ANAYASA
MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2017/16
Karar Sayısı : 2019/64
Karar Tarihi : 24/7/2019
R.G. Tarih – Sayı : 13/11/2019
– 30947
İPTAL DAVASINI AÇAN: Türkiye Büyük Millet Meclisi
üyeleri Engin ALTAY, Levent GÖK, Özgür ÖZEL ile birlikte 121 milletvekili
İPTAL DAVASININ KONUSU: 9/11/2016 tarihli ve 6757
sayılı Kanun’un;
A. 7. maddesiyle 31/7/1970 tarihli ve
1324 sayılı Genelkurmay Başkanının Görev ve Yetkilerine Ait Kanun’un 8.
maddesinin değiştirilen birinci fıkrasının,
B. 22. maddesiyle 5/11/2008 tarihli ve 5809 sayılı Elektronik Haberleşme
Kanunu’nun 60. maddesine eklenen (11) numaralı fıkranın (28/11/2017
tarihli ve 7061 sayılı Kanun’un 99. maddesiyle aynı maddeye eklenen (9)
numaralı fıkra nedeniyle (12) numaralı fıkra şeklinde teselsül ettirilmiştir)
birinci ve üçüncü cümlelerinin,
C. 23. maddesiyle 4/6/1937 tarihli ve 3201 sayılı Emniyet
Teşkilât Kanunu’nun ek 24. maddesine eklenen üçüncü fıkranın birinci cümlesinde
yer alan “…Kamu Personel Seçme Sınavı şartı aranmaksızın,…” ibaresinin,
Ç. 25. maddesiyle 6/1/1982 tarihli ve 2576 sayılı Bölge
İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve
Görevleri Hakkında Kanun’a eklenen geçici 21. maddenin,
Anayasa’nın 2., 13., 20., 36., 90., 118., 138., 139., 140. ve 148.
maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptallerine ve yürürlüklerinin
durdurulmasına karar verilmesi talebidir.
I. İPTALİ İSTENEN KANUN HÜKÜMLERİ
6757 sayılı Kanun’un iptali talep edilen kuralların da yer aldığı;
1. 7. maddesiyle 1324 sayılı Kanun’un 8. maddesinin değiştirilen
birinci fıkrası şöyledir:
“(Değişik birinci fıkra: 15/8/2016-KHK-671/8 md.; Aynen kabul:
9/11/2016-6757/7 md.) Genelkurmay Başkanı; orgeneral
ve oramiraller arasından, Bakanlar Kurulunun teklifi üzerine Cumhurbaşkanınca
atanır.”
2. 22. maddesiyle 5809 sayılı Kanun’un 60. maddesine
eklenen (11) numaralı fıkra şöyledir:
“(11) (Ek: 15/8/2016-KHK-671/25 md.;
Aynen kabul: 9/11/2016-6757/22 md.) Kurum, görevi
kapsamında ilgili yerlerden bilgi, belge, veri ve kayıtları alabilir ve
değerlendirmesini yapabilir; arşivlerden, elektronik bilgi işlem merkezlerinden
ve iletişim altyapısından yararlanabilir, bunlarla irtibat kurabilir ve bu
kapsamda diğer gerekli önlemleri alabilir veya aldırabilir.
Kurum, bu fıkrada belirtilen görevlerin ifasında bakanlıklar, kurum ve
kuruluşlar ile işbirliği içerisinde çalışır. Bu kapsamda Kurum tarafından
istenen her türlü bilgi ve belge talebi; ilgili bakanlık, kurum ve kuruluşlar
tarafından gecikmeksizin yerine getirilir. Bu fıkraya göre bilgi ve
belge talebinde bulunulması ve bu taleplerin yerine getirilmesine ilişkin usul
ve esaslar ile diğer hususlar Başbakanlıkça belirlenir.”
3. 23. maddesiyle 3201 sayılı Kanun’un ek 24. maddesine
eklenen üçüncü fıkra şöyledir:
“(Ek fıkra: 15/8/2016-KHK-671/26 md.; Değişik fıkra:
3/10/2016-KHK-676/28 md.; Aynen kabul: 9/11/2016-6757/23 md.) Özel harekat birimlerinde
istihdam edilmek üzere, yirmisekiz yaşından gün almamış olmak
kaydıyla, en az lise veya dengi okul mezunları, Kamu Personel Seçme
Sınavı şartı aranmaksızın, fiziki yeterlilik ve mülakat sınavları ile
polis meslek eğitim merkezlerine alınabilir. Bu fıkra kapsamında alınacak
olanların eğitim süresi ve eğitim şekline ilişkin usul ve esaslar ile diğer
hususlar Bakanlık tarafından belirlenir.”
4. 25. maddesiyle 2576 sayılı Kanun’a eklenen geçici 21.
madde şöyledir:
“Geçici Madde 21- (Ek:
15/8/2016-KHK/671/28 md.; Aynen kabul: 9/11/2016- 6757/25 md.)
31/12/2020 tarihine kadar bölge idare mahkemesi üyeliğine,
hâkimlik ve savcılık mesleğinde fiilen en az altı yıl görev yapmış ve üstün
başarısı ile bölge idare mahkemesinde yararlı olacağı anlaşılmış bulunan idarî
yargı hâkim ve savcıları arasından atama yapılabilir.”
II. İLK İNCELEME
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Zühtü ARSLAN,
Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Serdar ÖZGÜLDÜR, Serruh KALELİ, Osman Alifeyyaz
PAKSÜT, Recep KÖMÜRCÜ, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, Muammer TOPAL, M.
Emin KUZ, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA, Recai AKYEL ve Yusuf Şevki
HAKYEMEZ’in katılımlarıyla 9/2/2017 tarihinde yapılan ilk inceleme
toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine,
yürürlüğü durdurma talebinin esas inceleme aşamasında karara bağlanmasına
OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
III. ESASIN İNCELENMESİ
2. Dava dilekçesi ve ekleri, Raportör Aydın AYGÜN tarafından
hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, dava konusu kanun hükümleri, dayanılan
Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup
incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A. Olağanüstü Hâl Yönetim Usulünün Anayasal Çerçevesi
3. Olağanüstü yönetim usulleri; iç karışıklık, ayaklanma, savaş
tehlikesinin baş göstermesi, savaş hâli, doğal afet, ağır ekonomik bunalım ve
benzeri nedenlerle devletin ve toplumun güvenliğini büyük ölçüde sarsan
durumlarla karşılaşıldığında başvurulan yönetim şekilleridir. Belirtilen
durumların devletin ve toplumun varlığı ve güvenliği bakımından büyük bir
tehlike oluşturduğu kuşkusuzdur. Olağan dönemdeki yönetim rejiminin ve hukuk
kurallarının bu tehlikelerin giderilmesinde yetersiz kalabilmesi nedeniyle çağdaş
hukuk sistemlerinde olağanüstü hâllerde özel yönetim usullerinin uygulanmasına
da imkân tanınmaktadır. Bir başka ifadeyle olağanüstü yönetim usulleri bir
zaruretten kaynaklanmakta olup demokratik anayasal düzenin korunması ve
sürdürülebilmesi için bu yönetim usullerine başvurulması zorunluluğu ortaya
çıkabilmektedir. Bu bağlamda olağanüstü yönetimlere neden olan tehlikelerin
bertaraf edilebilmesi için olaylar karşısında ivedi önlem ve karar alabilme
ihtiyacı duyan yürütmenin yetkilerinin artırılması gerekebilmektedir.
4. Bununla birlikte demokratik ülkelerde olağanüstü yönetim
usulleri hukuku dışlayan, keyfî yönetim anlamına gelmez. Olağanüstü yönetim
usulleri kaynağını Anayasa’da bulmakta, anayasal kurallara göre yürürlüğe
konularak yasama ve yargı organlarının denetiminde varlıklarını sürdürmektedir.
Olağanüstü yönetimlerin amacı, anayasal düzeni korumak ve savunmaktır. Bu
nedenle olağanüstü hâl yürütme organına önemli yetkiler vermesine, hak ve
özgürlükleri de önemli ölçüde sınırlandırmasına karşın hukuki bir rejimdir.
5. 21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’la yapılan değişiklik
öncesinde olağanüstü hâl sebepleri Anayasa’nın 119. ve 120. maddelerinde
düzenlenmiş ve 119. maddede “tabiî afet, tehlikeli salgın hastalıklar veya
ağır ekonomik bunalım halleri”; 120. maddede de “Anayasa ile
kurulan hür demokrasi düzenini veya temel hak ve hürriyetleri ortadan
kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerine ait ciddî belirtilerin ortaya
çıkması veya şiddet olayları sebebiyle kamu düzeninin ciddî şekilde bozulması halleri”
olağanüstü hâl ilan edilme sebepleri olarak öngörülmüştür. Anayasa’nın 119.
maddesinde düzenlenen olağanüstü hâl, Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan
Bakanlar Kurulunca ilan edilebilirken 120. maddesinde düzenlenen olağanüstü
hâl, Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulunca Millî Güvenlik
Kurulunun da görüşü alındıktan sonra ilan edilebilmektedir.
6. Anayasa’nın mülga 121. maddesinin üçüncü fıkrasında “Olağanüstü
hal süresince, Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu,
olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda, kanun hükmünde kararnameler
çıkarabilir. Bu kararnameler, Resmî Gazetede yayımlanır ve aynı gün Türkiye
Büyük Millet Meclisinin onayına sunulur; bunların Meclisce onaylanmasına
ilişkin süre ve usul, İçtüzükte belirlenir” denilmektedir. Anılan hüküm
uyarınca, olağanüstü hâllerde Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar
Kurulu, olağanüstü hâlin gerekli kıldığı konularda kanun hükmünde kararname
(KHK) çıkarma yetkisine sahiptir.
7. Anayasa’nın mülga 91. maddesinin birinci fıkrasında,
sıkıyönetim ve olağanüstü hâller saklı kalmak üzere Anayasa’nın ikinci kısmının
birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri
ile dördüncü bölümünde yer alan siyasi haklar ve ödevlerin KHK’larla
düzenlenemeyeceği belirtilmekte iken sıkıyönetim ve olağanüstü hâllerde, söz
konusu hak ve ödevler yönünden de KHK ile düzenleme yapılmasına bir engel
bulunmamaktadır.
8. Anayasa’nın mülga 121. ve 122. maddelerinin üçüncü fıkralarında
da olağanüstü hâl ve sıkıyönetim hâlinin gerekli kıldığı konularda çıkarılan
KHK’ların Resmî Gazete’de yayımlandıkları gün TBMM’nin onayına sunulacağı,
bunların TBMM tarafından onaylanmasına ilişkin süre ve usulün İçtüzük’te
belirleneceği öngörülmüştür. TBMM İçtüzüğü’nün 128. maddesinin 9/10/2018
tarihli ve 1200 sayılı Karar’la değiştirilmeden önceki hâline göre “Anayasanın
121 ve 122 nci maddeleri gereğince çıkarılan ve Türkiye Büyük Millet Meclisine
sunulan kanun hükmünde kararnameler, Anayasanın ve İçtüzüğün kanun tasarı ve
tekliflerinin görüşülmesi için koyduğu kurallara göre ancak, komisyonlarda ve
Genel Kurulda diğer kanun hükmünde kararnamelerle, kanun tasarı ve
tekliflerinden önce, ivedilikle en geç otuz gün içinde görüşülür ve karara
bağlanır./ Komisyonlarda en geç yirmi gün içinde görüşmeleri tamamlanmayan
kanun hükmünde kararnameler Meclis Başkanlığınca doğrudan doğruya Genel Kurul
gündemine alınır” Söz konusu maddede, olağanüstü dönem KHK’larının da
olağan dönem KHK’ları gibi komisyonlarda ve Genel Kurulda öncelikle ve
ivedilikle görüşüleceği hükme bağlanmakla birlikte olağan dönem KHK’larından
farklı olarak öncelikle ve ivedilikle görüşülme
hususu, birtakım sürelere bağlanarak somutlaştırılmıştır.
