ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2019/89
Karar Sayısı : 2021/10
Karar Tarihi : 4/2/2021
R.G. Tarih-Sayısı :
7/5/2021-31477
İPTAL DAVASINI AÇAN: Türkiye
Büyük Millet Meclisi üyeleri Engin ALTAY, Özgür ÖZEL, Engin ÖZKOÇ ile birlikte
128 milletvekili (E.2019/89)
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Muş İcra Hukuk Mahkemesi (E.2020/19)
DAVA VE İTİRAZIN KONUSU: 30/5/2019 tarihli ve 7176 sayılı Bazı Kanunlar ile 635
Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un;
A. 7. maddesiyle
4/6/1985 tarihli ve 3213 sayılı Maden Kanunu’nun 47. maddesine eklenen altıncı
fıkranın,
B. 8. maddesiyle
3213 sayılı Kanun’un değiştirilen geçici 29. maddesinin bentlerini bağlayan
hükümlerinin,
C. 10. maddesiyle
3213 sayılı Kanun’a eklenen geçici 44. maddede yer alan “…buluculuk hakkı…”
ibaresinin,
Ç. 14. maddesiyle
3/6/2007 tarihli ve 5686 sayılı Jeotermal Kaynaklar ve Doğal Mineralli Sular
Kanunu’nun değiştirilen ek 1. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ikinci
cümlesinin,
D. 16. maddesiyle
7/7/2010 tarihli ve 6004 sayılı Dışişleri Bakanlığı Personeline İlişkin Bazı
Düzenlemeler Hakkında Kanun’a eklenen geçici 7. maddenin (1) numaralı
fıkrasının,
E. 21. maddesiyle
4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’na eklenen geçici 14.
maddenin;
1. Birinci
cümlesinde yer alan “…mahkeme kararları kesinleşmedikçe icraya konulamaz.”
ibaresinin,
2. İkinci
cümlesinin,
Anayasa’nın Başlangıç kısmı ile 2., 5., 10., 13., 15.,
35., 36., 46., 56. ve 168. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptallerine
ve yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi talebidir.
I. İPTALİ
İSTENEN KANUN HÜKÜMLERİ
Kanun’un iptali talep edilen kuralların da yer aldığı;
1. 7. maddesiyle 3213
sayılı Kanun’un altıncı fıkranın eklendiği 47. maddesi şöyledir:
“Maden Tetkik
ve Arama Genel Müdürlüğü hizmetleri ile ilgili haklar:
Madde 47- ( Değişik:26/5/2004 – 5177/21
md.)
Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü
herhangi bir ruhsat veya izne gerek kalmadan, madencilik yapılabilecek bütün
sahalarda, Kurumun yürüttüğü bir projeye bağlı olarak arama faaliyetlerinde
bulunabilir. Üçüncü kişilere ait ruhsatlı alanlarda yaptıkları arama
faaliyetleri sonucunda bulduğu aynı grup madenler ile ilgili hiçbir hak
talebinde bulunamaz. Bu alanlar içinde arama ruhsatını aldığı diğer grup
madenler, ruhsat süresi sonunda Genel Müdürlük tarafından 30 uncu madde
hükümlerine göre ihale edilir. İşletme izin sınırları içerisindeki arama
faaliyetleri ruhsat sahibinden izin alınarak yapılır.
Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü,
ruhsatlı alanlarda yaptığı çalışmalar sonucu elde ettiği bilgi ve belgeleri,
bir rapor halinde Genel Müdürlüğe ve talebi halinde ruhsat sahibine verebilir.
(Ek fıkra:14/2/2019-7164/19 md.) Maden
Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğünün 14/6/1935 tarihli ve 2804 sayılı Maden
Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü Kanununun 5 inci maddesine göre maden ruhsat
sahipleri ile yapmış olduğu arama ve araştırma tip sözleşmeleri maden siciline
bilgi amaçlı şerh edilir.
(Değişik fıkra: 3/6/2007-5686/18 md.)
Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü bu Kanun hükümlerine göre arama ruhsatı
alarak bulduğu madenler için 15 inci maddeye göre buluculuk hakkını kazanır.
Arama ruhsat süresi sonuna kadar Genel Müdürlüğe devredilen bu ruhsatlar 30 uncu
madde hükümlerine göre ihale edilir. İhale sonucu elde edilen gelirin %50’si
MTA’ya kaynak geliri olarak aktarılır.
(Ek fıkra: 10/6/2010-5995/16 md.;
Değişik fıkra: 18/5/2017-7020/11 md.) Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü
tarafından buluculuk hakkı kazanılan maden ruhsat sahaları, bedeli karşılığında
ihtisaslaşmış Devlet kuruluşları ile bunların bağlı ortaklıklarına Bakan onayı
ile devredilebilir. Devir aşamasında bu Kanunun 17 nci maddesinde belirtilen
süreler bu kararların uygulanması esnasında aranmaz. Maden Tetkik ve Arama
Genel Müdürlüğü, Kanunun 17 nci maddesinde belirtilen arama dönemi faaliyet
raporları yerine kaynak/rezerv raporu verir.
(Ek fıkra: 30/5/2019-7176/7 md.)
Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü, uhdesindeki ruhsatları bölerek aynı alan
için Genel Müdürlükten birden fazla yeni ruhsat talep edebilir. Genel Müdürlük
tarafından Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü adına yeni ruhsatlar
düzenlenebilir.
(Ek fıkra: 10/6/2010-5995/16 md.)
Bakanlık tarafından, ruhsat müracaatlarına kapatılan alanlar ile havza ve kuşak
madenciliğini geliştirmek ve jeolojik yapıyı aydınlatmak için herhangi bir
sebeple hükümden düşmüş, terk edilmiş veya taksir edilmiş alanlarda, Bakanlıkça
da gerekli görüldüğü takdirde Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğüne arama
faaliyeti yaptırılmak gayesiyle ruhsat verilir. İşletilebilecek maden
varlığının belirlenmesi halinde, bu alanlardan ruhsat müracaatına kapatılan
alanlardaki madenlerin işletilmesi için Cumhurbaşkanı kararı, diğer alanlar
için ise bu madde ve 30 uncu madde hükümlerine göre Genel Müdürlük tarafından
ihale edilir.
Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü
tarafından arama ve araştırma faaliyetlerinde bulunmak üzere memuriyet mahalli
dışında görevlendirilen personele Harcırah Kanununun 50 nci maddesi ile ilişkilendirilmeksizin,
her yıl Bütçe Kanunu ile belirlenen gündelik harcırah miktarının iki katı
tutarında, Harcırah Kanunu hükümlerine göre gündelik ödenir. (Ek cümle:
2/7/2018 - KHK/703/118 md.) Bu tutar, üç katına kadar Cumhurbaşkanınca
artırılabilir. Bu şekilde görevlendirilen personele Harcırah Kanununun 50 nci
maddesine göre ayrıca bir ödeme yapılmaz. Yapılacak söz konusu ödeme tutarının
yarısı, Kurumun ücretli işlerinden sağladığı gelirlerden karşılanır. (Ek cümle:
10/6/2010-5995/16 md.; Mülga son cümle: 4/2/2015-6592/25 md.)”
2. 8. maddesiyle
3213 sayılı Kanun’un değiştirilen geçici 29. maddesi şöyledir:
“Yer
altındaki maden işlerinde maliyet artışlarının ödenmesi:
Geçici Madde 29- (Ek: 4/2/2015-6592/24
md.) (Değişik:30/5/2019-7176/8 md.)
Bu Kanun kapsamında;
a) Yer altındaki maden işlerinde
faaliyet gösteren kamu kurum ve kuruluşlarının yer altındaki maden işlerine
ilişkin 11/9/2014 tarihi itibarıyla, 5/1/2002 tarihli ve 4735 sayılı Kamu İhale
Sözleşmeleri Kanunu kapsamında devam eden sözleşmeler ile bu Kanun kapsamındaki
rödovans sözleşmesi ile çalışan rödovansçılara,
b) Kanunun 2 nci maddesinde sayılan IV.
Grup madenlerden “Linyit” ve “Taşkömürü” çıkaran özel hukuk gerçek ve tüzel
kişilerinin ruhsat sahibi olarak işlettikleri yer altı maden işletmeleri ile
kamu kurum ve kuruluşlarının iştiraklerinin 11/9/2014 tarihinden önce
sözleşmeye bağlanarak işlettirdikleri yer altı maden işletmelerinde çalışan
rödovansçılara,
4857 sayılı Kanunun 41 inci, 53 üncü
ve 63 üncü maddelerinde 10/9/2014 tarihli ve 6552 sayılı Kanunla yapılan
değişiklikler ile ek 9 uncu maddeyle oluşan maliyet artışlarının karşılanmasına
ilişkin destek verilebilir. Destek tutarları belirlenirken kömür fiyatlarının
değişimi de dikkate alınabilir. Bu destekler Genel Müdürlük bütçesine konulan
ödeneklerden karşılanır. Maliyet artışlarının karşılanmasına ilişkin usul ve
esaslar ile bu usul ve esasların uygulanma süresi Cumhurbaşkanınca belirlenir.”
3. 10. maddesiyle
3213 sayılı Kanun’a eklenen geçici 44. madde şöyledir:
“Geçici Madde 44- (Ek:30/5/2019-7176/10
md.)
28/2/2019 tarihinden önce Maden Tetkik
ve Arama Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan kaynak veya rezerv raporları
olan madenler için bu maddenin yayımından itibaren altı ay içerisinde Genel
Müdürlüğe başvurulması halinde, Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğüne buluculuk
hakkı verilir.”
4. 14.
maddesiyle 5686 sayılı Kanun’un değiştirilen ek 1. maddesi şöyledir:
“Yatırım çakışması
EK MADDE 1- (26/2/2014-6527/21 md.)
(Değişik:30/5/2019-7176/14 md.)
(1) Jeotermal kaynak ve doğal minarelli
su arama ve işletme faaliyetleri ile Devlet ve il yolları, otoyollar, demir
yolları, havaalanı, liman, baraj, enerji tesisleri, maden, petrol, doğalgaz, su
isale hatları gibi kamu yararı niteliği taşıyan ya da gerçek veya tüzel
kişilere ait diğer yatırımların birbirlerini engellemesi, jeotermal kaynak ve
doğal minarelli su arama ve işletme faaliyetlerinin yapılamaz hale gelmesi,
yatırım için başka alternatif alanların bulunamaması durumunda, jeotermal
kaynak ve doğal minarelli su arama ve işletme faaliyetleri ve yatırımla ilgili
karar, kamu yararı açısından yatırımların önceliği ve önemini tespit etmek
üzere, ilgili Bakanlığın uygun görüşü alınarak Bakanlık tarafından verilir. Bakanlık
tarafından alınan bu kararlar, kamu yararı kararı yerine geçer. Jeotermal
kaynak ve doğal minarelli su arama ve işletme faaliyetinin yapılamaz hale
geldiği alanın ruhsattan taksir edilmesine veya ruhsatın iptal edilmesine
Bakanlık tarafından karar verilir.
(2) Bakanlık veya Maden ve Petrol
İşleri Genel Müdürlüğü tarafından gerekli görülmesi halinde hazırlatılan rapor,
danışmanlık ücretleri, yapılacak tetkik ve incelemeler için gerekli yolluk,
gündelik ve benzeri tüm harcamalar yatırımcı tarafından karşılanır. Ayrıca
Bakanlık veya Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü kararı ile faaliyeti
kısıtlanan jeotermal kaynak ve doğal minarelli su arama ve işletme faaliyetleri
yapanın veya yatırım sahibinin yatırım giderleri, lehine karar verilen tarafça
tazmin edilir. Yatırım çakışması işlemleri nedeniyle Bakanlıkça veya Maden ve
Petrol İşleri Genel Müdürlüğünce herhangi bir sebeple ödenmek zorunda kalınan
tutar, lehine karar verilen tarafa rücu edilir.”
