ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2018/92
Karar Sayısı : 2019/67
Karar Tarihi : 25/7/2019
R.G. Tarih – Sayı : 31/10/2019
– 30934
İPTAL DAVASINI AÇAN: Türkiye Büyük Millet
Meclisi üyeleri Engin ALTAY, Özgür ÖZEL, Engin ÖZKOÇ ile birlikte 113
milletvekili
İPTAL DAVASININ KONUSU: 1/2/2018 tarihli ve
7074 sayılı Kanun’un;
A. 9. maddesiyle 19/8/2016tarihli ve 6741 sayılı Türkiye Varlık
Fonu Yönetimi Anonim Şirketinin Kurulması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun’un 4. maddesinin (1) numaralı fıkrasına eklenen (d)
bendinin,
B. 10. maddesiyle 18/10/2016tarihli ve 6749 sayılı Olağanüstü
Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin
Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun’un 6.maddesinin (1) numaralı
fıkrasının değiştirilen (a) bendinin,
Anayasa’nın 2., 13., 15., 19., 36. ve 121. maddelerine aykırılığı
ileri sürülerek iptallerine ve yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi
talebidir.
I. İPTALİ İSTENEN KANUN HÜKÜMLERİ
7074 sayılı Kanun’un;
A. 9. maddesiyle 6741 sayılı Kanun’un 4. maddesinin (1)
numaralı fıkrasına eklenen (d) bendi şöyledir:
“Türkiye Varlık Fonunun kaynakları ve finansman sağlanması
MADDE 4- (1) Türkiye Varlık Fonunun
kaynakları;
…
d) (Ek: 2/1/2017-KHK-684/9 md.;
Aynen kabul: 1/2/2018-7074/9 md.) İktisadi devlet teşekküllerinden,
bunların müessese, bağlı ortaklık, işletme, işletme birimleri ile varlıkları ve
iştiraklerindeki kamu paylarından, sermayesinin tamamı veya yarısından fazlası Devlete
ve/veya diğer kamu tüzel kişilerine ait olan ticari amaçlı kuruluşlardaki kamu
paylarından, sermayesinin tamamı kamuya ait olan ticari amaçlı kuruluşların
sahip olduğu hisse ve varlıklardan, Devletin diğer iştiraklerindeki kamu
paylarından ve Hazineye ait paylardan Bakanlar Kurulu tarafından Türkiye Varlık
Fonuna aktarılmasına veya Şirket tarafından yönetilmesine karar verilenlerden,
…
oluşur”
B. 10. maddesiyle 6749 sayılı Kanun’un 6.maddesinin (1) numaralı
fıkrasının değiştirilen (a) bendi şöyledir:
“Soruşturma ve kovuşturma işlemleri
MADDE 6- (1) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun
İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde
tanımlanan suçlar, 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu
kapsamına giren suçlar ve toplu işlenen suçlar bakımından, olağanüstü halin
devamı süresince;
a) (Değişik: 2/1/2017-KHK-684/10 md.;
Aynen kabul: 1/2/2018-7074/10 md.) Gözaltı
süresi, şüphelinin yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilmesi
için zorunlu süre hariç, yakalama anından itibaren yedi günü geçemez.
Delillerin toplanmasındaki güçlük veya şüpheli sayısının çokluğu nedeniyle
Cumhuriyet savcısı, gözaltı süresinin yedi gün süreyle uzatılmasına yazılı
olarak emir verebilir.
…”
II. İLK İNCELEME
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü
hükümleri uyarınca Zühtü ARSLAN, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Serdar ÖZGÜLDÜR,
Serruh KALELİ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Recep KÖMÜRCÜ, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi
DURSUN, M. Emin KUZ, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA, Rıdvan GÜLEÇ, Recai
AKYEL ve Yusuf Şevki HAKYEMEZ’in katılımlarıyla 17/5/2018 tarihinde yapılan ilk
inceleme toplantısında dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının
incelenmesine, yürürlüğü durdurma talebinin esas inceleme aşamasında karara
bağlanmasına OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
III. ESASIN İNCELENMESİ
2. Dava
dilekçesi ve ekleri, Raportör Fatih ŞAHİN tarafından hazırlanan işin esasına
ilişkin rapor, dava konusu kanun hükümleri, dayanılan ve ilgili görülen Anayasa
kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup
incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A. Olağanüstü Hâl Yönetim Usulünün Anayasal Çerçevesi
3. Olağanüstü yönetim usulleri; iç karışıklık, ayaklanma, savaş
tehlikesinin baş göstermesi, savaş hâli, doğal afet, ağır ekonomik bunalım ve
benzeri nedenlerle devletin ve toplumun güvenliğini büyük ölçüde sarsan
durumlarla karşılaşıldığında başvurulan yönetim şekilleridir. Belirtilen
durumların devletin ve toplumun varlığı ve güvenliği bakımından büyük bir
tehlike oluşturduğu kuşkusuzdur. Olağan dönemdeki yönetim rejiminin ve hukuk
kurallarının bu tehlikelerin giderilmesinde yetersiz kalabilmesi nedeniyle
çağdaş hukuk sistemlerinde olağanüstü hâllerde özel yönetim usullerinin
uygulanmasına da imkân tanınmaktadır. Bir başka ifadeyle olağanüstü yönetim
usulleri bir zaruretten kaynaklanmakta olup demokratik anayasal düzenin
korunması ve sürdürülebilmesi için bu yönetim usullerine başvurulması
zorunluluğu ortaya çıkabilmektedir. Bu bağlamda olağanüstü yönetimlere neden
olan tehlikelerin bertaraf edilebilmesi için olaylar karşısında ivedi önlem ve
karar alabilme ihtiyacı duyan yürütmenin yetkilerinin artırılması
gerekebilmektedir.
4. Bununla birlikte demokratik ülkelerde olağanüstü yönetim
usulleri hukuku dışlayan, keyfî yönetim anlamına gelmez. Olağanüstü yönetim
usulleri kaynağını Anayasa’da bulmakta, anayasal kurallara göre yürürlüğe
konularak yasama ve yargı organlarının denetiminde varlıklarını sürdürmektedir.
Olağanüstü yönetimlerin amacı, anayasal düzeni korumak ve savunmaktır. Bu
nedenle olağanüstü hâl yürütme organına önemli yetkiler vermesine, hak ve
özgürlükleri de önemli ölçüde sınırlandırmasına karşın hukuki bir rejimdir.
5. 21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’la
yapılan değişiklik öncesinde olağanüstü hâl sebepleri Anayasa’nın 119. ve 120.
maddelerinde düzenlenmiş ve 119. maddede “tabiî afet, tehlikeli salgın
hastalıklar veya ağır ekonomik bunalım halleri”; 120. maddede
de “Anayasa ile kurulan hür demokrasi düzenini veya temel hak ve
hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerine ait ciddî
belirtilerin ortaya çıkması veya şiddet olayları sebebiyle kamu düzeninin ciddî
şekilde bozulması halleri” olağanüstü hâl ilan edilme sebepleri
olarak öngörülmüştür. Anayasa’nın 119. maddesinde düzenlenen olağanüstü hâl,
Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulunca ilan edilebilirken
120. maddesinde düzenlenen olağanüstü hâl, Cumhurbaşkanının başkanlığında
toplanan Bakanlar Kurulunca Millî Güvenlik Kurulunun da görüşü alındıktan sonra
ilan edilebilmektedir.
6. Anayasa’nın mülga 121. maddesinin üçüncü fıkrasında “Olağanüstü
hal süresince, Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu,
olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda, kanun hükmünde kararnameler
çıkarabilir. Bu kararnameler, Resmî Gazetede yayımlanır ve aynı gün Türkiye
Büyük Millet Meclisinin onayına sunulur; bunların Meclisce onaylanmasına
ilişkin süre ve usul, İçtüzükte belirlenir” denilmektedir. Anılan hüküm
uyarınca, olağanüstü hâllerde Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar
Kurulu, olağanüstü hâlin gerekli kıldığı konularda kanun hükmünde kararname
(KHK) çıkarma yetkisine sahiptir.
