ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2018/73
Karar Sayısı : 2019/65
Karar Tarihi : 24/7/2019
R.G. Tarih – Sayı : 29/11/2019
– 30963
İPTAL DAVASINI AÇAN: Türkiye Büyük Millet
Meclisi üyeleri Engin ALTAY, Özgür ÖZEL, Engin ÖZKOÇ ile birlikte 114
milletvekili
İPTAL DAVASININ KONUSU: 1/2/2018 tarihli ve
7070 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında
Kanun’un;
A. 1. maddesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu’nun 149. maddesinin (2) numaralı fıkrasına eklenen cümlenin,
B. 2. maddesiyle 5271 sayılı Kanun’un 151. maddesinin (4) numaralı
fıkrasına eklenen “…avukat hakkındaki soruşturma veya…” ile “…soruşturma
veya…” ibarelerinin,
C. 3. maddesiyle 5271 sayılı Kanun’un 154. maddesine eklenen (2)
numaralı fıkrada yer alan “...örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen
uyuşturucu ve uyarıcı madde imâl ve ticareti suçları...” ibaresinin,
Ç. 4. maddesiyle 5271 sayılı Kanun’un 178. maddesinin (1) numaralı
fıkrasına eklenen cümlenin,
D. 5. maddesiyle 5271 sayılı Kanun’un 188. maddesinin (1) numaralı
fıkrasına eklenen cümlenin,
E. 6. maddesiyle 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 59. maddesine eklenen (5), (10) ve (11)
numaralı fıkraların,
F. 33. maddesiyle 18/5/1929 tarihli ve 1453 sayılı Zabitan ve
Askeri Memurların Maaşatı Hakkında Kanun’a eklenen geçici 1. maddenin
ikinci fıkrasının,
G. 48. maddesiyle 31/7/1970 tarihli ve 1325 sayılı Millî Savunma
Bakanlığı Görev ve Teşkilâtı Hakkında Kanun’a (2/7/2018 tarihli ve 703 sayılı
Kanun Hükmünde Kararname ile “Askeri Okullar, Askeri Öğrenciler, Askeri
Fabrikalar ve Bazı Düzenlemeler Hakkında Kanun” şeklinde
değiştirilmiştir) eklenen ek 10. maddenin “...Bakanlığın özelliği ve
hizmetin gerekli kıldığı şart ve vasıflar göz önüne alınarak Bakanlığa intibak
edemedikleri üstlerince teklif edilenlerden Bakanlıkta oluşturulacak komisyona
yaptırılacak tahkikat sonucuna göre Millî Savunma Bakanınca uygun
görülenler,...” bölümünün,
Ğ. 56. maddesiyle 10/3/2011 tarihli ve 6191 sayılı Sözleşmeli
Erbaş ve Er Kanunu’na eklenen geçici 1. maddenin,
H. 60. maddesiyle 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet
Memurları Kanunu’nun 48. maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen (8)
numaralı alt bendin,
I. 61. maddesiyle 657 sayılı Kanun’un 125. maddesinin birinci
fıkrasının (E) bendine eklenen (l) alt bendinde yer alan “...eylem
birliği içerisinde olmak,...” ibaresinin,
İ. 62. maddesiyle 11/10/2011 tarihli ve 663 sayılı Sağlık Bakanlığı
ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararname’ye (703 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile “Sağlık Alanında
Bazı Düzenlemeler Hakkında Kanun Hükmünde Kararname” şeklinde
değiştirilmiştir) eklenen 45/A maddesinin (2) ve (3) numaralı fıkralarının,
J. 73. maddesiyle 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle
Mücadele Kanunu’na eklenen geçici 16. maddenin ikinci cümlesinin,
Anayasa’nın Başlangıç kısmı ile 2., 7., 10., 13., 15., 36., 38.,
41., 48., 49., 70., 90. ve 128. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek
iptallerine ve yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi talebidir.
I. İPTALİ İSTENEN KANUN HÜKÜMLERİ
Kanun’un iptali talep edilen kuralların da
yer aldığı;
1. 1. maddesiyle (2) numaralı fıkrasına cümle eklenen 5271
sayılı Kanun’un 149. maddesi şöyledir:
“Şüphelinin veya sanığın müdafi seçimi
Madde 149 (1) Şüpheli veya sanık, soruşturma ve
kovuşturmanın her aşamasında bir veya birden fazla müdafiin yardımından
yararlanabilir; kanunî temsilcisi varsa, o da şüpheliye veya sanığa müdafi
seçebilir.
(2) Soruşturma evresinde, ifade almada en çok üç avukat hazır
bulunabilir. (Ek cümle: 3/10/2016-KHK-676/1 md.; Aynen kabul:
1/2/2018-7070/1 md.) Örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar bakımından yürütülen
kovuşturmalarda, duruşmada en çok üç avukat hazır bulunabilir.
(3) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında avukatın,
şüpheli veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve
hukukî yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz.”
2. 2. maddesiyle (4) numaralı fıkrasına ibareler eklenen 5271 sayılı
Kanun’un 151. maddesi şöyledir:
“Müdafi görevini yerine getirmediğinde yapılacak işlem ve
müdafilik görevinden yasaklanma
Madde 151- (1) 150 nci madde hükmüne göre
görevlendirilen müdafi, duruşmada hazır bulunmaz veya vakitsiz olarak
duruşmadan çekilir veya görevini yerine getirmekten kaçınırsa, hâkim veya
mahkeme derhâl başka bir müdafi görevlendirilmesi için gerekli işlemi yapar. Bu
durumda mahkeme oturuma ara verebileceği gibi oturumun ertelenmesine de karar
verebilir.
(2) Eğer yeni müdafi savunmasını hazırlamak için yeterli zaman
olmadığını açıklarsa oturum ertelenir.
(3) (Ek: 25/5/2005 - 5353/22 md.) 149
uncu maddeye göre seçilen veya 150 nci maddeye göre görevlendirilen ve Türk Ceza
Kanununun 220 ve 314 üncü maddesinde sayılan suçlar ile terör suçlarından
şüpheli, sanık veya hükümlü olanların müdafilik veya vekillik görevini üstlenen
avukat, hakkında bu fıkrada sayılan suçlar nedeniyle soruşturma ya da
kovuşturma bulunması halinde müdafilik veya vekillik görevini üstlenmekten
yasaklanabilir.
(4) (Ek:25/5/2005 - 5353/22 md.) Cumhuriyet
savcısının yasaklamaya ilişkin talebi hakkında, hâkim veya mahkeme tarafından
gecikmeksizin karar verilir. Bu kararlara karşı itiraz edilebilir. İtiraz
sonucunda yasaklama kararının kaldırılması halinde avukat görevini devam
ettirir. Müdafilik görevinden yasaklama kararı, avukat hakkındaki
soruşturma veya kovuşturma konusu suçla sınırlı olmak üzere, bir yıl
süre ile verilebilir. Ancak, soruşturma veya kovuşturmanın
niteliği itibariyle bu süreler altı aydan fazla olmamak üzere en fazla iki defa
uzatılabilir. Soruşturma sonunda kovuşturmaya yer olmadığına dair karar
verilmesi veya kovuşturma sonunda mahkûmiyet dışında bir karar verilmesi
halinde, kesinleşmesi beklenmeksizin yasaklama kararı kendiliğinden kalkar.
(5) (Ek:25/5/2005 - 5353/22 md.) Görevden
yasaklama kararı, şüpheli, sanık veya hükümlü ile yeni bir müdafi
görevlendirilmesi için derhal ilgili baro başkanlığına bildirilir.
(6) (Ek:25/5/2005 - 5353/22 md.) Müdafi
veya vekil görevden yasaklanmış bulunduğu sürece başka davalarla ilgili olsa
bile müdafiliğini veya vekilliğini üstlendiği kişiyi ceza infaz kurumunda veya
tutukevinde ziyaret edemez.”
3. 3. maddesiyle fıkra eklenen 5271 sayılı Kanun’un 154. maddesi
şöyledir:
“Müdafi ile görüşme
Madde 154- (1) Şüpheli veya sanık, vekâletname aranmaksızın
müdafii ile her zaman ve konuşulanları başkalarının duyamayacağı bir ortamda
görüşebilir. Bu kişilerin müdafii ile yazışmaları denetime tâbi tutulamaz.
(2) (Ek: 3/10/2016-KHK-676/3 md.; Aynen kabul:
1/2/2018-7070/3 md.) Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci,
Altıncı ve Yedinci Bölümlerinde tanımlanan suçlar ve Terörle Mücadele Kanunu
kapsamına giren suçlar ile örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen
uyuşturucu ve uyarıcı madde imâl ve ticareti suçları bakımından
gözaltındaki şüphelinin müdafi ile görüşme hakkı Cumhuriyet savcısının istemi
üzerine, hâkim kararıyla yirmidört saat süreyle kısıtlanabilir; bu zaman
zarfında ifade alınamaz.”
4. 4. maddesiyle (1) numaralı fıkrasına cümle eklenen 5271 sayılı
Kanun’un 178. maddesi şöyledir:
“Çağrılması reddedilen tanığın ve uzman kişinin doğrudan mahkemeye
getirilmesi
Madde 178- (1) Mahkeme başkanı veya hâkim, sanığın veya katılanın
gösterdiği tanık veya uzman kişinin çağrılması hakkındaki dilekçeyi
reddettiğinde, sanık veya katılan o kişileri mahkemeye getirebilir. Bu kişiler
duruşmada dinlenir. (Ek cümle: 3/10/2016-KHK-676/4 md.; Aynen kabul:
1/2/2018-7070/4 md.) Ancak, davayı uzatmak amacıyla yapılan talepler reddedilir.”
5. 5. maddesiyle (1) numaralı fıkrasına cümle eklenen 5271 sayılı
Kanun’un 188. maddesi şöyledir:
“Duruşmada hazır bulunacaklar
Madde 188 – (1) Duruşmada, hükme katılacak hâkimler ve Cumhuriyet
savcısı ile zabıt kâtibinin ve Kanunun zorunlu müdafiliği kabul ettiği hâllerde
müdafiin hazır bulunması şarttır. (Ek cümle: 3/10/2016- KHK-676/5 md.;
Aynen kabul: 1/2/2018-7070/5 md.) Müdafiin
mazeretsiz olarak duruşmaya gelmemesi veya duruşmayı terk etmesi halinde
duruşmaya devam edilebilir.
(2) (Mülga: 18/6/2014 - 6545/103 md.)
(3) Bir oturumda bitmeyecek davada, herhangi bir nedenle
bulunamayacak üyenin yerine geçmek ve oya katılmak üzere yedek üye
bulundurulabilir.”
6. 6. maddesiyle fıkralar eklenen 5275 sayılı Kanun’un 59. maddesi
şöyledir:
“Avukat ve noterle görüşme hakkı
MADDE 59.- (1) Hükümlü, avukatlık mesleğinin icrası çerçevesinde
avukatları ile vekâletnamesi olmaksızın en çok üç kez görüşme hakkına sahiptir.
(2) Avukat ve noter ile görüşme, meslek kimliklerinin ibrazı
üzerine, tatil günleri dışında ve çalışma saatleri içinde, bu iş için ayrılan
görüşme yerlerinde, konuşulanların duyulamayacağı, ancak güvenlik nedeniyle
görülebileceği bir biçimde yapılır.
(3) Avukatlar, vekâletnameleri olsa da aynı anda birden fazla
hükümlü ile görüşme yapamazlar.
(4) (Değişik: 3/10/2016-KHK-676/6 md.; Aynen
kabul: 1/2/2018-7070/6 md.) Görüşme sırasında;
hükümlünün avukatına veya avukatın hükümlüye verdiği belge veya belge
örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmaya ilişkin olarak kendilerinin
tuttukları kayıtlar incelenemez; hükümlünün avukatı ile yaptığı görüşme
dinlenemez ve kayda alınamaz.
(5) (Ek: 3/10/2016-KHK-676/6 md.;
Aynen kabul: 1/2/2018-7070/6 md.) Türk
Ceza Kanununun 220 nci maddesinde ve İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü,
Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümlerinde tanımlanan suçlar ile 12/4/1991
tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlardan mahkûm
olanların avukatları ile görüşmelerinde, toplumun ve ceza infaz kurumunun
güvenliğinin tehlikeye düşürüldüğüne, terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin
yönlendirildiğine, bu örgütlere emir ve tâlimat verildiğine veya yorumları ile
gizli, açık ya da şifreli mesajlar iletildiğine ilişkin bilgi, bulgu veya belge
elde edilmesi hâlinde, Cumhuriyet başsavcılığının istemi ve infaz hâkiminin
kararıyla, üç ay süreyle; görüşmeler teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak
kaydedilebilir, hükümlü ile avukatın yaptığı görüşmeleri izlemek amacıyla
görevli görüşmede hazır bulundurulabilir, hükümlünün avukatına veya avukatın
hükümlüye verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki
konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara elkonulabilir veya görüşmelerin gün ve
saatleri sınırlandırılabilir.
(6) (Ek: 3/10/2016-KHK-676/6 md.; Aynen kabul:
1/2/2018-7070/6 md.) İnfaz hakimliği hükümlünün; kurallara uyumunu, toplum veya ceza
infaz kurumu bakımından arz ettiği tehlikeyi ve rehabilitasyon çalışmalarındaki
gelişimini değerlendirerek, kararda belirttiği süreyi üç aydan fazla olmamak
üzere müteaddit defa uzatabileceği gibi kısaltılmasına veya sonlandırılmasına
da karar verebilir.
(7) (Ek: 3/10/2016-KHK-676/6 md.; Aynen kabul:
1/2/2018-7070/6 md.) Beşinci fıkra kapsamına giren hükümlünün yaptığı görüşmenin, aynı
fıkrada belirtilen amaca yönelik yapıldığının anlaşılması hâlinde, görüşmeye
derhal son verilerek, bu husus gerekçesiyle birlikte tutanağa bağlanır. Görüşme
başlamadan önce taraflar bu hususta uyarılır.
(8) (Ek: 3/10/2016-KHK-676/6 md.; Aynen kabul:
1/2/2018-7070/6 md.) Hükümlü hakkında, yedinci fıkra uyarınca tutanak tutulması
hâlinde, Cumhuriyet başsavcılığının istemiyle hükümlünün avukatlarıyla
görüşmesi infaz hâkimince altı ay süreyle yasaklanabilir. Yasaklama kararı,
hükümlüye ve yeni bir avukat görevlendirilmesi için derhal ilgili baro
başkanlığına bildirilir. Cumhuriyet başsavcılığı baro tarafından bildirilen
avukatın değiştirilmesini baro başkanlığından isteyebilir. Bu fıkra hükmüne
göre görevlendirilen avukata, 23/3/2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 13 üncü maddesine göre ücret
ödenir.
(9) (Ek: 3/10/2016-KHK-676/6 md.; Aynen kabul:
1/2/2018-7070/6 md.) İnfaz hâkimi tarafından bu madde uyarınca verilen kararlara karşı
4675 sayılı Kanuna göre itiraz edilebilir.
(10) (Ek: 3/10/2016-KHK-676/6 md.;
Aynen kabul: 1/2/2018-7070/6 md.) Bu
madde hükümleri 9 uncu maddenin üçüncü fıkrasına göre yüksek güvenlikli ceza
infaz kurumlarında bulunan hükümlüler ile beşinci fıkradaki suçlardan hükümlü
olup, başka bir suçtan dolayı şüpheli veya sanık sıfatıyla avukatıyla görüşen
hükümlüler hakkında da uygulanır.
(11) (Ek: 3/10/2016-KHK-676/6 md.;
Aynen kabul: 1/2/2018-7070/6 md.) Tutuklular
hakkında bu madde hükümlerine göre karar vermeye soruşturma aşamasında sulh
ceza hâkimi, kovuşturma aşamasında mahkeme yetkilidir.
(12) (Ek ibare: 25/5/2005-5351/5 md.) Türkiye
Cumhuriyetinin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere ve karşılıklılık esasına
uygun olmak koşuluyla, Yabancı ülkelerde haklarında soruşturma veya kovuşturma
yapılmakta olan, yabancı ülke veya uluslararası yargı mercilerinde dava açmak
isteyen, leh veya aleyhine açılmış davası olan Türk vatandaşı veya yabancı
uyruklu hükümlülerle yabancı uyruklu avukatları, bu soruşturma ve kovuşturma,
açılacak veya açılmış davalarla sınırlı olmak ve vekâletname sunmak koşuluyla
görüşebilirler. Vekâletnamesi olmayan yabancı uyruklu avukatlar, hükümlü ile
Türkiye barolarına kayıtlı bir avukatla birlikte görüşme yapabilirler.”
7. 33. maddesiyle 1453 sayılı Kanun’a eklenen geçici 1. madde
şöyledir:
“Geçici Madde 1- - (Ek:
3/10/2016-KHK-676/38 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7070/33 md.)
Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığının 2 nci
madde uyarınca 2016 yılı için belirlenmiş olan fiili kadroları 2016 yılı sonuna
kadar uygulanır.
Jandarma Genel Komutanlığı, Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademisi
ile Sahil Güvenlik Komutanlığının 2017 yılı fiili kadroları 2016 yılı sonuna
kadar Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonunca belirlenir.”
8. 48. maddesiyle 1325 sayılı Kanun’a eklenen ek 10. madde şöyledir:
“Ek Madde 10- (Ek: 3/10/2016-KHK-676/60 md.; Aynen kabul:
1/2/2018-7070/48 md.)
Millî Savunma Bakanlığı fiili kadrosuna dahil 657 sayılı Devlet
Memurları Kanununa tabi personelden Bakanlığın özelliği ve hizmetin
gerekli kıldığı şart ve vasıflar göz önüne alınarak Bakanlığa intibak
edemedikleri üstlerince teklif edilenlerden Bakanlıkta oluşturulacak komisyona
yaptırılacak tahkikat sonucuna göre Millî Savunma Bakanınca uygun görülenler, genel
hükümlere göre merkezî yönetim bütçe kanununda öngörülen atama sınırlamalarına
tabi olmadan Çalışma, Sosyal Hizmetler ve Aile Bakanlığı aracılığıyla başka bir
kurum veya kuruluşa naklen atanır.”
9. 56. maddesiyle 6191 sayılı Kanun’a eklenen geçici 1. madde
şöyledir:
“GEÇİCİ MADDE 1 – (Ek: 3/102016-KHK-676/70
md.; Aynen kabul: 1/2/2018- 7070/56 md.)
(1) Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce milli güvenliğe
tehdit oluşturduğu tespit edilen FETÖ/PDY terör örgütüne aidiyeti, iltisakı
veya irtibatı nedeniyle sözleşmeleri feshedilen sözleşmeli erbaş ve erler
hakkında 22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan
Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin 4 üncü maddesinin ikinci ve
üçüncü fıkraları uygulanır.”
10. 60. maddesiyle (A) bendine alt bent
eklenen 657 sayılı Kanun’un 48. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Genel ve özel şartlar:
Madde 48 – (Değişik: 12/5/1982 - 2670/14 md.)
Devlet memurluğuna alınacaklarda aşağıdaki genel ve özel şartlar
aranır.
A) Genel şartlar:
1. Türk Vatandaşı olmak,
2. Bu Kanunun 40 ncı maddesindeki yaş şartlarını taşımak,
3. Bu Kanunun 41 nci maddesindeki öğrenim şartlarını taşımak,
4. Kamu haklarından mahrum bulunmamak,
5. (Değişik: 23/1/2008 - 5728/317 md.) Türk
Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten
işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da
affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu
düzenin işleyişine karşı suçlar, (…) zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık,
dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat
karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı
değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmamak.
6. Askerlik durumu itibariyle;
a) Askerlikle ilgisi bulunmamak,
b) Askerlik çağına gelmemiş bulunmak,
c) Askerlik çağına gelmiş ise muvazzaf askerlik hizmetini yapmış
yahut ertelenmiş veya yedek sınıfa geçirilmiş olmak,
7. 53 üncü madde hükümleri saklı kalmak kaydı ile görevini devamlı
yapmasına engel olabilecek (…) akıl hastalığı (…) bulunmamak.
8. (Ek: 3/10/2016 – KHK-676/74
md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7070/60 md.) Güvenlik
soruşturması ve/veya arşiv araştırması yapılmış olmak.
B) Özel şartlar:
1. Hizmet göreceği sınıf için 36 ve 41 nci maddelerde belirtilen öğretim
ve eğitim kurumlarının birinden diploma almış olmak,
2. Kurumların özel kanun veya diğer mevzuatında aranan şartları
taşımak.”
11. 61. maddesiyle alt bent eklenen 657 sayılı
Kanun’un 125. maddesinin birinci fıkrasının (E) bendi şöyledir:
“E - Devlet memurluğundan çıkarma: Bir daha Devlet memurluğuna
atanmamak üzere memurluktan çıkarmaktır.
Devlet memurluğundan çıkarma cezasını gerektiren fiil ve haller
şunlardır:
a) İdeolojik veya siyasi amaçlarla kurumların huzur, sükün ve
çalışma düzenini bozmak, boykot, işgal, kamu hizmetlerinin yürütülmesini
engelleme, işi yavaşlatma ve grev gibi eylemlere katılmak veya bu amaçlarla
toplu olarak göreve gelmemek, bunları tahrik ve teşvik etmek veya yardımda
bulunmak,)
b) Yasaklanmış her türlü yayını veya siyasi veya ideolojik amaçlı
bildiri, afiş, pankart, bant ve benzerlerini basmak, çoğaltmak, dağıtmak veya
bunları kurumların herhangi bir yerine asmak veya teşhir etmek,
c) Siyasi partiye girmek,
d) Özürsüz olarak (...) bir yılda toplam 20 gün göreve gelmemek,
e) Savaş, olağanüstü hal veya genel afetlere ilişkin konularda
amirlerin verdiği görev veya emirleri yapmamak,
f) (Değişik: 13/2/2011 - 6111/111 md.) Amirlerine,
maiyetindekilere ve iş sahiplerine fiili tecavüzde bulunmak,
g) Memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz
kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunmak,
h) Yetki almadan gizli bilgileri açıklamak,
ı) Siyasi ve ideolojik eylemlerden arananları görev mahallinde
gizlemek,
j) Yurt dışında Devletin itibarını düşürecek veya görev
haysiyetini zedeleyecek tutum ve davranışlarda bulunmak,
k) 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkındaki Kanuna
aykırı fiilleri işlemek.
l) (Ek: 3/10/2016 – KHK-676/75 md.; Aynen kabul:
1/2/2018-7070/61 md.) Terör örgütleriyle eylem birliği içerisinde olmak, bu
örgütlere yardım etmek, kamu imkân ve kaynaklarını bu örgütleri desteklemeye
yönelik kullanmak ya da kullandırmak, bu örgütlerin propagandasını yapmak.”
12. 62. maddesiyle 663 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname’ye (KHK) eklenen 45/A maddesi şöyledir:
“Sözleşmeli sağlık personeli istihdamı
MADDE 45/A- (Ek: 3/10/2016-KHK-676/76 md.; Aynen kabul:
1/2/2018-7070/62 md.)
(1) Bakanlık ve bağlı kuruluşları, merkez teşkilatları hariç olmak
üzere ve öncelikle personel istihdamında güçlük çekilen yerlerde, 657 sayılı
Devlet Memurları Kanununun 4 üncü maddesinin (B) fıkrası uyarınca ilgili
mevzuatı gereği kura ile ataması öngörülenler dışında 190 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnameye ekli cetvellerde Sağlık Hizmetleri ve Yardımcı Sağlık Hizmetleri
Sınıfı kapsamında yer alan unvanlarla vize edilmiş pozisyonlarda bu maddede
öngörülen şartlarla sözleşmeli personel istihdam edebilir.
(2) Bu kapsamdaki sözleşmeli sağlık personeli Kamu Personel Seçme
Sınavı (KPSS) sonucuna göre Bakanlık ve bağlı kuruluşlarına Öğrenci Seçme ve
Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) Başkanlığı tarafından yapılacak yerleştirme ile
atanabileceği gibi pozisyon ve ihtiyaç durumuna göre KPSS puanı esas alınarak
Bakanlık tarafından yapılacak sözlü sınavla da atama yapılabilir. Sözlü sınav
ve yerleştirmeye ilişkin usul ve esaslar Bakanlıkça belirlenir.
(3) Bu madde uyarınca atanan sözleşmeli sağlık personeli dört yıl
süreyle başka bir yere atanamaz. Aile birliği mazeretine bağlı yer
değiştirmelerde bu madde uyarınca istihdam edilen personelin eşi bu personele
tabidir. Ancak sözleşmeli sağlık personelinin bulunduğu ilde bir yıl görev
yapması ve vizeli pozisyon bulunması durumunda; eşlerin her ikisinin de
Bakanlık ve bağlı kuruluşlarında sözleşmeli veya eşlerden birinin sözleşmeli,
diğerinin Bakanlık ve bağlı kuruluşlarında veya diğer bir kamu kurum veya
kuruluşunda kadrolu statüde istihdam ediliyor olması halinde hizmet ihtiyacının
daha fazla olduğu yere atamaları yapılabilir.
(4) Sözleşmeli sağlık personelinden dört yıllık çalışma süresini
tamamlayanlar talepleri halinde bulundukları yerde 657 sayılı Kanunun 4 üncü
maddesinin (A) bendi kapsamındaki kadrolara atanır. Bu kadrolara atananlar,
aynı yerde en az iki yıl daha görev yapar, bunlar hakkında adaylık hükümleri
uygulanmaz.
(5) Bu madde hükümlerine göre kadrolara atananların, 657 sayılı
Kanunun 4 üncü maddesinin (B) bendi uyarınca sözleşmeli pozisyonlarda
geçirdikleri hizmet süreleri, öğrenim durumlarına göre yükselebilecekleri
dereceleri aşmamak kaydıyla kazanılmış hak aylık derece ve kademelerinin
tespitinde değerlendirilir.
(6) Bu madde kapsamında memur kadrolarına atananlara iş sonu
tazminatı ödenmez. Bu personelin önceden iş sonu tazminatı ödenmiş süreleri
hariç, iş sonu tazminatına esas olan toplam hizmet süreleri, 8/6/1949 tarihli
ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu ve 31/5/2006 tarihli
ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu hükümleri
uyarınca ödenecek emekli ikramiyesine esas toplam hizmet süresinin hesabında
dikkate alınır.
(7) Bu madde çerçevesinde sözleşmeli personelin atanacağı memur
kadroları, 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye ekli cetvellerde yer alan
sınıf, unvan ve derecelerine uygun olmak şartıyla, başka bir işleme gerek
kalmaksızın atama işleminin yapıldığı tarih itibarıyla ihdas edilerek ilgisine
göre Bakanlık veya bağlı kuruluşlarının 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye
ekli cetvellerinin ilgili bölümlerine eklenmiş ve kadrolara atananların
pozisyonları başka bir işleme gerek kalmaksızın iptal edilmiş sayılır. İhdas
edilen kadrolar ile iptal edilen pozisyonlar; unvanı, sınıfı, adedi, derecesi,
teşkilatı ve birimi belirtilmek suretiyle atama tarihinden itibaren iki ay
içinde Hazine ve Maliye Bakanlığı ve Devlet Personel Başkanlığına bildirilir.
(8) Bu madde kapsamında sözleşmeli sağlık personeli pozisyonlarına
yapılan atama, sözleşmenin imzalanmasıyla geçerlilik kazanır. Sözleşme,
imzalanmadan herhangi bir hak doğurmaz.”
13. 73. maddesiyle 3713 sayılı Kanun’a eklenen
geçici 16. madde şöyledir:
“Geçici Madde 16- (Ek: 3/10/2016-KHK-676/90 md.; Aynen
kabul: 1/2/2018-7070/73 md.)
Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla 21 inci maddenin
birinci fıkrasının mülga (ı) bendi kapsamında Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar
Kurumundan burs almakta olanların bursları, normal öğrenim sürelerinin sonuna
kadar ilgili mevzuat hükümlerine göre verilir. Söz konusu bende
istinaden yargı mercilerinde Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu aleyhine
açılan davalardan feragat edilmiş sayılır. Feragat nedeniyle mahkemece
yargılama giderleri ve vekalet ücretine hükmedilemez, verilmiş olan kararlar
üzerine ayrıca herhangi bir işlem yapılmaz.”
II. İLK İNCELEME
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Zühtü ARSLAN,
Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Serdar ÖZGÜLDÜR, Serruh KALELİ, Osman Alifeyyaz
PAKSÜT, Recep KÖMÜRCÜ, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, M. Emin KUZ, Hasan Tahsin
GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL ve Yusuf Şevki HAKYEMEZ’in
katılımlarıyla 17/5/2018 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında dosyada
eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine, yürürlüğü durdurma
talebinin esas inceleme aşamasında karara bağlanmasına OYBİRLİĞİYLE karar
verilmiştir.
III. ESASIN İNCELENMESİ
2. Dava dilekçesi ve ekleri, Raportör Fatih ŞAHİN
tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, dava konusu kanun hükümleri,
dayanılan ve ilgili görülen Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer
yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A. Olağanüstü
Hâl Düzenlemelerinin Yargısal Denetimi
3. Anayasa’nın 21/1/2017 tarihli ve 6771
sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’la değiştirilmeden
önceki 148. maddesinin birinci fıkrasının üçüncü cümlesinde “…olağanüstü
hallerde, sıkıyönetim ve savaş hallerinde çıkarılan kanun hükmünde
kararnamelerin şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla,
Anayasa Mahkemesinde dava açılamaz” hükmüne yer verilerek olağanüstü dönem
kanun hükmünde kararnameleri (KHK) Anayasa Mahkemesinin yargısal denetiminin
dışında bırakılmıştır. Anayasa Mahkemesi 2/11/2016 tarihli ve E.2016/171,
K.2016/164 sayılı kararında olağanüstü hâl KHK’larının Anayasa Mahkemesi
tarafından denetlenebilmesi için bu yöndeki bir anayasal yetkinin açıkça
tanınması gerektiğini ifade ederek Anayasa’nın 148. maddesinin lafzı, Anayasa
koyucunun amacı ve ilgili yasama belgeleri gözönünde bulundurulduğunda
olağanüstü hâl KHK’larının herhangi bir ad altında yargısal denetiminin mümkün
olmadığına karar vermiştir.
4. Bununla birlikte olağanüstü hâl KHK’larının Türkiye Büyük
Millet Meclisi (TBMM) tarafından onaylanarak kanunlaşması hâlinde bu kanun
hükümlerinin Anayasa’ya aykırılığı iddiasıyla Anayasa Mahkemesinde dava
açılmasının önünde bir engel bulunmamaktadır. İptal davasına konu edilen 7070 sayılı Kanun, olağanüstü hâl
kapsamında çıkarılan 676 sayılı KHK’nın TBMM tarafından onaylanması sonucunda
yürürlüğe girmiştir. Bu itibarla dava konusu kurallar diğer kanun hükümleri
gibi Anayasa Mahkemesinin denetimine tabi olmakla birlikte bu denetim
yapılırken söz konusu kuralların olağanüstü hâle yönelik düzenlemeler içermesi
nedeniyle öncelikle inceleme yönteminin belirlenmesi gerekir.
5. Anayasa, temel hak ve özgürlüklerin korunmasına ilişkin olarak
olağan ve olağanüstü dönemler için iki ayrı hukuki rejim öngörmektedir. Olağan
dönemde temel hak ve özgürlüklerin sınırlanması rejimi Anayasa’nın 13.
maddesinde düzenlenmişken olağanüstü dönemde temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması ya da kullanılmasının durdurulması rejimi Anayasa’nın 15.
maddesinde düzenlenmiştir.
6. Anayasa’nın 13. maddesine göre “Temel hak ve hürriyetler,
özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen
sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar,
Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
7. Anayasa’nın 15. maddesine göre ise “Savaş, seferberlik
veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl
edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin
kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada
öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir./ Birinci fıkrada belirlenen
durumlarda da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler
dışında, kişinin yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne
dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz
ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu
mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.”
8. Olağan dönemde temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına
ilişkin ölçütler Anayasa’nın 13. maddesinde yer alırken savaş, seferberlik ve olağanüstü
hâllerde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması hatta kullanılmasının
durdurulması özel olarak Anayasa’nın 15. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre
savaş, seferberlik veya olağanüstü hâllerde temel hak ve özgürlüklerin
kullanılmasının kısmen veya tamamen durdurulması ve bunlar için Anayasa’nın
diğer maddelerinde öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınması mümkündür.
Ancak Anayasa’nın 15. maddesiyle bu hususta tanınan yetki de sınırsız değildir.
Anayasa’nın diğer maddelerinde öngörülen güvencelere aykırı tedbirlerin
milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükleri ihlal etmemesi ve durumun gerektirdiği
ölçüde olması gerekmektedir. Ayrıca bu durumlarda dahi kişinin yaşam hakkına,
maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne dokunulması, din, vicdan, düşünce ve
kanaatlerini açıklamaya zorlanması ve bunlardan dolayı suçlanması yasaklanmış;
suç ve cezaların geriye yürümemesi ilkesi ile masumiyet karinesinin bu hâllerde
de geçerli olduğu kabul edilmiştir.
9. Olağanüstü hâl yönetim usullerine başvurulmasındaki temel amaç,
bu yönetim rejiminin uygulanmasına neden olan tehdit veya tehlikelerin bertaraf
edilmesini sağlamaktır. Devletin veya toplumun varlığının ya da kamu düzeninin
ağır tehdit veya tehlikeler altında bulunması nedeniyle olağanüstü yönetim
usulünün uygulandığı dönemlerde söz konusu tehdit veya tehlikelerin bertaraf
edilmesi için temel hak ve özgürlüklerin olağan döneme kıyasla daha fazla
sınırlandırılması sonucunu doğuran tedbirler alınması gerekebilir. Bu nedenle
Anayasa’nın 15. maddesinin uygulanabilmesi için kuralın olağanüstü hâlin
gerekli kıldığı durumla ilgisinin bulunması gerekir.
10. Olağanüstü hâl KHK’larının kanunlaşmasından sonra bu kanun
hükümlerinin Anayasa’ya uygunluğunun denetlenmesinde ilgili kuralın tabi olduğu
sınırlama rejimi tespit edilmelidir. Zira söz konusu düzenlemelerde olağanüstü
hâlle ilgili kuralların yanında olağanüstü hâlle ilgisi olmayan kurallara da
yer verilebilmesi bu tespitin yapılmasını zorunlu kılmaktadır.
11. Kanunlaştırılarak yargısal denetime açılan bir kuralın
Anayasa’nın olağanüstü dönem için öngördüğü denetim rejimine tabi olabilmesi
için kural, olağanüstü hâlin ilanına sebep olan tehdit veya tehlikelerin
bertaraf edilmesine yönelik olmalı ve olağanüstü hâl süresiyle sınırlı
uygulanmalıdır. Dolayısıyla ancak bu iki niteliği taşıyan bir kuralın
Anayasa’ya uygunluk denetiminde olağanüstü hâllerde temel hak ve özgürlüklerin
kullanılmasının sınırlanmasını ve durdurulmasını düzenleyen Anayasa’nın 15.
maddesi esas alınabilir.
12. Kuralın olağanüstü hâlin ilanına neden olan tehdit veya
tehlikelerin bertaraf edilmesine yönelik olmadığı ya da olağanüstü hâlin
süresini aştığı durumlarda ise söz konusu kuralın Anayasa’ya uygunluk
denetiminde Anayasa’nın 15. maddesi dikkate alınamaz. Bu durumda kurala ilişkin
inceleme sınırlamaya konu hakkın düzenlendiği Anayasa maddesi başta olmak üzere
Anayasa’nın ilgili hükümleri ile olağan dönemde hak ve özgürlükleri sınırlama
ve güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olan Anayasa’nın 13. maddesi
bağlamında yapılmalıdır. Ancak buradaki anayasallık denetiminde varılan sonuç
böyle bir düzenlemenin olağanüstü dönemde dahi yapılamayacağı şeklinde
anlaşılamaz.
13. Dava konusu kuralların olağanüstü hâl süresince uygulanma
özelliğini aşan bir niteliğe sahip oldukları anlaşılmaktadır. Nitekim kurallar
olağan dönemde geçerli olan kanunlarda değişiklik yaptığından sürekli bir
etkiye sahiptir. Bu durum kurallara olağanüstü hâlin dışına taşan genel
düzenleme niteliği vermektedir. Bu nedenle kuralların anayasallık denetiminde
Anayasa’nın olağanüstü hâllerde temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması
rejimini düzenleyen 15. maddesi uygulama alanı bulamaz. Kurallara ilişkin
incelemenin sınırlama yapılan hakkın düzenlendiği Anayasa maddesi başta olmak
üzere Anayasa’nın ilgili diğer hükümleri ve olağan dönemde hak ve özgürlükleri
sınırlama ve güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olan Anayasa’nın 13.
maddesi bağlamında yapılması gerekir.
B. Kanun’un 1. Maddesiyle 5271 Sayılı Kanun’un 149. Maddesinin (2)
Numaralı Fıkrasına Eklenen Cümlenin İncelenmesi
1. İptal Talebinin Gerekçesi
14. Dava dilekçesinde özetle; sanığın dilediği sayıda müdafiden
yararlanma hakkının silahların eşitliği ilkesinin bir gereği olduğu, dava
konusu kuralla örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar bakımından yürütülen
kovuşturmalarda, duruşmada avukat sayısına sınırlama getirilmesinin makul bir
gerekçesinin bulunmadığı, daha ağır suçlar bakımından dahi böyle bir sınırlama
yokken örgüt suçları bakımından müdafi yardımından yararlanma hakkına sınırlama
getirilmesinin hak arama özgürlüğünü ölçüsüz şekilde sınırlandırdığı
belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2., 13. ve 36. maddelerine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
15. Dava konusu kuralda, örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen
suçlar bakımından yürütülen kovuşturmalarda, duruşmada en çok üç avukatın hazır
bulunabileceği hüküm altına alınmıştır.
16. Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti; eylem ve
işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren,
hukuki güvenliği sağlayan, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan,
hukuk kurallarıyla kendini bağlı sayan ve yargı denetimine açık olan devlettir.
17. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında “Herkes,
meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı
veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir”
denilerek yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme hakkı ve bunun
doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına
alınmıştır.
18. Ceza yargılamasında savunma hakkının güvence altına alınması,
hukuk devletinin temel ilkelerindendir. Savunma, ceza adaletinin hakkaniyete
uygun olarak gerçekleşmesini sağlayan ögelerden biridir.
19. Savunma hakkının sağladığı güvenceler esasen
adil yargılanma hakkı içinde yer almaktadır. Savunma hakkı, hukuk devleti
ilkesinin gereklerinden ve adil yargılanma hakkının önemli güvencelerinden biri
olması nedeniyle Anayasa'nın 36. maddesinde açıkça ifade edilmiştir. Anılan
hükümde, herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle savunma
hakkına sahip olduğu belirtilmiştir.
20. Şüpheli ve sanığa salt savunma hakkının tanınması yeterli
değildir. Şüpheli ve sanığın savunma için Anayasa'nın 36. maddesinde
belirtilen meşru vasıta ve yollardan yararlandırılması da
gerekir. Savunmada başvurulacak meşru vasıta ve yollar arasında avukatların
teknik bilgilerinden ve tecrübelerinden yararlanma imkânı da bulunmaktadır. Bu
itibarla müdafi yardımından yararlanma adil yargılanma hakkının kapsam ve
içeriğine dâhil ve bu hakkın doğal sonucudur. Dolayısıyla suç isnadı altındaki
kişi, adil yargılanma hakkı kapsamında kendisini bizzat savunma veya seçeceği
bir müdafinin yardımından yararlanma hakkına sahiptir.
21. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "...adil
yargılanma…" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, taraf
olduğumuz uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınan adil yargılanma
hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c)
bendinde; bir suç ile itham edilen herkesin kendisini bizzat savunma veya
seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanma, eğer avukat tutmak için gerekli
maddi imkânlardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli
görüldüğünde resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak
yararlanabilme hakkı düzenlenmiştir.
22. Anayasa’nın 13. maddesine göre “Temel hak ve
hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde
belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu
sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik
Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” Buna
göre adil yargılanma hakkına sınırlama getiren kanuni düzenlemelerin Anayasa’da
öngörülen sınırlama sebebine uygun ve ölçülü olması gerekir.
23. Anayasa’nın 36. maddesinde, adil yargılanma hakkı için
herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte özel sınırlama
nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırlarının
bulunduğu kabul edilmektedir. Öte yandan Anayasa’nın başka maddelerinde yer
alan kurallara dayanarak da bu hakların sınırlandırılması mümkündür. Bu
bağlamda adil yargılanma hakkının kapsamı belirlenirken davaların mümkün olan
süratle sonuçlandırılmasını öngören Anayasa’nın 141. maddesinin de gözetilmesi
gerekmektedir. Ancak adil yargılanma hakkına getirilen sınırlamalar hiçbir
şekilde Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz.
24. Anayasa’nın 13. maddesinin önemli güvencelerinden olan ölçülülük
ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt
ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik, öngörülen sınırlamanın
ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını; gereklilik,
ulaşılmak istenen amaç bakımından sınırlamanın zorunlu olmasını, diğer bir
ifadeyle aynı amaca daha hafif bir sınırlama ile ulaşılmasının mümkün
olmamasını; orantılılık ise hakka getirilen sınırlama ile
ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini
ifade etmektedir.
25. Ceza yargılamasının asıl amacı maddi gerçeğe ulaşılmasıdır.
Maddi gerçeğe ulaşılabilmesinin önemli şartlarından birini de adil ve etkin bir
şekilde yürütülen ceza kovuşturması oluşturmaktadır. Ceza yargılamasında
soruşturma ve kovuşturma evreleri bir bütün olup adil yargılanma hakkı her iki
evre yönünden de geçerlidir. Savunma hakkının etkin bir şekilde kullanılması,
maddi gerçeğin ortaya çıkarılması ve dolayısıyla etkin kovuşturma bakımından
önemlidir. Bu bağlamda savunma hakkının etkin bir şekilde kullanılmasına hizmet
eden müdafi yardımından yararlanma hakkı maddi gerçeğe ulaşma amacına da hizmet
eder. Başka bir ifadeyle sanığın müdafii vasıtasıyla kendini savunması, adil
bir yargılamaya ve bu yargılama sonucunda verilecek hükmün maddi gerçekle
örtüşmesine katkı yapar.
26. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Tanımlar” başlıklı
6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (j) bendinde, örgüt mensubu suçlu bir
suç örgütünü kuran, yöneten, örgüte katılan veya örgüt adına diğerleriyle
birlikte veya tek başına suç işleyen kişi olarak tanımlanmış; 220. maddesinin
(1) numaralı fıkrasında, Kanun’un suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt
kuranların veya yönetenlerin -örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile
araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması hâlinde- iki
yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacağı ancak örgütün varlığı
için üye sayısının en az üç olması gerektiği belirtilmiştir. Buna göre Kanun’un
suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla en az üç kişi tarafından kurulan örgütün
amacı kapsamında işlenen suçlar örgütlü suçlar kategorisindedir.
27. Dava konusu kuralla örgütlü suçlara ilişkin duruşmalarda
avukat sayısı üçle sınırlandırılmıştır. Böylece örgüt kapsamında suç işlediği
iddia edilen her bir sanık duruşmada en fazla üç avukatla temsil
edilebilecektir.
28. Kural örgütlü suçlar yönünden duruşmada müdafi yardımından
yararlanma hakkına bir sınırlama getirmekle birlikte sınırlamanın söz konusu
suçların niteliği dikkate alınarak öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Bu suçlar
kapsamında yürütülen soruşturma ve kovuşturmalarda fail sayısının çok olması ve
olayın organize ve karmaşık yapısı nedeniyle yargılama süreleri diğer suçlara
göre daha fazla olabilmektedir. Kanun koyucunun da yargılamanın makul sürede
sonuçlanması için duruşmalarda avukat sayısını sınırladığı anlaşılmaktadır.
Müdafi sayısının fazlalığı ve bu yüzden davaların uzaması diğer suçlar yönünden
de söz konusu olabilir. Ancak örgütlü suçlarda sanık sayısının fazlalığı
gözönünde bulundurulduğunda duruşmaların uzaması olasılığı diğer davalara
nazaran daha yüksektir. Dolayısıyla kuralın örgütlü suçlarda yargılamanın makul
sürede sonuçlandırılması amacına ulaşılması bakımından elverişli ve gerekli
olmadığı söylenemez.
29. Öte yandan kuralla müdafi yardımından yararlanma hakkına
getirilen sınırlama, duruşmada hazır bulunabilecek avukat sayısına ilişkindir.
Kuralda müdafilerin hak ve yetkileri ile sanıkların müdafilerin yardımından
yararlanma güvenceleri bakımından veya duruşma dışında müdafi yardımından
yararlanma bakımından herhangi bir sınırlama söz konusu değildir. Buna göre
kuralla ulaşılmak istenen amaca ilişkin kamu yararı ile bireyin müdafiden
yararlanma hakkı arasında makul bir dengenin gözetildiği anlaşılmaktadır. Bu
itibarla örgütlü suçlara ilişkin duruşmalarda avukat sayısını üçle
sınırlandıran kuralın orantısız bir müdahaleye de neden olmadığı, dolayısıyla
müdafi yardımından yararlanma hakkına ölçüsüz bir sınırlama getirmediği
sonucuna ulaşılmıştır.
30. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 2., 13. ve 36.
maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
C. Kanun’un 2. Maddesiyle 5271 Sayılı Kanun’un 151. Maddesinin (4)
Numaralı Fıkrasına Eklenen “…avukat hakkındaki soruşturma veya…” ile “…soruşturma
veya…” İbarelerinin İncelenmesi
1. Anlam ve Kapsam
31. Müdafilik görevinden yasaklanma 5271 sayılı Kanun’un 151.
maddesinde düzenlenmiştir. Maddenin (3) numaralı fıkrasında, 5237 sayılı
Kanun’un 220. ve 314. maddelerinde sayılan suçlar ile terör suçlarından
şüpheli, sanık veya hükümlü olanların müdafilik veya vekillik görevini üstlenen
avukatın, kendisi hakkında anılan suçlar nedeniyle soruşturma ya da kovuşturma
bulunması hâlinde müdafilik veya vekillik görevini üstlenmekten
yasaklanabileceği belirtilmiştir. 5237 sayılı Kanun’un 220. maddesinde suç
işlemek amacıyla örgüt kurma, örgüte üye olma gibi örgüt suçları, 314.
maddesinde de silahlı örgüt kurma, yönetme ve silahlı örgüte üye olma suçları
düzenlenmiştir. Buna göre avukat hakkında müdafilik
görevinden yasaklama kararı verilebilmesi için öncelikle müdafilik görevini
üstlendiği kişinin örgüt veya silahlı örgüt ya da terör suçlarından şüpheli,
sanık veya hükümlü olması gerekmektedir. Avukatın müdafilikten yasaklanması
için ikinci şart ise kendisi hakkında anılan suçlardan dolayı soruşturma veya
kovuşturma açılmış olmasıdır.
32. 5271 sayılı Kanun’un 151. maddesinin (3) numaralı fıkrasında
müdafilikten yasaklama kararı verilebilmesi için şüpheli/sanık/hükümlü ve
avukatın aynı soruşturma veya kovuşturma kapsamında suç işlemiş olması
gerektiğine ilişkin bir düzenleme yer almamaktadır. Dolayısıyla yasaklama
kararı verebilmek için şüpheli/sanık/hükümlü ile avukatın aynı suç kapsamında
soruşturma veya kovuşturma geçirmesine gerek bulunmamaktadır.
33. Anılan maddenin (4) numaralı fıkrasında, Cumhuriyet savcısının
yasaklamaya ilişkin talebi hakkında hâkim veya mahkeme tarafından gecikmeksizin
karar verileceği hüküm altına alınmıştır. Buna göre müdafilikten yasaklama
kararı verilebilmesi için öncelikle Cumhuriyet savcısının bu konuda talepte
bulunması zorunludur. Mahkeme veya hâkimin resen yasaklama kararı verme yetkisi
yoktur.
34. Söz konusu fıkrada, müdafilikten yasaklama kararlarına karşı
itiraz edilebileceği de belirtilmiştir. Burada itiraz mercii, yasaklama
kararının koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediğini değerlendirmenin yanı sıra
mahkemenin yasaklama kararı verirken takdir yetkisini hukuka uygun şekilde
kullanıp kullanmadığını da denetleyecektir.
35. Fıkrada müdafilik görevinden yasaklama kararının avukat
hakkındaki kovuşturma konusu suçla sınırlı olmak üzere bir yıl süre ile
verilebilmesi, kovuşturmanın niteliği itibarıyla bu sürelerin altı aydan fazla
olmamak üzere en fazla iki defa uzatılması öngörülmekte iken fıkrada değişiklik
yapılarak avukat hakkında (3) numaralı fıkrada sayılan suçlardan soruşturma
açılmış olması da müdafilikten yasaklanma sebepleri arasında sayılmıştır.
Kurala göre avukat hakkında örgüt veya silahlı örgüt suçlarından ya da terör
suçlarından dolayı soruşturma açılmış olması durumunda da bir yıl süre ile
müdafilikten yasaklama kararı verilebilecek ve bu süre soruşturmanın niteliği
gözetilerek altı aydan fazla olmamak üzere en fazla iki defa uzatılabilecektir.
2. İptal Taleplerinin Gerekçesi
36. Dava dilekçesinde özetle; dava konusu kurallarla avukatlar
hakkında müdafilik görevinden yasaklanma kararı verilebilmesi için bazı
suçlardan dolayı haklarında soruşturma açılmasının yeterli görülmesinin
yasaklılığın istisna olma özelliğini ortadan kaldırdığı, müdafilikten
yasaklamayı kolaylaştırdığı ve yasaklamanın sınırlarını genişlettiği
belirtilerek kuralların Anayasa’nın Başlangıç kısmı ile 2. ve 36. maddelerine
aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
3. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
37. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu
ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 43. maddesi uyarınca kurallar, ilgisi
nedeniyle Anayasa’nın 13. ve 49. maddeleri yönünden de incelenmiştir.
38. Anayasa’nın 2. maddesinde güvence altına alınan hukuk
devletinde kanunların kamu yararı gözetilerek çıkarılması zorunludur.
Kanunların kamu yararının sağlanması amacına yönelik olması, genel, objektif,
adil kurallar içermesi ve hakkaniyet ölçütlerini gözetmesi hukuk devleti
olmanın gereğidir. Bu nedenle kanun koyucunun hukuki düzenlemelerde kendisine
tanınan takdir yetkisini anayasal sınırlar içinde adalet, hakkaniyet ve kamu
yararı ölçütlerini gözönünde tutarak kullanması gerekir.
39. Anayasa’nın 49. maddesinde; çalışmanın herkesin hakkı ve ödevi
olduğu, devletin çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını
geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak, çalışmayı desteklemek,
işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak ve çalışma barışını
sağlamak için gerekli tedbirleri alacağı belirtilmiştir.
40. Müdafilik görevinden yasaklama bir cezalandırma olmayıp
özellikle örgütlü suçlar bakımından yargılamanın sağlıklı bir şekilde yürütülmesini
amaçlayan bir yargılama tedbiridir. Dava konusu kurallar avukatların belli bir
süre müdafilik görevinden yasaklanmasını öngördüğünden müdafi ile temsil edilen
kişiler bakımından müdafi yardımından yararlanma hakkına; müdafilik görevinden
yasaklama kararı verilen avukat bakımından ise çalışma hakkına sınırlama
getirmektedir.
41. Anayasa’nın 5. maddesinde demokrasiyi korumak, kişilerin ve
toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak, kişinin temel hak ve
hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak
surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın
maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak
devletin temel amaç ve görevleri arasında sayılmıştır. Terörle ve örgütlü
suçlarla mücadele ederek kişilerin ve toplumun huzur ve güvenliğini sağlamanın
devletin yerine getirmekle yükümlü olduğu ödevler kapsamında kaldığında
tereddüt bulunmamaktadır. Bu yönüyle millî güvenlik, kamu düzeni ve kamu
güvenliğine yönelik önemli tehditler içeren terör suçlarının ve örgütlü
suçların önlenmesi amacıyla adil yargılanma ve çalışma haklarına sınırlama
getirilmesi mümkündür. Dava konusu kurallarla nihai olarak millî güvenlik, kamu
düzeni ve kamu güvenliğinin korunmasının amaçlandığı, dolayısıyla kuralların
anayasal olarak meşru bir nedenle Anayasa’nın 36. ve 49. maddelerinde
belirtilen hakları sınırlandırdığı söylenebilir.
42. Ancak anayasal bağlamda meşru bir amaca sahip sınırlamaların
da Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülüğün alt ilkelerinden olan
orantılılık ilkesine uygun olması gerekir. Orantılılık ilkesi kamu yararının
korunması ile bireyin hak ve özgürlükleri arasında adil bir dengenin
sağlanmasını gerekli kılmaktadır. Öngörülen tedbirin bireyi olağan dışı ve
aşırı bir yük altına sokması durumunda getirilen sınırlamanın orantılı ve
dolayısıyla ölçülü olduğundan söz edilemez. Bu itibarla uygulanan tedbirle
bireye aşırı ve orantısız bir yük yüklenmemesi gerekmektedir.
43. Avukat hakkında müdafilik görevinden yasaklama kararı
verilebilmesi için müdafilik görevini üstlendiği kişinin 5237 sayılı Kanun’un
220. ve 314. maddeleri bağlamında örgüt veya silahlı örgüt suçları ya da terör
suçlarından şüpheli, sanık veya hükümlü olması; avukat hakkında da anılan
suçlardan dolayı soruşturma veya kovuşturma açılmış olması yeterlidir.
Yasaklama kararı verebilmek için müvekkil ile avukatın aynı suç kapsamında
soruşturma veya kovuşturma geçirmesine gerek yoktur. Bu bağlamda avukat
hakkında yürütülen soruşturma ile müvekkili hakkında yürütülen soruşturma
arasında herhangi bir bağlantı bulunmasa dahi Kanun’da belirtilen şartların
gerçekleşmesi durumunda avukat hakkında söz konusu yasaklama kararı
verilebilecektir.
44. Dava konusu kurallarla müdafilik görevinden yasaklama
kararı verilebilmesi için avukat hakkında 5237 sayılı Kanun’un 220. ve 314.
maddeleri bağlamında örgüt veya silahlı örgüt suçları ya da terör suçlarından
dolayı soruşturma açılmış olması yeterli görülmüştür. Ceza muhakemesinde
soruşturma aşaması yetkili mercilerce suç şüphesinin öğrenilmesinden
iddianamenin kabulüne kadar geçen evredir. 5271 sayılı Kanun’un 160. maddesinin
(1) numaralı fıkrasında Cumhuriyet savcısının, ihbar veya başka bir suretle bir
suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya
yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya
başlayacağı hüküm altına alınmıştır. Buna göre soruşturmaya başlamak için bir
suçun işlendiği izlenimini veren bir hâl yeterlidir.
45. Bilgi ve deneyimlerini öncelikle adalet hizmetine vererek
adalete ve hakkaniyete uygun çözümler için hukuk kurallarının tam olarak
uygulanmasında yargı organlarıyla yetkili kurul ve kurumlara yardımcı olan
avukatın hukuk devletinin yargı düzeni içindeki yeri özellik taşımaktadır.
