“…
İptal istemine konu ve hakimliğimizce görülmekte olan dava; muaccel olduğundan bahisle her biri 205.000,00 TL’den 8 adet çek ve 210.000,00 TL’den 1 adet çekle ilgili olarak harca esas değer şimdilik 100.000,00 TL olarak açılan davada; çek bedellerinin davacıya ödenmesine ve şimdilik 100.000,00 TL alacağın her bir çek bedeli için ayrı ayrı temerrüt tarihinden itibaren hesaplanacak olan avans faizi ile birlikte davalalılardan tahsili talebine ilişkindir.
6100 sayılı HMK m. 109/1 “Talep konusunun niteliği itibariyle bölünebilir olduğu durumlarda sadece bir kısmı da dava yoluyla ileri sürülebilir”.
02/07/1964 kabul tarihli 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun 16. maddesi 3. fıkrası “Değer tayini mümkün olan hallerde dava dilekçelerinde değer gösterilmesi mecburidir. Gösterilmemişse davacıya tespit ettirilir. Tespitten kaçınma halinde dava dilekçesi muameleye konmaz”.
02/07/1964 kabul tarihli 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun 16. maddesi 4. fıkrası: “Noksan tespit edilen değerler hakkında 30. madde hükmü uygulanır.”
(Dava konusu olayda olduğu gibi) 02/07/1964 kabul tarihli 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun noksan tespit edilen değer üzerinden harcın ödenmesi başlıklı 30. maddesinde; “Muhakeme sırasında, tesbit olunan değerin, dava dilekçesinde bildirilen değerden fazla olduğu anlaşılırsa yalnız o celse için muhakemeye devam olunur, takip eden celseye kadar noksan değer üzerinden peşin karar ve ilam harcı tamamlanmadıkça davaya devam olunmaz. Hukuk Usulü Muhakemeler Kanununun 409. maddesinde gösterilen süre içerisinde dosyanın muameleye konulması, noksan olan harcın ödenmesine bağlıdır.”
Hukukumuzda kısmi dava ve belirsiz alacak davası açılması mümkündür. (HMK m.107 ve 109, 176 vd.). Kısmi davanın veya belirsiz alacak davası açılmasının mümkün olması, hiç kimsenin kendi lehine olan davayı (yani tam dava) açmaya zorlanamayacağı kuralına (HMK m.24) da uygundur. Borçlar Hukuku bakımından da, alacaklının alacağının bir kısmını istemesine (dava etmesine) bir engel bulunmamaktadır. (TBK m.84).
Ancak, alacaklının böyle bir kısmi dava açmada korunmaya değer (meşru) bir hukuki yararının bulunması gerekmektedir.
Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 30.06.2020 tarih, 2020/2651 Esas, 2020/3672 Karar sayılı kararında belirtildiği üzere “Kısmi davanın açılması mümkün olan hallerde davacının, yargılama giderlerinden tasarruf etmek için, kısmi dava açmasında korunmaya değer (meşru) bir hukuki yararı vardır. Buna karşılık, bir alacağın (keyfen) küçük parçalara bölünerek, her parça için ayrı ayrı dava açılmasında, korunmaya değer bir hukuki yarar yoktur. Davacının, alacağını küçük parçalara bölerek her parça için ayrı kısmi dava açmasında korunmaya değer bir hukuki yararı olmadığı gibi, böyle bir davranışı hakkın kötüye kullanılması olarak da nitelendirilebilir. (TMK.m.2) Bu nedenle, bu şekildeki kısmi davaların, esasına girilmeden, caiz (mesmu) olmadıklarından dolayı reddi gerekir (Prof. Dr. B. Kuru Medeni Usul Hukuku 23. Baskı Ank. 2012, sh. 277-278). Menfi tespit davasında da kısmi dava açılması mümkündür”.
Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin yukarıda belirtilen söz konusu içtihadına karşılık Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 28.05.2018 tarih, 2017/1648 Esas, 2018/2994 Karar sayılı kararında belirtildiği şekilde menfi tespit davasının kısmi dava olarak açılması mümkün değildir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 10.10.2019 tarih, 2017/13-688 Esas, 2019/1054 Karar sayılı kararı ve aynı gün 2017/13-687 Esas, 2019/1053 Karar sayılı kararında “kısmi davaya ilişkin olarak davadaki asıl talebin kesinleşen takip miktarı üzerinden borçsuzluğun tespitine yönelik olduğu davanın açılması sırasında ödenmesi gereken harç yönünden eksikliğin söz konusu olduğu Harçlar Kanunu’nun dosyanın işlemden kaldırılmasına atıf yapan ve 30. maddesi hükmü gereğince mahkemece yapılması gereken; davacı tarafa bir sonraki celseye kadar menfi tespit istemine konu takip değeri olan tamamı üzerinden hesaplanacak eksik harcın tamamlanması için süre verilmesi gerektiği” belirtilmiştir.
Bir davanın kısmi dava olarak nitelendirilebilmesi için alacağın tümünün aynı hukuki ilişkiden doğmuş olması ve bu alacağın şimdilik bir kesiminin dava edilmesi gerekmektedir. HMK m. 24/2 gereğince, kanunda aksi belirtilmedikçe hiç kimse kendi lehine olan davayı açmaya veya hakkını talep etmeye zorlanamaz. Bununla birlikte açılan kısmi davada kurulan hüküm veya verilen kararda, kalan kısmın bir tespit hükmü olarak ya da kesin delil olarak değerlendirilebilmesi de mümkündür. Bu durumda da alacak davasındaki nisbi karar ve ilam harcının davanın tüm değeri üzerinden istenip istenmeyeceğinin mevcut kurallara göre çözümlenmesi gerekmektedir.
Kısmi dava, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda düzenlenmemiş olsa da, doktrin ve uygulamada kısmi davanın açılabileceği kabul edilmiş; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda başlangıçta (ilk hâli), alacağın miktarının taraflar arasında tartışmasız ve açıkça belirli olduğu hallerde kısmi dava açılması usul ekonomisine aykırı sayılmış; HMK’nun m. 109 maddesinin 2. fıkrası ile dava açma olanağı bir ölçüde daraltılmıştı.
Kısmi davanın açılabilmesi bakımından ‘‘talep konusu miktarın taraflar arasında tartışmalı veya belirsiz olması” koşulunun düzenlendiği HMK’nun 109. maddesinin 2. fıkrası, 01.04.2015 tarihli, 6644 sayılı Yargıtay Kanunu ile Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 4. maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır.
Yürürlükten kaldırılan HMK’nun 109/2. maddesininin 2. fıkrasına yönelik iptal istemi ne ilişkin Anayasa Mahkemesi’nin 24.05.2012 tarih, 2011/134 Esas, 2012/83 Karar sayılı kararına göre, alacak miktarının açıkça belirli olduğu hâllerde kısmi dava açılmasına cevaz verilmemiş olmasının amacı, yargılama sürecinin hızlandırılması ve uyuşmazlıkların kısa sürede sonuca bağlanmasıdır. Bu amaçlar karşısında kısmi davaya ilişkin söz konusu düzenleme, hakkın özüne dokunduğu ve hakkı anlamsız kılacak derecede değildir.
HMK’nun 109/2. maddesinin yürürlükten kaldırılması sonucu alacak miktarı açıkça belirli olduğu hâlde kısmi dava adı altında dava açılması artık mümkündür.
Bu durumda talep konusu miktarın belirsiz veya açıkça belirli olması kısmi dava için bir koşul olmadığından, HMK’nun 176. maddesinde belirtilen ıslah kurumu ile birlikte 28.07.2020 tarih, 31999 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7251 sayılı Kanun’un 7. maddesi ile değişik HMK m. 107. maddesinde ifadesini bulan belirsiz alacak davası karşısında HMK 109. maddesinin 1. fıkrasının uygulanmasına gerek kalmamaktadır.