7. Anayasa’nın mülga 91. maddesinin birinci fıkrasında,
sıkıyönetim ve olağanüstü hâller saklı kalmak üzere Anayasa’nın ikinci kısmının
birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri
ile dördüncü bölümünde yer alan siyasi haklar ve ödevlerin KHK’larla
düzenlenemeyeceği belirtilmekte iken sıkıyönetim ve olağanüstü hâllerde, söz
konusu hak ve ödevler yönünden de KHK ile düzenleme yapılmasına bir engel
bulunmamaktadır.
8. Anayasa’nın mülga 121. ve 122. maddelerinin üçüncü fıkralarında
da olağanüstü hâl ve sıkıyönetim hâlinin gerekli kıldığı konularda çıkarılan
KHK’ların Resmî Gazete’de yayımlandıkları gün TBMM’nin onayına sunulacağı,
bunların TBMM tarafından onaylanmasına ilişkin süre ve usulün İçtüzük’te
belirleneceği öngörülmüştür. TBMM İçtüzüğü’nün 128. maddesinin 9/10/2018
tarihli ve 1200 sayılı Karar’la değiştirilmeden önceki hâline göre “Anayasanın
121 ve 122 nci maddeleri gereğince çıkarılan ve Türkiye Büyük Millet Meclisine
sunulan kanun hükmünde kararnameler, Anayasanın ve İçtüzüğün kanun tasarı ve
tekliflerinin görüşülmesi için koyduğu kurallara göre ancak, komisyonlarda ve
Genel Kurulda diğer kanun hükmünde kararnamelerle, kanun tasarı ve
tekliflerinden önce, ivedilikle en geç otuz gün içinde görüşülür ve karara
bağlanır./ Komisyonlarda en geç yirmi gün içinde görüşmeleri tamamlanmayan
kanun hükmünde kararnameler Meclis Başkanlığınca doğrudan doğruya Genel Kurul
gündemine alınır” Söz konusu maddede, olağanüstü dönem KHK’larının da
olağan dönem KHK’ları gibi komisyonlarda ve Genel Kurulda öncelikle ve
ivedilikle görüşüleceği hükme bağlanmakla birlikte olağan dönem KHK’larından
farklı olarak öncelikle ve ivedilikle görüşülme
hususu, birtakım sürelere bağlanarak somutlaştırılmıştır.
B. Olağanüstü Hâl Düzenlemelerinin Yargısal Denetimi
9. Anayasa’nın 6771 sayılı Kanun’la değiştirilmeden önceki 148.
maddesinin birinci fıkrasının üçüncü cümlesinde “…olağanüstü hallerde,
sıkıyönetim ve savaş hallerinde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin şekil
ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla, Anayasa Mahkemesinde dava
açılamaz” hükmüne yer verilerek olağanüstü dönem KHK’ları Anayasa Mahkemesinin
yargısal denetiminin dışında bırakılmıştır. Anayasa Mahkemesi 2/11/2016 tarihli
ve E.2016/171, K.2016/164 sayılı kararında olağanüstü hâl KHK’larının Anayasa
Mahkemesi tarafından denetlenebilmesi için bu yöndeki bir anayasal yetkinin
açıkça tanınması gerektiğini ifade ederek Anayasa’nın 148. maddesinin lafzı,
Anayasa koyucunun amacı ve ilgili yasama belgeleri gözönünde bulundurulduğunda
olağanüstü hâl KHK’larının herhangi bir ad altında yargısal denetiminin mümkün
olmadığına karar vermiştir.
10. Bununla birlikte olağanüstü hâl KHK’larının TBMM tarafından
onaylanarak kanunlaşması hâlinde bu kanun hükümlerinin Anayasa’ya aykırılığı
iddiasıyla Anayasa Mahkemesinde dava açılmasının önünde bir engel
bulunmamaktadır. İptal davasına konu edilen 7074 sayılı Kanun, olağanüstü hâl
kapsamında çıkarılan 684 sayılı KHK’nın TBMM tarafından onaylanması sonucunda
yürürlüğe girmiştir. Bu itibarla dava konusu kurallar diğer kanun hükümleri
gibi Anayasa Mahkemesinin denetimine tabi olmakla birlikte bu denetim yapılırken
söz konusu kuralların olağanüstü hâle yönelik düzenlemeler içermesi nedeniyle
öncelikle inceleme yönteminin belirlenmesi gerekir.
11. Anayasa, temel hak ve özgürlüklerin korunmasına ilişkin olarak
olağan ve olağanüstü dönemler için iki ayrı hukuki rejim öngörmektedir. Olağan
dönemde temel hak ve özgürlüklerin sınırlanması rejimi Anayasa’nın 13.
maddesinde düzenlenmişken olağanüstü dönemde temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması ya da kullanılmasının durdurulması rejimi Anayasa’nın 15.
maddesinde düzenlenmiştir.
12. Anayasa’nın 13. maddesine göre “Temel hak ve hürriyetler,
özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen
sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar,
Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin
gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
13. Anayasa’nın 15. maddesine göre ise “Savaş, seferberlik
veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl
edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin
kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada
öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir./ Birinci fıkrada belirlenen
durumlarda da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler
dışında, kişinin yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne
dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz
ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu
mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.”
14. Olağan dönemde temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına
ilişkin ölçütler Anayasa’nın 13. maddesinde yer alırken savaş, seferberlik ve olağanüstü
hâllerde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması, hatta kullanılmasının
durdurulması özel olarak Anayasa’nın 15. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre
savaş, seferberlik veya olağanüstü hâllerde temel hak ve özgürlüklerin
kullanılmasının kısmen veya tamamen durdurulması ve bunlar için Anayasa’nın
diğer maddelerinde öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınması mümkündür.
Ancak Anayasa’nın 15. maddesiyle bu hususta tanınan yetki de sınırsız değildir.
Anayasa’nın diğer maddelerinde öngörülen güvencelere aykırı tedbirlerin
milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükleri ihlal etmemesi ve durumun
gerektirdiği ölçüde olması gerekmektedir. Ayrıca bu durumlarda dahi kişinin
yaşam hakkına, maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne dokunulması, din, vicdan,
düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanması ve bunlardan dolayı suçlanması
yasaklanmış; suç ve cezaların geriye yürümemesi ilkesi ile masumiyet
karinesinin bu hâllerde de geçerli olduğu kabul edilmiştir.
15. Olağanüstü hâl yönetim usullerine başvurulmasındaki temel
amaç, bu yönetim rejiminin uygulanmasına neden olan tehdit veya tehlikelerin
bertaraf edilmesini sağlamaktır. Devletin veya toplumun varlığının ya da kamu
düzeninin ağır tehdit veya tehlikeler altında bulunması nedeniyle olağanüstü
yönetim usulünün uygulandığı dönemlerde, söz konusu tehdit veya tehlikelerin
bertaraf edilmesi için temel hak ve özgürlüklerin olağan döneme kıyasla daha
fazla sınırlandırılması sonucunu doğuran tedbirler alınması gerekebilir. Bu
nedenle Anayasa’nın 15. maddesinin uygulanabilmesi için kuralın olağanüstü
hâlin gerekli kıldığı durumla ilgisinin bulunması gerekir.
16. Olağanüstü hâl KHK’larının kanunlaşmasından sonra bu kanun
hükümlerinin Anayasa’ya uygunluğunun denetlenmesinde ilgili kuralın tabi olduğu
sınırlama rejimi tespit edilmelidir. Zira söz konusu düzenlemelerde olağanüstü
hâlle ilgili kuralların yanında olağanüstü hâlle ilgisi olmayan kurallara da
yer verilebilmesi bu tespitin yapılmasını zorunlu kılmaktadır.
