“...
Dava Konusu Olay ve Davacının İstemi:
5015 sayılı Kanun’un 14. maddesinin verdiği yetki çerçevesinde, 12.07.2013 tarihinde yapılan denetim sonucunda bayiye ait istasyonda tanzim edilen tutanaklarda, 41 NY 670 ve 16 JMB 79 plakalı tankerler ile akaryakıt ikmal edildiğinin, yapılan marker ölçümlerinin geçersiz çıkması üzerine ikmal edilen yakıtın faturasının istendiği ancak ibraz edilen faturanın 19.667 litre motorin faturası olmasına rağmen, yapılan tartımda 17.000 litre ürün olduğu anlaşıldığından, faturanın ikmal edilen ürüne ait olmadığının tespit edildiği, yer altında bulunan 1 ve 2 no.lu tanklardan alınan numunelerin marker ölçümlerinin geçerli sonuç verdiği, 3 no.lu tankın içerisinde ürün olmadığı, ancak, tankın dalgıç kısmı sökülerek yapılan kontrolde 190 cm yüksekliğinde ürün olduğunun görüldüğü, tankın içerisinde ayrı bir bölmenin olduğu ve buradan alınan numunelerin ölçümlerinde marker seviyesinin geçersiz çıktığı hususlarına yer verildiği; isnat edilen fiile ilişkin soruşturma sonrasında davacı şirketin yazılı savunmasının istenildiği, davaya konu edilen 24.03.2016 tarih ve 6172-41 sayılı Kurul kararıyla da yazılı savunma yeterli görülmeyerek dağıtıcı yükümlülüğünü yerine getirmediğinden bahisle 5015 sayılı Kanun’un 4. maddesinin dördüncü fıkrasına eklenen (I) bendine aykırılık nedeniyle aynı Kanun’un 19. maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendi uyarınca davacı şirkete (1.000.000/4=) 250.000.-TL İdarî para cezası verildiği anlaşılmaktadır.
İptali İstenilen Kanun Hükmü :
5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu’nun “İdarî para cezaları” başlıklı 19. maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendinde yer alan “4 üncü maddenin dördüncü fıkrasının (I) bendinin bayilik lisansı sahipleri tarafından ihlali halinde bayinin sözleşme yaptığı dağıtıcı lisansı sahipleri hakkında (a) bendinde belirtilen cezanın dörtte biri uygulanır.” kuralının Anayasa’nın 2. ve 38. maddesine aykırı olduğu görüşüyle Anayasa Mahkemesine başvurulmaktadır.
İptali İstenilen Kanun Hükmünün Anayasa’ya Aykırılığının Değerlendirilmesi :
1982 Anayasası’nın “Cumhuriyetin Nitelikleri” başlıklı 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olduğu kurala bağlanmıştır.
Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti; insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir.
Hukuk devletinde, ceza hukukuna ilişkin düzenlemelerde olduğu gibi idari yaptırımlar açısından da Anayasa’ya ve ceza hukukunun temel ilkelerine bağlı kalmak şartıyla hangi fiillerin kabahat sayılacağı, bunlara uygulanacak yaptırımın türü ve ölçüsü, yaptırımın ağırlaştırıcı ve hafifleştirici nedenlerinin belirlenmesi gibi konularda kanun koyucu takdir yetkisine sahiptir.
Hukuk devletinin en temel ilkelerinden olan “hukuki güvenlik ilkesi”, “bireylerin kendilerine uygulanacak hukuk kurallarının neler olduğunu önceden bilmesi ve kendi davranışlarını ona göre ayarlayabilme imkânına sahip olması” şeklinde özetlenebilir.
Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri ‘belirlilik’tir. Bu ilkeye göre, Kanunî düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir tereddüte ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi de gereklidir. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup, birey hangi somut fiil ve olguya hangi hukukî yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini verdiğini bilmelidir. Birey, ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörebilir ve davranışlarını belirler. Hukuk güvenliği, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm fiil ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.
