“...
1) 7144 sayılı “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 24/3/1950
tarihli ve 5659 sayılı Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü Kuruluş Kanununun ek 1
inci maddesinin üçüncü fıkrasını değiştiren 3. maddesinin Anayasa’ya
aykırılığı.
7144 sayılı Kanun’un 3. maddesi:
“MADDE 3- 24/3/1950 tarihli ve 5659 sayılı Atatürk Orman Çiftliği
Müdürlüğü Kuruluş Kanununun ek 1 inci maddesinin üçüncü fıkrası aşağıdaki
şekilde değiştirilmiştir.
“Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının uygun görüşü ile Atatürk Orman
Çiftliği arazilerinin, ekli (2) numaralı Sınır Krokisinde koordinatları
belirlenen arazisi, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ile Atatürk Orman
Çiftliği tüzel kişiliğine bir külfet ve yükümlülük getirmemek kaydıyla, Atatürk
Orman Çiftliği Müdürlüğü ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı arasında
yapılacak bir protokolle Ankara Büyükşehir Belediyesine; hayvanat bahçesi, tema
park, rekreasyon alanları ile buralara gelecek ziyaretçilerin günübirlik
ihtiyaçlarını karşılayacak yapılar yapılmak üzere yirmi dokuz yıllığına ve
bedelsiz olarak tahsis edilir. Tahsis süresinin sonunda, alan içerisindeki her
türlü yapı tesis ve malzeme bedelsiz olarak Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğüne
devredilir. Tahsis edilen bu alan, Ankara Büyükşehir Belediyesince tespit
edilecek şartlarla yirmi dokuz yıla kadar üçüncü kişilere kiraya veya işletmeye
verilebilir. Kiraya veya işletmeye verilen bu alanlar, bu maddenin beşinci
fıkrasındaki kısıtlamalara tabi değildir.”
hükmünü içermektedir.
Söz konusu maddenin gerekçesinde;
“Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının uygun görüşü ile maddeye ekli
krokide koordinatları belirlenen arazinin, 29 yılı aşmamak üzere Gıda Tarım ve
Hayvancılık Bakanlığı ve Atatürk Orman Çiftliği tüzel kişiliğine bir külfet ve
yükümlülük getirmemek kaydıyla, Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü ve Ankara
Büyükşehir Belediye Başkanlığı arasında yapılacak bir protokolle Ankara
Büyükşehir Belediyesine hayvanat bahçesi, tema park, rekreasyon alanları ile
buralara gelecek ziyaretçilerin günü birlik ihtiyaçlarını karşılayacak yapılar
yapılmak üzere bedelsiz olarak tahsisi öngörülmektedir. Düzenleme ile Ankara
iline ekonomik ve sosyal alanda büyük katkı sağlanacaktır.”
açıklaması yer almaktadır.
Atatürk Orman Çiftliği, 05.05.1925 tarihinde, önce 20 000 dekar, daha
sonra Balgat, Etimesgut, Çakırlar, Macun, Güvercinlik, Tatar ve Yağmurbaba gibi
arazilerin de satın alınmasıyla 52 000 dekarlık arazi üzerine M. Kemal
Atatürk’ün emriyle kurulmuştur. Çiftlik kuruluşunda Atatürk’ün kendi kişisel
mülküdür.
İlk adı “Orman Çiftliği” olan Çiftlik arazisinin bir bölümü, ilk kuruluşu
sırasında bataklık halindedir. Ancak, yapılan çalışmalarla bataklık ve sazlık
olan bu bölge tarıma elverişli duruma getirilmiş, tarım, hayvancılık ile ıslah
projelerine öncülük yapma görevlerini üstlenmiştir. Kuruluş amaçları
doğrultusunda, Atatürk Orman Çiftliğinde ilk aşamada ziraat ve hayvancılık
organize edilmiştir. Bunun uzantısı olarak endüstriyel tesisler
oluşturulmuştur. Doğal olarak üretimin değerlendirilmesi için piyasalarla
ilişkiyi sağlamak için bazı yapılanmalar kurulmuştur. Bunun için satış
mağazaları, lokanta ve gazinolar açılmıştır. Atatürk Orman Çiftlikleri satış
mağazalarında, çiftliklerin bütün mahsulleri satılmıştır. Atatürk, kurduğu
Orman Çiftliği’ni, kuruluş amaçları çerçevesinde yönetilmesi umuduyla
11.06.1937 ve 13.06.1937 tarihli iki yazısı ile hazineye bağışlamıştır. Bağışın
ardından, bu Çiftliklerin yönetilmesi için 01.01.1938 günlü 3308 sayılı Yasa
ile Devlet Ziraat İşletmeleri Kurumu (DZİK) kurulmuş ve bütün taşınmazlar bu
kuruma devredilmiştir. Bu dönemde Orman Çiftliği, “Gazi Orman Çiftliği” adını
alarak faaliyetlerini sürdürmüştür. 1950 yılına gelene kadar, Atatürk Orman Çifliği
ile ilgili yasal bir düzenlemeye gerek duyulmamıştır. Çiftliğin özelliği
dikkate alınarak 24.03.1950 tarihinde 5659 sayılı Atatürk Orman Çiftliği
Müdürlüğü Kuruluş Kanunu ile Çiftlik, “Atatürk Orman Çiftliği” adı altında
Tarım Bakanlığı’na bağlı tüzel kişiliğe sahip bir kuruluş haline getirilmiştir.
Atatürk Orman Çiftliği devlet eliyle kırsal kalkınmanın bir örneği olarak
ürünlerinin bütün Türkiye tarafından tüketildiği bir tarımsal işletme olmanın
yanında, Cumhuriyet değerlerinin yerleşmesi için gerekli ortak yaşam
alanlarının oluşması için de ilgili zeminin ortaya çıkmasına katkıda
bulunmuştur. Kurulduğunda 52.000 dekar olan Atatürk Orman Çiftliği arazisi
geçen dönem zarfında özel kanunla, protokollerle, kiralama yolu ile aynı
zamanda yasasız, protokolsüz devirlerle bir bölümünü kaybetmiştir.
Halen yürürlükte olan 5659 sayılı Yasa’nın en önemli yönü, Atatürk Orman
Çiftliği arazisinin kullanımı ve korunmasına yönelik maddeleri içermesidir. 9.
ve 10. maddeler Çiftliğin arazilerinin devredilmesini zorlaştırmayı
amaçlamaktadır.
5659 sayılı Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü Kuruluş Kanununun 10.
maddesi; “Atatürk Orman Çiftliğinin bu kanunun yayımı tarihindeki sınırları
içinde bulunan gayrimenkullerin gerçek veya tüzelkişilere devir ve temliki ve
kamulaştırılması özel bir kanunla izin alınmasına bağlıdır.” hükmünü
taşımaktadır.
Anılan kanunun 9. maddesi hükmüne göre de; “Müdürlüğün bütün malları
Devlet malı hükmündedir. Bu mallar aleyhine suç işleyenler Devlet malları
aleyhine suç işleyenler gibi ceza göreceklerdir.
5659 sayılı Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü Kuruluş Kanununa 21.06.2006
tarih ve 5524 sayılı Kanunun 1. maddesiyle eklenen EK Madde1’in 3. fıkrası;
“Tarım ve Köyişleri Bakanlığının uygun görüşü ile Atatürk Orman Çiftliği
arazilerinin onaylı imar planlarında görülen hayvanat bahçesi 10 yılı aşmamak
üzere herhangi bir şekilde Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ve Atatürk Orman
Çiftliği tüzel kişiliğine bir külfet ve yükümlülük getirmemesi kaydı ile
Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü ile Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı arasında
yapılacak bir protokolle Ankara Büyükşehir Belediyesi lehine intifa hakkı tesis
edilebilir. Tarım ve Köyişleri Bakanlığının uygun görüşü üzerine Hayvanat
Bahçesi içerisindeki işletmeler tahsis amacına uygun olarak Büyükşehir
Belediyesi tarafından üçüncü şahıslara kiraya verilebilir.”
düzenlemesini içermektedir.
