“...
Dava, yaşlılık aylığı tahsisi ve aksi yöndeki Kurum işleminin iptali
istemine ilişkindir.
1982 Anayasası'nın 152. maddesinde; “Bir davaya bakmakta olan mahkeme,
uygulanacak bir kanun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin hükümlerini
Anayasaya aykırı görürse veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık
iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa, Anayasa Mahkemesinin bu konuda
vereceği karara kadar davayı geri bırakır.” hükmüne yer verilmiştir.
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun
57/3 maddesi Mahkememizde görülmekte olan davada uygulanacak, davanın
yürütülmesi ve sonuçlandırılmasında olumlu ya da olumsuz yönde etki yapacak
nitelikte bir kanun hükmüdür. Şöyle ki; davacının 15.09.1986 tarihinde 506
sayılı Kanun kapsamında (5510 sayılı Kanunla yürürlükten kaldırılan Sosyal
Sigortalar Kanunu) ilk olarak çalışmaya başladığı, davacı hakkında verilen yaş
tashihi kararının ise 30.09.1986 tarihinde kesinleştiği, dosyada bulunan nüfus
kaydından ve hizmet cetvelinden anlaşılmaktadır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu'nun 367/2 maddesinde yer alan; “Kişiler hukuku, aile hukuku ve taşınmaz
mal ile ilgili ayni haklara ilişkin kararlar kesinleşmedikçe yerine
getirilemez.” hükmü gereği yaş tashihi kararının kesinleşmeden yerine getirilmesi
mümkün değildir. (Ayrıca bkz. 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu 35/1 maddesi
ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 14.04.2010 tarih 2010/21-194 Esas, 2010/219
Karar sayılı ilamı. ) Bu durumda yaş düzeltmenin gerçekleştiği tarih hükmün
kesinleştiği tarih olan 30.09.1986 tarihidir ve bu tarih davacının ilk defa
çalışmaya başladığı tarihten sonrasına tekabül etmektedir. Nitekim Sosyal
Güvenlik Kurumu Trabzon Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü Karadeniz Sosyal Güvenlik
Merkezi'nin 27.02.2018 tarihli yazısından davacının yaşlılık aylığı tahsis
talebinin bu gerekçeyle reddedildiği anlaşılmaktadır. Mahkememizin 18.10.2018
tarihli müzekkeresine Kurum tarafından verilen cevaptan anlaşıldığı üzere doğum
tarihinin 24.01.1969 (Mahkeme kararı sonrasında oluşan kayıt) olarak kabulü
halinde davacı 24.01.2018 tarihi itibariyle emekli olabilecektir.
Mahkemelerce itiraz yoluna başvurulabilmesi için iptali istenen kanun
hükmünün görülmekte olan bir davada uygulanacak olması ve iptali talep edilen
yasal düzenleme hakkında son on yıl içerisinde Anayasa Mahkemesi tarafından
işin esasına girilerek verilmiş bir ret kararının bulunmaması gerekmektedir. 5510
sayılı Kanunun 57/3 maddesi Mahkememizde görülmekte olan davada uygulanacak bir
kanun hükmü olup yapılan araştırmada söz konusu kanun hükmüne ilişkin Anayasa
Mahkemesince son on yıl içerisinde işin esasına girilerek verilmiş bir karara
rastlanmamıştır. Bu itibarla somut norm denetimi koşullarının gerçekleştiği
sonucuna ulaşılmış ve aşağıda yer verilen gerekçelerle Mahkememizce re'sen Anayasa'ya
aykırı görülen Kanun hükmünün iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulmuştur.
5510 sayılı Kanunun “Yaş” başlıklı 57. maddesinin 3. fıkrası; “İş
kazası, meslek hastalığı, malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarından gelir ve
aylık tahsisleri ile sermaye değerinin hesabında, iş kazasının olduğu veya
meslek hastalığının hekim raporuyla ilk defa tespit edildiği veya
sigortalıların bu Kanuna ve bu Kanunla yürürlükten kaldırılmış kanunlara tâbi
olarak ilk defa çalışmaya başladığı tarihten sonraki yaş düzeltmeleri dikkate
alınmaz. “ hükmünü içermektedir. İtiraz konusu hüküm, esas itibariyle,
emeklilik hakkının kazanılmasında ve malûllük ile ölüm sigortalarına ilişkin
diğer bazı haklardan yararlanılmasında sigortalı olarak çalışmaya başlanılan
tarihten sonraki yaş düzeltmelerinin dikkate alınmayacağına ilişkindir.