Anayasa’nın 38. maddesinin birinci fıkrasında, “Kimse işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz.” kuralına yer verilerek “suçun kanuniliği”, üçüncü fıkrasında ise “Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.” kuralına yer verilerek “cezanın kanuniliği” ilkesi benimsenmiştir. Anayasa’da öngörülen suçta ve cezada kanunilik ilkesi, insan hak ve özgürlüklerini esas alan bir anlayışın öne çıktığı günümüzde, ceza hukukunun da temel ilkelerinden birini oluşturmaktadır. Anayasanın 38. maddesine paralel olarak Türk Ceza Kanunu’nun 2. maddesinde yer alan suçta ve cezada kanunilik ilkesi uyarınca, hangi fiillerin yasaklandığının ve bu yasak fiillere verilecek cezaların hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak bir şekilde kanunda gösterilmesi, kuralın açık, anlaşılır ve sınırlarının belli olması gerekmektedir. Kişilerin yasak fiilleri önceden bilmeleri düşüncesine dayanan, hukuk devletinin temel aldığı, uluslararası hukukta ve insan hakları belgelerinde de özel bir yere ve öneme sahip bulunan bu ilkeyle temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması amaçlanmaktadır. Kanunilik ilkesi, özgürlüğün sınırlarının önceden bilinerek, insanın davranışlarını bu çerçevede düzenlemesini temin için benimsenmiştir. Anayasanın 38. maddesinde idari ve adli cezalar arasında bir ayrım yapılmadığından, idari para cezaları da bu maddede öngörülen ilkelere tâbidir. Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirlerine ilişkin kurallar, ceza hukukunun ana ilkeleri ile Anayasa’nın konuya ilişkin kuralları başta olmak üzere, ülkenin sosyal, kültürel yapısı, etik değerleri ve ekonomik hayatın ihtiyaçları göz önüne alınarak tespit edilecek ceza politikasına göre belirlenir. Kanun koyucu, cezalandırma yetkisini kullanırken toplumda hangi fiillerin suç sayılacağı, bunun hangi tür ve ölçüdeki ceza yaptırımı ile karşılanacağı, nelerin ağırlaştırıcı veya hafifletici sebep olarak kabul edilebileceği ve ceza sistemini tamamlayan müesseseler konusunda takdir yetkisine sahiptir.
Kusursuz suç olmaz prensibi (nullum erimen sine culpa) çağdaş ceza hukukunun vazgeçilmez temellerinden biridir. Ancak kanunun gösterdiği istisnai hallerdedir ki, objektif sorumluluk kuralları uygulanır ve kusur olmaksızın bir kimsenin cezalandırılması mümkün görülebilir. Ancak bu istisnaî hallerde de, ceza hukukundaki objektif sorumluluk bir özellik taşır ve buna göre failin iradî hareketinin sonucu olmayan bir netice yine de ona yüklenemez. Bu sebeple, kusur hususunda herhangi bir araştırmaya girişmeksizin, sırf bir fiilin işlenmesi, ya da hareketin iradî olması sebebiyle failin sorumluluğunun benimsenmesi, kanunda sınırlı surette gösterilmesi gereken objektif sorumluluk hâllerine yorum yolu ile bir yenisini eklemeyi ifade eder ki bu durum yorum kuralları ve kanun sistematiği bakımından uygun görülemez. (Ord.Prof.Dr.Sulhi DÖNMEZER, Pfor.Dr. Sahir ERMAN Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku Cilt II Syf. 112 vd.) istisnai olarak mülga Ceza Kanununda yer bulan objektif sorumluluk hâllerine ise Anayasa’nın 38. maddesinde yer alan hükümlere uygun olarak yeni Türk Ceza Kanununda yer verilmeyerek, kusursuz sorumluluk ilkesinin ceza hukukunda uygulanamayacağı kural olarak da kabul edilmiştir.
