemin seri muhakeme usulü kapsamında kalıp kalmadığının denetlenmesidir. İkincisi
ise bu konuda herhangi bir eksikliğin tespit edilmemesi hâlinde -ki aksi
durumda dosya Cumhuriyet başsavcılığına iade edilecektir- talepnamede
belirlenen yaptırım doğrultusunda hüküm kurmasıdır.
41. Mahkemenin süreç sonunda mahkûmiyet kararı vermek
istemesi hâlinde cezanın miktarı, seçenek yaptırımlara çevirme, erteleme gibi
cezanın bireyselleştirilmesinde herhangi bir yetkisinin bulunmaması ya da
dosyada delilleri takdir etmek suretiyle ulaşacağı kanaate göre farklı bir
hüküm (beraat, düşme, vb.) tesis etme imkânına sahip olmaması anlamına gelen talepnamede
belirlenen yaptırım doğrultusunda hüküm kurma zorunluluğunun hukuka
aykırılık iddialarının tüm yönleriyle esastan çözümlenerek kesin bir surette
karara bağlanması olarak ifade edilen mahkemenin yargı yetkisinin kullanımı ile
doğrudan ilgili olduğu anlaşılmaktadır.
42. Kanun’un 250. maddesinin (4), (5), (6) ve (7)
numaralı fıkralarında; şüphelinin aydınlatılmış onamıyla başlatılan seri
muhakeme usulünde Cumhuriyet savcısına, suçluluğun tespiti, alt ve üst sınırlar
içinde cezanın miktarının belirlenmesi, seçenek yaptırımlara çevirme, erteleme,
hükmün açıklanmasının geri bırakılması ve güvenlik tedbirlerine karar verme
hususunda yetki tanındığı anlaşılmaktadır. Bu yönüyle Cumhuriyet savcısının
yaptırım belirleme yetkisi aynı zamanda dosyadaki delilleri takdir ederek
failin suçluluğunu tespit etme yönündeki takdir ve kanaatini de içermektedir.
43. Dolayısıyla itiraz konusu kuralda mahkemenin
Cumhuriyet savcısı tarafından belirlenen yaptırım doğrultusunda hüküm kurmak
zorunda bırakılması, savcının failin suçluluğunu tespit etme, ceza miktarını
belirleme (seçenek yaptırıma çevirme, erteleme, hükmün açıklanmasının geri
bırakılması ve güvenlik tedbiri uygulama) gibi faaliyetlerini denetleme,
gerektiğinde 5271 sayılı Kanun’un 223. maddesi kapsamında yeniden hüküm tesis
etmek suretiyle yaptırıma müdahale etme imkânını ortadan kaldırdığı ve bu
durumun mahkemenin yargı yetkisinin kısıtlanması sonucunu doğurduğu açıktır.
44. Bu açıklamalar çerçevesinde mahkemenin yalnızca
Cumhuriyet savcısının talepnamede belirlediği yaptırımla bağlı kalarak dosyanın
esasına yönelik değerlendirme yapma ve gerektiğinde müdahalede bulunma imkânına
sahip olmaması, yargısal yetkinin kullanımıyla doğrudan ilgili olan hâkimin
Anayasa’ya, kanuna ve hukuka uygun vicdani kanaatine göre delilleri takdir
ederek maddi gerçeğe ulaşma ve nihayetinde kesin hüküm verme faaliyetini
sınırlamaktadır. Bu yönüyle kural, Anayasa’nın 9., 138. ve 140. maddelerinde
düzenlenen yargı yetkisinin bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılması ve
hâkimin vicdani kanaatine göre hüküm vermesi ilkelerine aykırıdır.
45. Öte yandan Anayasa’nın anılan maddelerinde düzenlenen
yargı yetkisi ve mahkemelerin bağımsızlığı ilkesi ile 38. maddesinde düzenlenen
masumiyet (suçsuzluk) karinesi arasında yakın bir ilgi bulunmaktadır. Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar kimsenin suçlu sayılamaması anlamına gelen
masumiyet karinesine göre bir kimsenin suçluluğunun gerçek anlamda sübuta
erdiğinin söylenebilmesi için serbest ve etkin olarak yargı yetkisini kullanan
bağımsız bir mahkeme tarafından yürütülen ve adil yargılanma hakkı koşullarını
sağlayan yargılamada yeterli şüphenin giderilmesi suretiyle maddi hakikate
ulaşılarak verilen bir mahkeme hükmünden söz edilmesi gerektiği açıktır.