B. Olağanüstü Hâl Düzenlemelerinin Yargısal Denetimi
9. Anayasa’nın 6771 sayılı Kanun’la değiştirilmeden önceki 148.
maddesinin birinci fıkrasının üçüncü cümlesinde “…olağanüstü hallerde,
sıkıyönetim ve savaş hallerinde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin şekil
ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla, Anayasa Mahkemesinde dava
açılamaz” hükmüne yer verilerek olağanüstü dönem KHK’ları Anayasa
Mahkemesinin yargısal denetiminin dışında bırakılmıştır. Anayasa Mahkemesi
2/11/2016 tarihli ve E.2016/171, K.2016/164 sayılı kararında olağanüstü hâl
KHK’larının Anayasa Mahkemesi tarafından denetlenebilmesi için bu yöndeki bir
anayasal yetkinin açıkça tanınması gerektiğini ifade ederek Anayasa’nın 148.
maddesinin lafzı, Anayasa koyucunun amacı ve ilgili yasama belgeleri gözönünde
bulundurulduğunda olağanüstü hâl KHK’larının herhangi bir ad altında yargısal
denetiminin mümkün olmadığına karar vermiştir.
10. Bununla birlikte olağanüstü hâl KHK’larının TBMM tarafından
onaylanarak kanunlaşması hâlinde bu kanun hükümlerinin Anayasa’ya aykırılığı
iddiasıyla Anayasa Mahkemesinde dava açılmasının önünde bir engel
bulunmamaktadır. İptal davasına konu edilen 6757 sayılı Kanun, olağanüstü hâl
kapsamında çıkarılan 671 sayılı KHK’nın TBMM tarafından onaylanması sonucunda
yürürlüğe girmiştir. Bu itibarla dava konusu kurallar diğer kanun hükümleri
gibi Anayasa Mahkemesinin denetimine tabi olmakla birlikte bu denetim
yapılırken söz konusu kuralların olağanüstü hâle yönelik düzenlemeler içermesi
nedeniyle öncelikle inceleme yönteminin belirlenmesi gerekir.
11. Anayasa, temel hak ve özgürlüklerin korunmasına ilişkin olarak
olağan ve olağanüstü dönemler için iki ayrı hukuki rejim öngörmektedir. Olağan
dönemde temel hak ve özgürlüklerin sınırlanması rejimi Anayasa’nın 13.
maddesinde düzenlenmişken olağanüstü dönemde temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması ya da kullanılmasının durdurulması rejimi Anayasa’nın 15.
maddesinde düzenlenmiştir.
12. Anayasa’nın 13. maddesine göre “Temel hak ve hürriyetler,
özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen
sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar,
Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin
gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
13. Anayasa’nın 15. maddesine göre ise “Savaş, seferberlik
veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl
edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin
kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada
öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir./ Birinci fıkrada belirlenen
durumlarda da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler
dışında, kişinin yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne
dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz
ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu
mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.”
14. Olağan dönemde temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına
ilişkin ölçütler Anayasa’nın 13. maddesinde yer alırken savaş, seferberlik ve olağanüstü
hâllerde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması, hatta kullanılmasının
durdurulması özel olarak Anayasa’nın 15. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre
savaş, seferberlik veya olağanüstü hâllerde temel hak ve özgürlüklerin
kullanılmasının kısmen veya tamamen durdurulması ve bunlar için Anayasa’nın
diğer maddelerinde öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınması mümkündür.
Ancak Anayasa’nın 15. maddesiyle bu hususta tanınan yetki de sınırsız değildir.
Anayasa’nın diğer maddelerinde öngörülen güvencelere aykırı tedbirlerin
milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükleri ihlal etmemesi ve durumun
gerektirdiği ölçüde olması gerekmektedir. Ayrıca bu durumlarda dahi kişinin
yaşam hakkına, maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne dokunulması, din, vicdan,
düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanması ve bunlardan dolayı suçlanması
yasaklanmış; suç ve cezaların geriye yürümemesi ilkesi ile masumiyet
karinesinin bu hâllerde de geçerli olduğu kabul edilmiştir.
15. Olağanüstü hâl yönetim usullerine başvurulmasındaki temel
amaç, bu yönetim rejiminin uygulanmasına neden olan tehdit veya tehlikelerin
bertaraf edilmesini sağlamaktır. Devletin veya toplumun varlığının ya da kamu
düzeninin ağır tehdit veya tehlikeler altında bulunması nedeniyle olağanüstü
yönetim usulünün uygulandığı dönemlerde, söz konusu tehdit veya tehlikelerin
bertaraf edilmesi için temel hak ve özgürlüklerin olağan döneme kıyasla daha
fazla sınırlandırılması sonucunu doğuran tedbirler alınması gerekebilir. Bu
nedenle Anayasa’nın 15. maddesinin uygulanabilmesi için kuralın olağanüstü
hâlin gerekli kıldığı durumla ilgisinin bulunması gerekir.
16. Olağanüstü hâl KHK’larının kanunlaşmasından sonra bu kanun
hükümlerinin Anayasa’ya uygunluğunun denetlenmesinde ilgili kuralın tabi olduğu
sınırlama rejimi tespit edilmelidir. Zira söz konusu düzenlemelerde olağanüstü
hâlle ilgili kuralların yanında olağanüstü hâlle ilgisi olmayan kurallara da
yer verilebilmesi bu tespitin yapılmasını zorunlu kılmaktadır.
17. Kanunlaştırılarak yargısal denetime açılan bir kuralın
Anayasa’nın olağanüstü dönem için öngördüğü denetim rejimine tabi olabilmesi
için kural, olağanüstü hâlin ilanına sebep olan tehdit veya tehlikelerin
bertaraf edilmesine yönelik olmalı ve olağanüstü hâl süresiyle sınırlı
uygulanmalıdır. Dolayısıyla ancak bu iki niteliği taşıyan bir kuralın
Anayasa’ya uygunluk denetiminde olağanüstü hâllerde temel hak ve özgürlüklerin
kullanılmasının sınırlanmasını ve durdurulmasını düzenleyen Anayasa’nın 15.
maddesi esas alınabilir.
18. Kuralın olağanüstü hâlin ilanına neden olan tehdit veya
tehlikelerin bertaraf edilmesine yönelik olmadığı ya da olağanüstü hâlin
süresini aştığı durumlarda ise söz konusu kuralın Anayasa’ya uygunluk
denetiminde Anayasa’nın 15. maddesi dikkate alınamaz. Bu durumda kurala ilişkin
inceleme sınırlamaya konu hakkın düzenlendiği Anayasa maddesi başta olmak üzere
Anayasa’nın ilgili hükümleri ile olağan dönemde hak ve özgürlükleri sınırlama
ve güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olan Anayasa’nın 13. maddesi
bağlamında yapılmalıdır. Ancak buradaki anayasallık denetiminde varılan sonuç
böyle bir düzenlemenin olağanüstü dönemde dahi yapılamayacağı şeklinde
anlaşılamaz.
19. Temel hak ve özgürlüklerle ilgili olağanüstü hâl kurallarının
anayasallık denetiminde Anayasa’nın 15. maddesinde üç ayrı ölçüt öngörülmüştür.
Bu ölçütlerden ilki anılan maddenin ikinci fıkrasında sayılan ve çekirdek alan
olarak da ifade edilen temel hak ve özgürlüklere dokunma yasağıdır. Buna göre
olağanüstü dönemde de olsa savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen
ölümler dışında kişinin yaşama hakkına, maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne
dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz
ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu
mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.
20. Anayasa’nın 15. maddesinde yer alan ikinci ölçüt kuralların
milletlerarası hukuktan doğan yükümlülüklere aykırı olmamasıdır. Bu yükümlülüklerin
başında taraf olunan insan haklarına ilişkin uluslararası sözleşmelerden doğan
yükümlülükler gelmektedir.
21. İnsan hakları alanında Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası
sözleşmelerin başında Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme
(MSHUS) ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) gelmektedir. MSHUS’un 4. ve
AİHS’in 15. maddelerine göre milletin yaşamını tehdit eden olağanüstü bir durum
meydana geldiğinde devletler, bu sözleşmelerdeki yükümlülüklerini azaltacak
tedbirler alabilirler. Ancak MSHUS’un 4. maddesinin (2) numaralı fıkrasında;
AİHS’in 15. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, AİHS’e ek 7 No.lu Protokol’ün
4., 6 No.lu Protokol’ün 3. ve 13 No.lu Protokol’ün 2. maddelerinde yükümlülük
azaltılması mümkün olmayan bazı hak ve özgürlüklere yer verilmiştir. Bunlardan
önemli bir kısmı, Anayasa’nın 15. maddesinin ikinci fıkrasında da yer
almaktadır. Dolayısıyla bu haklar yönünden yapılacak ikinci inceleme kapsamında
Anayasa, MSHUS ve AİHS’te yer alan yükümlülük azaltılması mümkün olmayan ortak
hak ve özgürlükler yönünden ayrı bir değerlendirme yapmaya gerek
bulunmamaktadır.
22. Bununla birlikte MSHUS’un 4. maddesinin (2) numaralı fıkrası
ile AİHS’in 15. maddesinin (2) numaralı fıkrası ve AİHS’e ek 7 No.lu
Protokol’ün 4. maddesinde, Anayasa’nın 15. maddesinde yer almayan bazı hak ve
özgürlüklerin de yükümlülük azaltılmasına konu olamayacağı düzenlenmiştir. Buna
göre olağanüstü durumlarda da hiç kimse köle veya kul olarak tutulamaz,
yalnızca sözleşmeden doğan yükümlülüklerini yerine getiremediği gerekçesiyle
hapsedilemez ve kesin bir hükümle mahkûm edildiği ya da beraat ettiği bir
suçtan dolayı yeniden yargılanamaz veya cezalandırılamaz. Ayrıca bu dönemde de
herkes her yerde, hukuk önünde kişi olarak tanınma hakkına sahiptir. Son olarak
olağanüstü dönemde alınacak tedbirlerin ırk, renk, cinsiyet, dil, din, toplumsal
köken gibi sebeplerle ayrımcılık içermemesi gerekir. Bu nedenle
belirtilen hak ve özgürlükler Anayasa’nın 15. maddesinde sayılan çekirdek
haklar arasında yer almasa da anılan hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbirler,
milletlerarası hukuktan kaynaklanan yükümlülüklerle bağdaşmayacağından meşru
görülemez. Dolayısıyla bu haklara ilişkin düzenlemelerde sözü edilen sözleşme
hükümlerinin gözetileceği tabiidir.
23. Anayasa’nın 15. maddesinde yer alan üçüncü ölçüt ise
olağanüstü hâl döneminde temel hak ve özgürlükleri sınırlayan kuralların durumun
gerektirdiği ölçüde olmasıdır. Anılan maddedeki ölçülülük olağanüstü
yönetim usulünün uygulanmasına neden olan durum karşısında ölçülülüğü
ifade etmektedir. Dolayasıyla Anayasa’nın 15. maddesinde belirtilen ölçülülük,
Anayasa’nın 13. maddesindeki ölçülülük kriterine göre temel hak ve özgürlükleri
daha fazla sınırlamaya izin vermektedir.
24. Anayasa’nın 15. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi, temel
hak ve özgürlüklerin kullanılmasının sınırlandırılması veya durdurulması için
başvurulan aracın amacı gerçekleştirmeye elverişli ve bunun için gerekli
olmasını, ayrıca araçla amacın ölçülü bir oran içinde bulunmasını ifade etmektedir.
Buna göre tedbir, olağanüstü durumu oluşturan tehdit veya tehlikelerin ortadan
kaldırılması amacına ulaşma bakımından elverişli ve bu amacın gerçekleşmesi
için gerekli olmalı; ayrıca tedbire konu temel hak ve özgürlüklere yönelik
sınırlama durumun gerektirdiği oranda olmalıdır. Bir başka deyişle alınan
tedbirle temel hak ve özgürlüklere getirilen sınırlama durumun gerektirdiği
oranı aşarak keyfi niteliğe dönüşmemelidir.
25. Ölçülülüğün tespitinde tedbirin alındığı dönemin tüm koşulları
birlikte değerlendirilmelidir. Bu kapsamda olağanüstü dönemde temel hak ve
özgürlüklere yönelik sınırlama teşkil eden tedbirin ölçülülüğüne ilişkin
unsurlar değerlendirilirken olağanüstü yönetim usulünün uygulanmasına neden
olan tehdit veya tehlikeler, sınırlamaya konu hak ve özgürlüğün niteliği ve
tedbirin alındığı zamanın da gözönünde bulundurulması gerekir.
26. Son olarak Anayasa’nın 15. maddesinde, olağanüstü dönemlerde
temel hak ve özgürlüklere yönelik olarak Anayasa’da öngörülen güvencelere
aykırı tedbirler alınması dışında temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının
kısmen veya tamamen durdurulabilmesine de izin verilmiştir. Ancak
buradaki durdurma kavramı o hakkın tamamen kullanılamaz hâle
gelmesi değil, onun kullanımının geçici olarak askıya alınması anlamına
gelmektedir. Kuşkusuz temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının durdurulması
niteliğindeki tedbirler de ölçülülük ilkesinin yukarıda belirtilen esaslarına
uygun olmalıdır.