765 sayılı Kanun’un 452. maddesinde yer alan hükmün benzeri bir düzenlemeye, objektif sorumluluk esasının terk edilmesi nedeniyle 5237 sayılı Kanun’da yer verilmemiştir. Suçu, “yasada tanımlanmış bir haksızlık” olarak öngören yeni suç teorisinde, bir hareketi yapan kişi, bu hareketin tüm sonuçlarından her koşulda sorumlu tutulmamakta, bir başka anlatımla “kusursuz sorumluluk” terkedilmiş olmaktadır. (Prof.Dr. İzzet ÖZGENÇ, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 3. bası, s.166 vd.).
Çağdaş ceza hukukunun önde gelen özelliklerinden biri kusur sorumluluğu ilkelerinin benimsenmiş bulunmasıdır. Ceza hukukçularının büyük bir çoğunluğuna göre, bir insan davranışı olmadan suç olmaz, ancak onun bu davranışı nedeniyle ortaya çıkan sonuçtan sorumlu tutulabilmesi için de, o davranışının en azından kusurlu bulunması gerekir. Böylece modern ceza hukuku, objektif sorumluluğu terk ederek “kusursuz suç olmaz” anlayışını temel bir ilke olarak kabul etmiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin bu yönde almış olduğu bir kararda, “5237 sayılı Türk Ceza Kanununda da bu doğrultuda düzenleme yapılarak 23. maddede kusurun en hafif şekli olan taksire yer verilmiştir. Buna göre, fail ağır neticeden, bu ağır netice öngörülebilir olmasına rağmen özen yükümlülüğüne aykırı davranması nedeniyle meydana gelmesi durumunda sorumlu tutulabilecektir. Hiç kimse tarafından öngörülmesi mümkün olmayan veya öngörülebilir olmakla birlikte önlenmesi mümkün olmayan bir neticeden dolayı bir kimse sorumlu tutulamayacaktır. Failin istemiş bulunduğu neticenin dışında ya da daha ağır neticelerin meydana gelmesi durumunda, failin bu neticelere yönelik kastı veya en azından taksiri aranmaksızın, sadece hareket ile sonuç arasındaki nedensellik bağı yeterli görülerek sorumlu tutulması mümkün olmayacaktır.” (Anayasa Mahkemesi’nin 19.02.2009 tarih ve E:2006/72, K:2009/24 sayılı kararı) ifadelerine yer verilmiştir.
Uyuşmazlığa ilişkin mevzuat hükümlerinin incelenmesine gelince; 11.04.2013 tarih ve 28615 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Gümrük Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair 6455 sayılı Kanun ile 5015 sayılı Kanun’un Lisans sahiplerinin temel hak ve yükümlülükleri başlıklı 4. maddesine (I) bendi eklenerek, lisans sahiplerinin “Kaçak akaryakıt veya sahte ulusal marker elde etmeye, satmaya ya da herhangi bir piyasa faaliyetine konu etmeye yarayacak şekilde lisansa esas teşkil eden belgelerde belirlenenlere aykırı sabit ya da seyyar tank, düzenek veya ekipmanı bulundurmamak” ile yükümlü tutuldukları görülmektedir. 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu’nun “İdarî para cezaları” başlıklı 19. maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendinin (2) numaralı alt bendinde, Kanun’un 4. maddesinin 4. fıkrasının (I) bendinin ihlâli halinde sorumlulara bir milyon Türk Lirası idari para cezası verileceği belirtilmiş, (b) bendinde ise “4. maddenin dördüncü fıkrasının (I) bendinin bayilik lisansı sahipleri tarafından ihlâli hâlinde bayinin sözleşme yaptığı dağıtıcı lisansı sahipleri hakkında (a) bendinde belirtilen cezanın dörtte birinin uygulanacağı kurala bağlanmıştır.
5015 sayılı Kanun’un 19/2-b maddesi incelendiğinde, dağıtıcıların kendi eylemleri dışında bayilerinin eylemlerinden de sorumlu tutulduğu, kural içerisinde dağıtıcıların fiilleri ile ilgili olarak bir düzenlemenin yer almadığı görülmektedir. Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir.