Mevcut Yasanın Ek 1. maddesinin son fıkralarında
“Büyükşehir Belediyesine tahsis edilen araziler, Büyükşehir Belediyesince
hiçbir şekilde maddede belirtilen amaçlar dışında kullanılamaz. Yukarıdaki
fıkralarda belirtilen amaca aykırı kullanımlara teşebbüsün ve/veya kullanımın
tespiti halinde bu arazilerin intifa ve/veya işletme hakkı Atatürk Orman
Çiftliği Müdürlüğüne derhal iade edilir.
Atatürk Orman Çiftliği arazileri üzerinde konut, ticaret ve sanayi amaçlı
yapılaşma yapılamaz.”
hükmü de yer almaktadır.
Söz konusu değişiklikten ve imzalanan protokolden sonra Ankara Belediyesi
tarafından ilgili alanda yapılan çalışmalarda hayvanat bahçesinin tamamen
ortadan kaldırıldığı, “tema park “ adı altında bir park inşaatına geçildiği,
süre dolmasına rağmen ilgili alanda yapım, inşaat ve düzenleme faaliyet ve
işlemlerin devam ettiği anlaşılmaktadır.
Kanun maddesi metninde 10 yıllık süre 29 yıla çıkarılmakta, ayrıca tahsis
edilen bu alanın, Ankara Büyükşehir Belediyesince tespit edilecek şartlarla
yirmi dokuz yıla kadar üçüncü kişilere kiraya veya işletmeye verilebilmesine
olanak tanınmaktadır.
Diğer bir deyişle, madde metniyle 5659 sayılı Atatürk Orman Çiftliği
Müdürlüğü Kuruluş Kanununun ek 1 inci maddesinin üçüncü fıkrasını ekleyen 3. maddesinde
yapılan değişiklik 2006 yılından geçen bu süre zarfında Ankara Büyükşehir Belediyesi
tarafından bu alanda Yasaya aykırı olarak yapılan işlemlere bir meşruiyet
kazandırmakta, ayrıca adı geçen belediyeye Atatürk Orman Çiftliği arazisi için
yapılan intifa hakkı tesisi ile ilgili süreyi de 29 yıla çıkarmaktadır.
Mustafa Kemal Atatürk‘ün 1925 yılında “Orman
Çiftliği” adıyla kurduğu ve 1937 yılında Türkiye Cumhuriyet‘ine vasiyet
mektubuyla emanet ettiği Atatürk Orman Çiftliği, örnek bir tarımsal üretim
alanı olması yanında, aynı zamanda kentliler için bir dinlenme ve sosyal yaşam
alanı olarak planlanmış ve Ankaralıların kuşaklar boyu sahiplendikleri bir
rekreasyon alanı olmuştur. Taşıdığı doğal ve kültürel değerler, kentin ve
ülkenin toplumsal belleğindeki yeri ile Atatürk Orman Çiftliği özel bir kültürel
peyzaj alanıdır. Ankara‘nın Batı koridoru üzerinde kentsel gelişme
alanlarının ortasında uzanan bir rekreasyon alanı olması yanında, Ankara Çayı
boyunca uzanan sürekli bir ekolojik koridor oluşturmaktadır.
Cumhuriyetin kurucuları kentleşme ile ilgili planlamalarında ve uygulamalarında
yeşil alan ve toplumsal yaşam alanlarının kurulmasına özel bir önem
vermişlerdir.
Atatürk Orman Çiftliği Atatürk’ün armağanıdır. Çiftliğin bağışlanma
amacına uygun olarak kullanılmasının güvencesi Türkiye Büyük Millet Meclisidir.
Atatürk Orman Çifliği Türkiye Büyük Millet Meclisine, milletvekillerine emanet
edilmiş bir mirastır. Bu nedenlerle Atatürk’ün mirası olan ve devlet malı
niteliğinde bulunan AOÇ arazisi üzerindeki yasal olmayan tasarruflara menşei
teşkil eden bu tür düzenlemelere izin verilmemesi gerekmektedir.
Anayasanın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti; Anayasa Mahkemesinin
birçok kararında da açıklandığı üzere; eylem ve işlemleri hukuka uygun olan,
her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek
sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet
organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalarla kendini bağlı sayan, yargı
denetimine açık, Anayasa’nın ve yasaların üstünde yasa
koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri bulunduğu
bilincinde olan devlettir.
Kanunların kamu yararının sağlanması amacına yönelik olması, genel,
objektif, adil kurallar içermesi ve hakkaniyet ölçütlerini gözetmesi hukuk
devleti olmanın gereğidir. Bir kuralın kamu yararı dışında saklı bir amacı
gerçekleştirmek amacıyla konulduğu ve keyfiliği teşvik ettiği durumlarda yetki
saptırması durumu ve giderek kuralın amaç açısından sakatlığı ortaya çıkar.
Diğer taraftan, Anayasa'nın 2’nci maddesinde yer alan hukuk devletinin
temel ilkelerinden biri 'belirlilik'tir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin
hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer
vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması gereklidir.
Yasa metinlerinde açıklıktan yoksun ve keyfi bir düzenleme,
öngörülemezlik ve belirsizlik yaratır. Belirlilik ve öngörülebilirlik
özellikleri taşımayan ve dolayısı ile hukuki güvenlik sağlamayan kurallar ise “hukuk
devleti” ilkesi ve dolayısıyla Anayasanın Türkiye Cumhuriyetinin bir hukuk
devleti olduğunu ifade eden 2. maddesi ile bağdaşmaz.
7144 sayılı “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 24/3/1950
tarihli ve 5659 sayılı Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü Kuruluş Kanununun Ek 1
inci maddesinin üçüncü fıkrasını ekleyen 3. maddesinde, Ankara Büyükşehir
Belediyesine 29 yılı aşmamak üzere hayvanat bahçesi, tema park, rekreasyon
alanları ile buralara gelecek ziyaretçilerin günü birlik ihtiyaçlarını
karşılayacak yapılar yapılmak üzere bedelsiz olarak tahsisi öngörülen Atatürk
Orman Çiftliği arazisinin, adı geçen belediye tarafından tespit edilecek
şartlarla yirmi dokuz yıla kadar üçüncü kişilere kiraya veya işletmeye
verilebileceği hükme bağlanmıştır. Ancak söz konusu düzenlemede belediye
tarafından tespit edilecek şartların nelerden ibaret olduğu konusunda net bir
belirleme yapılmamıştır. Bu düzenleme ile Ankara Büyükşehir Belediyesi söz
konusu alanla ilgili kullanma hakkını kendisinin belirleyeceği şartlarla
üçüncü kişilere devredebilecektir.
İptali istenilen madde metninde yer alan;”Tahsis edilen bu alan, Ankara
Büyükşehir Belediyesince tespit edilecek şartlarla yirmi dokuz yıla kadar
üçüncü kişilere kiraya veya işletmeye verilebilir.” şeklindeki düzenleme tam
olarak kesinlik ve belirlilik içermediği için Anayasa’nın 2. maddesine
aykırılık içermektedir.
Anayasa'nın 7’nci maddesinde de, 'Yasama yetkisi Türk Milleti adına
Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.' denilmiştir. Buna
göre, yasa ile yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme
yetkisinin verilebilmesi olanaklı değildir. Yürütmenin düzenleme yetkisi,
sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir yetkidir. Yasa ile yetkilendirme
Anayasa'nın öngördüğü biçimde yasa ile düzenleme anlamını taşımamaktadır. Temel
ilkeleri belirlenmeksizin ve çerçevesi çizilmeksizin, yürütme organına
düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralı ile sınırsız, belirsiz, geniş bir
alanın yönetimin düzenlemesine bırakılması, Anayasa'nın belirtilen maddesine
aykırılık oluşturur.