17. Kanunlaştırılarak yargısal denetime açılan bir kuralın
Anayasa’nın olağanüstü dönem için öngördüğü denetim rejimine tabi olabilmesi
için kural, olağanüstü hâlin ilanına sebep olan tehdit veya tehlikelerin
bertaraf edilmesine yönelik olmalı ve olağanüstü hâl süresiyle sınırlı
uygulanmalıdır. Dolayısıyla ancak bu iki niteliği taşıyan bir kuralın Anayasa’ya
uygunluk denetiminde olağanüstü hâllerde temel hak ve özgürlüklerin
kullanılmasının sınırlanmasını ve durdurulmasını düzenleyen Anayasa’nın 15.
maddesi esas alınabilir.
18. Kuralın olağanüstü hâlin ilanına neden olan tehdit veya
tehlikelerin bertaraf edilmesine yönelik olmadığı ya da olağanüstü hâlin
süresini aştığı durumlarda ise söz konusu kuralın Anayasa’ya uygunluk
denetiminde Anayasa’nın 15. maddesi dikkate alınamaz. Bu durumda kurala ilişkin
inceleme sınırlamaya konu hakkın düzenlendiği Anayasa maddesi başta olmak üzere
Anayasa’nın ilgili hükümleri ile olağan dönemde hak ve özgürlükleri sınırlama
ve güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olan Anayasa’nın 13. maddesi
bağlamında yapılmalıdır. Ancak buradaki anayasallık denetiminde varılan sonuç
böyle bir düzenlemenin olağanüstü dönemde dahi yapılamayacağı şeklinde
anlaşılamaz.
19. Temel hak ve özgürlüklerle ilgili olağanüstü hâl kurallarının
anayasallık denetiminde Anayasa’nın 15. maddesinde üç ayrı ölçüt öngörülmüştür.
Bu ölçütlerden ilki anılan maddenin ikinci fıkrasında sayılan ve çekirdek alan
olarak da ifade edilen temel hak ve özgürlüklere dokunma yasağıdır. Buna göre
olağanüstü dönemde de olsa savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen
ölümler dışında kişinin yaşama hakkına, maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne
dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz
ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu
mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.
20. Anayasa’nın 15. maddesinde yer alan ikinci ölçüt kuralların
milletlerarası hukuktan doğan yükümlülüklere aykırı olmamasıdır. Bu
yükümlülüklerin başında taraf olunan insan haklarına ilişkin uluslararası
sözleşmelerden doğan yükümlülükler gelmektedir.
21. İnsan hakları alanında Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası
sözleşmelerin başında Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme
(MSHUS) ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) gelmektedir. MSHUS’un 4. ve
AİHS’in 15. maddelerine göre milletin yaşamını tehdit eden olağanüstü bir durum
meydana geldiğinde devletler, bu sözleşmelerdeki yükümlülüklerini azaltacak
tedbirler alabilirler. Ancak MSHUS’un 4. maddesinin (2) numaralı fıkrasında;
AİHS’in 15. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, AİHS’e ek 7 No.lu Protokol’ün
4., 6 No.lu Protokol’ün 3. ve 13 No.lu Protokol’ün 2. maddelerinde yükümlülük
azaltılması mümkün olmayan bazı hak ve özgürlüklere yer verilmiştir. Bunlardan
önemli bir kısmı, Anayasa’nın 15. maddesinin ikinci fıkrasında da yer
almaktadır. Dolayısıyla bu haklar yönünden yapılacak ikinci inceleme kapsamında
Anayasa, MSHUS ve AİHS’te yer alan yükümlülük azaltılması mümkün olmayan ortak
hak ve özgürlükler yönünden ayrı bir değerlendirme yapmaya gerek
bulunmamaktadır.
22. Bununla birlikte MSHUS’un 4. maddesinin (2) numaralı fıkrası
ile AİHS’in 15. maddesinin (2) numaralı fıkrası ve AİHS’e ek 7 No.lu
Protokol’ün 4. maddesinde, Anayasa’nın 15. maddesinde yer almayan bazı hak ve
özgürlüklerin de yükümlülük azaltılmasına konu olamayacağı düzenlenmiştir. Buna
göre olağanüstü durumlarda da hiç kimse köle veya kul olarak tutulamaz, yalnızca
sözleşmeden doğan yükümlülüklerini yerine getiremediği gerekçesiyle
hapsedilemez ve kesin bir hükümle mahkûm edildiği ya da beraat ettiği bir
suçtan dolayı yeniden yargılanamaz veya cezalandırılamaz. Ayrıca bu dönemde de
herkes her yerde, hukuk önünde kişi olarak tanınma hakkına sahiptir. Son olarak
olağanüstü dönemde alınacak tedbirlerin ırk, renk, cinsiyet, dil, din, toplumsal
köken gibi sebeplerle ayrımcılık içermemesi gerekir. Bu nedenle
belirtilen hak ve özgürlükler Anayasa’nın 15. maddesinde sayılan çekirdek
haklar arasında yer almasa da anılan hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbirler,
milletlerarası hukuktan kaynaklanan yükümlülüklerle bağdaşmayacağından meşru
görülemez. Dolayısıyla bu haklara ilişkin düzenlemelerde sözü edilen sözleşme
hükümlerinin gözetileceği tabiidir.
23. Anayasa’nın 15. maddesinde yer alan üçüncü ölçüt ise
olağanüstü hâl döneminde temel hak ve özgürlükleri sınırlayan kuralların durumun
gerektirdiği ölçüde olmasıdır. Anılan maddedeki ölçülülük olağanüstü
yönetim usulünün uygulanmasına neden olan durum karşısında ölçülülüğü
ifade etmektedir. Dolayasıyla Anayasa’nın 15. maddesinde belirtilen ölçülülük,
Anayasa’nın 13. maddesindeki ölçülülük kriterine göre temel hak ve özgürlükleri
daha fazla sınırlamaya izin vermektedir.
24. Anayasa’nın 15. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi, temel
hak ve özgürlüklerin kullanılmasının sınırlandırılması veya durdurulması için
başvurulan aracın amacı gerçekleştirmeye elverişli ve bunun için gerekli
olmasını, ayrıca araçla amacın ölçülü bir oran içinde bulunmasını ifade
etmektedir. Buna göre tedbir, olağanüstü durumu oluşturan tehdit veya
tehlikelerin ortadan kaldırılması amacına ulaşma bakımından elverişli ve bu
amacın gerçekleşmesi için gerekli olmalı; ayrıca tedbire konu temel hak ve
özgürlüklere yönelik sınırlama durumun gerektirdiği oranda olmalıdır. Bir başka
deyişle alınan tedbirle temel hak ve özgürlüklere getirilen sınırlama durumun
gerektirdiği oranı aşarak keyfi niteliğe dönüşmemelidir.
25. Ölçülülüğün tespitinde tedbirin alındığı dönemin tüm koşulları
birlikte değerlendirilmelidir. Bu kapsamda olağanüstü dönemde temel hak ve
özgürlüklere yönelik sınırlama teşkil eden tedbirin ölçülülüğüne ilişkin
unsurlar değerlendirilirken olağanüstü yönetim usulünün uygulanmasına neden
olan tehdit veya tehlikeler, sınırlamaya konu hak ve özgürlüğün niteliği ve
tedbirin alındığı zamanın da gözönünde bulundurulması gerekir.