İtiraz konusu düzenlemede dağıtıcılarla ilgili hangi somut fiil ve olgunun yaptırıma tâbi tutulduğu belirtilmemektedir. Dağıtıcının, kendine bağlı olarak faaliyet yürüten bayinin fiilini öngörebilmesi ve bu fiile engel olması ile ilgili olarak ne tür bir yükümlülük altına sokulduğuna ilişkin bir husus yer almamaktadır. Dağıtıcıların kendi fiilleri dışında üçüncü kişilerin (bayilerinin) fiillerinden de sorumlu tutulduğu görülmektedir.
Anayasa ve ceza hukukunun temel kuralları uyarınca, kişilere ceza verilebilmesi için aranan şartlardan biri hukuka aykırı fiilin kanunda belirtilmiş olmasını, diğeri de bu fiilin o kişi tarafından gerçekleştirilmiş olduğunun ispatlanmasını gerektirir. İtiraz konusu kuralda dağıtıcının hangi fiilleri suç sayıldığı için başkasının fiilinden sorumlu tutulduğu açık bir şekilde gösterilmediği gibi, bayi ile sözleşme imzalamış olmasından dolayı dağıtıcının işlenen suç ile arasındaki illiyet bağının da ne suretle oluştuğu belirtilmemiştir.
Ceza sorumluluğunun şahsiliği ceza hukukunun temel kurallarındandır. Cezaların şahsiliğinden amaç, bir kimsenin işlemediği bir fiilden dolayı cezalandırılmamasıdır. Diğer bir anlatımla, bir kimsenin başkasının fiilinden sorumlu tutulmamasıdır. Bu ilkeye göre aslî ve fer’i failden başka kişilerin bir suç sebebiyle cezalandırılmaları mümkün değildir. Anayasa’nın 38. maddesinin yedinci fıkrası ile ilgili gerekçede de, “...fıkra, ceza sorumluluğunun şahsî olduğu; yani failden gayri kişilerin bir suç sebebiyle cezalandırılamayacağı hükmünü getirmektedir. Bu ilke dahi ceza hukukuna yerleşmiş ve ‘kusura dayanan ceza sorumluluğu’ ilkesine dahil, terki mümkün olmayan bir temel kuralıdır.” açıklaması yer almaktadır. Anayasa’nın 38. maddesinde İdarî ve adlî cezalar arasında bir ayrım yapılmadığından İdarî para cezaları da bu maddede öngörülen ilkelere tâbidir.
Ceza hukukunda, fiil, kişinin haricî, nesnel bir davranışıdır, yani kişinin, başkalarınca algılanabilen bir davranışıdır. Bu anlamda olmak üzere, kişiden çıkarak haricileşmiş bir fiil olmadıkça, suç da olmaz. Buradan, suçun maddî unsuru olan “fiilsiz suç olmaz” mutlak kuralı ortaya çıkmaktadır. Kural, ceza hukuku düzeninin niteliğini belirlemede mihenk taşıdır. Anayasa, 38. maddesinde, kanunun suç saymadığı bir fiilden söz ederken, açıkça fiilsiz suç olmaz kuralına vurgu yapmış olmaktadır. Aynı şekilde, Türk Ceza Kanunu’nun 2. maddesinde, kanunun suç saymadığı bir fiilden söz edilmektedir. Fiilsiz suç olmaz kuralı, ceza hukukunun, temel ilkelerindendir. Bir hareket yoksa, ortada, ne bir fiil, ne de bir suç vardır. Hareket olumlu veya olumsuz bir biçimde ortaya çıkabilir. Olumlu bir biçimde ortaya çıkan hareket yapmak, olumsuz bir biçimde ortaya çıkan hareket yapmamaktan ibaret bulunmaktadır. Yapmak biçiminde ortaya çıktığında harekete “icra hareketi”, yapmamak biçiminde ortaya çıktığında harekete “ihmal hareketi” denmektedir. İhmal hareketi de insanın nesnel, yani harici bir davranışıdır. Ortada icra veya ihmal hareketi olmadıkça, bir suçun da bulunmadığının kabulü zorunludur.