27. Olağanüstü yönetim usulünün uygulandığı dönemde temel hak ve
özgürlüklere yönelik sınırlamayı konu edinen kurallara ilişkin olarak
Anayasa’nın 15. maddesinin uygulanması gerektiği durumlarda da bu maddeye
ilişkin inceleme yapılmadan önce sınırlamaya konu hakkın düzenlendiği Anayasa
maddesi başta olmak üzere Anayasa’nın ilgili hükümleri ve olağan dönemde hak ve
özgürlükleri sınırlama ve güvence rejimini düzenleyen Anayasa’nın 13. maddesi
kapsamında bir inceleme yapılmalıdır. Zira devletin veya toplumun varlığına ya
da kamu düzenine yönelik ciddi tehdit veya tehlikelerin ortaya çıktığı
olağanüstü durumlarda olağanüstü yönetim usullerine başvurulması, bu dönemde
yürürlüğe konulan ve temel hak ve özgürlükleri sınırlandıran her düzenlemenin
olağan dönemin izin verdiği ölçütlerin ötesinde olmasını gerektirmeyebilir.
Anılan şekilde inceleme yapılması Anayasa’nın 15. maddesinde yer alan
“... Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir”
hükmünün de bir gereğidir. Nitekim Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru
kapsamında bu konuya ilişkin olarak vermiş olduğu ilk karar olan Aydın
Yavuz ve diğerleri kararında da aynı inceleme yöntemi benimsenmiştir (Aydın
Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 193-195).
28. Buna göre yapılan incelemede kuralın Anayasa’nın 15. maddesi
dışındaki maddelerinde yer alan güvencelere aykırı olmadığının tespit edilmesi
durumunda ayrıca Anayasa’nın 15. maddesi yönünden bir inceleme yapılmasına
gerek kalmayacaktır. Zira Anayasa’nın 15. maddesi yönünden bir inceleme
yapılabilmesi için öncelikle kuralın Anayasa’nın olağan dönem için öngördüğü
güvencelere aykırılık taşıdığının tespit edilmesi gerekmektedir. Kuralın temel
hak ve özgürlükler için Anayasa’da öngörülen güvencelere aykırı olduğu tespit
edildiğinde ise bu kez sınırlamanın savaş, seferberlik veya olağanüstü
hâl dönemlerinde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının
durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen Anayasa’nın 15. maddesine
uygun olup olmadığı hususunda inceleme yapılacaktır.
29. Bununla birlikte Anayasa’da bazı temel hak ve özgürlüklerin
olağanüstü dönemlerde sınırlandırılmasında farklılıklar bulunmaktadır. Bu
kapsamda bazı temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin sebep ve
koşullar ilgili maddede özel olarak somutlaştırılmıştır. Bu nedenle anılan
nitelikteki temel hak ve özgürlüklere temas eden olağanüstü hâl kurallarının
anayasallık denetiminde Anayasa’da öngörülen güvencelere aykırı tedbirlerin
alınıp alınmadığının tespiti bakımından ayrıca Anayasa’nın 13. maddesinde yer
alan güvenceler yönünden bir inceleme yapılması gerekli değildir. Bu gibi düzenlemelerin
anayasallık denetiminde doğrudan Anayasa’nın 15. maddesindeki ölçütlere
uygunluğunun tespit edilmesi gerekir.
C. Kanun’un 7. Maddesiyle 1324 Sayılı Kanun’un 8. Maddesinin
Değiştirilen Birinci Fıkrasının incelenmesi
30. 2/7/2018 tarihli ve 703 sayılı KHK’nın 47. maddesi “31/7/1970
tarihli ve 1324 sayılı Genelkurmay Başkanının Görev ve Yetkilerine Ait Kanun
yürürlükten kaldırılmıştır. İlgili Cumhurbaşkanlığı kararnamesi yürürlüğe
girinceye kadar söz konusu Kanun hükümlerinin uygulanmasına devam edilir.” hükmünü
içermektedir. Bu bağlamda 10/7/2018 tarihli ve 30474 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanan 1 numaralı Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesi’nin 338. maddesinde Genelkurmay Başkanının görev ve
yetkileri, aynı tarihli ve sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 3 numaralı
Üst Kademe Kamu Yöneticileri ile Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Atama Usûllerine
Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 9. maddesinin (3) numaralı
fıkrasında da Genelkurmay Başkanının atanma usulü ve görev süresi
düzenlenmiştir. Anılan hükümler çerçevesinde dava konusu fıkranın uygulanma
imkânı kalmamıştır.
31. Açıklanan nedenle konusu kalmayan fıkraya ilişkin iptal talebi
hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermek gerekir.
Ç. Kanun’un 22. Maddesiyle 5809 Sayılı Kanun’un 60. Maddesine
Eklenen (11) Numaralı Fıkranın Birinci ve Üçüncü Cümlelerinin İncelenmesi
1. İptal Talebinin Gerekçesi
32. Dava dilekçesinde özetle; dava konusu kuralla Bilgi
Teknolojileri ve İletişim Kurumuna verilen yetkinin son derece geniş olduğu,
kişisel verilerin korunmasında ulusal ve uluslararası düzenlemeler ile Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarında belirtilen kriterlerin kuralda
bulunmadığı, kuralla kişisel verilere yapılan müdahalenin demokratik toplumun
gerektirdiği şekilde ve ölçüde olmadığı, kişisel verilerin gizliliği ve
güvenliğine ilişkin herhangi bir güvencenin bulunmadığı, bu itibarla hakkın özüne
dokunduğu belirtilerek kuralın, Anayasa’nın 2., 13., 20. ve 90. maddelerine
aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2. Anlam ve Kapsam
33. Dava konusu kurallarla Bilgi Teknolojileri ve İletişim
Kurumuna (Kurum) görevi kapsamında ilgili yerlerden bilgi, belge, veri ve
kayıtları alabilme ve bunları değerlendirme, arşivlerden, elektronik bilgi
işlem merkezlerinden ve iletişim altyapısından yararlanabilme, bunlarla irtibat
kurabilme ve bu kapsamda diğer gerekli önlemleri alabilme veya aldırabilme
yetkisi tanınmış; Kurum tarafından istenen her türlü bilgi ve belge talebinin;
ilgili bakanlık, kurum ve kuruluşlar tarafından gecikmeksizin yerine
getirileceği hükme bağlanmıştır.
34. Kurumun görev ve yetkilerinin çerçevesi 5809 sayılı Kanun’un
6. maddesiyle belirlenmiştir. Anılan maddenin (1) numaralı fıkrasının (ı) bendi
uyarınca Kurum, elektronik haberleşmeyle ilgili olarak ihtiyaç duyacağı her
türlü bilgi ve belgeyi kamu kurum ve kuruluşları ile gerçek ve tüzel kişilerden
almak ve gerekli kayıtları tutmak görev ve yetkisine sahiptir.
35. Kanun’un 60. maddesinin dava konusu fıkrasından önceki
fıkrasında da “Kurum, kamu kurum ve kuruluşları ile gerçek ve tüzel
kişilerin siber saldırılara karşı korunması ve bu saldırılara karşı
caydırıcılık sağlamak için her türlü tedbiri alır veya aldırır” hükmüne
yer verilmek suretiyle Kuruma kamu kurum ve kuruluşları ile gerçek ve tüzel
kişilerin siber saldırılara karşı korunması görevi verilmiş ve bu kapsamda
siber saldırılara karşı caydırıcılık sağlamak için her türlü tedbiri alma ve
aldırma imkânı tanınmıştır.
36. Anılan maddenin iptal davasına konu olan kuralların da yer
aldığı fıkrası ise “Kurum, görevi kapsamında ilgili yerlerden bilgi, belge,
veri ve kayıtları alabilir ve değerlendirmesini yapabilir; arşivlerden, elektronik
bilgi işlem merkezlerinden ve iletişim altyapısından yararlanabilir, bunlarla
irtibat kurabilir ve bu kapsamda diğer gerekli önlemleri alabilir veya
aldırabilir. Kurum, bu fıkrada belirtilen görevlerin ifasında bakanlıklar,
kurum ve kuruluşlar ile işbirliği içerisinde çalışır. Bu kapsamda Kurum
tarafından istenen her türlü bilgi ve belge talebi; ilgili bakanlık, kurum ve
kuruluşlar tarafından gecikmeksizin yerine getirilir. Bu fıkraya göre bilgi ve
belge talebinde bulunulması ve bu taleplerin yerine getirilmesine ilişkin usul
ve esaslar ile diğer hususlar Başbakanlıkça belirlenir.” şeklindedir.
37. Dava konusu fıkradan sonraki fıkrada da “Gerçek
kişiler ile özel hukuk tüzel kişileri, Kurumun bu maddedeki görevleri ile
ilgili taleplerini, tabi oldukları mevzuat hükümlerini gerekçe göstermek
suretiyle yerine getirmekten kaçınamazlar” denmek suretiyle Kurumun
anılan maddedeki görevleriyle ilgili taleplerin yerine getirilmesinin zorunlu
olduğu hüküm altına alınmıştır.
38. Kuralların anlam ve kapsamının belirlenmesinde yukarıda
belirtilen kuralların bir bütün olarak gözönünde bulundurulması gerekmektedir.
Bu itibarla anılan maddede Kuruma siber güvenliği sağlama görevi verildikten
sonra söz konusu hükmü izleyen fıkrada Kurumun “…görevi kapsamında…” ilgili
yerlerden bilgi, belge, veri ve kayıtları alabilmesinin, değerlendirmesini
yapabilmesinin, arşivlerden, elektronik bilgi işlem merkezlerinden ve iletişim
altyapısından yararlanabilmesinin, bunlarla irtibat kurabilmesinin ve bu
kapsamda diğer gerekli önlemleri alabilmesinin veya aldırabilmesinin öngörülmüş
olması karşısında Kuruma tanınan bu yetki ve imkânların Kurumun siber
güvenliğin sağlanması göreviyle sınırlı olduğu anlaşılmaktadır.
39. Öte yandan aynı maddenin dava konusu kuralların bulunduğu
fıkrasını izleyen fıkrasında da Kurumun anılan maddedeki görevleriyle ilgili
taleplerinin yerine getirilmesinin zorunlu olduğu hükme bağlanırken “…bu
maddedeki görevleri ile ilgili…” ibaresine yer verilmek suretiyle
siber güvenliğin sağlanması görevinin verildiği hükme atıfta bulunulmuş olması
da dava konusu kuralların yukarıda belirtilen anlam ve kapsamını teyid
etmektedir.
40. Kanun’un 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ı) bendine
göre Kurumun elektronik haberleşmeyle ilgili olarak her türlü bilgiyi ilgili
yerlerden toplama yetkisine sahip olduğunun ayrıca hükme bağlandığı da (§ 37)
gözetildiğinde kurallar uyarınca öngörülen yetki ve imkânların siber güvenliğin
sağlanması görevi kapsamında tanındığı netlik kazanmaktadır.
3. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
41. Bir kuralın Anayasa’nın olağanüstü dönem için öngördüğü
denetim rejimine tabi olabilmesi için kuralın olağanüstü hâlin gerekli kıldığı
durumla ilgili olması gerekmektedir. Buna göre kural, olağanüstü hâlin ilanına
sebep olan tehdit veya tehlikelerin bertaraf edilmesine yönelik olmalı, bunun
yanı sıra olağanüstü hâl süresiyle sınırlı olarak uygulanmalıdır.
42. Dava konusu kuralların olağanüstü hâlin ilanına neden olan
tehdit veya tehlikelerin bertaraf edilmesine yönelik olduğu anlaşılmakla
birlikte olağanüstü hâl süresiyle sınırlı olarak uygulanma özelliğini aşan bir
niteliğe sahip oldukları anlaşılmaktadır. Nitekim kurallar olağan dönemde
geçerli olan bir kanunda değişiklik yaptığından sürekli bir etkiye sahiptir. Bu
durum kurallara olağanüstü hâlin dışına taşan genel düzenleme niteliği
vermektedir. Bu nedenle kuralların anayasallık denetiminde Anayasa’nın
olağanüstü hâllerde temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması rejimini
düzenleyen 15. maddesi uygulama alanı bulamaz. Kurallara ilişkin incelemenin,
sınırlamaya konu hakkın düzenlendiği Anayasa maddesi başta olmak üzere
Anayasa’nın ilgili hükümleri ve elbette olağan dönemde hak ve özgürlükleri
sınırlama ve güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olan Anayasa’nın 13.
maddesi bağlamında yapılması gerekir.
43. Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti eylem ve
işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren,
hukuki güvenliği sağlayan, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan
kaçınan, hukuk kurallarıyla kendini bağlı sayan ve yargı denetimine açık
olan devlettir.
44. Hukuk devletinin temel ilkelerinden biri de belirliliktir.
Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi
bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve
uygulanabilir olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı
koruyucu önlem içermesi gereklidir. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle
bağlantılı olup, bu ilke gereği birey hangi somut eylem ve olguya hangi
hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların hangi müdahale
yetkisini doğurduğunu bilmelidir. Birey ancak bu durumda kendisine düşen
yükümlülükleri öngörebilir ve davranışlarını belirler. Hukuk güvenliği,
normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete
güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu
zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.
45. Anayasa’nın 20. maddesinin birinci fıkrasında “Herkes,
özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir.
Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz” denilerek özel
hayatın gizliliği hakkı güvence altına alınmıştır.
46. Aynı maddenin ikinci fıkrasında ise özel hayatın gizliliğine
çeşitli sebeplere bağlı kalınarak sınırlamalar getirilebileceği belirtilerek bu
hakkın mutlak olmadığı kabul edilmiştir. Maddede bu sınırlama sebepleri
arasında millî güvenliğin ve kamu düzeninin korunması ile suç işlenmesinin
önlenmesi sebepleri de sayılmış, böylece bunlara dayalı olarak anılan hakkın
sınırlandırılabilmesine imkân tanınmıştır. Ancak 20. maddenin ikinci fıkrasında
söz konusu sınırlandırmanın arama tedbirine özgü olarak
yapılabileceği belirtildiğinden, bu sebepler 20. madde bağlamında dava konusu
kural yönünden meşru bir sınırlandırma nedeni olarak kabul edilmeyebilir.
Bununla birlikte, özel hayatın düzenlendiği maddede dava konusu kuralda
belirtilen bilgi toplama yetkisi yönünden özel sınırlama sebeplerine yer
verilmediğinin kabulü halinde dahi bu hakkın Anayasa’da
güvence altına alınan diğer temel hak ve özgürlüklerin korunması veya Anayasa’nın
diğer maddelerinde devlete bir görev olarak yüklenen millî güvenliğin, kamu
düzeninin ve kamu güvenliğinin korunması gibi nedenlerle sınırlandırılması
mümkündür.
47. Anılan maddenin üçüncü fıkrasında da herkesin kendisiyle
ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahip olduğu, bu hakkın
kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere
erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları
doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsadığı ifade
edilmiştir. Fıkrada ayrıca kişisel verilerin ancak kanunda öngörülen hâllerde
veya kişinin açık rızasıyla işlenebileceği ve kişisel verilerin korunmasına
ilişkin esas ve usullerin kanunla düzenleneceği belirtilmiştir.
48. Özel hayatın gizliliği ve kişisel verilerin korunması hakkı,
temel hak ve özgürlükler arasında önemli bir yer tutar. Özel hayatın
gizliliğinin korunması, bu hayatın başkalarının gözleri önüne serilmemesi
demektir. Kişinin özel hayatının, yalnız kendisi veya kendisinin bilmesini
istediği kimseler tarafından bilinmesini isteme hakkı, kişinin temel
haklarından biridir ve bu niteliği nedeniyle insan haklarına ilişkin beyanname
ve sözleşmelerde de yer almış; demokratik ülkelerin mevzuatında açıkça belirlenen
istisnalar dışında devlete, topluma ve diğer kişilere karşı korunmuştur.
Kişisel verilerin korunması hakkı ise özel hayatın gizliliği hakkının özel bir
biçimi olarak bireyin hak ve özgürlüklerini kişisel verilerin işlenmesi
sırasında korumayı amaçlamaktadır.
49. Öte yandan kişisel verilerin korunması hakkı sınırsız olmayıp
bu hakkın Anayasa’da güvence altına alınan
diğer temel hak ve özgürlüklerin korunması veya Anayasa’nın devlete bir görev
olarak yüklediği millî güvenliğin, kamu düzeninin ve kamu güvenliğinin
korunması gibi nedenlerle sınırlandırılması mümkündür.
50. Ancak bu sınırlama yapılırken temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması rejimini belirleyen Anayasa’nın 13. maddesine de uyulması
gerekmektedir. Anayasa’nın 13. maddesinde “Temel hak ve hürriyetler,
özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen
sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar,
Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin
gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz” denilmektedir. Anayasa’nın
anılan maddesi uyarınca özel hayatın gizliliği ve kişisel verilerin korunması
hakları, yalnızca kanunla ve demokratik bir toplumda gerekli olduğu ölçüde
sınırlanabilir. Ayrıca getirilen bu sınırlamalar hakkın özüne dokunamayacağı
gibi Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve
ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.
51. Dokunulamayacak öz, her temel hak ve özgürlük
açısından farklılık göstermekle birlikte kanunla getirilen sınırlamanın hakkın
özüne dokunmadığının kabulü için temel hakların kullanılmasını ciddi surette
güçleştirip amacına ulaşmasına engel olmaması ve etkisini ortadan kaldırıcı bir
nitelik taşımaması gerekir.
52. Anayasa’nın 13. maddesinde ifade edilen ölçülülük
ilkesi, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin başvurularda
dikkate alınması gereken bir diğer ilkedir. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak
üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen
sınırlamanın ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak
istenen amaç bakımından sınırlamanın zorunlu olmasını diğer bir ifadeyle aynı
amaca daha hafif bir sınırlama ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise
hakka getirilen sınırlama ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir
dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir.
53. Buna göre kişisel verilerin korunması hakkının
sınırlanması için seçilen aracın, öngörülen amaca ulaşılabilmesi
bakımından elverişli olması gerekir. Ayrıca seçilen araç bu hakkı en az
zedeleyici nitelikte bulunmalıdır. Bununla birlikte hakkı daha az zedeleyen
aracın tercih edilmesi gerektiğinin söylenebilmesi için söz konusu araç aynı
amacı gerçekleştirmeye elverişli olmalıdır. Daha hafif sınırlama teşkil eden
aracın tercih edilmesi hâlinde öngörülen amaç gerçekleşmeyecek ise daha ağır
sınırlama oluşturan aracın seçimi hususundaki tercih, Anayasa’ya aykırı olmaz.
Bunun dışında hangi sınırlama aracının tercih edileceği hususunda kanun koyucunun
takdir yetkisi bulunmaktadır.
54. Kişisel verilerin korunması hakkına yönelik
sınırlandırmalar orantılı da olmalıdır. Orantılılık, amaç ile araç arasında
adil bir denge kurulmasını gerektirmektedir. Buna göre kişisel verilerin
korunması hakkına getirilen sınırlamayla ulaşılmak istenen meşru amaç ve
aleyhine anılan hakkı sınırlanan kişinin bu hakkın korunmasındaki bireysel
yararı arasında makul bir orantı kurulmalıdır. Hedeflenen amaca ulaşıldığında
elde edilecek kamusal yararla kıyaslandığında, sınırlama ile kişiye yüklenen
külfetin aşırı ve orantısız olmaması gerekir. Kişiye yüklenen külfetin aşırı
olup olmadığının tespitinde kişinin hak ve menfaatleri üzerinde oluşturduğu
tesir ve sınırlamanın gerekçesini oluşturan meşru amacın niteliği göz önünde
bulundurulmalıdır.
55. Dava konusu kurallar, Kuruma, görevi kapsamında ilgili
yerlerden bilgi, belge, veri ve kayıtları alabilme ve bunların
değerlendirmesini yapabilme; arşivlerden, elektronik bilgi işlem merkezlerinden
ve iletişim altyapısından yararlanabilme, bunlarla irtibat kurabilme ve bu
kapsamda diğer gerekli önlemleri alabilme veya aldırabilme konularında yetki
tanımakta ve bu kapsamda Kurum tarafından istenen her türlü bilgi ve belge
talebinin ilgili bakanlık, kurum ve kuruluşlar tarafından gecikmeksizin yerine
getirilmesini öngörmektedir. Kurumun yetki ve talebine konu bilgiler genel
anlamda belirli veya kimliği belirlenebilir olmak şartıyla, bir kişiye ilişkin
bütün bilgileri ifade eden kişisel veri kavramı kapsamındadır.
56. Bu itibarla kural yukarıda belirtilen kişisel veri niteliğinde
olan bilgilerin, Kurum tarafından görevi kapsamında temin edilmesine imkân
sağlamaktadır. Kurumun görevleri Kanun’un 6. maddesinde belirtilmiştir. Bununla
birlikte Kanun’un 60. maddesinin (11), (12) ve (13) numaralı fıkraları
gözetildiğinde söz konusu bilgi temininin, Kurumun siber güvenliği sağlama
görevi kapsamında olanlarla sınırlı olduğu anlaşılmaktadır. Siber güvenliğin
sağlanması gittikçe artan bir önem taşımaktadır. Zira gelişen teknolojiyle
birlikte bilgilerin gizliliğini korumak zorlaşmakta, bu bilgilere ulaşılması
millî güvenlik tehditlerinden büyük ekonomik krizlere ve önemli kişisel
zararlara varana kadar birçok soruna neden olabilmektedir. Bu nedenle kanun
koyucunun bu alanı düzenlemesinin millî güvenliğin, kamu düzeninin ve kamu
güvenliğinin korunması yönünden bir zorunluluk olduğu söylenebilir. Kanun
koyucunun söz konusu düzenlemeleri gerçekleştirirken kimi kurum ve kuruluşları
yetkilendirmesi ise takdir yetkisi kapsamındadır. Kuşkusuz bu takdir yetkisinin
anayasal sınırlar içinde kullanılması gerekir.
57. Anayasa’nın 20. maddesinde, kişisel verilerin ancak kanunda
öngörülen hâllerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebileceği belirtilmiştir.
Dolayısıyla bu hakkı ilgilendiren yasal düzenlemelerin; çerçevesi çizilmiş,
açık, anlaşılabilir ve kişilerin söz konusu haklarını kullanabilmelerine
elverişli olması gerekir. Bunun yanı sıra bu düzenlemeler resmî makamların özel
hayatı ilgilendiren veri, bilgi ve belgelere yönelik keyfi müdahalelerine karşı
güvence sağlamalıdır. Aksi durumda kamu otoritesinin bireye ilişkin kişisel
nitelikteki verilere anayasal güvenceye aykırılık oluşturacak şekilde sınırsız
ve mutlak olarak müdahalesi mümkün hâle gelir. Bu bağlamda dava konusu
kurallar, Kanun’un 6. maddesi ve 60. maddesinin mezkûr fıkralarıyla birlikte
değerlendirildiğinde kişisel veri niteliğindeki bilgilerin temin edilmesindeki
amacın, kapsamın ve sınırların Kanun’da açıkça belirlendiği anlaşılmaktadır.
Dolayısıyla kuralların belirlilik ilkesiyle çeliştiği söylenemez.
58. Öte yandan kurallar kişisel verilerin korunması hakkına
yönelik bir sınırlama getirmektedir. Kurallarla Kuruma verilen bilgileri temin
edebilme yetkisinin, Kurumun kuruluş amacı ve faaliyet alanında yer alan siber
güvenliğin sağlanması amacıyla sınırlı olarak kullanılabileceği anlaşıldığından
kuralların kişisel verilerin korunması hakkının kullanılmasını ciddi surette
güçleştirip amacına ulaşmasını engellediği söylenemez. Dolayısıyla kural hakkın
özüne dokunmamaktadır. Bu nedenle değerlendirilmesi gereken husus söz konusu
sınırlamanın ölçülülük ilkesine uygun olup olmadığıdır.
59. Bilgi çağı olarak da adlandırılan çağımızda bilgi ve iletişim
teknolojisinde büyük ilerlemeler yaşanmakta ve bu gelişmeler toplumu
kuşatmaktadır. Bu ilerlemeye koşut olarak siber saldırı ve tehditlerin de
artarak devam ettiği görülmektedir. Bu durum siber güvenlik ihtiyacının ortaya
çıkmasına neden olmaktadır. Bireylerin güven içinde yaşamalarının sağlanmasında
devlete yüklenen ödevler arasında şüphesiz siber güvenliğin sağlanması da yer
almaktadır. Dolayısıyla siber güvenliğin sağlanmasının kamu güvenliğinin
korunmasına yönelik olduğu anlaşılmaktadır.