Anayasa'nın 138/4 maddesi Aykırılık Gerekçesi;
Anayasa'nın 138/4 maddesinde; “Yasama ve yürütme organları ile idare,
mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını
hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.”
düzenlemesi mevcuttur.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 39. maddesi uyarınca mahkeme
kararı olmadıkça kişisel durum sicilinin hiçbir kaydında düzeltme
yapılamamaktadır. Emredici nitelikteki bu hüküm kişisel durum kayıtlarını etkin
bir koruma altına almıştır. TMK'nın bu hükmüyle uyumlu olarak 5490 sayılı Nüfus
Hizmetleri Kanunu'nun (NHK) 35/1 maddesinde; “Kesinleşmiş mahkeme hükmü
olmadıkça nüfus kütüklerinin hiçbir kaydı düzeltilemez ve kayıtların anlamını
ve taşıdığı bilgileri değiştirecek şerhler konulamaz. Ancak olayların aile
kütüklerine tescili esnasında yapılan maddî hatalar nüfus müdürlüğünce dayanak
belgesine uygun olarak düzeltilir.” ifadesine yer verilmiştir.
Nüfus davalarına ilişkin usul hükümlerinin yer aldığı 5490
sayılı NHK'nın 36 ve 37. maddelerinde kayıt düzeltme davalarının nüfus müdürü
veya görevlendireceği memur huzurunda görüleceği ve genel müdürlük ile nüfus
müdürlüklerinin kanun yollarına başvurma yetkisinin bulunduğu ifade edilmiştir.
Tüm bu düzenlemeler nüfus kayıtlarının katı bir disipline tabi olduğunu
göstermektedir. Nitekim Yargıtay kararlarında da kuşku ve duraksamaya yer
verilmeksizin doğru sicil oluşturulması zorunluluğundan söz edilmektedir.
Ayrıca, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 218. maddesinin ikinci
fıkrasında yer alan; “Kovuşturma evresinde mağdur veya sanığın yaşının ceza
hükümleri bakımından tespitiyle ilgili bir sorunla karşılaşılması halinde;
mahkeme, ilgili kanunda belirlenen usule göre bu sorunu çözerek hükmünü verir.”
düzenlemesiyle ceza mahkemelerine kovuşturma aşamasında yaş düzeltme yetkisi
verilmiştir. Ceza mahkemelerince verilen yaş düzeltme kararıyla cezai
sorumluluğun kapsamı genişletilebilmekte, yaş düzeltme kararı sonrasında
verilecek cezada artış söz konusu olduğu gibi ceza infaz rejimi de
değişebilmektedir.
Görüldüğü üzere istisnai durumlar haricinde yaş düzeltme işlemi ancak
kesinleşmiş mahkeme kararıyla yapılabilmektedir. İptali talep edilen 5510
sayılı Kanun'un 57/3 maddesi, bu maddeyi uygulamak durumunda olan idari
makamlara yaş tashihine ilişkin mahkeme kararlarını uygulamama görev ve yetkisi
tanıdığından mahkeme kararlarına uyma zorunluluğunu düzenleyen Anayasa'nın
138/4 maddesinin ihlaline yol açmaktadır.
Bu sorunun ele alındığı Anayasa Mahkemesinin 18.01.2005 tarihli 2005/4
Esas - 2005/7 Karar sayılı kararında; “Devletin, personel politikasını
belirlemede büyük önemi olan emeklilik düzenini, aktüeryal dengeleri gözeterek
bilimsel verilere göre belirlemesi ve buna göre gerekli yasal düzenlemeleri
yapması doğaldır. Devletin bilimsel verilere dayanarak kurduğu bu düzenin
korunması Anayasa'nın 60. maddesinde yer alan sosyal güvenlik hakkının
güvenceye alınması için de zorunlu bir gerekliliktir. Nesnel ve sürekli kurallarla
sağlam ve sağlıklı temellere oturtulmayan bir sosyal güvenlik kuruluşunun,
mahkeme kararları ile alınan yaş düzeltmeleri sonucu ortaya çıkan erken
emeklilik gibi nedenlerle aktüeryal dengesinin bozulması, sosyal güvenlik
sisteminin sürdürülemez bir duruma gelmesine sebep olabilir.