26. Son olarak Anayasa’nın 15. maddesinde, olağanüstü dönemlerde
temel hak ve özgürlüklere yönelik olarak Anayasa’da öngörülen güvencelere
aykırı tedbirler alınması dışında temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının
kısmen veya tamamen durdurulabilmesine de izin verilmiştir. Ancak
buradaki durdurma kavramı o hakkın tamamen kullanılamaz hâle
gelmesi değil, onun kullanımının geçici olarak askıya alınması anlamına
gelmektedir. Kuşkusuz temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının durdurulması
niteliğindeki tedbirler de ölçülülük ilkesinin yukarıda belirtilen esaslarına
uygun olmalıdır.
27. Olağanüstü yönetim usulünün uygulandığı dönemde temel hak ve
özgürlüklere yönelik sınırlamayı konu edinen kurallara ilişkin olarak
Anayasa’nın 15. maddesinin uygulanması gerektiği durumlarda da bu maddeye
ilişkin inceleme yapılmadan önce sınırlamaya konu hakkın düzenlendiği Anayasa
maddesi başta olmak üzere Anayasa’nın ilgili hükümleri ve olağan dönemde hak ve
özgürlükleri sınırlama ve güvence rejimini düzenleyen Anayasa’nın 13. maddesi
kapsamında bir inceleme yapılmalıdır. Zira devletin veya toplumun varlığına ya
da kamu düzenine yönelik ciddi tehdit veya tehlikelerin ortaya çıktığı
olağanüstü durumlarda olağanüstü yönetim usullerine başvurulması, bu dönemde
yürürlüğe konulan ve temel hak ve özgürlükleri sınırlandıran her düzenlemenin
olağan dönemin izin verdiği ölçütlerin ötesinde olmasını gerektirmeyebilir.
Anılan şekilde inceleme yapılması Anayasa’nın 15. maddesinde yer alan
“... Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir”
hükmünün de bir gereğidir. Nitekim Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru
kapsamında bu konuya ilişkin olarak vermiş olduğu ilk karar olan Aydın
Yavuz ve diğerleri kararında da aynı inceleme yöntemi benimsenmiştir (Aydın
Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 193-195).
28. Buna göre yapılan incelemede kuralın Anayasa’nın 15. maddesi
dışındaki maddelerinde yer alan güvencelere aykırı olmadığının tespit edilmesi
durumunda ayrıca Anayasa’nın 15. maddesi yönünden bir inceleme yapılmasına
gerek kalmayacaktır. Zira Anayasa’nın 15. maddesi yönünden bir inceleme
yapılabilmesi için öncelikle kuralın Anayasa’nın olağan dönem için öngördüğü
güvencelere aykırılık taşıdığının tespit edilmesi gerekmektedir. Kuralın
temel hak ve özgürlükler için Anayasa’da öngörülen güvencelere aykırı olduğu
tespit edildiğinde ise bu kez sınırlamanın savaş, seferberlik veya olağanüstü
hâl dönemlerinde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının
durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen Anayasa’nın 15. maddesine
uygun olup olmadığı hususunda inceleme yapılacaktır.
29. Bununla birlikte Anayasa’da bazı temel hak ve özgürlüklerin
olağanüstü dönemlerde sınırlandırılmasında farklılıklar bulunmaktadır. Bu
kapsamda bazı temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin sebep ve
koşullar ilgili maddede özel olarak somutlaştırılmıştır. Bu nedenle anılan
nitelikteki temel hak ve özgürlüklere temas eden olağanüstü hâl kurallarının
anayasallık denetiminde Anayasa’da öngörülen güvencelere aykırı tedbirlerin
alınıp alınmadığının tespiti bakımından ayrıca Anayasa’nın 13. maddesinde yer
alan güvenceler yönünden bir inceleme yapılması gerekli değildir. Bu gibi
düzenlemelerin anayasallık denetiminde doğrudan Anayasa’nın 15. maddesindeki
ölçütlere uygunluğunun tespit edilmesi gerekir.
C. Olağanüstü Hâl İlanına Neden Olan 15 Temmuz 2016 Tarihli Darbe
Teşebbüsü ve Sonrası
30. Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle
karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü
hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 20/7/2018 tarihine kadar
devam etmiştir.
31. Olağanüstü hâlin ilan edilmesi ve bu kararın TBMM tarafından
onaylanmasından sonra Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu
tarafından, Anayasa’nın o tarihte yürürlükte bulunan 121. maddesine dayanılarak
olağanüstü hâl KHK’ları çıkarılmıştır.
32. Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde
Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından darbe girişimiyle bağlantılı ya da
doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile Fetullahçı Terör Örgütü
(FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) ile bağlantılı olan ve
aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında soruşturma
başlatılmıştır.
33. Türkiye’de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve
FETÖ ve/veya PDY olarak isimlendirilen yapılanmanın silahlı bir terör örgütü
olduğu ve anılan darbe teşebbüsünün faili olduğu yargı kararlarıyla tespit
edilmiştir (Yargıtay Ceza Genel Kurulu, E.2017/956, K.2017/370,
26/9/2017; Yargıtay 16. Ceza Dairesi, E.2015/3, K.2017/3, 24/4/2017; E.
2017/1443, K. 2017/4758, 14/7/2017; E.2018/7103, K.2019/1953, 22/3/2019)
(FETÖ/PDY’nin genel özelliklerine ilişkin olarak bkz. Aydın Yavuz ve
diğerleri, § 26).
Ç. Olağanüstü Hâl İlanına Neden Olan Olay ve Olguların Anayasal
Yönden Değerlendirilmesi
34. Anayasa’nın Başlangıç kısmında milletin iradesinin mutlak
üstünlüğüne vurgu yapılarak egemenliğin kayıtsız şartsız Türk milletine ait
olduğu, egemenliği millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve
kuruluşun Anayasa’da gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun
icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı ilke olarak
belirtilmiştir.
35. Anayasa’nın 2. maddesinde başlangıçta belirtilen temel
ilkelere dayanma ve insan haklarına saygılı demokratik bir
hukuk devleti olma Türkiye Cumhuriyeti’nin temel nitelikleri arasında
sayılmıştır.
36. Anayasa’nın Başlangıç kısmında ilkesel düzeyde ifade edilen
egemenlikle ilgili hususlara 6. maddesinde hüküm olarak yer verilmiştir. Anılan
maddeye göre egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir. Türk milleti,
egemenliğini Anayasa’nın koyduğu esaslara göre yetkili organları eliyle kullanır.
Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz.
Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasa’dan almayan bir devlet yetkisi
kullanamaz.
37. Anayasa’nın Başlangıç kısmında yer verilen ilkeler, 2.
maddesinde sayılan Cumhuriyetin nitelikleri, 6. maddesinde düzenlenen
egemenliğin aidiyeti ve kullanılma şekli ile Anayasa’nın sistematiği birlikte
dikkate alındığında egemenlik, egemenliğin kullanılış şekli, milletin
iradesi, demokrasi, hukuk devleti ve insan
hakları arasında ayrılmaz bağlar bulunduğu anlaşılmaktadır. Buna göre
tüm medeni toplumlarda olduğu gibi egemenliğin kaynağı millet olacak, egemenlik
-doğrudan veya dolaylı olarak- milletin iradesiyle yetkilendirilen organlar
eliyle kullanılacak, milletin iradesi demokratik bir düzende ortaya çıkacak,
egemenliğin yetkili organlar eliyle kullanımı hukuk devleti ilkesi başta olmak
üzere demokrasinin ilkelerine uygun ve insan haklarına saygı gösterilerek
gerçekleştirilecektir.