Savunma hakkının etkin şekilde kullanılmasına ve maddi gerçeğe ulaşma amacına
hizmet eden müdafiin, müdafilik görevini üstlendiği kişinin işlediği ileri
sürülen suçla herhangi bir bağlantısı bulunmaksızın veya müdafilik görevini
kötüye kullandığına ilişkin herhangi bir olgu mevcut olmaksızın basit bir suç
şüphesi nedeniyle müdafilik görevinden yasaklanmasına imkân tanıyan kurallar,
müdafi yardımından yararlanma ve çalışma hakkı bağlamında bireyi olağan dışı ve
aşırı bir yük altına sokmakta; dolayısıyla müdafi yardımından yararlanma ve
çalışma hakkına orantısız bir sınırlama getirmektedir.
46. Bu itibarla söz konusu kurallar anılan haklar bağlamında
ölçülülük ilkesini ihlal ettiği gibi hukuk devletinin adalet ve hakkaniyet
ilkeleriyle de bağdaşmamaktadır.
47. Açıklanan nedenlerle kurallar Anayasa’nın 2., 13., 36. ve 49.
maddelerine aykırıdır. İptalleri gerekir.
Kuralların Anayasa’nın Başlangıç kısmıyla ilgisi görülmemiştir.
Ç. Kanun’un 3. Maddesiyle 5271 Sayılı Kanun’un 154. Maddesine
Eklenen (2) Numaralı Fıkrada Yer Alan “…örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen
uyuşturucu ve uyarıcı madde imâl ve ticareti suçları…” İbaresinin
İncelenmesi
1. İptal Talebinin Gerekçesi
48. Dava dilekçesinde özetle; dava konusu kuralla örgüt faaliyeti
çerçevesinde işlenen uyuşturucu madde imal ve ticareti suçları bakımından
soruşturma aşamasında müdafi ile görüşmeye yirmi dört saat süreyle kısıtlama
getirilmesinin makul bir gerekçesinin bulunmadığı, suçun ağırlığı nedeniyle
henüz soruşturma aşamasında şüphelinin haklarının sınırlandırılmasının peşin
bir yaptırım görüntüsü oluşturduğu, bu durumun masumiyet karinesi ve hak arama
hürriyetiyle bağdaşmadığı belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2., 36. ve 38.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
49. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural, ilgisi
nedeniyle Anayasa’nın 13. maddesi yönünden de incelenmiştir.
50. Kuralda; örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen uyuşturucu ve
uyarıcı madde imal ve ticareti suçları bakımından gözaltındaki
şüphelinin müdafii ile görüşme hakkının Cumhuriyet savcısının istemi üzerine
hâkim kararıyla yirmi dört saat süreyle kısıtlanabileceği, bu zaman zarfında
şüphelinin ifadesinin alınamayacağı hüküm altına alınmıştır.
51. Anayasa’nın 36. maddesinde, adil yargılanma hakkı kapsamında
yer alan müdafi yardımından yararlanma hakkı için herhangi bir sınırlama nedeni
öngörülmemiş olmakla birlikte özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da
hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırlarının bulunduğu kabul edilmektedir.
Öte yandan Anayasa’nın başka maddelerinde yer alan hak ve özgürlükler ile
devlete yüklenen ödevler özel sınırlama sebebi gösterilmemiş hak ve
özgürlüklere sınır teşkil edebilir. Devletin terörle mücadele ederek kişilerin
ve toplumun huzur ve güvenliğini sağlamasının ve maddi gerçeğin ortaya
çıkarılarak ceza adaletinin tesis edilmesinin de anayasal hükümler kapsamında
devletin yerine getirmekle yükümlü olduğu ödevler kapsamında kaldığında
tereddüt bulunmamaktadır. Bu yönüyle terör faaliyetlerinin önlenmesi ve ceza
adaletinin sağlanması amacıyla adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan müdafi
yardımından yararlanma hakkına sınırlama getirilmesi mümkündür.
52. Örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen uyuşturucu ve uyarıcı
madde imal ve ticareti suçlarının toplum düzeni yönünden ortaya çıkardığı
tehdidin ağırlığı ile çok failli ve organize yapıları nedeniyle bu suçlara
ilişkin delillerin ele geçirilmesi ve bu delillerin karartılmaması ayrı bir
önem arz etmekte; söz konusu durum gözaltına alınan kişilerin belli bir süreyle
dış dünyayla olan iletişimlerinin kesilmesini zorunlu kılabilmektedir. Kuralla
getirilen sınırlamanın amacının örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen uyuşturucu
ve uyarıcı madde imal ve ticareti suçlarına ilişkin soruşturmaların sağlıklı
bir şekilde yürütülmesini sağlamak olduğu, böylece maddi gerçeğin ortaya
çıkarılarak ceza adaletinin tesis edilmesinin ve terör faaliyetlerinin
önlenmesinin hedeflendiği anlaşılmaktadır. Bu yönüyle kuralın örgütlü
suçlara ilişkin soruşturmaların sağlıklı bir şekilde yürütülmesi bakımından
elverişli ve gerekli olmadığı söylenemez.
53. Kuralda, gözaltına alınan kişinin yirmi dört saat süreyle
müdafii ile görüşme hakkı sınırlandırılırken aynı zamanda bu süre boyunca
şüphelinin ifadesinin alınması da yasaklanmıştır. Böylece şüphelilerin
müdafilerinden hukuki yardım almaksızın ifade vermeleri önlenmiştir. Bu nedenle
kuralla, soruşturmanın amacının tehlikeye düşmesinin önlenmesinin ve maddi
gerçeğin ortaya çıkarılmasının amaçlandığını anlaşılmakta; anılan tedbir de
sınırlama aracının sanık veya şüpheli üzerinde amacı dışında keyfî biçimde
kullanılmasını engellemektedir.
54. Öte yandan kural gereği gözaltındaki kişinin yirmi dört saat
süreyle müdafii ile görüşmesinin yasaklanmasının ancak hâkim kararıyla mümkün
olması, gözaltındaki kişinin yirmi dört saat süreyle müdafii ile
görüştürülmemesini haklı kılacak olguların varlığını gerektirdiğinden söz
konusu yasaklamanın gereksiz yere kullanılmasını önlemektedir. Bu itibarla
kuralın müdafi yardımından yararlanma hakkına orantısız bir müdahale
oluşturduğu, dolayısıyla ölçüsüz olduğu söylenemez.
55. Maddi gerçeğin ortaya çıkarılarak ceza adaletinin tesis
edilmesi ve terör faaliyetlerinin önlenmesi amacıyla öngörülen kural yukarıda
açıklanan nedenlerle adalet ve hakkaniyet ölçütlerine de uygun olup hukuk
devleti ilkesine aykırılık taşımamaktadır.
56. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 2., 13. ve 36.
maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 38. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
D. Kanun’un 4. Maddesiyle 5271 Sayılı Kanun’un 178. Maddesinin (1)
Numaralı Fıkrasına Eklenen Cümlenin İncelenmesi
1. İptal Talebinin Gerekçesi
57. Dava dilekçesinde özetle; ceza yargılamasının duruşma
evresinde tanık veya uzman kişinin dinlenmesi talebinin savunma hakkının bir
parçası olduğu, davayı uzatmak amacıyla yapılan tanık veya uzman dinletme
taleplerinin reddedileceğini öngören kuralın savunma hakkını kullanılamaz hâle
getirdiği, tanık ya da uzman kişi dinletme talebinin davayı uzatmak amacıyla
yapılıp yapılmadığının subjektif bir değerlendirme gerektirdiği, böyle bir yetkinin
mahkemeye tanınmasının savunma hakkının keyfî şekilde sınırlandırılmasına
sebebiyet vereceği belirtilerek kuralın Anayasa’nın 36. maddesine aykırı olduğu
ileri sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
58. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural, ilgisi
nedeniyle Anayasa’nın 13. maddesi yönünden de incelenmiştir.
59. 5271 sayılı Kanun’un 178. maddesinin (1) numaralı fıkrasının
birinci ve ikinci cümlelerinde, mahkeme başkanı veya hâkim sanığın veya
katılanın gösterdiği tanık ya da uzman kişinin çağrılması hakkındaki dilekçeyi
reddettiğinde sanık veya katılanın o kişileri mahkemeye getirebileceği ve bu
kişilerin duruşmada dinleneceği belirtilmiş; dava konusu üçüncü cümlesinde ise,
davayı uzatmak amacıyla yapılan taleplerin reddedileceği hüküm altına
alınmıştır.
60. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin adil
yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş, ancak tanık dinletme hakkından
açıkça söz edilmemiştir. Bununla birlikte adil yargılanma hakkının somut
görünümlerinden biri olan tanık dinletme hakkı esasen Anayasa’nın anılan
maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da zımni bir unsurudur (Ali
Fırtına, B. No: 2014/14575, 6/7/2017, § 24).
61. Diğer yandan Anayasa'nın söz konusu maddesine “adil
yargılanma” ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede Türkiye'nin taraf
olduğu uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınan adil yargılanma
hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. AİHS'in 6. maddesinin (3)
numaralı fıkrasının (d) bendinde; bir suç ile itham edilen herkesin iddia
tanıklarını sorguya çekme veya çektirme, savunma tanıklarının da iddia
tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenilmelerinin
sağlanmasını isteme hakkı düzenlenmiştir.
62. Tanık ve uzman kişilerin görüşlerine başvurulması da maddi
gerçeğin ortaya çıkarılmasını sağlayan araçlar arasındadır. Bu yönüyle sanığın
uyuşmazlık konusu olaya ilişkin bilgisi olanların tanıklığına veya uzman
görüşüne başvurma hakkı bulunmaktadır. Ancak bu hak, sanığın lehine olan bütün tanıkların
ve uzman kişilerin çağrılmasını ve dinlenilmesini gerektirmez. Önemli olan
sanığın aynı koşullar altında ve silahların eşitliği ilkesine uygun olarak
tanık dinletme talebinde bulunabilmesinin sağlanmasıdır.
63. Kovuşturma evresinde kural olarak iddianamede gösterilen tanık
ve uzman kişiler duruşmaya davet edilmekle birlikte sanık veya katılan da dava
konusu olayla ilgili olarak dinlenilmesini istediği tanık veya uzman kişilerin
duruşmaya çağrılmasını talep edebilir. 5271 sayılı Kanun’un 177. maddesinin (1)
numaralı fıkrasında, sanığın tanık veya bilirkişinin davetini veya savunma
delillerinin toplanmasını istediğinde bunların ilişkin olduğu olayları
göstermek suretiyle bu husustaki dilekçesini duruşma gününden en az beş gün
önce mahkeme başkanına veya hâkime vereceği belirtilmiş; 178. maddesinin (1)
numaralı fıkrasında da mahkeme başkanı veya hâkim sanığın veya katılanın
gösterdiği tanık veya uzman kişinin çağrılması hakkındaki dilekçeyi
reddettiğinde sanık veya katılanın o kişileri mahkemeye getirebileceği ve bu
kişilerin duruşmada dinlenileceği hüküm altına alınmıştır. Böylece sanık veya
katılanın da dinlenilmesini talep ettiği tanık veya uzman kişilerin duruşmaya
katılmasına imkân tanınmıştır.
64. Dava konusu kuralda ise sanık veya katılanın bu yöndeki
taleplerinin davayı uzatmak amacıyla yapıldığının anlaşılması durumunda
reddedileceği hüküm altına alınmıştır. Kurala göre tanık veya uzman kişi
dinlenilmesine ilişkin taleplerin davayı uzatmak amacıyla yapıldığı anlaşılırsa
bu talepler reddedilecektir.
65. Kuralda tanık ve uzman kişilerin dinlenilmesi taleplerinin
reddine izin verilmesi ile adil yargılanma hakkına sınırlama getirildiği
açıktır. Ancak Anayasa’nın 36. maddesinde güvenceye bağlanan adil yargılanma
hakkının önemli unsurlarından biri de makul sürede yargılanma hakkıdır.
Anayasa'nın 141. maddesinin son fıkrasında “Davaların en az giderle ve
mümkün olan süratle sonuçlandırılması yargının görevidir” denilmek
suretiyle davaların makul bir süre içinde bitirilmesi gerekliliği açıkça ifade
edilmiştir. Bu hak gereğince devlet, yargılamaların gereksiz yere uzamasını
engelleyecek etkin çareler oluşturmak zorundadır (AYM, E.2013/4, K.2013/35,
28/2/2013). Taraflarca dinlenilmesi talep edilen tüm tanık ve uzman kişilerin
duruşmalarda dinlenilmesi yargılamanın gereksiz yere uzamasına sebebiyet
verebilir. Bu yönüyle kanun koyucunun yargılamanın sürüncemede kalmasına
yönelik talepleri önlemek suretiyle davaların makul sürede
sonuçlandırılmasını sağlamak amacıyla tanık dinletme hakkına sınırlama getirmesi
mümkündür.
66. Kuralla davayı uzatmak amacıyla yapılan tanık ve uzman kişi
dinletme taleplerinin reddedileceği hüküm altına alınmakta olup getirilen
sınırlamanın davaların makul sürede sonuçlandırılması bakımından elverişli ve
gerekli olmadığı söylenemez.
67. Kuralda tanık ve uzman kişilerin dinlenilmesi talebine
sınırlama getirilmekle birlikte bu hakkın kullanılmasının tümüyle engellenmesi
söz konusu değildir. Tanık ve uzman kişilerin dinlenilmesi yönündeki taleplerin
reddedilmesi, ancak davayı uzatmak amacıyla yapıldığının anlaşılması durumunda
söz konusu olabilecektir. Öte yandan bu konuda yargı mercilerinin anılan
yetkiyi keyfî bir şekilde kullanmasını engelleyecek güvencelere de yer
verildiği görülmektedir. Bu çerçevede 5271 sayılı Kanun’un 272. maddesinin (2)
numaralı fıkrasında, hükümden önce verilip hükme esas teşkil eden veya başka
kanun yolu öngörülmemiş olan mahkeme kararlarına karşı hükümle birlikte istinaf
yoluna başvurulabileceği açıkça düzenlenmiştir. Ayrıca hâkimin kendisine
tanınan yetkiyi müdafi yardımından yararlanma hakkını etkisiz kılacak şekilde
kullanıp kullanmadığı Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvurularda da
denetlenebilecektir. Bu yönleriyle tanık ve uzman kişilerin dinletilmesine
getirilen sınırlamayla amaçlanan kamu yararı ile bireyin adil yargılanma hakkı
arasındaki makul dengenin gözetildiği anlaşılmaktadır. Bu itibarla tanık veya
uzman kişilerin dinletilmesi talebinin davayı uzatmak amacıyla yapıldığının
anlaşılması durumunda anılan taleplerin reddedilmesine imkân tanıyan kuralın,
adil yargılanma hakkına orantısız dolayısıyla ölçüsüz bir sınırlama getirdiği
söylenemez.
68. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 13. ve 36. maddelerine
aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Celal Mümtaz AKINCI bu görüşe katılmamıştır.
E. Kanun’un 5. Maddesiyle 5271 Sayılı Kanun’un 188. Maddesinin (1)
Numaralı Fıkrasına Eklenen Cümlenin İncelenmesi
1. İptal Talebinin Gerekçesi
69. Dava dilekçesinde özetle; zorunlu müdafiin duruşmada hazır
bulunmasının çelişmeli yargılama ve muhakemenin kolektifliği ilkesinin tabii
bir sonucu olduğu, dava konusu kuralla müdafi olmadan duruşmaya devam
edilmesine imkân tanınmasının adil yargılama hakkının unsurları olan çelişmeli
yargılama ve silahların eşitliği ilkeleriyle bağdaşmadığı belirtilerek kuralın
Anayasa’nın 36. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
70. Dava konusu kuralda müdafiin mazeretsiz olarak duruşmaya
gelmemesi veya duruşmayı terk etmesi hâlinde duruşmaya devam edilebileceği
hüküm altına alınmıştır.
71. Müdafi yardımından yararlanma hakkı savunma hakkının
kullanılması ve maddi gerçeğin ortaya çıkarılması, dolayısıyla etkin kovuşturma
bakımından büyük önem taşımakta; başka bir ifadeyle sanığın müdafi vasıtasıyla
kovuşturma aşamasında kendini savunması, adil bir yargılamaya ve bu yargılama
sonucunda verilecek hükmün maddi gerçekle örtüşmesine imkân sağlamaktadır.
72. Öte yandan müdafi yardımından yararlanma hakkı savunma
hakkının etkin bir şekilde kullanılmasını sağlayarak çelişmeli yargılama ve
silahların eşitliği ilkelerine de hayat vermektedir. Sanığın suçlu olduğunun
ispatlanmasında dahi müdafiin duruşmada hazır bulunarak yargılamanın hukuka
uygun bir şekilde yapılmasını gözetme yetkisi bulunmaktadır. Ancak müdafi
yardımından yararlanma hakkı, müdafiin her duruşmada hazır bulunmasını zorunlu
kılmamaktadır.
73. 5271 sayılı Kanun’un Üçüncü Kitap Birinci Kısım İkinci
Bölümünde ceza muhakemesindeki duruşma süreci düzenlenmiştir. Bu çerçevede
Kanun’un “Duruşmada hazır bulunacaklar” kenar başlıklı 188. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde duruşmada hükme katılacak hâkimler
ve Cumhuriyet savcısı ile zabıt kâtibinin ve Kanun’un zorunlu müdafiliği kabul
ettiği hâllerde müdafiin hazır bulunmasının şart olduğu hükme bağlanmıştır. Bu
kural uyarınca anılan kişilerden herhangi birinin bulunmaması hâlinde duruşma
açılması ve bu çerçevede yargılama sonucuna etki edecek esaslı bir işlem olma
niteliği taşımasa bile duruşmaya ilişkin herhangi bir işlemin yapılması mümkün
değildir. Dava konusu kuralla ise anılan hükme zorunlu müdafi yönünden bir
istisna getirilmiş ve müdafiin mazeretsiz olarak duruşmaya gelmemesi veya
duruşmayı terk etmesi hâlinde duruşmaya devam edilebileceği hüküm altına
alınmıştır. Anılan istisna getirilirken 5271 sayılı Kanun’da müdafi yardımından
yararlanma hakkı yönünden söz konusu kurallarda herhangi bir değişiklik
öngörülmemiş; bu bağlamda örneğin 5271 sayılı Kanun’un zorunlu müdafi
olmaksızın sanığın savunmasının alınamayacağını düzenleyen 150. ve 151.
maddelerinde bir değişiklik yapılmamıştır. Bu itibarla dava konusu kuralla
yapılan değişiklik sonrasında sanığın müdafiinin huzurunda savunması
alınmaksızın yargılamanın tamamlanarak hüküm kurulması da mümkün değildir.
Dolayısıyla dava konusu kuralın yargılamanın sonucuna etkili esaslı işlemlerin
yapıldığı ve bu nedenle müdafi yardımının etkili olduğu duruşmaların müdafi
yokluğunda yapılabilmesine imkân tanıdığı şeklinde anlaşılması mümkün değildir.
Bu çerçevede dava konusu kuralla yapılan düzenlemenin anlam ve kapsamının 5271
sayılı Kanun’un konuyla ilgili diğer hükümleriyle birlikte değerlendirilerek ve
özellikle Kanun’da yer alan müdafi yardımından yararlanma hakkına ilişkin
kurallar gözetilerek ortaya konulması gerekmektedir.
74. 5271 sayılı Kanun’un 150. maddesinin (1) numaralı fıkrasında,
şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesinin isteneceği, müdafi
seçebilecek durumda olmadığını beyan eden şüpheli veya sanığa talebi hâlinde
bir müdafi görevlendirileceği belirtilmiş; maddenin (2) ve (3) numaralı fıkralarında
ise sanık veya şüphelinin çocuk veya kendisini savunamayacak derecede malul ya
da sağır ve dilsiz olması durumunda talep aranmaksızın müdafi
görevlendirileceği, ayrıca alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını
gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada da aynı şekilde
müdafi görevlendirileceği düzenlenerek devletin yargılamaların adil bir şekilde
gerçekleştirilmesini sağlama yönündeki pozitif ödevi kapsamında bazı kanuni
güvencelere yer verilmiştir.
75. Kanun’un 149. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, şüpheli veya
sanığın soruşturma ve kovuşturmanın her aşamasında müdafi yardımından
yararlanabileceği belirtilmiş; (3) numaralı fıkrasında da soruşturma ve kovuşturma
evrelerinin her aşamasında avukatın şüpheli veya sanıkla görüşme, ifade alma
veya sorgu süresince yanında olma ve hukuki yardımda bulunma hakkının
engellenemeyeceği ve kısıtlanamayacağı hüküm altına altına alınmıştır.
76. Müdafi görevini yerine getirmediğinde yapılacak işlemler ise
Kanun’un 151. maddesinde düzenlenmiştir. Bu çerçevede 150. maddeye göre
görevlendirilen müdafi, duruşmada hazır bulunmaz veya vakitsiz olarak
duruşmadan çekilir ya da görevini yerine getirmekten kaçınırsa hâkim veya
mahkeme derhâl başka bir müdafi görevlendirilmesi için gerekli işlemi
yapacaktır. Bu durumda mahkeme oturuma ara verebileceği gibi oturumun
ertelenmesine de karar verebilecektir. Eğer yeni müdafi savunmasını hazırlamak
için yeterli zaman olmadığını açıklarsa oturum ertelenecektir.
77. Anılan hükümler bir bütün olarak dikkate alındığında zorunlu
müdafiin bulunmadığı duruşmada yargılamanın sonucuna etki edebilecek
nitelikteki hiçbir esaslı işlemin yapılmasının mümkün olmadığı sonucuna
ulaşılmaktadır. Özellikle 151. maddenin (1) numaralı fıkrasında “…müdafi(in)
… vakitsiz olarak duruşmadan çekilme(si)…” ibaresine yer verilerek
anılan durumda duruşmaya devam edilemeyeceğinin öngörülmesi ve aynı maddenin
(2) numaralı fıkrasında yeni müdafi savunmasını hazırlamak için yeterli
zamanının olmadığını açıkladığında oturumun ertelenmesine karar verilmesi
zorunluluğunun bulunması anılan anlayışı teyit etmektedir. Öte yandan müdafi
huzurunda yapılan duruşmalarda bile müdafinin görevini yapmaktan kaçındığı
durumlarda duruşmaya devam edilemeyeceğinin hükme bağlandığı görülmektedir.
78. Söz konusu hükümler 5271 sayılı Kanun’un Birinci Kitabının “Savunma”
başlıklı Altıncı Kısmının “Müdafi Seçimi, Görevlendirilmesi, Görev ve
Yetkileri” başlıklı Birinci Bölümünde; dava konusu kural ise 5271 sayılı
Kanun’un Üçüncü Kitap Birinci Kısmının “Duruşma” başlıklı İkinci
Bölümünde yer alan 188. maddesinde düzenlenmiştir. Dava konusu kuralla birlikte
bir önceki paragrafta belirtilen ve yargılamanın sonucuna etki edecek
nitelikteki esaslı işlemlerin yapıldığı duruşmada zorunlu müdafi yardımından
yararlanma hakkının sınırlanamayacağını öngören düzenlemelerde herhangi bir
değişiklik yapılmamıştır. Dolayısıyla dava konusu kuralla veya ilişkili başka
düzenlemelerle anılan hükümlerin açık veya zımni olarak ilga edilmesi söz
konusu olmayıp kuralın anlam ve kapsamının söz konusu hükümlerle birlikte
değerlendirilerek belirlenmesi gerekmektedir. Kanun koyucunun istemesi hâlinde
sanığın yargılama aşamasında müdafi yardımından yararlanma hakkını düzenleyen
anılan kurallarda değişiklik yaparak zorunlu müdafi yardımından yararlanma
hakkını sınırlandırması mümkün iken bu yola gitmeyerek sadece zorunlu müdafi
olmaksızın duruşma yapılamayacağını düzenleyen kurala bir istisna getirmesi,
dava konusu kuralın müdafi yardımından yararlanma hakkını zedelemeyecek
nitelikteki işlemlerin yapıldığı duruşmanın yapılabilmesine imkân tanımak
amacıyla getirildiğini göstermektedir.
79. Bu çerçevede dava konusu kuralın yargılamanın sonucuna etkili
esaslı herhangi bir işlemin yapıldığı duruşmada müdafi yardımından yararlanma
imkânını sınırlamak amacıyla değil, zorunlu müdafiin bulunmaması hâlinde
yargılamanın sonucuna etki edecek esaslı bir işlem kalmasa dahi duruşma
yapılmasını engelleyen kurala bir istisna sağlanması amacıyla getirildiği
anlaşılmaktadır. Diğer bir ifadeyle dava konusu kural ceza adaletinin
hakkaniyete uygun bir şekilde gerçekleşmesi için müdafi görevlendirilmesinin
zorunlu olduğu hâllerde müdafi yardımı sağlanmaksızın duruşmaya devam
edilmesini öngörmemektedir. Bu çerçevede kuralın lafzı ve Kanun’un ilgili diğer
hükümleri dikkate alındığında kuralın yargılamanın sonucuna etkili olabilecek
esaslı her türlü yargılama işleminin tamamlanmasına rağmen zorunlu müdafiin
herhangi bir mazereti olmadığı hâlde davayı uzatmak amacıyla duruşmaya
gelmemesi veya duruşmayı terk etmesi nedeniyle yargılamaların zamanında
bitirilememesini önlemek amacıyla öngörüldüğü sonucuna ulaşılmaktadır.
80. Daha önce de belirtildiği üzere Anayasa’nın 36. maddesinde
güvenceye bağlanan adil yargılanma hakkının önemli unsurlarından biri de makul
sürede yargılanma hakkıdır. Anayasa'nın 141. maddesinin son fıkrasında “Davaların
en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması yargının görevidir” denilmek
suretiyle davaların makul bir süre içinde bitirilmesi gerekliliği açıkça ifade
edilmiştir. Bu hak gereğince devlet, yargılamaların gereksiz yere uzamasını
engelleyecek etkin çareler oluşturmak zorundadır (AYM, E.2013/4, K.2013/35,
28/2/2013). Buna göre yargılamaların adil bir şekilde gerçekleştirilmesini
sağlamak amacıyla bazı durumlarda sanığa zorunlu müdafi atanması ve sanığın
anılan müdafi yardımından yararlandırılması devletin yerine getirmekle yükümlü
olduğu pozitif ödevi kapsamında kaldığı gibi yargılamaların gereksiz yere
uzamasını engelleyerek makul sürede sonuçlandırılmasını sağlamak da devletin
pozitif yükümlülüğü kapsamındadır. Bu durumda her iki yükümlülük arasında makul
bir dengenin gözetilip gözetilmediğinin değerlendirilmesi gerekmektedir.
81. Dava konusu kuralla zorunlu müdafiin yokluğunda duruşmaya
devam edilebilmesine imkân verilmekle birlikte bu ancak müdafiin herhangi bir
mazereti olmaksızın duruşmaya gelmemesi veya duruşmayı terk etmesi hâlinde
mümkün olabilecektir. Bir başka ifadeyle kuralın yargılamanın sürüncemede
bırakılmasına neden olacak kötü niyetli girişimleri engellemek amacıyla
öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Öte yandan Kanun’un diğer hükümlerinde yer
alan güvenceler, söz konusu iznin yargılamanın sonucuna etkili olan esaslı
işlemlerin yapıldığı duruşmada uygulama alanı bulmasına engel olmaktadır. Buna
göre yargılamanın adil bir şekilde gerçekleştirilmesini sağlamak amacıyla bazı
durumlarda sanığa zorunlu müdafi atanması ve sanığın müdafi yardımından
yararlandırılmasına ilişkin yükümlülük ile davaların makul sürede bitirilmesi
yükümlülüğü arasındaki makul dengenin gözetildiği kuralda Anayasa’nın 36.
maddesini ihlal eden bir yön bulunmamaktadır.
82. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 36. maddesine aykırı
değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Zühtü ARSLAN, Engin YILDIRIM, Hasan Tahsin
GÖKCAN, Recep KÖMÜRCÜ ve Celal Mümtaz AKINCI bu görüşe katılmamışlardır.
F. Kanun’un 6. Maddesiyle 5275 Sayılı Kanun’un 59. Maddesine
Eklenen (5) Numaralı Fıkranın İncelenmesi
1. Anlam ve Kapsam
83. 5275 sayılı Kanun’un 59. maddesinde hükümlünün avukatla
görüşme hakkına ilişkin usul ve esaslar düzenlenmiştir.
84. Maddenin (1) numaralı fıkrasında, hükümlünün avukatlık
mesleğinin icrası çerçevesinde avukatları ile vekâletnamesi olmaksızın en çok
üç kez görüşme hakkına sahip olduğu belirtilmiştir.
85. Maddenin (2) numaralı fıkrasında, avukat ile görüşmenin
-meslek kimliğinin ibrazı üzerine- tatil günleri dışında ve çalışma saatleri
içinde, bu iş için ayrılan görüşme yerlerinde, konuşulanların duyulamayacağı
ancak güvenlik nedeniyle görülebileceği bir biçimde yapılacağı belirtilmiş; (4)
numaralı fıkrasında, görüşme sırasında hükümlünün avukatına veya avukatın
hükümlüye verdiği belge veya belge örneklerinin, dosyaların ve aralarındaki
konuşmaya ilişkin olarak kendilerinin tuttukları kayıtların incelenemeyeceği,
hükümlünün avukatı ile yaptığı görüşmenin dinlenemeyeceği ve kayda
alınamayacağı ifade edilmiştir. Böylece avukat ile hükümlü arasındaki
görüşmelerin gizliliği güvence altına alınmıştır.
86. Dava konusu kuralda ise bu duruma istisna getirilerek 5237
sayılı Kanun’un 220. maddesinde ve İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü,
Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümlerinde tanımlanan suçlar ile 12/4/1991
tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlardan mahkûm
olanların avukatları ile görüşmelerinde, toplumun ve ceza infaz kurumunun
güvenliğinin tehlikeye düşürüldüğüne, terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin
yönlendirildiğine, bu örgütlere emir ve talimat verildiğine veya yorumları ile
gizli, açık ya da şifreli mesajlar iletildiğine ilişkin bilgi, bulgu veya belge
elde edilmesi hâlinde Cumhuriyet başsavcılığının istemi ve infaz hâkiminin
kararıyla üç ay süreyle; görüşmelerin teknik cihazla sesli veya görüntülü
olarak kaydedilebileceği, hükümlü ile avukatın yaptığı görüşmeleri izlemek
amacıyla görevlinin görüşmede hazır bulundurulabileceği, hükümlünün avukatına
veya avukatın hükümlüye verdiği belgelere veya belge örneklerine, dosyalara ve
aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara elkonulabileceği veya
görüşmelerin gün ve saatlerinin sınırlandırılabileceği hüküm altına alınmıştır.
87. Kuralın atıfta bulunduğu 5237 sayılı Kanun’un 220. maddesinde
suç işlemek amacıyla örgüt kurma, örgüte üye olma gibi örgüt suçları; İkinci
Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümlerinde ise
devletin güvenliğine karşı suçlar, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine
karşı suçlar, millî savunmaya karşı suçlar, devlet sırlarına karşı suçlar ve
casusluk suçları düzenlenmiştir. Kurala göre bu suçlardan mahkûm olanların
avukatlarıyla görüşmeleri yukarıda belirtilen usul ve esaslara göre
sınırlandırılabilecektir.
2. İptal Talebinin Gerekçesi
88. Dava dilekçesinde özetle; hükümlülerin avukatla serbest bir
şekilde görüşme hakkının hak arama hürriyetinin bir uzantısı olduğu, dava
konusu kuralla bu hakkın subjektif koşullarla sınırlamalara tabi tutulmasının
avukatla görüşme hakkının keyfî şekilde sınırlandırılmasına sebebiyet vereceği,
kuralda yer alan sınırlamaların hakkın özüne dokunduğu ve ölçüsüz olduğu
belirtilerek kuralın Anayasa’nın 13. ve 36. maddelerine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
3. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
89. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural, ilgisi
nedeniyle Anayasa’nın 20. maddesi yönünden de incelenmiştir.
90. Anayasa’nın “Özel hayatın gizliliği” başlıklı 20.
maddesinin birinci fıkrasında; herkesin özel hayatına ve aile hayatına saygı
gösterilmesini isteme hakkına sahip olduğu, özel hayatın ve aile hayatının
gizliliğine dokunulamayacağı hüküm altına alınmıştır.
91. Aynı maddenin ikinci fıkrasında ise anılan hakka çeşitli
sebeplere bağlı kalınarak sınırlamalar getirilebileceği belirtilerek bu hakkın
mutlak olmadığı kabul edilmiştir. Maddede bu sınırlama sebepleri arasında millî
güvenliğin ve kamu düzeninin korunması ile suç işlenmesinin önlenmesi sebepleri
de sayılmış, böylece bunlara dayalı olarak söz konusu hakkın
sınırlandırılabilmesine izin verilmiştir. Ancak 20. maddenin ikinci fıkrasında
söz konusu sınırlandırmanın arama tedbirine özgü olarak yapılabileceği
belirtildiğinden bu sebepler 20. madde bağlamında dava konusu kural yönünden
meşru bir sınırlandırma nedeni olarak kabul edilmeyebilir. Bununla birlikte
özel hayatın düzenlendiği maddede dava konusu kural yönünden özel sınırlama
sebeplerine yer verilmediğinin kabulü hâlinde dahi bu hakkın Anayasa'da güvence
altına alınan diğer temel hak ve özgürlüklerin korunması veya Anayasa'nın diğer
maddelerinde devlete bir görev olarak yüklenen millî güvenliğin, kamu düzeninin
ve kamu güvenliğinin korunması gibi nedenlerle sınırlandırılması mümkündür.
92. Dava konusu kuralla örgüt kurma suçu ile devletin güvenliğine
karşı suçlar, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, millî
savunmaya karşı suçlar, devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk suçundan
mahkûm olanların avukatlarıyla görüşmelerine birtakım kısıtlamalar
getirilmiştir. Bu çerçevede kuralın hükümlülerin özel hayatına saygı hakkına
sınırlama getirdiği açıktır.
93. Hükümlünün avukatıyla mahremiyet içinde belirli aralıklarla
görüşmesi cezanın infazı aşamasında alacağı hukuki yardım bakımından önemli
olduğu gibi ceza infaz kurumu dışındaki özel yaşamıyla ilgili doğru kararlar
verebilmesi açısından da son derece önemlidir. Bu nedenle 5275 sayılı Kanun’da
cezanın infazı aşamasında da avukatla görüşme hakkı özel olarak düzenlenerek
güvence altına alınmıştır.
94. Bu kapsamda 5275 sayılı Kanun’un 59. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında belirtilen güvencelere yer verilerek avukatla hükümlünün
görüşmelerinin gizliliği sağlanmıştır.
95. Kuralla yukarıda sayılan suçlardan hükümlü olanların
avukatları ile görüşmelerinde toplumun ve ceza infaz kurumunun güvenliğinin
tehlikeye düşürüldüğüne, terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin
yönlendirildiğine, bu örgütlere emir ve talimat verildiğine veya yorumları ile
gizli, açık ya da şifreli mesajlar iletildiğine ilişkin bilgi, bulgu veya belge
elde edilmesi hâlinde görüşmelere birtakım kısıtlamaların getirilmesi
öngörülmüştür. Kuralın ceza infaz kurumlarının güvenliğinin sağlanması, millî
güvenlik ve kamu düzeni yönünden önem arz eden suçların işlenmesinin önlenmesi
amacıyla öngörüldüğü, bu yönüyle anayasal açıdan meşru bir sınırlama amacına
sahip olduğu anlaşılmaktadır.
96. Devletin hükümlülerin özel hayatlarına saygı gösterme yükümlülüğü
bulunmakla birlikte ceza infaz kurumlarının güvenliğini ve genel olarak
toplumun güvenliğini gözetme yükümlülüğü de bulunmaktadır. Bu yönüyle kuralla
getirilen sınırlamanın ceza infaz kurumlarının güvenliğinin sağlanması ile
millî güvenlik ve kamu düzeni yönünden önem arz eden suçların işlenmesinin
önlenmesi amaçlarına ulaşılması bakımından elverişli ve gerekli olmadığı
söylenemez.
97. Öte yandan kuralla yukarıda sayılan suçlardan hükümlü
olanların tümü yönünden kategorik bir sınırlama getirilmemekte; bu hükümlülerin
avukatları ile görüşmelerinde toplumun ve ceza infaz kurumunun güvenliğinin
tehlikeye düşürüldüğüne, terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin
yönlendirildiğine, bu örgütlere emir ve talimat verildiğine veya yorumları ile
gizli, açık ya da şifreli mesajlar iletildiğine ilişkin bilgi, bulgu veya belge
elde edilmesi durumunda anılan görüşmelere çeşitli kısıtlamalar getirilmesine
izin verilmektedir. Ayrıca kuralda kısıtlama için belli bir süre öngörüldüğü ve
kısıtlama kararı verme yetkisinin yargı organlarına bırakıldığı
anlaşılmaktadır.
98. Öte yandan infaz hâkimi tarafından verilen kısıtlamaya ilişkin
kararlar 5275 sayılı Kanun’un 59. maddesinin (9) numaralı fıkrası uyarınca
itiraza tabi tutulmuştur. İlgililer verilen kısıtlama kararının mevzuata aykırı
olduğu iddiasıyla infaz hâkimliğinin kurulduğu yer ağır ceza mahkemesine
itirazda bulunma hakkına sahiptirler. Bu yönüyle Kanun’da anılan yetkinin keyfî
bir şekilde kullanılmasını önleyecek yasal güvencelere de yer verildiği
görülmektedir.
99. Anılan güvenceler gözetildiğinde sınırlamayla ulaşılmak
istenen amaç ile özel hayata saygı hakkına ilişkin bireysel yarar arasında bulunması
gereken makul dengenin gözetildiği anlaşılmaktadır. Bu itibarla hükümlü ile
avukatın görüşmesine kısıtlama öngören kuralın özel hayata saygı hakkına
orantısız, dolayısıyla da ölçüsüz bir sınırlama getirdiği söylenemez.
100. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 13. ve 20. maddelerine
aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 36. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
G. Kanun’un 6. Maddesiyle 5275 Sayılı Kanun’un 59. Maddesine
Eklenen (10) Numaralı Fıkranın “Bu madde hükümleri 9 uncu maddenin üçüncü
fıkrasına göre yüksek güvenlikli ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlüler … hakkında
da uygulanır.” Bölümünün İncelenmesi
1. İptal Talebinin Gerekçesi
101. Dava dilekçesinde özetle; dava konusu kuralla avukatla
görüşme hakkının 5275 sayılı Kanun’un 9. maddesinin üçüncü fıkrasına göre
yüksek güvenlikli ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlüler yönünden Kanun’un
59. maddesinin (5) numaralı fıkrası çerçevesinde subjektif koşullarla
sınırlamalara tabi tutulmasının anılan hakkın keyfî şekilde sınırlandırılmasına
sebebiyet vereceği, kuralda yer alan sınırlamaların hakkın özüne dokunduğu ve
ölçüsüz olduğu belirtilerek kuralın Anayasa’nın 13. ve 36. maddelerine aykırı
olduğu ileri sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
102. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural, ilgisi
nedeniyle Anayasa’nın 20. maddesi yönünden de incelenmiştir.
103. Dava konusu kuralda 5275 sayılı Kanun’un 59. maddesinin aynı
Kanun’un 9. maddesinin (3) numaralı fıkrasına göre yüksek güvenlikli ceza infaz
kurumlarında bulunan hükümlüler hakkında da uygulanacağı hüküm altına
alınmıştır.
104. Kanun’un 59. maddesinde hükümlülerin avukatla görüşme hakkına
ilişkin usul ve esaslar düzenlenmiştir. Dava dilekçesinde kuralla maddenin (5)
numaralı fıkrası çerçevesinde avukatla görüşme hakkına getirilen kısıtlamaların
Anayasa’ya aykırılığı ileri sürüldüğünden kural, söz konusu maddenin hükümlünün
avukatla görüşmesinde uygulanacak kısıtlamaları düzenleyen (5) numaralı fıkrası
yönünden incelenmiştir.
105. 5275 sayılı Kanun’un 9. maddesinin (3) numaralı
fıkrasında; eylem ve tutumları nedeniyle tehlikeli hâlde bulunan, özel gözetim
ve denetim altında bulundurulmaları gerekli olduğu saptananlar ile bulundukları
kurumlarda düzen ve disiplini bozanların veya iyileştirme tedbir, araç ve
usullerine ısrarla karşı koyanların yüksek güvenlikli ceza infaz kurumlarına
gönderileceği belirtilmiştir. Dava konusu kurala göre Kanun’un 59. maddesinin
(5) numaralı fıkrasında sayılan görüşmelerin teknik cihazla sesli veya
görüntülü olarak kaydedilmesi, hükümlü ile avukatın yaptığı görüşmeleri izlemek
amacıyla görevlinin görüşmede hazır bulundurulabilmesi, hükümlünün avukatına
veya avukatın hükümlüye verdiği belge veya belge örneklerine, dosyalar ve
aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara elkonulabilmesi veya
görüşmelerin gün ve saatlerinin sınırlandırılabilmesi şeklindeki
avukatla görüşme hakkına getirilen kısıtlamalar, Kanun’un 9. maddesinin (3)
numaralı fıkrası uyarınca yüksek güvenlikli ceza infaz kurumlarında bulunan
hükümlüler hakkında da uygulanacaktır.
106. Bir önceki başlık altında incelenen Kanun’un 59. maddesinin
(5) numaralı fıkrasına yönelik gerekçeler, Kanun’un 9 maddesinin (3) numaralı
fıkrası uyarınca yüksek güvenlikli ceza infaz kurumlarında kalan hükümlüler
için de geçerlidir.
107. Açıklanan nedenlerle kural 5275 sayılı Kanun’un 59.
maddesinin (5) numaralı fıkrası yönünden Anayasa’nın 13. ve 20. maddelerine
aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 36. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
Ğ. Kanun’un 6. Maddesiyle 5275 Sayılı Kanun’un 59. Maddesine
Eklenen (10) Numaralı Fıkrasının “…ile beşinci fıkradaki suçlardan hükümlü
olup, başka bir suçtan dolayı şüpheli veya sanık sıfatıyla avukatıyla görüşen
hükümlüler…” Bölümünün İncelenmesi
1. Anlam ve Kapsam
108. Dava konusu kuralda; 5275 sayılı Kanun’un 59. maddenin (5)
numaralı fıkrasındaki suçlardan hükümlü olup başka bir suçtan dolayı şüpheli
veya sanık sıfatıyla avukatıyla görüşen hükümlüler hakkında da 59. madde
hükümlerinin uygulanacağı hüküm altına alınmıştır.
109. Kanun’un 59. maddesinin (5) numaralı fıkrasında sayılan
suçlar, 5237 sayılı Kanun’un 220. maddesinde düzenlenen örgüt suçları, İkinci
Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümlerinde
düzenlenen devletin güvenliğine karşı suçlar, anayasal düzene ve bu düzenin
işleyişine karşı suçlar, millî savunmaya karşı suçlar, devlet sırlarına karşı
suçlar ve casusluk suçlarıdır.
110. Dava konusu kurallara göre 5237 sayılı Kanun’un 220.
maddesinde düzenlenen örgüt suçları, devletin güvenliğine karşı suçlar,
anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, millî savunmaya karşı
suçlar, devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk suçundan hükümlü olup başka
bir suçtan dolayı şüpheli veya sanık avukatıyla görüşen hükümlülerin avukatları
ile görüşmelerinde de 5275 sayılı Kanun’un 59. maddesi uygulanacaktır.
2. İptal Talebinin Gerekçesi
111. Dava dilekçesinde özetle; dava konusu kuralla avukatla
görüşme hakkının 5275 sayılı Kanun’un 59. maddesinin (5) numaralı fıkrasında
belirtilen suçlardan hükümlü olup başka bir suçtan dolayı şüpheli veya sanık
sıfatıyla avukatıyla görüşen hükümlüler yönünden anılan fıkra çerçevesinde
subjektif koşullarla sınırlamalara tabi tutulmasının anılan hakkın keyfî
şekilde sınırlandırılmasına sebebiyet vereceği, kuralda yer alan sınırlamaların
hakkın özüne dokunduğu ve ölçüsüz olduğu belirtilerek kuralın Anayasa’nın 13.
ve 36. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
3. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
112. Dava dilekçesinde kuralla anılan maddenin (5) numaralı fıkrasında
öngörülen kural çerçevesinde avukatla görüşme hakkına getirilen kısıtlamaların
Anayasa’ya aykırılığı ileri sürüldüğünden kural, söz konusu maddenin hükümlünün
avukatla görüşmesinde uygulanacak kısıtlamaları düzenleyen (5) numaralı fıkrası
yönünden incelenmiştir.
113. Kurala göre Kanun’un 59. maddesinin (5) numaralı fıkrasında
sayılan görüşmelerin teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak
kaydedilmesi, hükümlü ile avukatın yaptığı görüşmeleri izlemek amacıyla
görevlinin görüşmede hazır bulundurulabilmesi, hükümlünün avukatına veya
avukatın hükümlüye verdiği belge veya belge örneklerine, dosyalar ve
aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara elkonulabilmesi veya
görüşmelerin gün ve saatlerinin sınırlandırılabilmesi şeklindeki
avukatla görüşme hakkına getirilen kısıtlamalar, 5237 sayılı Kanun’un 220.
maddesinde düzenlenen örgüt suçları ile devletin güvenliğine karşı suçlar,
anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, millî savunmaya karşı
suçlar, devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk suçundan hükümlü olup başka
bir suçtan dolayı şüpheli veya sanık sıfatıyla avukatıyla görüşen hükümlüler
hakkında da uygulanacaktır.
114. Kural, Kanun’un 59. maddesinin (5) numaralı fıkrasında
belirtilen suçlardan hükümlü olmakla birlikte başka bir suçtan dolayı şüpheli
veya sanık sıfatıyla soruşturma ve kovuşturmaları devam eden kişilerin
avukatları ile görüşmelerine bazı kısıtlamalar öngörmektedir. Bu yönüyle kural
devam eden soruşturma ve kovuşturmalar bakımından müdafi yardımından yararlanma
hakkına sınırlama getirmektedir.
115. Anayasa’nın 36. maddesiyle güvence altına alınan müdafi
yardımından yararlanma hakkı hem savunma hakkının etkin bir şekilde
kullanılmasını sağlamakta hem de çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği
ilkelerine hayat vermektedir. Müdafi yardımı özellikle şüpheli veya sanığın
yaşı, ruhsal durumu veya isnat olunan suçun ağırlığı gibi nedenlerden dolayı
savunma makamının özel olarak desteklenmesinin gerektiği hâllerde etkili bir
savunma yapabilmesi ve maddi gerçeğin ortaya çıkarılması bakımından önem taşımaktadır.
116. Müdafi yardımından etkili bir şekilde yararlanmanın ilk
koşulu ise müdafi ile yapılan görüşmelerin belli bir gizlilik içinde
gerçekleştirilmesidir. Şüpheli veya sanığın müdafi ile özgür bir şekilde bilgi
alışverişinde bulunması için mahremiyet büyük önem taşımaktadır. Şüpheli veya
sanığın müdafi ile yapacağı görüşmelerde mahremiyet olmaması müdafiden alacağı
hizmetin faydasını en alt düzeye indirecektir. Bu nedenle meşru amaçlarla
avukatla görüşme hakkına kısıtlama getirilirken bu kısıtlamayla savunma hakkı
arasındaki denge gözetilmeli, kısıtlama hiçbir şekilde savunma hakkının etkili
bir şekilde kullanılmasına engel olmamalıdır. Meşru bir amaçla kısıtlama
yapılsa dahi soruşturma ve kovuşturması devam eden kişilere savunma hakkının
etkin bir şekilde kullanımı bakımından yeterli güvencelerin tanınması gerekir.
117. Kuralla 5237 sayılı Kanun’un 220. maddesi kapsamındaki örgüt
suçları ile devletin güvenliğine karşı suçlar, anayasal düzene ve bu düzenin
işleyişine karşı suçlar, millî savunmaya karşı suçlar, devlet sırlarına karşı
suçlar ve casusluk suçundan hükümlü olup başka bir suçtan dolayı şüpheli veya
sanık sıfatıyla avukatıyla görüşen hükümlülerin avukatları ile görüşmelerinin
teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak kaydedilmesine, görüşmeleri izlemek
amacıyla görevlinin hazır bulundurulmasına, hükümlülerin avukatına veya
avukatın bu kişilere verdiği belge veya belge örneklerine, dosyalar ve
aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara el konulabilmesine,
görüşmelerin gün ve saatlerinin sınırlandırılmasına izin verilmektedir.
Dolayısıyla kuralla müdafi yardımından yararlanma hakkına sınırlama getirildiği
açık olup anılan sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesine uygun olup olmadığının
incelenmesi gerekir.
118. Daha önce de belirtildiği üzere Anayasa’nın 36. maddesinde bu
hak yönünden özel sınırlama sebeplerine yer verilmemiş ise de bu hakkın
Anayasa'da güvence altına alınan diğer temel hak ve özgürlüklerin korunması
veya Anayasa'nın diğer maddelerinde devlete bir görev olarak yüklenen millî
güvenliğin, kamu düzeninin ve kamu güvenliğinin korunması gibi nedenlerle
sınırlandırılması mümkündür. Dava konusu kuralla da 5237 sayılı Kanun’un 220.
maddesi kapsamındaki örgüt suçları ile devletin güvenliğine karşı suçlar,
anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, millî savunmaya karşı
suçlar, devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk suçundan hükümlü olup başka
bir suçtan dolayı şüpheli veya sanık olanların avukatlarıyla görüşmesine bazı
kısıtlamalar getirilmekte olup bu sınırlamayla ceza infaz kurumlarının
güvenliğinin sağlanması, millî güvenlik, kamu düzeni ve kamu güvenliğine
yönelik suçların önlenmesinin amaçlandığı anlaşılmaktadır. Bu yönüyle kuralla
getirilen sınırlamanın anayasal olarak meşru bir nedene dayanmadığı söylenemez.
Ancak sınırlamanın meşru bir nedene dayalı olması yeterli olmayıp hakkın özüne
dokunmaması ve ölçülü de olması gerekir.
119. Bir sınırlamanın hakkın özüne dokunmadığının kabulü için
temel hakların kullanılmasını ciddi surette güçleştirip amacına ulaşmasına
engel olmaması ve etkisini ortadan kaldırıcı bir nitelik taşımaması gerekir.
120. Dava konusu kuralla anılan suçlardan hükümlü olup başka
suçlardan şüpheli veya sanık olanların avukatlarıyla tüm görüşmelerinin
kısıtlanması düzenlenmemekte, sadece avukatları ile görüşmelerinde toplumun ve
ceza infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye düşürüldüğüne, terör örgütü veya
diğer suç örgütlerinin yönlendirildiğine, bu örgütlere emir ve talimat
verildiğine veya yorumları ile gizli, açık ya da şifreli mesajlar iletildiğine
ilişkin bilgi, bulgu veya belge elde edildiği durumlarda görüşmelere bazı
kısıtlamaların getirilmesi öngörülmektedir. Bu yönüyle kuralla müdafi
yardımından yararlanma hakkının kullanımının ciddi surette güçleştirilip
amacına ulaşmasının önlendiği ileri sürülemeyeceğinden kuralın hakkın özüne
dokunduğu söylenemez.
121. Hükümlü ile avukat arasındaki görüşmelerin gün ve saatlerinin
kısıtlanması müdafi yardımından yararlanma hakkına sınırlama getirmekle
birlikte müdafi yardımından yararlanma hakkı gözetilerek sanığın savunma
hakkına zarar vermeyecek şekilde bu kısıtlamanın uygulanması mümkündür. Ayrıca
ilgililerin kısıtlama kararının savunma hakkını etkisiz kılacak şekilde
verildiği iddiasıyla mahkemeye itirazda bulunma, dolayısıyla bu tedbirin müdafi
yardımından yararlanma hakkına uygun olarak uygulanmasını sağlama imkânları da
bulunmaktadır. Bu itibarla hükümlü ile avukatın görüşmesinin gün ve saatlerinin
kısıtlanmasının yukarıda açıklanan nedenlerle meşru bir amacının bulunduğu
anlaşıldığından ve söz konusu tedbirin anılan amaca ulaşma bakımından
elverişli, gerekli ve orantılı olmadığı söylenemeyeceğinden bu tedbirin müdafi
yardımından yararlanma hakkına ölçüsüz bir sınırlama getirdiği ileri sürülemez.
122. Öte yandan şüpheli veya sanık ile avukatın görüşmesinin
kaydedilmesi, görüşmede görevlinin hazır bulundurulması ile bilgi
ve belgelere elkonulması şeklindeki kısıtlamaların anayasal bakımdan
meşru bir amacının bulunduğu ve yapılan sınırlamanın anılan amaca ulaşma
bakımından gerekli ve elverişli olduğu söylenebilir. Ancak getirilen
sınırlamanın ölçülü olduğunun kabul edilebilmesi için elverişli ve gerekli
olması yeterli olmayıp orantılı da olması da gerekmektedir.
123. Belli koşullara bağlı da olsa şüpheli veya sanık ile
avukatın görüşmesinin kaydedilmesi, görüşmede görevlinin
hazır bulundurulması ile bilgi ve belgelere elkonulması şeklindeki
kısıtlamalar doğrudan avukat ve müvekkil arasındaki mahremiyeti ortadan
kaldıracak niteliktedir. Belirtilen durumlarda şüpheli veya sanığın avukatı ile
mahrem bilgileri paylaşması, bilgi alışverişinde bulunması mümkün olmadığından
avukatla görüşme hakkının bu şekilde sınırlanması özellikle savunma makamının
özel olarak desteklenmesinin gerektiği hâllerde etkili bir savunma
yapılabilmesi imkânını önemli ölçüde azaltabilir. Ayrıca kuralda
avukat-müvekkil görüşmesinin gizliliği ortadan kaldırılırken şüpheli veya
sanığın etkili bir hukuki yardım alabilmesi ve savunma hakkını etkili bir
şekilde kullanması yönünde gerekli olan güvencelerin de öngörülmediği anlaşılmaktadır.
Müdafi yardımından yararlanma, dolayısıyla savunma ve adil yargılanma hakkının
hukuk devletindeki önemi dikkate alındığında kuralla getirilen
sınırlamanın kişiye yüklediği külfetin
aşırı ve orantısız olduğu, böylelikle şüpheli ve sanığın müdafii
ile görüşmesinin kaydedilmesi, izlenmesi veya bilgi ve belgelere el
konulmasının müdafi yardımından yararlanma hakkına ölçüsüz bir sınırlama
getirdiği sonucuna ulaşılmıştır.