60. Hedeflenen amacın gerçekleştirilmesi için kurallarla Kuruma
ilgili yerlerden bilgi, belge, veri ve kayıtları alabilme ve değerlendirmesini
yapabilme, arşivlerden, elektronik bilgi işlem merkezlerinden ve iletişim
altyapısından yararlanabilme, bunlarla irtibat kurabilme ve bu kapsamda diğer
gerekli önlemleri alabilme ya da aldırabilme yetkisinin verilmesi ile Kurum
tarafından istenen her türlü bilgi ve belge talebinin ilgilisi tarafından
gecikmeksizin yerine getirilmesi hükme bağlanmıştır. Siber güvenliğin
sağlanması amacıyla getirilen sınırlamanın anılan amaca ulaşmak bakımından
gerekli ve elverişli olmadığı söylenemez. Kurumun bilgi temini yetkisinin siber
güvenliğin sağlanması göreviyle sınırlı olduğu ve kişisel bilgilerin
gizliliğini ve işletmecilerin ticari sırlarını korumakla yükümlü kılınması
dolayısıyla bu yetkisini keyfi olarak kullanmasını önleyecek güvencelerin de
sağlanmış olduğu dikkate alındığında kuralların getirdiği sınırlamanın
orantısız olduğu da söylenemez.
61. Açıklanan nedenlerle kurallar Anayasa’nın 2., 13. ve 20.
maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Zühtü ARSLAN, Engin YILDIRIM ve Hasan Tahsin GÖKCAN bu görüşe
katılmamışlardır.
Kuralın Anayasa’nın 90. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
D. Kanun’un 23. Maddesiyle 3201 Sayılı Kanun’un Ek 24.
Maddesine Eklenen Üçüncü Fıkranın Birinci Cümlesinde Yer Alan “…Kamu
Personel Seçme Sınavı şartı aranmaksızın,…” İbaresinin İncelenmesi
1. İptal Talebinin Gerekçesi
62. Dava dilekçesinde özetle; dava konusu kuralla özel harekât
birimine alınacaklar için Kamu Personel Seçme Sınavı (KPSS) şartının
aranmamasının öngörüldüğü, bu durumun hiçbir objektif liyakat ölçütünün
kullanılmaması sonucunu doğuracağı ve objektif ölçütleri dışlayan, siyasi,
şahsi ilişkilerin etkili olduğu keyfi tercih ve uygulamalara neden olabileceği
belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
63. 3201 sayılı Kanun’un ek 24. maddesinin üçüncü fıkrasının
birinci cümlesinde özel harekât birimlerinde istihdam edilmek üzere, yirmi
sekiz yaşından gün almamış olan, en az lise veya dengi okul mezunlarının
KPSS şartı aranmaksızın, fiziki yeterlilik ve mülakat sınavları ile
polis meslek eğitim merkezlerine alınabileceği belirtilmiş olup söz konusu
cümlede yer alan “…Kamu Personel Seçme Sınavı şartı aranmaksızın,…”
ibaresi dava konusu kuralı oluşturmaktadır.
64. Olağanüstü hâl kapsamında alınan tedbirler uyarınca çok sayıda
kamu görevlisi meslekten ihraç edilmiştir. Meslekten ihraç edilen kamu
görevlileri arasında güvenlik görevlileri de bulunmaktadır. Bu bağlamda söz
konusu kuralın olağanüstü hâlin ilanına neden olan tehdit veya tehlikelerin
bertaraf edilmesine yönelik olduğu söylenebilir. Ancak kural olağan dönemde
geçerli olan bir kanunda değişiklik yaptığından sürekli bir etkiye sahiptir. Bu
durum kurala olağanüstü hâlin dışına taşan genel düzenleme niteliği
vermektedir. Bu nedenle anayasal denetimin Anayasa’nın olağan hukuk düzeni
yönünden öngördüğü kurallar çerçevesinde yapılması gerekir.
65. Kanunların kamu yararının sağlanması amacına yönelik olması,
genel, objektif, adil kurallar içermesi ve hakkaniyet ölçütlerini gözetmesi
hukuk devleti olmanın gereğidir. Bu nedenle kanun koyucunun hukuki
düzenlemelerde kendisine tanınan takdir yetkisini anayasal sınırlar içinde
adalet, hakkaniyet ve kamu yararı ölçütlerini göz önünde tutarak kullanması
gerekir.
66. Anayasa’ya uygunluk denetiminde kanun koyucunun kamu yararı
anlayışının isabetli olup olmadığı değil, incelenen kuralın kamu yararı dışında
belli bireylerin ya da grupların çıkarları gözetilerek yasalaştırılmış olup
olmadığı incelenebilir.
67. Dava konusu kuralda öngörülen düzenleme, özel harekât
biriminde istihdam edilecek adayların tümü için geçerli, soyut ve genel hüküm
niteliğindedir. Bunun yanı sıra kanun koyucu kural ile terörle mücadelede
etkinliği artırmayı hedeflediğini kuralın gerekçesinde “…terörle
mücadelede etkinliği artırmak amacıyla, en az lise ve dengi okul
mezunu, yirmisekiz yaşından gün almamış ve askerlik hizmetini tamamlamış
isteklilerin fiziki yeterlilik ve mülakat sınavları ile polis meslek eğitimi
merkezlerine alınması düzenlenmektedir” demek suretiyle ortaya
koymuştur. Dolayısıyla kuralın kamu yararı amacı dışında bir amaçla getirildiği
söylenemez.
68. Belirli yaş ve eğitim koşulunu taşıyanlar, fiziki yeterlilik
ve mülakat sınavlarında başarılı olmaları hâlinde kural uyarınca KPSS şartı
aranmaksızın polis meslek eğitim merkezlerine alınabileceklerdir. Polis meslek
eğitim merkezlerine alınan kişiler, öğrenci statüsünde olup bunların kamu
görevlisi olarak kabul edilmeleri mümkün değildir. Bu kişilerin polis memuru
olarak atanmaları, polis meslek eğitim merkezindeki eğitimlerini başarıyla
tamamlamalarına bağlı olduğundan atandıkları tarih itibarıyla kamu görevlisi
statüsünü kazanmaları söz konusu olacaktır. Kural kapsamındaki kişilerin kamu
görevlisi olmadığı ve özel harekât biriminde görevli polislerce icra edilen
görevin özelliği dikkate alındığında, bu birimde görev yapacaklara ilişkin
olarak polis memurluğuna atanma öncesi dönem bakımından getirilen kuralla özel
harekât birimince yerine getirilen görevin gerektirdiği niteliklere uygun
öğrenci alınmasının amaçlandığı anlaşılmaktadır. Söz konusu görevin
niteliklerinin gözönünde bulundurulduğu anlaşılan kurala göre ancak belirli bir
eğitim koşulunu sağlayanların bu kapsamda başvuru yapabileceği, başvuran
kişilerin de bilgi ve liyakatlerinin kuralın öngördüğü fiziki yeterlilik ve
mülakat sınavlarıyla değerlendirilmesinin mümkün kılındığı gözetildiğinde
kuralın keyfi tercih ve uygulamalara yol açtığı söylenemez. Bu yönüyle daha
sonra özel harekât biriminde istihdam edilmek üzere öğrenci statüsü ile polis
meslek eğitim merkezine alınacak kişilerin belirlenmesinde KPSS koşulu
aranmamasında adalet ve hakkaniyet ölçütlerine aykırı düşen bir yön
bulunmamaktadır.
69. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 2. maddesine aykırı
değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Hasan Tahsin GÖKCAN, Serdar ÖZGÜLDÜR ve Recep KÖMÜRCÜ bu görüşe
katılmamışlardır.
E. Kanun’un 25. Maddesiyle 2576 Sayılı Kanun’a Eklenen
Geçici 21. Maddenin İncelenmesi
1. İptal Talebinin Gerekçesi
70. Dava dilekçesinde özetle; yargı erkinin hukuk devletinin
sağlanmasında en önemli fonksiyonu yerine getirdiği, getirilen düzenlemenin bölge
idare mahkemesi üyeliğine liyakate ve objektif kriterlere göre atama
yapılmasını öngören 2576 sayılı Kanun’daki kuralların terk edilmesine neden
olduğu, kuralda yer alan üstün başarı koşulunun kim tarafından
ve hangi kriterlere göre belirleneceğinin somut olmadığı, bu nedenle atamalarda
sübjektif bir değerlendirmenin öne çıkacağı, bu durumun ise mahkemelerin
bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı ilkelerini zedelediği, denetim muhakemesinin
hak arama hürriyetinin içinde yer aldığı, bu nedenle denetim muhakemesini
yapacak hâkimlerin kıdemsiz ve düşük bir liyakat derecesine sahip olmasının hak
arama hürriyetini işlevsiz kılacağı belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2., 36.,
138., 139. ve 140. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
71. Dava konusu kuralla 31/12/2020 tarihine kadar bölge idare
mahkemesi üyeliğine, hâkimlik ve savcılık mesleğinde fiilen en az altı yıl
görev yapmış ve üstün başarısı ile bölge idare mahkemesinde yararlı olacağı
anlaşılmış bulunan idarî yargı hâkim ve savcıları arasından atama yapılabilmesi
öngörülmektedir.
72. Olağanüstü hâl kapsamında alınan tedbirler uyarınca çok sayıda
adli yargı hâkimi ve Cumhuriyet savcısı ile idari yargı hâkim ve savcıları
meslekten ihraç edilmiştir. Bu bağlamda söz konusu kuralın olağanüstü hâlin
ilanına neden olan tehdit veya tehlikelerin bertaraf edilmesiyle ilişkili
olduğu söylenebilir. Zira anılan mesleklerden yapılan
ihraçların -hâkim ve Cumhuriyet savcısı sayıları
dikkate alındığında- üst mahkemelerde görev almak için aranan meslek kıdeminin
azaltılmasını gerekli kıldığını söylemek mümkündür. Ancak kural olağan dönemde
geçerli olan kanunda değişiklik yaptığından olağanüstü hâlin süresini aşar
niteliktedir. Bu nedenle anayasal denetimin Anayasa’nın olağan hukuk düzeni
yönünden öngördüğü kurallar çerçevesinde yapılması gerekir.
73. Anayasa’nın 36. maddesinin
birinci fıkrasında “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir” denilerek yargı organlarına davacı ve davalı
olarak başvurabilme hakkı ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve
adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır.
74. Hukuk devleti ilkesinin temel bileşenlerinden olan yargı
bağımsızlığı, insan hakları ve özgürlüklerinin başlıca ve en etkin
güvencesidir. Mahkemelerin bağımsızlığı, genellikle hâkimlerin bağımsızlığı
kavramı ile eş anlamlı olarak kullanılmakta ve biri diğerinin nedeni ve doğal
sonucu olarak anlaşılmaktadır.
75. Anayasa’nın 9. maddesinde yargı yetkisinin bağımsız
mahkemelerce kullanılacağı açıkça hükme bağlanmış; 138. maddesinde ise
mahkemelerin bağımsızlığından ne anlaşılması gerektiği açıklanmıştır. Buna göre
“Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında
mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye
ve telkinde bulunamaz.” Anılan maddeye göre bağımsızlık, mahkemenin bir
uyuşmazlığı çözümlerken hiçbir organ, makam, merci veya kişinin etkisi altında
olmamasını ifade etmektedir.
76. Hâkim ve savcıların atanmasına ve diğer özlük haklarına
ilişkin görevlerin bağımsız bir organa verilmesi yargı bağımsızlığının ön
koşuludur. Anayasa’nın 159. maddesinin sekizinci fıkrasında hâkim ve savcıların
atanma ve yer değiştirmesinde yetkili merciin Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK)
olduğu belirtilerek bu konuda HSK’ya anayasal bir yetki tanınmıştır. Böylece
derece mahkemeleri ile yüksek mahkemelerde görev yapan hâkim ve savcılar
arasında bir ayrım gözetilmeksizin tüm hâkim ve savcıların atanması ve yer
değiştirmesinde münhasıran HSK yetkili kılınmıştır. Dolayısıyla 2576 sayılı
Kanun’da aranan şartlara sahip olan hâkim ve savcıları bölge idare mahkemesi
üyeliğine atama yetkisi HSK’ya ait olduğu gibi bu görevden başka bir göreve
atama yetkisi de yine HSK’ya aittir.