Dolayısıyla bu şartlar sağlanmadan verilen mahkûmiyet kararı ile kişilerin
suçlu ilan edilmesi Anayasa’nın 38. maddesi bağlamında masumiyet karinesini
zedeleyecektir.
46. 5271 sayılı Kanun’un 2. maddesinde şüpheli,
soruşturma evresinde suç şüphesi altında bulunan kişi; sanık ise kovuşturmanın
başlamasından itibaren hüküm kesinleşinceye kadar suç şüphesi altında olan kişi
olarak tanımlanmıştır. Ceza muhakemesi, suça konu fiilin işlenip işlenmediği,
işlenmişse failin kim olduğu ve faille eylem arasındaki bağın ne olduğunun
tereddüde yer bırakılmaksızın tespit edilerek eyleme uygun hangi yaptırımın
uygulanacağı sorularının cevaplandığı ve bu surette maddi gerçekliğe ulaşmanın
hedeflendiği bir süreçtir. Bu itibarla masumiyet karinesi gereğince maddi
gerçekliğe ulaşana kadar yani suçu işlediği iddia edilen kişi hakkında verilen
karar kesinleşinceye kadar kişinin şüphe altında olması yani suçlu olduğunun
kabul edilmemesi ve buna uygun davranılması asıldır.
47. Anayasa’nın 36. maddesinde ise herkesin iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmektedir. Anılan
maddede yapılan değişikliğin gerekçesinde, Türkiye’nin taraf olduğu
uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının
madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, kendisine bir suç isnat
edilen herkesin suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılacağı
düzenlenmiştir. Bu itibarla masumiyet karinesi, Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan adil yargılanma hakkının bir unsuru olmakla beraber Anayasa’nın
suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimsenin suçlu sayılamayacağına dair 38.
maddesinin dördüncü fıkrasında ayrıca düzenlenmiştir (Adem Hüseyinoğlu,
B. No: 2014/3954, 15/2/2017, § 33).
48. Anayasa’nın 38. maddesinin gerekçesinde suçsuzluk
karinesi şu şekilde açıklanmıştır: “Sanığın, kesin
mahkûmiyet hükmüne kadar suçsuz sayılması demek, kendisinin,
suçsuzluğunu ispat mükellefiyetinde olmadığı; ‘beyyine
külfeti’nin iddiacıya ait bulunduğu demektir. Bu karine,
iddiacının, suç iddiasını ‘makûl şüpheye yer
bırakmayacak şekilde’ ispat etmesiyle
‘çürütülmüş’ olacak ve bu halde de mahkeme
mahkûmiyet hükmünü verecek; aksi takdirde beraat kararı
alacaktır.”
49. Masumiyet karinesi hiçbir şart altında
sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak, vazgeçilmez evrensel bir temel haktır.
Masumiyet karinesi sonuçları ile birlikte değerlendirildiğinde gerekli
ölçütlere dikkat edilmeden yapılan uygulamaların (örneğin suçsuz bir kişinin
cezalandırılması hâlinde) toplumun ceza adalet anlayışı üzerinde çok ciddi
sonuçlar doğuracağı açıktır. Dolayısıyla masumiyet karinesi, bu karineden
faydalanacak olan kişinin (şüpheli/sanık) iradesinden (suçun ikrarı vb.) dahi
bağımsız olarak herkesçe uyulması gereken zorunlu çekirdek hak niteliğindedir.
Nitekim olağanüstü durumlarda temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması
rejimini düzenleyen Anayasa’nın 15. maddesinde masumiyet karinesi; savaş,
seferberlik ve olağanüstü hâllerde dahi madde gerekçesinde ifade edildiği üzere
“…hiçbir sebep ve surette durdurulamayacak, ihlal edilemeyecek hak
yahut hürriyetler…” arasında sayılmıştır. Buna göre olağanüstü
durumlarda dahi masumiyet karinesi geçerliliğini koruyacaktır.
50. Hukuk devleti ilkesinin bir gereği olan masumiyet
karinesi, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan
suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına almaktadır. Bunun sonucu kişinin
masumiyeti asıl olduğundan suçluluğu ispat külfeti iddia makamına ait olup
kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez. Ayrıca hiç kimse,
suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri
tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (S.M.[GK]
B. No. 2016/6038, 20/6/2019 § 41; Kürşat Eyol, B. No: 2012/665,
13/6/2013, § 26).