İtiraz konusu kuralda dağıtıcı açısından sorumluluğun neden kaynaklandığı ve hangi esasın benimsendiği anlaşılamamaktadır. Anılan kural uyarınca, bayinin, “kaçak akaryakıt veya sahte ulusal marker elde etmeye, satmaya ya da herhangi bir piyasa faaliyetine konu etmeye yarayacak şekilde lisansa esas teşkil eden belgelerde belirlenenlere aykırı sabit ya da seyyar tank, düzenek veya ekipman bulundurduğunun tespit edilmesi hâlinde dağıtıcıya, bayiye verilen cezanın 1/4’ünün uygulanacağının öngörüldüğü, dağıtıcının kusurunun bulunup bulunmadığı, söz konusu fiil ile bir bağlantısının ve sorumluluğunun olup olmadığı değerlendirilmeden idare tarafından yaptırım uygulanacağı anlaşılmaktadır. Bu durum ise işlemediği bir fiilden dolayı dağıtıcıya yaptırım uygulanmasına neden olabilecek niteliktedir. Dolayısıyla, dağıtıcı hakkında bayi ile sadece sözleşme imzalamış olması nedeniyle yaptırım uygulanması, cezaların şahsiliği ilkesine aykırılık oluşturmaktadır.
Öte yandan, Anayasa ve ceza hukukunun temel kuralları uyarınca, kişilere ceza verilebilmesi için aranan şartlardan biri hukuka aykırı fiilin kanunda belirtilmiş olmasını, diğeri de bu fiilin o kişi tarafından gerçekleştirilmiş olduğunun ispatlanmasını gerektirir. İtiraz konusu kuralda dağıtıcının hangi fiillerinin suç sayıldığı için başkasının fiilinden sorumlu tutulduğu açık bir şekilde gösterilmediği gibi, dağıtıcı ile suç arasındaki illiyet bağının da ne suretle oluştuğu belirtilmemiştir. Kural bu yönleriyle açık ve belirgin değildir.
Somut olayda da görüleceği üzere, dağıtıcının, sözleşmeli bayisi tarafından 5015 sayılı Kanun’un 4.maddesinin (I) bendinin ihlâli hâlinde söz konusu fiilin işlenmesinde herhangi bir kusuru (kastı veya özen ve dikkat yükümlülüğüne aykırı davranışı) olup olmadığı araştırılmadan iptali istenen söz konusu hüküm uyarınca cezaya muhatap olmaktadır. Zira, kanun metninden de açıkça anlaşılacağı üzere, dağıtıcıya ceza verilmesi için herhangi bir kusurunun olması şartı aranmamaktadır. Kişinin sadece sözleşmeli bayinin dağıtıcısı olması ceza verilmesi için yeterli sayılmıştır.