Keza Alma Medeni Usul hukukunda kısmi dava açıkça düzenlenmediği gibi düzenlenen kısmi hüküm ise kısmi davanın sonuçlarına göre farklılıklar göstermektedir.
Aynı hukuki ilişkiden doğan dava konusu taleplerde bir kısmının belirli bir kısmının kısmi, bir kısmının belirsiz davaya konu olarak açılması Anayasa’nın 141/4. maddesinde öngörülen usul ekonomisine (davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması ilkesine) aykırıdır.
Usul kurallarının karmaşık ve muğlak olmaması; adil yargılanma ilkesi ve hukuk devleti ilkesinin gerekleridir.
Alacak miktarının açıkça belirgin olduğu hâllerde ise kısmi dava açılmasında yargılama giderinde tasarruf amaçlanması nedeni ile ekonomik yarar bulunmaktadır. O hâlde yargılama giderleri yönünden öncelikle Harçlar Kanunu ile ilgili değerlendirmeye tabi tutmak gerekmektedir.
Öğreti ve uygulamada hâlen hangi davaların kısmi dava olarak açılamayacağı tartışılmaktadır. Alacak miktarı açıkça belli olan veya yargılama sırasında belirginleşen ve başlangıçta kısmi dava olarak açılan davaların ise bu kez Harçlar Kanunu 16. maddesinin 4. fıkrası gereğince harçlandırılıp harçlandırılmaması hususu da hukuki güvenlik ilkesini zedelemektedir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 120. (1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 413.) ve 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun 16. maddeleri uyarınca dava değeri ve buna göre alınacak harç, dava değerine göre belirlenmektedir.
492 sayılı Harçlar Kanunu, harcın alınmasını veya tamamlanmasını yanların isteklerine bırakmamış; değinilen yönün mahkemece kendiliğinden (re’sen) gözetilmesini ve harcın yatırılmaması halinde de ne gibi bir mukteza tayin edileceğini 30. ve 32. maddelerinde hükme bağlamıştır. Anılan yasa maddelerinde, yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemlerin yapılamayacağı vurgulanmış olup “müteakip işlemlerin yapılamayacağı” ilkesinin uygulamadaki karşılığının karar verilmesine yer olmadığına karar vermek değil, dosyanın işlemden kaldırılması olduğu açıktır.
Davanın açılması harca tabi usuli bir işlemdir. Davanın açılması nedeniyle alınacak yargı harçlarının türü, ödeme yeri, zamanı ve usulü 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun 27 ve devamı maddeleri ile bağlı tarifede gösterilmiştir. Harcın eksik yatırılması halinde yapılacak işlemler ve izlenecek yol ile harcın yatırılmaması ve yaptırımı aynı kanunun 27 ve 32. maddelerinde belirtilmiştir. Harca tabi davalarda, başvurma harcı ile nisbi karar ve ilam harcının dörtte biri peşin olarak alınır. 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun 27. maddesinin son fıkrası hükmüne göre harç peşin veya süresinde ödenmemiş ise müteakip işlemlere ancak harç ödendikten sonra devam olunacağı vurgulanmış ve 30. maddede de yargılama sırasında tespit olunan değerin dava dilekçesinde bildirilen değerden fazla olduğu anlaşılırsa yalnız o oturum için yargılamaya devam olunacağı, takip eden oturum gününe kadar noksan değer üzerinden harç tamamlanmadıkça davaya devam olunamayacağı, HMK.150/5.maddesinde gösterilen süre içerisinde dosyanın işleme konulmasının eksik harcın ödenmesine bağlı olduğu açıklanmıştır.
02/07/1964 kabul tarihli 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun 16. maddesinin 4. fıkrası gereğince “Noksan tespit edilen değerler hakkında 30. madde hükmü uygulanır.”