5.
16. maddesiyle 6004 sayılı Kanun’a eklenen geçici 7. madde şöyledir:
“GEÇİCİ MADDE 7- (Ek:30/5/2019-7176/16
md.)
“(1) Avrupa Birliği Başkanlığı
Avrupa Birliği İşleri uzman ve uzman yardımcıları, bu maddenin yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren altı ay içerisinde yazılı olarak talep etmeleri
halinde, bir kereye mahsus olmak üzere düzenlenecek meslek memurluğu ya da
konsolosluk ve ihtisas memurluğu geçiş sınavlarından yalnız birine, yaş sınırı
hariç olmak üzere, bu Kanunda kayıtlı şartlar uyarınca girebilir.
(2) Sınav, bu maddenin yürürlüğe
girmesinden itibaren bir yıl içerisinde bu Kanun ve Dışişleri Bakanlığı Sınav
Yönetmeliği çerçevesinde Bakanlık tarafından yapılır.
(3) Geçiş sınavında başarılı olanlar,
kıdemlerine denk düşecek şekilde, 1 sayılı Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde düzenlenen meslek memurları ile konsolosluk ve
ihtisas memuunvanlarına ilişkin 3 ve 4 sayılı listelerde yer alan 5 inci veya 6
ncı unvan grubuna atanır. Bu şekilde atananlardan, bu maddenin yürürlüğe
girdiği tarihte mevcut statüsünde dokuz yıldan az kıdemi bulunanlar atama
işlemi sonrasında toplamda dokuz yılı doldurduktan sonra başkatiplik sınavına
girme hakkı kazanır; dokuz yıl ve daha fazla kıdemi bulunanlar ise meslek
memurları ya da konsolosluk ve ihtisas memurları için düzenlenecek ilk
başkatiplik sınavına girerler. Bu sınavda başarılı olanlar, 1 sayılı
Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde düzenlenen
meslek memurları ile konsolosluk ve ihtisas memurlarının unvanlarına ilişkin 3
ve 4 sayılı listelerde yer alan ve kıdemlerine denk düşen unvan grubuna
atanırlar.”
6.
21. maddesiyle 2942 sayılı Kanun’a eklenen geçici 14. madde şöyledir:
“Geçici Madde 14- (Ek:30/5/2019-7176/21
md.)
Kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış
veya kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen 4/11/1983 tarihinden bu
maddenin yürürlüğe girdiği tarihe kadar fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu
yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan
taşınmazlara veya kaynaklara kısmen veya tamamen veyahut irtifak hakkı tesis
etmek suretiyle malikin rızası olmaksızın fiilî el konulması veya hukuki el
atılması sebebiyle mülkiyet hakkından doğan taleplere dair bedel ve tazminata
ilişkin davalarda verilen mahkeme kararları kesinleşmedikçe icraya konulamaz.
Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce, kesinleşmemiş mahkeme
kararlarına dayanılarak başlatılan icra takipleri kesinleşmiş mahkeme kararı ibraz
edilinceye kadar durdurulur.”
II. İLK İNCELEME
A. E.2019/89 Sayılı Başvuru Yönünden
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Zühtü
ARSLAN, Engin YILDIRIM, Hasan Tahsin GÖKCAN, Serdar ÖZGÜLDÜR, Recep KÖMÜRCÜ,
Burhan ÜSTÜN, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ, Kadir
ÖZKAYA, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU ve
Selahaddin MENTEŞ’in katılımlarıyla 19/9/2019 tarihinde yapılan ilk inceleme
toplantısında dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine,
yürürlüğü durdurma talebinin esas inceleme aşamasında karara bağlanmasına
OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
B. E.2020/19 Sayılı Başvuru Yönünden
2. İçtüzük hükümleri uyarınca Zühtü ARSLAN, Hasan
Tahsin GÖKCAN, Recep KÖMÜRCÜ, Serdar ÖZGÜLDÜR, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM,
Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ, Kadir ÖZKAYA ve
Rıdvan GÜLEÇ’in katılımlarıyla 19/2/2020 tarihinde yapılan ilk inceleme
toplantısında öncelikle uygulanacak kural sorunu görüşülmüştür.
3. Anayasa’nın 152. ile 30/3/2011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun’un 40. maddelerine göre bir davaya bakmakta olan mahkeme, o dava
sebebiyle uygulanacak bir kanunun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin
hükümlerini Anayasa’ya aykırı görmesi hâlinde veya taraflardan birinin ileri
sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varması durumunda bu
hükümlerin iptalleri için Anayasa Mahkemesine başvurmaya yetkilidir. Ancak
anılan maddeler uyarınca bir mahkemenin Anayasa Mahkemesine başvurabilmesi için
elinde yöntemince açılmış ve mahkemenin görevine giren bir davanın bulunması ve
iptali talep edilen kuralın da o davada uygulanacak olması gerekir. Uygulanacak
kural ise bakılmakta olan davanın değişik evrelerinde ortaya çıkan sorunların
çözümünde veya davayı sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde etki yapacak
nitelikte bulunan kurallardır.
4. Başvuru kararında 2942 sayılı
Kanun’un geçici 14. maddesinin iptali talep edilmiştir. İtiraz konusu maddenin
birinci cümlesinde kamulaştırmasız el atma
nedeniyle mülkiyet hakkından doğan taleplere dair bedel ve tazminata ilişkin
davalarda verilen mahkeme kararlarının kesinleşmedikçe icraya konulamayacağı
hükme bağlanmış; ikinci cümlesinde ise bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten
önce, kesinleşmemiş mahkeme kararlarına dayanılarak başlatılan icra
takiplerinin kesinleşmiş mahkeme kararı ibraz edilinceye kadar durdurulacağı
öngörülmüştür.
5. Bakılmakta olan dava ise kamulaştırmasız el atma
nedeniyle açılmış bir davayı konu edinmeyip kesinleşmemiş mahkeme kararına
dayanılarak başlatılmış icra takibine ilişkindir. Bu itibarla itiraz konusu
kuralın icra takibi öncesi aşamayı düzenleyen birinci cümlesinin bakılmakta
olan davada uygulanma imkânı bulunmamaktadır.
6. Açıklanan nedenle 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı
Kamulaştırma Kanunu’na 30/5/2019 tarihli ve 7176 sayılı Kanun’un 21. maddesiyle
eklenen geçici 14. maddenin;
A. Birinci
cümlesinin itiraz başvurusunda bulunan Mahkemenin bakmakta olduğu davada
uygulanma imkânı bulunmadığından bu cümleye ilişkin başvurunun Mahkemenin
yetkisizliği nedeniyle REDDİNE,
B. İkinci
cümlesinin esasının incelenmesine,
OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
III. BİRLEŞTİRME KARARI
7. 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma
Kanunu’na 30/5/2019 tarihli ve 7176 sayılı Kanun’un 21. maddesiyle eklenen
geçici 14. maddenin ikinci cümlesinin iptaline karar verilmesi talebiyle
yapılan itiraz başvurusuna ilişkin E.2020/19 sayılı davanın aralarındaki hukuki
irtibat nedeniyle E.2019/89 sayılı dava ile BİRLEŞTİRİLMESİNE, esasının
kapatılmasına, esas incelemenin E.2019/89 sayılı dosya üzerinden yürütülmesine
19/2/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
IV. ESASIN İNCELENMESİ
8. Dava dilekçesi ile başvuru kararı ve
ekleri, Raportör İsmail Emrah PERDECİOĞLU tarafından hazırlanan işin esasına
ilişkin rapor, dava konusu kanun hükümleri, dayanılan Anayasa kuralları ve
bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği
görüşülüp düşünüldü:
A. Kanun’un 7. Maddesiyle 3213 Sayılı Kanun’un 47.
Maddesine Eklenen Altıncı Fıkranın İncelenmesi
1. Anlam ve Kapsam
9. Dava konusu kural ile Maden Tetkik Arama Genel
Müdürlüğünün (MTA), uhdesindeki ruhsatları bölerek aynı alan için Maden ve
Petrol İşleri Genel Müdürlüğünden (MAPEG) birden fazla yeni ruhsat talep
edebileceği, MAPEG tarafından MTA adına yeni ruhsatlar düzenlenebileceği hüküm
altına alınmaktadır.
10. 3213 sayılı Kanun’un kuralın da yer aldığı 47.
maddesinde MTA’nın anılan Kanun kapsamında göreceği hizmetler ve bundan doğan
hakları düzenlenmektedir. Bu bağlamda dava konusu kuralda geçen MTA’nın “…uhdesindeki
ruhsatlar…” ibaresinden 3213 sayılı Kanun’da düzenlenen hangi tip maden
ruhsatının kastedildiğinin ortaya konması gerekmektedir.
11. 14/6/1935 tarihli ve 2804 sayılı Maden Tetkik ve
Arama Genel Müdürlüğü Kanunu ile kurulan MTA, günümüzde Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanlığına bağlı olarak faaliyetlerini yürüten bir kuruluştur. 2804
sayılı Kanun’un 2. maddesinde MTA’nın temel görevleri arasında ülkemizde
işletmeye elverişli maden ve taş ocağı sahalarının bulunup bulunmadığını tespit
etmek, işletilen maden ve taş ocaklarının kamu yararına daha uygun olarak
işletilmesinin yollarını araştırmak, buna yönelik arama faaliyetleri, fennî ve
jeolojik çalışmalar yapmak da sayılmaktadır.
12. Bu kapsamda MTA’nın madencilik alanındaki esas
fonksiyonunun maden arama faaliyeti olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim 3213 sayılı
Kanun’un 47. maddesinin birinci fıkrasında, MTA’nın kendisinin yürüttüğü bir
projeye bağlı olmak kaydıyla madencilik yapılabilecek tüm sahalarda ruhsat ya
da izne gerek kalmaksızın arama faaliyetinde bulunabileceği belirtilmektedir.
Dolayısıyla dava konusu kuralda yer alan “…uhdesindeki ruhsatlar…”
ibaresinden MTA’nın bünyesindeki maden arama ruhsatlarının kastedildiği
anlaşılmaktadır.
13. Bu çerçevede kural ile MTA, uhdesinde bulunan maden
arama ruhsatlarını bölmeye yetkili kılınmış ancak ruhsatı bölünen alanda yeni
ruhsatlar ihdas edilmesinde MAPEG yetkili olarak belirlenmiş ve yeni ruhsat
talebinin kabul edilmesi hâlinde bu ruhsatların MTA adına düzenlenmesi hükme
bağlanmıştır.
2. İptal Talebinin Gerekçesi
14. Dava dilekçesinde özetle; dava konusu kuralın
amacının madencilik faaliyeti yapılabilmesi için gerekli Çevresel Etki
Değerlendirmesi (ÇED) raporu alınmasının mümkün olmadığı durumlarda faaliyet
ruhsatlarının bölünmek suretiyle parça parça ÇED raporu alınmasını sağlamak
olduğu, böylece aynı alanda yürütülen madencilik faaliyetlerinin birbiriyle
ilgisizmiş gibi değerlendirmeye tabi tutulup toplam çevresel etkilerin gözardı
edileceği, aynı alanda birbirinden bağımsız birden fazla madencilik faaliyeti
yapılmasının kaza riskinin artmasına ve hukuki uyuşmazlıkların ortaya çıkmasına
neden olacağı, kuralda ruhsat bölünmesinin hangi esaslara tabi olduğunun ortaya
konulmadığı belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2., 13., 56. ve 168. maddelerine
aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
3. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
15. Anayasa’nın 56. maddesinin birinci ve ikinci
fıkralarında “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına
sahiptir./ Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre
kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir” hükümlerine yer
verilmiştir. Buna göre çevrenin geliştirilmesi, çevre sağlığının korunması ve
çevre kirlenmesinin önlenmesine yönelik tedbirleri almak devletin temel
ödevlerindendir. Bu amaçla devlet, çevrenin korunmasını sağlamak için etkili
bir hukuk düzeni oluşturmakla yükümlüdür.