Sosyal güvenlik kurumlarına tabi olarak çalışılmaya başlanıldığı
tarihten sonraki yaş düzeltmelerinin dikkate alınmayacağını öngören itiraz
konusu kuralın, sosyal güvenlik sisteminin kimi aksaklıklara yol açmadan
sürdürülmesi amacına yönelik olarak düzenlendiği kuşkusuzdur. Burada yargı
kararı hukuksal olarak değerini ve geçerliliğini korumakta, sadece emeklilik
yönünden sonuç doğurmamaktadır.” gerekçesine yer verilmiş ise de; 22.07.2008
tarihli 2008/64 Esas - 2008/129 Karar sayılı Anayasa Mahkemesi kararında üye
Serruh KALELİ'nin karşıoyunda “Sosyal Sigortalar Kurumu, üyesi yönünden sosyal
sigortacılık yapmaktadır. Prim alıp hak ettiğinde ödemeler yapmaktadır. Tüm
aktüeryal hesaplar hata dahil tüm olasılıkları da içinde barındırır,
istatistiksel matematik mutlak doğru değildir. Risk analizleri hesap yöntemi
içerisinde olmaz ise sosyal görev laiki ile yerine getirilmiş sayılamaz. Bu
düşünceler ile sosyal güvenlik sisteminde muhtemel aksaklığın bertarafı için
hukukun ve yargı kararının üstünlüğü ve tanınma zorunluluğunu kaldıran
düzenleme anılan nedenler ile Anayasa'nın 138. maddesine aykırı olduğu
düşünüldüğünden çoğunluk görüşüne katılınmamıştır.” sözleriyle ifade ettiği
üzere aktüeryal dengelerin, mahkemelerce verilen yaş düzeltme kararları
öngörülerek, bilimsel verilere dayanılarak yapılması mümkündür. Günümüzde,
mahkemeler nezdinde görülen yaş düzeltme davalarının sayısı mahkemelerin karar
eğilimleri kolaylıkla tespit edilebilecek ve istatistik hesaplara dahil
edilebilecektir.
Anayasa Mahkemesinin 18.01.2005 tarihli kararında “yargı kararı
hukuksal olarak değerini ve geçerliliğini korumakta, sadece emeklilik yönünden
sonuç doğurmamaktadır.” denilmekteyse de yargı kararının geçerliğinin kabulü
halinde yargı kararına göre oluşan kişisel durum siciline göre işlem yapılması
gerekmektedir. Kararın sadece emeklilik yönünden sonuç doğurmamasından söz
edilmekteyse de bu durum zaten Anayasa'ya aykırılığın gerekçesini
oluşturmaktadır. Anayasa'ya aykırılığı ileri sürülen durumun istisna tutulmasının
bir başka Anayasal gerekçesi bulunmalıdır.
Diğer taraftan, sosyal güvenlik alanında birçok değişiklik yapıldığı,
başlangıçta birbirinden ayrı şekilde teşkilatlanan sosyal güvenlik kurumlarının
tek çatı altında toplandığı, sosyal güvenlik mevzuatının sayısız değişikliğe
uğradığı bilinmektedir. Aktüeryal denge ve emeklilik düzeni bozulmaksızın
uygulama kapsamı çok daha geniş olan mevzuat değişiklikleri
gerçekleştirilebiliyorsa, günümüzde hukuksal verilere erişimin kolaylığı nazara
alındığında yaş düzeltmeleri öngörülerek sosyal güvenlik sisteminin
yapılandırılmasının, prim miktarlarının ve diğer hesaplamaların yapılmasının
mümkün olduğu düşünülmektedir.
Sonuç olarak, sigortalıyı haksız ve eşitsiz bir fedakarlığa katlanmaya
zorlayan, devletin sosyal güvenlik sistemini hatalı işlem ve kayıtlar üzerine
bina eden, yargı kararıyla tesis edilmeye çalışılan adaleti göz ardı eden yasal
düzenlemenin yukarıda belirtilen gerekçelerle Anayasa 138. Maddesine aykırı
olduğu değerlendirilmektedir.