51. Bu çerçevede masumiyet karinesi -kural olarak-
hakkında bir suç isnadı bulunan ve henüz mahkûmiyet kararı verilmemiş kişileri
kapsayan bir ilkedir. Suç isnadı kesin hükümle mahkûmiyete dönüşen kişiler
açısından ise artık hakkında suç isnadı olan kişi statüsünde olmadıkları
için masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasının geçerli bir dayanağı
kalmayacaktır (Uğur Ayyıldız, B. No: 2012/574, 6/2/2014, § 76).
52. Masumiyet karinesi uyarınca, bir kişinin suçlu olarak
ilan edilip yaptırıma maruz bırakılabilmesi için suça konu eylemi işlediğine
dair hakkındaki her türlü şüphenin yenilmesi gerekmektedir. Aksi hâlde kişi
şüpheden yararlanacak ve cezalandırma yoluna gidilemeyecektir. Başka bir
ifadeyle bir kişi hakkında suçu işlediğine yönelik kesin bir kanaat oluşmadığı
durumlarda bu şüphe hâli mahkeme tarafından sanık lehine yorumlanarak sanığın
suçluluğuna hükmedilemeyecektir. Esasen ceza yargılamasındaki maddi gerçeğe
ulaşma hedefi ile masumiyet karinesinden beklenen amaç örtüşmektedir.
53. Bu açıdan yeterli şüphe ile başlayan ceza muhakemesi
sürecinde şüphenin yenilmesi, Anayasa’nın 9., 138. ve 140. maddeleri
çerçevesinde yargı yetkisini kullanan bağımsız bir mahkeme tarafından
delillerin serbestçe tartışılarak vicdani kanaate göre karar verilmesiyle
mümkündür. Bu yönüyle mahkemenin suçun fail tarafından işlendiğine yönelik en
ufak bir kuşku kalmadan maddi gerçeğe ulaşması ve kesin mahkûmiyet hükmü
kurması masumiyet karinesinin bir gereğidir. Bu şartlar sağlanmadan kişinin
suçlu ilan edilmesi masumiyet karinesini zedeler.
54. Yukarıdaki tespitler ışığında itiraz konusu kural
kapsamında talepte belirlenen yaptırım doğrultusunda hüküm kurma zorunluluğu
getirilmek suretiyle Anayasa’nın 9., 138. ve 140. maddelerine aykırı olarak
yetkisi kısıtlanan (bkz. §§ 43, 44) mahkeme tarafından verilen karara göre bir
kimsenin gerçek anlamda suçluluğunun sübuta erdiği ileri sürülemez. Başka bir
ifadeyle itiraz konusu kuralda yer alan “…talepte belirlenen yaptırım
doğrultusunda…” ibaresiyle mahkemenin özellikle vicdani kanaat çerçevesinde
suçun sübutuna yönelik değerlendirme yapma yetkisinin kısıtlanması, yargılamada
yeterli şüphenin giderilerek maddi gerçeğe ulaşma imkânını ortadan
kaldırmaktadır. Dolayısıyla seri muhakeme usulünde mahkemece talepte
belirlenen yaptırım doğrultusunda verilen karar nedeniyle suçluluğu hükmen
sabit olmadan bir kişinin suçlu sayılması sonucu ortaya çıkabilir. Bu açıdan
kuralda yer alan “…talepte belirlenen yaptırım doğrultusunda…” ibaresi
masumiyet karinesini de zedeleyecek niteliktedir.