124. Açıklanan nedenlerle kural, 5275 sayılı Kanun’un 59.
maddesinin (5) numaralı fıkrasının “…görüşmeler teknik cihazla sesli veya
görüntülü olarak kaydedilebilir, hükümlü ile avukatın yaptığı görüşmeleri
izlemek amacıyla görevli görüşmede hazır bulundurulabilir, hükümlünün avukatına
veya avukatın hükümlüye verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar ve
aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara elkonulabilir…” bölümü
yönünden Anayasa’nın 13. ve 36. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
125. Kural, 5275 sayılı Kanun’un 59. maddesinin (5) numaralı
fıkrasının geri kalan bölümü yönünden ise Anayasa’nın 13. ve 36. maddelerine
aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
H. Kanun’un 6. Maddesiyle 5275 Sayılı Kanun’un 59. Maddesine
Eklenen (11) Numaralı Fıkranın İncelenmesi
1. İptal Talebinin Gerekçesi
126. Dava dilekçesinde bir önceki başlıkta incelenen kuralla
ilgili olarak ileri sürülen gerekçelerle kuralın Anayasa’nın 13. ve 36.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
127. 5275 sayılı Kanun’un 59. maddesinin (5) numaralı
fıkrasında 5237 sayılı Kanun’un 220. maddesinde ve İkinci Kitap Dördüncü Kısım
Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümlerinde tanımlanan suçlar ile 3713
sayılı Kanun kapsamına giren suçlardan mahkûm olanların avukatları ile
görüşmelerinde toplumun ve ceza infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye
düşürüldüğüne, terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin yönlendirildiğine, bu
örgütlere emir ve talimat verildiğine veya yorumları ile gizli, açık ya da şifreli
mesajlar iletildiğine ilişkin bilgi, bulgu veya belge elde edilmesi hâlinde
Cumhuriyet başsavcılığının istemi ve infaz hâkiminin kararıyla üç ay süreyle,
görüşmelerin teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak kaydedilebileceği,
hükümlü ile avukatın yaptığı görüşmeleri izlemek amacıyla görevlinin görüşmede
hazır bulundurulabileceği, hükümlünün avukatına veya avukatın hükümlüye verdiği
belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmalara ilişkin
tuttukları kayıtlara el konulabileceği veya görüşmelerin gün ve saatlerinin
sınırlandırılabileceği hüküm altına alınmıştır.
128. Kanun’un anılan maddesinin (10) numaralı fıkrasında da söz
konusu maddenin (5) numaralı fıkrasındaki suçlardan hükümlü olup başka bir
suçtan dolayı şüpheli veya sanık sıfatıyla avukatıyla görüşen hükümlüler
hakkında da 59. madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir.
129. Dava konusu kuralda ise tutuklular hakkında bu madde
hükümlerine göre karar vermeye soruşturma aşamasında sulh ceza hâkiminin,
kovuşturma aşamasında ise mahkemenin yetkili olduğu hüküm altına alınmıştır.
130. Anayasa’nın 142. maddesinde “Mahkemelerin kuruluşu,
görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri kanunla düzenlenir” hükmüne
yer verilmiştir. Buna göre kanun koyucu mahkemelerin kuruluşu, görev ve
yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri hakkında Anayasa kurallarına bağlı
olmak kaydıyla ihtiyaç duyduğu düzenlemeyi yapma yetkisine sahip bulunmaktadır.
131. Tutuklular hakkında avukatla görüşme hakkına kısıtlama kararı
verme yetkisi dava konusu kuralla soruşturma aşamasında sulh ceza hâkimi,
kovuşturma aşamasında ise mahkemelere tanınarak müdafi yardımından yararlanma
hakkına ilişkin sınırlamalara karar verilmesine yargı güvencesi getirilmiştir.
Avukatla görüşme hakkına getirilebilecek sınırlamaların sebepleri, usulü,
kapsamı, süresi ve ilgilileri Kanun’un 59. maddesinin (5) ve (10) numaralı
fıkralarında hükme bağlanmak suretiyle avukatla görüşme hakkına anılan
fıkralarla sınırlama getirilmiştir. Buna karşılık dava konusu kural, söz konusu
sınırlamaların yalnızca yargı kararıyla gerçekleşebileceğini öngörmekte olup
anılan hakka yönelik sınırlamanın sebebini oluşturmamaktadır. Bir başka deyişle
kuralla avukatla görüşme hakkına yönelik bir müdahalede bulunulmamakta, bu
başlık altında inceleme konusu olmayan ve anılan hakkın sınırlanması sonucunu
doğuran diğer düzenlemelerin gereğinin yargı kararıyla yerine getirilebileceği
hükme bağlanmaktadır. Bu itibarla herhangi bir sınırlama öngörmeyen kuralın
müdafi yardımından yararlanma veya temel hak ve özgürlüklerin sınırlanma
rejimini düzenleyen anayasal hükümlere aykırı bir yönü bulunmamaktadır.
132. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 13. ve 36. maddelerine
aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
I. Kanun’un 33. Maddesiyle 1453 Sayılı Kanun’a Eklenen
Geçici 1. Maddenin İkinci Fıkrasının İncelenmesi
1. İptal Talebinin Gerekçesi
133. Dava dilekçesinde özetle; Jandarma Genel Komutanlığı,
Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademisi ile Sahil Güvenlik Komutanlığının genel
bütçe kapsamındaki kamu idarelerinden olmaları nedeniyle bu idarelerin kadro
ihdaslarının kanunla yapılması gerektiği, dava konusu kuralla bu idarelerin
2017 yılı fiilî kadrolarını ihdas yetkisinin TBMM Plan ve Bütçe Komisyonuna
verilmesinin yasama yetkisinin devri niteliği taşıdığı belirtilerek kuralın
Anayasa’nın 7. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
134. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural, ilgisi
nedeniyle Anayasa’nın 128. maddesi yönünden de incelenmiştir.
135. Dava konusu kuralda; Jandarma Genel Komutanlığı, Jandarma ve
Sahil Güvenlik Akademisi ile Sahil Güvenlik Komutanlığının 2017 yılı fiilî
kadrolarının 2016 yılı sonuna kadar TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunca
belirleneceği hüküm altına alınmıştır.
136. Anayasa’nın 7. maddesinde, yasama yetkisinin Türk milleti
adına TBMM’ye ait olduğu ve bu yetkinin devredilemeyeceği belirtilmiştir.
Yasama yetkisinin genelliği ilkesi uyarınca kanun koyucunun Anayasa’ya aykırı
olmamak kaydıyla kural olarak her konuyu kanunla düzenleyebileceği kuşkusuzdur.
137. Anayasa’nın 123. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında “İdare,
kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir./ İdarenin kuruluş
ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanır” denilmiştir.
Anayasa’nın 128. maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde de “Memurların
ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri,
hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla
düzenlenir” hükmüne yer verilerek memurlar ve diğer kamu görevlileri özlük
hakları bakımından yasal güvenceye kavuşturulmuştur.
138. Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı
10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu’na ek (I)
sayılı Cetvel’de genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri arasında sayılmıştır.
Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademisi de 10/3/1983 tarihli ve 2803 sayılı
Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu’nun 13/A maddesi uyarınca jandarma
ve sahil güvenlik teşkilatlarının subay ve astsubay ile diğer personel
ihtiyacını karşılamak, ön lisans, lisans ve lisansüstü eğitim-öğretim, bilimsel
araştırma, yayın yapmak üzere bünyesinde fakülte, enstitü, astsubay meslek
yüksekokulları, eğitim ve araştırma merkezleri ile kurslar bulunan, İçişleri
Bakanlığına bağlı bir yükseköğretim kurumu olarak kurulmuştur.
139. Adı geçen kurumlar Anayasa'nın 123. maddesinde ifade edildiği
üzere idarenin bütünlüğü içinde yer almaktadır. Bu kurumlarda genel idare
esaslarına göre yürütülmekte olan kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve
sürekli görevleri ifa eden personel Anayasa'nın 128. maddesi kapsamında
olduğundan bunların kadrolarına, bu kadroların ihdas ve iptaline ilişkin
kuralların da Anayasa'nın 128. maddesi uyarınca kanunla düzenlenmesi gerekir.
140. Dava konusu kuralda ise anılan idarelerin 2017 yılı fiilî
kadrolarının 2016 yılı sonuna kadar TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunca
belirlenmesi öngörülmüştür. Kural bu hâliyle yasama yetkisinin devri sonucunu
doğurmakta, kamu görevlilerinin statülerinin kanunla düzenlenmesi yolundaki
anayasal kurala aykırılık oluşturmaktadır.
141. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 7. ve 128. maddelerine
aykırıdır. İptali gerekir.
İ. Kanun’un 48. Maddesiyle 1325 Sayılı Kanun’a Eklenen Ek 10.
Maddenin “...Bakanlığın özelliği ve hizmetin gerekli kıldığı şart ve
vasıflar göz önüne alınarak Bakanlığa intibak edemedikleri üstlerince teklif
edilenlerden Bakanlıkta oluşturulacak komisyona yaptırılacak tahkikat sonucuna
göre Millî Savunma Bakanınca uygun görülenler,...” Bölümünün İncelenmesi
1. İptal Talebinin Gerekçesi
142. Dava dilekçesinde özetle; dava konusu kuralda Millî Savunma
Bakanlığında (Bakanlık) görev yapan personelin Bakanlığa intibak edip edemediği
konusunda nesnel bir ölçüte yer verilmediği, Bakanlığa intibak edemediği ileri
sürülen personelin durumunun Tahkikat Komisyonunca değerlendirilmesi
öngörülmekle birlikte intibak edemediği tespit edilen personelden sadece Millî
Savunma Bakanınca (Bakan) uygun görülenlerin başka kurumlara naklen atanmasının
öngörüldüğü, burada yer alan ayrımın objektif bir ölçüt içermediği, Bakanlığa
intibak edemedikleri sonucuna varılan sivil personelin başka bir kurum veya
kuruluşa naklen atanması konusunda Bakan’a sınırları belirsiz bir yetki
verildiği ileri sürülerek kuralın Anayasa’nın 2. maddesine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
143. 1325 sayılı Kanun’un ek 10. maddesinde, Bakanlık fiilî
kadrosuna dâhil, 657 sayılı Kanun’a tabi personelden Bakanlığın özelliği ve
hizmetin gerekli kıldığı şart ve vasıflar gözönüne alınarak Bakanlığa intibak
edemedikleri üstlerince teklif edilenlerden Bakanlıkta oluşturulacak komisyona
yaptırılacak tahkikat sonucuna göre Bakanca uygun görülenlerin genel hükümlere
göre Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu’nda öngörülen atama sınırlamalarına tabi
olmadan Çalışma, Sosyal Hizmetler ve Aile Bakanlığı aracılığıyla başka bir
kurum veya kuruluşa naklen atanacağı hüküm altına alınmıştır. Dava konusu kural
anılan maddenin “…Bakanlığın özelliği ve hizmetin gerekli kıldığı şart ve
vasıflar göz önüne alınarak Bakanlığa intibak edemedikleri üstlerince teklif
edilenlerden Bakanlıkta oluşturulacak komisyona yaptırılacak tahkikat sonucuna
göre Millî Savunma Bakanınca uygun görülenler,…” şeklindeki bölümüdür.
144. Hukuk devletinin temel ilkelerinden biri belirliliktir.
Bu ilkeye göre yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi
bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır,
uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına
karşı koruyucu önlem içermesi gerekir. Belirlilik ilkesi hukuki güvenlikle
bağlantılı olup birey, kanundan belirli bir kesinlik içinde hangi somut eylem
ve olguya hangi hukuki yaptırımın veya sonucun bağlandığını bilmelidir. Birey ancak
bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörebilir ve davranışlarını
ayarlayabilir.
145. Belirlilik ilkesi, yalnızca yasal belirliliği değil daha
geniş anlamda hukuki belirliliği de ifade etmektedir. Yasal düzenlemeye
dayanarak erişilebilir, bilinebilir ve öngörülebilir olma gibi gereklilikleri
karşılaması koşuluyla mahkeme içtihatları ve yürütmenin düzenleyici
işlemleriyle de hukuki belirlilik sağlanabilir. Hukuki belirlilik ilkesinde
asıl olan, bir hukuk normunun uygulanmasıyla ortaya çıkacak sonuçların o hukuk
düzeninde öngörülebilir olmasıdır.
146. Devlet memurlarının bir kurumdan diğerine nakli 657 sayılı
Kanun’da düzenlenmiştir. Anılan Kanun’un 74. maddesinde, memurların 657 sayılı
Kanun’a tabi kurumlar arasında, kurumların muvafakati ile kazanılmış hak
dereceleri üzerinden veya Kanun’un 68. maddesinde belirtilen esaslar
çerçevesinde derece yükselmesi suretiyle bulundukları sınıftan veya öğrenim
durumları itibarıyla girebilecekleri sınıftan bir kadroya naklinin mümkün
olduğu belirtilmiş; kazanılmış hak derecelerinin altındaki derecelere
atanabilmeleri için ise atanacakları kadro derecesi ile kazanılmış hak
dereceleri arasındaki farkın 3 dereceden çok olmaması ve memurların isteğinin
şart olduğu ifade edilmiştir.
147. Dava konusu kuralda ise anılan duruma istisna getirilerek
Bakanlık fiilî kadrosuna dâhil 657 sayılı Kanun’a tabi personelden Bakanlığın
özelliği ve hizmetin gerekli kıldığı şart ve vasıflar gözönüne alınarak
Bakanlığa intibak edemedikleri üstlerince teklif edilenlerden Bakanlıkta
oluşturulacak komisyona yaptırılacak tahkikat sonucuna göre Bakanca uygun
görülenlerin genel hükümlere göre Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu’nda öngörülen
atama sınırlamalarına tabi olmadan başka bir kurum veya kuruluşa naklen
atanması öngörülmüştür.
148. Bakanlığın teşkilatı, görev ve yetkileri 10/7/2018 tarihli ve
30474 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan (1) numaralı Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı
Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 336 ila 351. maddelerinde
düzenlenmiştir. Anılan maddelerde; askerî okullardaki eğitim, askere alma,
silah, araç, gereç ve her çeşit lojistik ihtiyaç maddelerinin tedariki, askerî
fabrikalar ve tersaneler dâhil harp sanayii hizmetleri gibi ülke savunmasını
doğrudan ilgilendiren hizmetler Bakanlığın görevleri arasında sayılmıştır.
Dolayısıyla adı geçen Bakanlık ülke savunması bakımından çok önemli bir görev
icra etmektedir. Dava konusu kuralla da Bakanlığın belirtilen özelliği ve (1)
numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nde yerine getirmekle görevlendirildiği
hizmetlerin gerekli kıldığı şart ve vasıflar gözönünde bulundurulmak suretiyle
Bakanlığa intibak edemediği tespit edilen personelin başka bir kuruma naklen
atanmasına imkân tanındığı anlaşılmaktadır.
149. Kuralda Bakanlığın yukarıda sayılan özelliği ve hizmetin
gerekli kıldığı şart ve vasıflar gözönüne alınarak Bakanlığa intibak edemeyen
personelin başka kurumlara nakledilmesi öngörülmek suretiyle naklen atama için
asgari şartlar belirlenmiştir. Belirtilen şartları taşımadıkları ve Bakanlığa
intibak edemedikleri üstlerince teklif edilenlerden Bakanlıkta oluşturulacak
komisyona yaptırılacak tahkikat sonucuna göre Bakanca uygun görülenler başka
kurum ve kuruluşlara nakledilecektir.
150. Bakanlığa intibak edemeyen personelden Bakanca uygun
görülenlerin başka kurum ve kuruluşlara naklen atanması öngörülerek atama
konusunda Bakan’a takdir yetkisi tanınmıştır. Ancak bu yetki sınırsız değildir.
Bakan atama konusundaki takdir yetkisini kamu yararı ve hizmetin gereklerini
gözeterek kullanmak durumundadır.
151. Nitekim Danıştayın yerleşik içtihatlarında da memurların
atanmaları konusunda idarelerin takdir yetkisi bulunduğu ifade edilmekle
birlikte bu yetkinin ancak kamu yararı ve hizmet gerekleri gözetilerek
kullanılabileceği kabul edilmiştir. Danıştaya göre atama yetkisinin kamu yararı
ve hizmet gerekleri gözardı edilerek kullanıldığının kanıtlanması ya da idari
yargı merciince saptanması hâlinde atama işlemi sebep ve maksat yönlerinden
hukuka aykırı olacaktır (İdari Dava Daireleri Kurulu, E.2016/4927, K.2018/1784,
12/4/2018; 2D, E.2016/8093, K.2019/600, 14/2/2019; 5D, E.2016/18926,
K.2019/2680, 10/4/2019).
152. Bu itibarla Bakanlığa intibak edemedikleri üstlerince teklif
edilen personelden Bakanlıkta oluşturulacak komisyona yaptırılacak tahkikat
sonucuna göre Bakanca uygun görülenlerin başka bir kurum veya kuruluşa naklen
atanmasına imkân tanıyan kuralda belirlilik ilkesini ihlal
eden bir yön bulunmamaktadır.
153. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 2. maddesine aykırı
değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
J. Kanun’un 56. Maddesiyle 6191 Sayılı Kanun’a Eklenen Geçici 1.
Maddenin İncelenmesi
154. Dava konusu kuralda, kuralın yürürlüğe girdiği tarihten önce
millî güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fetullahçı Terör Örgütü
(FETÖ)/Paralel Devlet Yapılanmasına (PDY) aidiyeti, iltisakı veya örgütle
irtibatı nedeniyle sözleşmeleri feshedilen sözleşmeli erbaş ve erler hakkında
22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere
İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin (OHAL KHK) 4. maddesinin (2) ve (3)
numaralı fıkralarının uygulanması öngörülmüştür.
155. 667 sayılı OHAL KHK’sının 4. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında görevine son verilenlerin bir daha kamu hizmetinde istihdam
edilemeyeceği, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilemeyeceği, görevinden
çıkarılanların uhdelerinde bulunan her türlü mütevelli heyet, kurul, komisyon,
yönetim kurulu, denetim kurulu, tasfiye kurulu üyeliği ve sair görevlerin de
sona ermiş sayılacağı ifade edilmiş; (3) numaralı fıkrasında da görevlerine son
verilenlerin silah ruhsatlarının ve pilot lisanslarının iptal edileceği,
oturdukları kamu konutlarından veya vakıf lojmanlarından on beş gün içinde
tahliye edileceği, bu kişilerin özel güvenlik şirketlerinin kurucusu, ortağı ve
çalışanı olamayacağı hüküm altına alınmıştır.
156. Dava konusu kural uyarınca FETÖ/PDY’ye aidiyeti, iltisakı
veya örgütle irtibatı nedeniyle sözleşmeleri feshedilen sözleşmeli erbaş ve
erler hakkında 667 sayılı OHAL KHK’sının 4. maddesinin (2) ve (3) numaralı
fıkralarında sayılan mezkûr tedbirler uygulanacaktır.
157. Kuralın atıfta bulunduğu 667 sayılı OHAL KHK’sı 6749 sayılı
Kanun ile kanunlaşmıştır. Bu çerçevede 667 sayılı OHAL KHK’sının 4. maddesinin
(2) numaralı fıkrası da aynen kanunlaşmış, kanunlaştıktan sonra anılan fıkraya
25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun’un 21. maddesiyle “Birinci fıkra
uyarınca kamu görevinden çıkarılan asker kişilerin askerî rütbeleri, mahkeme
kararı aranmaksızın karar tarihinden geçerli olmak üzere geri alınır” şeklindeki
cümle eklenmiştir.
158. Anılan OHAL KHK’sının 4. maddesinin (3) numaralı fıkrası ise
“Bu maddeye göre görevlerine son verilenlerin silah ruhsatları ve pilot
lisansları iptal edilir ve bu kişiler oturdukları kamu konutlarından veya vakıf
lojmanlarından onbeş gün içinde tahliye edilir. Bu kişiler özel güvenlik
şirketlerinin kurucusu, ortağı ve çalışanı olamazlar.” şeklinde iken
söz konusu fıkra TBMM’de görüşülürken fıkraya “…silah ruhsatları,…” ibaresinden
sonra gelmek üzere “…gemi adamlığına ilişkin belgeleri…” ibaresi
eklenerek kanunlaşmıştır. Dolayısıyla kuralın atıfta bulunduğu 667 sayılı
OHAL KHK’sının 4. maddesinin (2) ve (3) numaralı fıkraları dava tarihinden
sonra değişikliğe uğramıştır.
159. Açıklanan nedenle konusu kalmayan maddeye ilişkin iptal
talebi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermek gerekir.
K. Kanun’un 60. Maddesiyle 657 Sayılı Kanun’un 48. Maddesinin
Birinci Fıkrasının (A) Bendine Eklenen (8) Numaralı Alt Bendin İncelenmesi
1. İptal Talebinin Gerekçesi
160. Dava dilekçesinde özetle; kamu hizmetine girme hakkına
ilişkin koşulların kanunla düzenlenmesinin zorunlu olduğu, dava konusu kuralla
kamu görevine girişte güvenlik soruşturması ve/veya arşiv araştırması yapılması
şartı öngörüldüğü hâlde soruşturma ve araştırmanın nasıl yapılacağına ilişkin
herhangi bir düzenleme yapılmadığı, bireyin temel hak ve özgürlüklerini esaslı
bir şekilde etkileyen ve sınırlandıran bir konuda yasama organının temel
düzenlemeleri yapmayarak uygulamaya ilişkin hususları idareye bırakmasının
yasama yetkisinin devrine sebebiyet verdiği belirtilerek kuralın Anayasa’nın
2., 7., 13., 70. ve 128. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
161. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural, ilgisi nedeniyle
Anayasa’nın 20. maddesi yönünden de incelenmiştir.
162. Kuralla güvenlik soruşturması ve/veya arşiv araştırması
yapılması devlet memurluğuna alımlarda genel şartlar arasında sayılmıştır. Buna
göre bir kişinin devlet memuru olabilmesi için güvenlik soruşturması ve/veya
arşiv araştırmasının da yapılması gerekmektedir.
163. Anayasa’nın 20. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin özel
hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahip olduğu,
özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamayacağı belirtilmiş; üçüncü
fıkrasında da “Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını
isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler
hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya
silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını
öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya
kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas
ve usuller kanunla düzenlenir” denilerek kişisel verilerin korunması özel
hayatın gizliliğinin korunması kapsamında güvenceye kavuşturulmuştur.
Anayasa’nın 13. maddesinde de temel hak ve hürriyetlerin yalnızca Anayasa’nın
ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla
sınırlanabileceği ifade edilmiştir.
164. Anayasa’nın 128. maddesinin ikinci fıkrasında “Memurların
ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri,
hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla
düzenlenir. Ancak, malî ve sosyal haklara ilişkin toplu sözleşme hükümleri
saklıdır” hükmüne yer verilerek memurlar ve diğer kamu görevlilerinin
nitelikleri ve atanmalarına ilişkin hususların kanunla düzenleneceği
belirtilmiştir.
165. Kanuni düzenleme ilkesi, düzenlenen alanda temel ilkelerin
kanunla konulmasını ve çerçevenin kanunla çizilmesini ifade etmektedir. Bu ilke
uyarınca kamu görevlilerinin nitelikleri ve atanmalarına ilişkin kuralların
kanunda gösterilmesi, kuralın açık, anlaşılır ve sınırlarının belli olması
gerekmektedir.
166. Kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı, insan onurunun
korunması ve bireyin kişiliğini serbestçe geliştirebilmesi hakkının özel bir
biçimi olarak bireyin hak ve özgürlüklerini kişisel verilerin işlenmesi
sırasında korumayı amaçlamaktadır.
167. Anayasa’nın 20. maddesi uyarınca kişisel veriler ancak
kanunda öngörülen hâllerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Dolayısıyla
kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sağlanan anayasal güvencenin
yaşama geçirilebilmesi için bu hakkı ilgilendiren yasal düzenlemelerin açık,
anlaşılabilir ve söz konusu hakkın kullanılabilmesine elverişli olması gerekir.
Ancak böyle bir düzenleme ile kişilerin özel hayatlarını ilgilendiren veri,
bilgi ve belgelerin resmî makamların keyfî müdahalelerine karşı korunması
mümkün hâle gelebilir.
168. 24/3/2016 tarihli ve 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması
Kanunu’nun 3. maddesine göre kişisel veri, kimliği belirli veya belirlenebilir
gerçek kişiye ilişkin her türlü bilgiyi ifade etmektedir. Anayasa Mahkemesinin
yerleşik kararlarında da belirtildiği üzere “...adı, soyadı, doğum
tarihi ve doğum yeri gibi bireyin sadece kimliğini ortaya koyan bilgiler değil;
telefon numarası, motorlu taşıt plakası, sosyal güvenlik numarası, pasaport
numarası, özgeçmiş, resim, görüntü ve ses kayıtları, parmak izleri, IP adresi,
e-posta adresi, hobiler, tercihler, etkileşimde bulunulan kişiler, grup
üyelikleri, aile bilgileri, sağlık bilgileri gibi kişiyi doğrudan veya dolaylı
olarak belirlenebilir kılan tüm veriler…” kişisel veri olarak
kabul edilmektedir (AYM, E.2013/122, K.2014/74, 9/4/2014; E.2014/149,
K.2014/151, 2/10/2014; E.2014/74, K.2014/201, 25/12/2014; E.2014/180,
K.2015/30, 19/3/2015; E.2015/32, K.2015/102, 12/11/2015).
169. Bu bağlamda güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasıyla
elde edilen veriler kişisel veri niteliğindedir. Kuralla güvenlik soruşturması
ve arşiv araştırması kapsamında kamu mercileri tarafından özel yaşamı ile
ilgili sorular sorulması da dâhil olmak üzere bir bireyin özel hayatı, iş ve
sosyal yaşamıyla ilgili bilgilerinin alınması, kaydedilmesi ve kullanılması özel
hayata saygı hakkına sınırlama niteliğindedir.
170. Anayasa'nın 129. maddesinin birinci fıkrasında memurlar ve
kamu görevlilerinin Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunma
yükümlülükleri düzenlenmiştir. Belirtilen hususlar gözetilerek kamu görevlerine
atanacak kişiler bakımından birtakım şartlar getirilmesi doğaldır. Bu şekilde
aranan nitelikler kamu hizmetinin etkin ve sağlıklı bir biçimde yürütülmesi
amacına yöneliktir. Dolayısıyla kamu görevine atanmadan önce kişilerin güvenlik
soruşturması ve arşiv araştırmasının yapılmasını öngören kural kanun koyucunun
takdir yetkisindedir. Ancak bu alanda düzenleme getiren kuralların kamu
makamlarına hangi koşullarda ve hangi sınırlar içinde tedbirler uygulama ve
özel hayatın gizliliğine yönelik müdahalelerde bulunma yetkisi verildiğini
yeterince açık olarak göstermesi ve olası kötüye kullanmalara karşı yeterli
güvenceleri sağlaması gerekir.
171. Kuralda güvenlik soruşturması ve/veya arşiv araştırması
yapılması memurluğa alımlarda genel şartlar arasında sayılmasına karşın
güvenlik soruşturmasına ve arşiv araştırmasına konu edilecek bilgi ve
belgelerin neler olduğuna, bu bilgilerin ne şekilde kullanılacağına, hangi
mercilerin soruşturma ve araştırmayı yapacağına ilişkin herhangi bir düzenleme
yapılmamıştır. Diğer bir ifadeyle güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının
yapılmasına ve elde edilecek verilen kullanılmasına ilişkin temel ilkeler belirlenmeksizin
kuralla sadece güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılması devlet
memurluğuna alımlarda aranacak şartlar arasında sayılmıştır.
172. Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması sonucunda devlet
memurluğuna atanmada esas alınacak kişisel veri niteliğindeki bilgilerin
alınmasına, kullanılmasına ve işlenmesine yönelik güvenceler ve temel ilkeler
kanunla belirlenmeksizin bunların alınmasına ve kullanılmasına izin verilmesi
Anayasa’nın 13., 20. ve 128. maddeleriyle bağdaşmamaktadır.
173. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 13., 20. ve 128.
maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
M. Emin KUZ bu görüşe katılmamıştır.
Kural Anayasa’nın 13., 20. ve 128. maddelerine aykırı görülerek
iptal edildiğinden ayrıca Anayasa’nın 2., 7. ve 70. maddeleri yönünden
incelenmemiştir.