Anayasa'nın 2. Maddesi Aykırılık Gerekçesi;
Anayasa'nın 2. maddesinde; “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru,
millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk
milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.”
Anayasa Mahkemesi kararlarında hukuk devleti ilkesinin anlamı
açıklanmıştır Anayasa Mahkemesinin 2001/406 E. 2004/20 K. sayılı kararında
hukuk devleti ilkesi; “Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti, eylem
ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri
koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup, bunu
geliştirerek sürdüren, Anayasa'ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun
üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların
üstünde yasa koyucunun da uyması gereken temel hukuk ilkeleri ve Anayasa'nın
bulunduğu bilincinde olan devlettir.” sözleriyle açıklanmıştır.
5510 sayılı Kanunun itiraz konusu 57/3. maddesi mahkemelerce verilen
yaş düzeltme kararlarının geçersiz sayılması konusunda Anayasa'da yer almayan
bir yetkinin yasama organına verilmesine yol açması bakımından kuvvetler
ayrılığı ve hukuk devleti ilkesine aykırılık teşkil etmektedir.
Kesinleşmiş mahkeme kararlarının bazı olay ve işlemlere uygulanması,
bazı olay ve işlemler bakımından ise geçerli sayılmaması hukuk devleti
ilkesiyle bağdaşmamaktadır. Örneğin yaş düzeltme kararı ile memuriyete girmek,
siyasi hakları kullanmak, belli görevlere atanmak mümkün iken 57/3. maddesinde
öngörülen durumlarda mahkeme kararı geçerli sayılmayacaktır. Ya da ceza
mahkemesince verilecek yaş düzeltme kararı ile cezai sorumluluğun kapsamı
genişletilebilecek, ceza miktarı arttırılabilecek ve hatta infaz rejimi
değiştirilebilecek iken aynı mahkeme kararının Sosyal Güvenlik Kurumunun bir
takım işlemlerinde uygulanmayacağını kabul etmek hukuk devleti ilkesiyle
bağdaşmayacağı gibi adalete dayanan bir hukuk düzeni iddiasıyla da
çelişecektir.
Bu maddenin amacının kötüye kullanımları engellemek, sigortalıların
mahkemelerden gerçeğe aykırı yaş düzeltme kararı almalarını ve hak ettikleri
tarihten önce sosyal güvenlik haklarından faydalanmalarını önlemek olduğu ileri
sürülebilir. Öncelikle böyle bir kabul mahkeme kararlarına güvenilmediğinin
peşinen kabulü manasına gelir. Mahkeme kararlarına güven duyulmadığı
gerekçesiyle, mahkeme kararlarının sonuç doğurmasını engelleyecek yasal
düzenlemeye başvurulması ise yargının meşruiyetinin bizzat yasama organı
tarafından yok sayılması anlamına gelir. Yasama organının güvenilemeyeceğini
öngördüğü, hakkın kötüye kullanılmasına vasıta olabileceğini kabul ettiği yargı
mercilerine yurttaşların güvenmemesi de olağan kabul edilmelidir. Bu durumda,
yaşı büyütülerek cezası arttırılan bir yurttaşa kesinleşmiş mahkeme kararı
dayanak gösterilirken aynı mahkeme kararının bir kısım SGK işlemleri karşısında
hangi gerekçe ve amaçla olursa olsun geçersizliğinin izahı oldukça güç
olacaktır. Yurttaşların ve Anayasa gereği bütün devlet organlarının uymakla
yükümlü olduğu yargı kararlarının SGK işlemleri açısından sonuç doğurmayacağını
ifade eden kanuni düzenlemenin hukuk devleti ilkesine uygunluğundan söz
edilemeyecektir. Şayet bazı haklardan yararlanmak amacıyla hakikate aykırı
şekilde yaş düzeltme yoluna başvurulmakta ise yapılması gereken, hukuk sisteminin
temelini sarsacak şekilde, mahkeme kararlarını geçersiz saymak değil konuya
ilişkin etkin tedbirler almak olmalıdır.