55. Açıklanan nedenlerle kuralda yer alan “…talepte belirlenen yaptırım doğrultusunda…” ibaresi Anayasa’nın 9., 38., 138. ve 140. maddelerine
aykırıdır. İptali gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 36. maddesine de
aykırı olduğu ileri sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların
Anayasa’nın 9., 38., 138. ve 140. maddeleri yönünden yapılan değerlendirmeler kapsamında
ele alınmış olması nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesi yönünden ayrıca bir
inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 37., 90., 139. ve
141. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
2. Kanun’un
250. Maddesinin (4), (5), (6) ve (7) Numaralı Fıkraları ile (9) Numaralı
Fıkrasının Birinci Cümlesinin “…talepte belirlenen yaptırım doğrultusunda…”
İbaresi Dışında Kalan Kısmının İncelenmesi
56. İtiraz konusu kurallarda Cumhuriyet savcısının,
şüphelinin aydınlatılmış onamıyla başlattığı seri muhakeme usulünde, 5237
sayılı Kanun’un 61. maddesinin (1) numaralı fıkrasında belirtilen hususları
gözönünde bulundurarak suçun kanuni tanımında öngörülen cezanın alt ve üst
sınırı arasında tespit edeceği temel cezadan yarı oranında indirim uygulamak
suretiyle yaptırım belirleme ve tespit edilen hapis cezasını, şartları
bulunması hâlinde 5237 sayılı Kanun’un 50. maddesine göre seçenek yaptırımlara
çevirme veya 51. maddesi uyarınca erteleme yetkisi düzenlenmiştir. Yine
kurallar kapsamında Cumhuriyet savcısının belirlediği yaptırımlar hakkında şartları
bulunması hâlinde 5271 sayılı Kanun’un 231. maddesinde düzenlenen hükmün
açıklanmasının geri bırakılması ile 5237 sayılı Kanun’un 53. maddesinde
düzenlenen güvenlik tedbirlerine ilişkin hükümlerin uygulanabileceği hükme
bağlanmıştır. Ayrıca kurallarda Cumhuriyet
savcısının talepname düzenleyerek görevli ve yetkili mahkemeye başvurması
üzerine mahkemenin, şüpheliyi müdafi huzurunda dinledikten sonra seri muhakeme
usulünün uygulanmasının şüpheliye Cumhuriyet savcısı tarafından teklif edilmesi
ve şüphelinin bu teklifi müdafi huzurunda kabul etmesi biçimindeki şartların
gerçekleştiği ve eylemin seri muhakeme usulü kapsamında kaldığı kanaatine
varması hâlinde hüküm kurması, aksi takdirde talebi reddederek soruşturmanın
genel hükümlere göre sonuçlandırılması amacıyla dosyayı Cumhuriyet
başsavcılığına göndermesi öngörülmektedir. Kurallar (1) numaralı fıkranın (a) bendinin (7) numaralı alt bendi
yönünden incelenmiştir.
57. Ceza muhakemesi sisteminde alternatif çözüm yolu
olarak öngörülen seri muhakeme usulünde sürecin iddia makamı ve şüphelinin
anlaşmasına bağlı olarak başlaması ve yürütülmesi nedeniyle Cumhuriyet
savcısının mahkeme evresine kadar şüpheliye teklif edilecek yaptırımı
belirlemesi, şartları varsa seçenek yaptırımlara çevirme, erteleme, hükmün
açıklanmasının geri bırakılması ve güvenlik tedbirlerine ilişkin hükümleri
uygulaması, etkili bir yargısal denetimin bulunması şartıyla Anayasa’nın
9., 38., 138. ve 140. maddeleri kapsamındaki yargı yetkisinin münhasıran
bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılması ve mahkemelerin bağımsızlığı
ilkeleri ile masumiyet karinesine aykırılık oluşturmaz.
58. 5271 sayılı Kanun’un 250. maddesinin (9) numaralı
fıkrasının birinci cümlesinin Anayasa’ya uygunluk denetimi ile ilgili yapılan
değerlendirmede, kuralda geçen “…taleple belirlenen yaptırım doğrultusunda…”
ibaresi, seri muhakeme usulünde mahkemenin, Cumhuriyet savcısının şüpheli
hakkında belirlediği yaptırıma müdahale etmesi de dahil olmak üzere yargı
yetkisini kısıtladığı gerekçesiyle Anayasa’ya aykırı bulunarak iptal
edilmiştir. Söz konusu iptal kararının sonucuna göre, mahkemenin, seri muhakeme
usulünde Cumhuriyet savcısının tüm faaliyetlerini değerlendirme ve gerekirse
bunlara müdahale etme imkanına sahip olacağı açıktır. Dolayısıyla seri muhakeme
usulünde Cumhuriyet savcısının suçluluğu tespit ve yaptırım belirleme
hususundaki yetkisinin etkin bir yargısal denetime tabi olması sağlandıktan
sonra kuralların Anayasa’nın 9., 38., 138. ve 140. maddeleri kapsamındaki yargı
yetkisinin münhasıran bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılması ve mahkemelerin
bağımsızlığı ilkeleri ile masumiyet karinesine aykırı bir yönü bulunmamaktadır.