İptali istenilen 7144 sayılı “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun”un 24/3/1950 tarihli ve 5659 sayılı Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü
Kuruluş Kanununun ek 1 inci maddesinin üçüncü fıkrasını değiştiren 3.
maddesinde yer alan Ankara Büyükşehir Belediyesine 29 yılı aşmamak üzere hayvanat
bahçesi, tema park, rekreasyon alanları ile buralara gelecek ziyaretçilerin
günü birlik ihtiyaçlarını karşılayacak yapılar yapılmak üzere bedelsiz olarak
tahsisi öngörülen Atatürk Orman Çiftliği arazisinin, adı geçen belediye
tarafından tespit edilecek şartlarla yirmi dokuz yıla kadar üçüncü kişilere
kiraya veya işletmeye verilebileceği yönündeki düzenleme, Ankara Büyükşehir
Belediyesine muğlak bir takdir yetkisi vermekte, yani yürütme organına temel
ilkeler belirlenmeden sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisi tanımaktadır. Bu
durum aynı zamanda hukuk güvenliğini tehlikeye düşürmekte, asli düzenleme
yetkisinin yürütmeye devri anlamına gelmektedir.
Anayasa Mahkemesi'nin çok sayıda yasaların iptal gerekçelerinde
belirttiği gibi, “yasa ile düzenleme”, yasama organının uygulanacak kuralları,
usul ve esasları “nesnel” (objektif) biçimde belirlemesini gerektirir. Yasa
koyucunun “nesnel” biçimde ilke ve yöntemleri belirlemeden, bunları belirleme
yetkisini yürütme organına devretmesi, “yasama yetkisinin devri” anlamına gelir
ve Anayasa'nın 7. maddesine aykırılık oluşturur.
Anayasa Mahkemesi’nin 11.04.2007 tarihli 2006/35 E. ve 2007/48 K. Sayılı
kararında;
“Anayasanın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin başlangıçta belirtilen
temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu
vurgulanmıştır. Hukuk devleti, tüm işlem ve eylemleri hukuka uygun olan, her
alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdürmeyi amaçlayan,
hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasaya aykırı durum ve
tutumlardan kaçınan, insan haklarına saygı duyarak bu hak ve özgürlükleri
koruyup güçlendiren, yargı denetimine açık, yasaların üstünde Anayasa ve yasa
koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri bulunduğu bilincinde olan
devlettir.
Anayasanın 7. maddesinde “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük
Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.”
denilmektedir.
Buna göre, yasa koyucunun temel ilkeleri koymadan, çerçeveyi çizmeden
yürütmeye yetki vermemesi, sınırsız, belirsiz bir alanı, yönetimin
düzenlemesine bırakmaması gerekir.
Anayasa Mahkemesi’nin daha önceki kararlarında vurgulandığı üzere,
Anayasada yasa ile düzenlenmesi öngörülen konularda yürütme organına genel ve
sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisinin verilmesi olanaklı değildir.
Yürütmenin düzenleme yetkisi yasa ile sınırlandırılmış, tamamlayıcı bir
yetkidir. Bu nedenle, Anayasada öngörülen ayrık durumlar dışında, yürütme
organına yasalarla düzenlenmemiş bir alanda genel nitelikte kural koyma yetkisi
verilemez. Ayrıca, yürütme organına düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralının Anayasanın
7. maddesine uygun olabilmesi için temel ilkelerin konulması, çerçevenin
çizilmesi, düzenleme için sınırsız, süresiz, belirsiz, geniş bir alanın
bırakılmaması gerekir.
Bu nedenle iptali istenilen maddede yer alan; “Tahsis edilen bu alan,
Ankara Büyükşehir Belediyesince tespit edilecek şartlarla yirmi dokuz yıla
kadar üçüncü kişilere kiraya veya işletmeye verilebilir.” şeklindeki düzenleme
Ankara Büyükşehir Belediyesince tespit edilecek şartlar açısından herhangi bir
kriter ve sınırlama içermediği için Anayasanın 7. maddesi hükmüne de uygun
düşmemektedir.
Anayasanın “mülkiyet hakkı” başlıklı 35. maddesi;
“Madde 35- Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak
kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması
toplum yararına aykırı olamaz.”
hükmünü içermektedir.
Atatürk tarafından Atatürk Orman Çiftliği
arazisinin de hazineye devrini içeren 11 Haziran 1937 tarihinde Başbakanlığa
gönderilen “ÇİFTLİKLERİN HAZİNEYE DEVRİ HAKKINDA BAŞVEKALETE” başlıklı yazıda;
“Çiftliklerin, yerine göre, araziyi ıslah ve tanzim etmek, muhitlerini
güzelleştirmek, halka gezecek eğlenecek ve dinlenecek sıhhi yerler, hilesiz ve
nefis gıda maddeleri temin eylemek, bazı yerlerde ihtikârla fiili ve
muvaffakiyetli mücadelede bulunmak gibi hizmetleri zikre şayandır. Bünyelerinin
metanetini ve muvaffakiyetlerinin temelini teşkil eden geniş çalışma ve ticari
esaslar dâhilinde idare edildikleri ve memleketin diğer mıntıkalarında da
mümasilleri tesis edildiği takdirde tecrübelerini müspet iş sahasından alan bu
müesseselerin ziraat usullerini düzeltme, istihalaatı artırma köyleri
kalkındırma yolunda devletçe alınan ve alınacak olan tedbirlerin hüsnü intihap
ve inkişafına çok müsait birer amil ve mesnet olacaklarına kani bulunuyorum ve
bu kanaatle tasarrufum altındaki bu çiftlikleri bütün tesisat, hayvanat ve
demirbaşlarıyla beraber hazineye hediye ediyorum”
denilmektedir.
Mustafa Kemal Atatürk'ün kişisel mal
varlığı içinde olan Atatürk Orman Çiftliği, 1937 yılında Atatürk tarafından
şartlı olarak Hazineye bağışlanmıştır. Bağışla ilgili pek çok resmi belgeye
göre; Atatürk Orman Çiftliği üzerindeki bütün zirai işletmeler, donanımları
birlikte bir zirai üretim birimi olarak korunması ve işlerliğinin devamı şartı
ile Hazineye devredilmiştir. Yukarıda bir bölümüne yer verilen devir yazısında ayrıca,
çiftlikte arazi ıslahı ve düzenlenmesi yapılması, çevrenin güzelleştirilmesi,
halka gezecek-eğlenecek ve dinlenecek sağlıklı yerler sağlanması, halka nefis
ve katıksız gıda maddeleri üretilmesi ve temini amacı açıkça belirtilerek
bunların gerçekleştirilmesi yükümlülüğü konulmuştur. Atatürk'ün kişisel mülkünü
bağışladığı Hazine, Atatürk Orman Çiftliği'nin mülkiyetini yukarıdaki
yükümlülükleri ile birlikte devralmış bulunmaktadır. Mustafa Kemal Atatürk'ün
1937 yılında, tasarrufu altındaki Atatürk Orman Çiftliği arazisini Hazineye
hediye etmesi herkes için geçerli olan objektif kurallar çerçevesinde
gerçekleşmiştir. Bu işlemler hukuken bugün de yürürlükte olan yasa kurallarına
göre, Medeni Kanun ve Borçlar Kanunu kurallarına göre gerçekleşmiştir.
Bu devir işlemi, devir yazısında açıkça yazıldığı ve 1937
yılında düzenlenen resmi yazışmalarda da teyit edildiği üzere şarta bağlı ve
mükellefiyetli bir işlemdir. Anayasa’nın 35. maddesinde herkesin
mülkiyet ve miras haklarına sahip olduğu hususu düzenlenmiştir Bu nedenlerle,
Mustafa Kemal Atatürk'ün Hazineye hediye ettiği çiftlik arazisi Mustafa Kemal
Atatürk’ün bu çiftlikleri devir yazısında yer alan iradesi ve buyruğu yönünde
kullanılabilir. Mustafa Kemal Atatürk, Atatürk Orman Çiftliğini kararteristiği bir
tarım işletmesi olarak bir bütünlük içinde kullanılmak ve işletmek üzere Hazineye
hediye etmiştir.