16. Anayasa’nın 168. maddesinde “Tabiî servetler ve kaynaklar
Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Bunların aranması ve işletilmesi hakkı
Devlete aittir. Devlet bu hakkını belli bir süre için, gerçek ve tüzelkişilere
devredebilir. Hangi tabiî servet ve kaynağın arama ve işletmesinin, Devletin
gerçek ve tüzelkişilerle ortak olarak veya doğrudan gerçek ve tüzelkişiler
eliyle yapılması, kanunun açık iznine bağlıdır. Bu durumda gerçek ve
tüzelkişilerin uyması gereken şartlar ve Devletçe yapılacak gözetim, denetim
usul ve esasları ve müeyyideler kanunda gösterilir.” denilmektedir. Buna
göre, tabii servetler ve kaynaklar kapsamında bulunan madenlerin aranması ve
işletilmesi ile ilgili olarak gerçek ve tüzel kişilerin uyacakları koşulların,
devletçe yapılacak gözetim, denetim usul ve esasları ile yaptırımların kanunda
düzenlenmesi gerekmektedir.
17. Dava konusu kural ile ruhsatları MTA uhdesinde
bulunan sahalarda MTA’nın talebi ve MAPEG’in onayı ile ve yine MTA adına yeni
ruhsatlar düzenlenmesine imkân tanınmaktadır. Bu suretle düzenlenen ruhsatların
bağlı olduğu alanlar, bölme işleminden önceki alana göre daha küçük yüz ölçüme
sahip olacaklardır. Böylece MTA uhdesinde bulunan arama ruhsatlarının bağlı
olduğu alanların daha küçük yüz ölçümleri ile gerek maden arama ruhsatları
olarak MTA’ya gerekse işletme ruhsatları olarak üçüncü kişilere madencilik
faaliyetleri için tahsis edilebilmesi mümkün hâle gelmektedir.
18. Kuralın görüşüldüğü Plan ve Bütçe Komisyonunda “Havza
ve kuşak madenciliği yapmak üzere çok geniş kapsamlı bir alanda arama yapan
MTA’nın bu alanların maden bulunan kısımlarında sondaj ve rezerv belirleme
çalışmalarının tamamlandığı bölümünün hızlı bir şekilde ekonomiye
kazandırılabilmesini sağlamak amacıyla uhdesindeki ruhsatların bölünebilmesine
imkân tanındığı,…” şeklinde kurala ilişkin açıklamalarda bulunulmuştur.
19. Yasama sürecindeki bu açıklama gözönüne alındığında
kural ile ruhsatları MTA uhdesinde bulunan sahalarda, MTA tarafından
gerçekleştirilen arama faaliyetleri sırasında maden cevherinin tespit edilmesi
durumunda bu tespitin yapıldığı alanın ayrılarak kalan alan için MAPEG’in onayı
ile ve yine MTA adına arama ruhsatının düzenlenmesine ve maden cevherinin
tespit edildiği alan için işletme ruhsatı düzenlenerek bu alanın maden işletme
faaliyetine açılmasına imkân sağlanmak istendiği anlaşılmaktadır.
20. 9/8/1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 1.
maddesinde, bu Kanun’un amacının bütün canlıların ortak varlığı olan çevrenin,
sürdürülebilir çevre ve sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda
korunmasını sağlamak olduğu hükme bağlanmış; 10. maddesinde de gerçekleştirmeyi
planladıkları faaliyetleri sonucu çevre sorunlarına yol açabilecek kurum,
kuruluş ve işletmelerin ÇED raporu veya proje tanıtım dosyası hazırlamakla
yükümlü oldukları belirtilmiştir.
21. Anılan Kanun’un 2. maddesine göre ÇED kavramı,
gerçekleştirilmesi planlanan projelerin çevreye olabilecek olumlu ve olumsuz
etkilerinin belirlenmesinde, olumsuz yöndeki etkilerin önlenmesi ya da çevreye
zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için alınacak önlemlerin, seçilen
yer ile teknoloji alternatiflerinin belirlenerek değerlendirilmesinde ve
projelerin uygulanmasının izlenmesi ve kontrolünde sürdürülecek çalışmaları
ifade etmektedir.
22. 3213 sayılı Kanun’un madencilik faaliyetinde izinlere
ilişkin kuralların yer aldığı 7. maddesinde ÇED işlemlerinin, Çevre ve Orman
Bakanlığı tarafından gerçekleştirileceği düzenlenmiştir. Anılan Bakanlık
10/7/2018 tarihli ve 30474 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan (1) numaralı
Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı (Bakanlık) şeklinde yeniden teşkilatlanmıştır.
23. ÇED sürecine ilişkin usul ve esaslar, 2872 sayılı
Kanun’a dayanılarak çıkarılan ve 25/11/2014 tarihli ve 29186 sayılı Resmî
Gazete’de yayımlanan Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği’nde
düzenlenmiştir. Söz konusu Yönetmelik’e ekli listelerde ÇED uygulanması zorunlu
olan projeler ile ÇED uygulanmasında seçme-eleme kriterlerinin dikkate
alınacağı projeler tek tek sayılarak gösterilmiştir. Anılan Yönetmelik’in Ek-1
Listesi’nde sayılan projeler için ÇED raporu alınması zorunludur.
24. Yönetmelik’in Ek-2 Listesi’nde sayılan projeler için
ise proje tanıtım dosyalarını Ek-4’te yer alan kriterler çerçevesinde inceleyen
ve değerlendiren Bakanlık ÇED’in gerekli olup olmadığına karar vermektedir.
Dolayısıyla bir projenin Ek-2 Listesi’nde yer almış olması tek başına o proje
için ÇED yapılmaması sonucunu doğurmamakta, buna nihai olarak Bakanlık karar
vermektedir. Bakanlık tarafından verilen bu türden kararlar da yargı denetimine
tabidir.
25. Yönetmelik’in EK-1 Listesi’nin 27. sırasında
madencilik projeleri yönünden geçerli olmak üzere hangi projeler için ÇED
raporu alınmasının zorunlu olduğu gösterilmiştir. Bu kapsamda maden sahasının
yüz ölçümü, madencilik faaliyetinin hacmi ve niteliği gözönünde
bulundurulmuştur.
26. Yönetmelik’in Ek-2 Listesi’nin 49. sırasının (a)
bendinde ise Ek-1 Listesi’nde yer almayan madenlerin çıkarılması ve 55.
sırasında da maden arama projeleri seçme-eleme kriterine tabi tutulmuştur.
27. Anılan düzenlemeler gözetildiğinde dava konusu
kuralla bir maden sahasının bölünerek ruhsatlandırılmasının mümkün hâle gelmesi
nedeniyle yeni oluşacak ruhsatların bağlı olduğu sahanın yüz ölçümünün
azalmasının bu ruhsatları ÇED sürecinin tamamen dışında bırakacağı söylenemez.
Zira bölme işleminden önce yüzölçümünden dolayı Yönetmelik’in Ek-1 Listesi
uyarınca ÇED raporu alınması zorunlu olan bir saha, bölünerek küçük ruhsatlara
bağlanmış olsa dahi görece yüzölçümü küçük olan bu sahalar için seçme-eleme
kriterleri uygulanacaktır. Bir başka deyişle bu küçük sahalar için ÇED raporu
alınması ya da alınmaması bakımından Bakanlığın değerlendirme yapma zorunluluğu
vardır. Bakanlığın bu konudaki kararına karşı da yargı yoluna gidilmesinde bir
engel bulunmamaktadır.
28. Sonuç olarak MTA uhdesindeki ruhsatların
bölünebilmesini ve bölünen alanlar için MAPEG’den yeni ruhsatlar talep
edilebilmesini düzenleyen kuralda 3213 sayılı Kanun ve ilgili diğer mevzuat
yönünden öngörülmüş herhangi bir istisna bulunmamaktadır.
29. Bu çerçevede kural ile gerçekleşecek ruhsat bölme
işlemi sonrasında yeni ruhsat taleplerinin kabul edilmesinde yetkili makam yine
kural uyarınca MAPEG ve dolayısıyla MAPEG’in bağlı olduğu Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanlığıdır. Anılan Kanun uyarınca Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanlığının ruhsatlandırma işlemlerine gerektiğinde kısıtlama getirme yetkisi
bulunmakta, konuyla ilgili diğer bakanlıkların mevzuat gereği yapacakları
inceleme ve denetimlerde ruhsat alanlarında mevzuata uygun çalışılmadığının
tespiti hâlinde mevzuat çerçevesinde yapılacak işlemlerin MAPEG’e bildirilmesi
gerekmekte, çevre ve insan sağlığına zarar verdiği tespit edilen madencilik
faaliyetleri gerekli önlemler alınıncaya kadar durdurulabilmektedir. Zira tüm
bu hususlar bölme işlemi sonrası düzenlenecek ruhsatlar bakımından da
geçerliliğini sürdürmektedir.
30. Ayrıca madencilik faaliyetlerinin denetimine ilişkin
düzenlemelerin bulunduğu Kanun’un 11. maddesinin; arama faaliyetinin usul ve
esaslarının düzenlendiği 17. ve 18. maddelerin; işletme faaliyetinin usul ve
esaslarının düzenlendiği 24. ve 29. maddelerin söz konusu ruhsatlar yönünden de
dikkate alınması gerekliliği bulunmaktadır.
31. Söz konusu düzenlemeler uyarınca madencilik faaliyeti
yapılan alana ilişkin ÇED kararlarının, mülkiyet ve gayri sıhhi müessese
izinlerinin, işyeri açma ve çalışma ruhsatlarının ve diğer tüm izinlerin maden
sahibi tarafından alınması suretiyle madencilik faaliyetlerine
başlanabilecektir.
32. Bu itibarla bir sahada madencilik faaliyetlerinin
gerçekleştirilebilmesi için 3213 sayılı Kanun ve ilgili diğer mevzuat hükümleri
uyarınca öngörülen koşulların MTA uhdesindeki ruhsatların bölünmesi sonucu
ortaya çıkacak yeni ruhsatlar bakımından da geçerli olacağı gözetildiğinde
kuralın madencilik faaliyetlerinin yerine getirilmesinde ortaya çıkabilecek
riskler bakımından gerekli tedbirlerin alınmasına ilişkin mevcut süreçlerin
dışında değerlendirilebilecek bir durumu yaratmadığı anlaşılmaktadır.
33. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 56. ve
168. maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 2. maddesine de aykırı olduğu ileri
sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların Anayasa’nın 56. ve 168.
maddeleri yönünden yapılan değerlendirmeler kapsamında ele alınmış olması
nedeniyle Anayasa’nın 2. maddesi yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek
görülmemiştir.
Kuralın Anayasa’nın 13. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
B. Kanun’un 8. Maddesiyle 3213 Sayılı Kanun’un
Değiştirilen Geçici 29. Maddesinin Bentlerini Bağlayan Hükümlerinin İncelenmesi
1. Anlam ve Kapsam
34. 3213 sayılı Kanun’un geçici 29. maddesinde madencilik
sektöründe belirli kategorilerde faaliyet gösterenlere mevzuat değişikliğinden
kaynaklanan maliyet artışlarından dolayı destek verilebilmesi imkânı
tanınmaktadır. Anılan destek ise 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun
41., 53. ve 63. maddelerinde 10/9/2014 tarihli ve 6552 sayılı Kanun’la yapılan
değişiklikler ile 3213 sayılı Kanun’un ek 9. maddesiyle oluşan maliyet
artışlarının karşılanması amacına yöneliktir.