59. Açıklanan nedenlerle kurallar
Anayasa’nın 9., 38., 138. ve 140. maddelerine aykırı değildir. İptal taleplerinin reddi
gerekir.
Hasan Tahsin GÖKCAN (9) numaralı
fıkranın birinci cümlesinin “…talepte belirlenen yaptırımlar doğrultusunda…”
ibaresi dışında kalan kısmı yönünden bu görüşe katılmamıştır.
Kuralların Anayasa’nın 36. maddesine de
aykırı olduğu ileri sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların
Anayasa’nın 9., 38., 138. ve 140. maddeleri yönünden yapılan değerlendirmeler kapsamında
ele alınmış olması nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesi yönünden ayrıca bir
inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
Kuralların Anayasa’nın 37., 90., 139. ve
141.maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
IV. HÜKÜM
4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu’nun 17/10/2019 tarihli ve 7188 sayılı Kanun’un 23. maddesiyle
başlığı ile birlikte yeniden düzenlenen 250. maddesinin;
A. (4), (5), (6) ve (7) numaralı fıkralarının (1) numaralı
fıkranın (a) bendinin (7) numaralı alt bendi yönünden Anayasa’ya aykırı
olmadıklarına ve itirazın REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
B. (9) numaralı fıkrasının;
a. Birinci cümlesinde yer alan “…talepte belirlenen
yaptırım doğrultusunda…” ibaresinin (1) numaralı fıkranın (a) bendinin (7)
numaralı alt bendi yönünden Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE OYBİRLİĞİYLE,
b. Birinci cümlesinin kalan kısmının (1) numaralı fıkranın (a) bendinin (7) numaralı alt bendi
yönünden Anayasa’ya
aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE, Hasan
Tahsin GÖKCAN’ın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
31/3/2021 tarihinde karar verildi.
Başkan
Zühtü
ARSLAN
|
Başkanvekili
Hasan
Tahsin GÖKCAN
|
Başkanvekili
Kadir
ÖZKAYA
|
|
Üye
Engin
YILDIRIM
|
Üye
Hicabi
DURSUN
|
Üye
Celal
Mümtaz AKINCI
|
Üye
Muammer
TOPAL
|
Üye
M.
Emin KUZ
|
Üye
Rıdvan
GÜLEÇ
|
Üye
Recai
AKYEL
|
Üye
Yusuf
Şevki HAKYEMEZ
|
Üye
Yıldız
SEFERİNOĞLU
|
Üye
Selahaddin
MENTEŞ
|
Üye
Basri
BAĞCI
|
Üye
İrfan
FİDAN
|
|
|
|
|
|
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
A. Genel Olarak Seri Usul ve Karşılaştırmalı Hukuktaki Uygulamalar
1. 5271 sayılı CMK’nın 250. maddesinin başlığıyla
birlikte değiştiren 7188 sayılı Kanunun 23. maddesiyle soruşturma evresinde
uygulanmak üzere seri muhakeme usulü getirilmiştir. Madde gerekçesinde bazı
ülkelerde uygulanan bu kurumun nispeten önemi az suçlarla ilgili olarak
hakkında soruşturma yürütülen şüphelinin kabulüyle ceza indirimi öngörülen
basit usulün uygulanabileceği belirtilmektedir. Gerekçede ayrıca
karşılaştırmalı hukukta bu usulün “süjeler arasında anlaşma” veya “suçluluğun
ön kabulü üzerine duruşma” adlarıyla düzenlendiği ifade edilmektedir.
2. Ceza yargılamasında ceza adaleti sisteminin uzun,
meşakkatli ve tarafları, hatta yargı sistemini yıpratan yargılama sürecinin
sakıncalarını ortadan kaldırmak amacıyla hukuk sistemlerinde basitleştirilmiş
usullerin öngörülmesi yöntemi benimsenebilmektedir. Karşılaştırmalı hukukta
benimsenen bu yöntemlerde adil yargılamaya ilişkin kimi güvencelerden feragat
edilmekte ise de ceza yargılamasına ilişkin bazı temel esaslara yer
verilmektedir. 7188 sayılı Kanununun seri usulü düzenleyen maddesine ilişkin
gerekçede Avrupa ülkelerinden Almanya, Fransa ve İtalya uygulamalarından
örnekler verilmiş ve temel esasları alınarak düzenlemenin yapıldığı ifade
edilmiştir. Bu nedenle söz konusu ülkelerin hukuk sistemlerindeki düzenlemeler
ile CMK’nın 250. maddesindeki düzenleme arasında fark olup olmadığının
belirlenmesinde yarar bulunmaktadır.