Anayasal olarak korunan bu hak, mülkiyet ve miras haklarının devamı ve
gereğidir. Devlet ve özel kişiler için konulmuş bu koruma kurallarının Mustafa
Kemal Atatürk’ün mülkiyet hakkı ve sözleşme hürriyeti için kullandırılmaması
söz konusu olamaz. Yasa koyucular, Atatürk Orman Çiftliği ile ilgili olarak
ancak ve ancak Atatürk Orman Çiftliğinin yönetimi ve korunması ile ilgili
yasal düzenlemeler yapabilirler, ancak bu düzenlemeleri de devir hükümlerinin
sınırlılıkları dahilinde gerçekleştirebilirler.
7144 sayılı “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 24/3/1950
tarihli ve 5659 sayılı Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü Kuruluş Kanununun ek 1
inci maddesinin üçüncü fıkrasını değiştiren 3. maddesinde yer alan
düzenlemeler öncelikle Mustafa Kemal Atatürk’ün devir iradesine uygun
düşmemektedir. Bu durum aynı zamanda Anayasanın “mülkiyet hakkı”
başlıklı 35. maddesine de aykırılık teşkil etmektedir.
Anayasa’nın “Toprak Mülkiyeti” başlıklı 44. maddesi;
“Madde 44 – Devlet, toprağın verimli olarak
işletilmesini korumak ve geliştirmek, erozyonla kaybedilmesini önlemek ve
topraksız olan veya yeter toprağı bulunmayan çiftçilikle uğraşan köylüye toprak
sağlamak amacıyla gerekli tedbirleri alır. Kanun, bu amaçla, değişik tarım
bölgeleri ve çeşitlerine göre toprağın genişliğini tesbit edebilir. Topraksız
olan veya yeter toprağı bulunmayan çiftçiye toprak sağlanması, üretimin
düşürülmesi, ormanların küçülmesi ve diğer toprak ve yeraltı servetlerinin
azalması sonucunu doğuramaz. Bu amaçla dağıtılan topraklar bölünemez, miras
hükümleri dışında başkalarına devredilemez ve ancak dağıtılan çiftçilerle
mirasçıları tarafından işletilebilir. Bu şartların kaybı halinde, dağıtılan
toprağın Devletçe geri alınmasına ilişkin esaslar kanunla düzenlenir.”
Anayasanın “Tarım, hayvancılık ve bu üretim dallarında çalışanların
korunması” başlıklı 45. maddesi;
“Madde 45- Devlet, tarım arazileri ile çayır ve mer'aların amaç dışı
kullanılmasını ve tahribini önlemek, tarımsal üretim planlaması ilkelerine
uygun olarak bitkisel ve hayvansal üretimi artırmak maksadıyla, tarım ve
hayvancılıkla uğraşanların işletme araç ve gereçlerinin ve diğer girdilerinin
sağlanmasını kolaylaştırır. Devlet, bitkisel ve hayvansal ürünlerin
değerlendirilmesi ve gerçek değerlerinin üreticinin eline geçmesi için gereken
tedbirleri alır.”
hükmünü içermektedir.
Yukarıda da belirtildiği üzere Mustafa Kemal Atatürk, Atatürk Orman
Çiftliğini kararteristiği bir tarım işletmesi olarak bir bütünlük içinde
kullanılmak ve işletmek üzere Hazineye hediye etmiştir. Anayasa’nın
44. ve 45. maddeleri ile Devlete toprağın verimli olarak işletilmesini korumak
ve geliştirmek, erozyonla kaybedilmesini, tarım arazileri ile çayır ve
meraların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini önlemek yükümlülüğü
öngörülmüşken, mutlak tarım arazisi niteliği
taşıyan Atatürk Orman Çiftliği arazisi ile ilgili olarak 7144 sayılı “Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 24/3/1950 tarihli ve 5659
sayılı Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü Kuruluş Kanununun Ek 1 inci maddesinin
üçüncü fıkrasını değiştiren 3. maddesinde yer alan düzenlemeler, Anayasa’nın 44. ve 45. maddeleri hükümlerine de uygun
bulunmamaktadır.
“Anayasanın Milletlerarası anlaşmaları uygun bulma” başlıklı 90. maddesi;
“Madde 90- Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı devletlerle ve
milletlerarası kuruluşlarla yapılacak andlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır.
Ekonomik, ticari veya teknik ilişkileri düzenleyen ve süresi bir yılı
aşmayan andlaşmalar, Devlet Maliyesi bakımından bir yüklenme getirmemek, kişi
hallerine ve Türklerin yabancı memleketlerdeki mülkiyet haklarına dokunmamak
şartıyla, yayımlanma ile yürürlüğe konabilir. Bu takdirde bu andlaşmalar,
yayımlarından başlayarak iki ay içinde Türkiye Büyük Millet Meclisinin
bilgisine sunulur.
Milletlerarası bir andlaşmaya dayanan uygulama andlaşmaları ile kanunun
verdiği yetkiye dayanılarak yapılan ekonomik, ticari, teknik veya idari
andlaşmaların Türkiye Büyük Millet Meclisince uygun bulunması zorunluğu yoktur;
ancak, bu fıkraya göre yapılan ekonomik, ticari veya özel kişilerin haklarını
ilgilendiren andlaşmalar, yayımlanmadan yürürlüğe konulamaz.
Türk kanunlarına değişiklik getiren her türlü andlaşmaların yapılmasında
birinci fıkra hükmü uygulanır.
Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun
hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa
Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve
özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı
hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma
hükümleri esas alınır.”
hükmünü taşımaktadır.
Kanunlar hiyerarşisinde Anayasa, uluslararası anlaşmalar, kanunlar,
tüzükler, yönetmelikler sıralaması bulunmaktadır. Hatta uluslararası
anlaşmaların Anayasa’ya aykırılığının da iddia edilmemesi nedeniyle
uluslararası anlaşmaların bu hiyerarşi içerisinde ön sırada yer aldığı
söylenebilir. Anayasanın 90. maddesinde; Usulüne göre yürürlüğe konulmuş
Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya
aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz”. hükmü yer almaktadır.
Bu anayasa hükmüne göre, dava konumuzla ilgili uluslararası sözleşmeler
ile ulusal yasaların çelişmesi halinde, Uluslararası sözleşme hükümlerinin
uygulanması gerekmektedir. Atatürk Orman Çiftliği ve benzeri tarihi ve doğal
alanlar; insanlığın ortak kültür mirasıdır ve korunması gerekir. Günümüzde bu
tür değerlerin korunması için pek çok uluslararası sözleşme imzalanmış ve
ulusal yasalar çıkartılmıştır.
23 Kasım 1972-Paris- Dünya Kültür ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair
Sözleşme ile “...kültür mirası ve doğal miras niteliğindeki varlıkların
evrensel miras olduğu kabul edilmiş, sözleşmeci ülkelere, kendi ülkelerindeki,
kültür mirası ya da doğal miras sayılabilecek varlıkların saptanması,
korunması, muhafazası teşhiri ve gelecek kuşaklara iletilmesinin sağlanması...”
görevi yüklenmiştir. 14.04.1982 tarihli ve 2658 sayılı Kanunla katılmamız
uygun bulunan söz konusu sözleşmenin onaylanması 14.02.1983 tarih ve 17959
Sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 23.05.1982 tarih ve 8/4788 sayılı Bakanlar
Kurulu Kararı uygun bulunmuştur.