38. Darbe teşebbüsü, egemenliğin kaynağı olmayan ve milletin
egemenliği kullanmak üzere yetkilendirdiği organlar arasında bulunmayan bir
grubun zorla demokratik anayasal düzeni ortadan kaldırmaya veya değiştirmeye
kalkışmasıdır. Darbenin gerçekleşmesi hâlinde demokratik anayasal düzen ve
milletin iradesinin üstünlüğü ortadan kalkmakta, demokratik düzende millete ait
olan egemenlik bir grup zorbanın eline geçmektedir. Bu durumda demokrasiden ve
hukuk devletinden söz etmek mümkün değildir. Doğal olarak böyle bir düzende
bireylerin temel hak ve özgürlüklerini güvence altına alacak bir mekanizma da
olmayacaktır. Bu yönüyle demokratik bir toplumun karşılaşabileceği en ağır
tehditlerden birinin, belki de en ağırının darbe teşebbüsleri olduğu
söylenebilir.
39. Ülkemizde, çok partili siyasi hayata geçildiği tarihten bugüne
kadar birkaç kez darbe yapılmış veya buna teşebbüs edilmiştir. Bu nedenle
milletimiz, darbe teşebbüsüyle millet iradesini ve egemenliğini gasbedenlerin
demokratik anayasal düzene ve insan haklarına karşı nasıl büyük bir tehdit
oluşturduklarının tanığıdır.
40. 15 Temmuz 2016 gecesi Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içinde
örgütlenmiş bir grup anayasal düzenin ortadan kaldırılması teşebbüsünde
bulunmuş, bu teşebbüs demokratik bir toplumun meşru tüm unsurlarının kararlı
direnci sayesinde engellenmiştir. Başta egemenliği gasbedilmeye çalışılan
milletimiz olmak üzere millet adına egemenliği kullanmaya yetkili organlar
(Cumhurbaşkanı, TBMM, Bakanlar Kurulu ve yargı kurumları), demokratik toplumun
vazgeçilmez unsurları olan tüm siyasi partiler, sivil toplum örgütleri, basın
yayın organları ve meşru demokratik otoritenin emir ve talimatlarıyla hareket
eden güvenlik güçleri bu egemenlik ve demokrasi direnişini hep birlikte
gerçekleştirmişlerdir.
41. Darbe teşebbüsü, iradesini ve egemenliğini milletin elinden
almaya teşebbüs edenlerin demokratik anayasal düzene ve insan haklarına yönelik
tehditlerinin büyüklüğünü somut olarak ortaya çıkarmıştır. Teşebbüs sırasında
egemenliğin kayıtsız şartsız kaynağı olan millete, egemenliği millet adına
kullanan organlara, demokrasinin vazgeçilmez unsurlarından olan basın yayın
kuruluşlarına ve meşru demokratik otoritenin emir ve talimatları doğrultusunda
hareket eden güvenlik güçlerine saldırılmıştır. Bu kapsamda egemenliğine ve
iradesine sahip çıkmak için sokaklara çıkıp darbeye karşı gösteri yaparak temel
haklarını kullanan silahsız bireyler -silah ve bombalarla- katledilmiş ve
yaralanmış, bu suretle başta yaşam hakları olmak üzere temel hak ve
özgürlükleri yaygın bir şekilde ihlal edilmiştir.
42. Demokratik toplum düzeninin temel kurumlarından biri ve millet
iradesinin doğrudan tecelli ettiği organ olan TBMM savaş uçaklarıyla
bombalanmış, Cumhurbaşkanı’na suikast girişiminde bulunulmuş, Başbakan silah
kullanılarak taciz edilmiş, Türkiye Radyo-Televizyon Kurumuna baskın yapılarak
özgür yayın akışı kesilmiş ve silah zoruyla darbe bildirisi okutulmuş, ülke
genelinde yayın yapan bazı özel televizyon kanallarına baskın yapılarak
yayınları durdurulmak istenilmiş, meşru otoritenin emir ve talimatları
doğrultusunda hareket eden çok sayıda polis ve askerî personel doğrudan hedef
alınarak ya da çatışmalar sırasında şehit edilmiş veya yaralanmıştır.
43. 15 Temmuz 2016 gecesi meydana gelen darbe teşebbüsünün
demokratik anayasal düzene karşı oluşturduğu tehdidin büyüklüğünü
değerlendirmek bakımından, engellenmiş olan bu teşebbüsün somut olarak meydana
getirdiği zararların tek başına dikkate alınması yeterli değildir. Darbe
teşebbüsünün kısa sürede engellenememiş olması ya da darbenin gerçekleşmesi
hâlinde oluşabilecek risklerin de değerlendirilmesi gerekir. Egemenliğin sahibi
olan millet ve demokratik anayasal düzenin tüm unsurları, darbe teşebbüsünü kararlı
bir direnişle kısa sürede engellememiş olsalardı ya bir grup zorbanın mutlak
egemenliğini kabul edecekler ve onun hiçbir demokratik denetime tabi olmayan
iradesine tabi olacaklar ya da direnmeye devam edeceklerdi. Birinci ihtimal bir
milletin demokratik açıdan ölümü anlamına gelecektir. İkinci ihtimal olan
çatışmaların uzaması ve yaygınlaşması, devlet otoritesinin hatta devletin
tamamen ortadan kalkması riskinin yakın, ciddi ve açık bir tehdit olarak ortaya
çıkmasına neden olacaktır. Son zamanlarda tanık olunan, yakın çevremizdeki
ülkelerin durumu devlet otoritesinin ortadan kalkması hâlinde demokratik bir
düzende yaşamak bir yana insanların en temel haklarının her gün saldırı altında
olduğu bir düzensizlik ve kargaşa ortamının acı örnekleri olarak dünya
kamuoyunun gözönünde durmaktadır. Darbe teşebbüsünün ülkemizin birçok terör
örgütünün açık hedefi olduğu günlerde gerçekleştirilmesi bu riskin ağırlığını
daha da artırmıştır.
44. Bütün bu değerlendirmeler birlikte ele alındığında darbe
teşebbüsünün sadece demokratik anayasal düzen yönünden değil bununla sıkı bağı
olan millî güvenlik yönünden de mevcut ve ağır bir tehdit
oluşturduğu anlaşılmaktadır. Millî güvenlik, Anayasa’da ve insan haklarının
korunmasına ilişkin birçok uluslararası belgede, temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması sebepleri arasında sayılmıştır. Özgürlük-güvenlik dengesinin
sağlanması modern demokrasilerin en önemli amaçlarından biri hâline gelmiştir.
Çünkü güvenliğin olmadığı yerde demokratik düzeni sürdürmek ve özgürlükleri hayata
geçirebilmek mümkün değildir.
45. Türk demokrasi tarihine kara bir leke olarak geçen 15 Temmuz
darbe teşebbüsünün demokratik anayasal düzene, bireylerin temel hak ve
özgürlüklerine ve millî güvenliğe yönelik en ağır saldırılardan biri belki de
en ağırı olduğu sonucuna varmak gerekir.
D. Kanun’un 9. Maddesiyle 6741 Sayılı Kanun’un 4. Maddesinin (1)
Numaralı Fıkrasına Eklenen (d) Bendinin İncelenmesi
46. Dava konusu kuralda yer alan “…Bakanlar Kurulu…”
ibaresi 2/7/2018 tarihli ve 703 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 157.
maddesiyle “…Cumhurbaşkanı…” şeklinde değiştirilmiştir.
47. Açıklanan nedenle konusu kalmayan bende ilişkin iptal talebi
hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermek gerekir.
E. Kanun’un 10. Maddesiyle 6749 Sayılı Kanun’un 6.Maddesinin (1)
Numaralı Fıkrasının Değiştirilen (a) Bendinin İncelenmesi
1. İptal Talebinin Gerekçesi
48. Dava dilekçesinde özetle; dava konusu kuralla olağanüstü hâl
süresince uygulanması öngörülen on dört günlük gözaltı süresinin Anayasa’da güvenceye
bağlanan kişi hürriyeti ve güvenliğine ölçüsüz bir müdahale oluşturduğu,
düzenlemenin milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükleri ihlal ettiği, daha
önce Türkiye’de uygulanan uzun gözaltı sürelerinin ölçüsüz olduğuna ilişkin çok
sayıda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararının bulunduğu, olağanüstü
hâl süresince gözaltı süresinin uzatılmasının ancak Olağanüstü Hal Kanunu ile
düzenlenebileceği, 25/10/1983 tarihli ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nda
öngörülmeyen bir kısıtlamanın dava konusu kuralla düzenlenmesine imkân
bulunmadığı belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2., 13., 15., 19., 36. ve 121.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
49. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu
ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural, ilgisi
nedeniyleAnayasa’nın 119. maddesi yönünden de incelenmiştir.