492 sayılı Harçlar Kanunu’nun 16. maddesinin 4. fıkrası ve 30. maddesi ile birlikte uygulanması hâlinde 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 109. maddesinin 1. fıkrası çelişmekte; söz konusu hükümlerin karşılıklı, ne şekil de uygulanması gerektiğine ilişkin görüşlerin veya değişik uygulamaların hukuk güvenliğini zedeleyici nitelikte olduğu düşünülmektedir.
İtiraz konusu anılan maddeler ile hakkın kullanımının zaman aşımı süresinde hak arayanın tercih ve kararına bırakılmamış olması ve alacağın tamamı için dava açma zorunluluğu getirilmesi hak arama özgürlüğünün sınırlandırılması sonucunu doğurmaktadır. Bu hakkı tamamen sınırlama İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin 6/1. ve etkili başvuru yoluna ilişkin 13. maddelerine de aykırıdır.
DELİLLER: 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu, 492 sayılı Harçlar Kanunu, Bilimsel öğreti, Yargısal İçtihatlar ve diğer deliller
HUKUKİ SEBEPLER: Anayasanın 2, 10, 11, 12, 13, 36, 37, 138, 141 maddeleri, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi 6. ve 13. maddeleri ve ilgili mevzuat hükümleri.
SONUÇ: Mahkememizin Anayasa’ya aykırı bulduğu, 6100 sayılı HMK’nin 109/1 ve 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun 16. maddesinin 4. fıkrası ve 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun 30. maddesi, alacağa ilişkin kısmi davanın ileri sürülmesi, şayet kısmi dava açılması halinde noksan harcın ödetilmesi, hukuki güvenlik, öngörülebilirlik, ölçülülük, dava hakkının vazgeçilmezliği, kanuni eşitlik, adil yargılanma, gerekçeli karar ilkelerine aykırılık taşıdığı, açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 152 ve 6126 sayılı Anayasa Mahkemesi’nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 28. ve 40. maddesi uyarınca; itiraz ve iptale ilişkin re’sen öngörülecek nedenler de nazara alınarak 6100 sayılı HMK’nin 109. maddesinin 1. fıkrasının, 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun 16. maddesinin 4. fıkrasının ve 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun 30. maddesi’nin, Anayasa’nın 2, 10, 11, 12, 13, 36, 37, 138, 141 maddelerine ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 6. ve 13. maddelerine aykırı olduklarından İPTALLERİNE,
6100 sayılı HMK’nin 109. maddesinin 1. fıkrasının, 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun 16. maddesinin 4. fıkrasının ve 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun 30. maddesi’nin, Anayasa’ya aykırılığı ve uygulanmaları durumunda telafisi güç ve imkansız zararlar doğabileceği gözetilerek esas hakkında karar verilinceye kadar YÜRÜRLÜKLERİNİN DURDURULMASINA,
Karar verilmesi arz ve talep olunur.”
ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2020/92
Karar Sayısı : 2020/71
Karar Tarihi : 10/12/2020
R.G.Tarih-Sayısı : Tebliğ edildi.
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Ankara 7. Asliye Ticaret Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU: A. 2/7/1964 tarihli ve 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun;
1. 16. maddesinin dördüncü fıkrasının,
2. 30. maddesinin,
B. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 109. maddesinin (1) numaralı fıkrasının,
Anayasa’nın 2., 10., 11., 12., 13., 36., 37., 138. ve 141. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptallerine ve yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi talebidir.
OLAY: Çek bedellerinin tahsili talebiyle açılan davada itiraz konusu kuralların Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptalleri için başvurmuştur.
I. İPTALİ İSTENEN KANUN HÜKÜMLERİ
İtiraz konusu kuralların da yer aldığı;
1. 492 sayılı Kanun’un;
a. 16. maddesi şöyledir:
“Değer esası:
Madde 16- Değer ölçüsüne göre harca tabi işlemlerde (1) sayılı tarifede yazılı değerler esastır. Müdahelenin men’i tescil ve tapu kayıt iptali gibi gayrimenkulün aynına taallük eden davalarda gayrimenkulün değeri nazara alınır.