03.10.1985 Granada Avrupa Mimari Mirasının Korunması Sözleşmesi ile
korunacak anıt, bina grupları ile ören yerlerinin kesin olarak tespit
edilebilmesi için sözleşmeci devletler; “...bu tarihsel varlıkların
envanterlerini oluşturmayı, bu tarihsel varlıklara zarar verebilecek tehlikeli
durum doğduğunda, en kısa zamanda gerekli dokümanları hazırlamayı, mimari
mirasın korunması için yasal önlemleri almayı, korunma için gerekli
denetlemeleri yapmayı, korunan varlıkların bozulmasını, hasar görmesini veya
yıkılmasını, önlemeyi...” taahhüt etmişlerdir. 3
Ekim 1985 tarihinde imzalanan ve 13/4/1989 tarihli ve 3534 sayılı kanunla onaylanması
uygun bulunan söz konusu sözleşmenin onaylanması, 22.07.1989 tarih ve 20229
sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 18.05.1989 tarih ve 89/14165 sayılı Bakanlar
Kurulu Kararı ile uygun bulunmuştur.
20 Ekim 2000 tarihli Avrupa Peyzaj Sözleşmesi bu tür tarihi ve kültürel
miras değerlerini uluslararası önemde korumayı zorunlu kılacak taahhütleri
içermektedir. Avrupa Peyzaj Sözleşmesi, 20 Ekim 2000 tarihinde imzaya açılmış
ve ülkemiz sözleşmeyi bu tarihte imzalamıştır. Avrupa Peyzaj Sözleşmesi’nin Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair 10.06.2003 tarih ve 4881 sayılı Kanun 17.06.2003 tarih
ve 25141 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır.
Avrupa Peyzaj Sözleşmesi; peyzajın kültürel, ekolojik, çevresel ve
sosyal alanlarda kamu yararı taşıdığını; peyzajın yerel kültürlerin
biçimlenmesine katkısı sağladığını ve bunun da Avrupa kültürel ve doğal
mirasının en önemli parçası olduğunu, insanın refahı ve Avrupalı kimliğinin
pekiştirilmesine katkıda bulunduğunu vurgulamaktadır. Bu sözleşmeyi imzalayan
her bir taraf peyzajları, yasayla, insanların çevrelerinin önemli bir bileşeni,
onların paylaştıkları kültürel ve doğal mirasın çeşitliliğinin bir ifadesi ve
kimliklerinin bir temeli olarak tanımayı taahhüt etmektedir. “Ülkeler; peyzajı,
bölgesel ve şehir planlama politikalarına ve kültürel, çevresel, tarımsal,
sosyal ve ekonomik politikalarına ve aynı zamanda peyzaj üzerinde doğrudan veya
dolaylı etkisi olabilecek diğer politikalarına katmayı yükümlenir” denilmekte
olup burada ülkeselbölgesel fiziki planlarda, peyzaj alanlarının korunması ve
kent yerleşimlerinin planlanmasında peyzajın temel bir veri olarak ele alınması
amaçlanmaktadır (Md.5).
7144 sayılı “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 24/3/1950
tarihli ve 5659 sayılı Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü Kuruluş Kanununun ek 1
inci maddesinin üçüncü fıkrasını değiştiren 3. maddesinde yer alan
düzenlemeler geçmişte yapılan ve T.B.M.M. tarafından da onaylanmış bulunan uluslararası
anlaşmalara aykırı düzenlemeleri içerdiğinden Anayasanın 90. maddesine de aykırı
bulunmaktadır.
Yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere 7144 sayılı “Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 24/3/1950 tarihli ve 5659 sayılı Atatürk
Orman Çiftliği Müdürlüğü Kuruluş Kanununun ek 1 inci maddesinin üçüncü
fıkrasını değiştiren 3. maddesinde yer alan düzenlemeler Anayasanın 2., 7.,
35., 44., 45. ve 90 maddelerine aykırı içerik taşımaktadır.
2) 7144 sayılı “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 18/12/1953
tarihli ve 6200 sayılı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanunun ek 11 inci maddesinin ikinci fıkrasını değiştiren 4.
maddesinin Anayasaya aykırılığı
7144 sayılı Kanun”un 4. maddesi;
“MADDE 4- 18/12/1953 tarihli ve 6200 sayılı Devlet Su İşleri Genel
Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun ek 11 inci maddesinin
ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Devlet tarafından yapılacak destekleme ödemesi almaya hak kazanan
çiftçilerin vadesi geldiği halde ödenmeyen sulama işletme ve bakım ücreti veya
su kullanım hizmet bedeli borcu veya münferiden tarımsal sulamada kullanılan
elektrik enerji borcu bulunması halinde; DSİ veya işletme ve bakım sorumluluğu
devredilen gerçek veya tüzel kişi veya elektrik dağıtım şirketi ve/veya
elektrik perakende satış şirketi tarafından tarımsal destekleme ödemesi yapacak
bankaya borç miktarı bildirilir. Bu bildirim üzerine; çiftçilerin destekleme
ödemelerinden borç tutarı mahsup edilerek DSİ veya işletme ve bakım sorumluluğu
devredilen gerçek veya tüzel kişiye veya elektrik dağıtım şirketine ve/veya
elektrik perakende satış şirketine ödenir.”
hükmünü içermektedir.
Maddenin gerekçesinde;
“Madde ile tarımsal desteklemelerden yararlanmakta olan çiftçilerin tarımsal
sulamada kullandıkları elektrik bedelinden kaynaklanan borçlarının, kaynakta
kesinti yapılmak suretiyle yasal takibe gerek kalmaksızın tahsili
sağlanmaktadır.”
açıklaması yer almaktadır.
Aslında madde gerekçesinde; tarımsal desteklemelerden yararlanmakta olan
çiftçilerin tarımsal sulamada kullandıkları elektrik bedelinden kaynaklanan
borçlarının, kaynakta kesinti yapılmak suretiyle yasal takibe gerek kalmaksızın
tahsili sağlanmaktadır, denilmesine karşın madde metni içeriği çiftçilerin sadece
elektrik enerji borcunu içermemekte ödenmeyen sulama işletme ve bakım ücreti
veya su kullanım hizmet bedeli borcunu da içermektedir.
Maddede yer alan bu düzenleme ile tarımsal desteklemelerden yararlanan
çiftçilerin tarımsal sulamada kullandıkları elektrik ve sulama borçlarının
yasal takibe gerek kalmaksızın tahsili sağlanması amaçlanmaktadır. Bu
çiftçilerin ödenmeyen sulama işletme, bakım ücreti, su kullanım hizmet bedeli
borcunun yanı sıra tarımsal sulamada kullanılan elektrik enerji borcu bulunması
halinde; Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğü, işletme ve bakım sorumluluğu
devredilen gerçek veya tüzel kişi, elektrik dağıtım şirketi veya elektrik
perakende satış şirketi, tarımsal destekleme ödemesi yapacak bankaya borç
miktarını bildirecek. borç tutarı, çiftçilerin destekleme ödemelerinden mahsup
edilerek, DSİ veya işletme ve bakım sorumluluğu devredilen gerçek veya tüzel
kişiye, elektrik dağıtım şirketine veya elektrik perakende satış şirketine
ödenecektir.
Elektrik enerjisi ve su kullanımı toplumun vazgeçilmez ortak
gereksinimlerindendir. Tarımda kullanımının gerekliliği tartışmasız bir
gerçektir.
Elektrik dağıtım bölgelerinde varlıkların daha verimli işletileceği,
maliyetlerin azalacağı, kayıp kaçağın düşürüleceği inancıyla Türkiye’de
elektrik dağıtımı özelleştirilmiştir.
Elektrik dağıtım şebekelerinin özel sektör eliyle işletilmesi amacıyla
ilk özelleş tirme girişimine 1989 yılında başlanmıştır. Bu yıllarda 3096 sayılı
Yasa çerçevesinde ilk olarak Kayseri ve Civarı Elk. TAŞ, Çukurova Elk. AŞ.