5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu'nun yukarıda değinilen 35.
maddesinde, tescil esnasında yapılan maddi hataların dayanak belgesine uygun
olarak nüfus müdürlüğünce düzeltileceği öngörülmüştür. Böyle bir durumda
dayanak belge olması koşuluyla mahkeme kararına gerek duyulmamaktadır. Nüfus
kaydında maddi hatanın ilk işe başlama tarihinden sonra düzeltilmesi halinde
57/3. maddesi gereğince yaş düzeltme işlemi dikkate alınmayacaktır. Oysa ki,
TMK'nın 37. maddesinde “Kişisel durum sicili, Devletçe atanan memurlar
tarafından tutulur. Sicil kayıtlarını tutmak ve örnek vermek bu memurların
görevidir.” hükmü, 38. maddede ise “Kişisel durum sicilinin tutulmasından doğan
zararlar, kusurlu memura rücu edilmek kaydıyla, Devletçe tazmin edilir.”
düzenlemesi mevcuttur. Görüldüğü üzere yaş düzeltme kararlarına konu olan
kayıtları tutmak kamu makamlarının yükümlülüğündedir. Kamu makamlarının bu
yükümlülüklerini gereği gibi yerine getirmemeleri nedeniyle oluşan hatalar
mahkeme kararlarıyla giderilmektedir. Kamu makamlarının yükümlülüklerini yerine
getirmemesi nedeniyle oluşan bir hatanın sorumluluğunu yurttaşa yüklemek hukuk
devleti ilkesiyle bağdaşmadığı gibi Anayasa'nın 2. maddesinde yer bulan sosyal
devlet ilkesiyle de çelişmektedir.
Ayrıca şunu belirtmek gerekir ki, mahkeme kararıyla yaşı tashih edilen
veya NHK'nın 35. maddesi gereği dayanak belgeyle nüfus kaydındaki maddi hata
düzeltilen bireylerin kişisel durum bilgilerindeki hata oranı, söz konusu
kayıtların yargılama ve inceleme konusu olması nedeniyle, diğer kayıtlara
nazaran daha düşük olabileceği gözetilmelidir. Hakikate ve doğruluğa uygun
işlem yapma gayesi güdülmekteyse bu durumda yaş düzeltme işlemi yapılanların
kayıtlarının daha doğru olduğunun kabulü hukuka ve yargıya olan güvenin gereğidir.
Mahkeme kararına veya dayanak belgeyle yapılan düzeltmeye rağmen, Sosyal
Güvenlik Kurumunun hatalı olduğu sabit olan bir kaydı esas alarak işlem ve
kararlarını yürütmesinin izahı güçtür. İstikrar ve devamlılığın adalet ve
doğruluk üzerine olması gerekir.
Anayasa'nın 36. Maddesi Aykırılık Gerekçesi;
Anayasa'nın “Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde; “Herkes,
meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı
veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
hükmü bulunmaktadır.
Yaş düzeltmeye ilişkin kesinleşmiş mahkeme kararlarının uygulanmaması
adil yargılanma hakkının bir parçası olan mahkemeye erişim hakkı kapsamında
incelenebilecektir.” Anayasa'nın 36. maddesinde ifade edilen hak arama özgürlüğü,
diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların
korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biri olmakla birlikte aynı zamanda
toplumsal barışı güçlendiren, bireyin adaleti bulma, hakkı olanı elde etme,
haksızlığı önleme uğraşının da aracıdır. Hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma
hakkı, sadece yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunmada
bulunma hakkını değil yargılama sonunda hakkı olanı elde etmeyi de kapsayan bir
haktır.” (AYM, E.2009/27, K.2010/9, 14/1/2010).
Adil yargılanma hakkının unsurlarından biri de mahkemeye erişim
hakkıdır. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne götürme ve aynı
zamanda mahkemece verilen kararın uygulanmasını isteme haklarını da kapsar.
Mahkeme kararlarının uygulanması, yargılama sürecini tamamlayan ve yargılamanın
sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir
anlamı olmayacaktır (Hornsbyl/Yunanistan, B. No: 18357/91, 19/3/1997, § 40).