Gayrimenkulün aynına taallük eden davalarda ecrimisil ve tazminat gibi taleplerde de bulunulduğu takdirde harc, gayrimenkulün değeri ile talebolunan tazminat ve ecrimisil tutarı üzerinden alınır.
Değer tayini mümkün olan hallerde dava dilekçelerinde değer gösterilmesi mecburidir. Gösterilmemişse davacıya tesbit ettirilir. Tesbitten kaçınma halinde, dava dilekçesi muameleye konmaz.
Noksan tesbit edilen değerler hakkında 30 uncu madde hükmü uygulanır.”
b. 30. maddesi şöyledir:
“Noksan tesbit edilen değer üzerinden harcın ödenmesi:
Madde 30- Muhakeme sırasında tesbit olunan değerin, dava dilekçesinde bildirilen değerden fazla olduğu anlaşılırsa, yalnız o celse için muhakemeye devam olunur, takip eden celseye kadar noksan değer üzerinden peşin karar ve ilam harcı tamamlanmadıkça davaya devam olunmaz. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 409 uncu maddesinde gösterilen süre içinde dosyanın muameleye konulması, noksan olan harcın ödenmesine bağlıdır.”
2. 6100 sayılı Kanun’un 109. maddesi şöyledir:
“Kısmi dava
MADDE 109- (1) Talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmı da dava yoluyla ileri sürülebilir.
(2) (Mülga: 1/4/2015-6644/4 md.)
(3) Dava açılırken, talep konusunun kalan kısmından açıkça feragat edilmiş olması hâli dışında, kısmi dava açılması, talep konusunun geri kalan kısmından feragat edildiği anlamına gelmez.”
II. İLK İNCELEME
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca yapılan ilk inceleme toplantısında başvuru kararı ve ekleri, Raportör Alparslan KOÇAK tarafından hazırlanan ilk inceleme raporu ve itiraz konusu kanun hükümleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
2. Anayasa’nın 152. ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 40. maddelerine göre bir davaya bakmakta olan mahkeme, o dava sebebiyle uygulanacak bir kanunun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin hükümlerini Anayasa’ya aykırı görmesi hâlinde veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varması durumunda bu hükümlerin iptalleri için Anayasa Mahkemesine başvurmaya yetkilidir. Ancak anılan maddeler uyarınca bir mahkemenin Anayasa Mahkemesine başvurabilmesi için elinde yöntemince açılmış ve mahkemenin görevine giren bir davanın bulunması, iptali talep edilen kuralın da o davada uygulanacak olması gerekir. Uygulanacak kural ise bakılmakta olan davanın değişik evrelerinde ortaya çıkan sorunların çözümünde veya davayı sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde etki yapacak nitelikte bulunan kurallardır.
3. İtiraz yoluna başvuran Mahkeme, 492 sayılı Kanun'un 16. maddesinin dördüncü fıkrasının, 30. maddesinin ve 6100 sayılı Kanun’un 109. maddesinin (1) numaralı fıkrasının iptallerini talep etmiştir.
4. 492 sayılı Kanun’un 2. maddesi uyarınca dava açılması harca tabidir. Kanun’un 28. ve 55. maddelerine göre dava açılırken karar ve ilam harcının bir kısmı ile başvurma harcı peşin olarak ödenir. Kanun’un 15. ve devamı maddelerinde konusu para olan davalarda yargı harçlarının değer ölçüsüne göre nispi esas üzerinden alınacağı belirtilmiştir. Harca esas dava değerini ise dava edilen alacak tutarı oluşturur. Bu itibarla kısmi eda davalarında bu değer edaya konu değer olup talep konusu olmayan fazla kısımla ilgili olarak harç talep edilemez.