Kepez AŞ. ve Aktaş Elk. AŞ. ilgili bölgelerinde elektrik üretim, iletim,
dağıtım ve ticareti ile görevlendirilmişlerdir. Yapılan görevlendirmelerin
hukuksal zemine oturmaması ve dava konusu olması iktidarı değişik modeller
aramaya itmiş ve 3096 sayılı Kanundan sonra sırasıyla, önce Yap-İşlet-Devret
modeli olarak bilinen 3996 sayılı Kanun devamında da Yap-İşlet modeli olarak
bilinen 4283 sayılı Kanun yürürlüğe girmiştir. Bu modellerin uygulamaya
konulması, işletmede yaşanan sorunları çözümlemediği gibi tarifelerin yükselmesi
ve yatırımların mahsuplaşılması gibi konularda da sıkıntılar yaratmış ve
beklenen yararların sağlanamayacağı görülmüştür. Bilahare “Elektrik Sektörünün
Yeniden Yapılandırılması” adı altında “serbestleştirme” ve “özelleştirme”
amacına dönük olarak 2001 yılında 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu
çıkarılmıştır.
4628 sayılı Kanunun “Amaç” başlıklı 1.maddesinde Kanunun amacı;
elektriğin yeterli, kaliteli, sürekli, düşük maliyetli ve çevreyle uyumlu bir
şekilde tüketicilerin kullanımına sunulması için, rekabet ortamında özel hukuk
hükümlerine göre faaliyet gösteren, mali açıdan güçlü, istikrarlı ve şeffaf bir
elektrik enerjisi piyasasının oluşturulması ve bu piyasada bağımsız bir
düzenleme ve denetimin yapılmasının sağlanması olarak tanımlanmış, “Kapsam”
başlıklı 2. maddesinde de “Bu Kanun; elektrik üretimi, iletimi, dağıtımı,
toptan veya perakende satışı, ithalat ve ihracatı, piyasa işletimi ile bu
faaliyetlerle ilişkili tüm gerçek ve tüzel kişilerin hak ve yükümlülüklerini
kapsar” denilmektedir.
Söz konusu madde tanımlamalarından ve kanun metninde yer alan madde
içeriklerinden de anlaşılacağı üzere elektrik dağıtımı ve toptan ve perakende
satışı ile ilişkili tüm gerçek ve tüzel kişilerin hak yükümlülükleri serbest
rekabet ortamında özel hukuk hükümlerine göre belirlenecektir. Elektriğin
dağıtımı, toptan ve perakende satışı, tarifeler vb. konularında anılan kanunun
değişik maddelerinde düzenlemelere yer verilmiştir.
Geçmiş dönemlerde
tarımsal desteklemelerden yararlanan çiftçilerin tarımsal sulamada
kullandıkları elektrik borçlarını ödemeyenlerle ilglii olarak bu borçlarını
ödeyinceye kadar bunlara destekleme ödemesi yapılmamasına ilişkin bazı
Bakanlar Kurulu Kararnameleri yürürlüğe konulmuş, bu Bakanlar Kurulu Kararları
5488 sayılı Tarım Kanununun 19. maddesi hükmüne dayandırılmıştır. Aslında 5488
sayılı Kanunun “Tarımsal destekleme araçları” başlıklı 19. maddesinde Bakanlar
Kuruluna; tarımsal desteklemelerden yararlanan çiftçilerin tarımsal sulamada
kullandıkları elektrik borçlarını ödemeyenlerle ilglii olarak bu borçlarını
ödeyinceye kadar bunlara destekleme ödemesi yapılmamasını belirleme yetkisi de
verilmemiştir.
Herhangi bir yasal dayanağı olmayan söz konusu Bakanlar Kurulu Kararı
dayanak gösterilerek uygulama esaslarını düzenleyen bazı tebliğler de yürürlüğe
konulmuştur.
Dağıtım şirketleri ile çiftçiler arasında kullanılan elektriğin bedelinin
tahsil edilmesi ve takibi ile ilgili ilişki özel hukuk çerçevesinde devam
etmesi gerekirken çıkarılan Bakanlar Kurulu Kararları ve Tebliğlerle devlet
özel elektrik dağıtım şirketlerinin belli ölçüde tahsildarı konumuna düşürülmüş
olmaktadır.
4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanununda yer alan hükümlere göre elektrik
dağıtımı ve toptan ve perakende satışı ile ilişkili tüm gerçek ve tüzel
kişilerin hak yükümlülükleri serbest rekabet ortamında özel hukuk hükümlerine
göre belirlenecektir. Söz konusu dağıtım şebekelerinin ihale şartnameleri bu
hususlar dikkate alınarak tanzim edilmiş ve elektrik dağıtım şirketleri meri
mevzuat ve ihale şatnamesi ve sözleşmelerinde yer alan esasları dikkate alarak
sorumlu olunan bölgelerde elektrik dağıtım , perakende ve toptan satışını
üstlenmiş bulunmaktadırlar.
Söz konusu Kanunda, ihale şartnamelerinde ve sözleşmelerde devlete; özel
kişi ve kurumlar tarafından tüketilen elekrik bedelinin ödenmemesi veya tahsil
edilmemesi durumunda bu tüketim bedelinin değişik yöntemlerle cebri olarak
tahsilini sağlamayı veya bu cebri tahsilata aracı olabileceğine dair herhangi
bir görev ve yükümlülük verilmemiştir. Ayrıca böyle bir yetkinin ihale
işlemlerinin tamamlanmasından çok sonra devlet kurumlarına verilmesi
başlangıçtaki ihale koşullarının bilahare değiştirilmesi anlamına da
gelmektedir.
Kullanım sularının dağıtımının özelleştirilmesi ile ilgili bir süreç
T.B.M.M.’de kabul edilip yasalaşmış bulunan 19.04.2018 tarih ve 7139 sayılı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünün Teşkilat Ve Görevleri Hakkinda
Kanun İle Bazi Kanunlarda Ve Gida, Tarim Ve Hayvancilik Bakanliğinin Teşkilat
Ve Görevleri Hakkinda Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapilmasina Dair Kanun da yer alan bazı hükümlerle
başlatılmış bulunmaktadır.
Söz konusu Kanunun 7. maddesiyle 6200 sayılı Devlet
Su İşleri Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanuna
eklenen Ek Madde 11 ve 12 ‘de bu konuda bazı düzenlemelere ve sulama
tesislerinin DSİ tarafından hizmet alımı suretiyle
işlettirilebileceğine dair hükümlere yer verilmiş bulunmaktadır. 6200 sayılı Kanuna
eklenen Ek Madde 11’de “Devlet tarafından yapılacak destekleme ödemesi almaya
hak kazanan çiftçilerin vadesi geldiği halde ödenmeyen sulama işletme ve bakım
ücreti veya su kullanım hizmet bedeli borcu bulunması halinde; DSİ veya işletme
ve bakım sorumluluğu devredilen gerçek veya tüzel kişi tarafından tarımsal
destekleme ödemesi yapacak bankaya borç miktarı bildirilir. Bu bildirim
üzerine; destekleme ödemelerinden borç tutarı mahsup edilerek, DSİ veya işletme
ve bakım sorumluluğu devredilen gerçek veya tüzel kişiye ödenir.” şeklinde bir
düzenleme de yer almaktadır.Bu düzenleme ile de devlete sulama dağıtım
şirketlerinin tahsil edemediği alacaklarını tahsil etme görevi verilmiş
bulunmaktadır.
Anayasanın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti; Anayasa Mahkemesinin
birçok kararında da açıklandığı üzere; eylem ve işlemleri hukuka uygun olan,
her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek
sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet
organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalarla kendini bağlı sayan, yargı
denetimine açık, Anayasa’nın ve yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı
temel hukuk ilkeleri bulunduğu bilincinde olan devlettir.