Bu itibarla, davacı şirketin, sözleşmeli bayisine ait akaryakıt istasyonunda 12.07.2013 tarihinde yapılan denetimde, vaziyet planında bulunmayan gizli tank ve düzenek kullanıldığının tespit edilmiş olması nedeniyle, dağıtıcı yükümlülüğünü yerine getirmediğinden bahisle, 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu’nun 19. maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendi uyarınca davacı şirkete (1.000.000/4=) 250.000.-TL İdarî para cezası verilmesine ilişkin 24.03.2016 tarih ve 6172-41 sayılı Kurul kararının dayanağını oluşturan kanun maddesinin Anayasa’nın 2. ve 38. maddelerine aykırı olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, bir davaya bakmakta olan mahkemenin, o davada uygulanacak bir kanun hükmünü Anayasa’ya aykırı görürse ilgili kanun hükmünün iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurabileceğini düzenleyen 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 40. maddesinin birinci fıkrası gereğince, 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu’nun “İdarî para cezaları” başlıklı 19. maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendinde yer alan, “4 üncü maddenin dördüncü fıkrasının (I) bendinin bayilik lisansı sahipleri tarafından ihlali halinde bayinin sözleşme yaptığı dağıtıcı lisansı sahipleri hakkında (a) bendinde belirtilen cezanın dörtte biri uygulanır.” kuralının Anayasa’nın 2.ve 38. maddelerine aykırı olduğu kanısına ulaşılması nedeniyle bu kuralın iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurulmasına; iptali istenen kuralın Anayasa’nın hangi maddelerine aykırı olduğunu açıklayan gerekçeli başvuru kararının aslının, başvuru kararına ilişkin tutanağın onaylı örneğinin, dava dilekçesi ile dosyanın ilgili bölümlerinin onaylı örneklerinin dizi listesine bağlanarak ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI’NA GÖNDERİLMESİNE, 07.05.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”
ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2018/160
Karar Sayısı : 2019/23
Karar Tarihi : 10/4/2019
R.G.Tarih-Sayısı : Tebliğ edildi.
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Danıştay Onüçüncü Dairesi
İTİRAZIN KONUSU: 4/12/2003 tarihli ve 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu’nun 28/3/2013 tarihli ve 6455 sayılı Kanun’un 44. maddesiyle değiştirilen 19. maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendinin, Anayasa’nın 2. ve 38. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi talebidir.
OLAY: İdari para cezasının iptali talebiyle açılan davada itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur.
I. İPTALİ İSTENEN VE İLGİLİ GÖRÜLEN KANUN HÜKÜMLERİ
A. İptali İstenen Kanun Hükmü
Kanun’un itiraz konusu kuralın da yer aldığı 19. maddesi şöyledir:
“İdari para cezaları
Madde 19- (Değişik: 28/3/2013-6455/44 md.)
Bu Kanuna göre idari para cezalarının veya idari yaptırımların uygulanması, bu Kanunun diğer hükümlerinin uygulanmasına engel oluşturmaz. Bu Kanuna göre verilen ceza ve tedbirler diğer kanunlar gereği yapılacak işlemleri engellemez.
Bu Kanuna göre;
a) Aşağıdaki hallerde, sorumlulara bir milyon Türk Lirası idari para cezası verilir:
1) Lisans almaksızın lisansa tabi faaliyetlerin yapılması.
2) 4 üncü maddenin dördüncü fıkrasının (l) bendinin ihlali.
3) 18 inci maddenin ihlali.
b) 4 üncü maddenin dördüncü fıkrasının (l) bendinin bayilik lisansı sahipleri tarafından ihlali halinde bayinin sözleşme yaptığı dağıtıcı lisansı sahipleri hakkında (a) bendinde belirtilen cezanın dörtte biri uygulanır.
c) Aşağıdaki hallerde, sorumlulara sekiz yüz elli bin Türk Lirası idari para cezası verilir:
1) Kurumca, 10 uncu madde gereği yapılan uygulamaların dolaylı veya dolaysız olarak engellenmesi veya engellenmeye teşebbüs edilmesi.
2) 9 uncu maddede yer alan kısıtlamalara uyulmaması.
3) 5 inci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci ve 17 nci maddelerin ihlali.
d) 8 inci maddenin ihlali halinde bayiler için (c) bendinde yer alan cezanın beşte biri uygulanır.
e) Aşağıdaki hallerde, sorumlulara üç yüz elli bin Türk Lirası idari para cezası verilir:
1) Lisans almaksızın hak konusu yapılan tesislerin yapımına veya işletimine başlanması ile bunlar üzerinde tasarruf hakkı doğuracak işlemlerin yapılması.
2) Sahip olunan lisansın verdiği haklar dışında faaliyet gösterilmesi.