5. Bakılmakta olan dava ise kısmi alacak davası olup dava konusu değere göre belirlenen peşin nispi harcın tamamı ödenmiş durumdadır. Dolayısıyla Kanun’un eksik harcın tamamlanmasını düzenleyen, itiraz konusu 16. maddesinin dördüncü fıkrası ile ve 30. maddesinin bakılmakta olan davada uygulanma imkânı bulunmamaktadır. Bu itibarla anılan madde ve fıkraya ilişkin başvurunun Mahkemenin yetkisizliği nedeniyle reddi gerekir.
6. 6216 sayılı Kanun’un “Anayasaya aykırılığın mahkemelerce ileri sürülmesi” başlıklı 40. maddesinde Anayasa Mahkemesine itiraz yoluyla yapılacak başvurulara ilişkin uyulması gereken kurallar düzenlenmiştir.
7. Söz konusu maddenin (1) numaralı fıkrasında bir davaya bakmakta olan mahkemenin, bu davada uygulanacak bir kanun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin hükümlerini Anayasa’ya aykırı görmesi hâlinde veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varması durumunda, bu fıkrada sayılan belgeleri dizi listesine bağlayarak Anayasa Mahkemesine göndereceği belirtilmiştir. Anılan maddenin (4) numaralı fıkrasında ise açık bir şekilde dayanaktan yoksun veya yöntemine uygun olmayan itiraz başvurularının Anayasa Mahkemesi tarafından esas incelemeye geçilmeksizin gerekçeleriyle reddedileceği hükme bağlanmıştır.
8. İtiraz başvurusunun açıkça dayanaktan yoksun olması, başvurunun gerekçesiyle yakından ilgilidir. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesinin (3) numaralı fıkrasına göre Anayasa Mahkemesi kanunların, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün Anayasa’ya aykırılığı konusunda ilgililer tarafından ileri sürülen gerekçelere dayanmak zorunda değildir. Taleple bağlı kalmak kaydıyla başka gerekçe ile de Anayasa’ya aykırılık kararı verebilir.
9. 6216 sayılı Kanun’un 40. maddesi uyarınca Anayasa’ya aykırılığın temellendirildiği gerekçeli başvuru kararında Anayasa’ya aykırı olduğu değerlendirilen kuralların Anayasa’nın hangi maddelerine, hangi nedenlerle aykırı olduğu ayrı ayrı ve gerekçeleriyle birlikte açıkça gösterilmelidir. Bunun yanı sıra gerekçenin hem iptali talep edilen kuralın hukuki niteliğiyle hem de aykırı olduğu ileri sürülen Anayasa hükümleriyle detaylı bir incelemeye gerek olmaksızın, ilk bakışta anlaşılabilen uyumsuzluğunun bulunmaması gerekir. Bu durum, kuralların Anayasa’ya aykırılığı yönünde oluşan kanaatin ortaya konulmasında ve temellendirilmesinde takip edilmesi gereken bir zorunluluktur.
10. Anayasa’ya aykırılığın denetiminde gerekçe ile bağlı olunmaması Anayasa’ya aykırılık için ileri sürülen gerekçenin makul bir temele dayanması zorunluluğunu ortadan kaldırmaz. Esasen gerekçe ile bağlı olmama durumu, Anayasa’ya aykırılığı ileri sürülen kuralla çeliştiği düşünülen Anayasa hükümleriyle sınırlı bir denetim yapılmamasını, başka bir deyişle hem soyut hem de somut norm denetiminde kuralın Anayasa’ya aykırılığı incelenirken Anayasa’nın tamamının dikkate alınmasını ifade eder. Bu nedenle gerekçenin iptali talep edilen kuralın hukuki niteliğiyle ya da aykırı olduğu kanısına varılan Anayasa hükümleriyle açık uyumsuzluğunun bulunduğu itiraz başvurularında açık bir şekilde dayanaktan yoksunluk durumu ortaya çıkar ve bu durumda 6216 sayılı Kanun’un 40. maddesinin (4) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun reddedilmesi gerekir.