Kanunların kamu yararının sağlanması amacına yönelik olması, genel,
objektif, adil kurallar içermesi ve hakkaniyet ölçütlerini gözetmesi hukuk
devleti olmanın gereğidir. Bir kuralın kamu yararı dışında saklı bir amacı
gerçekleştirmek amacıyla konulduğu ve keyfiliği teşvik ettiği durumlarda yetki
saptırması durumu ve giderek kuralın amaç açısından sakatlığı ortaya çıkar.
“Hukuk güvenliği
ilkesi”, hukuk devletinde uyulması zorunlu temel ilkelerden birini
oluşturmaktadır. Anayasada öngörülen temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının
ve insan haklarının yaşama egemen kılınmasının önkoşulu olan hukuk güvenliği
ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve
işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu
güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.
Anayasa Mahkemesinin E.1985/1, K.1986/4 sayılı Kararında da, “Yasa
koyucuya verilen düzenleme yetkisi, hiçbir şekilde kamu yararını ortadan
kaldıracak veya engelleyecek... biçimde kullanılamaz” denilmektedir.
Bir hukuk devletinde, devlet erki
kullanılarak yapılan tüm kamu işlemlerinin nihaî amacının 'kamu yararı' olması
gerekir. Bu gereklilik, kamu yararını, yasama organının takdir yetkisi için de
bir sınır konumuna getirir. Kamu yararı amacına yönelmemiş olan bir
düzenlemenin de, hukuk devleti ilkesine ve dolayısıyla Anayasa'nın 2 nci
maddesine aykırı düşeceği açıktır.
Bu nedenle, iptali istenen 7144 sayılı “Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun”un 18/12/1953 tarihli ve 6200 sayılı Devlet Su İşleri
Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun ek 11 inci maddesinin
ikinci fıkrasını değiştiren 4. maddesinde yer alan düzenleme Anayasanın 2 nci
maddesine aykırıdır.
Anayasanın 2’nci maddesinde Türkiye Cumhuriyetinin niteliği olarak sosyal
devlet ilkesini de benimsemiştir. Keza, bu ilkeye paralel olarak 5’inci
maddesinde devletin temel amaç ve görevini “kişilerin ve toplumun
refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini,
sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan
siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî
varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak” olarak
belirlemiştir. Sosyal devlet (sozialstaat , welfare state , Etat
providence ) anlayışı, Ergun Özbudun tarafından “devletin sosyal
barışı ve sosyal adaleti sağlamak amacıyla sosyal ve ekonomik hayata aktif
müdahalesini gerekli ve meşru gören bir anlayış” olarak tanımlanmaktadır. Diğer
bir ifadeyle sosyal devlet, herkese insan onuruna yaraşır asgarî bir hayat
seviyesi sağlamayı amaçlayan bir devlet anlayışı olarak tanımlanabilir.
Anayasa Mahkemesi de gerek 1961, gerekse 1982 Anayasası döneminde verdiği
kararlarıyla sosyal devlet ilkesini tanımlamaya çalışmıştır. Örneğin, 26-27
Eylül 1967 tarih ve E:1963/336 ,K.1967/29 sayılı Kararında sosyal devleti şu şekilde
tanımlamıştır.
“(Sosyal devlet) ferdin huzur ve refahını gerçekleştiren
ve teminat altına alan, kişi ve toplum arasında denge kuran, emek ve sermaye
ilişkilerini dengeli olarak düzenleyen, özel teşebbüsün güvenlik ve kararlılık
içinde çalışmasını sağlayan, çalışanların insanca yaşaması ve çalışma hayatının
kararlılık içinde gelişmesi için sosyal, iktisadî ve malî tedbirler alarak
çalışanları koruyan, işsizliği önleyici ve millî gelirin adalete uygun biçimde
dağılmasını sağlayıcı tedbirler alan adaletli bir hukuk düzeni kuran ve bunu
devam ettirmeye kendini yükümlü sayan, hukuka bağlı kararlılık içinde ve
gerçekçi bir özgürlük rejimini uygulayan devlet demektir”
Anayasa Mahkemesi 26 Ekim 1988 tarih ve E:1988/19, K.1988/33 sayılı
Kararında da sosyal devleti şöyle tanımlamıştır:
“Sosyal hukuk devleti, güçsüzleri güçlüler
karşısında koruyarak gerçek eşitliği yani sosyal adaleti ve toplumsal dengeyi
sağlamakla yükümlü devlet demektir. Çağdaş devlet anlayışı, sosyal hukuk
devletinin, tüm kurumlarıyla Anayasa’nın sözüne ve ruhuna uygun biçimde
kurulmasını gerekli kılar. Hukuk devletinin amaç edindiği kişinin korunması,
toplumda sosyal güvenliğin ve sosyal adaletin sağlanması yoluyla
gerçekleştirilebilir... Anayasa’nın Cumhuriyetin nitelikleri arasında yer
verdiği sosyal hukuk devletinin dayanaklarından birini oluşturan sosyal
güvenlik kavramının içerdiği temel esas ve ilkeler uyarınca toplumda yoksul ve
muhtaç insanlara Devletçe yardım edilerek onlara insan onuruna yaraşır asgarî
yaşam düzeyi sağlanması, böylece, sosyal adaletin ve sosyal devlet ilkelerinin
gerçekleşmesine elverişli ortamın yaratılması gerekir”
Kamu alacaklarının tahsili özel alacaklardan farklı olarak 6183 sayılı
Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun ile düzenlenmektedir. İptali istenilen madde içeriğinde bahse konu olan
alacaklar, tarımsal desteklerden yararlanan vatandaşların özel dağıtım
şirketlerine olan borçlarıdır. Oysa tarımsal desteklemeler kamusal bir
yardımdır.
Devletin bu tür özel alacak ve borç
işlemlerinde devreye girmesi, üstelik tercihini güçlünün yanında
kullanması sosyal devlet ilkesine aykırı bulunmaktadır.
7144 sayılı “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 18/12/1953
tarihli ve 6200 sayılı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanunun ek 11 inci maddesinin ikinci fıkrasını değiştiren 4.
maddesinde yer alan düzenleme Anayasanın 2 nci maddesinde tanımını bulan sosyal
devlet ilkesine de aykırıdır.
Anayasanın “Tarım, hayvancılık ve bu üretim dallarında çalışanların
korunması” başlıklı 45. maddesi;
“Madde 45 – Devlet, tarım arazileri ile çayır ve mer'aların amaç dışı
kullanılmasını ve tahribini önlemek, tarımsal üretim planlaması ilkelerine
uygun olarak bitkisel ve hayvansal üretimi artırmak maksadıyla, tarım ve
hayvancılıkla uğraşanların işletme araç ve gereçlerinin ve diğer girdilerinin
sağlanmasını kolaylaştırır. Devlet, bitkisel ve hayvansal ürünlerin
değerlendirilmesi ve gerçek değerlerinin üreticinin eline geçmesi için gereken
tedbirleri alır.”
hükmünü içermektedir.
Tarımsal desteklemelerden yararlanan çiftçilerin tarımsal sulamada
kullandıkları elektrik ve sulama borçlarının yasal takibe gerek kalmaksızın
tahsilinin sağlanmasına yönelik olarak 7144 sayılı “Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun”un 18/12/1953 tarihli ve 6200 sayılı Devlet Su İşleri
Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun ek 11 inci maddesinin
ikinci fıkrasını değiştiren 4. maddesinde yer alan düzenleme; Devletin tarımsal
üretim planlaması ilkelerine uygun olarak bitkisel ve hayvansal üretimi
artırmak maksadıyla, tarım ve hayvancılıkla uğraşanların işletme araç ve
gereçlerinin ve diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştıracağı yönündeki
emredici düzenlemeyi içeren Anayasa’nın 45. maddesi içeriğine de aykrı
bulunmaktadır.