35. 4857 sayılı Kanun’un 41., 53. ve 63. maddelerinde
6552 sayılı Kanun’la yapılan değişikliklerle yer altında maden işlerinde
çalışan işçilere zorunlu nedenlerle fazla çalışma ve olağanüstü
hallerde fazla çalışma durumları dışında fazla çalıştırma
yaptırılamayacağı, zorunlu nedenlerle veya olağanüstü hâllerde fazla çalışma
hâllerinde ise haftalık otuz altı saati aşan her bir saat fazla çalışma için verilecek ücretin normal
çalışma ücretinin saat başına düşen miktarının yüzde yüzden az olmamak üzere
arttırılması suretiyle ödeneceği, yer altı işlerinde çalışan işçilerin yıllık ücretli izin sürelerinin dörder gün artırılarak
uygulanacağı ve yer altı maden işlerinde çalışan işçilerin çalışma sürelerinin
günde en çok altı, haftada en çok otuz altı saat olduğu hükme bağlanmıştır. 41. ve 63.
maddelerde 4/4/2015 tarihli ve 6645 sayılı Kanun’la yapılan değişiklik
sonucunda ise yer altı maden işlerinde
çalışan işçilerin günlük çalışma süreleri en çok yedi buçuk, haftalık ise en
çok otuz yedi buçuk saat olarak düzenlenmiş ve haftalık otuz yedi buçuk saati
aşan her bir saat fazla çalışma
için verilecek ücretin normal çalışma ücretinin saat başına düşen miktarının
yüzde yüzden az olmamak üzere arttırılması suretiyle ödeneceği belirtilmiştir.
36. 3213 sayılı Kanun’un ek 9. maddesinde de anılan
Kanun’un 2. maddesinde sayılan IV. Grup madenlerden Linyit ve Taşkömürü
çıkarılan işyerlerinde, yer altında çalışan işçilere ödenecek ücret miktarının
4857 sayılı Kanun’un 39. maddesi uyarınca belirlenen asgari ücretin iki
katından az olamayacağı öngörülmüştür.
37. Bu kapsamda geçici 29. madde ile yer altındaki maden
işlerinde faaliyet gösteren kamu kurum ve kuruluşlarının yer altındaki maden
işlerine ilişkin 11/9/2014 tarihi itibarıyla, 5/1/2002 tarihli ve 4735 sayılı
Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu kapsamında devam eden sözleşmelere ve 3213
sayılı Kanun kapsamındaki rödovans sözleşmesi ile çalışan rödovansçılara,
anılan Kanun’un 2. maddesinde sayılan IV. Grup madenlerden Linyit ve Taşkömürü
çıkaran özel hukuk gerçek ve tüzel kişilerinin ruhsat sahibi olarak
işlettikleri yer altı maden işletmeleri ile kamu kurum ve kuruluşlarının
iştiraklerinin 11/9/2014 tarihinden önce sözleşmeye
bağlanarak işlettirdikleri yer altı maden işletmelerinde çalışan rödovansçılara
maliyet artışı desteği verilebileceği kurala bağlanmıştır.
38. Bu çerçevede yine anılan maddede destek tutarlarının
belirlenmesinde kömür fiyatlarındaki değişimin de dikkate alınabileceği, bu
desteklerin MAPEG bünyesine konulan ödeneklerden karşılanacağı, maliyet
artışlarının karşılanmasına ilişkin usul ve esaslar ile bu usul ve esasların
uygulanma süresinin Cumhurbaşkanınca belirleneceği düzenlenmiştir.
39. Söz konusu maddenin bentlerini bağlayan; hangi amaçla
destek verilebileceğini, destek tutarları belirlenirken kömür fiyatlarının
değişiminin de dikkate alınabileceğini, bu desteklerin MAPEG bütçesine konulan
ödeneklerden karşılanacağını, maliyet artışlarının karşılanmasına ilişkin usul
ve esaslar ile bu usul ve esasların uygulanma süresinin Cumhurbaşkanınca
belirleneceğini düzenleyen hükümleri dava konusu kuralları oluşturmaktadır.
2. İptal Talebinin Gerekçesi
40. Dava dilekçesinde özetle; 3213 sayılı Kanun’un geçici
29. maddesinin 2014 yılında Soma’da meydana gelen maden kazasından sonra 4857
sayılı Kanun’da yapılan değişikliklerin getirdiği maliyet artışlarının
karşılanabilmesi için ilk olarak 2015 yılında ihdas edildiği, 7176 sayılı
Kanun’la anılan maddede yapılan değişiklik ile uygulama yönünden belirliliğin
sağlanamadığı, değişiklikten önceki durumun aksine maliyet artış desteğinin
verilip verilmeyeceğinin dahi net olmadığı, bu konuda Cumhurbaşkanı’na kapsam
ve sınırları belirsiz bir yetkinin tanındığı, bu durumun keyfîliğe neden olduğu
ve hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmadığı belirtilerek kuralların Anayasa’nın 2.
maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
3. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
41. Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devletinin
temel unsurlarından biri belirliliktir. Belirlilik ilkesi uyarınca yasal
düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve
kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel
olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem
içermesi gerekir. Sadece yasal belirliliği değil daha geniş bir anlamda hukuki
belirliliği de ifade eden bu ilke bu anlamıyla esasen bir hukuk normunun
uygulanmasıyla ortaya çıkacak sonuçların o hukuk düzeninde öngörülebilir
olmasını ortaya koymaktadır.
42. Dava konusu kurallarda yukarıda açıklanan yasal
değişikliklerden kaynaklanan maliyet artışlarının karşılanması için madencilik
faaliyeti ile uğraşan ve maliyet artışından etkilenenlere destek
verilebileceği, bu desteğin tutarı belirlenirken kömür fiyatlarındaki değişimin
de dikkate alınabileceği, söz konusu desteklerin MAPEG bütçesine konulan
ödenekten karşılanacağı ve desteğin usul ve esasları ile bu usul ve esasların uygulanma
süresinin Cumhurbaşkanınca belirleneceği öngörülmüştür.
43. Kurallar, maliyet artışının karşılanması için destek
verilmesi yönünden kesin bir hüküm içermemektedir. Ancak kurallarda, desteğin
usul ve esasları ile bu usul ve esasların uygulanma süresinin Cumhurbaşkanınca
belirleneceği belirtilmektedir. Dolayısıyla kurallar, söz konusu desteğin
Cumhurbaşkanı tarafından belirlenecek usul ve esaslara uygun olması durumunda
verilmesini öngörmektedir.
44. Kurallarda, destek verilebilecek durumların açık ve
net olarak belirtildiği görülmektedir. Ayrıca kurallarda destek tutarının
belirlenmesinde takdiri olarak kullanılabilecek bir ölçüte yer verilmekle
birlikte desteklerin hangi kaynaktan karşılanacağı da gösterilmiştir.
45. Bu kapsamda kurallarda desteklerin karşılanabilmesi
için bütçesine ödenek konulacak kuruluş olarak MAPEG’in belirlendiği
görülmektedir. 15/7/2018 tarihli ve 30479 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan (4)
numaralı Bakanlıklara Bağlı, İlgili, İlişkili Kurum ve Kuruluşlar ile Diğer
Kurum ve Kuruluşların Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 768.
maddesinin (h) bendinde “…tabii kaynak üretim ve iç/dış ticaretine ilişkin
politikaların, teşviklerin ve Devlet desteklerinin belirlenmesi için gerekli
önerilerde bulunmak,…” adı geçen kuruluşun görev ve yetkileri arasında
sayılmıştır. Bu itibarla dava konusu kurallar ile öngörülen desteğin
verilmesinin usul ve esaslarının belirlenmesi ve bunların uygulanacağı
sürelerin tespit edilmesinde Cumhurbaşkanı’nın bu alanda teknik ve uzmanlaşmış bir
kuruluş olarak MAPEG’in önerilerini değerlendireceği sonucuna varılmaktadır.
46. Tüm bu hususlar gözetildiğinde dava konusu kuralların
belirsiz olduğu söylenemez.
47. Anayasa’nın 2. maddesiyle güvence altına alınan hukuk
devleti olmanın gereklerinden bir diğeri kanunların kamu yararının sağlanması
amacına yönelik olması, genel, objektif, adil kurallar içermesi ve hakkaniyet
ölçütlerini gözetmesidir. Bununla birlikte Anayasa’ya uygunluk denetiminde,
kanun koyucunun kamu yararı anlayışının isabetli olup olmadığı değil incelenen
kuralın kamu yararı dışında belli bireylerin ya da grupların çıkarları
gözetilerek yasalaştırılmış olup olmadığı incelenmektedir. Buna göre bir
kuralın Anayasa’ya aykırılık sorunu çözümlenirken kamu yararı konusunda Anayasa
Mahkemesinin yapacağı inceleme yalnızca kanunun kamu yararı amacıyla yapılıp
yapılmadığının denetimiyle sınırlı olmaktadır.
48. Dava konusu kurallar ile gerek 4857 sayılı Kanun’da
yapılan değişiklikler gerekse 3213 sayılı Kanun’a eklenen ek 9. madde
sonrasında, madencilik faaliyetlerinde yaşanan maliyet artışının ilgililere
verilecek mali destek ile dengelenmesinin amaçlandığı anlaşılmaktadır. Ayrıca
kuralların anılan düzenlemeler ile artan maliyetlerin karşılanabilmesi amacıyla
maden ocağı işletenlerin, iş sağlığı ve güvenliği gereği almaları gereken
tedbirlerde bir kısıtlamaya gitmelerinin önüne geçilmesini hedeflediği
görülmektedir. Bu itibarla kuralların kamu yararı dışında başka bir amaç
güttükleri de söylenemez.
49. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 2. maddesine
aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
C. Kanun’un 10. Maddesiyle 3213 Sayılı Kanun’a Eklenen
Geçici 44. Maddede Yer Alan “…buluculuk hakkı…” İbaresinin İncelenmesi
1. Anlam ve Kapsam
50. 3213 sayılı Kanun’un geçici 44. maddesinde, 28/2/2019
tarihinden önce MTA tarafından hazırlanan kaynak veya rezerv raporları olan
madenler için bu maddenin yayımı tarihinden itibaren altı ay içinde MAPEG’e
başvurulması hâlinde MTA’ya buluculuk hakkı verileceği düzenlenmiştir.
Anılan maddede yer alan “…buluculuk hakkı…” dava konusu kuralı
oluşturmaktadır.
51. Buluculuk, 3213 sayılı Kanun’un 3. maddesinde “Herhangi
bir ruhsat döneminde bir kaynak veya rezervin ulusal maden kaynak ve rezerv
raporlama koduna göre hazırlanmış rapor sonucunda ortaya çıkartılması.”
olarak tanımlanmıştır.