AİHM, kesinleşmiş ve bağlayıcı bir yargı kararının, lehine karar
verilen tarafın zarar görmesine rağmen infaz edilmemesi durumunda Sözleşme'nin
6. maddesinin teminat altına aldığı mahkemeye erişim hakkının bir anlam ifade
etmeyeceğini vurgulamaktadır. Hangi yargı makamı verirse versin bir yargı
kararının veya hükmünün infaz edilmesi, 6. madde anlamında “dava”nın
tamamlayıcı unsuru olarak değerlendirilmelidir (Burdov/Rusya, B. No:59498/00,
7/5/2002, § 34)
AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesi kapsamında bir yargı yerine ulaşma
hakkının sadece teorik olarak bu hakkın tanınmasını değil aynı zamanda o yargı
yerinden alınan nihai kararın icrasına yönelik meşru bir beklentiyi de
koruduğunu kabul etmiştir. (Apostol/Gürcistan, B. No: 40765/02, 28/2/2007, §
54)”
Anayasa Mahkemesi İkinci Bölüm, Temel Yeğin Başvurusu, Başvuru
Numarası; 2014/10398, Karar tarihi; 29.06.2016 kararda yukarıdaki anlatıma yer
verildikten sonra; “ Bu noktada kesin hüküm niteliğini haiz bir yargı kararının
yerine getirilmesi sonucunda oluşan yeni durumların bazı hukuki konular
yönünden sonuç doğurmamasının bu yargı kararının uygulanmadığı anlamına
gelmeyeceğinin dikkate alınması gerekir. Zira bir dava sonunda yargı merciince
verilen karardaki hükmün yerine getirilmesiyle birlikte bu karar icra edilmiş
yani uygulanmış olacaktır. Kararın icrasına bağlı sonuçların bu davayla ilgili
olmayan kişiler veya konular yönünden sonuç doğurmaması, bu kararın
uygulanmadığı şeklinde yorumlanamaz
(...)
Başvurucu, yaşının düzeltilmesine ilişkin kesinleşmiş Mahkeme
kararının emeklilik işlemlerinde dikkate alınmamasıyla bu kararların
uygulanamamış olduğunu ileri sürmektedir. Başvurucunun iddiasına konu Mahkeme
kararı, nüfus kütüğündeki kaydın düzeltilmesine ilişkin olup bu davada nüfus
kayıtlarının gerçek duruma uygun hale getirilmesi amaçlanmaktadır. Somut olay
açısından Mahkemece başvurucunun nüfus kaydındaki doğum tarihinin gerçek
durumuna uygun şekilde düzeltilmesine karar verilmiş, bu kayıt nüfus idaresince
karar doğrultusunda değiştirilmiş ve bu şekilde anılan karar icra edilmiştir.
Başvurucunun yaşının düzeltilmesine ilişkin Mahkeme kararının 5510
sayılı Kanun'un 57. ve 506 sayılı mülga Kanun'un 120. maddelerinin ikinci ve
üçüncü fıkraları uyarınca emeklilik işlemlerinde sonuç doğurmaması, kararın
uygulanmadığı ya da hukuksal değerini ve geçerliliğini kaybettiği anlamına
gelmez. Emeklilik işlemlerinde SSK'ya tabi olarak çalışılmaya başlandığı
tarihteki nüfus kütüğünde kayıtlı olunan doğum tarihinin esas alınmasını
öngören anılan kuralların, emeklilik düzeninin aktüeryal dengeler gözetilerek
bilimsel verilere göre belirlenmesi ve sosyal güvenlik sisteminin birtakım
aksaklıklara yol açmadan sürdürülmesi amacına yönelik olarak düzenlendiği
anlaşılmaktadır. Burada yargı kararı hukuksal olarak değerini ve geçerliliğini
korumakta, sadece emeklilik yönünden sonuç doğurmamaktadır.
Bu değerlendirmeler neticesinde başvurucunun yaşının düzeltilmesine
ilişkin Mahkeme kararı doğrultusunda nüfus idaresinin nüfus kaydını
düzeltmesiyle birlikte anılan kararın icra edilmiş olduğu, bu kararın ilgili
mevzuat hükümleri uyarınca emeklilik işlemlerinde sonuç doğurmamasının kararın
uygulanmadığı ya da hukuksal değerini ve geçerliliğini kaybettiği şeklinde
yorumlanamayacağı sonucuna ulaşılmıştır.” gerekçesiyle başvurunun açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.