Diğer taraftan, belirtmek gerekir ki bankalar uyuşmazlık
çözme mercileri veya icra daireleri değildir. Bir çiftçinin sulamada kullanılan
elektrik dolayısıyla, elektrik idaresine borcu olup olmadığı konusunda bir
uyuşmazlık varsa bunu çözecek olan mahkemelerdir. Diğer taraftan borcun olduğu
konusunda uyuşmazlık olmamasına karşılık kişi borcunu ödemiyorsa bu borcu zorla
tahsil etme yetkisi icra dairelerine aittir. Eğer ilgili kurum alacağını tahsil
edememişse, çiftçinin alacağı destekleme ödemesi için ihtiyati tedbir koydurma
yetkisi de bulunmaktadır.
Buna rağmen bir kurumun alacağı olduğu bildiriminde
bulunması dolayısıyla bir bankanın borçlunun hesabına yatacak bir paradan
otomatik olarak kesinti yapması yargı yetkisinin devri anlamına gelecektir ve
Anayasa’nın 9. maddesine açık bir şekilde aykırılık oluşturur. Zira 9. maddeye
göre yargı yetkisi Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır. Bir
kişinin borcu olup olmadığı ve varsa miktarının ne olduğu bir hukuki uyuşmazlık
olup ancak yargısal bir karar ile çözümlenebilir. Diğer taraftan borcun miktarı
konusunda uyuşmazlık olmasa bile bunun zorla tahsili de ancak icra daireleri
vasıtasıyla ve yarı yargısal süreçlerle gerçekleştirilebilir. Alacaklı olduğunu
bildiren bir kurumun salt bu bildirimine dayanarak bir kişinin alacağından
mahsupta bulunulması banka aracılığıyla ihkak-ı hak anlamına gelecektir ki,
buna olanak tanıyan bir düzenleme açıkça 9. maddeye aykırıdır.
Diğer taraftan iptali istenen düzenleme ile dava açma ve
ispat yükümlülükleri tersine çevrilmiştir. Alacaklı olduğunu iddia eden tarafın
dava açarak alacağını ispatlaması veya ilamsız icra takibinde bulunarak
alacağını ispat etmesi gerekirken, iptali istenen düzenleme ile borçlu olduğu
iddia edilen çiftçinin alacağından otomatik kesinti yapılması dolayısıyla bu
kesintinin hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle dava açmak ve borcunun olmadığını
ispat etmek zorunda kalacaktır. Dava açma ve ispat yükümlülüklerinin haksız
olarak yer değiştirmesi adil yargılanma hakkının temel unsurlarından biri olan
silahların eşitliği ilkesini ihlal eder. Bu da açıkça kişilerin hak arama
özgürlüğünü ihlal edecektir.
Yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere 7144 sayılı “Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 18/12/1953 tarihli ve 6200 sayılı Devlet
Su İşleri Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun ek 11 inci
maddesinin ikinci fıkrasını değiştiren 4. maddesinde yer alan düzenleme
Anayasanın 2., 9., 36. ve 45. maddelerine aykırı bulunmaktadır.
III.
YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ
1. 7144
sayılı “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 24/3/1950 tarihli
ve 5659 sayılı Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü Kuruluş Kanununun ek 1 inci
maddesinin üçüncü fıkrasını değiştiren 3. maddesinde yer alan Ankara Büyükşehir
Belediyesine 29 yılı aşmamak üzere hayvanat bahçesi, tema park, rekreasyon
alanları ile buralara gelecek ziyaretçilerin günü birlik ihtiyaçlarını
karşılayacak yapılar yapılmak üzere bedelsiz olarak tahsisi öngörülen koordinatları
belirlenen Atatürk Orman Çiftliği arazisinin, adı geçen belediye tarafından
tespit edilecek şartlarla yirmi dokuz yıla kadar üçüncü kişilere kiraya veya
işletmeye verilebileceği yönündeki düzenleme;
1.1 Ankara Büyükşehir Belediyesince tespit edilecek şartların nelerden
ibaret olduğu konusunda net bir belirleme yapılmadığı için Anayasa’nın 2. maddesindeki
hukuk devleti ilkesine,
1.2 Ankara
Büyükşehir Belediyesince tespit edilecek şartlar açısından herhangi bir kriter
ve sınırlama içermediği için Anayasanın 7. maddesi hükmüne,
1.3 Mustafa
Kemal Atatürk’ün söz konusu çiftlik arazisini hazineye devir iradesine uygun
düşmediğinden Anayasanın “mülkiyet hakkı” başlıklı 35. maddesine,
1.4 Anayasa’nın Devlete toprağın
verimli olarak işletilmesini korumak ve geliştirmek, erozyonla kaybedilmesini,
tarım arazileri ile çayır ve meraların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini
önlemek yükümlülüğü emrini veren 44 ve 45.
maddesi hükümlerine,
1.5 Geçmişte yapılan ve T.B.M.M.
tarafından da onaylanmış bulunan uluslararası anlaşmalara aykırı düzenlemeleri
içerdiğinden Anayasanın 90. maddesine
aykırı
bulunmaktadır.
2. 7144
sayılı “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 18/12/1953
tarihli ve 6200 sayılı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanunun ek 11 inci maddesinin ikinci fıkrasını değiştiren 4.
maddesinde yer alan tarımsal desteklemelerden yararlanan çiftçilerin tarımsal
sulamada kullandıkları elektrik ve sulama borçlarının yasal takibe gerek
kalmaksızın direkt olarak destekleme prim alacaklarından mahsup edilerek
tahsilini sağlayan düzenleme;
2.1 Kamu yararının sağlanması amacına yönelmemiş olması ve
devletin bu tür özel alacak ve borç
işlemlerinde devreye girmesi, üstelik tercihini güçlünün yanında
kullanması nedeniyle Anayasa’nın 2. maddesindeki sosyal hukuk devleti ilkesine,
2.2 Devletin
tarımsal üretim planlaması ilkelerine uygun olarak bitkisel ve hayvansal
üretimi artırmak maksadıyla, tarım ve hayvancılıkla uğraşanların işletme araç
ve gereçlerinin ve diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştıracağı yönündeki
emredici düzenlemeyi içeren Anayasa’nın 45. maddesi içeriğine,
2.3. Kural
yargı yetkisinin mahkemelere ait olduğunu düzenleyen Anayasanın 9. ve hak arama
özgürlüğünü düzenleyen 36. maddesine
aykırı
bulunmaktadır.
Anayasal
düzenin hukuka aykırı kural ve düzenlemelerden en kısa sürede arındırılması,
hukuk devleti sayılmanın en önemli gerekleri arasında sayılmaktadır. Anayasaya
aykırılıkların sürdürülmesi, özenle korunması gereken hukukun üstünlüğü
ilkesini de zedeleyecektir. Hukukun üstünlüğünün sağlanamadığı bir düzende,
kişi hak ve özgürlükleri güvence altında sayılamayacağından, bu ilkenin
zedelenmesi hukuk devleti yönünden giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol
açacaktır.
Bu zarar ve
durumların doğmasını önlemek amacıyla, Anayasaya açıkça aykırı olan ve iptali
istenen hükümlerin iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin de
durdurulması istenerek Anayasa Mahkemesine dava açılmıştır.
IV. SONUÇ VE
İSTEM
1.
7144 sayılı “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 24/3/1950
tarihli ve 5659 sayılı Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü Kuruluş Kanununun ek 1
inci maddesinin üçüncü fıkrasını değiştiren 3. maddesi, Anayasanın 2., 7.,
35., 44., 45. ve 90 maddelerine,
2.
7144 sayılı “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 18/12/1953
tarihli ve 6200 sayılı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanunun ek 11 inci maddesinin ikinci fıkrasını değiştiren 4.
maddesi, Anayasanın 2., 9., 36. ve 45. maddelerine,
aykırı
olduklarından iptallerine; uygulanmaları halinde, giderilmesi güç ya da
olanaksız zarar ve durumlar olacağı için, iptal davası sonuçlanıncaya kadar
yürürlüklerinin durdurulmasına, karar verilmesine ilişkin istemimizi saygı ile
arz ederiz.”