52. Anılan Kanun’un 15. maddesinde ise buluculuk hakkı
açıklanmış ve bu hakka ilişkin düzenlemelere yer verilmiştir. Söz konusu
maddenin birinci fıkrasında maden arama ve/veya işletme ruhsatı sahiplerinin
Ulusal Maden Kaynak ve Rezerv Raporlama Koduna göre hazırladıkları teknik
raporlar aracılığıyla, kaynak veya maden olarak bildirdikleri madenlerin
bulucusu sayılacakları, bu hakkı talep eden ruhsat sahiplerine buluculuk
belgesi verileceği öngörülmüştür. Yine anılan maddenin üçüncü fıkrasında
buluculuk hakkının hangi ölçütlere göre hesaplanacağı gösterilmiştir. Bu
düzenlemeler çerçevesinde buluculuk hakkının buluculuğa konu madenin bulucusu
dışında bir başkası tarafından işletilmesi hâlinde işleten kişi tarafından
buluculuk hakkı sahibine ödenmesi gereken bedel olduğu anlaşılmaktadır.
53. Dava konusu kural 28/2/2019 tarihinden önce
hazırlanan kaynak veya rezerv raporları olan madenler için maddenin yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren altı ay içinde MAPEG’e başvurulması hâlinde MTA’ya
buluculuk hakkının verileceğini öngörmek suretiyle belirtilen tarihten önce
hazırlanmış kaynak veya rezerv raporları olan madenler için Ulusal Maden Kaynak
ve Rezerv Raporlama Koduna göre hazırlanmış teknik raporlar olmaksızın buluculuk
hakkının ödenmesini sağlamaktadır.
2. İptal Talebinin Gerekçesi
54. Dava dilekçesinde özetle; kural ile MTA’ya gerekli
şartları taşımayan bazı alanlar için istisnai olarak buluculuk hakkının
tanındığı, bu istisnanın soyut ve genel olmaktan ziyade somut bir alan için
verildiği kuşkusunun bulunduğu, kuralın hukuk devletinin temel unsurlarından
olan hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik koşullarını taşımadığı, MTA’nın
buluculuk hakkına sahip olma bakımından diğer kamu kurumları ve gerçek ve tüzel
kişiler ile aynı konumda bulunduğu, bu itibarla bu konuda MTA’ya ayrıcalık
tanınmasının meşru ve haklı bir nedene dayanmadığı belirtilerek kuralın
Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
3. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
55. 2804 sayılı Kanun’la kurulmuş bulunan MTA, alanında
ticari amaç gütmeden Anayasa hükmü gereği kamu malı niteliğinde olan madenlerin
aranması ve işletilebilir maden cevherlerinin kamuya kazandırılması amacıyla
faaliyetlerini sürdüren tek kamu kurumudur.
56. Nitekim 3213 sayılı Kanun’un MTA’nın hizmetlerinin ve
bu hizmetlerden doğan haklarının düzenlendiği 47. maddesinin beşinci fıkrasında
yer alan, MTA tarafından buluculuk hakkı kazanılan maden ruhsat sahalarının,
bedeli karşılığında ihtisaslaşmış devlet kuruluşları ile bunların bağlı
ortaklıklarına Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı onayı ile devredilebileceğine
ilişkin düzenleme de MTA’nın kamu yararını öne alarak faaliyetlerini yürüten
bir kuruluş olarak öngörüldüğünü göstermektedir.
57. Yine anılan maddenin dördüncü fıkrasında MTA’nın
arama ruhsatı alarak bulduğu madenler için 15. maddeye göre buluculuk hakkını
kazanacağı, arama ruhsat süresi sonuna kadar MAPEG’e devredilen bu ruhsatların
30. maddeye göre ihale edileceği ve ihale sonucu elde edilen gelirin %50’sinin
MTA’ya kaynak geliri olarak aktarılacağı düzenlenmiştir. Böylece maliyetlerin
görece yüksek olduğu madencilik alanında faaliyet yürüten MTA’ya ekonomik
kaynak yaratılmasının sağlanmaya çalışıldığı görülmektedir.
58. Dava konusu kural ile 28/2/2019
tarihinden önce MTA tarafından hazırlanan kaynak veya rezerv raporları olan
madenler bakımından buluculuk hakkı verilmesi için Ulusal Maden Kaynak ve
Rezerv Raporlama Koduna göre hazırlanan teknik raporlar ile kaynak veya rezerv
olarak bildirilme koşulunun aranmaması suretiyle MTA lehine istisnanın
öngörüldüğü açıktır. Ancak yukarıda değinilen MTA’nın hukuki statüsü ve
faaliyetlerinin niteliği gözetildiğinde kuralın, MTA’nın önceki dönemde
başlayan arama faaliyetleri için sarf etmiş olduğu ve kamu kaynaklarının
tüketilmesi olarak değerlendirilebilecek bilimsel emek ve mali harcamaların
atıl kalmamasını amaçladığı, bunun da belirli bir süre içinde başvurma şartına
bağlandığı anlaşılmaktadır.
59. Bu bağlamda 3213 sayılı Kanun’da esasları düzenlenen
buluculuk hakkı yönünden, bu hakkın elde edilmesinde Kanun ile ihdas edilen ek
şartın uygulanması bağlamında, belirli bir dönemle sınırlı olmak ve belirli bir
sürede başvuruda bulunulması kaydıyla MTA’ya sınırlı bir muafiyet tanıyan
kuralın belirsiz ve öngörülemez olduğu, kamu yararı dışında başka bir amaç
güttüğü söylenemez.
60. Anayasa’nın 10. maddesinde “Herkes, dil, ırk,
renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri
sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir./ Kadınlar ve erkekler
eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla
yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak
yorumlanamaz./ Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul
ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine
aykırı sayılmaz./ Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz
tanınamaz./ Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde
eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.” denilmek
suretiyle kanun önünde eşitlik ilkesine yer verilmiştir.
61. Anayasa’nın anılan maddesinde belirtilen kanun önünde
eşitlik ilkesi hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile
eylemli değil hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı; aynı
durumda bulunan kişilerin kanunlar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını
sağlamak, kişilere ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu
ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak
kanun karşısında eşitliğin ihlali yasaklanmıştır. Kanun önünde eşitlik,
herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmez.
Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik
kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı
hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’da öngörülen eşitlik
ilkesi zedelenmez.
62. Madencilik
sektöründe yer alan gerçek veya tüzel kişiler arasında buluculuk hakkının
kazanılması bakımından MTA lehine bir istisna
öngörülmesi durumuna ilişkin olarak eşitlik ilkesi yönünden yapılacak
anayasallık denetiminde öncelikle Anayasa’nın 10. maddesi çerçevesinde aynı ya
da benzer durumda bulunan kişilere farklı muamelenin mevcut olup olmadığı
tespit edilmeli, bu bağlamda aynı ya da benzer durumdaki kişiler arasında
farklılık gözetilip gözetilmediği belirlenmelidir. Yapılacak bu belirlemenin
ardından ise farklı muamelenin nesnel ve makul bir temele dayanıp dayanmadığı
ve ölçülü olup olmadığı hususları irdelenmelidir. Ölçülülük ilkesi, amaç ve
araç arasında hakkaniyete uygun bir dengenin bulunması gereğini ifade eder.
Diğer bir ifadeyle bu ilke, farklı muamelenin öngörülen objektif amaç ile
orantılı olmasını gerektirmektedir.
63. Bu bağlamda gösterilen faaliyetin alanı
ve niteliği bakımından madencilik sektöründe iş gören gerçek ve tüzel kişiler
ile MTA’nın karşılaştırma yapılmaya müsait olacak şekilde benzer durumda
oldukları söylenebileceğinden kuralla bunlar arasında bir farklılık yaratıldığı
söylenebilir.
64. Yukarıda değinildiği üzere MTA gerek kuruluşu gerek
hukuki yapısı gerekse faaliyetlerini sürdürürken gözettiği öncelik ve
kullandığı kaynaklar itibarıyla madencilik sektöründe iş gören diğer gerçek
veya tüzel kişilerden farklı bir konumdadır. MTA, doğrudan kamu kaynaklarını
kullanarak faaliyette bulunmakta ve devlet otoritesine tabi olarak ticari amaç
gütmeksizin hizmet görmektedir. Bu çerçevede MTA’nın anılan özellikleri
gözetildiğinde MTA’nın buluculuk hakkı kazanmasına ilişkin koşullarda farklılık
yaratılmasının nesnel ve makul bir nedene
dayanmadığı söylenemez.
65. Öte yandan 3213 sayılı Kanun ile öngörülen sistemde
maden arama faaliyetinin yapılması ve buluculuk hakkının elde edilmesi Kanun’da
gösterilen şartların dışında herhangi bir kısıtlamaya tabi tutulmamıştır. Buna
göre sadece dava konusu kural ile kendisine muafiyet tanınmış MTA değil,
Kanun’da gösterilen diğer şartları sağlayan tüm gerçek veya tüzel kişiler maden
arama faaliyeti yapabilmekte ve buluculuk hakkı elde edebilmektedir. Buna göre buluculuk hakkının kazanılmasına ilişkin
koşullarda anılan farklılığın öngörülmesiyle güdülen amaç ile kuralla öngörülen
araç arasında uygun bir dengenin kurulduğu, zira kuralla getirilen söz konusu
farklılığın öngörülme amacına göre madencilik faaliyetinde bulunan diğer gerçek
ve tüzel kişilere aşırı bir külfet yüklemediği anlaşılmaktadır. Bu itibarla
kuralda eşitlik ilkesine aykırı bir yönün bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
66. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 2. ve 10.
maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Ç. Kanun’un 14. Maddesiyle 5686 Sayılı Kanun’un
Değiştirilen Ek 1. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının İkinci Cümlesinin
İncelenmesi
1. İptal Talebinin Gerekçesi
67. Dava dilekçesinde özetle; dava konusu kuralın yer
aldığı fıkranın değişiklikten önceki hâlinde aynı alanda yatırım çakışmasının
bulunması durumunda hangi yatırıma öncelik verileceğine karar verme yetkisinin
bir kurula verilmiş olduğu, değişiklikle bu yetkinin Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanlığına (Bakanlık) tanındığı, kural uyarınca Bakanlığın bu konuda alacağı
kararın kamu yararı kararı yerine geçeceği, bu bağlamda arama ve sondaj
faaliyetleri için irtifak tesisinin veya kamulaştırma yapılmasının gerektiği
hâllerde Bakanlığın almış olduğu kamu yararı kararına dayanılarak işlem
yapılacağı, bu karara karşı ise Danıştayda dava açılabileceği, bu durumun
taşınmazı üzerinde irtifak tesis edilen ya da kamulaştırma yapılan kişilerin
dava açma haklarını kısıtlayacağı, bu konuda açılmış bir davada da Bakanlığın
somut bir taşınmaz üzerinde irtifak hakkının kurulması ya da somut taşınmazın
kamulaştırılması yönünde bir karar almamış olması nedeniyle davacıların
haklarını korumalarının ve iddialarını ortaya koyabilmelerinin oldukça
zorlaşacağı belirtilerek kuralın Anayasa’nın 36. maddesine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
68. 5686 sayılı Kanun’un ek 1. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının birinci cümlesinde jeotermal kaynak ve doğal mineralli su arama ve
işletme faaliyetleri ile devlet ve il yolları, otoyollar, demir yolları,
havaalanı, liman, baraj, enerji tesisleri, maden, petrol, doğalgaz, su isale
hatları gibi kamu yararı niteliği taşıyan ya da gerçek veya tüzel kişilere ait
diğer yatırımların birbirlerini engellemesi, jeotermal kaynak ve doğal mineralli
su arama ve işletme faaliyetlerinin yapılamaz hâle gelmesi, yatırım için başka
alternatif alanların bulunamaması durumunda jeotermal kaynak ve doğal mineralli
su arama ve işletme faaliyetleri ve yatırım ile ilgili kararın, kamu yararı
açısından yatırımların önceliği ve önemini tespit etmek üzere ilgili bakanlığın
görüşü alınarak Bakanlık tarafından verileceği belirtilmiştir. Dava konusu
ikinci cümlede ise Bakanlık tarafından alınan bu kararların kamu yararı kararı
yerine geçeceği öngörülmüştür.