Öncelikle kişisel kayıtlar üzerinde yapılan düzeltmeler sadece bu
kayıtları tutmakla yükümlü olan kamu makamlarını değil tüm resmi ve özel
kurumları bağlayacaktır. Yaş düzeltme, ad değişikliği, cinsiyet değişikliği
veya boşanma kararlarının sadece davanın taraflarını bağlayacağı üçüncü kişi
durumundaki gerçek ve tüzel kişileri bağlamayacağı savunulamayacaktır. Ayrıca,
sayılan hususlarda verilen mahkeme kararları kişisel durum sicilindeki
değişikliklerin gerçekleşmesi için zorunlu nitelikte kararlar olup anılan
mahkeme kararlarının icrasıyla yeni bir kişisel durum oluşmaktadır. Dolayısıyla
Anayasa Mahkemesi kararında belirtildiği üzere “Mahkeme kararı doğrultusunda
nüfus idaresinin nüfus kaydını düzeltmesiyle birlikte anılan kararın icra edilmiş
olduğu” kabul edilmekteyse bu durumda diğer kamu makamlarının da icra edilen bu
karar sonucunda oluşan yeni hukuksal durumu kabul etmeleri gerekmektedir. Aksi
kabul edilerek, mahkeme kararına rağmen, mahkeme kararından önceki hatalı
kayıtların esas alınması mahkeme kararının icra edilmediği anlamına gelecek ve
Anayasa Mahkemesi kararında “kesinleşmiş ve bağlayıcı bir yargı kararının,
lehine karar verilen tarafın zarar görmesine rağmen infaz edilmemesi durumunda
Sözleşme'nin 6. maddesinin teminat altına aldığı mahkemeye erişim hakkının bir
anlam ifade etmeyeceği”, “Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı
olmayacaktır” , “AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesi kapsamında bir yargı yerine
ulaşma hakkının sadece teorik olarak bu hakkın tanınmasını değil aynı zamanda o
yargı yerinden alınan nihai kararın icrasına yönelik meşru bir beklentiyi de
koruduğunu kabul etmiştir” sözleriyle ifade edildiği şekilde mahkemeye erişim
hakkının ve adil yargılanma ilkesinin ihlali sonucunu doğuracaktır. İptali
talep edilen madde bu yönüyle Anayasa'nın 36. Maddesine aykırılık teşkil
etmektedir.
Ayrıca, kesinleşen mahkeme kararıyla oluşan kişisel durum sicilindeki
bilgilerin kamu makamlarınca göz ardı edilmesi AİHS 8. maddede yer alan Özel
Hayatın ve Aile Hayatının Korunması hakkının ihlalini de gündeme
getirebilecektir.
Keza, 5510 sayılı Kanunun 57/3. maddesi gerçeğe aykırı yaş
düzeltmeleri engellemek amacıyla getirilen bir düzenleme ise bu amacın
gerçekleştirilmesi için kullanılan aracın ulaşılmak istenen amaç ile orantılı
olmadığı değerlendirilmektedir. Söz konusu amaca ulaşmak için işe başlama
tarihinden sonra gerçekleşen yaş düzeltme işlemlerinin tamamının yok sayılması
Anayasa'ya aykırılığın yanı sıra adaletsizliklere yol açmaktadır. Somut olay
bakımından, çalışmaya 16 gün geç başlamış olsa 24.01.2018 tarihinde yaşlılık
aylığı almaya hak kazanacak olan davacının hali hazırda 24.01.2022 tarihine
kadar beklemek zorunda olması bunun somut bir örneğidir.
Anayasa'nın 10. Maddesi Aykırılık Gerekçesi;
Anayasa'nın “Kanun Önünde Eşitlik” başlıklı 10. Maddesinde; “Herkes,
dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri
sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
(Ek fıkra: 7/5/2004-5170/1 md.) Kadınlar ve erkekler eşit haklara
sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. (Ek
cümle: 7/5/2010-5982/1 md.) Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine
aykırı olarak yorumlanamaz.
(Ek fıkra: 7/5/2010-5982/1 md.) Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve
vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak
tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde (…) kanun
önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.” düzenlemesi
bulunmaktadır.
Anayasa Mahkemesinin 18.01.2005 tarihli 2005/4 Esas - 2005/7 Karar
sayılı kararında; “Öte yandan, yasa önünde eşitlik ilkesi, hukuksal durumları
aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil hukuksal eşitlik
öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalar
karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayırım yapılmasını ve
ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve
topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında eşitliğin çiğnenmesi
yasaklanmıştır. Yasa önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı
tutulacağı anlamına gelmez. Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da
topluluklar için değişik kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı
hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa
Anayasa'da öngörülen eşitlik ilkesi zedelenmez.