3. Almanya Ceza Muhakemesi Kanununun 257/c maddesinde
“Mahkeme ve Mahkeme Süjeleri Arasında Anlaşma” başlığı altında 2009 yılında
yapılan düzenlemeyle getirilen usulde sanığın ikrarına bağlı olarak mahkemenin
makul bir ceza indirimi yapması söz konusudur. Kural Alman Anayasa Mahkemesi
tarafından denetlenmiş, Mahkeme bu kuralı masumiyet karinesi, mahkemelerin
tarafsızlığı, hukukun üstünlüğü ilkesi, maddi gerçeğin ortaya çıkarılması
ilkesi ve adil yargılanma hakkı yönleriyle incelemiştir. Alman AYM yaptığı
incelemede bu usulün mahkemenin re’sen soruşturma ve maddi gerçeği araştırma
ilkesini ortadan kaldırmadığını, mahkeme ile sanık arasında ceza miktarı
üzerinden yapılan pazarlığın hiçbir zaman mahkemenin vereceği kararın temelini
oluşturmadığını, davanın hukuki değerlendirmesinin hakim tarafından usul
kuralları kapsamında yapıldığı, cezanın orantılılığı ve uzlaşmanın şeffaf
kurallara bağlı olması nedenleriyle iptal istemini reddetmiştir. (Federal AYM
19 Mart 2013, BvR 2628/10, par. 65-66).
4. İtalyan CMK 444. maddesinde uygulanan dava pazarlığı
denilen uygulama da İtalyan AYM tarafından denetlenmiştir. AYM’nin ilk kararında
Anayasanın 101/2. maddesi yönünden inceleme yapılmış ve bu usulü uygulayan
hakimin İt.CMK’nın 444/2. maddesi kapsamında gerçeği araştırma ve kendi
kanaatına dayanarak mahkumiyet kanaatına varması gerektiğine, yine aynı
değerlendirme ile beraat kararı da verebileceğine, dolayısıyla bu usulün
sanığın suçluluğunu tespit yükümlülüğünü ortadan kaldırmadığını
değerlendirmiştir. Mahkeme kuralı ayrıca cezanın anayasaya uygunluğu (İt. AY.
M. 27/3) ve ölçülülük ilkesi yönünden de incelemiş ve usulü uygulayan hakimin
talep edilen cezayı orantısız bulması durumunda reddedebileceğine değinerek
iptal talebini reddetmiştir. (İt. AYM 2.7.1990 ve 2.6.1991 tarihli kararlar)
5. Fransa’da Ceza Muhakemesi Kanununun 495. maddesine
2004 yılında eklenen 7-16. Paragraflar ile pazarlık usulü kabul edilmiştir.
Savcı ile sanık avukatı arasında yapılan itiraf pazarlığının sanık tarafından
kabulü durumunda sanık mahkeme huzuruna çıkarılmaktadır. Mahkeme sanık ve
müşteki tarafları avukatlarıyla birlikte dinledikten, maddi gerçeği ve
delilleri inceledikten sonra uygun bulursa savcının ceza teklifini kabul
etmektedir. Mahkeme uygun bulmadığında genel usul hükümleri uygulanmaktadır. Bu
usulün uygulanmasında mahkeme, savcının nitelemesiyle bağlı kalmaksızın suç
niteliğini inceleme, sübutu değerlendirme ve teklifin sanık tarafından
sonuçlarını bilerek ve baskı altında olmadan kabul edip etmediğini inceleme
yetkilerini haizdir (karşılaştırmalı hukuk için bkz. Hakan Kızılarslan, 7188
Sayılı Kanunla Ceza Muhakemesi Hukukuna Getirilen Seri Muhakeme ve Basit
Muhakeme Usulleri, BAU HFD C.14, S. 183-184, 2019, s. 1886 vd.) Görüldüğü üzere
Fransa’daki düzenleme uyarınca mahkemeler; isnat edilen olayların gerçekliğini,
hukuki sonuçlarını, teklif edilen cezanın gerekçelerini irdeleme ve ulaştığı sonuca
göre karar verme yetkisine sahiptir.