50. Dava konusu kuralda; devletin güvenliğine karşı suçlar,
anayasal suçlar, millî savunmaya karşı suçlar, devlet sırlarına karşı suçlar,
12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar
ve toplu işlenen suçlar bakımından, olağanüstü hâlin devamı süresince gözaltı
süresinin şüphelinin yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilmesi
için zorunlu süre hariç, yakalama anından itibaren yedi günü geçemeyeceği
belirtilmiş; delillerin toplanmasındaki güçlük veya şüpheli sayısının çokluğu
nedeniyle Cumhuriyet savcısının gözaltı süresinin yedi gün süreyle uzatılması
yönünde yazılı olarak emir verebileceği hüküm altına alınmıştır.
51. Gözaltı, yakalanan kişi hakkındaki işlemlerin tamamlanması
amacıyla kişinin yetkili hâkim önüne çıkarılmasına veya serbest bırakılmasına
kadar kanuni süre içinde özgürlüğünün geçici olarak kısıtlanmasını öngören bir
koruma tedbiridir. Gözaltına almanın amacı, yakalanan kişi hakkında yürütülen
ceza soruşturmasının sağlıklı bir şekilde sürdürülmesini sağlamaktır. 4/12/2004
tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 91. maddesinin (2) numaralı
fıkrasına göre gözaltına alma, bu tedbirin soruşturma yönünden zorunlu olmasına
ve kişinin bir suçu işlediği şüphesini gösteren somut delillerin varlığına
bağlıdır. Gözaltına alma, hâkim kararı olmaksızın kişileri özgürlüğünden yoksun
kıldığı için gözaltı süreleri olabildiğince kısa tutulmuş; Anayasa’da ve
kanunlarda gözaltı için belli sınırlamalar öngörülmüştür.
52. Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak belirtilmiş; ikinci ve
üçüncü fıkralarında, şekil ve şartları kanunda gösterilmek kaydıyla kişilerin
hürriyetinden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır.
Anılan maddenin beşinci fıkrasında ise yakalanan veya tutuklanan kişinin
tutulma yerine en yakın mahkemeye gönderilmesi için gerekli süre hariç en geç
kırk sekiz saat ve toplu olarak işlenen suçlarda en çok dört gün içinde hâkim
önüne çıkarılacağı, bu süreler geçtikten sonra hâkim kararı olmaksızın
hürriyetinden yoksun bırakılamayacağı hüküm altına alındıktan sonra bu sürelerin
olağanüstü hâl ve savaş hâllerinde uzatılabileceği belirtilmiştir.
53. Buna göre olağanüstü hâl ve savaş hâllerinde gözaltı süresine
yönelik olarak Anayasa’nın yukarıda anılan hükmünde yer alan sürelerin
uzatılması öngörülebilir. Ancak bu düzenlemeler de Anayasa’da olağanüstü hâl
döneminde temel hak ve özgürlükler için öngörülmüş olan güvencelere aykırı
olamaz.
54. Dava konusu kural; devletin güvenliğine karşı suçlar, anayasal
suçlar, millî savunmaya karşı suçlar, devlet sırlarına karşı suçlar, 3713
sayılı Kanun kapsamına giren suçlar ve toplu işlenen suçlar bakımından olağanüstü
hâl süresince uygulanacak gözaltı süresini düzenlemektedir. Kurala göre gözaltı
süresi, şüphelinin yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilmesi
için zorunlu süre hariç, yakalama anından itibaren yedi günü geçemeyecektir.
Ancak delillerin toplanmasındaki güçlük veya şüpheli sayısının çokluğu
nedeniyle Cumhuriyet savcısı, gözaltı süresinin yedi gün süreyle uzatılmasına
yazılı olarak emir verebilecektir. Böylece kurala göre olağanüstü hâl süresince
gözaltı süresi azami on dört gün olarak uygulanabilecektir.
55. 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra olağanüstü hâlin ilan
edilmesiyle birlikte 22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı OHAL KHK’sı ile gözaltı
süresi yukarıda anılan suçlar bakımından otuz gün olarak öngörülmüştür. Daha
sonra 2/1/2017 tarihli ve 684 sayılı OHAL KHK’sı ile gözaltı süresi yedi güne
indirilmiş ve Cumhuriyet savcısının yazılı emriyle yedi güne kadar uzatılmasına
imkân tanınmıştır. Böylece olağanüstü hâlin ilanından itibaren yaklaşık beş ay
boyunca gözaltı süresi azami otuz gün olarak uygulanmış, 2/1/2017 tarihinden
olağanüstü hâlin sona erdiği 20/7/2018 tarihine kadar ise azami on dört gün
olarak belirlenmiştir. 684 sayılı OHAL KHK’sı TBMM’ce 7074 sayılı Kanun’la
onaylanmıştır.
56. Kuralın gerekçesinde, terör
ve örgütlü suçlarda olağanüstü hâl süresince otuz gün olarak düzenlenen azami
gözaltı süresinin yedi güne indirilmesi, delillerin toplanmasındaki güçlük veya
şüpheli sayısının çokluğu durumunda ise bu sürenin yedi gün süreyle
uzatılmasının amaçlandığı belirtilmiş; olağanüstü hâlin ilanına neden olan
olayların ciddiyeti, bu olaylara ilişkin soruşturmaların kapsamı ve niteliği
ile şüpheli sayılarının çokluğu gibi nedenlerle başlangıçta otuz gün olarak
belirlenen sürenin geçen zaman zarfında soruşturmalarda alınan mesafe ve
ihtiyaç doğrultusunda yeniden belirlendiği ifade edilmiştir.
57. Gözaltı süresinin olağan döneme göre daha uzun tutulmasını
öngören kuralın olağanüstü hâl dönemiyle sınırlı olarak olağanüstü durumun
ilanına neden olan tehdit veya tehlikenin bertaraf edilmesiyle ilgili olduğu
açıktır. Dolayısıyla olağan dönemde azami dört gün olarak belirlenen gözaltı
süresiyle ilgili anayasal güvenceyi karşılamayan kurala ilişkin incelemede
olağanüstü hâl döneminde temel hak ve özgürlüklerin sınırlanmasına yönelik
güvence rejimini düzenleyen Anayasa'nın 15. maddesinin dikkate alınması
gerekmektedir.
58. Anayasa'nın anılan maddesine göre yapılacak inceleme, azami on
dört gün olarak belirlenen gözaltı süresinin maddenin ikinci fıkrasında sayılan
hak ve özgürlüklere dokunup dokunmadığı, milletlerarası hukuktan doğan
yükümlülüklere aykırı bulunup bulunmadığı ve durumun gerektirdiği ölçüde olup
olmadığının tespitiyle sınırlı olacaktır.
59. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı olağanüstü hâl yönetiminin
benimsendiği dönemlerde Anayasa'nın 15. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan,
dokunulması yasaklanmış çekirdek haklar arasında bulunmamaktadır. Dolayısıyla
bu hak yönünden olağanüstü hâllerde Anayasa'daki güvencelere aykırı tedbirlerin
alınması mümkündür.