İtiraz konusu kural, herhangi bir sosyal güvenlik kurumuna bağlı
olarak çalışanlardan ilk defa çalışmaya başladıkları tarihten sonra yaş
düzeltmesi yaptıranlar arasında farklılık yaratmadığından eşitlik ilkesine
aykırılık görülmemiştir.” gerekçesine yer verilmiştir.
Öncelikle bir eşitlik değerlendirmesinin yapılabilmesi için karşılaştırılacak
unsurların belirlenmesi gerekmektedir. Yaş düzeltme kararı ile kişinin belli
bir yaşta örneğin 55 yaşında olduğu tespit edilmektedir. Böylece eylemli bir
durum hukuksal olarak da tescil edilmektedir. Bu durumda eşitlik
karşılaştırması yapılması gereken kişi 55 yaşındaki diğer kişilerdir.
Sigortalıların aynı yaşta olan akranlarından farklı muameleye tabi tutulmaları
eşitlik ilkesinin ihlaline yol açacaktır. Eşitsizliğin daha fazla kişiye
uygulanması, çok sayıda kişinin eşitsiz bir muameleye maruz bırakılması
eşitsizliğin derinleşmesi, haksızlık düzeyinin artması sonucunu doğuracaktır.
Haklarında yaş düzeltme kararı verilen ve verilen kararları Sosyal Güvenlik
Kurumunca dikkate alınmayan kişiler aynı eşitsizliğe maruz bırakılmış,
kesinleşmiş mahkeme kararlarına rağmen, eşit durumda oldukları akranlarından
farklı muameleye tabi tutulmuş kişilerdir. Tabi tutuldukları hukuksal muamele
aynıdır. Ancak eşitlik değerlendirmesi yapılırken bakılması gerekenler
emeklilik vs. hakkını elde eden aynı yaştaki diğer kişilerdir. Örneğin, TCK,
CMK'ya eklenecek hükümlerle suç tarihinden sonra gerçekleşen yaş düzeltmelerin
dikkate alınmayacağı öngörülmüş olsa bu durumda da eşitlik ilkesi ihlal edilmiş
olacaktır. Çünkü kişilere aynı yaştaki akranlarına göre daha fazla veya daha az
ceza verilmiş olacaktır. Bu kuralın yaşı düzeltilen herkese uygulanması
eşitsizliğin derecesine ilişkin olup eşitlik sağlamaya matuf değildir.
Anayasa'nın 10. Maddesinde yer alan “Çocuklar, yaşlılar, özürlüler,
harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak
tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz” ibaresi gözetildiğinde yaşlılık
aylığı konusunda sigortalılar aleyhine yaratılan eşitsizliğin ağırlığı
artmaktadır. Ayrıca Anayasa'nın 60. Maddesinde yer alan “Herkes, sosyal
güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri
alır ve teşkilatı kurar.” maddesinin ihlal edildiği sonucuna varılması da
mümkündür.
KARAR : Gerekçesi yukarıda ayrıntıları ile açıklandığı üzere;
1-) 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun
57/3.maddesinin “iş kazası, meslek hastalığı, malullük, yaşlılık ve ölüm
sigortalılığından gelir ve aylık tahsisleri ile sermaye değerinin hesabında iş
kazasının olduğu veya meslek hastalığının hekim raporuyla ilk defa tespit
edildiği veya sigortalıların bu kanuna ve bu kanunla yürürlükten kaldırılmış
kanunlara tabi olarak ilk defa çalışmaya başladığı tarihten sonraki yaş
düzeltmeleri dikkate alınmaz” hükmünün Anayasa'nın 2, 10, 36, 60, 138
maddelerine aykırı olduğu kanaatine varıldığından iptaline karar verilmesi
istemiyle Anayasa Mahkemesine başvurulmasına,
2- Gerekçeli başvuru kararı ile 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkındaki Kanunun 40. maddesinde belirtilen
belgelerin dizi listesine bağlanarak Anayasa Mahkemesine gönderilmesine,
Dair, davacı vekili ile davalı kurum vekilinin yüzüne karşı karar
verildi.”