L. Kanun’un 61. Maddesiyle 657 Sayılı Kanun’un 125.
Maddesinin Birinci Fıkrasının (E) Bendine Eklenen (l) Alt Bendinde Yer Alan
“...eylem birliği içerisinde olmak,...” İbaresinin İncelenmesi
1. İptal Talebinin Gerekçesi
174. Dava dilekçesinde özetle; dava konusu kuralla devlet
memurluğundan çıkarılma nedeni olarak gösterilen terör örgütleriyle
eylem birliği içerisinde olmak kavramının belirsiz ve öngörülemez
olduğu, bu suretle kamu görevine girme hakkına ölçüsüz bir sınırlama
getirildiği belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2., 13., 38. ve 70. maddelerine
aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
175. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural, ilgisi
nedeniyle Anayasa’nın 128. maddesi yönünden de incelenmiştir.
176. Kuralda terör örgütleriyle eylem birliği içerisinde
olmak devlet memurluğundan çıkarma cezası ile cezalandırılacak fiiller
ve hâller arasında sayılmıştır.
177. Anayasa’nın 128. maddesinin ikinci fıkrasında memurlar
ve diğer kamu görevlileri özlük hakları bakımından yasal güvenceye
kavuşturulmuştur. Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin statü haklarını
doğrudan etkileyen disiplin işlemlerinin anılan fıkrada yer alan diğer
özlük işleri kavramı kapsamına girdiğinde kuşku bulunmamaktadır.
178. Disiplin cezaları, kamu hizmetlerinin yürütülmesi ve kamu
yararının devamlılığının sağlanması amacıyla yasal olarak düzenlenmiş idari
yaptırımlardır. Kamu hizmetlerini yürütenlerin görev anlayışları, yetki ve
sorumlulukları kamu hizmeti ve hizmet gerekleri ile sınırlandırılmış; bu
sınırlar dışına çıkanların ise disiplin cezaları ile cezalandırılmaları ilgili
kanunlarda öngörülmüştür.
179. Anayasa’nın 38. maddesinin birinci fıkrasında “Kimse,
işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı
cezalandırılamaz” denilerek suçun kanuniliği ilkesi,
üçüncü fıkrasında ise “Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak
kanunla konulur” ifadesine yer verilerek cezanın kanuniliği ilkesi
getirilmiştir. Anayasa’nın 38. maddesinde yer alan suçta ve cezada
kanunilik ilkesi uyarınca hangi eylemlerin yasaklandığı ve bu yasak
eylemlere verilecek cezaların hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde kanunda
gösterilmesi kuralın açık, anlaşılır ve sınırlarının belli olması
gerekmektedir. Kişilerin yasak eylemleri önceden bilmeleri gerektiği
düşüncesine dayanan bu ilkeyle temel hak ve özgürlüklerin güvence altına
alınması amaçlanmaktadır.
180. Anayasa’nın 38. maddesinde idari suç ve cezalar ile adli suç
ve cezalar arasında bir ayrım yapılmadığından her ikisi de bu maddede öngörülen
ilkelere tabidir. Adli ve idari suçlarda davranış normlarına aykırı ve
haksızlık teşkil eden bir fiille kanun koyucunun koruma altına aldığı bir
hukuki değerin ihlali söz konusu olup adli ve idari cezaların her ikisi de
cebir içermektedir.
181. Korunan hukuki değer ile ihlalin neden olduğu hukuki
sonuçların aynı olmaması ise idari suç ve cezalar ile adli suç ve cezalar
arasındaki temel farklılığı oluşturmaktadır. Adli para cezalarından daha yüksek
miktarlarda idari para cezalarının verilebilmesine imkân tanıyan düzenlemeler
de bulunmakla birlikte adli suçlar için öngörülen cezaların idari suçlar için
öngörülen cezalardan genellikle daha ağır olması, hürriyeti bağlayıcı cezaların
kural olarak adli suçlar yönünden geçerli olabilmesi, idari suçlarda kanun
koyucunun daha az önem atfettiği bir hukuki değerin ihlal edilmesi ve öngörülen
yaptırımın da genellikle idari bir makam tarafından idari usuller izlenerek
uygulanması nedeniyle Anayasa’nın 38. maddesindeki ilkelerin aynı boyut ve
kapsamıyla idari suçlara da uygulanması işin mahiyetine uygun düşmemektedir. Bu
bağlamda yasama organının ağır işleyen yapısı ile ekonomik ve teknik hayatın
hızla değişen ve gelişen şartları gözetilerek suç ve cezalarda kanunilik
ilkesinin idari suçlar yönünden daha esnek uygulanması gerekmektedir.
182. Buna karşılık suçta ve cezada kanunilik ilkesinin
daha esnek uygulandığı idari yaptırımlara ilişkin düzenlemelerin yalnızca kanun
metninde yer alması yeterli değildir. Anayasa Mahkemesinin 14/1/2015
tarihli ve E.2014/100, K.2015/6 sayılı kararında da vurgulandığı üzere söz
konusu düzenlemelerin içerik bakımından da belirli amacı gerçekleştirmeye
elverişli olması gerekir. Bu açıdan kanun, bireylerin hangi somut fiil ve
olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını belirli bir açıklık
ve kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek nitelikte olmalıdır.
183. Hukuk devletinin temel ilkelerinden biri belirliliktir.
Belirlilik ilkesi, yalnızca yasal belirliliği değil daha geniş anlamda hukuki
belirliliği de ifade etmektedir. Yasal düzenlemeye dayanarak erişilebilir,
bilinebilir ve öngörülebilir olma gibi gereklilikleri karşılaması koşuluyla
mahkeme içtihatları ile de hukuki belirlilik sağlanabilir. Hukuki belirlilik
ilkesinde asıl olan, bir hukuk normunun uygulanmasıyla ortaya çıkacak
sonuçların o hukuk düzeninde öngörülebilir olmasıdır.
184. Terör kavramı 3713 sayılı Kanun’da tanımlanmıştır. Kanun’un
1. maddesine göre terör; cebir ve şiddet kullanarak, baskı, korkutma, yıldırma,
sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Cumhuriyet’in Anayasa’da
belirtilen niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni
değiştirmek, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk
devletinin ve Cumhuriyet’in varlığını tehlikeye düşürmek, devlet otoritesini
zaafa uğratmak, yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek,
devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla
bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil
eden eylemlerdir. Terör örgütleri de anılan maddede sayılan amaçlara yönelik
olarak suç işlemek üzere meydana getirilmiş örgütlerdir.
185. Kuralla terör örgütleriyle eylem birliği içerisinde
olmak devlet memurluğundan çıkarma cezasını gerektiren fiiller
arasında sayılmıştır. Kurala göre devlet memurluğundan çıkarma cezasının
uygulanabilmesi için öncelikle 3713 sayılı Kanun’un 1. maddesinde belirtilen
amaçlara ulaşmak için meydana getirilmiş bir örgüt tarafından gerçekleştirilen
somut bir terör eylemi olması, devlet memurunun da aynı amaçla bu eyleme fiilî
olarak müdahil olması gerekmektedir.
186. Terör örgütüyle eylem birliği içinde olmak her bir terör
eylemine göre farklılık gösterebilir. Türk devletinin ve Cumhuriyet’in
varlığını tehlikeye düşürmek amacıyla gerçekleştirilen terör eylemleri ile
devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak
amacıyla gerçekleştirilen eylemler, amacı gereği farklı şekilde
gerçekleştirilebilir. Dolayısıyla belirtilen amaçlar çerçevesinde
gerçekleştirilen eylemlerde kamu görevlilerinin ne tür bir eylem birliği içinde
olacaklarının önceden belirlenmesi zordur. Bu nedenle kanun koyucunun genel bir
belirleme yaparak terör örgütleriyle eylem birliği içinde bulunanların devlet
memurluğundan çıkarma cezası ile cezalandırılmalarını öngördüğü
anlaşılmaktadır. Bir başka ifadeyle anılan şekilde genel bir belirleme
yapılması kuralın belirsizlik taşıdığı veya keyfiliğe karşı gerekli kanuni
güvenceyi taşımadığı anlamına gelmemekte, kanun yapma tekniğinin doğasından
kaynaklanmaktadır. Zira kanun kurallarının genel olması, somut olayın
özelliğine göre değişebilecek tüm çözümleri kuralın bünyesinde barındırma, bir
başka ifadeyle kuralın amaca uygun sonuca ulaştıracak herhangi bir çözümü
dışlamasını önleme ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Terör örgütleriyle eylem
birliği içinde olma fiili somut olayın özelliğine göre kanuna dayalı olarak
idare tarafından belirlenecek ise de idarenin bu işlemi mahkeme tarafından
denetleneceğinden bu fiilin nihai olarak kapsamı kanuna dayalı olarak yargı
kararıyla ortaya konulacaktır. Dolayısıyla kuralın belirsiz ve öngörülemez
olduğu söylenemez.
187. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 2., 38., ve 128. maddelerine
aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 13. ve 70. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
M. Kanun’un 62. Maddesiyle 663 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye
Eklenen 45/A Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasının İncelenmesi
1. İptal Talebinin Gerekçesi
188. Dava dilekçesinde özetle; Sağlık Bakanlığına (Bakanlık)
sözleşmeli personel olarak atanmak için 663 sayılı KHK’nın 45/A maddesinin (1)
numaralı fıkrasında belirtilen objektif ölçütler dışında dava konusu kuralla
sözlü sınavdan başarılı olma şartı getirilerek atama konusunda idareye
sınırları belirsiz bir yetki verildiği, Bakanlığın takdirine göre sözleşmeli
personel için sözlü sınav şartı getirilmesinin Bakanlıkta görev yapan diğer
personelle sözleşmeli personel arasında eşitsizliğe sebebiyet verdiği
belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
189. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural, ilgisi
nedeniyle Anayasa’nın 7. ve 128. maddeleri yönünden de incelenmiştir.
190. Kuralda, Bakanlıkta ve bağlı kuruluşlarında sağlık hizmetleri
ve yardımcı sağlık hizmetleri sınıfında istihdam edilecek sözleşmeli sağlık
personelinin Kamu Personeli Seçme Sınavı (KPSS) sonucuna göre Bakanlık ve bağlı
kuruluşlarına Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) Başkanlığı tarafından
yapılacak yerleştirme ile atanabileceği gibi pozisyon ve ihtiyaç durumuna göre
KPSS puanı esas alınarak Bakanlık tarafından yapılacak sözlü sınavla da atama
yapılabileceği, sözlü sınav ve yerleştirmeye ilişkin usul ve esasların
Bakanlıkça belirleneceği hüküm altına alınmıştır.
191. Anayasa’nın 10. maddesinde “Herkes, dil, ırk, renk,
cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle
ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir./ Kadınlar ve erkekler eşit haklara
sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu
maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz./
Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile
malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz./
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz./ Devlet organları
ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun
olarak hareket etmek zorundadırlar.” denilmek suretiyle kanun önünde
eşitlik ilkesine yer verilmiştir.
192. Anayasa’nın anılan maddesinde belirtilen kanun önünde
eşitlik ilkesi hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu
ilke ile eylemli değil hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı
aynı durumda bulunan kişilerin kanunlar karşısında aynı işleme bağlı
tutulmalarını sağlamak, ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir.
Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar
uygulanarak kanun karşısında eşitliğin ihlali yasaklanmıştır. Kanun önünde
eşitlik herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmez.
Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik
kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı
hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’da öngörülen eşitlik
ilkesi zedelenmez.
193. Sağlık hizmetleri niteliği itibarıyla belli bir düzen içinde
sunulması gereken, kişilerin ve toplumun varlığı ve huzuru yönünden
vazgeçilemez, ertelenemez ve ikame edilemez hizmetlerdendir. Sözleşmeli
personel tarafından sunulacak sağlık hizmetleri devletin genel idare esaslarına
göre yürütmekle yükümlü olduğu kamu hizmetinin gerektirdiği asli ve sürekli
görevlerdendir. Bu görevleri yerine getiren sözleşmeli personel Anayasa'nın
128. maddesinde yer alan diğer kamu görevlisi kapsamındadır.
Dolayısıyla sözleşmeli sağlık personelinin nitelikleri, atanmaları, görev ve
yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ile diğer özlük
işlerine yönelik temel ilkelerin kanunla belirlenmesi gerekmektedir.
194. Kanun koyucu, Anayasa'ya uygun olması koşuluyla kamu görevine
girişte yapılacak sınavların türü, biçimi ve usulleri hakkında düzenleme yapma
yetkisine sahip olup düzenlemenin kamu yararına, başka bir anlatımla ülke
koşullarına uygun olup olmadığının belirlenerek takdir edilmesi kanun koyucuya
aittir. Anayasa'ya uygunluk denetiminde kanun koyucunun kamu yararı
anlayışının isabetli olup olmadığı değil incelenen kuralın kamu yararı dışında
belli bireylerin ya da grupların çıkarları gözetilerek kanunlaştırılmış olup
olmadığı incelenebilir.
195. Kamu görevlilerinin devlet ile olan ilişkileri statü hukuku
içinde yürütülmektedir. Devlet, statüleri kanunlarla belirlenen ve bu statü
kurallarına göre mesleğe alınan kamu görevlilerine atama, yükselme, aylık,
ödül, nakil ve sınav gibi hak veya yükümlülükler getirebilir.
196. Kuralla Bakanlığa KPSS sonucuna göre ya da pozisyon ve
ihtiyaç durumuna göre KPSS puanı esas alınarak sözlü sınavla sözleşmeli
personel atama yetkisi verilmiştir. Kurala göre sözlü sınavla personel alımı
ancak yıl içinde ortaya çıkacak olağan dışı personel ihtiyacını karşılamak
amacıyla yapılabilecektir. Bu tercih Bakanlığın anılan görevlere atamada kamu
yararını sağlamaya dönük takdir yetkisinin kullanımından ibarettir. Sözlü sınav
sonucuna göre personel istihdam edilmesiyle kamu yararının gerçekleşip
gerçekleşmeyeceği ise subjektif bir husus olup anayasallık denetiminin kapsamı
dışında kalmaktadır.
197. Bakanlık, kural olarak merkezî yerleştirme ile personel
alımını gerçekleştirmektedir. Ancak yıl içinde ortaya çıkacak olağan dışı
durumlar nedeniyle sözleşmeli personel alımına ihtiyaç duyulabilir. Kuralla bu
gibi durumlarda KPSS sonucu esas alınarak sözlü sınavla da personel alımına
imkân tanınarak Bakanlığın personel ihtiyacının giderilmesinin hedeflendiği
anlaşılmaktadır. Sözlü sınavla alınması öngörülen sözleşmeli personel, atanma
sebepleri bakımından diğer personelle aynı konumda değildir.
198. Bu nedenle ihtiyaç durumunda alınması öngörülen sözleşmeli
personel için sözlü sınav şartı getirilmesini öngören kuralın birinci
cümlesinde hukuk devleti ve eşitlik ilkelerine aykırılık bulunmadığı gibi
kuralda anılan şart kanunla öngörüldüğünden kuralın yasama yetkisinin
devredilmezliği ve kamu görevlilerinin statülerinin kanunla düzenlenmesi
ilkelerini ihlal eden bir yönü de bulunmamaktadır.
199. Kamu görevlisi statüsünde olan sözleşmeli sağlık personelinin
sözlü sınavla mesleğe alınması kanun koyucunun takdir yetkisinde olmakla
birlikte bu personelin sözlü sınavla mesleğe alınmasına ve yerleştirilmesine
ilişkin temel ilkelerin Anayasa’nın 128. maddesi uyarınca kanunla düzenlenmesi
ve bu bağlamda Anayasa’nın 7. maddesi uyarınca yasama yetkisinin idareye
devredilmemesi gerekir.
200. Kuralın ikinci cümlesinde sözlü sınav ve yerleştirmeye
ilişkin usul ve esasların Bakanlıkça belirleneceği öngörülmüştür. Kanun’da
sözlü sınavda hangi ölçütlerin gözetileceği hususlarına yer verilmediği gibi
sınavı kazanan adayların yerleştirilmesinde uygulanacak esaslara ilişkin
herhangi bir düzenleme de yapılmamıştır. Diğer bir ifadeyle Kanun’da sözlü
sınav ve sınav sonrası yerleştirmeye ilişkin temel ilkeler belirlenmemiş ve
kuralın ikinci cümlesiyle bu hususların düzenlenmesi yönetmeliğe bırakılmıştır.
201. Bakanlıkta istihdam edilecek sözleşmeli personelin sözlü
sınavla mesleğe alımına ve yerleştirilmelerine ilişkin temel ilkelerin kanunda
belirlenmeksizin yönetmelikle düzenlenmesine imkân tanınması kamu
görevlilerinin statülerinin kanunla düzenlenmesine ve yasama yetkisinin
devredilmezliğine ilişkin anayasal ilkelerle bağdaşmamaktadır.
202. Açıklanan nedenlerle kuralın birinci cümlesi Anayasa’nın 2.,
7., 10. ve 128. maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi
gerekir.
203. Kuralın ikinci cümlesi Anayasa’nın 7. ve 128. maddelerine
aykırıdır. İptali gerekir.
Kuralın ikinci cümlesi Anayasa’nın 7. ve 128. maddelerine aykırı
görülerek iptal edildiğinden ayrıca Anayasa’nın 2. ve 10. maddeleri yönünden
incelenmemiştir.
N. Kanun’un 62. Maddesiyle 663 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye
Eklenen 45/A Maddesinin (3) Numaralı Fıkrasının İncelenmesi
204. Kuralda yer alan “…dört…” ibaresi 27/6/2019 tarihli ve
7180 sayılı Kanun’un 19. maddesiyle “…üç…” şeklinde değiştirilmiştir.
205. Açıklanan nedenle konusu kalmayan fıkraya ilişkin iptal
talebi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermek gerekir.
O. Kanun’un 73. Maddesiyle 3713 Sayılı Kanun’a Eklenen Geçici 16.
Maddenin İkinci Cümlesinin İncelenmesi
1. Anlam ve Kapsam
206. 3713 sayılı Kanun’un dava konusu kuralın da atıfta
bulunduğu 21. maddesinde terör eylemlerinden zarar gören, terörle mücadelede
yaralanan ya da hayatını kaybeden kamu görevlilerine yapılacak yardımlar
düzenlenmiştir.
207. Anılan maddede yer alan yardımlardan biri de terörle
mücadeleden dolayı köyleri boşaltılan üniversite çağındaki öğrencilere ve ölenlerin
çocuklarına burs verilmesidir. Anılan maddenin birinci fıkrasının 29/6/2006
tarihli ve 5532 sayılı Kanun’un 15. maddesiyle değiştirilen (ı) bendinde, sözü
edilen öğrencilere yüksek öğrenimleri süresince devletçe karşılıksız burs
verilmesi öngörülmüştür.
208. Ancak 7070 sayılı Kanun’un 72. maddesiyle 3713 sayılı
Kanun’un 21. maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendi yürürlükten kaldırılarak
karşılıksız burs uygulamasına son verilmiştir. Bununla birlikte 7070 sayılı
Kanun’un 73. maddesiyle 3713 sayılı Kanun’a geçici 16. madde eklenerek maddenin
yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla 21. maddenin birinci fıkrasının mülga (ı)
bendi kapsamında Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumundan (YURTKUR) burs
almakta olanların burslarının normal öğrenim sürelerinin sonuna kadar ilgili
mevzuat hükümlerine göre verilmesine imkân tanınmıştır.
209. Dava konusu kuralda ise 3713 sayılı Kanun’un 21. maddesinin
birinci fıkrasının mülga (ı) bendine istinaden yargı mercilerinde YURTKUR
aleyhine açılan davalardan feragat edilmiş sayılacağı hüküm altına alınmıştır.
Buna göre karşılıksız burs uygulaması sona ermekle birlikte karşılıksız burs
uygulamasının devam ettiği tarihte ilgililer tarafından açılan ancak
uygulamanın sona erdiği tarih itibarıyla henüz sonuçlanmamış davalar feragatle
sonuçlanmış sayılacaktır.
2. İptal Talebinin Gerekçesi
210. Dava dilekçesinde özetle; dava konusu kuralla tarafların
rızası olmaksızın, YURTKUR aleyhine açılan davalardan feragat edilmiş
sayılmasının hukuk devleti ilkesine aykırı olduğu, hak arama özgürlüğünün
engellendiği belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2. ve 36. maddelerine aykırı
olduğu ileri sürülmüştür.
3. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
211. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural, ilgisi
nedeniyle Anayasa’nın 13. maddesi yönünden de incelenmiştir.
212. Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı,
kişilere davanın görüldüğü mahkemeden uyuşmazlığa ilişkin bir karar verilmesini
isteme güvencesini de içermektedir.
213. Karar hakkı genel itibarıyla mahkeme önüne getirilen
uyuşmazlığın karara bağlanmasını isteme hakkını ifade etmektedir. Dava hakkını
kullanan bireyin asıl amacı davanın sonunda, uyuşmazlık konusu ettiği talebinin
esasıyla ilgili olarak bir karar elde edebilmektir. Dava sonucunda bir karar
elde edilemiyorsa dava açmanın da bir anlamı kalmayacaktır. Bununla birlikte karar
hakkı bireylerin sadece yargılama sonucunda şeklî anlamda bir karar elde
etmelerini güvence altına almaz. Bu hak aynı zamanda dava konusu edilen
uyuşmazlığa ilişkin esaslı taleplerin yargı merciince bir sonuca bağlanmasını
da gerektirir.
214. Diğer taraftan görülmekte olan bir davada tarafların esasa
ilişkin taleplerinin her durumda incelenmesi beklenemez. Süre aşımı, düşme veya
tarafların kendi rızalarıyla davadan vazgeçmesi gibi usule ilişkin nedenlerden
dolayı uyuşmazlığın esasına yönelik karar vermeden de davanın sonlandırılması
mümkündür. Söz konusu hakkın sağladığı güvence bakımından önemli olan husus;
açıldığı sırada davanın -usule ilişkin sorunlar hariç- uyuşmazlığın esasını
çözüme kavuşturma imkânına sahip, bir başka ifadeyle dava açılmasındaki asıl
amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasıdır. Bu nitelikleri taşıyan bir davada
yargılamanın henüz devam ettiği bir süreçte, taraflardan birinin aleyhine
olacak ve yargı merciinin uyuşmazlık konusu talep hakkında karar vermesini
engelleyecek şekilde davayı ortadan kaldıran ya da davanın incelenmesini
durdurarak karara bağlanmasına engel olan kanunlar çıkarılmasının karar hakkına
müdahale teşkil edeceği açıktır.
215. Kanun koyucunun uyuşmazlıkların bir an önce sonlandırılması
ve yeni uyuşmazlıkların ortaya çıkmasının önüne geçilerek dava sayısının
azaltılması suretiyle adalet hizmetlerinin iyi bir şekilde işlemesini sağlamak,
böylece toplumsal barışın tesis edilmesine de katkıda bulunarak nihai olarak
kamu yararını gerçekleştirmek amacıyla belirli konulardaki uyuşmazlıklara
ilişkin davaların ortadan kaldırılmasına yönelik düzenlemeler yapma konusunda
takdir yetkisine sahip olduğu tartışmasızdır. Ancak bu yetkinin karar hakkına
aykırı olarak kullanılmaması gerekir.
216. Kuralla yargı merciince uyuşmazlığın esasının incelenmesi
imkânı ve dolayısıyla bireyin bu hususta bir karar elde etme imkânı ortadan
kaldırıldığından kuralın karar hakkına bir sınırlama getirdiği açıktır.
Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük kriterinin alt ilkelerinden olan
orantılılık ilkesi, kamu yararının korunması ile bireyin hak ve özgürlükleri
arasında adil bir dengenin sağlanmasını gerekli kılmaktadır. Öngörülen tedbirin
bireyi olağan dışı ve aşırı bir yük altına sokması durumunda getirilen
sınırlamanın orantılı ve dolayısıyla ölçülü olduğundan söz edilemez. Bu
itibarla uygulanan tedbirle bireye aşırı ve orantısız bir yük yüklenmemesi
gerekmektedir. Bu bağlamda bireyin ortadan kaldırılan davayı açmakla elde etmek
istediği maddi uyuşmazlığa ilişkin menfaatlerini kısmen de olsa korumaya,
telafi etmeye yönelik birtakım imkânlardan faydalandırıldığı durumlarda davanın
ortadan kaldırılmasının bireye aşırı ve katlanılamaz bir külfet yüklediği,
dolayısıyla müdahalenin ölçüsüz olduğu söylenemez.
217. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu’nun 31. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, bu Kanun’da hüküm bulunmayan
hâllerde davadan feragat hakkında Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun
uygulanacağı belirtilmiştir.
218. Davadan feragat 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu’nda düzenlenmiştir. 6100 sayılı Kanun’un 307. maddesinde
feragat “…davacının, talep sonucundan kısmen veya tamamen vazgeçmesidir”
şeklinde tanımlanmış; 311. maddesinde de feragatin kesin hüküm gibi sonuç
doğuracağı belirtilmiştir. Buna göre idari yargı mercilerinde açılan davalarda
davacının kendi iradesiyle talep sonucundan feragat etmesi durumunda
uyuşmazlığın esası hakkında bir karar verilmeksizin feragat nedeniyle dava
kesin hükümle sonuçlanacaktır.
219. Dava konusu kuralda ise 3713 sayılı Kanun’un 21. maddesinin
birinci fıkrasının mülga (ı) bendine istinaden yargı mercilerinde YURTKUR
aleyhine açılan davaların davacının iradesi olmaksızın feragatle sonuçlanacağı
hüküm altına alınmıştır. Buna göre söz konusu davalarda davacının talep
sonucundan vazgeçmesi kendi iradesine göre değil kanun hükmü nedeniyle
gerçekleşmektedir. 7070 sayılı Kanun’un 73. maddesiyle 3713 sayılı Kanun’a
geçici 16. madde eklenerek maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla 21.
maddenin birinci fıkrasının mülga (ı) bendi kapsamında YURTKUR’dan burs almakta
olanların burslarının, normal öğrenim sürelerinin sonuna kadar ilgili mevzuat
hükümlerine göre verilmesine imkân tanınmış ise de anılan düzenleme sadece
maddenin yürürlüğe girmesinden önce burs almakta olanlara yönelik olup bu
şekilde burs almaya devam edenler yönünden dava konusu kuralın önemli bir
uygulama alanı bulmayacağı söylenebilir. Zira söz konuşu kişiler yönünden
bursun ödenmeye devam etmesi öngörüldüğünden bunların bursun ödenmesiyle ilgili
dava açmaları beklenecek bir durum olarak görünmemektedir. Ancak 7070
sayılı Kanun’un 72. maddesiyle 3713 sayılı Kanun’un 21. maddesinin birinci
fıkrasının (ı) bendi yürürlükten kaldırılmadan önce söz konusu bursu alma
koşulları oluşan ancak çeşitli nedenlerle burs bağlanmayan, dolayısıyla 3713
sayılı Kanun’un 21. maddesinin birinci fıkrasının mülga (ı) bendine istinaden
yargı mercilerinde YURTKUR aleyhine açılan davalar yönünden de davacının
davasından feragat etmiş sayılmasını öngören dava konusu kuralın esas
itibarıyla bu durumda olan davacılar üzerinde etkili olabileceği
anlaşılmaktadır.