B. Kanundaki Şekliyle Seri Muhakeme Usulü, Kapsamı ve
Niteliği
6. Kanunda bu usul basitleştirilmiş özel bir yargılama
usulü gibi düzenlenmiştir. Fakat gibi diyorum, çünkü yargılama
usulü olduğu tartışmalıdır. Sistemin ilk aşaması; şüphelinin, basit usul
önerisini kabul etmesi üzerine C. Savcısının yüzde elli indirimli yaptırımı
belirleyip, talepname ile seri usulün uygulanmasını Mahkemeden talep etmesi ile
tamamlanmaktadır. İkinci aşama ise mahkemedeki değerlendirme aşamasıdır.
Düzenlemede mahkemenin yetkisi sınırlandırılmıştır. Mahkeme iki hususu
denetleyebilmektedir. Talebin kabul edilebilmesi için ilkin şüpheliyi müdafisi
hazır olduğu halde dinleyip, seri usulün şüpheliye müdafi huzurunda teklif
edildiğini ve şüphelinin de özgür iradesiyle hukuki sonuçlarını anlayarak kabul
ettiğin tespit etmelidir. İkinci olarak mahkemenin, şüpheliye isnat edilen
eylemin seri usul kapsamında olduğunu tespit etmesi gerekmektedir. Bu iki yasal
şartın gerçekleştiğini belirleyen mahkemenin, C. Savcısı tarafından kurulan
hükmü kabul etmekten başka bir yetkisi bulunmamaktadır. Mahkeme yalnızca,
şüphelinin iradesinin geçerliğine ilişkin koşulda veya suçun seri usul
kapsamında olmadığı takdirde talebi ret edebilmektedir.
7. Öncelikle, seri usulün niteliği gereği klasik ceza
yargılamasındaki gibi bir delil ikamesi ve sonuç çıkarma yöntemlerini
kapsamasının beklenmediği söylenebilir. Aksi takdirde genel usulden bir farkı
kalmayacaktır. Fakat şu ifade edilmelidir ki çelişmeli yargılama ilkesinin
uygulanmadığı bir muhakeme usulünde ortaya çıkan sonuca ceza mahkemelerinin
kesin hükümleriyle aynı hukuki sonucun bağlanması, hukuken büyük sorunlar
içermektedir. Kanundaki bu usule göre mahkemenin görevi noterlik işlevinden
ibaret kalmaktadır. Karşılaştırmalı hukukta görülen örneklerinde olduğu gibi
mahkemenin, dosyada mevcut deliller kapsamında sübutu değerlendirme veya isnat
edilen eylemin kanunda suç olarak tanımlanmadığını belirleyebilme ya da
savcının talepnamesinde kurulan hükümde yer alan cezanın bireyselleştirilmesi
uygulamasını uygun görmediği durumda değiştirebilme gibi hiçbir yetkiye sahip
bulunmadığı anlaşılmaktadır.
8. Bu şekliyle seri muhakeme usulünde savcı tarafından
hükmü kurulan ceza kararı, denetleme ve değiştirme yetkisi bulunmayan hakim
tarafından onaylanmasıyla adli sicil kaydına işlenen ve infaz edilen bir ceza
mahkemesi kararına dönüşebilmektedir. Mahkemenin, mevcut delillere göre
yargılanması halinde daha ağır bir ceza ile karşılaşacağı düşüncesi altında
basit usul teklifini kabul eden şüphelinin suçu işlemediğine veya işlemiş
olmakla birlikte eylemin aslında suç oluşturmadığına ilişkin kanaati üzerine
talepnamenin reddi yetkisinin bulunmadığı görülmektedir. Aksi akademik olarak
yorumlanabilirse dahi kuralda bu hususun belirsiz olduğu açıktır. Bu yönüyle
kuralın suç ve cezaların kanuniliği ilkesine (AY m. 38/1-3) aykırı olduğu
söylenmelidir. Mahkeme savcının kurduğu yaptırım kararının
uygunluğu-orantılılığı konusunda da yetkisizdir. Bilindiği üzere orantılılık
ilkesi kusur ilkesiyle de bağlantılıdır. Gerek Anayasanın gerek 38. maddesinde
yer alan cezaların şahsiliği ilkesinde mündemiç bulunan gerekse hukuk
devletinin adalet ve hakkaniyet ilkelerinin bir gereği olan kusur ilkesi,
yaptırımın da fiille orantılı olmasını gerektirmektedir. Öte yandan yine
talepnameye konu olayın maddi gerçekle bağdaşmadığı halde mahkemenin
talepnameyi ret yetkisinin bulunmaması ve savcı tarafından kurulan yaptırım
kararını onaylamakla yükümlü olması karşısında, bu koşullarda kesinleşerek
infaz edilen bir ceza mahkumiyeti kararı Anayasanın 38. maddesinde düzenlenen
masumiyet karinesi güvencesine de aykırılık oluşturur durumdadır.