77. Diğer taraftan Anayasa’nın 139. maddesinde hâkimlik ve
savcılık teminatına ilişkin hükümlere yer verilmiş, 140. maddesinde ise hâkim
ve savcıların atanma ve yer değiştirmelerinde uygulanacak usul ve esasların
mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla
düzenleneceği hüküm altına alınmıştır. Bu kapsamda, idarî yargıda görev yapan
hâkim ve savcıların bölge idare mahkemelerine veya bu görevden başka bir göreve
atanmalarında HSK yetkili olup bunun usul ve esaslarını belirleme yetkisi kanun
koyucuya aittir.
78. Kural, belirli bir tarihe kadar bölge idare mahkemesi
üyeliğine atanacak olan hâkim ve savcıların belirlenmesinde HSK’ya bir takdir
yetkisi tanımaktadır. Hâkim ve savcıların hangi koşullar altında birinci sınıfa
ayrılacağı ya da sınıf ve kıdemlerinin nasıl belirleneceği 24/2/1983 tarihli ve
2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nda belirlenmiştir. 2576 sayılı
Kanun’un 3/E maddesinin birinci fıkrasına göre bölge idare mahkemesi üyeleri,
en az birinci sınıfa ayrılmış olup birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren
nitelikleri yitirmemiş idari yargı hâkim ve savcıları arasından HSK’ca atanır.
Kural, birinci sınıfa ayrılmış hâkim veya savcı olma koşulunu sağlayan idarî
yargı hâkim ve savcılarının yanı sıra 31/12/2020 tarihine kadar hâkimlik ve
savcılık mesleğinde fiilen en az altı yıl görev yapmış ve üstün başarısı ile
bölge idare mahkemesinde yararlı olacağı anlaşılmış bulunan idarî yargı hâkim
ve savcılarının da bölge idare mahkemesi üyeliklerine atanabilmelerine imkân
sağlamaktadır. Bu itibarla kural, bölge idare mahkemesi üyeliklerine atama veya
bu görevden alma konusunda HSK’nın münhasır yetkisi bakımından herhangi bir
değişiklik getirmemektedir.
79. Adil yargılanma hakkı, öncelikle hâkimlerin mahkemelerin
bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre görev ifa edebilmeleri için
gerekli güvencelerin oluşturulmasını zorunlu kılar. Belirli bir süre için bölge
idare mahkemesi üyeliğine atanabilecek idari yargı hâkim ve savcıların
kapsamını genişletmekten ibaret olan kuralın, mahkemelerin bağımsızlığı ve
hâkimlik teminatını sağlayan güvencelerde herhangi bir etkisinin bulunmaması
karşısında anılan güvencelere ve adil yargılanma hakkına aykırı olduğu
söylenemez.
80. Öte yandan kuralda yer alan “…üstün başarısı…” ibaresinin
soyut ve genel bir kavram olması kuralı belirsiz kılmamakta, bu durum kanun
yapma tekniğinin doğasından kaynaklanmaktadır. Zira kanun hükümlerinin genel ve
soyut olması, somut olayın özelliğine göre değişebilecek tüm çözümleri kuralın
bünyesinde barındırma, bir başka ifadeyle kuralın amaca uygun sonuca
ulaştıracak herhangi bir çözümü dışlamasını önleme ihtiyacından
kaynaklanmaktadır. Hukuk kurallarının
belirliliğinin sağlanması yalnızca kanunla düzenleme yapılması anlamına
gelmemektedir. Kanuni düzenlemeye dayanarak erişilebilir, bilinebilir ve
öngörülebilir olma gibi niteliklere ilişkin gereklilikleri karşılaması şartıyla
mahkeme içtihatları ve yürütmenin düzenleyici işlemleri ile de hukuki
belirlilik sağlanabilir. Hukuki belirlilik ilkesinde asıl olan, bir hukuk
normunun uygulanmasıyla ortaya çıkacak sonuçların o hukuk düzeninde
öngörülebilir olmasıdır.
81. Bu bağlamda söz konusu ölçütün içeriği HSK tarafından
belirlenmektedir. HSK diğer görevlerinin yanında adlî ve idarî yargı hâkim ve
savcılarının yükselme ve birinci sınıfa ayırma işlemlerini yapan anayasal
kuruldur. HSK’nın anılan işlemleri gerçekleştirirken gözönünde bulunduracağı
kıstaslar 2802 sayılı Kanun’da düzenlenmiştir. Belirtilen nitelikleri itibarıyla kuralın belirsiz ve öngörülemez
olduğundan söz edilemeyeceğinden kuralda belirlilik ilkesine aykırılık
bulunmamaktadır.
82. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 2., 36., 138. 139. ve
140. maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
IV. YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI TALEBİ
83. Dava dilekçesinde özetle, dava konusu kuralların
uygulanmasının sonradan giderilmesi imkânsız durumların ortaya çıkmasına neden
olacağı ve zararlar doğuracağı belirtilerek kuralların yürürlüklerinin
durdurulmasına karar verilmesi talep edilmiştir.
9/11/2016 tarihli ve 6757 sayılı Kanun’un;
A. 1. 22. maddesiyle 5/11/2008 tarihli ve
5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu’nun 60. maddesine eklenen (11)
numaralı fıkranın (28/11/2017 tarihli ve 7061 sayılı Kanun’un 99. maddesiyle
aynı maddeye eklenen (9) numaralı fıkra nedeniyle (12) numaralı fıkra şeklinde
teselsül ettirilmiştir) birinci ve üçüncü cümlelerine,
2. 23. maddesiyle 4/6/1937 tarihli ve 3201 sayılı
Emniyet Teşkilât Kanunu’nun ek 24. maddesine eklenen üçüncü fıkranın
birinci cümlesinde yer alan “…Kamu Personel Seçme Sınavı şartı
aranmaksızın,…” ibaresine,
3. 25. maddesiyle 6/1/1982 tarihli ve 2576 sayılı
Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve
Görevleri Hakkında Kanun’a eklenen geçici 21. maddeye,
yönelik iptal talepleri 24/7/2019 tarihli ve E.2017/16,
K.2019/64 sayılı kararla reddedildiğinden, bu maddeye, cümlelere ve ibareye
ilişkin yürürlüğün durdurulması taleplerinin REDDİNE,
B. 7. maddesiyle 31/7/1970 tarihli ve 1324
sayılı Genelkurmay Başkanının Görev ve Yetkilerine Ait Kanun’un 8. maddesinin değiştirilen
birinci fıkrası hakkında 24/7/2019 tarihli ve E.2017/16, K.2019/64 sayılı
kararla karar verilmesine yer olmadığına karar verildiğinden, bu fıkraya
ilişkin yürürlüğün durdurulması talebi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER
OLMADIĞINA,
24/7/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
V. HÜKÜM
9/11/2016 tarihli ve 6757 sayılı Kanun’un;
A. 7. maddesiyle 31/7/1970 tarihli ve 1324 sayılı
Genelkurmay Başkanının Görev ve Yetkilerine Ait Kanun’un 8. maddesinin
değiştirilen birinci fıkrasına ilişkin iptal talebi hakkında KARAR VERİLMESİNE
YER OLMADIĞINA OYBİRLİĞİYLE,
B. 22. maddesiyle 5/11/2008 tarihli ve 5809 sayılı
Elektronik Haberleşme Kanunu’nun 60. maddesine eklenen (11) numaralı
fıkranın (28/11/2017 tarihli ve 7061 sayılı Kanun’un 99. maddesiyle aynı
maddeye eklenen (9) numaralı fıkra nedeniyle (12) numaralı fıkra şeklinde
teselsül ettirilmiştir) birinci ve üçüncü cümlelerinin Anayasa’ya aykırı
olmadıklarına ve iptal taleplerinin REDDİNE, Zühtü ARSLAN, Engin YILDIRIM ile
Hasan Tahsin GÖKCAN’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. 23. maddesiyle 4/6/1937 tarihli ve 3201 sayılı
Emniyet Teşkilât Kanunu’nun ek 24. maddesine eklenen üçüncü fıkranın
birinci cümlesinde yer alan “…Kamu Personel Seçme Sınavı şartı
aranmaksızın,…” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve
iptal talebinin REDDİNE, Hasan Tahsin GÖKCAN, Serdar ÖZGÜLDÜR ile Recep
KÖMÜRCÜ’nün karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
Ç. 25. maddesiyle 6/1/1982 tarihli ve 2576 sayılı
Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve
Görevleri Hakkında Kanun’a eklenen geçici 21. maddenin Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
24/7/2019 tarihinde karar verildi.
Başkan
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
Engin YILDIRIM
|
Başkanvekili
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Recep KÖMÜRCÜ
|
Üye
Hicabi DURSUN
|
Üye
Celal Mümtaz
AKINCI
|
Üye
Muammer TOPAL
|
Üye
M. Emin KUZ
|
Üye
Kadir ÖZKAYA
|
Üye
Rıdvan GÜLEÇ
|
Üye
Recai AKYEL
|
Üye
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Üye
Yıldız
SEFERİNOĞLU
|
KARŞIOY
GEREKÇESİ
1. 9/11/2016 tarihli ve 6757 sayılı Kanun’un 22. maddesiyle 5809
sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu’nun 60. maddesine eklenen (11) numaralı
(sonraki değişikliklerin ardından 12 numaralı) fıkranın iptali istenen birinci
ve üçüncü cümlelerinin Anayasa’ya aykırılık iddiası Mahkememiz çoğunluğu
tarafından reddedilmiştir.
2. İptali istenen kurallar şu şekildedir: “Kurum, görevi
kapsamında ilgili yerlerden bilgi, belge, veri ve kayıtları alabilir ve
değerlendirmesini yapabilir; arşivlerden, elektronik Bilgi işlem merkezlerinden
ve iletişim altyapısından yararlanabilir, bunlarla irtibat kurabilir ve bu
kapsamda diğer gerekli önlemleri alabilir veya aldırabilir… Bu kapsamda Kurum
tarafından istenen her türlü bilgi ve belge talebi; ilgili bakanlık, kurum ve
kuruluşlar tarafından gecikmeksizin yerine getirilir.” Kurallar, bir yandan
Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumuna (Kurum) görevi kapsamında her türlü
bilgi, belge, veri ve kayıtları ilgili yerlerden alabilme ve bunları
değerlendirme, arşivlerden, elektronik bilgi işlem merkezlerinden ve iletişim
altyapısından yararlanma yetkisi vermekte, diğer yandan da ilgili bakanlık,
kurum ve kuruluşlara da Kurum tarafından yapılan her türlü bilgi ve belge
talebini gecikmeksizin yerine getirme yükümlülüğü getirmektedir.
3. Anayasa’nın 20. maddesi özel hayatın gizliliği ve kişisel
verilerin korunması hakkını güvenceye almaktadır. Anayasa koyucu “Özel
hayatın … gizliliğine dokunulamaz” şeklinde kesin bir dille özel hayatın
mahremiyetinin önemine işaret etmiştir. Bu gizliliğin özel bir yansıması
kişisel verilerin korunmasında karşımıza çakmaktadır. Anayasa’nın 20. maddesine
2010 yılında eklenen fıkrayla kişisel verilerin korunması hakkı açıkça
güvenceye kavuşturulmuştur. Kişinin kendisiyle ilgili kişisel verilerin
korunmasını isteme hakkı, “kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu
verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve
amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar”.
4. Kimliği belirli veya belirlenebilir kişiye ilişkin her türlü
bilgiyi ifade eden kişisel veri, kişinin mahremiyetinin en önemli yönlerinden
birini, dolayısıyla maddi ve manevi varlığını geliştirme hakkının da ayrılmaz
unsurunu oluşturmaktadır. Kişisel verilerin korunması hakkı, Anayasa Mahkemesi
kararlarında ifade edildiği üzere, insanın “onurunun korunmasının ve
kişiliğini serbestçe geliştirebilmesi hakkının özel bir biçimi olarak, bireyin
hak ve özgürlüklerini kişisel verilerin işlenmesi sırasında korumayı
amaçlamaktadır” (AYM, E. 2014/87, K. 2015/112, 8/12/2015, § 164).
5. Bununla birlikte kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı
sınırsız değildir. Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen güvencelere aykırı
olmamak kaydıyla söz konusu hak sınırlandırılabilir. Bu güvencelerin başında
“kanunla sınırlama” ölçütü gelmektedir. Buna göre, diğer temel hak ve
hürriyetler gibi, kişisel verilerin korunması hakkının da sınırlandırılabilmesi
kanunla mümkündür. Dahası bu hakkın yer aldığı Anayasa’nın 20. maddesinde
“kanunla sınırlama” şartı, “Kişisel veriler ancak kanunda öngörülen hallerde
veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir” şeklinde özel olarak
düzenlenmiştir.