220. 3713 sayılı Kanun'un geçici 16. maddesi gerekçesiyle
birlikte değerlendirildiğinde anılan hükümle 3713 sayılı Kanun’un 21.
maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendi yürürlükten kaldırılmadan önce söz
konusu bursu alma koşulları oluşan ancak çeşitli nedenlerle burs sağlanmayan
kişiler yönünden uyuşmazlık konusu olgunun esasına dair bir düzenleme
getirilmediği, öte yandan yargı merciine de uyuşmazlığın esası hakkında
herhangi bir değerlendirme yapma imkânı tanınmamak suretiyle sadece bu hususta
açılan mevcut davaların ortadan kaldırılmasının amaçlandığı, bu süreçte
ilgililerin söz konusu davayı açmakla elde etmek istedikleri, maddi uyuşmazlığa
ilişkin menfaatlerinin kısmen de olsa telafi etmeye yönelik herhangi bir
güvenceye yer verilmediği görülmektedir. Üstelik yargılama usulü kurallarına
göre doğrudan davacının açık iradesine bağlı kılınan davadan feragat etme
hususunda bireye herhangi bir seçenek de tanınmamıştır.
221. Söz konusu davalar hakkında her ne kadar şeklî olarak bir
karar verilmesi öngörülmüşse de kuralın yukarıda açıklanan çerçevede
uyuşmazlığı maddi yönden çözüme kavuşturmadığı, sadece davayı davacının tamamen
aleyhine olacak şekilde ve üstelik onun iradesi dışında ortadan kaldırdığı, bu
yönüyle kuralın bireyin dava açmaktaki gayesiyle bağdaşmadığı anlaşılmaktadır.
222. Kanun’da bireye, sınırlama ile ortadan kaldırılan davayı
açmakla elde etmek istediği menfaatlerini kısmen de olsa telafi etmeye yönelik
herhangi bir imkân sağlanmadığı da dikkate alındığında bu durumun bireye aşırı
ve orantısız bir külfet yüklediği sonucuna ulaşılmaktadır. Buna göre söz konusu
kural karar hakkına orantısız, dolayısıyla ölçüsüz bir sınırlama getirmektedir.
223. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 13. ve 36. maddelerine
aykırıdır. İptali gerekir.
Kural Anayasa’nın 13. ve 36. maddelerine aykırı görülerek iptal
edildiğinden ayrıca Anayasa’nın 2. maddesi yönünden incelenmemiştir.
IV. İPTALİN DİĞER KURALLARA ETKİSİ
224. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı
fıkrasında; başvurunun kanunun, Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin veya Türkiye
Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün sadece belirli madde veya hükümleri aleyhine
yapılmış olup da bu madde veya hükümlerin iptalinin kanunun, Cumhurbaşkanlığı
kararnamesinin veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün diğer bazı
hükümlerinin veya tamamının uygulanamaması sonucunu doğurması hâlinde
-keyfîyeti gerekçesinde belirtilmek şartıyla- uygulanma imkânı kalmayan
kanunun, Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin veya Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğü’nün söz konusu öteki hükümlerinin veya tümünün iptaline Anayasa
Mahkemesince karar verilebileceği öngörülmektedir.
225. 7070 sayılı Kanun’un 2. maddesiyle 5271 sayılı Kanun’un
151. maddesinin (4) numaralı fıkrasına eklenen “…avukat hakkındaki
soruşturma veya…” ile “…soruşturma veya…” ibarelerinin
iptalleri nedeniyle uygulanma imkânı kalmayan 151. maddenin (3)
numaralı fıkrasında yer alan “…soruşturma ya da…” ibaresinin de 6216
sayılı Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince iptali gerekir.
226. 7070 sayılı Kanun’un 73. maddesiyle 3713 Kanun’a
eklenen geçici 16. maddenin ikinci cümlesinin iptali nedeniyle uygulanma
imkânı kalmayan üçüncü cümlesinin de 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesinin (4)
numaralı fıkrası gereğince iptali gerekir.
V. İPTAL KARARININ YÜRÜRLÜĞE GİRECEĞİ GÜN SORUNU
227. Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasında “Kanun,
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da
bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmi Gazetede yayımlandığı tarihte
yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe
gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmi Gazetede
yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez” denilmekte, 6216
sayılı Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrasında da bu kural
tekrarlanarak Anayasa Mahkemesinin gerekli gördüğü hâllerde, Resmî Gazete’de
yayımlandığı günden başlayarak iptal kararının yürürlüğe gireceği tarihi bir
yılı geçmemek üzere ayrıca kararlaştırabileceği belirtilmektedir.
228. 7070 sayılı Kanun’un 62. maddesiyle 663 sayılı KHK’ya
eklenen 45/A maddesinin (2) numaralı fıkrasının ikinci cümlesinin iptal
edilmesi nedeniyle doğacak hukuksal boşluk kamu yararını ihlal edici nitelikte
görüldüğünden Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasıyla 6216 sayılı Kanun’un
66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince bu cümleye ilişkin iptal hükmünün
kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak dokuz ay sonra yürürlüğe
girmesi uygun görülmüştür.
VI. YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI TALEBİ
229. Dava dilekçesinde özetle, dava
konusu kuralların uygulanması hâlinde
telafisi güç veya imkânsız zararların doğabileceği belirtilerek yürürlüklerinin
durdurulmasına karar verilmesi talep edilmiştir.
1/2/2018 tarihli ve 7070 sayılı Kanun’un;
A. 1. 2. maddesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 151. maddesinin (4) numaralı fıkrasına
eklenen “…avukat hakkındaki soruşturma veya…” ile “…soruşturma
veya…” ibarelerine,
2. 6. maddesiyle 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 59. maddesine eklenen (10) numaralı
fıkranın, 5275 sayılı Kanun’un 59. maddesinin (5) numaralı fıkrasının “...görüşmeler
teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak kaydedilebilir, hükümlü ile avukatın
yaptığı görüşmeleri izlemek amacıyla görevli görüşmede hazır bulundurulabilir,
hükümlünün avukatına veya avukatın hükümlüye verdiği belge veya belge
örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara
elkonulabilir...” bölümü yönünden incelenen “...ile beşinci
fıkradaki suçlardan hükümlü olup, başka bir suçtan dolayı şüpheli veya sanık
sıfatıyla avukatıyla görüşen hükümlüler...” bölümüne,
3. 33. maddesiyle 18/5/1929 tarihli ve 1453 sayılı Zabitan ve
Askeri Memurların Maaşatı Hakkında Kanun’a eklenen geçici 1. maddenin
ikinci fıkrasına,
4. 60. maddesiyle 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları
Kanunu’nun 48. maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen (8) numaralı
alt bende,
5. 73. maddesiyle 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle
Mücadele Kanunu’na eklenen geçici 16. maddenin ikinci cümlesine,
yönelik yürürlüğün durdurulması taleplerinin, koşulları
oluşmadığından REDDİNE,
B. 62. maddesiyle 11/10/2011 tarihli ve 663 sayılı Sağlık
Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’ye (2/7/2018 tarihli ve 703 sayılı Kanun
Hükmünde Kararname ile “Sağlık Alanında Bazı Düzenlemeler Hakkında
Kanun Hükmünde Kararname” şeklinde değiştirilmiştir) eklenen 45/A
maddesinin (2) numaralı fıkrasının ikinci cümlesine yönelik iptal hükmünün
yürürlüğe girmesinin ertelenmesi nedeniyle bu cümleye ilişkin yürürlüğün
durdurulması talebinin REDDİNE,
C. 1. 1. maddesiyle 5271 sayılı Kanun’un 149.
maddesinin (2) numaralı fıkrasına eklenen cümleye,
2. 3. maddesiyle 5271 sayılı Kanun’un 154. maddesine eklenen (2)
numaralı fıkrada yer alan “...örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen
uyuşturucu ve uyarıcı madde imâl ve ticareti suçları...” ibaresine,
3. 4. maddesiyle 5271 sayılı Kanun’un 178. maddesinin (1) numaralı
fıkrasına eklenen cümleye,
4. 5. maddesiyle 5271 sayılı Kanun’un 188. maddesinin (1) numaralı
fıkrasına eklenen cümleye,
5. 6. maddesiyle 5275 sayılı Kanun’un 59. maddesine eklenen;
a. (5) numaralı fıkraya,
b. (10) numaralı fıkranın 5275 sayılı Kanun’un 59. maddesinin
(5) numaralı fıkrası yönünden
incelenen “Bu madde hükümleri 9 uncu maddenin üçüncü fıkrasına göre
yüksek güvenlikli ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlüler ... hakkında da
uygulanır.” bölümüne,
c. (10) numaralı fıkranın, 5275 sayılı Kanun’un 59. maddesinin (5)
numaralı fıkrasının “...görüşmeler teknik cihazla sesli veya görüntülü
olarak kaydedilebilir, hükümlü ile avukatın yaptığı görüşmeleri izlemek
amacıyla görevli görüşmede hazır bulundurulabilir, hükümlünün avukatına veya
avukatın hükümlüye verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki
konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara elkonulabilir...” dışında
kalan bölümü yönünden incelenen “...ile beşinci fıkradaki suçlardan
hükümlü olup, başka bir suçtan dolayı şüpheli veya sanık sıfatıyla avukatıyla
görüşen hükümlüler...” bölümüne,
ç. (11) numaralı fıkraya,
6. 48. maddesiyle 31/7/1970 tarihli ve 1325 sayılı Millî Savunma
Bakanlığı Görev ve Teşkilâtı Hakkında Kanun’a (703 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname ile “Askeri Okullar, Askeri Öğrenciler, Askeri Fabrikalar ve
Bazı Düzenlemeler Hakkında Kanun” şeklinde değiştirilmiştir) eklenen
ek 10. maddenin “...Bakanlığın özelliği ve hizmetin gerekli kıldığı
şart ve vasıflar göz önüne alınarak Bakanlığa intibak edemedikleri üstlerince
teklif edilenlerden Bakanlıkta oluşturulacak komisyona yaptırılacak tahkikat
sonucuna göre Millî Savunma Bakanınca uygun görülenler,...” bölümüne,
7. 61. maddesiyle 657 sayılı Kanun’un 125. maddesinin birinci
fıkrasının (E) bendine eklenen (1) alt bendinde yer alan “...eylem
birliği içerisinde olmak,...” ibaresine,
8. 62. maddesiyle 663 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye eklenen
45/A maddesinin (2) numaralı fıkrasının birinci cümlesine,
yönelik iptal talepleri 24/7/2019 tarihli ve E.2018/73, K.2019/65
sayılı kararla reddedildiğinden, bu fıkralara, cümlelere, bölümlere ve
ibarelere ilişkin yürürlüğün durdurulması taleplerinin REDDİNE,
Ç. 1. 56. maddesiyle 10/3/2011 tarihli ve
6191 sayılı Sözleşmeli Erbaş ve Er Kanunu’na eklenen geçici 1. madde,
2. 62. maddesiyle 663 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye eklenen
45/A maddesinin (3) numaralı fıkrası,
hakkında 24/7/2019 tarihli ve E.2018/73, K.2019/65 sayılı kararla
karar verilmesine yer olmadığına karar verildiğinden, bu maddeye ve fıkraya
ilişkin yürürlüğün durdurulması talepleri hakkında KARAR VERİLMESİNE YER
OLMADIĞINA,
24/7/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
VII. HÜKÜM
1/2/2018 tarihli ve 7070 sayılı Kanun’un;
A. 1. maddesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu’nun 149. maddesinin (2) numaralı fıkrasına eklenen cümlenin
Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
B. 2. maddesiyle 5271 sayılı Kanun’un 151. maddesinin (4) numaralı
fıkrasına eklenen “…avukat hakkındaki soruşturma veya…” ile “…soruşturma
veya…” ibarelerinin Anayasa’ya aykırı olduklarına ve
İPTALLERİNE, iptal edilen ibareler nedeniyle uygulanma imkânı kalmayan
5271 sayılı Kanun’un 151. maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan “…soruşturma
ya da…” ibaresinin de 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 43. maddesinin
(4) numaralı fıkrası gereğince İPTALİNE OYBİRLİĞİYLE,
C. 3. maddesiyle 5271 sayılı Kanun’un 154. maddesine eklenen (2)
numaralı fıkrada yer alan “...örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen
uyuşturucu ve uyarıcı madde imâl ve ticareti suçları...” ibaresinin
Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
Ç. 4. maddesiyle 5271 sayılı Kanun’un 178. maddesinin (1) numaralı
fıkrasına eklenen cümlenin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal talebinin
REDDİNE, Celal Mümtaz AKINCI’nın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
D. 5. maddesiyle 5271 sayılı Kanun’un 188. maddesinin (1) numaralı
fıkrasına eklenen cümlenin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal talebinin
REDDİNE, Zühtü ARSLAN, Engin YILDIRIM, Hasan Tahsin GÖKCAN, Recep KÖMÜRCÜ ile
Celal Mümtaz AKINCI’nın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
E. 6. maddesiyle 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 59. maddesine eklenen;
1. (5) numaralı fıkranın Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal
talebinin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
2. (10) numaralı fıkranın “Bu madde hükümleri 9 uncu maddenin
üçüncü fıkrasına göre yüksek güvenlikli ceza infaz kurumlarında bulunan
hükümlüler ... hakkında da uygulanır.” bölümünün 5275 sayılı Kanun’un
59. maddesinin (5) numaralı fıkrası yönünden Anayasa’ya aykırı olmadığına ve
iptal talebinin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
3. (10) numaralı fıkranın “...ile beşinci fıkradaki suçlardan
hükümlü olup, başka bir suçtan dolayı şüpheli veya sanık sıfatıyla avukatıyla
görüşen hükümlüler...” bölümünün;
a. 5275 sayılı Kanun’un 59. maddesinin (5) numaralı
fıkrasının “...görüşmeler teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak
kaydedilebilir, hükümlü ile avukatın yaptığı görüşmeleri izlemek amacıyla
görevli görüşmede hazır bulundurulabilir, hükümlünün avukatına veya avukatın
hükümlüye verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki
konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara elkonulabilir...” bölümü
yönünden Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE OYBİRLİĞİYLE,
b. 5275 sayılı Kanun’un 59. maddesinin (5) numaralı
fıkrasının “...görüşmeler teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak
kaydedilebilir, hükümlü ile avukatın yaptığı görüşmeleri izlemek amacıyla
görevli görüşmede hazır bulundurulabilir, hükümlünün avukatına veya avukatın
hükümlüye verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki
konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara elkonulabilir...” dışında
kalan bölümü yönünden Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE
OYBİRLİĞİYLE,
4. (11) numaralı fıkranın Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal
talebinin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
F. 33. maddesiyle 18/5/1929 tarihli ve 1453 sayılı Zabitan ve
Askeri Memurların Maaşatı Hakkında Kanun’a eklenen geçici 1. maddenin
ikinci fıkrasının Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE OYBİRLİĞİYLE,
G. 48. maddesiyle 31/7/1970 tarihli ve 1325 sayılı Millî Savunma
Bakanlığı Görev ve Teşkilâtı Hakkında Kanun’a (2/7/2018 tarihli ve 703 sayılı
Kanun Hükmünde Kararname ile “Askeri Okullar, Askeri Öğrenciler, Askeri
Fabrikalar ve Bazı Düzenlemeler Hakkında Kanun” şeklinde
değiştirilmiştir) eklenen ek 10. maddenin “...Bakanlığın özelliği ve
hizmetin gerekli kıldığı şart ve vasıflar göz önüne alınarak Bakanlığa intibak
edemedikleri üstlerince teklif edilenlerden Bakanlıkta oluşturulacak komisyona
yaptırılacak tahkikat sonucuna göre Millî Savunma Bakanınca uygun görülenler,...” bölümünün
Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
Ğ. 56. maddesiyle 10/3/2011 tarihli ve 6191 sayılı Sözleşmeli
Erbaş ve Er Kanunu’na eklenen geçici 1. maddeye ilişkin iptal talebi hakkında
KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA OYBİRLİĞİYLE,
H. 60. maddesiyle 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet
Memurları Kanunu’nun 48. maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen (8)
numaralı alt bendin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, M. Emin KUZ’un
karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
I. 61. maddesiyle 657 sayılı Kanun’un 125. maddesinin birinci
fıkrasının (E) bendine eklenen (l) alt bendinde yer alan “...eylem
birliği içerisinde olmak,...” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olmadığına
ve iptal talebinin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
İ. 62. maddesiyle 11/10/2011 tarihli ve 663 sayılı Sağlık
Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’ye (703 sayılı Kanun Hükmünde Kararname
ile “Sağlık Alanında Bazı Düzenlemeler Hakkında Kanun Hükmünde Kararname”
şeklinde değiştirilmiştir) eklenen 45/A maddesinin;
1. (2) numaralı fıkrasının;
a. Birinci cümlesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal
talebinin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
b. İkinci cümlesinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, iptal
hükmünün, Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216
sayılı Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince, KARARIN RESMÎ
GAZETE’DE YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK DOKUZ AY SONRA YÜRÜRLÜĞE GİRMESİNE
OYBİRLİĞİYLE,
2. (3) numaralı fıkrasına ilişkin iptal talebi hakkında KARAR
VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA OYBİRLİĞİYLE,
J. 73. maddesiyle 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle
Mücadele Kanunu’na eklenen geçici 16. maddenin ikinci cümlesinin Anayasa’ya
aykırı olduğuna ve İPTALİNE; iptal edilen cümle nedeniyle uygulanma imkânı
kalmayan 3713 sayılı Kanun’un geçici 16. maddesinin üçüncü cümlesinin de 6216
sayılı Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince İPTALİNE
OYBİRLİĞİYLE,
24/7/2019 tarihinde karar verildi.
Başkan
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
Engin YILDIRIM
|
Başkanvekili
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Recep KÖMÜRCÜ
|
Üye
Hicabi DURSUN
|
Üye
Celal Mümtaz
AKINCI
|
Üye
Muammer TOPAL
|
Üye
M. Emin KUZ
|
Üye
Kadir ÖZKAYA
|
Üye
Rıdvan GÜLEÇ
|
Üye
Recai AKYEL
|
Üye
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Üye
Yıldız
SEFERİNOĞLU
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. 1/2/2018 tarihli ve 7070 sayılı Kanun’un 5. maddesiyle 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 188. maddesinin (1) numaralı fıkrasına
eklenen cümlenin Anayasa’ya aykırı olduğu iddiası Mahkememiz çoğunluğu
tarafından reddedilmiştir.
2. Dava konusu cümlenin de yer aldığı fıkra şu şekildedir: “Madde
188 – (1) Duruşmada, hükme katılacak hâkimler ve Cumhuriyet savcısı ile zabıt
kâtibinin ve Kanunun zorunlu müdafiliği kabul ettiği hâllerde müdafiin hazır
bulunması şarttır. Müdafiin mazeretsiz olarak duruşmaya gelmemesi veya
duruşmayı terk etmesi halinde duruşmaya devam edilebilir.”
3. 5271 sayılı Kanun’un 151. maddesi zorunlu müdafiin duruşmada
hazır bulunmaması veya vakitsiz olarak duruşmadan çekilmesi durumunda başka bir
müdafi görevlendirileceğini, oturuma ara verileceğini veya oturumun
erteleneceğini öngörmektedir. Görüldüğü üzere kuralla müdafiin duruşmada hazır
bulunması zorunluluğuna istisna getirilmekte, mazeretsiz duruşmaya gelmeme veya
duruşmayı terk etme durumlarında duruşmaya devam edilebileceği öngörülmektedir.
4. Esasen çoğunluk ile görüş ayrılığımız, öncelikle kuralın anlam
ve kapsamı konusunda ortaya çıkmaktadır. Çoğunluğa göre Kanun’un müdafiin
duruşmada hazır bulunması gerektiğine dair diğer hükümleriyle birlikte
değerlendirildiğinde, “dava konusu kuralın yargılamanın sonucuna etkili
esaslı işlemlerin yapıldığı ve bu nedenle müdafi yardımının etkili olduğu
duruşmaların müdafi yokluğunda yapılabilmesine imkân tanıdığı şeklinde
anlaşılması mümkün değildir” (§ 73).
5. Kural çoğunluğun savunduğu görüşün aksine müdafiin yokluğunda
yargılamanın sonucuna etkili esaslı işlemlerin yapılmasını engelleyecek
herhangi bir ifadeye yer vermemektedir. Daha önce ifade edildiği gibi kural
zorunlu müdafiin bulunmadığı durumda duruşmaya devam edilemeyeceği yönündeki
hükümlere istisna getirmektedir. Bu istisnayı getirirken de devam edebileceği
söylenen duruşmaları “yargılamanın sonucuna etkili işlemlerin
yapıldığı/yapılmadığı duruşmalar” olarak herhangi bir ayrıma tabi
tutmamaktadır. Kanun koyucu, çoğunluğun iddia ettiği gibi, sonuca etkili
işlemlerin yapıldığı duruşmaların hiçbir durumda zorunlu müdafiin yokluğunda
yapılamayacağını murat etseydi bunu açıkça ifade ederdi. Kuralın, bu yöndeki
diğer hükümlerde herhangi bir değişiklik yapmadığından hareketle, sadece bir
anlamda “önemsiz” ya da “etkisiz” işlemlerin yapıldığı duruşmaların
müdafii yokluğunda yapılmasına izin verdiğini söylemek zordur.
6. Müdafi yardımından yararlanma hakkı savunma hakkının,
dolayısıyla adil yargılanma hakkının olmazsa olmaz unsuru olarak kabul
edilmektedir. Bu hak, aynı zamanda yargılamanın silahların eşitliği ilkesine
uygun şekilde gerçekleştirilmesinin de ön şartını teşkil etmektedir.
Mahkememizin kararlarında vurgulandığı üzere, “Sanığın müdafii
yardımından yararlanması ile aynı zamanda kamu görevlilerinin haksız
uygulamalarının önlenmesi, adli hataların oluşmaması, sorgulama veya
iddia makamı ile sanık arasında silahların eşitliğinin sağlanması
ilkesi başta olmak üzere” adil yargılamanın amaçları sağlanacaktır (Aligül
Alkaya ve Diğerleri, B. No: 2013/1138, 27/10/2015, § 134).
7. Dava konusu kuralın müdafi yardımından yararlanma hakkı
bakımından yol açabileceği sakıncaları anlayabilmek için zorunlu müdafiliğin
hangi durumlarda söz konusu olduğuna bakmak gerekir. Nitekim kural, aynı
fıkranın birinci cümlesinde yer alan “Kanunun zorunlu müdafiliği kabul
ettiği hâllerde müdafiin hazır bulunması şarttır” hükmüne istisna
getirmektedir. 5271 sayılı Kanun’un 150. maddesinin ikinci ve
üçüncü fıkralarında sanık veya şüphelinin çocuk, kendisini savunamayacak
derecede malul veya sağır ve dilsiz olması durumunda ve alt sınırı beş yıldan
fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve
kovuşturmalarda talep aranmaksızın müdafii tayin edileceği düzenlenmektedir.
8. Zorunlu müdafiin tayin edildiği her iki durumda da sanığın
duruşmalarda müdafi hakkından yararlanma hakkının ne derece hayati olduğu her
türlü izahtan varestedir. Kurum olarak zorunlu müdafilik, yaş, engelli olup
olmama ve isnat olunan suçun ağırlığı gibi nedenlerle şüpheli veya sanığın
kendisini daha iyi savunabilmesi, maddi gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi ve
adaletin tecellisi için savunma makamının güçlendirilmesini amaçlamaktadır.
Müdafi aynı zamanda yargılamanın usulüne uygun şekilde gerçekleşmesine
vazgeçilmez katkı sağlayan bir yargılama sujesidir. Tam da bu nedenle Ceza
Muhakemesi Kanunu’nun 151. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, yukarıda
belirtildiği gibi, müdafiin duruşmada bulunmaması ya da çekilmesi durumlarında,
yeni bir müdafi görevlendirilmeden oturuma devam edilmemesi öngörülmüştür.
Kısacası yargılamanın usul ve esas bakımından sağlıklı bir şekilde
yapılabilmesi için hayati öneme sahip olan zorunlu müdafilik kurumunu işlevsiz
hale getirebilecek kanuni düzenlemelerden kaçınılması gerekmektedir.
9. Hiç kuşkusuz müdafi yardımından yararlanma hakkı mutlak
değildir, bazı istisnai durumlarda sınırlandırılabilir. Ancak bu
sınırlandırmanın Anayasa’nın 13. maddesi gereğince ölçülü olması zorunludur.
10. Müdafiin yokluğunda duruşmaya devam edilebilmesine yönelik
dava konusu kuralın, yargılamanın gereksiz yere uzamasını ve sürüncemede
bırakılmasını engellemeye matuf olduğu söylenebilir. Anayasa’nın 141.
maddesinde yer alan “Davaların… mümkün olan süratle sonuçlandırılması,
yargının görevidir” hükmü de kanun koyucunun bu tür önlemler almasını
gerektirebilir. Ancak bu gereklilik, hukuk devletinde hayati önemi haiz olan
kişilerin savunma hakkını ölçüsüz şekilde sınırlandırmanın gerekçesi olamaz.
Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarında belirtildiği üzere, yargılamanın makul
sürede sonuçlandırılmasına yönelik kanuni tercihlerin “kişilerin savunma
hakkını, bu çerçevede müdafi yardımından yararlanma hakkını kullanılamaz hâle
getirmemesi gerekir” (AYM, E. 2017/49, K. 2017/113, § 14).
11. Benzer şekilde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de müdafi
yardımından yararlanma hakkına yönelik sınırlamaların ihlale yol açmaması için
(a) “zorlayıcı sebeplere” dayanması ve (b) bir bütün olarak yargılamanın
hakkaniyetine halel getirmemesi gerektiğine vurgu yapmaktadır (İbrahim ve
Diğerleri/Birleşik Krallık [BD], B.No: 50541/08, 50571/08 50573/08,
40351/09, 13/09/2016, §§ 258-262). Bu çerçevede yargılamanın daha kısa sürede
sonuçlandırılması, müdafi yardımından yararlanma hakkını sınırlamanın meşru
sebebi olarak görülebilirse de ölçülülük açısından “zorlayıcı sebep” olarak
görülmesi zordur.
12. Diğer taraftan yargılamanın makul sürede sonuçlandırılması
amacıyla müdafi yardımından yararlanma hakkını sınırlayan dava konusu kural bir
bütün olarak yargılamayı adil olmaktan çıkarma riskini taşımaktadır. Zira
kural, kendisine zorunlu müdafi tayin edilen sanığın hiçbir kusuru olmadığı
halde müdafiin mazeretsiz olarak duruşmaya gelmemesi veya duruşmayı terk etmesi
durumunda kendisini savunma imkânını ölçüsüz bir şekilde sınırlandırmaktadır.
13. Kuralın istisna getirdiği fıkranın ilk cümlesi uyarınca
sanığın duruşmaya katılımının zorunlu olmadığı da dikkate alındığında, sanığın
ve müdafiin bulunmadığı bir duruşmada yargılamaya devam edilmesi mümkündür. Bu
şekilde tek taraflı bir yargılamanın hakkaniyete uygun bir yargılamayı imkânsız
hale getireceği açıktır. Kural müdafiin yokluğunda devam edilmesine karar
verilen duruşmalarda yargılamanın sonucuna etkili olacak herhangi bir işlemin
yapılmasını engelleyecek güvencelere de yer vermemektedir. Bu nedenle
yargılamayı bir bütün olarak adil olmaktan çıkarabilecek bu düzenlemenin
kişilerin savunma hakkına, dolayısıyla adil yargılanma hakkına ölçüsüz bir
sınırlama getirdiği anlaşılmaktadır.
14. Açıklanan gerekçelerle kuralın Anayasa’nın 13. ve 36.
maddelerine aykırı olduğunu düşündüğümden çoğunluğun red yönündeki görüşüne
katılmıyorum.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. 7070 sayılı Kanunun 5. maddesi ile 5271 sayılı Kanunun 188.
maddesinin birinci fıkrasına “Müdafiinin mazeretsiz olarak duruşmaya
gelmemesi veya duruşmayı terk etmesi halinde duruşmaya devam edilebilir” şeklinde
bir cümle eklenmiştir.