3) 4 üncü maddenin dördüncü fıkrasının (f) bendinin bir takvim yılı içinde Kurumca yapılan uyarıya rağmen ihlali, aynı fıkranın (l) bendi haricindeki bentlerin ihlali.
4) 12 nci maddede yer alan hükümler dahilinde iletim ve depolama tesislerine erişimin dolaylı veya dolaysız olarak engellenmesi.
f) 4 üncü maddenin dördüncü fıkrasının (l) bendi kapsamındaki ihlaller hariç olmak üzere bayiler için (e) bendinde yer alan cezanın beşte biri uygulanır.
g) Ulusal marker ekleme işlemlerine nezaret etmek üzere yetki verilen bağımsız gözetim firmalarının yükümlülüklerini yerine getirmemeleri halinde (a) bendinde belirtilen cezanın dörtte biri uygulanır.
h) 16 ncı madde uyarınca ulusal petrol stoğu tutma yükümlülüğü bulunan lisans sahiplerine, eksik tuttukları her bir ton ürün için iki yüz Türk Lirası idari para cezası verilir. Eksik tutulan stok miktarının hesabında ton küsuratı dikkate alınmaz.
Ceza uygulanan bir fiilin iki takvim yılı geçmeden aynı kişi tarafından tekrarı halinde, cezalar iki kat olarak uygulanır.
İdari para cezaları, ön araştırma veya soruşturma aşamasının tamamlanmasından sonra Kurul tarafından en geç üç ay içinde karara bağlanır.
Bu Kanunun kaçakçılık kapsamında verilen idari para cezalarına karşı yargı yoluna başvurulması tahsil işlemlerini durdurmaz.
İdari para cezalarının tebliğ tarihini izleyen otuz gün içinde ödenmemesi halinde, cezanın ilgili vergi dairesi aracılığı ile tahsili sağlanır. Tahsilatta 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümleri uygulanır.
Yukarıda belirtilenlerin dışında kalan ancak bu Kanunun getirdiği yükümlülüklere uymayanlara Kurumca bin beş yüz Türk Lirasından yetmiş bin Türk Lirasına kadar idari para cezası verilir.
Tesisler, lisans alınıncaya veya bu Kanuna göre lisans gerektirmeyen faaliyet gösterecek hale getirilinceye kadar mühürlenir.”
B.İlgili Görülen Kanun Hükmü
Kanun’un ilgili görülen 4. maddesinin dördüncü fıkrasının (l) bendi şöyledir:
“Lisans sahiplerinin temel hak ve yükümlülükleri
Madde 4-
…
Bu Kanuna göre faaliyette bulunanlar;
l) (Ek: 28/3/2013-6455/37 md.) Kaçak akaryakıt veya sahte ulusal marker elde etmeye, satmaya ya da herhangi bir piyasa faaliyetine konu etmeye yarayacak şekilde lisansa esas teşkil eden belgelerde belirlenenlere aykırı sabit ya da seyyar tank, düzenek veya ekipmanı bulundurmamak,
İle yükümlüdür.”
II. İLK İNCELEME
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Zühtü ARSLAN, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Serdar ÖZGÜLDÜR, Serruh KALELİ, Recep KÖMÜRCÜ, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL ve Yusuf Şevki HAKYEMEZ’in katılımlarıyla 27/12/2018 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
III. ESASIN İNCELENMESİ
2. Başvuru kararı ve ekleri, Raportör Osman KODAL tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu ve ilgili görülen kanun hükümleri, dayanılan Anayasa kuralları ile bunların gerekçeleri ve diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
3. Kanun’un 19. maddesinin ikinci fıkrasının itiraz konusu (b) bendinde, 4. maddenin dördüncü fıkrasının (l) bendinin bayilik lisansı sahipleri tarafından ihlali hâlinde bayinin sözleşme yaptığı dağıtıcı lisans sahipleri hakkında (a) bendinde belirtilen cezanın dörtte birinin uygulanacağı hükme bağlanmıştır.