69. Anayasa’nın 36. maddesiyle güvence altına alınan hak
arama hürriyetinin temel unsurlarından biri de mahkemeye erişim hakkıdır.
Mahkemeye erişim hakkı, hukuki bir uyuşmazlığın bu konuda karar verme yetkisine
sahip bir mahkeme önüne götürülmesi ve verilen kararın uygulanması hakkını da
kapsar. Bu hak, devlete etkili yargısal başvuru yolu oluşturma ödevi
yüklemektedir. Kişinin uğradığı bir haksızlığa veya zarara karşı kendisini
savunabilmesinin ya da maruz kaldığı haksız bir uygulama veya işleme karşı
haklılığını ileri sürüp kanıtlayabilmesinin, zararını giderebilmesinin en
etkili ve güvenceli yolu yargı mercileri önünde dava hakkını kullanabilmesidir.
Kişilere yargı mercileri önünde dava hakkının tanınması hak arama hürriyetinin
ön koşulunu oluşturur.
70. Dava konusu kuralda genel olarak yatırım çakışması
hâlinde hangi yatırıma öncelik verileceği konusunda Bakanlığın alacağı
kararların kamu yararı kararı yerine geçeceği hükme bağlanmıştır. Kuralda bu
kararlara ilişkin herhangi bir yargısal muafiyet bulunmamaktadır. Bu itibarla
anılan kararlardan etkilendiğini ve kararlarda kamu yararı bulunmadığını ileri
sürenlerce ilgili usul kurallarına uygun olmak kaydıyla dava açılmasında
herhangi bir engel bulunmamaktadır.
71. Öte yandan kuralda, kamu yararı kararının Bakanlık
tarafından alınacağının öngörülmesi nedeniyle bu karara karşı davanın Danıştay
nezdinde açılması gerekecektir. Nitekim 6/1/1982 tarihli ve 2575 sayılı
Danıştay Kanunu’nun 24. maddesinde Danıştayın ilk derece mahkemesi olarak
bakanlıklar ile kamu kuruluşları veya kamu kurumu niteliğindeki meslek
kuruluşlarınca çıkarılan ve ülke çapında uygulanacak düzenleyici işlemlere
karşı açılacak davaları karara bağlayacağı hükmü bulunmaktadır. Dolayısıyla
Bakanlıkça hangi yatırıma öncelik verileceğine ilişkin karara ilişkin olan kamu
yararı kararına karşı dava açılması hâlinde bu dava ilk derece mahkemesi olarak
Danıştayda görülecektir. Danıştayın ilk derece mahkemesi olarak göreceği bu
davada verilecek karara karşı da yine 2575 sayılı Kanun’un 23. maddesine göre
kanun yoluna başvurulması mümkündür.
72. Bu açıklamalar çerçevesinde dava konusu kuralın
kişilerin Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama
hürriyetini ve dolayısıyla mahkemeye erişim hakkını kısıtlayan bir yönü
bulunmadığı anlaşılmaktadır.
73. Diğer yandan kuralla öngörülen kamu yararı yerine
geçen Bakanlık kararının yatırımların çakışması hâlinde hangi yatırıma öncelik
tanınacağının belirlenmesine ilişkin olduğu, kamulaştırma veya idare lehine
irtifak hakkının tesis edilmesi durumlarında alınması gereken kamu yararı
kararının kuralın öngördüğü kamu yararı kavramından farklı olarak 4/11/1983
tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu uyarınca alınan bir karar olduğu
gözetildiğinde kuralın, taşınmazı üzerinde kamulaştırma yapılan veya irtifak
hakkı tesis edilen malikin iddialarının yargı makamı önünde ileri sürülmesini
ve incelenmesini zorlaştıracak bir yönü de bulunmamaktadır.
74. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 36. maddesine
aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
D. Kanun’un 16. Maddesiyle 6004 sayılı Kanun’a eklenen
Geçici 7. Maddenin (1) Numaralı Fıkrasının İncelenmesi
1. İptal Talebinin Gerekçesi
75. Dava dilekçesinde özetle; diplomatik memuriyet
alımına ilişkin süreçlerden geçmeksizin başka bir alanda uzman olan kişilerin
bir kereye mahsus olmak üzere diplomatik kariyer memuriyetine alınmalarına
imkân tanınmasının kamu yararı amacı taşımadığı, bu durumun iş barışını ciddi
şekilde tehdit edeceği ve hukuki öngörülebilirliği ortadan kaldıracağı, kuralın
yetkinliği ve tecrübesi olmayan kişilerin diplomatik unvanlar alarak ülkeyi
temsil etmelerine neden olmak suretiyle ulusal çıkarlara zarar vereceği, Avrupa
Birliği İşleri uzmanı ve uzman yardımcısı kadrolarında çalışanların meslek
memurluğu sınavlarına katılmalarının önünde herhangi bir engelin bulunmadığı,
bu nedenle dava konusu kuralın herhangi bir kamusal ihtiyacı karşılamadığı, bir
defa uygulanması öngörülmek suretiyle kanunların genelliği ilkesinin de
zedelendiği, bu durumun ayrıca eşitsiz bir uygulamanın önünü açtığı, Avrupa Birliği
İşleri (AB) uzman ve uzman yardımcıları ile diğer kişilerin arasında kamu
görevine girme, özellikle de diplomatik kariyer mesleğine girme açısından
herhangi bir farklılığın bulunmamasına karşın kural ile AB İşleri uzman ve
uzman yardımcıları lehine belli bir farklılık yaratıldığı belirtilerek kuralın
Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
76. Dava konusu kuralda Avrupa Birliği Başkanlığı AB
İşleri uzman ve uzman yardımcılarının kuralın yer aldığı maddenin yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren altı ay içinde yazılı olarak talep etmeleri hâlinde,
yaş sınırına tabi olmadan, bir kereye mahsus olmak üzere düzenlenecek meslek
memurluğu ya da konsolosluk ve ihtisas memurluğu geçiş sınavlarından yalnızca
birine, yaş sınırı hariç olmak üzere, 6004 sayılı Kanun’da kayıtlı şartlar
uyarınca girebilecekleri öngörülmektedir.
77. Meslek memurluğu ile konsolosluk ve ihtisas
memurluğuna ilişkin şartlar 6004 sayılı Kanun’un “Bakanlık personeli”
başlıklı 10. maddesinde düzenlenmiştir. Bu kapsamda anılan maddede meslek
memuru olabilmek için “657 sayılı Kanunun 48 inci maddesinde sayılan şartlar
ile Bakanlıkça açılan yarışma sınavına ilişkin yönetmelikle belirlenen diğer
şartlar saklı kalmak üzere, yurt içindeki üniversitelerin veya diploma denkliği
Yükseköğretim Kurulu tarafından onaylanmış olmak kaydıyla yabancı
üniversitelerin en az dört yıllık lisans eğitimi veren fakültelerinin
uluslararası ilişkiler, siyaset bilimi, kamu yönetimi, tarih, sosyoloji, halkla
ilişkiler ve tanıtım, psikoloji, çalışma ekonomisi, iktisat, işletme, maliye ve
finans bölümleri ile bu bölümlerden herhangi birinin müfredatında yer alan
derslerin en az %80’ine sahip olan diğer bölümlerden veya hukuk fakültelerinden
mezun olmak ya da üniversitelerin sosyal bilimler alanında veya mühendislik
fakültelerinde en az dört yıllık lisans eğitimi yapmış olup, uluslararası
ilişkiler, siyaset bilimi, kamu yönetimi, hukuk ve iktisat alanlarında
lisansüstü eğitim yapmış olmak gerekir.” hükmü bulunmaktadır. Ayrıca anılan
maddede meslek memurluğu sınavının yapıldığı yılın ocak ayının birinci günü
itibarıyla otuz beş yaşının doldurulmamış olması şartı yer almaktadır.
78. Maddede konsolosluk ve ihtisas memurluğu için ise “Konsolosluk
ve ihtisas memuru olabilmek için, 657 sayılı Kanunun 48 inci maddesinde sayılan
şartları taşımanın yanı sıra usul ve esasları yönetmelikle düzenlenen
Bakanlıkça açılan yarışma sınavında başarılı olmak gerekir.” şartı yer
almaktadır. Yine aynı madde uyarınca konsolosluk ve ihtisas memurluğu sınavının
yapıldığı yılın ocak ayının ilk günü itibarıyla otuz beş yaşının doldurulmamış
olması şartı aranmaktadır.
79. Dava konusu kuralın kapsamında yer alan Avrupa
Birliği Başkanlığı AB İşleri uzmanlığı ile uzman yardımcılığı mesleğinin ilk
olarak mülga 27/6/2000 tarihli ve 4587 sayılı Avrupa Birliği Genel Sekreterliği
Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanun’da Avrupa Birliği uzmanı ve uzman
yardımcısı ismiyle düzenlendiği görülmektedir. Söz konusu mesleğin bağlı
olduğu idari teşkilatın yapısında yıllar içinde değişiklikler meydana gelmiş ve
anılan idari yapı son olarak (4) numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 57.
ila 65. maddelerinde Avrupa Birliği Başkanlığı adıyla Dışişleri Bakanlığının
bağlı kuruluşu olarak yeniden teşkilatlanmış ve tüm bu süreç boyunca anılan
meslek varlığını sürdürmüştür.
80. Bu doğrultuda AB İşleri uzmanı ve uzman yardımcılığı
mesleklerinin giriş şartları bakımından da çeşitli düzenlemeler yapılmıştır. Bu
kapsamda şu an görev yapan anılan personelin önce mülga 4587 sayılı Kanun’da,
ardından mülga 24/6/2009 tarihli ve 5916 sayılı Avrupa Birliği Genel
Sekreterliği Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’da, sonrasında mülga 3/6/2011
tarihli ve 634 sayılı Avrupa Birliği Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’de ve son olarak (4) numaralı
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nde öngörülen şartları yerine getirmek suretiyle
Avrupa Birliği Başkanlığı bünyesinde istihdam edildikleri görülmektedir.
81. Bu kapsamda süreç boyunca mesleğe giriş şartlarında
sınırlı sayılabilecek değişiklikler yapılmış olup söz konusu düzenlemelerin
tamamında özel yarışma sınavında başarılı olmak ve dört yıllık lisans eğitimi
veren fakültelerden mezun olmak şartları aranmaya devam edilmiştir. (4)
numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi dönemine kadar belirli bir seviyede
yabancı dil bilmek de aranan bir diğer şarttır.
82. Ayrıca mülga 4587 sayılı Kanun’da AB uzman ve uzman
yardımcılarının, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinde Dışişleri
Bakanlığınca yürütülen dış ilişkilerin koordinasyonu ve katılım müzakereleri
dâhil tüm dış temas ve müzakereler çerçevesinde görev yürüteceği belirtilen
Avrupa Birliği Genel Sekreterliğinin, bu görevinin yürütülmesinin sağlanması
için istihdam edilecekleri belirtilmiş; mülga 5916 sayılı Kanun ile mülga 634
sayılı Kanun Hükmünde Kararname’de ve son olarak (4) numaralı Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesi’nde yurt dışı teşkilatında da istihdam edilebilecekleri ifade
edilmiştir.
83. Dava konusu kuralın gerekçesinde (4) numaralı
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’yle Avrupa Birliği Başkanlığının, Dışişleri
Bakanlığının bağlı kuruluşu hâline geldiği, düzenleme ile AB İşleri uzman ve
uzman yardımcısı olarak anılan Başkanlıkta görev yapan nitelikli ve yetişmiş
personelin bir kereye mahsus olmak üzere
sınavla meslek memurluğu ya da konsolosluk ve ihtisas memurluğuna geçişine
imkân tanındığı belirtilmiştir.