6. Bu noktada belirtmek gerekir ki, Anayasa’nın 13. ve 20.
maddeleri kapsamında kişisel verilerin korunması hakkını sınırlamaya yönelik
bir kanuni düzenlemenin bulunması yeterli değildir. Anayasa Mahkemesinin sıkça
vurguladığı gibi temel hakları sınırlayan kanunun şeklen var olması yeterli
olmayıp, yasal kuralların keyfiliğe izin vermeyecek şekilde belirli,
ulaşılabilir ve öngörülebilir düzenlemeler niteliğinde olması gerekir
(bkz. Tuğba Arslan [GK], B.No: 2014/256, 25/06/2014, § 89).
7. Esasen temel hakları sınırlayan kanunun bu niteliklere sahip
olması, Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye alınan hukuk devleti ilkesinin de
bir gereğidir. Hukuk devletinde, kanuni düzenlemelerin “hem kişiler hem de
idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık,
net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin
keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir” (AYM,
E.2015/41, K.2017/98, 4/5/2017, § 153). Kanunda bulunması gereken bu nitelikler
hukuki güvenliğin sağlanması bakımından da zorunludur. Zira bu ilke “hukuk
normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde
devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven
duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar” (AYM,
E.2015/41, K.2017/98, 4/5/2017, § 154). Dolayısıyla Anayasa’nın 13. ve 20.
maddelerinde sınırlama ölçütü olarak belirtilen kanunilik, Anayasa’nın 2.
maddesinde güvenceye alınan hukuk devleti ilkesi ışığında yorumlanmalıdır.
8. Kişilerin özel hayatlarının kamu otoriteleri başta olmak üzere
başkalarının keyfi müdahalelerine karşı korunabilmesi için kanuni
düzenlemelerin açık, anlaşılabilir ve kişilerin davranışlarını
yönlendirebilmesini sağlayacak nitelikte olması gerekir. Bu bağlamda kişisel
verilerin korunması hakkını sınırlayan kanuni düzenlemelerin, hangi kapsamda ve
amaçla kişisel verilerin isteneceği ve işleneceği, talep edilen verilerin
mahiyeti, bu verilerin ne kadar süreyle saklanacağı, bu sürenin sonunda nasıl
imha edileceği, verilerin amacına uygun kullanımının denetimi ve kişilerin
kişisel verilerin işlendiğinden haberdar edilmesi gibi hususlar bakımından
belirli ve öngörülebilir olması gerekmektedir.
9. Mahkememiz yakın tarihte bireysel başvuru kapsamında verdiği
bir kararında güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının dayanağı olan 4045
sayılı Kanun’un Anayasa’nın 13. ve 20. maddelerinin gerektirdiği “kanunilik”
şartını sağlayıp sağlamadığını denetlemiştir. Anayasa Mahkemesi, söz konusu
Kanun’un “güvenlik soruşturmasına ve arşiv araştırmasına konu edilecek bilgi
ve belgelerin neler olduğu, bu bilgilerin nerelerden elde edileceği ve ne
suretle ve ne kadar süre ile saklanacağı, kişilerin söz konusu bilgilere itiraz
etme olanağı olup olmadığı, bilgilerin bir müddet sonra silinmesinin mümkün
olup olmadığı veya silinmesine dair izlenecek usulün ne olduğu, gizlilik
dereceli kamu personeli ile meslek gruplarının tespiti, güvenlik
soruşturmasının ve arşiv araştırmasının usul ve esasları ile bunu yapacak
mercilerin kimler olduğu ile ilgili hiçbir düzenleme içermediği”, bireyleri
keyfiliğe karşı koruyacak hükümlere yer vermediği, bu anlamda “bireylerin
özel hayatına saygı hakkının güvencelerini sağlayacak hükümlerden yoksun olduğu”
sonucuna ulaşmıştır (Fatih Saraman, [GK], B.No: 2014/7256, 27/2/2019, §
83).
10. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesi norm denetimi kapsamında,
iptali istenen kurala benzer iki kuralı anılan kriterler yönünden incelemiş ve
Anayasa’ya aykırı bularak iptal etmiştir. Bu kararların ilkinde internet trafik
bilgisinin Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) tarafından ilgili
işletmecilerden alınmasını ve hâkim tarafından karar verilmesi durumunda bu
bilginin ilgili mercilere verilmesini öngören kuralda “temin edilecek
bilgiyle ilgili olarak herhangi bir konu ve amaç sınırlaması bulunmadığı gibi
bilginin kapsamı, ne şekilde kullanılacağı, tutulacağı süre, temin edilme
gerekçesi gibi hususlarla ilgili olarak da herhangi bir belirlilik bulunmamakta”
olduğu tespiti yapılmıştır (AYM, E.2014/149, K.2014/151, 2.10.2014).
11. İkinci kararda ise içerik, yer ve erişim sağlayıcıları, TİB
tarafından talep edilen bilgileri talep edildiği şekilde TİB’e teslim etmekle
ve bu kurum tarafından bildirilen tedbirleri almakla yükümlü kılan kanuni
düzenlemeler, kişisel verilerin korunması hakkının gerektirdiği güvencelerden
yoksun olduğu için iptal edilmiştir. Anayasa Mahkemesine göre iptali istenen
kurallarda, talep edilen bilgilerin verilmesinden ilgili kişilerin haberdar
olmalarına ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemekte, “TİB’in hangi
koşullarda ve hangi gerekçelerle istediği bilgilerin içerik, yer ve erişim
sağlayıcılar tarafından Başkanlığa teslim edileceğine ya da verilen bilgilerin
ne kadar süre ile TİB’de saklanacağına, talep edilen bilgilerin mahiyetine,
içerik, yer ve erişim sağlayıcılara bildirilecek tedbirlere ilişkin herhangi
bir belirlilik bulunmamakta”, belirli ve öngörülebilir olmayan
düzenlemelerden dolayı kişisel verilerin korunması hakkı ölçüsüzce
sınırlandırılmaktadır (AYM, E.2014/87, K.2015/112, 8/12/2015, §§ 168-170).
12. İptali istenen eldeki kuralların denetiminde Mahkememizin
önceki kararlarından ayrılmayı gerektiren bir husus bulunmamaktadır.
13. Belirtmek gerekir ki, çoğunluğun kuralların anlam ve kapsamını
belirlerken yaptığı değerlendirmeye katılmak mümkün değildir. Bu
değerlendirmeye göre birinci cümlede yer alan “görevi kapsamında”
ibaresi, Kurumun siber güvenlik kapsamındaki görevini ifade etmektedir. Halbuki
Kurum’un görev ve yetkileri siber güvenlikle sınırlı değildir. Siber güvenlik
Kurum’un Kanun’un 6. maddesinde sayılan yirmi sekiz görevinden biridir. Kuralda
yer alan “görevi kapsamında” ibaresi, Kurum’un siber güvenlik dâhil tüm
görevlerini kapsayacak şekilde anlaşılmaya müsaittir. Kurum’un kişisel verileri
isteme ve işleme yetkisinin belli bir görevle (siber güvenlik)
sınırlandırıldığı ne kuralın lafzından ne de maddenin sistematiğinden
anlaşılmaktadır. En iyi ihtimalle ibarenin belirlilikten uzak olduğu
söylenebilir. Kanun koyucunun Kurum’un hangi görevleri kapsamında ve hangi
amaçla kişisel verileri ilgili yerlerden isteme, işleme ve kullanma yetkisine
sahip olduğunu daha açık şekilde ifade etmesi gerekirdi.
14. Hiç kuşkusuz temel hak ve hürriyetlere yapılacak müdahale alanı
genişledikçe, muhtemel keyfi ve ölçüsüz uygulamalara karşı bireylere güvence
sağlayan kuralların daha açık ve belirli olması gerekir. Kurum’un görev
alanının oldukça geniş olduğu ve dolayısıyla da dava konusu kuralların geniş
bir alanda kişilerin temel haklarına müdahaleye izin verdiği dikkate
alındığında, kişisel verilerin korunması hakkını korumaya yönelik güvenceleri
karşılayan açıklıkta ve belirlilikte düzenlemeye ihtiyaç olduğu izahtan
varestedir.
15. Diğer yandan Kurum tarafından istenen ve işlenen kişisel
verilerin mahiyeti, bu verilerin denetimi, kişilerin durumdan haberdar edilmesi
gibi hususlar yönünden de güvencelere yer verilmiş değildir. Dolayısıyla hakkın
korunması için gerekli belirlilik, öngörülebilirlik ve güvencelerden yoksun
olan kuralların, kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına yönelik keyfi
müdahaleyi önleyecek kanuni güvencelere yer vermeksizin sınırlama getirdiği,
dolayısıyla Anayasa’nın 13. ve 20. maddelerine aykırı olduğu açıktır.
16. Yukarıda açıklanan gerekçelerle kuralların iptali gerektiğini
düşündüğümden çoğunluğun red yönündeki kararına katılmıyorum.
KARŞIOY
GEREKÇESİ
1. 6757 sayılı Kanun’un 22. maddesi ile 5809 sayılı Kanun’un 60. maddesine
eklenen (1l)1 numaralı fıkranın birinci cümlesi ile üçüncü
cümlesinin Anayasa’ya aykırılığı iddiasıyla iptal davası açılmıştır. Dava
konusu kurallar, “Kurum, görevi kapsamında ilgili yerlerden bilgi, belge, veri ve
kayıtları alabilir ve değerlendirmesini yapabilir; arşivlerden, elektronik
bilgi işlem merkezlerinden ve iletişim altyapısından yararlanabilir, bunlarla
irtibat kurabilir ve bu kapsamda diğer gerekli önlemleri alabilir veya
aldırabilir. Bu kapsamda Kurum tarafından istenen her türlü bilgi ve belge
talebi, ilgili bakanlık, kurum ve kuruluşlar tarafından gecikmesizin yerine
getirilir” düzenlenmesini içermektedir.
2. Bir kişiye ait her türlü bilgi ve veriler onun kişisel
verilerini oluşturmaktadır. Devlet, gerçek ve özel hukuk tüzel kişileri
bireylere ait bilgileri çeşitli gerekçelerle kaydetme, saklama, aktarma ve
kullanma gibi işlemlerde kullanabilir. Kişisel verilerle ilgili yasal
düzenlemelerde verilerin toplanması, kullanılması, ne kadar süre ile tutulacağı
ve imhası gibi hususların açık ve net olarak düzenlenmesi gerekmektedir. Bu
durumlarda kötüye kullanımları engellemek ve keyfî uygulamaların önüne geçmek
amacıyla belli güvenceler ortaya konulmalı ve bunların etkin bir şekilde
işlemesi sağlanmalıdır. Kişisel verilere dönük müdahalelerin demokratik toplum
düzeni gereklerine uygun ve ölçülü olması da anayasal bir zorunluluktur.
3. Çoğunluk, dava konusu kuralların anlam ve kapsamını belirlerken
(11) numaralı fıkrada belirtilen “Kurum, kamu
kurum ve kuruluşları ile gerçek ve tüzel kişilerin siber saldırılara karşı
korunması ve bu saldırılara karşı caydırıcılık sağlamak için her türlü tedbiri
alır veya aldırır” düzenlemesinden hareketle iptali istenen
kuralların “Kurumun görevi kapsamında ilgili yerlerden bilgi, veri ve
kayıtları alabilmesi ve bu konuda bazı imkânlar tanınması siber güvenlik görevi
ile ilgili ve sınırlı olduğu” düşüncesindedir (§ 42). Bu bağlamda,
5809 sayılı Kanunun 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ı) bendini de
dikkate alan çoğunluğa göre dava konusu ilk kuraldaki “görev ibaresi
siber güvenlik açısından yüklenen sorumluluğu ifade etmektedir” (§
43).
4. 5809 sayılı Kanunun Kurumun yetkilerini düzenleyen 6. maddesine
baktığımızda siber güvenliğin sağlanmasını kuruma verilen görevlerden sadece
bir tanesini oluşturduğunu görmekteyiz. Siber güvenliğin sağlanması kurumun
görev ve yetkileri arasında olmakla birlikte, kurumun temel görevi elektronik
haberleşme alanındaki kamu ve özel kesim faaliyetlerini düzenlemek, denetlemek
ve gerektiğinde yaptırım uygulamaktır. Bu nedenle dava konusu kurallarda geçen
görev ibaresinin siber güvenlik alanıyla ilgili ve sınırlı olduğu görüşüne
katılmak mümkün gözükmemektedir.