4. Kanun’un itiraz konusu kuralı içeren 19. maddesi 14/2/2019 tarihli ve 7164 sayılı Maden Kanunu ile Bazı Kanunlarda ve Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 32. maddesiyle değiştirilmiştir. Anılan değişiklikle 4. maddenin dördüncü fıkrasının (l) bendinin bayilik lisansı sahipleri tarafından ihlali hâlinde bayinin sözleşme yaptığı dağıtıcı lisans sahipleri hakkında (a) bendinde belirtilen cezanın dörtte birinin uygulanacağını öngören itiraz konusu kurala madde metninde yer verilmemiştir.
5. Bu itibarla söz konusu değişiklik sonrasında bayilerin akaryakıt istasyonunda kaçak akaryakıt veya sahte ulusal marker elde etmeye, satmaya ya da herhangi bir piyasa faaliyetine konu etmeye yarayacak şekilde lisansa esas teşkil eden belgelerde belirlenenlere aykırı sabit ya da seyyar tank, düzenek veya ekipmanı bulundurmama yükümlülüğünü ihlal etmeleri hâlinde dağıtıcıya idari para cezası verilmesi mümkün değildir.
6. 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 2. maddesinde kabahat deyiminin kanunun, karşılığında idari yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlık anlamına geldiği belirtilmiş; aynı Kanun’un “Genel kanun niteliği” kenar başlıklı 3. maddesinde de Kanun’un idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması hâlinde, diğer genel hükümlerinin ise idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında uygulanacağı öngörülmüştür.
7. 5326 sayılı Kanun’un “Zaman bakımından uygulama” kenar başlıklı 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasında 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun zaman bakımından uygulamaya ilişkin hükümlerinin kabahatler bakımından da uygulanacağı belirtilmiş, söz konusu fıkrada gönderme yapılan 5237 sayılı Kanun’un “Zaman bakımından uygulama” kenar başlıklı 7. maddesinin (2) numaralı fıkrasında da “Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur” hükmüne yer verilmiştir.
8. Anılan düzenlemeler gözönünde bulundurulduğunda idari para cezası verilmesinin dayanağını oluşturan kuralın 5015 sayılı Kanun’un 7164 sayılı Kanun’un 32. maddesiyle değiştirilen 19. maddesinde yer almaması sonucu ortaya çıkan ve davacının lehine olan hukuki durumun itiraz başvurusunda bulunan Mahkemede bakılmakta olan davada dikkate alınması gerektiği açıktır. Nitekim Danıştayın içtihatları da bu doğrultudadır (DİDDK, E.2009/2519, K.2012/611, 19/4/2012; D13D, E.2012/3955, K.2014/3682, 20/11/2014). Bu itibarla Kanun’un 4. maddesinin dördüncü fıkrasının (l) bendinin bayilik lisansı sahipleri tarafından ihlali hâlinde bayinin sözleşme yaptığı dağıtıcı lisans sahipleri hakkında (a) bendinde belirtilen cezanın dörtte birinin uygulanacağını öngören itiraz konusu kuralın bakılmakta olan davada uygulanma imkânı kalmamıştır.
9. Açıklanan nedenlerle konusu kalmayan iptal talebi hakkındakarar verilmesineyer olmadığına karar verilmesi gerekir.
IV. HÜKÜM
4/12/2003 tarihli ve 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu’nun 28/3/2013 tarihli ve 6455 sayılı Kanun’un 44. maddesiyle değiştirilen 19. maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendine ilişkin iptal talebi hakkında KARAR VERİLMESİNEYER OLMADIĞINA 10/4/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Başkan
Zühtü ARSLAN
Başkanvekili
Burhan ÜSTÜN
Engin YILDIRIM
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
Recep KÖMÜRCÜ
Hicabi DURSUN
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Hasan Tahsin GÖKCAN
Kadir ÖZKAYA
Rıdvan GÜLEÇ
Recai AKYEL
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Yıldız SEFERİNOĞLU