84. Bu çerçevede ülkemizin Avrupa Birliğine giriş
sürecine ilişkin görev yürüten idari yapıda istihdam edilen, mesleğe giriş için
kanunlarda gösterilen özel şartları sağlayan ve gerektiğinde devlet adına yurt
dışında da görevlendirilebilen AB İşleri uzman ve uzman yardımcılarının,
görevlerinin kapsam ve niteliği ile tabi oldukları idari yapının Dışişleri
Bakanlığının bağlı kuruluşu olarak yeniden teşkilatlandığı gözetildiğinde
Dışişleri Bakanlığı bünyesindeki meslek memurluğuna ya da konsolosluk ve
ihtisas memurluğuna geçebilmek için bir kereye mahsus olmak üzere sınava
girebilmelerine imkân tanıyan dava konusu kuralın kamu yararı dışında başka bir
amaç güttüğü söylenemez.
85. Kural ile AB İşleri uzman ve uzman yardımcılarına,
bir kereye mahsus olarak düzenlenecek meslek memurluğu ya da konsolosluk ve
ihtisas memurluğuna geçiş sınavlarından yalnızca birine girme imkânı
tanınmaktadır. Kanunlarla öngörülmüş şartları sağlayarak daha önce atanmış
bulunan, hâlihazırda Dışişleri Bakanlığının bağlı kuruluşu olan Avrupa Birliği
Başkanlığı bünyesinde görev yapan, AB İşleri uzman ve uzman yardımcıları ile
meslek memurluğu ya da konsolosluk ve ihtisas memurluğuna girmek isteyen diğer kişilerin
aynı hukuki durumda olmadıkları açıktır. Bu itibarla AB İşleri uzman ve uzman
yardımcıları ile diğer kişiler arasında meslek memurluğu ya da konsolosluk ve
ihtisas memurluğuna girme koşulları bakımından eşitlik karşılaştırması
yapılması mümkün değildir.
86. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 2. ve 10.
maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
E. Kanun’un 21. Maddesiyle 2942 sayılı Kanun’a eklenen
Geçici 14. Maddenin Birinci Cümlesinde Yer Alan “…mahkeme kararları
kesinleşmedikçe icraya konulamaz.” İbaresi ile İkinci Cümlesinin
İncelenmesi
1. İptal Taleplerinin Gerekçesi
87. Dava dilekçesinde ve başvuru kararında özetle;
Anayasa’da düzenlenen kamulaştırma usulü yerine kamulaştırmasız el atma
yöntemine başvurulmasının idarelere haksız menfaatler sağladığı, hak
sahiplerinin mağduriyetine yol açtığı, dava konusu kurallarla idarelerin hukuka
aykırı davranmasının teşvik edildiği, mahkeme kararlarının kesinleşene kadar
icra edilememesinin ve mevcut icra takiplerinin durmasının hükme bağlanmasına rağmen
bu durma sürecinde mahkeme kararına konu meblağın değerinde ortaya çıkacak
kayba yönelik bir tedbirin öngörülmediği, haksız fiil niteliğindeki
kamulaştırmasız el atmadan kaynaklanan tazminat alacaklarının geç ödenmesinin
mülkiyet hakkına orantısız bir müdahale teşkil ettiği belirtilerek kuralların
Anayasa’nın Başlangıç kısmına, 2., 5., 10., 13., 15., 35., 36. ve 46.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
88. 2942 sayılı Kanun’un geçici 14. maddesinin birinci
cümlesinde kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç
yapılmamış olmasına rağmen 4/11/1983 tarihinden bu maddenin yürürlüğe girdiği
tarihe kadar fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir
ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazlara veya kaynaklara
kısmen veya tamamen veyahut irtifak hakkı tesis etmek suretiyle malikin rızası
olmaksızın fiilî el konulması veya hukuki el atılması sebebiyle mülkiyet
hakkından doğan taleplere dair bedel ve tazminata ilişkin davalarda verilen
mahkeme kararlarının kesinleşmedikçe icraya konulamayacağı düzenlenmiştir.
Anılan cümlede yer alan “...mahkeme kararları kesinleşmedikçe icraya
konulamaz.” ibaresi dava konusu ilk kuralı oluşturmaktadır.
89. Geçici 14. maddenin dava ve itiraz konusu ikinci
cümlesinde ise maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce kesinleşmemiş mahkeme
kararlarına dayanılarak başlatılan icra takiplerinin kesinleşmiş mahkeme kararı
ibraz edilinceye kadar durdurulacağı hüküm altına alınmıştır.
90. Anayasa’nın 35. maddesinin birinci fıkrasında “Herkes,
mülkiyet ve miras haklarına sahiptir” denilmek suretiyle mülkiyet hakkı
güvenceye bağlanmıştır. Birey özgürlüğü ile doğrudan ilgili olan mülkiyet hakkı
bireye emeğinin karşılığına sahip olma ve geleceğe yönelik planlar yapma imkânı
tanıyan temel bir haktır. Mülkiyet hakkı, genel olarak bir kimsenin başkasına
zarar vermemek ve kanunların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla bir şeyden
dilediği biçimde yararlanma, tasarruf etme, başkasına devretme, kullanım
biçimini değiştirme, harcama ve tüketme yetkilerini kapsamaktadır.
91. Anayasa’nın 46. maddesinin birinci fıkrasında da “Devlet ve kamu tüzelkişileri;
kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla,
özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla
gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî
irtifaklar kurmaya yetkilidir” denilmiştir.
92. Türk hukukunda idarelerin kamu hizmetlerini yerine getirirken
ihtiyaç duydukları ancak kendilerine ait olmayan taşınmazlar üzerinde
tasarrufta bulunabilmeleri kural olarak kamulaştırma ile mümkündür.
Kamulaştırma, mülkiyet hakkının idarenin tek taraflı tasarrufu ile malikin
rızası olmaksızın kısıtlandığı veya sona erdirildiği istisnai hâllerden
biridir. Nitekim Anayasa’da temel haklardan biri olarak düzenlenen mülkiyet
hakkı üzerinde yarattığı etkiden dolayı Anayasa koyucu kamulaştırmayı
özel olarak düzenlemiştir. Bu itibarla kişinin mülkiyet hakkının rızası dışında
tek taraflı bir işlem ile sonlandırılmasının Anayasa’ya aykırı olmaması için
Anayasa’nın 46. maddesinde öngörülen usullere uyulması gerekmektedir.
93. Anayasa’nın kamulaştırmayı düzenleyen 46. maddesine
göre temel unsurunun kamu yararı olduğu kabul edilen kamulaştırma, özel
mülkiyet alanına devletin bir müdahalesidir. Kamulaştırma işlemi, taşınmaza el
koymaya zorunlu kalındığında kamu yararının özel mülkiyet hakkından üstün
tutulduğu durumlarla sınırlı olarak ve Anayasa’da belirlenen usul güvenceleri
izlenerek yapıldığında hukuka uygun sayılır (AYM, E.2017/110, K.2017/133,
26/7/2017, § 11; Şevket Karataş [GK], B. No: 2015/12554, 25/10/2018, §
45).
94. Plansız şehirleşme, idarelerin bütçelerinin kısıtlı
olması gibi çeşitli nedenlerle geçmişte kamulaştırma yapılmaksızın bazı
taşınmazlar fiilen kamu hizmetine tahsis edilmiştir (AYM, E.2010/83,
K.2012/169, 1/11/2012). İdarelerin zaman zaman Anayasa ve kanunlara uygun
olmayan yöntemlerle özel mülkiyete konu taşınmazları kamu hizmetine tahsis
etmek amacıyla hareket etmeleri sonucu kamulaştırmasız el atma olgusu
ortaya çıkmıştır.
95. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında “Herkes,
meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı
veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
denilmektedir. Anayasa Mahkemesince, mahkeme kararlarını taraflardan birinin
aleyhine sonuç doğuracak şekilde uygulanamaz hâle getiren düzenlemelerin
bulunması veya mahkeme kararlarının icrasının herhangi bir şekilde engellenmesi,
adil yargılanma hakkı kapsamındaki güvenceleri anlamsız kılabilecek nitelikte
görülebilmektedir. Bu çerçevede, mahkeme kararlarının bağlayıcılığını ve
gecikmeksizin uygulanmasını sağlayacak etkili tedbirlerin alınması, hukuk
devleti ilkesinin ve adil yargılanma hakkının gereklerindendir (AYM,
E.2018/108, K.2019/5, 13/2/2019, § 27).
96. 2942 sayılı Kanun’un geçici 14. maddesinin dava ve
itiraz konusu kuralları, kamulaştırmasız el atmalardan dolayı kişiler
tarafından açılmış bedele ve tazminata ilişkin davalarda verilen mahkeme
kararlarının kesinleşmedikçe icraya konulamamasını ve başlatılan ve hâlen devam
etmekte olan icra süreçlerine müdahale ederek bu süreçlerin kesinleşmiş mahkeme
kararları ibraz edilinceye kadar durmasını öngörmektedir. Bu itibarla kurallar,
kesinleşmemiş mahkeme kararlarına ilişkin icra takibinin başlamasına engel olma
ve başlamış olan icra takiplerinin durmasına neden olmak suretiyle Anayasa’da
öngörülen usule aykırı biçimde mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin telafi
edilebilmesi amacıyla malik lehine hükmedilen bedel veya tazminata kavuşmanın
gecikmesine neden olmaktadır. Açıklanan nedenlerle kurallar mülkiyet ve adil
yargılanma hakkını sınırlamaktadır.
97. Anayasa’nın 35. maddesinin ikinci
fıkrasında mülkiyet hakkının kamu yararı amacıyla sınırlanabileceği
belirtilmiştir. Anayasa’nın 36. maddesinde ise adil yargılanma hakkı için
herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte özel sınırlama
nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları
bulunduğu kabul edilmektedir. Anayasa’nın başka maddelerinde yer alan kurallara
dayanarak bu hakların sınırlandırılması da mümkündür. Ancak bu sınırlamalar
Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz.
98. İcra takipleri yönünden kesinleşmiş mahkeme kararının
varlığını arayan dava konusu kurallar, idarelerin yerine getirmekle görevli
oldukları kamu hizmetleri için gerekli olan kaynakların korunmasını ve kamu
hizmetlerinde meydana gelebilecek aksaklıklara engel olunmasını amaçlamaktadır.
Bu şekilde toplumsal yaşamın sürekli, düzenli ve sistemli şekilde
sürdürülebilmesine katkı sunması beklenen kuralların kamu yararını
gerçekleştirmeye yönelik olarak mülkiyet ve adil yargılanma haklarına sınırlama
getirdiği anlaşılmaktadır.
99. Ancak mülkiyet ve adil yargılanma haklarına getirilen
sınırlamanın kamu yararı amacına dönük olması yeterli olmayıp ayrıca ölçülü
olması da gerekir. Bu ilke ise elverişlilik,
gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden
oluşmaktadır. Elverişlilik başvurulan önlemin ulaşılmak istenen amaç için
elverişli olmasını, gereklilik başvurulan önlemin ulaşılmak istenen amaç
bakımından gerekli olmasını ve orantılılık ise başvurulan önlem ve ulaşılmak
istenen amaç arasında olması gereken ölçüyü ifade etmektedir.
100. Dava ve itiraz konusu kuralların yukarda belirtilen idarelerin
yerine getirmekle görevli oldukları kamu hizmetleri için gerekli olan
kaynakların korunması ve kamu hizmetlerinde meydana gelebilecek aksaklıklara
engel olunması amaçlarına ulaşma bakımından elverişli ve gerekli olmadığı
söylenemez.