11. Anayasa’nın 152. maddesinin dördüncü fıkrasında “Anayasa Mahkemesinin işin esasına girerek verdiği red kararının Resmî Gazetede yayımlanmasından sonra on yıl geçmedikçe aynı kanun hükmünün Anayasaya aykırılığı iddiasıyla tekrar başvuruda bulunulamaz” hükmüne yer verilmiş, 6216 sayılı Kanun’un “Başvuruya engel durumlar” başlığını taşıyan 41. maddesinin (1) numaralı fıkrasında da aynı hüküm tekrarlanmıştır. Açık bir şekilde dayanaktan yoksunluk nedeniyle verilen ret kararı, işin esasına girilerek verilen kararlardan olmadığından, niteliği gereği aynı kurallar için yeniden yapılacak başvurulara engel oluşturmaz.
12. Açık bir şekilde dayanaktan yoksunluk kararının bu yönü de dikkate alındığında Anayasa’ya aykırılık başvurularında gösterilen gerekçenin hem iptali talep edilen kurallar yönünden hem de Anayasa hükümleri yönünden detaylı bir araştırmaya ihtiyaç olmaksızın anlaşılabilen uyumsuzlukta olmamasına ilişkin şartın daha etkili bir anayasallık denetiminin yapılmasına katkı sağlayacağı da kuşkusuzdur. Zira bu sayede Anayasa’ya aykırı olduğu ileri sürülen kurallarla ilgili daha etkili başvuruların yapılmasına imkân tanınmaktadır.
13. Başvuru kararında özetle; 492 sayılı Kanun’un 16. maddesinin dördüncü fıkrasının, 30. maddesinin ve 6100 sayılı Kanun’un 109. maddesinin (1) numaralı fıkrasının bakılmakta olan davada uygulanmaları hâlinde hukuki bir çelişkinin ortaya çıkacağı ve bu durumun hukuki güvenliği zedeleyeceği gerekçesine yer verilmiştir. 492 sayılı Kanun’un 16. maddesinin dördüncü fıkrası ile 30. maddesinin bakılmakta olan davada uygulanacak kural olmadığına ilişkin yukarıda belirtilen gerekçelerden ve ulaşılan sonuçtan da anlaşılacağı üzere anılan hükümler arasında iddia edildiği üzere bir çelişkinin varlığından söz edilemeyeceği açıktır. Bu itibarla söz konusu gerekçeye dayalı olarak 6100 sayılı Kanun’un 109. maddesinin (1) numaralı fıkrası yönünden yapılan itiraz başvurusunun açık bir şekilde dayanaktan yoksun olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
14. Açıklanan nedenlerle 6100 sayılı Kanun’un 109. maddesine ilişkin itiraz başvurusunun açıkça dayanaktan yoksunluk nedeniyle esas incelemesine geçilmeksizin reddi gerekir.
III. HÜKÜM
A. 2/7/1964 tarihli ve 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun;
iptallerine ve yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi talebiyle yapılan itiraz başvurusunun Mahkemenin bakmakta olduğu davada uygulanma imkânı bulunmadığından bu madde ve fıkraya ilişkin başvurunun Mahkemenin yetkisizliği nedeniyle REDDİNE,
B. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 109. maddesinin (1) numaralı fıkrasının iptaline ve yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesi talebiyle yapılan itiraz başvurusunun 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 40. maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince açık bir şekilde dayanaktan yoksun olduğundan esas incelemeye geçilmeksizin REDDİNE,
10/12/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Başkan
Zühtü ARSLAN
Başkanvekili
Hasan Tahsin GÖKCAN
Kadir ÖZKAYA
Üye
Burhan ÜSTÜN
Engin YILDIRIM
Hicabi DURSUN
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Rıdvan GÜLEÇ
Recai AKYEL
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Yıldız SEFERİNOĞLU
Selahaddin MENTEŞ
Basri BAĞCI