2. 5271 sayılı Kanunun 188. maddesinin ilk fıkrasında hükme
katılacak hâkimler ve Cumhuriyet savcısı ile zabıt kâtibinin ve Kanunun
zorunluğu müdafiliği kabul ettiği hallerde müdafinin hazır bulunması gerektiği
belirtilmiştir. İptali istenen kuralla da zorunlu müdafi olmadan da duruşmaya
devam edilmesinin önü açılmıştır.
3. Ceza muhakemesi düzenimizde kanun koyucu belli durumlarda ceza
yargılamasına ilişkin işlemlerde müdafinin hazır bulunmasını zorunlu tutmuştur.
Müdafiin duruşmalara katılması ve yargılamaya müdahil olması, sanığın savunma
hakkından yararlanarak adil bir şekilde yargılanmasına katkıda bulunmaktadır.
4. Yargıtay Ceza Genel Kurulu, baro tarafından görevlendirilen
müdafiin yokluğunda mahkûmiyet kararı verilmesini sanığın savunma hakkını
kısıtladığı gerekçesiyle mutlak bozma nedeni olarak değerlendirmiştir (YCGK,
11/10/20011, E. 2011/10-82, K. 2011/204).
5. Anayasa Mahkemesi de çeşitli kararlarında müdafi yardımından
yararlanma hakkının savunma ve çelişmeli yargılanma hakkı ile silahların
eşitliği ilkesinin etkin bir şekilde kullanılmasının bir gereği olduğunu
vurgulamıştır (E. 2017/32, K. 2018/81, 11/7/2018; Bayram Siviş B.No: 2014/5844,
5/11/2014 § 30; Kazım Albayrak, B. No: 2014/3836, 17/9/2014, § 29). Çelişmeli
yargılama taraflara iddia ve karşı iddiaları sunma hususunda imkân sağlarken,
silahların eşitliği, davanın taraflarının usul açısından eşit durumda
olmalarına ve aralarında hakkaniyete uygun bir dengenin oluşmasına katkı
yapmaktadır.
6. Zorunlu müdafilik, şüpheli veya sanığın yaşı ruhsal durumu veya
isnat olunan suçun ağırlığı gibi nedenlerle savunma makamının özel olarak
korunması ve desteklenmesi gereken hallerde etkili bir savunmanın
gerçekleştirilebilmesi ve maddi gerçeğin tespit edilmesi amacıyla oluşturulmuş
bir kurumdur.
7. Hakkında bir suç isnadı olan herkesin gerektiği hallerde
zorunlu olarak atanan bir müdafi tarafından savunulması adil yargılamanın en
önemli unsurlarından birini oluşturmaktadır. İptali istenen kuralla zorunlu
müdafiin mazeretsiz olarak duruşmada bulunmaması durumunda duruşmaya devam
edilmesine imkân tanınması bu durumdan dolayı hiçbir kusuru olmayan sanığın
müdafi yardımından yararlanma hakkını zedelemektedir. Böyle bir durumda sanık
herhangi bir şekilde kendisinden kaynaklanmayan bir nedenden dolayı savunma
hakkını gerektiği gibi kullanamayacaktır. Dava konusu kural, bir anlamda
zorunlu müdafiiliği etkisiz ve işlevsiz hale getirmektedir.
8. Zorunlu müdafiin bulunduğu duruşmada sanığın hazır olması
gerekmemektedir. Dava konusu kural, müdafiinin duruşmaya katılacağına güvenerek
duruşmada hazır bulunmayan sanığın yokluğunda, müdafiinin de mazeretsiz olarak
duruşmaya katılmaması durumunda duruşmaya devam edilmesine imkân tanıdığından
çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkesine aykırı düşmektedir.
Savunma makamı temsil edilmeden yapılan bir duruşmanın adil yargılanma olarak
nitelendirilmesi de mümkün gözükmemektedir.
9. Sonuç olarak, dava konusu kuralın adil yargılanma hakkına
ölçüsüz bir müdahalede bulunarak Anayasanın 13. ve 36. maddelerine aykırı
olduğu düşüncesiyle çoğunluk kararına katılmadım.
Başkanvekili
Engin
YILDIRIM
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Ceza muhakemesinde müdafilik kurumu, savunma makamının
yardımcısıdır. Müdafi, bir hukukçu olan iddia makamı ve hakimin karşısında
bilgisiyle savunma lehine dengeyi sağlama işlevi görmektedir. Bu yönüyle
müdafinin varlığı ceza yargılamasında silahların eşitliği ve çelişmeli
yargılama ilkeleriyle doğrudan bağlantılıdır. Çünkü hukukçu olan iddia makamı
ve hüküm merci karşısında ancak yeterli hukuk bilgisi olan bir kimse savunmanın
menfaatlerini koruyabilir.
2. Diğer taraftan ceza soruşturma ve kovuşturmasında suç
ithamı altındaki kişinin hukuki yardım alma hakkı adil yargılanma hakkı
kapsamındadır. AİHS’nin adil yargılanma hakkına ilişkin 6/3-c maddesinde, suçla
itham edilen herkesin bizzat savunma veya seçeceği bir müdafiinin yardımından
yararlanma ve eğer maddi olanaktan yoksun ve adaletin yerine gelmesi için
gerekli ise re’sen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz yararlanma hakkı
bulunduğu belirtilmektedir.
3. Avukatın hukuki yardımından yararlanma hakkı soruşturma ve
kovuşturmanın bir aşamasına mahsus olmayıp, sürecin tümünü kapsayan bir haktır.
AİHM sanığın bulunmadığı bir duruşmada avukatıyla temsil edilmesinin kabul
edilmemesini adil yargılanma hakkının ihlal edeceğine karar vermektedir (AİHM Poitrimol/Fransa,
No: 14032/88, 23.11.1993, par. 38). Anayasa Mahkemesi de çeşitli kararlarında
müdafi yardımından yararlandırılmama veya müdafi bulunmadan alınan savunma
beyanının hükme esas alınması gibi hallerde adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğine karar vermiştir (bkz. Gürhan Nerse, 30.12.2014, B. No. 2013/5957;
Abdulselam Tutal ve Diğ. 8.4.2015, B. No: 2013/2319; Yusuf Karakuş ve Diğ.
8.12.2016, B. No: 2014/12002).
4. Nitekim CMK’da bu hak kapsamında çocuklar ve kendisini
savunamayacak derecede malul veya sağır-dilsiz kimselere zorunlu olarak müdafi
görevlendirilmesi özel olarak düzenlenmiştir. Yine alt sınırı beş yıldan fazla
hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada
da zorunlu müdafi görevlendirilmesi gerekmektedir (CMK m. 150/2). Kanunun
duruşmada bulunması zorunlu olanlara ilişkin 188. maddesinin birinci fıkrasının
ilk cümlesinde zorunlu müdafi de sayılmaktadır. Ne var ki iptali istenen kural
buna istisna getirmektedir.
5. İptal istemine konu olan 5271 sayılı Kanunun 188 maddesinin ilk
fıkrasının ikinci cümlesinde ise zorunlu müdafiin mazeretsiz olarak duruşmaya
gelmemesi veya duruşmayı terk etmesi durumunda duruşmaya devam edilebileceği
belirtilmektedir. Bu şekliyle kural, sanığın da bulunmaması durumunda her türlü
usul işlemlerinin yapılmasına imkan sağlamaktadır. Mahkememiz kararında CMK’nın
150 ve 151. maddeleri karşısında esaslı işlemlerin müdafi yokluğunda
yapılmasına imkan tanındığının söylenemeyeceği ifade edilmiştir. Ne yazık ki bu
değerlendirme, atıf yapılan maddelerle uyumlu değildir. Kanunun 150. maddesi
müdafi görevlendirilmesi koşulları ve usulünü düzenlemektedir, yokluğunda
yapılacak duruşmayla ilgisi bulunmamaktadır. Kanunun 151/1. maddesinde müdafiin
görevden çekilmesi, yani görevi kabul etmemesi ya da devamından çekinmesi hali
ile görevini yerine getirmekten kaçınması halinde başka müdafi
görevlendirilmesi için gerekli işlemlerin yapılacağı düzenlemektedir. Buna
karşın 188. maddedeki düzenlemede bir duruşmaya gelmeyen veya duruşmayı terk
eden müdafi bulunmadan da duruşmanın sürdürülebileceği belirtilmektedir.
Dolayısıyla kural başka bir müdafi görevlendirilmesi gereğini aramaksızın
duruşmaya devam konusunda hakime takdir yetkisi vermektedir. Bu nedenle kuralın
hukuki yardım alma ve savunma hakkını kısıtlayacağı ve dolayısıyla adil
yargılanma hakkına aykırı düşeceği anlaşılmaktadır.
6. Diğer taraftan, müdafi bulunmadan duruşmaya devam edilmesi için
sanığın hazır bulunması koşulu da aranmamaktadır. Bilindiği üzere adil
yargılanma hakkının alt unsurlarından biri de duruşmada bulunma hakkıdır.
Sanık müdafi ile temsil edildiğini bilerek hareket ettiği durumda kendisi
ayrıca duruşmada bulunmaya ihtiyaç duymayabilir. Fakat zorunlu müdafiin geçici
olarak katılmaması nedeniyle usul işlemlerinin yürütüldüğü duruşmalarda tedbir
alma imkanı olmayan sanığın bulunamaması, duruşma hakkını da ihlal eder
niteliktedir.
Açıklanan nedenlerle, kuralın Anayasanın 36. maddesinde düzenlenen
adil yargılanma hakkına aykırı bulunduğu görüşündeyiz.
Başkanvekili
Hasan
Tahsin GÖKCAN
|
Üye
Recep
KÖMÜRCÜ
|
KARŞI OY GEREKÇESİ
1/2/2018 tarihli ve 707 sayılı Kanun’un 4. maddesiyle 5271 sayılı
CMK’nun 178. maddesinin (1) numaralı fıkrasına eklenen “Ancak, davayı
uzatmak amacıyla yapılan talepler reddedilir.” cümlesinin Anayasa’ya
aykırı olduğu iddiası Mahkememiz çoğunluğunca reddedilmiştir.
1. Kişilere yargı mercileri önünde dava ve savunma hakkı
tanınması silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri
ışığında hakkaniyete uygun yargılamanın da temelini oluşturmaktadır. Silahların
eşitliği ilkesi, davanın taraflarının yargılama sırasında usul hükümleri
yönünden eşit konumda bulunmasını ve taraflardan birine dezavantaj, diğerine
avantaj sağlayacak kurallara yer verilmemesini öngörmekte; diğer bir deyişle
davanın tarafları arasında hakkaniyete uygun bir dengenin varlığını gerekli
kılmaktadır. Çelişmeli yargılama ilkesi ise taraflara, dosyaya giren görüşler
ile diğer tarafça sunulan deliller hakkında bilgi sahibi olma ve karşı
iddialarını sunma hususunda uygun imkânların sağlanması anlamına gelmektedir.
2. Savunma tanıklarının da iddia makamının tanıklarıyla aynı
koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını isteme
hakkı, silahların eşitliği ilkesinin bir gereğidir. Ancak bu hak, sanığın
lehine olan bütün tanıkların çağrılmasını ve dinlenmesini gerektirmez. Önemli
olan sanığın aynı koşullar altında ve silahların eşitliği ilkesine uygun olarak
tanık dinletme talebinde bulunabilmesinin sağlanmasıdır. Bu bağlamda kural
uyarınca sanık veya katılanın tanık ve uzman kişilerin dinletilmesine yönelik
taleplerinin reddine imkân tanınması adil yargılanma hakkına müdahale niteliği
taşımaktadır.
3. Ceza muhakemesinin amacı maddi gerçeği araştırmaktır. Gerçeğe
ulaşma, kolektif yargılama yöntemi ile sağlanabilecektir. Ceza muhakemesinin
amacını gerçekleştirmek için sanığın lehine ve aleyhine delillerin toplanması
kural olarak soruşturma evresinde gerçekleştirilmektedir. 5271 sayılı Kanun’un
160. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, Cumhuriyet savcısının maddi gerçeğin
araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için emrindeki adli kolluk
görevlileri marifetiyle şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak
muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlü olduğu hüküm
altına alınmıştır.
4.Tanık ve uzman kişilerin görüşlerine başvurulması da maddi
gerçeğin ortaya çıkarılmasını sağlayan araçlar arasındadır. Yargılama esnasında
tarafların uyuşmazlık konusu olaya ilişkin bilgisi olanların tanıklığına veya
uzman görüşüne başvurulmasını isteme hakları bulunmaktadır. Kovuşturma
evresinde kural olarak iddianamede gösterilen tanık ve uzman kişiler duruşmaya
davet edilmekle birlikte sanık veya katılan da dava konusu olayla ilgili olarak
dinlenilmesini istediği tanık veya uzman kişilerin duruşmaya çağrılmasını talep
edebilir.
5. Dava konusu kuralda ise sanık veya katılanın bu yöndeki
taleplerinin davayı uzatmak amacıyla yapıldığının anlaşılması durumunda
reddedileceği hüküm altına alınmıştır. Kurala göre mahkeme başkanı veya hâkim,
tanık ve uzman kişi dinlenilmesine ilişkin taleplerin davayı uzatmak amacıyla
yapıldığı kanaatine varırsa bu talepleri reddedecektir.
6. Tanık ve uzman kişilerin dinlenmesi yönündeki taleplerin
reddedilmesinin, ancak davayı uzatmak amacıyla yapıldığı kanaatine varılması
durumunda söz konusu olabileceği, bu konuda yargı mercilerine sınırsız bir
yetki tanınmadığı ifade edilmekte ise de uygulamada bu yetkinin yerinde,
isabetli olarak ve nasıl kullanılacağına dair bir belirginlik olmadığı gibi
yanlış ve hatalı kullanımını engelleyecek bir mekanizma da bulunmamaktadır.
Hakimlerimiz tanık ve uzman dinletme talebinin davayı uzatmak amacıyla yapılıp
yapılmadığını nasıl anlayacaklardır?
7. Ceza yargılamasının amacı olan gerçeğe ulaşabilmek için tüm
taraf delillerinin dosyaya girmesi gerekir. Katılanın ve sanığın
dinlenilmesini istediği tanık ve uzman dinletme talebini “davayı uzatmak
amacıyla” yapıldığı zehabı ve gerekçesiyle reddedilmesi halinde maddi gerçeği
bulma, maddi gerçeğe ulaşma amacı tehlikeye girebilecektir. Kuralla, iddia
makamına istediği delillerin toplanıp, dinlenmesini istediği tanıkların “davayı
uzatma” endişesi taşınmadan dinlenilmesi avantajı sağlanırken, katılana veya
sanığa “davayı uzatma amacı taşıyor” denilerek aynı hakkı vermemek silahların
eşitsizliği anlamında kendilerini iddia makamı karşısında dezavantajlı bir
duruma düşürecektir.
8. Kuralın bu haliyle uygulanması esnasında davanın uzamasının
önüne geçilmek istenirken sanığın veya katılanın, tanık ve uzman kişi
dinlenilme talebinin reddi nedeniyle çok önemli hak kayıplarına uğraması söz
konusu olabilecektir. Bu mahzurun istinaf aşamasında giderilebileceği düşünülmekte
ise de bu durum da şüphelidir. İstinaf Mahkemelerinin elinde bu takdirin
yerinde kullanılıp kullanılmadığını ölçecek bir mihenk taşı olmadığına göre
kuralın bu haliyle uygulanmasının önemli hak kayıplarına neden olabileceği
tehlikesi dışında tanık, uzman kişi dinleme konusundaki taktir hakkının hatalı
olduğunun İstinaf aşamasında anlaşılması halinde tanık veya uzman kişinin
İstinaf Mahkemesince dinlenilmesi suretiyle eksikliğin tamamlanmak istenmesi
davayı uzatacak, ayrıca tanık ve uzmanın İstinafla farklı mahallerde olması
durumunda ise bunların dinlenebilmesi daha fazla masraf ve daha fazla zaman
harcanmasına neden olabilecektir.
9. Sunulmaya çalışılan nedenlerle tanık ve uzman kişilerin
dinletilmesine getirilen sınırlama ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul
bir dengenin sağlanamayacağı endişesi taşıdığımdan çoğunluğumuzun aksi yöndeki
düşüncesine katılamadım.
10. 7070 sayılı Kanun’un 5. maddesiyle Ceza Muhakemesi Kanunu’nun
188. maddesinin (1) numaralı fıkrasına eklenen “Müdafiin mazeretsiz olarak
duruşmaya gelmemesi veya duruşmayı terk etmesi halinde duruşmaya devam
edilebilir.” Cümlesinin, Anayasa aykırı olduğunu
düşünüyor ve bu konuda Anayasa Mahkemesi Başkanı Sayın Zühtü ARSLAN tarafından
kaleme alınan karşı oyda ifade olunan gerekçelere aynen katılıyorum.
11. Sonuç olarak Mahkememizin Anayasaya aykırılık ve bireysel
başvuru kapsamında verdiği kararlar ve içtihatları göz önüne alındığında, iptal
istemine konu her iki kuralın da, Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen “ölçülülük” ve
36. maddesinde ifade olunan “Adil yargılanma hakkı” ilkelerine
aykırı ve iptali gerektiği düşüncesinde olduğumdan farklı yöndeki çoğunluk
görüşüne katılamadım.
KARŞIOY GEREKÇESİ
7070 sayılı Kanunun 60. maddesiyle 657 sayılı Kanunun 48.
maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen (8) numaralı alt bendin
Anayasaya aykırı olduğuna ve iptaline karar verilmiştir.
İptal kararının gerekçesinde; güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması
kapsamında kamu mercileri tarafından bireyin iş ve sosyal yaşamıyla ilgili
bilgilerinin alınması, kaydedilmesi, saklanması ve kullanılmasının özel hayata
saygı hakkına sınırlama niteliğinde olduğu, güvenlik soruşturması ve arşiv
araştırması yapılmasını öngören bir düzenleme getirilmesi kanun koyucunun
takdir yetkisinde olmakla birlikte, bu konudaki kuralların kamu makamlarına
hangi şartlarda ve sınırlar içinde tedbirler uygulama ve özel hayatın
gizliliğine yönelik müdahalelerde bulunma yetkisi verildiğini yeterince açık
olarak göstermesi ve kötüye kullanmalara karşı yeterli güvenceleri
sağlaması gerektiği, dava konusu kuralda ise güvenlik soruşturmasına ve arşiv
araştırmasına konu edilecek bilgi ve belgelerin neler olduğuna, bu bilgilerin
ne şekilde kullanılacağına ve hangi mercilerin soruşturma ve araştırmayı
yapacağına ilişkin herhangi bir düzenleme yapılmadığı, güvenlik soruşturması ve
arşiv araştırması yapılmasına ve kişisel veri niteliğindeki bilgilerin
alınmasına, kullanılmasına, işlenmesine yönelik güvenceler ile temel ilkeler
kanunla belirlenmeksizin bunların alınmasına ve kullanılmasına izin verildiği,
bu nedenle kuralın Anayasanın 13., 20. ve 128. maddeleriyle bağdaşmadığı
belirtilmiştir.
Anayasanın 20. maddesinin son fıkrasında, herkesin kendisiyle
ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahip olduğu, kişisel
verilerin ancak kanunda öngörülen hâllerde veya kişinin açık rızasıyla
işlenebileceği ve bu verilerin korunmasına ilişkin usul ve esasların kanunla
düzenleneceği; 128. maddesinin ikinci fıkrasında ise, memurların ve diğer kamu
görevlilerinin nitelikleri ve atanmalarının da kanunla düzenleneceği hükme
bağlanmaktadır.
Kararda da belirtildiği üzere, kanunla düzenleme ilkesi,
düzenlenen alanda temel ilkelerin kanunla konulmasını, kuralın açık, anlaşılır
ve sınırlarının belirli olmasını ve kişilerin temel haklarını
kullanabilmelerine elverişli olmasını gerektirmektedir.
Buna karşılık, söz konusu düzenlemelerin tamamının aynı kanunda
yapılması gerekmemekte; yukarıda belirtilen şartları taşıyan düzenlemelerin
incelenen kanunun dışındaki kanunlarla yapılmış olması da kanunîlik ilkesi
açısından yeterli bulunmaktadır (4/7/2013 tarihli ve E.2012/100,
K.2013/84 sayılı; 3/7/2014 tarihli ve E.2013/96, K.2014/118 sayılı; 13/11/2015
tarihli ve E.2013/95, K.2014/176 sayılı kararlarımız).
Bilindiği gibi, kişisel verilerin işlenmesinde başta özel hayatın
gizliliği olmak üzere kişilerin temel hak ve özgürlüklerini korumak ve kişisel
verileri işleyen gerçek ve tüzel kişilerin yükümlülükleri ile uyacakları usul
ve esasları düzenlemek amacıyla 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu
kabul edilerek konuya ilişkin güvenceler yaklaşık otuz maddede ayrıntılı olarak
düzenlenmiştir.
Bu çerçevede, 6698 sayılı Kanunun 3. maddesiyle kişisel veriler
tanımlanmış; 4. maddesinde kişisel verilerin işlenmesine ve korunmasına ilişkin
genel ilkeler, 5. maddesinde işlenme şartları sayılmış; 12. maddesinde de veri
güvenliği konusundaki yükümlülükler belirlenerek kişisel verilerin hukuka
aykırı olarak işlenmesini, bunlara hukuka aykırı olarak erişilmesini önlemek ve
kişisel verilerin muhafazasını sağlamak amacıyla alınacak tedbirler
düzenlenmiştir. Kanunun diğer maddelerinde de kişisel verilerin işlenmesine,
korunmasına ve kamu makamlarının keyfî müdahalelerine karşı güvenceye
kavuşturulmasına ilişkin düzenlemelere yer verilmiştir.
Bu düzenlemelerin güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması
neticesinde elde edilecek kişisel veri niteliğindeki bilgi ve belgeler için de
geçerli olduğu açıktır. Bu itibarla dava konusu kural özel hayata saygı hakkına
ilişkin bir sınırlama öngörmekte ise de -6698 sayılı Kanunla birlikte
değerlendirildiğinde- konuyla ilgili temel ilkelerin kanunla konulmuş ve
çerçevenin kanunla çizilmiş olması sebebiyle kanunîlik şartını sağladığından
Anayasanın 13. ve 20. maddelerine aykırı değildir.
Diğer taraftan, 657 sayılı Kanunun Devlet memurluğuna alınacak
olanlarda aranacak genel ve özel şartları belirleyen 48. maddesinin birinci
fıkrasının (A) bendine eklenen dava konusu kural Anayasanın 128. maddesinin
ikinci fıkrasında öngörülen “memurların ve diğer kamu görevlilerinin
nitelikleri, atanmaları … kanunla düzenlenir” ilkesine de uygun, açık,
anlaşılır ve tereddüte yer bırakmayan bir düzenleme içermektedir.
Çoğunluğun kararında, güvenlik soruşturmasına ve arşiv
araştırmasına konu edilecek bilgi ve belgelerin neler olduğuna, bu bilgilerin
ne şekilde kullanılacağına ve hangi mercilerin soruşturma ve araştırmayı
yapacağına ilişkin herhangi bir düzenleme yapılmadığı, sadece soruşturma ve araştırma
yapılmasının memurluğa alımlarda aranacak şartlar arasında sayıldığı, bu
itibarla kuralın kanunilik şartını taşımadığı belirtilmekte ise de -yukarıda da
açıklandığı gibi- bu hususların tamamının incelenen kuralla düzenlenmiş olması
gerekmemektedir.
Nitekim icra müdür ve müdür yardımcıları ile icra kâtiplerine
ilişkin sınav, görevlendirme, nakil, unvan değişikliği, görevde yükselme ve
diğer hususların -kanunda herhangi bir esas öngörülmeden- yönetmelikle
düzenleneceğini hükme bağlayan bir hükmün iptali talebine ilişkin davada
Mahkememizce, esasen memur olan ve 657 sayılı Kanuna tâbi bulunan bu kişiler
açısından kanunla düzenlenme şartının anılan Kanunda ve memurlarla ilgili diğer
yasal düzenlemelerde yerine getirildiği, kanun koyucunun bu suretle yasal
çerçeveyi çizdikten sonra bu çerçevenin içinde kalacak ve değişen şartlara göre
farklılık gösterebilecek idare tekniğine ilişkin ayrıntıların düzenlenmesini
yürütmeye bırakmasında Anayasanın 128. maddesine aykırı bir yön bulunmadığına
karar verilmiştir (4/7/2013 tarihli ve E.2012/100, K.2013/84 sayılı
kararımız).
Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması da 26/10/1994 tarihli
ve 4045 sayılı Kanunla tanımlanarak düzenlenmiş ve konuya ilişkin usul ve
esaslar, anılan Kanuna dayanılarak Bakanlar Kurulu Kararı ile kabul edilen ve
Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe konulan Güvenlik Soruşturması ve Arşiv
Araştırması Yönetmeliği ile belirlenmiştir. Bu kapsamda mezkûr soruşturma ve
araştırmayı yapacak merciler ile araştırılacak hususlar ve konuya ilişkin diğer
usul ve esaslar da yönetmelikle ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.
Kanunla düzenleme ilkesi açısından esas olan, kuşkusuz düzenlenen
konudan yalnız kavram ve kurum olarak söz edilmesi değil, bunların kanun
metninde kurallaştırılmasıdır. İncelenen bentte “güvenlik soruşturması ve/veya
arşiv araştırması yapılmış olmak” Devlet memurluğuna girecek herkes için açıkça
öngörülen bir kuralla genel şart olarak belirlenmiştir. Güvenlik
soruşturmasının ve arşiv araştırmasının -tanımları ile usul ve esaslarına
ilişkin özel kanun niteliğindeki 4045 sayılı Kanunda yer verilen hükümler de
dikkate alındığında- sadece kavram ve kurum olarak belirtilmesiyle yetinilmeyip
mezkûr iki kanunda kurallaştırıldığı, konuya ilişkin temel ilkelerin kanunla
belirlendiği ve çerçevenin kanunla çizildiği görülmektedir.
Diğer taraftan, Anayasada öngörülen kanunîlik ilkesinin Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesinden daha geniş bir koruma sağladığı kabul edilse de
birçok kararımızda kanun hükümlerinin, daha ayrıntılı düzenlemeler içeren
yönetmelik ve yönerge gibi düzenleyici işlemlerle birlikte değerlendirilmek
suretiyle özel hayata saygı hakkına yapılan müdahalenin kanunîlik şartını
sağladığına hükmedildiği de bilinmektedir (Bülent Polat [GK], B. No: 2013/7666,
10/12/2015, §§ 82-98, Tevfik Türkmen [GK], B. No: 2013/9704, 3/3/2016, §§
62-64; Adem Yüksel [GK], B. No: 2013/9045, 1/6/2016, §§ 67-70; Bülent Kaya
[GK], B. No: 2013/2941, 11/5/2016, §§ 71-78; E.Ç.A [GK], B. No: 2014/5671,
7/6/2018, § 48).
Dolayısıyla 657 sayılı Kanunun iptali talep edilen mezkûr hükmünün
-6698 ve 4045 sayılı Kanunlar ile buna dayanılarak çıkarılan Yönetmelik
hükümleriyle birlikte değerlendirildiğinde- hukukun keyfî bir şekilde
uygulanmasını engelleyecek açıklıkta, ulaşılabilir, öngörülebilir,
anlaşılabilir ve belirli bir sınırlama öngördüğü, bu sebeple Anayasanın 13.,
20. ve 128. maddelerinde öngörülen kanunîlik şartını taşıdığı açıktır.
Bu itibarla incelenen kuralın Anayasaya aykırı olmadığını
düşündüğümden, kişilerin temel haklarına yönelik keyfî müdahalelere karşı
yeterli güvenceler ve temel ilkeler kanunla belirlenmeden mezkûr haklara
sınırlama getirildiği gerekçesiyle varılan iptal sonucuna katılmıyorum.