101. Bununla birlikte dava ve itiraz konusu kuralların
Anayasa’da kamulaştırma için öngörülmüş hükümlere uyulmaksızın fiilî bir el
atma niteliğinde olan kamulaştırmasız el atmalardan kaynaklanan bedel ve
tazminat alacaklarına ilişkin olduğu da gözetildiğinde fiilî bir müdahale
nedeniyle mülkiyet hakkı ihlâl edilmiş malikin bu zararının telafi edilmesi
amacıyla hükmedilmiş bedel veya tazminat alacağına ilişkin mahkeme kararının
icra takibine konu olabilmesi için kesinleşmiş olması şartını araması, malik
lehine hükmedilen bedel veya tazminata kavuşmanın gecikmesine neden olmak
suretiyle malike aşırı bir külfet yüklemekte ve kamu yararı ile kişisel yarar
arasında gözetilmesi gereken adil dengeyi malik aleyhine bozmaktadır. Bu
yönüyle kuralların ulaşılmak istenen amaç ile orantılı olmadığı anlaşılmaktadır.
102. Mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ölçüsüz
biçimde sınırlandırılmasına neden olan maddenin ikinci cümlesinde yer alan dava
ve itiraz konusu kural, alacağın tahsili sürecinin başlamasından sonra geçmişe
etkili yasama tasarruflarıyla kararın uygulanma imkânını önemli oranda
zorlaştırması yönüyle de devlete olan güven duygusunu zedelemekte ve hukuki
güvenlik ilkesini ihlal etmektedir.
103. Açıklanan nedenlerle, kurallar Anayasa’nın 13., 35.,
36. ve 46. maddelerine aykırıdır. İptalleri gerekir.
Rıdvan GÜLEÇ bu görüşe katılmamıştır.
Kuralların Anayasa’nın 2. maddesine de
aykırı olduğu ileri sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların
Anayasa’nın 13., 35., 36. ve 46. maddeleri yönünden yapılan değerlendirmeler
kapsamında ele alınmış olması nedeniyle Anayasa’nın 2. maddesi yönünden ayrıca
bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
Kurallar Anayasa’nın 13., 35., 36. ve 46. maddelerine
aykırı görülerek iptal edildiğinden ayrıca Anayasa’nın Başlangıç kısmı, 5., 10.
ve 15. maddeleri yönünden incelenmemiştir.
V. İPTALİN
DİĞER KURALLARA ETKİSİ
104. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesinin
(4) numaralı fıkrasında kanunun, Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin veya Türkiye
Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün sadece belirli kurallarının iptali diğer bazı
hükümlerinin veya tamamının uygulanamaması sonucunu doğurması hâlinde bunların
da Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilebileceği öngörülmektedir.
105. 7176 sayılı Kanun’un 21. maddesiyle 2942 sayılı Kanun’a eklenen geçici 14.
maddenin birinci cümlesinde yer alan “…mahkeme kararları kesinleşmedikçe
icraya konulamaz.” ibaresinin iptali nedeniyle uygulanma imkânı kalmayan
anılan cümlenin kalan kısmının 6216 sayılı
Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince iptali gerekir.
VI. YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI TALEBİ
106. Dava dilekçesinde özetle, dava konusu kuralların uygulanmaları
hâlinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğabileceği belirtilerek
yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi talep edilmiştir.
30/5/2019 tarihli ve
7176 sayılı Bazı Kanunlar ile 635 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun’un;
A.
21. maddesiyle 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’na eklenen
geçici 14. maddenin;
1.
Birinci cümlesinde yer alan “...mahkeme kararları kesinleşmedikçe icraya
konulamaz.” ibaresine,
2. İkinci cümlesinde yer alan “...kesinleşmiş mahkeme
kararı ibraz edilinceye kadar durdurulur.” ibaresine,
yönelik yürürlüğünün
durdurulması taleplerinin koşulları oluşmadığından REDDİNE,
B. 1. 7. maddesiyle 4/6/1985 tarihli ve 3213 sayılı Maden
Kanunu’nun 47. maddesine eklenen altıncı fıkraya,
2. 8. maddesiyle 3213 sayılı Kanun’un değiştirilen geçici
29. maddesinin bentlerini bağlayan hükümlerine,
3. 10. maddesiyle 3213 sayılı Kanun’a eklenen geçici 44.
maddede yer alan “...buluculuk hakkı...” ibaresine,
4. 14. maddesiyle 3/6/2007 tarihli ve 5686 sayılı Jeotermal
Kaynaklar ve Doğal Mineralli Sular Kanunu’nun değiştirilen ek 1. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının ikinci cümlesine,
5. 16. maddesiyle 7/7/2010 tarihli ve 6004 sayılı Dışişleri
Bakanlığı Personeline İlişkin Bazı Düzenlemeler Hakkında Kanun’a eklenen geçici
7. maddenin (1) numaralı fıkrasına,
yönelik iptal talepleri
4/2/2021 tarihli ve E.2019/89, K.2021/10 sayılı kararla reddedildiğinden bu
fıkralara, cümleye, hükümlere ve ibareye ilişkin yürürlüğün durdurulması
taleplerinin REDDİNE,
4/2/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
VII. HÜKÜM
30/5/2019 tarihli ve
7176 sayılı Bazı Kanunlar ile 635 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun’un;
A. 7. maddesiyle 4/6/1985 tarihli ve 3213 sayılı Maden
Kanunu’nun 47. maddesine eklenen altıncı fıkranın Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
B. 8. maddesiyle 3213 sayılı Kanun’un değiştirilen geçici
29. maddesinin bentlerini bağlayan hükümlerinin Anayasa’ya
aykırı olmadıklarına ve iptal taleplerinin REDDİNE
OYBİRLİĞİYLE,
C. 10. maddesiyle 3213 sayılı Kanun’a eklenen geçici 44.
maddede yer alan “...buluculuk hakkı...” ibaresinin Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE
OYBİRLİĞİYLE,
Ç. 14. maddesiyle 3/6/2007 tarihli ve 5686 sayılı Jeotermal
Kaynaklar ve Doğal Mineralli Sular Kanunu’nun değiştirilen ek 1. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının ikinci cümlesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
D. 16. maddesiyle 7/7/2010 tarihli ve 6004 sayılı Dışişleri
Bakanlığı Personeline İlişkin Bazı Düzenlemeler Hakkında Kanun’a eklenen geçici
7. maddenin (1) numaralı fıkrasının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
E.
21. maddesiyle 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’na eklenen
geçici 14. maddenin;
1. a. Birinci cümlesinde yer alan “...mahkeme
kararları kesinleşmedikçe icraya konulamaz.” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, Rıdvan GÜLEÇ’in karşıoyu
ve OYÇOKLUĞUYLA,
b. Birinci cümlesinin kalan kısmının
30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince İPTALİNE
OYBİRLİĞİYLE,
2. İkinci cümlesinin Anayasa’ya
aykırı olduğuna ve İPTALİNE, Rıdvan GÜLEÇ’in
karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
4/2/2021 tarihinde karar verildi.
Başkan
Zühtü
ARSLAN
|
Başkanvekili
Hasan
Tahsin GÖKCAN
|
Başkanvekili
Kadir
ÖZKAYA
|
|
Üye
Engin
YILDIRIM
|
Üye
Hicabi
DURSUN
|
Üye
Celal
Mümtaz AKINCI
|
|
Üye
Muammer
TOPAL
|
Üye
M.
Emin KUZ
|
Üye
Rıdvan
GÜLEÇ
|
|
Üye
Recai
AKYEL
|
Üye
Yusuf
Şevki HAKYEMEZ
|
Üye
Yıldız
SEFERİNOĞLU
|
|
Üye
Selahaddin
MENTEŞ
|
Üye
Basri
BAĞCI
|
|
|
|
|
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
30/5/2019 tarihli ve
7176 sayılı Bazı Kanunlar ile 635 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun’un 21. maddesiyle 4/11/1983 tarih ve 2942 sayılı
Kamulaştırma Kanunu’na eklenen geçici 14. maddenin, birinci cümlesinde yer alan
“...mahkeme kararları kesinleşmedikçe icraya konulamaz.” ibaresi ile
ikinci cümlesinin, Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptallerine çoğunlukça karar
verilmiş olup, aşağıdaki hususlar çerçevesinde çoğunluğun verdiği iptal
kararına katılmamaktayım.
2942 sayılı Kanun’un
geçici 14. maddesinin dava ve itiraz konusu kuralları, kamulaştırmasız el
atmalardan dolayı kişiler tarafından açılmış bedele ve tazminata ilişkin
davalarda verilen mahkeme kararlarının kesinleşmedikçe icraya konulamamasını ve
başlatılan ve halen devam etmekte olan icra süreçlerine müdahale ederek bu süreçlerin
kesinleşmiş mahkeme kararı ibraz edilinceye kadar durmasını öngörmektedir.
Mahkememiz çoğunluğu
kesinleşmiş mahkeme kararlarına ilişkin icra takibinin başlamasına engel olma
ve başlamış olan icra takiplerinin durmasına neden olmak suretiyle Anayasa’da öngörülen
usule aykırı biçimde mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin telafi edilebilmesi
amacıyla malik lehine hükmedilen bedel veya tazminata kavuşmanın gecikmesine
neden olunduğu gerekçesiyle ilgili hükmü ve devamında yer alan “maddenin yürürlüğe
girdiği tarihten önce kesinleşmemiş mahkeme kararlarına dayanılarak başlatılan
icra takiplerinin kesinleşmiş mahkeme kararı ibraz edilinceye kadar
durdurulacağı,” hükmünü iptal etmiştir.
İptal gerekçesi, mülkiyet
hakkına getirilen bu sınırlamanın özünde kamu yararı ilkesinin gözetildiğini
kabul etmekle birlikte, ölçülülük ilkesi bakımından Anayasa’nın 13., 35., 36.
ve 46. maddelerine aykırı olması temeline oturmuştur.
Anayasamızın 35. maddesinin ikinci fıkrasında mülkiyet
hakkının kamu yararı amacıyla sınırlanabileceği belirtilmiştir.
İcra takipleri yönünden kesinleşmiş mahkeme kararının
varlığını arayan dava konusu kurallar; idarelerin yerine getirmekle görevli
oldukları kamu hizmetleri için gerekli olan kaynakların korunmasını ve kamu
hizmetlerinde meydan gelebilecek aksaklıklara engel olunmasını amaçlamaktadır.
Bu şekilde toplumsal yaşamın sürekli, düzenli ve sistemli şekilde
sürdürülebilmesine katkı sunması beklenen kuralların kamu yararını gerçekleştirmeye
yönelik olarak mülkiyet hakkına sınırlama getirmesi anlaşılabilir ve Anayasa’ya
aykırılık içermeyen bir olgudur.
Parlamentonun kamu yararı ilkesini gözeterek mülkiyet
hakkına getirdiği bu sınırlama sadece iptal davasına konu düzenlemeleri içermemektedir.
Taşınmaz mal hukuku ile ilgili olarak 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu’nun 350. maddesinde; “taşınmaz mal ile ilgili aynı
haklara ilişkin kararlar kesinleşmedikçe yerine getirilemez.” hükmü de Kamu
yararı ilkesinin mülkiyet hakkı yönünden katlanılabilir olduğunu ortaya
koymaktadır.
İptale konu kurallar mülkiyet hakkına sınırlama
getirmekle birlikte, toplumun üstün yararları karşısında katlanılamaz bir olgu
olarak kabul etmediğim için çoğunluğun iptal karına katılmamaktayım.