60. Ayrıca anılan hak, milletlerarası hukuktan kaynaklanan
yükümlülük olarak insan hakları alanında Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası
sözleşmelerden özellikle MSHUS'nin 4. maddesinin (2) numaralı ve AİHS'in 15.
maddesinin (2) numaralı fıkralarında ve bu Sözleşme'ye ek protokollerde
dokunulması yasaklanan çekirdek haklar arasında olmadığı gibi milletlerarası
hukuktan kaynaklanan diğer herhangi bir güvence (olağanüstü dönemlerde de
korunmaya devam eden güvenceler) kapsamında da değildir.
61. Bununla birlikte kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yapılan
sınırlamanın Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında durumun gerektirdiği
ölçüde olduğunun söylenebilmesi için öncelikle keyfî olmaması gerekir.
Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı devletin bireylerin özgürlüğüne keyfî olarak
müdahale etmemesini güvence altına alan temel bir haktır. Kişilerin keyfî
olarak hürriyetinden yoksun bırakılmaması, hukukun üstünlüğüyle bağlı olan
bütün siyasal sistemlerin merkezinde yer alan en önemli güvenceler arasındadır.
Keyfî olarak hürriyetten yoksun bırakılmaya karşı usule ilişkin güvenceler de
bu kapsamda değerlendirilmelidir.
62. Kuralla kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına yapılan
sınırlamanın ölçülü olup olmadığı değerlendirilirken elbette
ülkemizde olağanüstü hâl ilanına sebebiyet veren durumun özellikleri ve
olağanüstü hâl ilanı sonrasında ortaya çıkan koşulların yanı sıra hâkim önüne
çıkarılmaksızın hürriyetten yoksun kalınan süre de dikkate alınacaktır.
63. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de AİHS’in 15. maddesi
kapsamında yükümlülük azaltma bildiriminde bulunan ulusal makamların olağanüstü
durumun gereklilikleri ve bunu gidermek için yapılacak yükümlülük
azaltmalarının niteliği ve kapsamı konusunda geniş takdir yetkisinin
bulunduğunu, ancak alınan tedbirlerin krizin zorunluluklarının kesinlikle
gerektirdiği ölçünün ötesine geçip geçmediğine karar verme konusundaki yetkinin
AİHM’e ait olduğunu belirtmektedir. AİHM bu denetim yetkisini kullanırken
yükümlülük azaltma nedeniyle etkilenen hakların niteliğini, olağanüstü duruma
yol açan sebepleri ve olağanüstü durumun süresini gözönünde bulundurmaktadır (Aksoy/Türkiye,
B. No: 21987/93, 18/12/1996, § 68).
64. 15 Temmuz darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke
genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da FETÖ/PDY ile bağlantılı olduğu
değerlendirilen yaklaşık 221.000 kişi hakkında adli işlem yapılmış; başta TSK,
emniyet ve yargı mensupları olmak üzere 170.000’den fazla kişi hakkında gözaltı
tedbiri uygulanmıştır. Bu kişilerin önemli bir bölümü mahkeme kararıyla
tutuklanmış, yapılan soruşturmalar sonucunda ülke genelinde binlerce şüpheli
hakkında çok sayıda iddianame tanzim edilmiştir. Bu süreçte bilhassa yargı
organları ve soruşturma mercileri, öngörülemez şekilde ağır bir iş yükünü
yönetmek zorunda kalmıştır. Ayrıca, darbe teşebbüsünden hemen sonra darbe
teşebbüsünde bulunduğu belirtilen FETÖ/PDY ile ilgisi nedeniyle ilk etapta
2.745 hâkim ve Cumhuriyet savcısına görevden el çektirilmiş, süreç içinde de
yaklaşık 4.000 yargı mensubu meslekten ihraç edilmiştir.
65. Anılan darbe teşebbüsü, ülkede terör saldırılarının
yoğunlaştığı bir dönemde gerçekleştirilmiştir. Bu süreçte genel olarak bölücü
terör örgütü PKK ile mücadele edilmekle birlikte DHKP/C, El Kaide ve DEAŞ gibi
diğer pek çok terör örgütünün de saldırılarına maruz kalınmış ve bu terör
örgütlerine yönelik olarak da mücadelede bulunulmuştur. Dolayısıyla darbe
teşebbüsünün savuşturulmasından sonra da teşebbüsle bağlantılı kişilerle veya
teşebbüsle doğrudan bağlantılı olmasa bile teşebbüsün arkasındaki yapılanma ile
bağlantılı olduğu değerlendirilen kişilerle ilgili yürütülen soruşturmaların
yanı sıra diğer terör örgütlerinin saldırı ve faaliyetlerine ilişkin olarak da
çok sayıda kişi hakkında soruşturma yürütülmüştür.
66. Darbe teşebbüsü gibi olağanüstü hâl ilanına neden olan
olaylara yönelik adli ve idari soruşturmalar kamu makamlarını ciddi zorluklarla
karşı karşıya bırakabilmektedir. Bu nedenle olaylar karşısında ivedi önlem ve
karar alabilme gereksinimi içinde bulunan yürütmenin yetkilerinin artırılması
gündeme gelebileceği gibi olağanüstü hâl ilanına neden olan olayların bertaraf
edilmesi ve bir daha tekrarlanmaması amacıyla olağan dönemle kıyaslanmayacak
düzenlemeler ve katı tedbirler de öngörülebilir. Darbe teşebbüsüne ilişkin
faaliyetler kapsamında ülke genelinde binlerce kişi tarafından icra edilen suç
oluşturabilecek nitelikteki çok sayıda eylemin aynı anda işlenmesi, bunun yanı
sıra çoğunluğu önemli yerlerde kamu görevlisi olan on binlerce şüpheli hakkında
doğrudan darbeyle ilişkili olmasa da FETÖ/PDY'ye mensubiyet nedeniyle
ivedilikle soruşturma yapılması ihtiyacı birlikte dikkate alındığında olağan
dönemdeki soruşturmaya ilişkin tedbirlerin yetersiz kalması söz konusu
olabilir. Darbe teşebbüsünün boyutu, teşebbüsün faili olduğu belirtilen
FETÖ/PDY’nin yapısı (gizlilik, hücre tipi yapılanma, her kurumda örgütlenmiş
olma, kendisine kutsallık atfetme, itaat ve teslimiyet temelinde hareket etme
gibi), darbe teşebbüsü sonrasında uygulanan tedbirler kapsamında yapılan
soruşturmalar ve açılan davaların sayısı ile özellikle soruşturma işlemlerini
yürütmek ve denetlemekle görevli olan çok sayıda emniyet ve yargı mensubunun
meslekten ihraç edildiği gözetildiğinde, soruşturma işlemlerinin sağlıklı bir
şekilde yürütülebilmesi amacıyla olağanüstü hâl süresiyle sınırlı olarak
gözaltı süresinin azami on dört gün olarak uygulanmasının elverişli ve gerekli
bir tedbir olmadığı söylenemez.
67. Kuralla gözaltı süresi olağanüstü hâl süresince azami on dört
güne çıkarılmakla birlikte bu sürenin keyfî olarak uygulanmasına izin
verilmesinin söz konusu olmadığı anlaşılmaktadır. Kuralda, gözaltı süresinin
yakalama anından itibaren yedi günü geçemeyeceği belirtilerek üst sınır
belirlenmiştir. Dolayısıyla kural olarak bu süre yedi günü aşamayacaktır. Ancak
somut olay kapsamında delillerin toplanmasındaki güçlük veya şüpheli sayısının
çokluğu nedeniyle bu sürenin yedi gün süreyle uzatılabilmesine imkân
tanınmıştır. Hiç kuşkusuz delillerin toplanmasındaki güçlük veya şüpheli
sayısının çokluğu şartlarının gerçekleşmediği durumlarda gözaltı süresinin
uzatılması gündeme gelemeyecektir. Gözaltı için öngörülen süreler azami süreler
olup olayın özelliğine göre soruşturma işlemlerinin daha kısa zamanda
tamamlanması durumunda gözaltı süresinin de daha kısa uygulanmak zorunda olduğu
açıktır.
68. Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasında, her ne
sebeple olursa olsun hürriyeti kısıtlanan kişinin kısa sürede durumu hakkında
karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı hâlinde hemen serbest
bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına
sahip olduğu belirtilerek gözaltına itiraz, anayasal güvence altına alınmıştır.
Bu kapsamda 5271 sayılı Kanun’un 91. maddesinin (5) numaralı fıkrasında,
gözaltına alma ve gözaltı süresinin uzatılmasına ilişkin olarak Cumhuriyet
savcısının yazılı emrine karşı, yakalanan kişi, müdafii veya kanuni temsilcisi,
eşi ya da birinci veya ikinci derecede kan hısmına hemen serbest bırakılmayı
sağlamak için sulh ceza hâkimine başvurma hakkı tanınmıştır. Böylece gerek
gözaltı kararına gerekse de gözaltı süresinin uzatılmasına karşı etkili bir
başvuru yolu öngörülmüştür. Ayrıca 5271 sayılı Kanun’un 147. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (c) bendinde, yakalanarak gözaltına alınan şüpheliye müdafi
seçebilme hakkı getirilmiş ve şüphelinin müdafi seçecek durumda olmadığı ve bir
müdafi yardımından faydalanmak istediği takdirde baro tarafından müdafi
görevlendirilebilmesine imkân tanınmıştır.
69. Anayasa’nın 19. maddesinin dördüncü fıkrasında, yakalanan veya
tutuklanan kişilere, yakalama veya tutuklama sebepleri ve haklarındaki
iddiaların her hâlde yazılı ve bunun hemen mümkün olmaması hâlinde sözlü olarak
derhâl, toplu suçlarda ise en geç hâkim huzuruna çıkarılıncaya kadar
bildirileceği belirtilerek isnat olunan suçla ilgili kişilere bilgi verme
yükümlülüğü getirilmiş; altıncı fıkrasında da, kişinin yakalandığı veya
tutuklandığının yakınlarına derhâl bildirileceği belirtilmiştir.
70. Anılan hükümler birlikte değerlendirildiğinde gözaltı
tedbirinin hukuka uygun şekilde uygulanıp uygulanmadığı bakımından gerek
Anayasa’da gerekse de 5271 sayılı Kanun’da yeterli güvencelere yer verildiği
görülmektedir. Diğer bir ifadeyle olağanüstü hâl süresince gözaltı süresi
bakımından Anayasa’da öngörülen azami süreleri aşar nitelikte düzenleme
yapılırken bu sürelerin amacına uygun ve ölçülü şekilde uygulanmasını
sağlayacak güvencelere yer verildiği, böylece olağanüstü hâle sebebiyet veren
tehdit veya tehlikenin bertaraf edilmesi kapsamında alınması gereken tedbirleri
aşan bir keyfiliğe izin verilmediği anlaşılmaktadır.
71. Bu itibarla devletin güvenliğine karşı suçlar, anayasal
suçlar, millî savunmaya karşı suçlar, devlet sırlarına karşı suçlar, 3713
sayılı Kanun kapsamına giren suçlar ve toplu işlenen suçlar bakımından
olağanüstü hâlin devamı süresince gözaltı süresinin azami yedi gün olarak
uygulanmasını ve kanunda belirtilen zorunlu şartların gerçekleşmesi hâlinde
bunun azami yedi güne kadar uzatılmasını öngören kuralın, olağanüstü hâlde kişi
özgürlüğü ve güvenliği hakkını durumun gerektirdiği ölçüyü aşacak şekilde
sınırlandırdığı söylenemez.
72. Öte yandan dava dilekçesinde, olağanüstü hâl süresince gözaltı
süresinin uzatılmasının ancak Olağanüstü Hal Kanunu ile düzenlenebileceği ileri
sürülmekte ise de olağanüstü hâllerde temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasına ilişkin düzenlemelerin Olağanüstü Hal Kanunu’nda
düzenlenmesini öngören Anayasa’nın 121. maddesi, 6771 sayılı Kanun’la
yürürlükten kaldırılmıştır. Bu yönüyle Anayasa’nın mülga 121. maddesi kapsamında
bir denetim yapılması mümkün değildir.
73. 6771 sayılı Kanun’un 12. maddesiyle Anayasa’nın 119.
maddesinde değişikliğe gidilerek olağanüstü hâl yönetimine ilişkin usul ve
esaslar yeniden düzenlenmiştir. Anayasa’nın 119. maddesinin beşinci fıkrasında,
olağanüstü hâllerde vatandaşlar için getirilecek para, mal ve çalışma
yükümlülükleri ile 15. maddedeki ilkeler doğrultusunda temel hak ve
hürriyetlerin nasıl sınırlanacağının veya geçici olarak durdurulacağının, hangi
hükümlerin uygulanacağının ve işlemlerin nasıl yürütüleceğinin kanunla
düzenleneceği hüküm altına alınmıştır. Dava konusu düzenlemenin de Anayasa’nın
119. maddesi kapsamında kanun ile yapıldığı açık olduğundan kuralın Anayasa’nın
119. maddesine aykırı bir yönü bulunmamaktadır.
74. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 15., 19. ve 119.
maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 2., 13., ve 36. maddeleriyle ilgisi
görülmemiştir.
IV. YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI TALEBİ
75. Dava dilekçesinde özetle, dava konusu kuralların bu hâliyle
uygulanmasının telafisi güç veya imkânsız zararların doğmasına sebebiyet
vereceği belirtilerek kuralların yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi
talep edilmiştir.
1/2/2018 tarihli ve 7074 sayılı Kanun’un;
A. 10. maddesiyle 18/10/2016tarihli ve 6749 sayılı Olağanüstü
Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin
Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun’un 6.maddesinin (1) numaralı
fıkrasının değiştirilen (a) bendine yönelik iptal talebi 25/7/2019 tarihli ve
E.2018/92, K.2019/67 sayılı kararla reddedildiğinden bu bende ilişkin
yürürlüğün durdurulması talebinin REDDİNE,
B. 9. maddesiyle 19/8/2016tarihli ve 6741 sayılı Türkiye Varlık
Fonu Yönetimi Anonim Şirketinin Kurulması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun’un 4. maddesinin (1) numaralı fıkrasına eklenen (d)
bendi hakkında 25/7/2019 tarihli ve E.2018/92, K.2019/67 sayılı kararla karar
verilmesine yer olmadığına karar verildiğinden, bu bende ilişkin yürürlüğün
durdurulması talebi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA,
25/7/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
V. HÜKÜM
1/2/2018 tarihli ve 7074 sayılı Kanun’un;
A. 9. maddesiyle 19/8/2016tarihli ve 6741 sayılı Türkiye Varlık
Fonu Yönetimi Anonim Şirketinin Kurulması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun’un 4. maddesinin (1) numaralı fıkrasına eklenen (d)
bendine ilişkin iptal talebi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA,
B. 10. maddesiyle 18/10/2016tarihli ve 6749 sayılı Olağanüstü
Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin
Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun’un 6.maddesinin (1) numaralı
fıkrasının değiştirilen (a) bendinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal
talebinin REDDİNE,
25/7/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Başkan
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
Engin YILDIRIM
|
Başkanvekili
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Recep KÖMÜRCÜ
|
Üye
Hicabi DURSUN
|
Üye
Celal Mümtaz
AKINCI
|
Üye
Muammer TOPAL
|
Üye
M. Emin KUZ
|
Üye
Kadir ÖZKAYA
|
Üye
Rıdvan GÜLEÇ
|
Üye
Recai AKYEL
|
Üye
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Üye
Yıldız
SEFERİNOĞLU
|
Üye
Selahaddin
MENTEŞ
|