C. Ceza Muhakemesi Kanununun 250. Maddesinin 9.
Fıkrasının İptal Edilmeyen Kısmına İlişkin Değerlendirmeler
9. Anılan 9. fıkra şöyledir: “Mahkeme, şüpheliyi
müdafii huzurunda dinledikten sonra üçüncü fıkradaki şartların gerçekleştiği ve
eylemin seri muhakeme usulü kapsamında olduğu kanaatine varırsa talepte
belirlenen yaptırım doğrultusunda hüküm kurar; aksi takdirde talebi
reddeder ve soruşturmanın genel hükümlere göre sonuçlandırılması amacıyla
dosyayı Cumhuriyet başsavcılığına gönderir. Mazeretsiz olarak mahkemeye
gelmeyen şüpheli, bu usulden vazgeçmiş sayılır.”
10. Mahkememiz çoğunluğunca fıkrada yer alan “talepte
belirlenen yaptırım doğrultusunda” ibaresinin iptaline karar verilmiştir.
İptal gerekçesinde belirtildiği üzere savcının kurduğu hükmün onayından ibaret
kalan seri usul uygulaması ceza uyuşmazlığının bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından vicdani kanaate göre maddi gerçeği tespitle karar vermeyi güvence
altına alan Anayasanın 9., 138. ve 140. maddeleri ile 38. maddesinde yer alan
masumiyet karinesine aykırıdır (bkz. par. 44, 53-54, 58). Çoğunluk gerekçesinde
ifade edilen, söz konusu ibarenin iptali ile kuralın anayasaya aykırılığının
ortadan kalkacağına ilişkin görüşe katılmamaktayım.
11. 250. maddenin 3. ila 8. fıkraları gereği oluşturulan
C. Savcısının talepnamesinin kapsamı dikkate alındığında ve iptal edilen ibare
9. fıkradan çıkartıldığında mahkeme yine; şüpheliyi müdafii huzurunda dinleyip,
3. fıkradaki şartların gerçekleştiği ve eylemin seri muhakeme usulü kapsamında
olduğu kanaatına vardığında hükmü kuracak, aksi takdirde talebi reddedecektir.
İptal edilen kısımda yer alan, talepte belirlenen yaptırım doğrultusunda hüküm
kurma ibaresi kalktığı için mahkemenin farklı hüküm kurabileceği söylenebilir.
Belki bu anlamda C. Savcısının belirlediği yaptırımı değiştirebileceği de
savunulabilir. Fakat bu haliyle dahi 9. fıkra uyarınca mahkemenin denetleyebileceği
hususlar iki konuyla sınırlıdır. Maddenin bütünlüğü açısından bakıldığında
mahkemenin; 3. fıkradaki şartların gerçekleşmesi ve eylemin seri muhakeme usulü
kapsamında olup olmadığını denetlemekten başka bir yetkisi bulunmamaktadır.
Düşüncemize göre iptal edilen ibareye rağmen mahkemenin denetleyemediği
hususlara dair hüküm kurması mümkün değildir. Hatta aksini yorumlayanlar
bakımından, iptal ile birlikte mahkemenin kuracağı hükmün kapsamına dair yeni
bir tartışma alanı çıkmış ve belirsizlik oluşmuştur. Şu halde yukarıda seri
muhakeme usulünün anayasaya aykırı olduğuna dair ileri sürülen temel gerekçeler
9. fıkranın kalan kısmı için de geçerlidir. Bu nedenle iptalden sonra
yapılabilecek yasa değişikliğinde belirtilen hususların dikkate alınması yerinde
olacaktır.
Sonuç olarak incelenen kuralda basit muhakeme usulünü
Anayasaya aykırı kılan hususlar 9. fıkradaki ibarenin iptaliyle
giderilemediğinden, fıkranın tümüyle iptal edilmesi gerektiği görüşündeyim.
|
|
|
|
Başkanvekili
Hasan Tahsin GÖKCAN
|