5. Çoğunluk görüşü iptali istenen kuralların siber güvenliğin
sağlanması üstün kamu yararı çerçevesinde demokratik toplum düzeni gereklerine
uygun ve ölçülü olduğu düşüncesini taşımaktadır.
6. Anayasa Mahkemesi dava konusu kurallarla benzer nitelik taşıyan
bir kararında (E.2014/149, K.2014/151, 2/10/2014) kişisel veri niteliğinde olan
ve ciddi suçların tespiti, soruşturulması ve kovuşturulmasında kullanılmak
üzere gerçek ve tüzel kişilere ilişkin trafik bilgisinin erişim veya yer
sağlayıcılardan, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) tarafından herhangi
bir gerekçe veya neden göstermeksizin temin edilmesine olanak sağlayan kuralın
Anayasa’nın 2., 13. ve 20. maddelerine aykırı olduğu sonucuna ulaşmıştır.
Mahkeme, trafik bilgisi adı altında temin edilecek olan bilgilerin birçok temel
hakla doğrudan ilgili olup bu bilgilerin TİB tarafından herhangi bir kurala ve
sınırlamaya tabi olmaksızın istenildiği zaman ve şekilde elde edilebilir
olmasını temel hak ve özgürlüklerin korunması bakımından sorunlu bulmuştur.
7. Anayasa’nın 20. maddesinin birinci fıkrasında “Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı
gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının
gizliliğine dokunulamaz” denilerek özel hayatın gizliliği güvence
altına alınmıştır. Maddenin üçüncü fıkrasında ise herkesin kendisiyle ilgili
kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahip olduğu, bu hakkın kişinin
kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme,
bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp
kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsadığı hükme bağlanarak kişisel verilerin
ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebileceği ve
kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usullerin kanunla düzenleneceği
belirtilmiştir.
8. Dava konusu kurallarla Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumuna
son derece geniş yetkiler tanınmakla beraber kişisel verilerin güvenliği ve
korunmasına ilişkin herhangi yeterli düzeyde bir düzenlemeye yer verilmemiştir.
Kurallarla özel hayatın gizliliği ve kişisel verilerin korunması haklarına bir
müdahalede bulunulmaktadır. Kurum, görevi kapsamında ilgili gördüğü yerlerden
kişisel verileri alma ve değerlendirme yetkisine sahiptir. Bu müdahale söz
konusu hakların kullanılmasını son derece zorlaştırmadığı veya onları
kullanılamaz hale getirmediğinden hakkın özüne dokunmamakla beraber,
müdahalenin demokratik toplum düzeninin gerekleri ile ölçülülük ilkesine uygun
olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
9. Anayasa’nın 13. maddesinde, temel hak ve özgürlüklerin özlerine
dokunulmaksızın ölçülülük ilkesine uygun şekilde, yasayla
sınırlandırılabileceği belirtilmektedir. Ölçülülük ilkesi sınırlamada
başvurulan aracın sınırlama amacını gerçekleştirmeye elverişli olmasını; bu aracın
sınırlama amacı açısından gerekli olmasını
ve araçla amacın ölçüsüz bir oran içinde
bulunmamasını ifade eder. Burada kısıtlama için kullanılan araçla amaç arasında
hak ve özgürlüğü en az sınırlayacak dengeli bir orantı aranmaktadır.
10. Elverişlilik ölçütüne göre bir yasal düzenlemenin sınırlama
amacı bakımından elverişli sayılması için bu düzenlemenin arzulanan amaca veya
amaçlara katkı yapması gerekmektedir. İncelediğimiz kurallar bu niteliği
taşımaktadır. Gereklilik ise bir temel hakkı en az sınırlayan aracın
seçilmesini gerektirmekle birlikte dava konusu kuralların, hakkı en az
sınırlayan bir araç olduğunu söylemek mümkün değildir. Çünkü söz konusu
kurallar, çok geniş bir çerçeveyi kapsayarak bireyin her türlü kişisel
verisinin toplanması, aktarılması, işlenmesini mümkün hale getirmektedir.
Kuralların özel hayatın gizliliği ve kişisel verilerin korunması hakları ile
kamu yararı amacıyla kurumu tanınan yetkiler arasında orantılı makul bir denge
kurmayarak, birincisini ikincisi lehine adeta gözden çıkarmaktadır. Dolayısıyla
kuruma tanınan yetkiler kişisel verilerin gizliliği, güvenliği ve korunması
açısından hakka yönelik ölçüsüz bir müdahaleye neden olmaktadır.
11. Özel hayatın gizliliği ve bu kapsamda kişisel verilerin
korunması konusu her şeyden önce insan onuruna saygı ve kişilik haklarına
dayanmaktadır. Bu hak, kişinin saygınlığını ve kişiliğini serbestçe
geliştirmesini mümkün kılan şeref ve haysiyet, özel yaşam ve sağlık gibi
kişisel değerler üzerindeki çıkarlarını belirterek, bireye kişiliğini dilediği
şekilde, serbestçe geliştirebileceği, kendisi ve sevdikleriyle bir arada
olabileceği özerk bir yaşam alanına sahip olma şansı vermektedir. Bu alanda
birey, maddi ve manevi kişiliğini geliştirmek ve başkaları tarafından
bilinmesini istemediği hususların güvence altına alınmasını istemek hakkına
sahiptir.
12. Kişisel verilerin toplanması ve işlenmesi sırasında bireyin bu
veriler üzerindeki hakkı, onun devlet veya üçüncü kişiler tarafından sıradan
bir veri nesnesine indirgenmesini önlemek amacını taşımaktadır. Kişisel
verilerin ilgili kişinin açık rızası olmadan toplanması, işlenmesi ve
aktarılması, kişinin basit bir veri nesnesi olarak değerlendirilmesine yol
açtığından insan haysiyetini zedelemektedir. Bireyin, ahlaki ve toplumsal kişiliğinin
gelişiminde ve diğer insanlarla olan ilişkilerini düzenlemede önemli bir kavram
olan mahremiyetin ihlali insan haysiyetinin ve kişiliğinin ihlali anlamına
gelmektedir.
13. Kişisel verilerin korunması kişinin maddi ve manevi varlığını
geliştirmesine imkân tanıyarak, bireyin hayatını kendi özgür iradesiyle
düzenlemesine katkı sağlamaktadır. Bireyin kişisel verileri üzerindeki hakkı
yeteri kadar korunmazsa, kişiliğini serbestçe geliştirmesi zora gireceğinden,
özgür iradeleriyle yaşamlarını biçimlendiren bireylerden oluşan demokratik bir
toplum düzeninin ortaya çıkması ve korunması da güçleşecektir.
14. Yukarıda açıklanan nedenlerle dava konusu kuralların
Anayasa’nın 13. ve 20. maddelerine aykırı olduğu gerekçesiyle karara
katılmıyorum.
Başkanvekili
Engin
YILDIRIM
|
KARŞIOY
GEREKÇESİ
5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanununun 60. maddesine 6757
sayılı Kanunun 22. maddesiyle eklenen (11) numaralı (ekin teselsülü ile 12
numaralı) fıkranın birinci ve üçüncü cümlelerinin iptal istemi Mahkememiz
çoğunluğu tarafından reddedilmiştir.
İptali istenen kurallar Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumuna
görevi kapsamına giren her türlü bilgi, belge, veri ve kayıtları ilgili
kurumlardan alabilme, bunları değerlendirme, arşiv ve elektronik bilgi işlem
merkezlerinden ve iletişim alt yapılarından yararlanma yetkisi vermektedir.
Anayasanın 20. maddesinde özel hayatın gizliliği ve kişisel
verilerin korunması hakkı güvenceye alınmış ve kişisel veriler hakkında
bilgilendirme, bu veriler erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini
talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanıp kullanılmadığını öğrenme hakkı
güvence altına alınmıştır. Kişisel veri kavramı kimliği belirli veya
belirlenebilir kişiye ait her türlü kişisel bilgiyi içermektedir. Kuşkusuz aynı
maddede belirtildiği üzere bu hak kanunla sınırlanabilir. Ancak sınırlayan
kanunun Anayasanın 20. maddesindeki güvenceleri içermesi, belirlilik ve
öngörülebilirlik unsurlarını taşıması ve sınırlamanın demokratik toplumda
gerekli ve ölçülü bulunması gerekir.
Anayasa Mahkemesi daha önce Telekomünikasyon İletişim Başkanlığına
kanunla verilen benzer yetkileri denetlediği kararında, iptali istenen kuralda
temin edilecek bilginin kapsamı, ne şekilde kullanılacağı ve tutulacağı süre ve
temin edilme gerekçesi gibi hususların gösterilmemesi nedeniyle kuralın belirli
bulunmadığına işaret etmiştir (AYM 2/10/2014, E.2014/149, K.2014/151). Bu
davada incelenen kuralda da hiçbir yasal sınır belirtilmeksizin Kurumun her
türlü bilgiyi temin edip değerlendirebileceği öngörülmüştür. Böylesine geniş ve
sınırları belirsiz bir düzenlemenin Anayasanın 20. maddesinde belirtilen
güvencelere aykırı bulunduğu açıktır.
Belirtilen nedenlerle incelenen kuralların Anayasanın 13. ve 20.
maddelerine aykırı olduğu düşüncesiyle çoğunluk görüşünden ayrı oy kullandım.
Başkanvekili
Hasan
Tahsin GÖKCAN
|
KARŞIOY
GEREKÇESİ
9/11/2016 tarih ve 6757 sayılı Kanun’un 23. maddesiyle 3201 sayılı
Emniyet Teşkilat Kanunu’nun Ek 24 ncü maddesine eklenen dava konusu ibare ile
Emniyet Özel harekât biriminde istihdam edilecek polislerin belirlenmesinde
“Kamu Personel Seçme Sınavı (KPSS)” şartı aranmayacak; bu kadrolar için
müracaat edecek en az lise veya dengi okul mezunları sadece fiziki yeterlilik
ve mülakat sınavları ile Polis Meslek Eğitim merkezlerine alınabilecektir.
KPSS ile kamu görevlisi alımı uygulanmasını öngören düzenleyici tasarruf
tek başına soyut norm denetimine esas alınamasa da; özellikli bir kamu görevine
giriş için öngörülen koşulların, bu göreve nazaran daha az nitelik ve koşulun
arandığı diğer bir kadroya (normal polis statüsüne) göre farklılaştırılarak,
onlar için aranan KPSS şartının özel harekât polisi kadrosu statüsüne
girecekler için aranmaması ve bunlar yönünden daha hafif şartlarla statüye
giriş imkânının öngörülmesi “eşitlik” ilkesini açıkça ihlal eder mahiyettedir.
Konunun diğer bir cephesi, genel bilgi düzeyini ölçen bir sınava
tâbi tutulmamanın doğal sonucunun, kamu hizmetine alınmada değerlendirilmeye
tâbi tutulacak objektif bir kriterden yoksun kalınacağıdır. Fiziki yeterlilik
ve mülâkat gibi getirilen kriterlerin ise genel bilgi düzeyini ve liyakati
belirlemeye elverişli olmadığı izahtan varestedir. Alınacak bu kişilerin henüz
kamu görevlisi statüsüne girmedikleri, öğrenci statüsünde oldukları
düşünülebilirse de, bu durumun dahi sonucu değiştirici bir mahiyeti yoktur.
Çünkü, öğrenci statüsünde olsalar da “özel harekat” polis memur adayları ile
“normal polis” memuru adayları bakımından aynı karşılaştırma yapılmak
durumundadır. Dolayısıyla bu yönde bir gerekçenin de anılan Anayasa’ya
aykırılığı bertaraf edici mahiyeti bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle; liyakat ölçütlerinin belirlenmesine engel
olan, objektifliği sağlamaktan uzak ve emniyet teşkilatı kaynakları arasında
makul olmayan bir istisna öngören dava konusu kuralın Anayasa’nın 2.
maddesindeki hukuk devleti ile 10. maddesindeki eşitlik ilkesine aykırı olduğu
ve iptali gerektiği kanaatine vardığımızdan, çoğunluğun aksi yöndeki kararına
katılmıyoruz.
Başkanvekili
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Recep KÖMÜRCÜ
|
1 28/11/2017 tarih ve 7061 sayılı kanunla aynı maddeye başkaca
fıkralar eklenmesi nedeniyle (12) numaralı fıkra olmuştur.